deneme

18 Ağustos 2020 Salı

100 YIL SOSYALİZMLERİ VE TASFİYECİLİK



100 YIL SOSYALİZMLERİ VE TASFİYECİLİK

H. SELİM AÇAN’IN AÇMAZI
 
H. Selim Açan ”Korona Günlerinde Teori ve Siyaset” başlığı altında numaralandırılmış 8 makale yayınladı. 3. ve 8. makalelerinde benimle ilgili söylemlerine, eleştirilerine cevap vermek istemedim. Ancak, cevap vermelisin diyenlerin sayısı artınca cevap vermekten kurtulamayacağımı anladım. Neden cevap vermek istemedim? Yazar, eleştirisinde hileye baş vuruyor, söylemediğimi söylenmiş durumuna getiriyor. Şu tespitler yazara ait: “Genellemelerinin haksızlığı yanında mekanikliğine de takılmadan “Bakalım o ne önerecek?” diye merak ediyorsunuz. “Somut sosyalizm propagandası” adına karşınıza çıka çıka Çin’de 1948 devrimini izleyen yıllarda halk sağlığını koruma ve salgınlarla savaş konusunda yapılanların niye anlatılmadığı sorusu çıkıyor?!! “Kovid-19 günlerinde sosyalizmi tarif ve somutlama” adına o kadar iri lâfların ardından konunun “Çin’in 70 yıl önce yaptıkları neden anlatılmıyor” eleştirine bağlandığını görünce nutkunuz tutuluyor ve sadece “Bu mudur?” sorusu dökülüyor ağzınızdan.” (H. Selim Açan; ”Korona Günlerinde Teori ve Siyaset -8”).


Söz konusu makalemde söylediğim de şu:
Tamam, Çin’de sosyalizm kurulmadı, ama en azından Mao döneminde salğınlara karşı mücadele edildi; halk sağlığı için adımlar atıldı. Peki, Çin’de sosyalizmin kurulduğunu savunanlar, o dönemde halk sağlığı için atılan adımları neden bugün bilince çıkartarak burjuvazinin sağlık sistemine karşı mücadele etmiyorlar?” (Kovid-19 Günlerinde “Ortaya Karışık” Notlar ve Sorular; http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2020/04/kovid-19-gunlerinde-ortaya-karisik.html#more)

Bunun neyine cevap vermem gerekirdi?

Yazar, 8. makalesinde beni “herkesi ayrımsız bir torbaya doldurmakla kalmayıp herkese tepeden bakan bir sosyalist” diye tanımlıyor ama “ben”den de aşağı kalır tarafı yok: “Onlar sadece tespit ediyor, çözümlüyor, bazı sonuçlar çıkararak öngörüde bulunuyorlar – bazıları sadece başkalarını “eleştirip” kendilerinin ne kadar “yaman devrimciler” oldukları izlenimi yaratmak için çırpınıyor- ama iş “Peki ne yapmak gerekir” sorusuna gelince –çoğunda- ‘tık’ yok!.. Bir şeyler söylüyormuş gibi görünenler de ya “Sorun Korona, Çözüm sosyalizm” türü lâf ola beri gele kabilinden sloganlarla yetiniyorlar ya da “Sağlık hizmetleri kamulaştırılsın” vb. türünden ‘ıslah edilmiş bir kapitalizm’ talebinin ötesine geç(e)miyorlar.”H. Selim Açan;”Korona Günlerinde Teori ve Siyaset -7”, 19/04/2020, “Alınteri”.

Yani, insanın içinden “dinime küfreden Müslüman olsa bari ” diyesi geliyor, ama diyemiyorsun!

H. Selim Açan şu tespiti yapıyor: Türkiye solunun üretken isimlerinden İbrahim Okçuoğlu’nun kişisel bloğunda ve sosyal medyada yayınladığı 6 Nisan tarihli “Kovid-19 Günlerinde ‘ortaya karışık’ notlar ve sorular” başlığını taşıyan yazısı insana Agamben türü biyopolitikacı kafasının “Ne biri, ne biri” dedirtecek kadar yaygın olduğunu, neredeyse her cenahta bir biçimde başını gösterdiğini düşündürüyor. Andığımız yazıdan aktaracağımız aşağıdaki uzun pasaj okununca ne demek istediğimiz anlaşılır sanırım
Kişisel özgürlüğümüze, özellikle de hareket etme özgürlüğümüze o kadar düşkünüz ki, Kovid-19’dan bir diktatör çıkarttık. Öyle ki, bizzat yarattığımız bu diktatörün devlet adına çalıştığını dahi anlayamadık. Bu korku ve dehşet diktatöründen kurtulmak için devletten; devletin alacağı tedbirlerden medet umar olduk. Devlet, “hayat eve sığar” diyor, hayatı eve sığdırıyoruz. Hayat eve sığmaz dercesine dışarı çıkanlar da biz söylediğimiz için değil, durumu anlamadıkları için dışarı çıkıyorlar. Devlet evde kal diyor, evde kalıyoruz. Yoksa değil mi? Devletin hu türden tedbirleri, sağlık konusundaki tutumu tamamen sınıfsaldır. Bu durumda Kovid-19 diktatörü devletle işbirliği yapan bir diktatördür. Bunu dahi görmüyoruz.

Burjuvazinin Kovid-19 vesilesiyle attığı her adım, aldığı her tedbir, kapitalist sistemin devamını sağlamak içindir. Kovid-19 diktatörünü bu amaçlı kullanmaktadır. Örneklersek:

Ekonomi zarar görmesin, en azından zarar belli çerçevede kalsın diye kapitalistlere kesenin ağzını açan devlettir. Halkın bir kesimini susturmak, kolayca eve tıkamak için kolaylaştırıcı tedbirler alan devlettir. Burada devlet, sermaye/kapitalist sınıf ve işçi sınıfı/emekçiler arasında toplumsal çıkarları ortaklaştıran bir rol oynuyormuş gibi gözükmeye önem vermektedir.

Burjuvazi, Kovid-19 diktatörüyle işçi sınıfı ve emekçi yığınları korkutmaya devam edecektir. Bu süreç içinde korkmaya, reformizme, geride kalmış dünyaya yatkın olanlar, sınıf mücadelesi yerine devletin tedbirleriyle uzlaşma içinde olacaklardır.

Kovid-19’u fetişleştirmek, devletin yarattığı korku ve dehşete teslim olmak anlamına gelir. Bundan kurtulma mücadelesi vermeksizin kapitalist sisteme karşı mücadele eksik olacaktır.” (Açan, 3. makale)

Tamam, dediğiniz doğrudur. Çünkü bizzat kendiniz o makalelerinizde yer yer “Agamben türü biyopolitikacı kafasın”dan geri kalır açıklamalar, tespitler yapmıyorsunuz. Sizin söylediklerinizin benzerini Agamben, Okçuoğlu veya başkaca bir “biyopolitikacı kafası” söyleyince neden rahatsız oluyorsunuz veya onların söyledikleri neden yanlış oluyor? O makalelerinizdeki “Agamben türü biyopolitikacı kafası” ürünlerinizi buraya aktarmama gerek var mı?

