100 YIL SOSYALİZMLERİ VE
TASFİYECİLİK
H.
SELİM AÇAN’IN
AÇMAZI
H.
Selim Açan
”Korona
Günlerinde Teori ve Siyaset” başlığı
altında numaralandırılmış
8 makale yayınladı.
3. ve 8. makalelerinde benimle ilgili söylemlerine, eleştirilerine
cevap vermek istemedim. Ancak, cevap vermelisin diyenlerin sayısı
artınca cevap vermekten kurtulamayacağımı anladım. Neden cevap
vermek istemedim? Yazar, eleştirisinde hileye baş vuruyor,
söylemediğimi söylenmiş durumuna getiriyor. Şu
tespitler yazara ait: “Genellemelerinin
haksızlığı yanında mekanikliğine de takılmadan “Bakalım o
ne önerecek?” diye merak ediyorsunuz. “Somut sosyalizm
propagandası” adına karşınıza çıka çıka Çin’de 1948
devrimini izleyen yıllarda halk sağlığını koruma ve salgınlarla
savaş konusunda yapılanların niye anlatılmadığı sorusu
çıkıyor?!! “Kovid-19
günlerinde sosyalizmi tarif ve somutlama”
adına o kadar iri lâfların ardından konunun “Çin’in 70 yıl
önce yaptıkları neden anlatılmıyor” eleştirine bağlandığını
görünce nutkunuz tutuluyor ve sadece “Bu mudur?” sorusu
dökülüyor ağzınızdan.”
(H.
Selim Açan; ”Korona
Günlerinde Teori ve Siyaset -8”).
Söz
konusu makalemde söylediğim de şu:
“Tamam,
Çin’de sosyalizm kurulmadı, ama en azından Mao döneminde
salğınlara
karşı mücadele edildi; halk sağlığı için adımlar atıldı.
Peki, Çin’de sosyalizmin kurulduğunu savunanlar, o dönemde halk
sağlığı için atılan adımları neden bugün bilince çıkartarak
burjuvazinin sağlık sistemine karşı mücadele etmiyorlar?”
(Kovid-19 Günlerinde
“Ortaya
Karışık” Notlar ve
Sorular;
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2020/04/kovid-19-gunlerinde-ortaya-karisik.html#more)
Bunun
neyine cevap vermem gerekirdi?
Yazar,
8. makalesinde beni
“herkesi
ayrımsız bir torbaya doldurmakla kalmayıp herkese tepeden bakan
bir sosyalist” diye
tanımlıyor ama “ben”den de aşağı kalır
tarafı yok:
“Onlar
sadece tespit ediyor, çözümlüyor, bazı sonuçlar çıkararak
öngörüde bulunuyorlar – bazıları sadece başkalarını
“eleştirip” kendilerinin ne kadar “yaman devrimciler”
oldukları izlenimi yaratmak için çırpınıyor- ama iş “Peki ne
yapmak gerekir” sorusuna gelince –çoğunda- ‘tık’ yok!..
Bir şeyler söylüyormuş gibi görünenler de ya “Sorun Korona,
Çözüm sosyalizm” türü lâf ola beri gele kabilinden
sloganlarla yetiniyorlar ya da “Sağlık hizmetleri
kamulaştırılsın” vb. türünden ‘ıslah edilmiş bir
kapitalizm’ talebinin ötesine geç(e)miyorlar.”H.
Selim Açan;”Korona
Günlerinde Teori ve Siyaset -7”, 19/04/2020, “Alınteri”.
Yani,
insanın
içinden “dinime küfreden Müslüman
olsa bari
” diyesi geliyor, ama diyemiyorsun!
H.
Selim Açan şu tespiti yapıyor: “Türkiye
solunun üretken isimlerinden İbrahim Okçuoğlu’nun kişisel
bloğunda ve sosyal medyada yayınladığı 6 Nisan tarihli “Kovid-19
Günlerinde ‘ortaya karışık’ notlar ve sorular”
başlığını taşıyan yazısı insana Agamben türü
biyopolitikacı kafasının “Ne biri, ne biri” dedirtecek kadar
yaygın olduğunu, neredeyse her cenahta bir biçimde başını
gösterdiğini düşündürüyor. Andığımız yazıdan
aktaracağımız aşağıdaki uzun pasaj okununca ne demek
istediğimiz anlaşılır sanırım
“Kişisel
özgürlüğümüze, özellikle de hareket etme özgürlüğümüze o
kadar düşkünüz ki, Kovid-19’dan bir diktatör çıkarttık.
