KORONA-VİRÜS
KAPİTALİZMDE
VE SOSYALİZMDE SAĞLIK SİSTEMİNİN SINIFSAL
KARAKTERİ
Kapitalizmde
Sağlık Sistemi
Sağlık
sisteminin mülkiyetin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilişkisi
vardır. Kapitalizm, üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine
kurulmuş bir üretim biçimidir. Üretim araçları kimin, hangi
sınıfın mülkiyetindeyse toplumun altyapısı (ekonomisi) onun
elindedir ve dolayısıyla toplumun üst yapısı da (örneğin
devlet, hukuk, eğitim, sağlık) o altyapının çıkarlarına göre
örgütlenmiştir. Bu nedenle kapitalizmde değişim, reform,
demokrasi, burjuva sınıfın çıkarlarına ters düşemez,
sermayenin sömürüsünü engelleyici olamaz. Değişimin bir sınırı
vardır. Bu nedenle nasıl ki, kapitalizmde demokrasi, burjuva
demokrasisinin ötesine geçemezse, sağlık sistemindeki değişim
de, reform da sermayenin çıkarlarına ters düşecek boyutlarda
olamaz.
Kapitalizmde
artı değer üretimine ve sermayenin çoğaltılmasına hizmet
etmeyen bir sağlık sistemi düşünülemez. Bunun neden böyle
olduğunu biraz açalım:
İşçi
sınıfı, işgücünü satmak zorundadır. Aslında kapitalist
düzende tek özgürlüğü de budur; işgücünü satmak veya
satmamak özgürlüğü. Kapitalist tarafından satın alınan
işgücü, artı değer üreten işgücüdür. Üretilen toplam
değerin bir kısmı, kapitalistin el koyduğu değerdir, yani artı
değer. Geriye kalan kısmı, işçiye ücret olarak verilen kısmı
ise işçinin zorunlu ihtiyaçlarını (gıda maddeleri, konut,
eğitim, sağlık vb.) karşılamaya ancak yetecek kadardır.
Artı
değer ancak ve ancak üretim araçlarının özel mülkiyette olması
koşullarında üretilebilir. Artı değer üretimi veya kar, daha
fazla kar, kapitalist üretimin amacıdır.
Anca
her işgücü harcamasının sonucunda artı eğer üretilmez. Burada
üretken iş (işgücü harcaması) ile üretken olmayan iş (işgücü
harcaması) arasında önemli bir farkın olduğunu belirtmeliyiz.
Konumuz açısından bu fark oldukça belirleyicidir.
”Bizim
üretken iş kavramımızda bir daralma oluyor. Kapitalist üretim,
yalnızca meta üretimi değil, esas olarak artı değer üretimidir.
İşçi, kendisi için değil, sermaye için üretir, Bu nedenle,
artık yalnızca üretmesi yetmez. Artı değer üretmek de
zorundadır. Sadece, kapitalist için artı değer üreten veya
sermayenin kendisini değerlendirmesi (çoğaltması,
çn) için çalışan işçi üretkendir” (1).
Bu
durumda, doğrudan artı değer üreten ve sermayenin çoğalmasına
katkıda bulunan iş (işgücü harcaması) üretkendir.
Üretken
olmayan iş (işgücü harcaması) olmaksızın ekonomik ve toplumsal
yaşam sürdürülemez. Devlet, kültür, eğitim, sağlık vb.
alanlardaki faaliyetler üretken olmayan faaliyetlerdir. Bu
faaliyetlerin finansmanı ancak artı değerin bir kısmıyla ve
ücretlilerden alınan vergilerle karşılanabilir (Basitleştirmek
için bu iki kalemi belirtiyorum).
Üretken
olmayan işler için harcamanın kaynağı, kapitalist toplumda ne
türden üretken olmayan alanlarda ne kadar harcama yapılacağını
belirliyor. Kapitalist toplumda üretken ve üretken olmayan iş
(işgücü harcaması) birbirine bağlıdır, birbirini etkiler.