Hakkını yemeyelim. Ama iş “Peki ne yapmak gerekir” sorusuna gelince –çoğunda- ‘tık’ yok!” diyor. Yani devrimci örgütlerin (herhalde bunları muhatap alıyordur) çoğunda “tık yok”, ama bende “tık” çok demek istiyor! H. Selim Açan’ın “tık”larını aşağıda ele alacağız.

Yazar “Bugüne yani 21. yüzyıla gelmek çok mu zor?” diye soruyor. Hiç de zor/kolay değil. Ancak, yöntem doğru olursa 21. yüzyıla gelmek oldukça kolay olur. Eleştirdiği çevrelerin ve yazarın kendi yöntemiyle Marksist-Leninist olarak 21. yüzyıla gelmek çok zorun da ötesindedir, imkansızdır. Ancak, post-Marksist olarak 21. yüzyıla çoktan gelindi.

Her bir yüzyılın kendine özgü bir sosyalizmi yoktur. Bu nedenle 19. yüzyıl sosyalizminden, 20. yüzyıl sosyalizminden ve 21. yüzyıl sosyalizminden bahsedemeyiz. Sosyalizm bilim olarak ele alınmasından; Marks ve Engels’ten bu yana sürekli gelişme içinde olmuştur.

19. yüzyılda sosyalist öğreti, işçi sınıfına ne veriyordu? Sınıf olarak sosyalizmi ancak sen kurabilirsin, kurduğun iktidar proletarya diktatörlüğünden başka bir şey değildir; temel üretim araçlarını toplumsallaştırmalısın vs.

Peki, sosyalizm nasıl inşa edileceğiyle bağlam içinde Marks ve Engels, Gotha Programı eleştirisinin ötesinde ve Komün değerlendirmesinden başka bir şey söylediler mi? 
 
Marks ve Engels döneminde bilimsel sosyalizm (19. yüzyılda sosyalizm) 20. yüzyılda sosyalizm için mücadeleye ne bıraktı veya 20. yüzyılda komünistler Marks ve Engesl’ten; 19. yüzyıldaki sosyalizmden miras olarak ne devraldılar? İki enternasyonal tecrübesini, yükselen işçi sınıfı mücadelesini, Paris Komünü tecrübesini, soyut ve teorik olarak da daha nice değerleri devraldılar. Ekim Devrimini gerçekleştiren Bolşevik Partiye, önderlerine sormak gerekir. Paris Komünü’nden ve yukarıda bahsettiklerimden farklı olarak ne devraldılar? Ancak, Ekim Devrimi devralınanların zemini üzerinde geliştirildi ve aynı zamanda yeni koşullar analiz edilerek Marksizm, sonra da Marksizm-Leninizm geliştirildi; şu veya bu ülkeye özgü olan yönleriyle değil, evrensel, ilkesel yönleriyle.

İşçi sınıfının ideolojisi olarak Marksizm-Leninizm sürekli gelişmek zorundadır. Bu da komünistlerin, komünist partinin olmazsa olmaz görevidir.
Sovyet tarihi, SSCB’de sosyalizmin inşa tarihi, yani 20. parti kongresine kadar dönem anlamak isteyen için çok öğreticidir. Ama bunun böyle olmadığını görüyoruz. Bu tarih iki türlü geride bırakılır; a) hala bize yön gösterebilecek değerleri sahiplenerek ve b) toptan (Troçkistler ve bilumum post-Marksistler ve başkaları) reddederek veya Açan gibi kısmen reddederek, küçümseyerek.

1917-1956 döneminde Bolşevikler, yapabildikleriyle, görebildikleriyle, analiz edebildikleriyle değerlendirilmelidir, eleştirilmelidir. Bu, SSCB için de geçerlidir. Bu yapılıyor mu? Yapılmıyor. Kimisi kendini yedi düvelde devrimlere önderlik etmiş, Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in, Mao’nun, Enver Hoca’nın teorik ve pratik ufkunu fersah fersah aşmış önder havasının esiri olmuş, büyük bir küçümseme, kibir ve ben-bilir abidesi olarak hareket ediyor ve her şeyi kendisiyle başlatıyor. Kimisi, kapitalizmden sosyalizme geçmek için proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır; sosyalizm sınıfsız, sınırsız, devletsiz, parasız bir sistemdir diyor. Kimisi proletarya diktatörlüğü, tek parti sistemidir, sosyalizm çok partili olmalıdır diyor. Kimisi proletarya diktatörlüğünde demokrasi görmüyor. Kimisi, başka ülkelerde devrimler gerçekleşmediği için “ulusal” sosyalizm inşasından ve bunun mümkün olamayacağından bahsediyor. Uzatılabilir. Ancak, bütün bunlar bir gerçeği gösteriyor: SSCB’de inşa edilen sosyalizm, bugün dahi (başka pratiği olmadığı için) teorik olarak aşılamamıştır. Bolşevikler, Komün pratiğini, Marks ve Engels’in öğretisini devralarak, 20. yüzyılın başında gelişen Bernstein-revizyonizmine, sınıf uzlaşmacılığına vb. karşı mücadele içinde Ekim Devrimini gerçekleştirdiler. Ancak, devraldıkları, sosyalizmin inşası için yetmedi; ama mevcut teorik ve ideolojik zemine dayanarak sosyalizmi inşaya koyuldular.

H. Selim Açan, “Sosyalizm ama nasıl bir sosyalizm?” ve “Bugüne yani 21. yüzyıla gelmek çok mu zor?” diye soruyor. “Sosyalizm ama nasıl bir sosyalizm?” sorusuyla geçmişin üzerini çiziyor. Yazı içinde de göreceğiniz gibi, geçmişi küçümsüyor, öyle ki alaylı bir tarzda özetliyor. Bu sosyalizmi ile 21. yüzyıla gelinemez, bu yüzyılda ayrı bir sosyalizm olmalıdır demek istiyor, ama açıkça söyleyemiyor. En azından bu yazı serisinde söylemiyor.