Öyle ki, bizzat yarattığımız bu diktatörün devlet adına
çalıştığını dahi anlayamadık. Bu korku ve dehşet
diktatöründen kurtulmak için devletten; devletin alacağı
tedbirlerden medet umar olduk. Devlet, “hayat eve sığar” diyor,
hayatı eve sığdırıyoruz. Hayat eve sığmaz dercesine dışarı
çıkanlar da biz söylediğimiz için değil, durumu anlamadıkları
için dışarı çıkıyorlar. Devlet evde kal diyor, evde kalıyoruz.
Yoksa değil mi? Devletin hu türden tedbirleri, sağlık konusundaki
tutumu tamamen sınıfsaldır. Bu durumda Kovid-19
diktatörü devletle işbirliği yapan bir diktatördür. Bunu dahi
görmüyoruz.
Burjuvazinin
Kovid-19 vesilesiyle attığı her adım, aldığı her tedbir,
kapitalist sistemin devamını sağlamak içindir. Kovid-19
diktatörünü bu amaçlı kullanmaktadır. Örneklersek:
Ekonomi
zarar görmesin, en azından zarar belli çerçevede kalsın diye
kapitalistlere kesenin ağzını açan devlettir. Halkın bir
kesimini susturmak, kolayca eve tıkamak için kolaylaştırıcı
tedbirler alan devlettir. Burada devlet, sermaye/kapitalist sınıf
ve işçi sınıfı/emekçiler arasında toplumsal çıkarları
ortaklaştıran bir rol oynuyormuş gibi gözükmeye önem
vermektedir.
Burjuvazi,
Kovid-19 diktatörüyle işçi sınıfı ve emekçi yığınları
korkutmaya devam edecektir. Bu süreç içinde korkmaya, reformizme,
geride kalmış dünyaya yatkın olanlar, sınıf mücadelesi yerine
devletin tedbirleriyle uzlaşma içinde olacaklardır.
Kovid-19’u
fetişleştirmek, devletin yarattığı korku ve dehşete teslim
olmak anlamına gelir. Bundan kurtulma mücadelesi vermeksizin
kapitalist sisteme karşı mücadele eksik olacaktır.” (Açan,
3. makale)
Tamam,
dediğiniz doğrudur. Çünkü bizzat kendiniz o makalelerinizde
yer yer “Agamben
türü biyopolitikacı kafasın”dan
geri kalır açıklamalar, tespitler yapmıyorsunuz. Sizin
söylediklerinizin benzerini Agamben, Okçuoğlu veya başkaca bir
“biyopolitikacı kafası”
söyleyince neden rahatsız oluyorsunuz veya
onların söyledikleri neden yanlış oluyor?
O
makalelerinizdeki “Agamben
türü biyopolitikacı kafası” ürünlerinizi
buraya
aktarmama gerek var mı?
Hakkını
yemeyelim.
“Ama
iş “Peki ne yapmak gerekir” sorusuna gelince –çoğunda- ‘tık’
yok!”
diyor.
Yani
devrimci örgütlerin (herhalde bunları muhatap alıyordur) çoğunda
“tık yok”, ama bende “tık” çok demek istiyor!
H.
Selim Açan’ın
“tık”larını
aşağıda ele alacağız.
Yazar
“Bugüne yani 21. yüzyıla gelmek çok mu zor?” diye soruyor.
Hiç
de zor/kolay değil. Ancak, yöntem doğru olursa
21. yüzyıla gelmek oldukça kolay olur. Eleştirdiği çevrelerin
ve yazarın kendi yöntemiyle Marksist-Leninist olarak 21. yüzyıla
gelmek çok zorun da ötesindedir,
imkansızdır.
Ancak, post-Marksist
olarak 21. yüzyıla çoktan gelindi.