Kapitalizm ancak artı değer üretimi olursa var olabilir. Bu
nedenle üretken olmayan iş (işgücü harcaması) kapitalizmde her
zaman üretken işe (işgücü harcamasına) bağımlıdır. Üretken
işin (artı değer üretiminin ve sermayeyi çoğaltmanın)
çıkarları neyi gerektiriyorsa üretken olmayan alanlardaki
faaliyetler de ona göre biçimlenir, gelişir. Bunun ne menem bir
bağımlılık olduğunu, kapitalizmde ne mümkündür ne mümkün
olamaz sorularında arayabiliriz.
Kapitalizmde
ücretlendirme yasası var olduğu müddetçe ev işinin
ücretlendirilmesi mümkün değildir; bunun için kapitalizmi yıkmak
gerekir. Amaç kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmaksa, bu sefer de
ev işini ücretlendirmeye gerek kalmaz.
Kapitalizmde
sağlık sisteminin insanların sağlığı için bir sistem olmasını
talep etmek veya bunun için mücadele etmek, kapitalizmi yıkmakla
eş anlamlıdır; kapitalizmde sağlık sisteminde reformların
yapılması için burjuvaziyi zorlayabilirsiniz ve bazı sonuçlar,
iyileştirmeler elde edebilirsiniz. Hepsi bu kadar.
Üretim
araçlarının özel mülkiyette olması, üretimin amacının artı
değer, kar olması, üretken olmayan alanlarda kapitalizmin
sınırlarını ortaya koymaktadır: Kapitalizm, üretken iş
harcaması; azami artı değer üretimi, azami kar için
olanaklarını en iyi, optimal olarak kullanır; ancak üretken
olmayan alanlardaki harcamalar için imkanlarını optimal kullanmaz,
kullanamaz. Bu nedenle burjuvazi, kapitalist sistem, örneğin,
eğitim alanında, sağlık alanında toplumun gereksinimlerini
optimal, en iyi bir şekilde sağlayamaz; bunu garanti edemez.
Kapitalizm, sadece ve sadece kar ilkesine göre hareket edebildiği
için bunu yapamaz. Örneklersek: Her işletmenin, bunların arasında
bir ilaç tekelinin amacı azami kardır; diğer tekeller gibi ilaç
tekeli de azami kar için üretir. Ama insanları kısa zamanda
iyileştiren veya insanları gerçekten yeniden sağlığına
kavuşturan ilaçlar üretirse, azami kar amacına ulaşamaz. Bu
nedenle uzun süren tedavi, bağımlılık yaratan ilaçlar üretilir
ve satılır. Kapitalizm, insanı sağlık bakımından iyileştirmeyi
değil, tedavi görsün, bu tedaviden dolayı o alandaki sermaye
çoğalsın, tıbbi araçlar üreten tekellerin karı artsın diye
uzun dönem hasta kalmasını amaçlar.
Kapitalizmde
devlet, ilaç tekelleriyle, ilaç tekelleri üniversitelerle, sağlık
sisteminde; hastanelerde kullanılan her türden alet vb. üreten
tekeller, işletmeler hastane yönetimiyle, hükümetle sıkı ilişki
içindedir. Kapitalizmde sağlık sistemi, politikası sermayenin
genel çıkarlarına, burjuva politikaya entegre olmuştur.
Neoliberalizm
öncesinde, diyelim ki, II. Dünya Savaşı sonrasından geçen
yüzyılın sonlarına doğru devletin ekonomi ve toplumsal yapıdaki
ağırlığının olduğu dönemde; özelleştirmenin henüz sağlık
alanında tam yaygınlaşmadığı dönemde de devlet-ilaç tekelleri
veya sermaye-sağlık sistemi arasındaki ilişki sermayenin
çıkarlarına öncelik veren ilişkilerdi. Bugün, sağlık alanını
da özelleştirildiği koşullarda; sağlığın açıktan
alınıp-satıldığı koşullarda sağlık sistemindeki sınıfsallık,
insanlara paran kadar sağlık ilkesini uyguluyor.
Özelleştirmeyle
birlikte sağlık sektörü de üretken iş alanına dönüşmüştür.
Örneğin hastaneler, bu alana yatırım yapan kapitalistlerin
sermayelerinin çoğaltıldığı alanlara dönüşmüşlerdir.