Bugüne yani 21. yüzyıla gelmek çok mu zor?” sorusuna verilecek cevap hem zor hem de kolaydır. Sorunun cevabı hani perspektiften bakıldığına bağlıdır. Eğer geçmişten dersler çıkartarak, Marksist-Leninist olarak, Marksizm-Leninizm perspektifiyle 21. yüzyıla gelmek istiyorsanız bu çok kolay. Ancak, derdiniz geçmişten ders çıkartmak değilse, perspektifiniz Marksizm-Leninizm değilse 21. yüzyıla Marksist-Leninist olarak gelmek çok zordur, hatta imkansızdır. Ayrıca bu anlayışla 21. yüzyıla gelmenize de gerek yok. Bu düşüncede olanlar zaten bu yüzyıla geldiler. Sadece, siz orada olduğunuzun farkında değilsiniz veya öyle gözükmeye önem veriyorsunuz.
Tamam, diyelim ki, Bolşevik Parti, yüzüne gözüne bulaştırdı, hata üzerine hata yaptı, SSCB’de sosyalizm adına sosyalizm olmayan bir yapı inşa etti. Veya şöyle diyelim: Doğrusuyla yanlışıyla o sosyalizm, 20. yüzyıl sosyalizmiydi.

Peki, 21. yüzyıl sosyalizmi nasıl bir sosyalizm olacak? 20. yüzyıldakinden hangi bakımlardan farklı olacak? Bunlar izah edilmelidir.
Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmi işçi sınıfı ve emekçilerle değil de, burjuvazi dışında herkesle mi kuracağız diyorsunuz?

Yani 21. yüzyıl sosyalizminde sınıf değil de, kimlikler mi iktidar olacak? Veya siyasi iktidar farklı sınıflar arasında paylaşılacak mı?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde temel üretim araçları özel mülkiyette mi kalacak yoksa toplumsallaştırılacak mı?

Yani 21. yüzyılda sosyalizm sadece dünya çapında mı mümkün olacak, yoksa tekil ülkelere de; bir veya birkaç ülkeye, emperyalizmin bir veya birkaç zayıf halkasının kırıldığı ülkelere devrim yapma şansı tanınıyor mu?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizm çok partili bir sosyalizm mi olacak?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmi herkes mi savunuyor olacak?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde ideolojik birlik yerine ideolojik çokluk mu hakim olacak?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde sağlık sistemi, sistem olarak, sınıfsal içeriği bakımından SSCB’dekinden çok mu, temelden mi farklı olacak?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizm, kendini ordusuyla korumayacak mı, “kolluk gücü”, mahkemesi olmayacak mı?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizm, toplumsal mülkiyet temelinde yükselmeyecek mi?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde makineler üretecek, “halkımız” el ense yatacak mı?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde merkezi planlı ekonomi olmayacak mı?

Yoksa, 21. yüzyıl sosyalizmi “Chavez-sosyalizmi” gibi mi olacak? (Bkz.: http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2015/12/bir-venezuela-degerlendirmesi.html

Veya da 21. yüzyıl sosyalizmi “Küba-sosyalizmi” gibi mi olacak?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde komünist parti öncülüğü değil de “katılımcı demokrasi” mi esas alınacak?

Yani 21. yüzyıl sosyalizmi bir “demokratik sosyalizm” mi olacak?
Uzatabiliriz. Ancak, bu kadarı yeter diye düşünüyorum.

21. yüzyıl sosyalizmi”nin ne olduğunu anlatmadan “20. yüzyıl sosyalizmi”ni reddedenlerden dolayı ortada kaldık! 21. yüzyılın neredeyse ilk çeyreğini devireceğiz. Ama hala “21. yüzyıl sosyalizmi”nin ne olduğunu bilmiyoruz. Bir bilen varsa anlatsın ki, benim gibi geçmişe takılıp kalanlar da bu dertten kurtulsunlar!

Bildiğim kadarıyla:
Lenin’e göre “her devrimin temel sorunu devlet iktidarı sorunudur”.
21. yüzyılda “İktidarı elinde tutan hangi sınıftır ya da hangi sınıflardır”?
Devrilmesi gereken hangi sınıftır ya da hangi sınıflardır”?
İktidarı alması gereken hangi sınıftır ya da hangi sınıflardır”? (Stalin)

19., 20. ve 21. yüzyıllarda “her devrimin en temel sorunu” budur.
O halde fark nedir ki, “20. yüzyıl sosyalizmi” çöpe atılıyor ve “21.yüzyıl sosyalizmi”nden bahsediliyor?

Şimdi Açan arkadaş, 21. yüzyılda dahi geçmişe takılıp kalmanın ne olduğunu, yeni olarak neyi önerdiğini açıklayabilir.

Şunu unutmamamız gerekir: Marksist-Leninistlerin veya komünist partilerin tarihe, ödemek zorunda oldukları bir borcu vardır. Bu borç ödenmeden bir milim ilerleyemeyiz. Nedir bu borç?
SSCB’de sınıfsal iktidar değişimi 1956’da 20. Parti Kongresinde gerçekleşmiştir, Kurşçev ile başlayan dönem revizyonizmdir, bürokratik kapitalizmdir diyorsanız 20. kongreden bu yana biriken borcu sıralayım:

1)Felsefe alanında 1956’dan bu yana burjuva ve revizyonist felsefe yorumlarına karşı ne yaptık? Burjuvazinin ve revizyonist çevrelerin doğa ve toplumsal gelişmeleri kendi çıkarlarına göre yorumlamalarına karşı hangi mücadeleyi verdik?

2)1956’dan bu yana tarih bilimi açısından burjuva ve revizyonist yorumlara karşı ne yaptık?

3) Ekonomi bilimi; Marksist-Leninist politik ekonomi alanında burjuva ve revizyonist değerlendirmelere karşı ne yaptık?

4)1956’dan bu yana sosyalizme giden yolda; yakın geçmişin devrimleri, tarih incelemesi konusunda burjuva ve revizyonist sapkınlıklara karşı ne yaptık?

5) 1956’dan bu yana burjuva ve revizyonist sistematik anti-komünizm saldırılarına karşı sistematik olarak ne yaptık?

6)1956’dan bu yana yeni bir enternasyonalin kurulması için ne yaptık? (Bakınız: İbrahim Okçuoğlu, Marksist Teoriye Katkıda J. W. Stalin. Varyos Yayınları, Şubat 1997)

O değerlendirmede yoktu, ama şimdi ekleyeyim:
1) İdeolojik donanım, derinleşme ve bunu pratikte politik silaha dönüştürme; yani ideolojiyi silaha dönüştürme bakımından sistematik olarak ne yaptık? Örneğin, “Post-Marksizm”in, “Troçkizm’in her alanda -ideolojide, teoride, politik ekonomide, felsefede, örgütlenmede, devrim anlayışında vs.- saldırılarına karşı sistematik olarak ne yaptık?

2)Koskoca revizyonist tarihi, ekonomisini, toplumsal yapısını sistematik olarak analiz etme konusunda ne yaptık?

Tabii, listeye yukarıdaki iki eklemenin ötesinde başka borçlar da eklenebilir. Sanki Marksizm-Leninizm 1956’dan bu yana bir akıl tutulmasına içinde. (Arnavutluk’un kısmi çabaları bunun dışında). Uzun bir zaman...