Her
bir yüzyılın kendine özgü bir sosyalizmi yoktur. Bu nedenle 19.
yüzyıl sosyalizminden, 20. yüzyıl sosyalizminden ve 21. yüzyıl
sosyalizminden bahsedemeyiz. Sosyalizm bilim olarak ele alınmasından;
Marks ve Engels’ten bu yana sürekli gelişme içinde olmuştur.
19.
yüzyılda sosyalist öğreti, işçi sınıfına ne veriyordu? Sınıf
olarak sosyalizmi ancak sen kurabilirsin, kurduğun iktidar
proletarya diktatörlüğünden başka bir şey değildir; temel
üretim araçlarını toplumsallaştırmalısın vs.
Peki,
sosyalizm nasıl inşa edileceğiyle bağlam içinde Marks ve Engels,
Gotha Programı eleştirisinin ötesinde ve Komün
değerlendirmesinden başka bir şey söylediler mi?
Marks
ve Engels döneminde bilimsel sosyalizm (19. yüzyılda sosyalizm)
20. yüzyılda sosyalizm için mücadeleye ne bıraktı veya 20.
yüzyılda komünistler Marks ve Engesl’ten; 19. yüzyıldaki
sosyalizmden miras olarak ne devraldılar? İki enternasyonal
tecrübesini, yükselen işçi sınıfı mücadelesini, Paris Komünü
tecrübesini, soyut ve teorik olarak da daha nice değerleri
devraldılar. Ekim
Devrimini gerçekleştiren Bolşevik Partiye, önderlerine sormak
gerekir. Paris Komünü’nden ve yukarıda bahsettiklerimden farklı
olarak ne devraldılar? Ancak, Ekim Devrimi devralınanların zemini
üzerinde geliştirildi ve aynı zamanda yeni koşullar analiz
edilerek Marksizm, sonra da Marksizm-Leninizm geliştirildi; şu veya
bu ülkeye özgü olan yönleriyle değil, evrensel, ilkesel
yönleriyle.
İşçi
sınıfının ideolojisi olarak Marksizm-Leninizm sürekli gelişmek
zorundadır. Bu da komünistlerin, komünist partinin olmazsa olmaz
görevidir.
Sovyet
tarihi, SSCB’de sosyalizmin inşa tarihi, yani 20. parti kongresine
kadar dönem anlamak isteyen için çok öğreticidir. Ama bunun
böyle olmadığını görüyoruz. Bu tarih iki türlü geride
bırakılır; a) hala bize yön gösterebilecek değerleri
sahiplenerek ve b) toptan (Troçkistler ve bilumum post-Marksistler
ve başkaları) reddederek veya Açan gibi kısmen reddederek,
küçümseyerek.
1917-1956
döneminde Bolşevikler, yapabildikleriyle, görebildikleriyle,
analiz edebildikleriyle değerlendirilmelidir, eleştirilmelidir. Bu,
SSCB için de geçerlidir. Bu yapılıyor mu? Yapılmıyor. Kimisi
kendini yedi düvelde devrimlere önderlik etmiş, Marks, Engels,
Lenin ve Stalin’in, Mao’nun, Enver Hoca’nın teorik ve pratik
ufkunu fersah fersah aşmış önder havasının esiri olmuş, büyük
bir küçümseme, kibir ve ben-bilir abidesi olarak hareket ediyor ve
her şeyi kendisiyle başlatıyor. Kimisi, kapitalizmden sosyalizme
geçmek için proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır;
sosyalizm sınıfsız, sınırsız, devletsiz, parasız bir sistemdir
diyor. Kimisi proletarya diktatörlüğü, tek parti sistemidir,
sosyalizm çok partili olmalıdır diyor. Kimisi proletarya
diktatörlüğünde demokrasi görmüyor. Kimisi, başka ülkelerde
devrimler gerçekleşmediği için “ulusal” sosyalizm inşasından
ve bunun mümkün olamayacağından bahsediyor. Uzatılabilir. Ancak,
bütün bunlar bir gerçeği gösteriyor: SSCB’de inşa edilen
sosyalizm, bugün dahi (başka pratiği olmadığı için) teorik
olarak aşılamamıştır. Bolşevikler, Komün pratiğini, Marks ve
Engels’in öğretisini devralarak, 20. yüzyılın başında
gelişen Bernstein-revizyonizmine, sınıf uzlaşmacılığına vb.
karşı mücadele içinde Ekim Devrimini gerçekleştirdiler. Ancak,
devraldıkları, sosyalizmin inşası için yetmedi; ama mevcut
teorik ve ideolojik zemine dayanarak sosyalizmi inşaya koyuldular.