Burjuvazi,
işçi sınıfı ve emekçi yığınları, gerek gördüğü
kadarıyla sağlıklı olmasını amaçlar; ölmeyecek, işe
gidebilecek ve üretecek kadar sağlıklı olması burjuvazi için
yeterlidir. İşçinin, emekçinin, gerçekten sağlığına
kavuşması, burjuvazinin kar amacıyla çelişkilidir. Tam sağlık
sistemi, elde edilen artı değerin giderek artan kısmının bu
alana yatırılması demektir. Kapitalizmde bu olmaz; hasta işçi
ölebilir, sokakta iş arayan sayısız işçi vardır. Mantık
budur.
Ancak,
sınıf mücadelesi sonucunda burjuvaziye sağlık alanında da
reformist adımlar attırılabilir; iyileştirmeler olabilir.
Gerçekten de II. Dünya Savaşından sonra sosyalizmin dünya
çapında yükselen prestiji, kapitalist dünyada sağlık alanında
da birtakım hakların elde edilmesini kolaylaştırmıştır.
Keynesçi kapitalizmin bu reformları, neoliberal kapitalizmle
birlikte tersine dönmüştür; bu reformlar, özelleştirmelerle
ortadan kaldırılmıştır.
Bütün
dünyada burjuvazi, bir virüsle baş edemediğini, acizleştiğini
göstermiştir. Ülkeden ülkeye ne kadar değişik olursa olsun
sağlık sistemleri dünya çapından çökmüştür. Bu,
burjuvazinin eseridir. İnsan sağlığına ne kadar önem verdiğinin
göstergesidir.
Burjuvazi,
salgınla mücadele adı altında öncelikle ekonomiyi kurtarmak için
attığı adımlarla neyin peşinde olduğunu göstermiştir;
burjuvazi açısından önemli olan, on binlerin, yüz binlerin,
milyonların ölmesi değildir; burjuvazi açısından önemli olan
ekonominin ayakta kalmasıdır, az hasarla kurtulmasıdır. Bu
nedenle trilyon dolarla ifade edilen miktarlar ortalığa
saçılmaktadır.
Burjuvazi,
salgınla mücadele adı altında ilaç ve aşı bulma yarışına
girmiştir. Bu yarışı/rekabeti kazanan bu alanda tekel kurmuş
olacaktır.
Sosyalizmde
Sağlık Sistemi
Sosyalizmde
sağlık sistemi tamamen farklıdır. Sosyalizmde sağlık sistemi
toplumsal mülkiyet üzerinde yükselir. Sosyalizmde sağlık sistemi
bütün toplumun sağlığı için vardır. Bunun böyle olduğunu
SSCB (Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri
Birliği) pratiğinde görüyoruz. SSCB, bütün toplum için
her bakımdan tam tıbbi bakımın erişilebilir ve mevcut olduğu
tek ülkeydi. SSCB, ücretsiz tıbbi bakım ilkesinin tam olarak
uygulandığı tek ülkeydi.
Sovyet
Anayasası, SSCB'nin her vatandaşına hastalık ve sakatlık
durumunda olduğu kadar yaşlılıkta da ücretsiz tıbbi yardım ve
malzeme bakımı hakkı vermektedir. Bu hak, Sovyet Anayasasının
(1936 Anayasası) 120. maddesinde şöyle tanımlanır:
“SSCB
yurttaşları, yaşlılık, hastalık ve sakatlık durumlarında
maddi bakım görme hakkına sahiptirler. Bu hak, işçi ve ücretli
memurların sosyal güvenliğinin, devlet hesabına, giderek daha
fazla gelişmesi, emekçilere parasız sağlık hizmeti sunulması,
emekçilerin hizmetine sunulmuş kapsamlı bir tedavi merkezleri
ağıyla güvence altına alınmıştır.”
Sosyalizmde
sağlık sistemi, toplam sosyalist inşanın entegre bir bileşenidir.
SSCB’de bu sistem bugünden yarına gelişmemiştir. Ama daha
başından beri Sovyet iktidarının, proletarya diktatörlüğünün
temel görevlerinden birisi olmuştur. 1919’da VIII. Kongre’de
kabul edilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi
programında bu konuya da
yer verilmiştir.