Bu boşluğu ve alanları Sovyet revizyonizmi, SSCB dağıldıktan sonra ortada kalan “modern revizyonizm”, Troçkizm ve nihayetinde “Post-Marksizm” ve “Post-modernizm” doldurmuştur. Marksizm-Leninizmin vermesi gereken cevapları bunlar vermiştir: Marks’ı Lenin’den ayrıştırmıştır; Stalin’i Hitler’in yanına koymuştur; işçi sınıfını işçi sınıfı olmaktan çıkartmıştır; makinelere artı değer ürettirmiştir; kimlikleri sınıfsallığın önüne çıkartmıştır; hemen herkesi, sermaye karşısında sosyalizm savunucusu yapmıştır; Marksist-Leninist politik ekonomiyi çarpıtmıştır; kapitalist ekonominin üretimden kaynaklı nesnel yasalarını hiçe sayarak “finans” alanındaki gelişmeleri kıstas almıştır; Marksizmi kendine göre yorumlamıştır; Radikal demokrasi diye tutturmuştur; proletarya diktatörlüğünü tanınamaz hale getirmiştir. Sosyalizmi sosyalim olmaktan, devrimi devrim olmaktan çıkartmıştır.
Saymakla bitmez “yeni”ler ve “yenilik”ler getirmiştir. Seçme, beğen al! Hangisi işine geliyorsa!

21. yüzyıl sosyalizmi” dediğinizde önünüze her şeyiyle hazırlanmış bir sosyalizm projesi sunuluyor. İşine geleni alırsın, işine gelmeyeni atarsın. Bir yol Chavez-sosyalizmi peşinde gidersin, bir yol da Negri’nin “çokluk”una takılırsın! O da olmuyorsa Küba sosyalizminde karar kılarsın!

Ancak, bunun bir bedeli var; bu yola bir defa girdin mi, geçmişini küçümsemekten, yok saymaktan kurtulamazsın. Bu yol, insana tarihini, ideolojisini unutturan yoldur. Burjuvazi, “Post-Marksizm”i, troçkizmi boşuna parlatmıyor, boşuna olanaklar sağlamıyor. Bunu niçin yapıyor? Marksizm-Leninizmi, Lenin ve Stalin’, SSCB’de sosyalizmi, proletarya diktatörlüğünü, işçi sınıfının tarihsel misyonunu çarpıtmak için. Anti-küresellcilik, Avrupa ve Dünya Sosyal Forumculuğu, Negri’cilik, hatta Harvey’cilik gözlerimizi kamaştırmadı mı? Bir Harvey, az kalsın bize Marks’ın Kapital’ini, günümüzde kapitalist genişletilmiş yeniden üretimi, artı değer üretimini çöpe attıracaktı. Bir Negri çıktı, neredeyse işçi sınıfını unutacak duruma geldik! Bu avane takımı yüzünden kendimiz sorgular duruma geldik. Neden? Geçmişinle bağ kuramadığımız için, kendimizi geliştiremediğimiz için, o borcu ödeyemediğimiz için!
Biz üretmedik, onlar bizim adımıza, bizim yerimize, bizim için teoriler ürettiler ve üretmeye de devam ediyorlar.

21. yüzyıl sosyalizmi”nin ne olduğu üzerine bir şey söylemekten aciz durumdayız. Acı ama gerçek bu. Ama onlar önümüze kendi ürünleri olan bir “21. yüzyıl sosyalizmi” projesi koyuyorlar ve biz de bunu kabulleniyoruz, hatta "Agop'un kazı gibi yutuyoruz”!

Kerameti, emperyalist burjuvazinin üstümüze saldığı bu soytarı takımından arayanlar için sorun yok. Bunlar, önlerine konanı yutuyorlar, hem de sorgusuz sualsiz. Bunların yaptığı, ister farkında olsunlar isterse olmasınlar, tasfiyeciliktir.

H. Selim Açan’ın sosyalizm anlayışının neye benzediğini örnekleyerek açıklamak isterim.

Birinci örnek Necmiye Hoca:
1991’de yıkılan sistemin; o çürümüş sistemin, klasik kapitalist burjuva sistemden ne gibi üstünlüğü vardı? Nitelik bakımından hiçbir farkı yoktu. Aslında emekçi yığınların çalışma ve toplumsal yaşam koşulları, revizyonist ülkelerde daha kötüydü. Denecek ki, sağlık, eğitim hizmetleri ücretsizdi. Doğru. Sağlık ve eğitim hizmetleri görünüşte ücretsizdi. Daha doğrusu, en azından, görünüşte ücretsiz dinlenme hakları vardı ve olmak zorundaydı. Ücretsiz, çünkü adı üzerinde “sosyalist” bir toplumda yaşanıyordu. Sosyalizmin temel ekonomik yasası gereğine göre hareket ediyordu “sosyalist” devlet.

Sosyalizm, revizyonizmin üstünlüğü bu anlayışlara indirgeniyordu. Yani sosyal ihtimam! İşte sosyalizm bu kadar basitleştirildi. Necmiye Hoca da aynı anlayıştaydı. “İnsanlar için ihtimam, onların hakları için (herhalde mücadele olsa gerek!) sosyalizmin çekirdeğini oluşturur.” (Albanien heute, Nr. 3, 1990, s. 7).

Necmiye Hoca’ya ve revizyonizmin artıklarına göre toplum içinde bir kısım insan, kendisini başkalarının ihtimamı, hakları için mücadelede sorumlu görüyor. Yani yönetimde olan kast, insanların sağlığı, eğitimi, hakları için uğraşırken, insanlar da (emekçiler) devlet için çalışacaklar. Bunun adı da sosyalizm oluyor.” (İ. Okçuoğlu; SSCB'de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011, s. 473)

İkinci örnek Nina Andreyeva:
Bir söyleşide Nina Andreyeva, bize Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin sosyalist olduğunu anlatmak için “çocukların sütsüz kalmadığından” bahsetmişti. Yani çocuklar süt içme imkanına sahip oldukları için KDHC sosyalistti!

Üçüncü örnek H. Selim Açan:
Korona salgınının tetiklediği sorgulama süreçlerini sosyalizm yönüne kanalize etmek istiyorsak şayet, örneğin sağlık alanında 1930’ların ya da 1950’lerin başarılarını hikaye etmeye kalkacağımıza, sağlığı meta ve kâr konusu olmaktan çıkaran küçücük Küba’nın üstelik bir dizi dezavantaja rağmen hem koruyucu sağlık hizmetleri hem ilâç ve aşı üretimi hem de bir çok hastalığın tedavi yöntemleri konusunda kapitalist dünyaya nasıl fark attığı somut örneğinden hareketle sorunun kaynağına işaret edip ilk ağızda onu sınırlandıracak taleplerle ortaya çıkmak daha etkili ve akılcı olmaz mı?..” (Makale 8).