H.
Selim Açan, “Sosyalizm ama nasıl bir sosyalizm?” ve “Bugüne
yani 21. yüzyıla gelmek çok mu zor?” diye soruyor. “Sosyalizm
ama nasıl bir sosyalizm?” sorusuyla geçmişin üzerini çiziyor.
Yazı içinde de göreceğiniz gibi, geçmişi küçümsüyor, öyle
ki alaylı bir tarzda özetliyor. Bu sosyalizmi ile 21. yüzyıla
gelinemez, bu yüzyılda ayrı bir sosyalizm olmalıdır demek
istiyor, ama açıkça söyleyemiyor. En azından bu yazı serisinde
söylemiyor.
“Bugüne
yani 21. yüzyıla gelmek çok mu zor?” sorusuna
verilecek cevap hem zor hem de kolaydır. Sorunun cevabı hani
perspektiften bakıldığına bağlıdır. Eğer geçmişten dersler
çıkartarak, Marksist-Leninist olarak, Marksizm-Leninizm
perspektifiyle 21. yüzyıla gelmek istiyorsanız bu çok kolay.
Ancak, derdiniz geçmişten ders çıkartmak değilse, perspektifiniz
Marksizm-Leninizm değilse 21. yüzyıla Marksist-Leninist olarak
gelmek çok zordur, hatta imkansızdır. Ayrıca bu anlayışla 21.
yüzyıla gelmenize de gerek yok. Bu düşüncede olanlar zaten bu
yüzyıla geldiler. Sadece, siz orada olduğunuzun farkında
değilsiniz veya öyle gözükmeye önem veriyorsunuz.
Tamam,
diyelim ki, Bolşevik Parti, yüzüne gözüne bulaştırdı, hata
üzerine hata yaptı, SSCB’de sosyalizm adına sosyalizm olmayan
bir yapı inşa etti. Veya
şöyle diyelim: Doğrusuyla yanlışıyla o sosyalizm, 20. yüzyıl
sosyalizmiydi.
Peki,
21. yüzyıl sosyalizmi nasıl bir sosyalizm olacak? 20.
yüzyıldakinden hangi bakımlardan farklı olacak? Bunlar izah
edilmelidir.
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmi işçi sınıfı
ve emekçilerle değil de, burjuvazi dışında herkesle mi kuracağız
diyorsunuz?
Yani
21. yüzyıl sosyalizminde sınıf değil de, kimlikler mi iktidar
olacak? Veya siyasi iktidar farklı sınıflar arasında paylaşılacak
mı?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu
sosyalizmde temel üretim araçları özel mülkiyette mi kalacak
yoksa toplumsallaştırılacak mı?
Yani
21. yüzyılda sosyalizm sadece dünya çapında mı mümkün olacak,
yoksa tekil ülkelere de; bir veya birkaç ülkeye, emperyalizmin
bir veya birkaç zayıf halkasının kırıldığı ülkelere
devrim yapma şansı
tanınıyor mu?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizm çok partili bir
sosyalizm mi olacak?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmi herkes mi
savunuyor olacak?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde ideolojik birlik
yerine ideolojik çokluk mu hakim olacak?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde sağlık sistemi,
sistem olarak, sınıfsal içeriği bakımından SSCB’dekinden
çok mu, temelden mi farklı olacak?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizm, kendini ordusuyla
korumayacak mı, “kolluk gücü”, mahkemesi olmayacak mı?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizm, toplumsal mülkiyet
temelinde yükselmeyecek mi?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde makineler
üretecek, “halkımız” el ense yatacak mı?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde merkezi planlı
ekonomi olmayacak mı?
Yoksa,
21. yüzyıl sosyalizmi “Chavez-sosyalizmi” gibi mi olacak?
(Bkz.:
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2015/12/bir-venezuela-degerlendirmesi.html
Veya
da 21. yüzyıl sosyalizmi “Küba-sosyalizmi” gibi mi olacak?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi dediğinizde bu sosyalizmde komünist parti
öncülüğü değil de “katılımcı demokrasi” mi esas
alınacak?