“Sovyetler
Birliği Komünist Partisi, halk sağlığının korunması
alanındaki çalışmalarının temelini her şeyden önce
hastalıkların gelişmesini önlemek amacıyla kapsamlı hijyen ve
sıhhi önlemlerin uygulanması olarak görmektedir...Buna göre
SBKP, acil görevler olarak şunları görür:
“1)
Çalışanların yararına kapsamlı sıhhi önlemlerin kararlı bir
şekilde uygulanması; a) yerlerin rehabilitasyonu (toprağın, suyun
ve havanın hijyenik olarak izlenmesi); b) Bilimsel ve hijyenik
ilkelere uygun olarak halk beslenmesinin sağlanması; c) bulaşıcı
hastalıkların gelişmesine ve yayılmasına karşı önleyici
tedbirlerin uygulanması; d) sağlık mevzuatının oluşturulması.
2)Yaygın
hastalıklarla mücadele (tüberküloz, zührevi hastalıklar,
alkolizm, vb.).
3)
Genel olarak erişilebilir, özgür ve kaliteli bir tedavi ve ilaç
tedariki sağlamak."
Sovyet
sağlık sisteminin faaliyeti, hastaları tedavi etmekle sınırlı
değildir, aynı zamanda halkın sağlık durumunun ve fiziksel
kapasitesinin genel gelişimine, ölüm oranının düşürülmesine,
bazı hastalıkların, özellikle de bulaşıcı hastalıkların yok
edilmesine kadar uzanır.
Sovyet
sağlık sisteminin başarısı, tıp biliminin gelişimi ile
ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Sosyalist inşa yıllarında,
bu alanda faal olan bilimsel araştırma kurumlarının sayısı
sürekli artmıştır. Aynı şekilde sağlık sisteminin bütün
bileşenlerinde kurum, doktor, hemşire, tıp teknolojisi vb. devasa
nitel ve nicel gelişmeler
olmuştur. (Yazının
hacmini genişleteceği için bu alandaki verileri buraya
aktarmıyorum. (Kaynak
olarak Büyük Sovyet Ansiklopedisini
ve yakında çıkacak olan “Sayılarla Sovyet İktidarının 40
Yılı”nı gösterebilirim)
SSCB
anayasası, işçilerden ve emekçilerden oluşan bütün halka
kapitalizmde hayal edilemez, verilmesi mümkün olmayan haklar
veriyor ve bu hakların gerçekleştirilmesini, yani hak edenler
tarafından kullanılmasını garantiliyor. Bu haklardan birisi de
sağlık hakkıdır. Burada sadece sağlık hakkını değil, başka
hakları da dikkate alarak bir karşılaştırma yapalım.
Anayasanın
I. Bölümünün (Toplumsal Düzen) 4. maddesinde şöyle deniyor:
“SSCB’nin ekonomik temelini sosyalist ekonomi sistemi ve
üretim araçlarının ve aletlerinin sosyalist mülkiyeti oluşturur.
Bu ekonomik temel, kapitalist ekonomi sisteminin tasfiyesi, üretim
araçları ve aletlerinde özel mülkiyetin kaldırılması, insanın
insan tarafından sömürüsünün yok edilmesiyle
sağlamlaştırılmıştır.”
SSCB’de
söz konusu temel hakların gerçekleştirilebilir olduğu
anayasanın yukarıdaki maddesinde açıklanıyor. SSCB sosyalist bir
ülkedir. Sosyalizmde üretim araçları toplumun mülkiyetindedir.
SSCB’de müttefikleriyle birlikte işçi sınıfının iktidarı,
proletarya diktatörlüğü kurulmuştu. Bu sınıf ve müttefikleri
bu temel hakları kendine veriyor ve uyguluyordu.
Neydi
bu temel haklar?
Anayasanın
X. Bölümünde yurttaşların temel hakları ve görevleri ele
alınıyor:
Madde
118: “Çalışma hakkını sadece ilan etmez. Bilakis, Sovyet
toplumunda krizlerin olmadığı gerçeğinin, işsizliğin yok
edildiği gerçeğinin yasal teyidiyle teminat altına alır” ve
1947 Anayasasında da “SSCB vatandaşları, çalışma
hakkına; yani işin nicel ve nitel durumuna göre ücretlendirmedeki
güvence altına alınmış çalışma hakkına sahiptir.”