Birbiriyle örtüşen anlayışlar.
İşte size sosyalizm:
Necmiye Hoca İnsanlar için ihtimam” bu, “sosyalizmin çekirdeğidir” diyor.
Tüm Birlik Komünist Partisi/Bolşevik’in kurucusu ve önderi Nina Aleksandrovna Andreyeva (ölümü 2020) “süt” diyor.
H. Selim Açan ise “aşı”+”ilaç” diyor.

Bu durumda: “ihtimam” + “süt” + “aşı” = sosyalizm oluyor!

Açan, “Korona salgınının tetiklediği sorgulama süreçlerini sosyalizm yönüne kanalize etmek istiyorsak” diyerek Küba’nın sosyalist olduğunu söylüyor. (bkz.: Küba değerlendirmesi; http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2012/05/bir-kuba-degerlendirmesi.html)

Acaba Küba, sağlık sistemini nereden aldı ve kendi koşulları zemininde geliştirdi diye kendimize, Açan arkadaş da kendine bir sorsa nasıl olur? Acaba Açan, Küba’ya da yol gösteren, örnek olan SSCB’de sağlık sisteminin,örneğin sağlık alanında 1930’ların ya da 1950’lerin başarılarını hikaye etmekten”, “koruyucu sağlık hizmetleri hem ilâç ve aşı üretimi hem de bir çok hastalığın tedavi yöntemleri konusunda kapitalist dünyaya nasıl fark attığı somut örneğinden hareketle sorunun kaynağına işaret” etmekten neden kaçınıyor? Sosyalizm denince Troçkistlerin dışında herkesin aklına SSCB gelir. Neden kurulan o sosyalizmin propagandası, sağlık sorununda olduğu gibi somutlaştırılarak yapılmasın?

8. makalesinde Açan, “Sosyalizm ama nasıl bir sosyalizm?” diye soruyor, önce “haşlıyor”, sonra da açıklıyor. “haşlama”sına ve açıklamasına bakalım:

Haşlama:

Öte yandan Türkiye solunda ‘ilkeli olmak, ilkelere ve sosyalizmin tarihsel kazanımlarına bağlılık’ anlamında “katılık”tan ne anlaşıldığını düşününce insan bu deyimi korka korka kullanıyor. Çünkü sosyalizme bağlılık ve onu savunma adına ‘katılık’ argo bir tanımla ‘kazmalık’ halini almış olarak çıkıyor çoğu kez karşınıza.

Zaten sadece Türkiye’de değil dünyada da sosyalistlerin bu denli güç ve itibar kaybına uğramalarının belirleyici nedenlerinden biri de bu dogmatik tutuculuk. Sosyalizmi ve onun tarihsel kazanımlarını savunma adına hâlâ en “tazesi” 50 yıl öncesinde kalmış –ve çoğu da hayat tarafından çürütülüp ıskartaya çıkarılmış- ezberleri tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel ve ruhsal hayatiyet kaybı.

Sosyalizmi yeniden keşfettik diyemem, ama şu Kovid-19 olmasaydı sosyalizmi bu kadar özlediğimizi bilemeyecektik. Bırakalım sosyalizmi, komünizmi dahi bu kadar yakınlaştıran Kovid-19’dur. Ancak bu sevgi kuru bir sevgidir, özlemdir. Sosyalizm nedir diye sorsalar, somut bir cevabımız yoktur…” şeklinde bir girizgâhla herkesi ayrımsız bir torbaya doldurmakla kalmayıp herkese tepeden bakan bir sosyalist, ‘ortaya karışık’ söylenmelerinin devamında: “Peki, şu Kovid-19 günlerinde, sosyalizm özleminin tavan yaptığı bu günlerde şu sosyalizmi somutlaştırarak propagandasını yapsak ne olur? Ne kaybederiz? Hani kapitalizmde sağlık sistemi çöktü; kapitalizmde sağlık hakkı yok, ancak paran kadar sağlık satın alabilirsin diyoruz ya! Ama sosyalizmde sağlık hakkın var, dinlenme hakkı vb. vardır desek ne olur? Bu karşılaştırmayı yapmanın ve sosyalizmi somutlaştırmanın önünde bir engel var mı? Yok. O zaman neden yapılmıyor bu propaganda?” diye soruyor (İbrahim Okçuoğlu, Kovid-19 Günlerinde ‘Ortaya Karışık’ Notlar ve Sorular, https://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2020/04/kovid-19-gunlerinde-ortaya-karisik.html?fbclid=IwAR0XdYCPU7sfUr-3KV97g2JnhTOJMFYr_Zwt5ltVNnEKMWvShSUmCCMLB1w#more)

Genellemelerinin haksızlığı yanında mekanikliğine de takılmadan “Bakalım o ne önerecek?” diye merak ediyorsunuz. “Somut sosyalizm propagandası” adına karşınıza çıka çıka Çin’de 1948 devrimini izleyen yıllarda halk sağlığını koruma ve sarılıkla savaş konusunda yapılanların niye anlatılmadığı sorusu çıkıyor?!! “Kovid-19 günlerinde sosyalizmi tarif ve somutlama” adına o kadar iri lâfların ardından konunun “Çin’in 70 yıl önce yaptıkları neden anlatılmıyor” eleştirine bağlandığını görünce nutkunuz tutuluyor ve sadece “Bu mudur?” sorusu dökülüyor ağzınızdan.

Bu andığımız sadece bir örnek. Bunun gibi zaman tünelinde donup kalmış daha niceleri var. Sonra da kalkıp “Sol niye bu halde” sorusunu soruyoruz birbirimize. Sorunun formüle edilişi yanlış aslında. “Sol niye bu halde” diye soracağımıza, solculuk, sosyalizm hatta Marksizm adına ortalıkta boy gösteren tiplere ve yaygaracı bir tarzda sergiledikleri keskinliklere bakarak “Solculuğun ve sosyalizmi savunmanın böylelerine kaldığı bir yerde solun bu halde olmasına şaşırmak niye” diye sormak daha doğru olur herhalde.”