Yani
21. yüzyıl sosyalizmi bir “demokratik sosyalizm” mi olacak?
Uzatabiliriz.
Ancak, bu kadarı yeter diye düşünüyorum.
“21.
yüzyıl sosyalizmi”nin ne olduğunu anlatmadan “20. yüzyıl
sosyalizmi”ni reddedenlerden dolayı ortada kaldık! 21. yüzyılın
neredeyse ilk çeyreğini devireceğiz. Ama hala “21. yüzyıl
sosyalizmi”nin ne olduğunu bilmiyoruz. Bir bilen varsa anlatsın
ki, benim gibi geçmişe takılıp kalanlar da bu dertten
kurtulsunlar!
Bildiğim
kadarıyla:
Lenin’e
göre “her devrimin temel sorunu devlet iktidarı sorunudur”.
21.
yüzyılda “İktidarı elinde tutan hangi sınıftır ya da hangi
sınıflardır”?
“Devrilmesi
gereken hangi sınıftır ya da hangi sınıflardır”?
“İktidarı
alması gereken hangi sınıftır ya da hangi sınıflardır”?
(Stalin)
19.,
20. ve 21. yüzyıllarda “her devrimin en temel sorunu” budur.
O
halde fark nedir ki, “20. yüzyıl sosyalizmi” çöpe atılıyor
ve “21.yüzyıl sosyalizmi”nden bahsediliyor?
Şimdi
Açan arkadaş, 21. yüzyılda dahi geçmişe takılıp kalmanın ne
olduğunu, yeni olarak neyi önerdiğini açıklayabilir.
Şunu
unutmamamız gerekir: Marksist-Leninistlerin veya komünist
partilerin tarihe, ödemek zorunda oldukları bir borcu vardır. Bu
borç ödenmeden bir milim ilerleyemeyiz. Nedir bu borç?
SSCB’de
sınıfsal iktidar değişimi 1956’da 20. Parti Kongresinde
gerçekleşmiştir, Kurşçev ile başlayan dönem revizyonizmdir,
bürokratik kapitalizmdir diyorsanız 20. kongreden bu yana biriken
borcu sıralayım:
1)Felsefe
alanında 1956’dan bu yana burjuva ve revizyonist felsefe
yorumlarına karşı ne yaptık? Burjuvazinin ve revizyonist
çevrelerin doğa ve toplumsal gelişmeleri kendi çıkarlarına göre
yorumlamalarına karşı hangi mücadeleyi verdik?
2)1956’dan
bu yana tarih bilimi açısından burjuva ve revizyonist yorumlara
karşı ne yaptık?
3)
Ekonomi bilimi; Marksist-Leninist politik ekonomi alanında burjuva
ve revizyonist değerlendirmelere karşı ne yaptık?
4)1956’dan
bu yana sosyalizme giden yolda; yakın geçmişin devrimleri, tarih
incelemesi konusunda burjuva ve revizyonist sapkınlıklara karşı
ne yaptık?
5)
1956’dan bu yana burjuva ve revizyonist sistematik anti-komünizm
saldırılarına karşı sistematik olarak ne yaptık?
6)1956’dan
bu yana yeni bir enternasyonalin kurulması için ne yaptık?
(Bakınız: İbrahim Okçuoğlu, Marksist Teoriye Katkıda J. W.
Stalin. Varyos Yayınları, Şubat 1997)
O
değerlendirmede yoktu, ama şimdi ekleyeyim:
1)
İdeolojik donanım, derinleşme ve bunu pratikte politik silaha
dönüştürme; yani ideolojiyi silaha dönüştürme bakımından
sistematik olarak ne yaptık? Örneğin, “Post-Marksizm”in,
“Troçkizm’in her alanda -ideolojide, teoride, politik ekonomide,
felsefede, örgütlenmede, devrim anlayışında vs.- saldırılarına
karşı sistematik olarak ne yaptık?
2)Koskoca
revizyonist tarihi, ekonomisini, toplumsal yapısını sistematik
olarak analiz etme konusunda ne yaptık?