“Çalışma
hakkı” ancak sosyalizmde; üretim araçlarının toplumsal
mülkiyette olduğu ve üretimin toplumun refahı için yapıldığı
koşullarda gerçekleşir. Nitekim Sovyetler Birliği Anayasasında
(1936 Anayasası) bu hak kapsamlı olarak yer alır ve uygulanır.
Orada şöyle deniyordu:
Madde
119: “SSCB yurttaşları dinlenme hakkına sahiptirler. Dinlenme
hakkı, işçi ve ücretli memurlar için sekiz saatlik işgününün
saptanması, çalışma koşullan zor olan bir dizi meslek için
işgünü süresinin 7 ve 6 saate indirilmesi ve çalışma koşulları
daha da ağır olan bazı işletme bölümlerinde ise, bu sürenin 4
saate düşürülmesi, işçi ve görevliler için her yıl paralı
izin verilmesi ve emekçilerin hizmetine sunulmuş sanatoryum,
dinlenme yurtları ve kulüplerden oluşan kapsamlı bir ağla
güvence altına alınmıştır.”
Madde
120: “SSCB yurttaşları, yaşlılık, hastalık ve sakatlık
durumlarında maddi bakım görme hakkına sahiptirler.
Bu hak, işçi ve ücretli memurların sosyal
güvenliğinin, devlet hesabına, giderek daha fazla gelişmesi,
emekçilere parasız sağlık hizmeti sunulması, emekçilerin
hizmetine sunulmuş kapsamlı bir tedavi merkezleri ağıyla güvence
altına alınmıştır.”
Madde
121: “SSCB yurttaşları eğitim hakkına sahiptirler. Bu hak,
genel temel eğitim zorunluluğu, parasız yedi yıllık eğitim iyi
notlara sahip yüksek okul öğrencileri için devlet çiftliklerinde,
Makine ve Traktör İstasyonları’nda emekçilerin parasız üretim,
teknik ve tarımsal eğitiminin örgütlenmesiyle güvence altına
alınmıştır.”
Madde
122: “SSCB’de, ekonomik, devletsel, kültürel, toplumsal ve
politik yaşamın bütün alanlarında kadın erkekle eşit haklara
sahiptir. Bu hakların gerçekleştirilme olanağı, çalışma,
emeğinin karşılığını alma, dinlenme, sosyal güvenlik ve
eğitim hakkı konusunda erkekle eşit kılınmasıyla güvence
altına alınmıştır. Kadının yükü ana ve çocuğun devlet
koruması altında olması, çok çocuklu ve yalnız annelere devlet
yardımı sağlanması, paralı hamilelik izni verilmesi, geniş bir
doğumevleri, çocuk bahçeleri ve kreşleri ağının kurulmasıyla
hafiflemiştir.” (2).
İki
hakkı (çalışma ve sağlık) biraz açalım:
Kapitalizmde
“çalışma hakkı” temel insan hakkı olarak sunulmaktadır.
Kimler bu talebe sahip çıkıyor, gerçekleşmesi için mücadele
ediyor veya etmiş diye soracak olursanız karşınıza küçük
burjuva çevreler ve sosyal demokratlar; sosyal demokrasinin etkisi
altında olan sendikalar çıkar. Görünüşte tamamen doğru bir
talep. Hele kitlesel kronikleşmiş işsizliğin yaygın olduğu
günümüzde işsizlik bağlamında bu talepten daha doğru başka
talep de pek olamaz diye düşünüyor olabiliriz. Sosyal demokrat ve
revizyonist anlayış, bu talebi, milyonlarca insanın var oluşunun
teminatı olarak görüyor; öyle ki, bu hak, diğer bütün temel
hakların gerçekleşmesi için ön koşul sayılıyor. Gerçekten de
insanca bir yaşam için çalışmak her insanın hakkı olmalıdır.