Bu alıntının bir kısmına baş tarafta niçin cevap verme gereği duymadığımı açıklamak için yer vermiştim. Yani şu Çin meselesi.
Söylenmeyeni söyletene ne derler bilmem. Ama bu tipler hakkında hiç iyi şeyler söylenmez. Demagoji yapıyorsunuz desem, çok hafif kalır, çarpıtıyorsunuz desem o da çok hafif kalır, yalan söylüyorsunuz desem, bu kavramı kullanmıyorum. Bu, bir siyasi ahlaki sorunu desem, kendime yakıştıramıyorum. En doğrusu okur karar versin. Bu yöntemi kullanan Türkçede nasıl tanımlanıyorsa siz osunuz H. Selim Açan; ne biraz az ne de biraz fazla!
Açan arkadaş, “ununu elemiş”! Ancak, eleğini nereye asacağına henüz karar vermemiş görünümüyle son bir hamle yapıyor. Bize, günümüz devrimcilerine, komünistlere, Marksist-Leninistlere açık açık şunu söylüyor:

Bırakın geçmişi, bu dogmatik tutuculuktur, “en “tazesi” 50 yıl öncesinde kalmış –ve çoğu da hayat tarafından çürütülüp ıskartaya çıkarılmış- ezberleri tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel ve ruhsal hayatiyet kaybı” bu.

Bunun Türkçesi şudur:
Marks ve Engels mi? Bırakın onları, 100 küsur sene öncesinin hikayesi! Bu, “dogmatik tutuculuk”tur!
Lenin, Stalin, Bolşevikler mi? Bırakın onları, 100 sene öncesini hikayesi! Bu, “dogmatik tutuculuk”tur!
Ekim Devrimi mi? Bırakın onu, 100 sene öncesinin hikayesi! Bu, “dogmatik tutuculuk”tur!
SSCB’de sosyalizm, sosyalizmin inşası mı? Bırakın onu, 1917-1956 döneminin (Açan’a göre “Yozlaşmış sosyalizm”i de katarsak 1917-1989 döneminin) hikayesi! Bu, “dogmatik tutuculuk”tur!

Geçmişe sahip çıkmak, “dogmatik tutuculuk”tur. Başarısızlığımızın, kitlelerle ilişki kuramamamızın, “kazmalık” hale gelmemizin nedeni budur. Bunu Açan söylüyor! Şunu diyen de Açan:“Onlar sadece tespit ediyor, çözümlüyor, bazı sonuçlar çıkararak öngörüde bulunuyorlar – bazıları sadece başkalarını “eleştirip” kendilerinin ne kadar “yaman devrimciler” oldukları izlenimi yaratmak için çırpınıyor- ama iş “Peki ne yapmak gerekir” sorusuna gelince –çoğunda- ‘tık’ yok!.. Bir şeyler söylüyormuş gibi görünenler de ya “Sorun Korona, Çözüm sosyalizm” türü lâf ola beri gele kabilinden sloganlarla yetiniyorlar ya da “Sağlık hizmetleri kamulaştırılsın” vb. türünden ‘ıslah edilmiş bir kapitalizm’ talebinin ötesine geç(e)miyorlar.” (7. makaleden)
Bu ne kibir, bu ne tepeden bakış ve küçümseme; Açan bu haliyle “herkesi ayrımsız bir torbaya doldurmakla kalmayıp herkese tepeden bakan” İbrahim Okçuoğlu olarak karşımıza çıkıyor! Hatta onu fersah fersah geride bırakıyor!

Şu kibre, şu küçümsemeye, şu ben-bilirciliğe bakınız: En “tazesi” 50 yıl öncesinde kalmış –ve çoğu da hayat tarafından çürütülüp ıskartaya çıkarılmış- ezberleri tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel ve ruhsal hayatiyet kaybı”.

Türkiye’de devrimci hareketin tarihi her şeyi batırma pahasına kibrinden vazgeçmeyen ve yine de “önder” kalanlarla doludur.

H. Selim Açan bu tarihi ve bu tipleri çok iyi tanır!
Yenilenelim, ideolojiden arınalım, radikal olalım, yeniye açık olalım, yeniyi savunalım!
Açan, geçmişiyle hesaplaşıyor ve hesaplaşmaya davet ediyor. Ama bu hesaplaşma değil, tasfiyeciliktir. Bir insan, bu durumda Açan, tarihten örnek vermekten bu kadar gocunuyorsa, o insanın, bu durumda Açan’ın, o tarihle bağı kalmamıştır veya da o insan, “ununu elemiş”, ama eleğini asacak yer arıyor.

H. Selim Açan’ın söylediklerinin aynısını “Post-Marksizm” söylemiyor mu? Söylüyor. Ekim Devrimi sonrasında, özellikle 1920’li yıllarda başlayarak oluşan “Batı Marksizmi”, günümüzde “Post-Marksizm” olarak karşımıza çıkıyor. “Post-Marksizm” şemsiyesi altında toplanan burjuva ideologların, Marks, Marksizm “uzmanları”nın, SSCB, Ekim Devrimi “uzmanları”nın tarihimizi tasfiye etmek, işçi sınıfını bir taraftan işçi sınıfı olmaktan çıkartmak ve aynı zamanda da ideolojisizleştirmek için ısrarla sürdürdükleri propagandayı H. Selim Açan da kendi zaviyesinden sürdürüyor.

Türkiye’de değil dünyada da sosyalistlerin bu denli güç ve itibar kaybına uğramalarının belirleyici nedenlerinden biri de” sadece “dogmatik tutuculuk” değildir. “Türkiye’de değil dünyada da sosyalistlerin bu denli güç ve itibar kaybına uğramalarının belirleyici nedenlerini” biraz da başka yerlerde arasak nasıl olur?

Sosyalizmi ve onun tarihsel kazanımlarını savunmak” itibar kaybının nedeni olamaz. Ancak, sosyalizm ve onun tarihsel kazanımları adına neyi, nasıl savunduğunu bileceksiniz. Neyin “hayat tarafından çürütülüp ıskartaya çıkarılmış” olduğunu ve olmadığını bileceksiniz.

Değerin yaşı olmaz. En“tazesi” 50 yıl öncesinde kalmış” olsa da, en bayatı, diyelim ki Marks’ın Kapital’i olsa da, yanlışsa aşmasını, geliştirmeye değerse geliştirmesini bileceksiniz.
Aksi taktirde bundan yaşamı, devrimi, teoriyi kendisiyle başlatıyor anlamı çıkar.

Aslında Sadece Türkiye’de değil dünyada da sosyalistlerin bu denli güç ve itibar kaybına uğramalarının belirleyici nedenlerini” yukarıda borçta aramak gerekir. O listede yer alan başlıklardan hangisini analiz edip doğruyu savunduk, savrulmadık, şundan bundan medet ummak yerine Marksizm-Leninizmi savunarak, sistematik saldıran anti-komünizme karşı sistematik olarak mücadele ettik?
Açan, Ezberleri tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel ve ruhsal hayatiyet kaybı” arıyorsanız onu bu borcu ödemememizde aramalısınız. Bunlardan birisi de sizsiniz. Yoksa değil misiniz veya “artık” değil misiniz?