Burası doğrudur. Engels'in dediği gibi insanı insan yapan;
hayvanlar aleminden ayrılmamızı sağlayan iş/çalışmak değil
miydi? Öyle ki, çalışmak insanın gelişmesi için temel öneme
sahip olduğu için “çalışma hakkı” BM-İnsan Hakları
Açıklamasına da alınmıştı. Bu açıklamanın 23. maddesinde
şöyle denir: “Her insan çalışma, meslek seçimi özgürlüğü,
uygun ve tatmin edici çalışma koşulları ve işsizliğe karşı
korunma hakkına sahip olmalıdır”.
Burada
temel soru veya sorun şu: Anayasal olarak kabul edilmiş dahi olsa
kapitalizmde çalışma hakkı gerçekleşebilir mi? Bu mümkün
müdür? Burjuva toplum, sınıflı bir toplumdur. Bu nedenle hakim
hukuk, hakim toplumsal ilişkileri ifade eder; hakim hukuk, hakim
sınıf olan burjuvazinin hukukudur, bu hukuk da üretim araçlarının
özel mülkiyetine dayanır; bu mülkiyeti korumak için vardır. Bu
durumda, işsizliğe neden olan koşullar hukuk aracılığıyla
ortadan kaldırılamaz. Bu, burjuvaziye kendini ortadan kaldır demek
anlamına gelir. Bu nedenle, sömürü hakkı üzerine kurulmuş
toplumsal bir düzende; kapitalizmde çalışma hakkını teminat
altına almak imkansızdır; hem sömürü hakkı hem de çalışma
hakkı aynı zamanda bir arada gerçekleşemez; bunlar birbirlerini
dışlar. Burjuva toplumda ön plana çıkartılan, çalışma hakkı
değil, iş gücünün sömürüsüdür; çünkü iş gücü
sömürüsü, kapitalizmin temel çelişkisi (üretimin toplumsal
karakteri ile ona özel el koyuş arasındaki çelişki), çalışmayı
veya çalışma hakkını insan yaşamının birincil temel koşulu
olarak teminat altına almayı imkansız kılmaktadır. Üretim
araçlarının özel mülkiyette olması, toplumun refahı için
üretimin önünde engeldir; kapitalizmde üretim kâr, daha fazla
kâr amaçlıdır, toplumsal refah amaçlı değildir. Burjuva
düzenin amacı; var oluş nedeni, sermayenin çıkarlarını
korumaktır. Bu nedenle Marks, burjuva toplumda sömürü ve kâr
bağlamında analiz yaparken şu sonuca varır:
“Haziran
günlerinden önce kaleme alınan ilk anayasa tasarısında, “çalışma
hakkı” proletaryanın devrimci isteklerinin özetlendiği bu ilk
acemice formül ... bulunuyordu. Bunu yardım hakkına çevirdiler,
oysa, hangi modern devlet yoksullarını şu ya da bu biçimde
beslemez! Çalışma hakkı, burjuva anlamda, mantıksızlıktır,
boş, acınacak bir istektir. Ama çalışma hakkının gerisinde,
sermaye üzerindeki iktidar vardır, sermaye üzerindeki iktidarın
gerisinde üretim araçlarına sahip çıkmak, onları birleşmiş
işçi sınıfına bağımlı kılmak, yani ücretli işin,
sermayenin ve bu ikisi arasındaki karşılıklı ilişkilerin
kaldırılması vardır. “Çalışma hakkı”nın arkasında
Haziran ayaklanması vardı. Gerçekte devrimci proletaryayı yasa
dışı kılan bu Kurucu Meclis, ilke olarak, anayasanın bir
formülünü, yasaların yasasını reddetmek ve “çalışma
hakkı”nı aforoz etmek zorundaydı”(3).
“Çalışma
hakkı” ancak sosyalizmde; üretim araçlarının toplumsal
mülkiyette olduğu ve üretimin toplumun refahı için yapıldığı
koşullarda gerçekleşir...(4).
Aynı
durum diğer temel haklar için de geçerlidir. Dinlenme hakkı,
eğitim hakkı, cinsiyet eşitliği hakkı, sağlık hakkı.
Kapitalizm koşullarında bu hakların gerçekleştirilmesi mümkün
değildir. Çünkü özel mülkiyete dayanan, sömürü, azami kar
amaçlı kapitalist sistemde bu hakların gerçekleştirilmesi
sermayenin çıkarlarına ters düşer.
Şüphesiz
ki, bu haklar kapsamında birtakım kolaylaştırmalar için,
birtakım reformlar için mücadele edilir ve sonuçlar da
alınabilir, alınıyor da. Ama bunlar kapitalizmde eğitim, çalışma,
sağlık, dinlenme haklarının, kadın ve erkek eşitliğinin
gerçekleştirildiği anlamına asla gelmez. İşçi sınıfı ve
emekçiler, kapitalizmde en fazlasıyla işgücünü satma hakkına,
paran kadar eğitim, sağlık, dinlenme satın alma hakkına
sahiptirler. Şimdilerde, daha önce kamusal olan bu “haklar”,
özelleştirildiği için kapitalistin sermayesini çoğaltan
“hak”lara dönüşmüştür.
Sosyalizm,
insan sağlığını kapitalist sömürüden kurtarır. Kapitalizmde
sağlık sisteminin ücretli olması, sömürünün, kapitalistin
sermayesini çoğaltmasının bir biçimdir. Paran varsa veya ne
kadar varsa o kadar tedavi olabilirsin. Sağlık sigortalarının
nasıl kuşa çevrildiği, birtakım iyileştirmelerin nasıl geri
alındığı bilinmiyor değil.
Bir
virüs, kapitalizmde sağlık sistemini dağıttığı, birçok
ülkede çökerttiği gibi, bu sistemin sınıfsal karakterini de
gözler önüne serdi. Bütün kapitalist ülkelerde söz konusu
virüs salgınından dolayı alınan tedbirler, virüse karşı
mücadeleden ziyade ekonomiyi, kapitalistleri kurtarmaya hizmet
etmektedir. Ortaya saçılan paralar, tedbir paketlerinin içeriği
bunu göstermektedir.
Dün
Sars, Ebola, bugün Korona-virüs salgınları, etkileri her birinde
farklı da olsa nihayetinde binlerce insanın ölümüne, sosyal ve
ekonomik yıkımlara neden olmuştur. Uluslararası tekellerin hakim
olduğu neoliberal ekonomi sistemi, işçi sınıfı ve emekçi
yığınların mücadele sonucu elde ettikleri sağlık alanındaki
iyileştirmeleri yok etmiş, sağlık sektörünü tamamen sermayeye
açmıştır. Şimdiki salgına karşı emperyalist devletlerin yanı
sıra gelişmiş ülkelerin de tutarsız, kapsamlı olmayan,
kararsız, çelişkili mücadele anlayışları, önce büyük
sermayeyi, ilaç tekellerini koruma, onların düşüncelerine ters
düşmeme kaygısından kaynaklanmaktadır. Sağlık sistemini
özelleştirenler ve dolayısıyla hastalığı kar kaynağı,
sermayeyi çoğaltma kaynağı olarak görenler bunlardır.
Hastalığı,
kazanç konusu yapmak kapitalizmin ayrılmaz bir parçası, bir
bileşeni olmuştur.
Sonuç
itibariyle:
Sosyalizmde
çalışma hakkı vardır.
Kapitalizmde
çalışma hakkı yoktur, olamaz da. Ancak işgücünü satma hakkı,
özgürlüğü vardır.
Sosyalizmde
sağlık hakkı vardır.
Kapitalizmde
sağlık hakkı yoktur, olamaz da. Ancak en fazlasıyla ödeme
karşılığında sağlığı satın alma özgürlüğü, hakkı
vardır.
Bunun
böyle olmasının nedeni, her iki toplum sisteminde mülkiyetin
sınıfsal karakterinde aranmalıdır.
Kapitalizmde
her şey sermaye içindir.
Sosyalizmde
insan, sistemin merkezindedir.
Kapitalizmde
genel anlamda insan sağlığı sorunu yoktur. İnsan sağlığı,
sermayenin işine geldiği kadarıyla, çıkarına uygun düştüğü
kadarıyla önemlidir.
Sosyalizmde
bunun tam tersi söz konusudur.