Ancak, anladığım kadarıyla sizin “tuzunuz kuru”! Bu nasıl bir kibir, bu nasıl bir hoşgörüsüzlük, bu nasıl bir tepeden bakış, bu nasıl bir herkesi aynı torbaya doldurmak ve Ezberleri tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel ve ruhsal hayatiyet kaybı” anlayışı!
Bunları söyleyebilmek için insanın gerçekten bir kibir ve “ben-bilir” abidesi olması gerekir!
Ama öyle yağma yok!
Ulusal ve uluslararası alanda sizin gibi düşünenlere, her kanattan Post-Marksistlere cevap verilmediği, yukarıda bahsettiğim o “borç” ödenmediği için fütursuz saldırılabiliyor.
Eğer bugün Marksist-Leninistler sorunu anlatamıyorlarsa bunun nedeni “ilkeli” olmak, tarihine sahip çıkmak değildir. Bunun nedeni, Marksizm-Leninizmi günün koşullarına göre geliştirme yeteneği olmayan sözümona Marksist-Leninistlerdir. İlkeli olmayı, tarihine, geçmişine sahip çıkmayı, ondan öğrenmeyi Marks, Engels, Lenin ve Stalin’den; Marksizm-Leninizmden aldık. Siz bize bunları unutun, geride bırakın diyorsunuz. Siz “kazmalık” olmaktan kurtulmuş olabilirsiniz, ancak sosyalizme, “en kısa” zamanda varmak istiyorsanız bunun yolu, ilkelerini, ideolojini, sınıfı, örgütlenmeyi bir kenara atmaktan geçmez. Bundan emin olabilirsiniz!

H. Selim Açan’ın “tık”ları!
Açıklama:
Yukarıya aktardığımız anlayışının bir kısmına bir daha baş vuralım:
Ama iş “Peki ne yapmak gerekir” sorusuna gelince –çoğunda- ‘tık’ yok!.. Bir şeyler söylüyormuş gibi görünenler de ya “Sorun Korona, Çözüm sosyalizm” türü lâf ola beri gele kabilinden sloganlarla yetiniyorlar ya da “Sağlık hizmetleri kamulaştırılsın” vb. türünden ‘ıslah edilmiş bir kapitalizm’ talebinin ötesine geç(e)miyorlar.”

Peki, siz ne söylüyorsunuz H. Selim Açan? “Bir şeyler söylüyormuş gibi görünenler”den, “lâf beri gele” durumunda olanlardan birisi de siz değil misiniz!

Peki ne yapmak gerekir” diye sorunca çoğunda” olmayan, ama sizde olan birkaç “tık”ınız:
-”Bu salgın patlamadan önce de dünyanın dört bir yanında sokaklara çıkan kitleler ...Salgın günlerinde yaşadıkları sıkışma ve açmazları bugünden yarına unutacaklar mı?” (3. makaleden)
İyi ki söylediniz, yoksa unutabilirlerdi!

-”...işçi ve emekçi kitlelerle...sahip olduklarını yitirip nesnel olarak proleterleşecek küçük ve orta burjuvalar, sınıfın eğitimli üst tabakaları salgın bir biçimde kontrol altına alınıp hız kestikten sonra dönüp “Yetkiyse yetki, teknolojiyse teknoloji… Elinizde her şey vardı. Hal böyleyken biz neden ve nasıl bu hale geldik” sorgulamasına girmeyecekler mi?”(3. makaleden)
İyi ki, söylediniz, yoksa sorgulamaya girmeyebilirlerdi!

-”Başlangıçta kendiliğinden bir karakter taşıması kaçınılmaz olan... bu sorgulamalar onu sistem karşıtı bir yönde ilerletip derinleştirmek için çaba harcayanlara bir avantaj sunmaz mı?”(3. makaleden)
İyi ki, söylediniz. Bu yönlü çaba harcayanlar; yani devrimci örgütler, bunu unutup, bahsettiğiniz “avantajı” değerlendirememiş olabilirlerdi!

Sosyalizm ama nasıl bir sosyalizm?” (8. makalesinden):
Korona salgınının tetiklediği sorgulama süreçlerini sosyalizm yönüne kanalize etmek istiyorsak ... küçücük Küba’nın...”

Anladık, nasıl bir sosyalizm konusunda en somut, en vurucu, en görsel “tık”ınız “sosyalist“ Küba’dır.

-...Chomsky’nin dediği gibi “daha kârlı olduğu için vücut kremi üretmeye öncelik vermesinin” gerisinde yatan kapitalist özel mülkiyet düzeninin kâr hırsını sergileyerek sosyalizmi propaganda etmek niye aklımıza gelmez?..”

Bu şimdiye kadar sizin aklınıza gelmemiş olabilir. Ancak, devrimci örgütlerin konu bağlamında yazıp çizdiklerine bakarsanız bolca örneğini görürsünüz.

-”Bir taraftan bu gerçekleri diğer taraftan burjuvazinin elindeki yeni teknolojilerin sunduğu olanakları yan yana getirerek kapitalizmin salgınla birlikte ağırlaşmış krizinden çıkış yolu olarak insanlığın birikmiş üretici güçlerinden çoğunu imhaya yöneleceği ‘kriz sonrası politikaları’nın karşısına çalışma sürelerinin günde bir kaç saate indirilerek herkese üstelik insanca koşullarda çalışma imkanı sağlayacak yönde kullanılması talebiyle dikilmekten daha alâ sosyalizm propagandası mı olur?..”
İşte bu olmadı sayın Açan! Gerçekten olmadı, Hele hele “tık” olarak hiç olmadı.
Sosyal demokratizmin bu kadim talebini biraz değiştirerek yeni bir şey sunuyor gibi hareket etmeniz hiç hoş olmadı. Bahsettiğiniz “çalışma imkanı” aslında çalışma hakkıdır. Kapitalizmde çalışma hakkı yoktur, Ancak sosyalizmde vardır bu hak. “Herkese üstelik insanca çalışma imkanı sağlayan” kapitalizm sosyal demokratizmin demokratik kapitalizmidir.

-”Salgın günleri, insanlığa büyük metropollerde yığılmayı beraberinde getiren üretim örgütlenmesinin risk ve zararlarından tutalım özellikle zihinsel üretim ve hizmet sektörü kapsamına giren pek çok işin konserve kutusundaki sardalyalar gibi tıkıştırıldığımız plazalar yerine belki daha küçük birimler halinde -hatta yer yer evden çalışmayı da içerecek şekilde- yatay tarzda örgütlenmesini pekala mümkün olduğunu gösterdi. Sosyalistler olarak bu somut deneyimden hareketle neden doğayla da barışık daha insancıl yerleşim politikaları ve çalışma düzenleri kurulması talebiyle toplumun karşısına çıkmayalım?..”
Açan, acaba hangi dünyada yaşıyor? Dillendirdiğiniz bu talebin yeni olan, “tık” olan yanı ne? “Düzeltilmiş”, gemlenmiş kapitalizmi savunanlar bu türden talepleri ezelden beri savunuyorlar. Burjuvaziye akıl hocalığı yapıyorlar.
Şayet “Gerçekçi Ol, İmkansızı İste” (Che) demiyorsanız bu taleplerinizle yeni bir şey söylemiş olmuyorsunuz.