Kapitalizmde
işçi ve emekçilerin sağlık imkanlarına ulaşmaları oldukça
sınırlıdır; sigortalı olanların yanı sıra, sigortasız
olanlar da vardır. Kapitalizmde paran kadar sağlık satın
alabilirsin.
Sosyalizmde
insanların sağlık imkanlarına ulaşmalarının önünde hiçbir
engel yoktur; sosyalizmde sağlık sistemi, halkın sağlığı için
vardır.
Kapitalizmde
sağlığı doğrudan etkileyen konut, temiz su, temel gıda temin
imkanları yoktur veya paran kadar vardır.
Sosyalizmde
bunun tam tersi söz konusudur.
Bolca
insanlıktan bahsediliyor; özel mülkiyet zemininde, somutta da
kapitalizmde genel anlamda insanlık yoktur, sınıflar vardır.
Burjuvazi, başlangıçta feodalizme karşı mücadelesinde insani
olan değerleri önemsedi. Ancak, iktidara geldikten sonra, iktidarda
kalmak için insani olan ne varsa hepsini ayaklar altına aldı,
alıyor. Burjuvazi için belirleyici olan, sermayenin çıkarlarıdır,
kapitalist sınıfın çıkarlarıdır. Kendine göre insani olanı
kendi sınıfında; bu da baskıdır, sömürüdür, talandır,
savaştır.
Ancak
sosyalizmde amacı aynı olan, antagonist sınıflardan arınmış
toplum, insanlık söz konusudur.
Her
iki düzende sağlık sistemlerinin karakteri bunu açıkça
göstermiyor mu?
Devam
edecek
*
1)
K. Marks, Kapital I, METE; C. 23, s. 532).
2)
Stalin; C.10, s. 106-132.
Ayrıca
bkz.: İ. Okçuoğlu; “SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin
Yeniden İnşası Sorunları”, Akademi Yayın, Temmuz 2011.
3)
K. Marks; Fransa'da Sınıf Savaşı,
Türkçe, s. 63.
4)Sosyalizm,
işgücünü sömürüden kurtarır, onu özgürleştirir. Bu bir
devrimdir ve ilk denemesini; başarılı uygulamasını SSCB’de
görüyoruz. Sovyet insanı, Ekim Devriminden sonra sosyalizmin inşa
sürecinde kendisi için çalışmayı (üretmeyi) toplum için
çalışmayı öğrenmiştir. Sosyalizmde sömürücülere ve başkaca
asalaklara yer yoktur; yani sosyalizmde başkasının sırtından
yaşamın tadını çıkartma imkanı yoktur. Sosyalizmde hiç kimse,
payına düşen işi başkasını sırtına yıkamaz. Bu nedenle
Sovyet Anayasasında çalışmak, çalışabilecek durumda olan her
Sovyet vatandaşının görevi ve onuru olarak tanımlanır. Bu
anlamda “çalışmayan yememelidir” sosyalizmin temel bir
ilkesidir.
Sosyalizmde,
somutta da Sovyetler Birliği'nde iş (çalışma veya sıkça yanlış
kullandığımız kavramla ifade edecek olursak “emek”)
insanların yegane var oluş, geçim kaynağıdır. Sosyalizmde hem
toplumun hem de insanların refahı çalışmaya bağlıdır. Bu
nedenle Sovyet insanı hem kendi refahı hem de toplumun refahı için
çalıştığının bilincindeydi. Bu nedenle çalışma sosyalizmde
toplumsal bir mesele olarak görülmelidir ve Sovyetler Birliği'nde
de insanlar çalışmayı toplumsal bir mesele, halkın bir meselesi
olarak görmüşlerdir.
Sosyalizmin
en önemli kazanımlarından birisi de çalışma hakkının
uygulanmasıdır; gerçekleştirilmesidir. Çalışma hakkı ve işin
niceliğine ve niteliğine göre ücretlendirme Sovyet Anayasasında
her vatandaşın dokunulamaz hakkı olarak yer alıyordu. Sovyetler
Birliği, kapitalizmin sürekli refakatçisi olan işsizliği; işçi
sınıfının ayaklarına vurulmuş o korkunç prangayı ortadan
kaldırmıştır.