Gerçekten de H. Selim Açan, Gerçekçi Ol, İmkansızı İste” (Che) demiyor. Demiyor, çünkü çok farklı şeyler söyleme adına bilineni tekrar ediyor. Çok sayıda kişi ve çevreyi, bu arada devrimci örgütleri de eleştiriyor, ama onların söylediklerinden farklı bir şey söylemiyor veya onların “hal ve gidişi”nden farklı bir yerde durmuyor. Örnek:

Onlar ...“Sağlık hizmetleri kamulaştırılsın” vb. türünden ‘ıslah edilmiş bir kapitalizm’ talebinin ötesine geç(e)miyorlar.

Yeri geldiği için burada bir parantez açarak hemen vurgulayalım: Bu sürecin sonunda sadece sağlığın da değil, eğitimin, suyun, enerji ve iletişim hizmetlerinin, temel ihtiyaç maddelerinin üretimi ve dağıtımının devletleştirilmesi ya da devlet tarafından ücretsiz sağlanması taleplerini bugünden başlayarak yükseltmeliyiz. Ufkumuzu sadece bu reform talepleriyle sınırlamadığımız sürece bu taleplerin kendisinde bir yanlışlık yok; tersine, bugün yaşanılanlardan hareketle sistemi bu konularda eleştiren tepkileri daha bütünlüklü ve radikal bir sistem sorgulaması zeminine çekmek için parçayla sınırlı bu tür somut talepleri bir kaldıraç olarak kullanmalıyız.
...Keza teorisiz bir pratik –çoğu kez eğrisinin doğrusuna denk gelmesinin de yardımıyla- bir dönem ya da belirli bir konuda şampanya köpüğü gibi kabarsa bile arkasını getiremez.

....“Taktik eylemler (daha doğrusu bütün unsurlarıyla taktiklerin kendisi-nba) onların sonuçları, kendi başına, dolaysız etki bakış açısından değil stratejinin görevleri ve ona etkisi bakımından değerlendirilmelidir(Stalin, bn. Okçuoğlu) uyarısında bulunur.

Bu Marksist yaklaşımı bugüne uygulamayı deneyecek olursak soracağımız ilk soru elbette “Bu verili tarihsel kesitte esas darbenin doğrultusu ne olmalıdır” sorusu olacak. Agamben türü biyopolitikacılar ya da komplo teorisyenleri gibi buna dair hiç bir şey söylemeyenler dışında kalan öneriler içinde de çoğunluk ‘kapitalizmin ıslahı’ anlamına gelen talep ve beklentilerin ötesine geçmiyor. Bu ‘düzeltilmiş kapitalizm’ talebinin alt türlerini ise ‘yeni tipte Keynesyen refah devleti uygulamalarının tekrar gündeme gelmesi’ umudu ile sağlık başta olmak üzere kimi sektörlerin yeniden devletleştirilmesi, doğaya da çok zarar veren büyük çaplı tarım ve hayvancılık üretimine son verilmesi, evrensel temel gelir uygulaması vb. ile sınırlı reformist talep setleri/perspektifler oluşturuyor.” (7. makaleden)

Bir taraftan söz konusu kişileri, çevreleri sistem dışına çıkmamakla, ‘ıslah edilmiş bir kapitalizm’i savunmakla eleştiriyorsunuz, ama diğer taraftan da aynı talepleri “şartlı” savunuyorsunuz.

İşin içine Ufkumuzu sadece bu reform talepleriyle sınırlamadığımız sürece bu taleplerin kendisinde bir yanlışlık yok”, “...Keza teorisiz bir pratik –çoğu kez eğrisinin doğrusuna denk gelmesinin de yardımıyla- bir dönem ya da belirli bir konuda şampanya köpüğü gibi kabarsa bile arkasını getiremez.veTaktik eylemler...onların sonuçları, kendi başına, dolaysız etki bakış açısından değil stratejinin görevleri ve ona etkisi bakımından değerlendirilmelidiri sokmakla yukarıdaki talepleriniz, sosyal demokratların, “Post-Marksist”lerin, reformistlerin, keynescilerin vb. çevrelerin taleplerinden farklı mı oluyor?

Sizin bu “şart”ınız pek açıklayıcı, inandırıcı olmuyor. Olmuyor, çünkü o “şart” çıkartılınca geriye eleştirdiğiniz kişi ve çevrelerin savunduklarından başka bir şey kalmıyor. Birazcık, Marksizm veya Leninizm, birazcık Stalin sosu durumu kurtarmıyor. Bu sos, sizi reformist anlayışları savunmaktan öte bir yere koymuyor. Şüphesiz reformist talepler de savunulabilir. Ancak, ayrım çizgisi, aynı zamanda devrim çizgisidir. Sizin anlattıklarınızda “sos”un ötesine geçen bir anlayış göremiyorum. Keskin olmalısınız demiyorum. O ayrı bir konu.

Yukarıya aktardığım anlayışlarınızın, taleplerinizin içinden o “sos”u çıkartınca geriye devrimci olan ne kalıyor H. Selim. Açan? Bunu düşünmelisiniz.

En önemli “tık”ınız şu olsa gerek:
Uzun sözün kısası bundan 50, 70 hatta neredeyse 100 yıl öncesinin başarılarıyla övünmeyi marifet sayan bir düşünce donması ve bürokratik çehreyle toplumların karşısına çıkacağımıza, proletarya sosyalizmini bilimsel temellere oturtan Marksist Leninist teorinin devrimci yöntemi ve ruhunu kuşanarak hem tarihsel başarılarımız kadar başarısızlıklarımızın gösterdiği derslerden hem de insanlığın toplumsal üretici güçlerinin, bunun bir parçası olarak bilim ve teknolojinin günümüzde ulaştığı düzeyden yararlanarak insanlığın karşısına çekim gücü yüksek bir sosyalist program ve politikalarla çıkmak çok mu zor?..”

Ancak H. Selim Açan’ın anlamadığı şu: Devrim iddiasında olan her örgütün böyle bir programı var. Açan’ın da böyle bir programının olması gerekir.
Eğer bunları coğrafyamızda birleştirmek istiyorsanız,insanlığın karşısına çekim gücü yüksek bir sosyalist program ve politikalarla çıkmak” istiyorsanız o fırsat çoktan kaçtı.
 
İdeolojik şirazenin kaydığı yerde yeni bir şey çıkmaz H. Selim Açan!