Tabii,
listeye yukarıdaki iki eklemenin ötesinde başka borçlar da
eklenebilir. Sanki Marksizm-Leninizm 1956’dan bu yana bir akıl
tutulmasına içinde. (Arnavutluk’un kısmi çabaları bunun
dışında). Uzun bir zaman...
Bu
boşluğu ve alanları Sovyet revizyonizmi, SSCB dağıldıktan sonra
ortada kalan “modern revizyonizm”, Troçkizm ve nihayetinde
“Post-Marksizm” ve “Post-modernizm” doldurmuştur.
Marksizm-Leninizmin vermesi gereken cevapları bunlar vermiştir:
Marks’ı Lenin’den ayrıştırmıştır; Stalin’i Hitler’in
yanına koymuştur; işçi sınıfını işçi sınıfı olmaktan
çıkartmıştır; makinelere artı değer ürettirmiştir;
kimlikleri sınıfsallığın önüne çıkartmıştır; hemen
herkesi, sermaye karşısında sosyalizm savunucusu yapmıştır;
Marksist-Leninist politik ekonomiyi çarpıtmıştır; kapitalist
ekonominin üretimden kaynaklı nesnel yasalarını hiçe sayarak
“finans” alanındaki gelişmeleri kıstas almıştır; Marksizmi
kendine göre yorumlamıştır; Radikal demokrasi diye tutturmuştur;
proletarya diktatörlüğünü tanınamaz hale getirmiştir.
Sosyalizmi sosyalim olmaktan, devrimi devrim olmaktan çıkartmıştır.
Saymakla
bitmez “yeni”ler ve “yenilik”ler getirmiştir. Seçme, beğen
al! Hangisi işine geliyorsa!
“21.
yüzyıl sosyalizmi” dediğinizde önünüze her şeyiyle
hazırlanmış bir sosyalizm projesi sunuluyor. İşine geleni
alırsın, işine gelmeyeni atarsın. Bir yol Chavez-sosyalizmi
peşinde gidersin, bir yol da Negri’nin “çokluk”una
takılırsın! O da olmuyorsa Küba sosyalizminde karar kılarsın!
Ancak,
bunun bir bedeli var; bu yola bir defa girdin mi, geçmişini
küçümsemekten, yok saymaktan kurtulamazsın. Bu yol, insana
tarihini, ideolojisini unutturan yoldur. Burjuvazi, “Post-Marksizm”i,
troçkizmi boşuna parlatmıyor, boşuna olanaklar sağlamıyor. Bunu
niçin yapıyor? Marksizm-Leninizmi, Lenin ve Stalin’, SSCB’de
sosyalizmi, proletarya diktatörlüğünü, işçi sınıfının
tarihsel misyonunu çarpıtmak için. Anti-küresellcilik, Avrupa ve
Dünya Sosyal Forumculuğu, Negri’cilik, hatta Harvey’cilik
gözlerimizi kamaştırmadı mı? Bir Harvey, az kalsın bize
Marks’ın Kapital’ini, günümüzde kapitalist genişletilmiş
yeniden üretimi, artı değer üretimini çöpe attıracaktı. Bir
Negri çıktı, neredeyse işçi sınıfını unutacak duruma geldik!
Bu avane takımı yüzünden kendimiz sorgular duruma geldik. Neden?
Geçmişinle bağ kuramadığımız için, kendimizi
geliştiremediğimiz için, o borcu ödeyemediğimiz
için!
Biz
üretmedik, onlar bizim adımıza, bizim yerimize, bizim için
teoriler ürettiler ve üretmeye de devam ediyorlar.
“21.
yüzyıl sosyalizmi”nin ne olduğu
üzerine
bir şey
söylemekten aciz durumdayız.
Acı ama gerçek bu.
Ama onlar önümüze
kendi ürünleri olan bir “21. yüzyıl sosyalizmi” projesi
koyuyorlar ve biz
de bunu kabulleniyoruz,
hatta "Agop'un kazı gibi yutuyoruz”!
Kerameti,
emperyalist
burjuvazinin
üstümüze saldığı bu soytarı
takımından arayanlar için sorun
yok. Bunlar,
önlerine konanı yutuyorlar, hem de sorgusuz sualsiz. Bunların
yaptığı, ister farkında olsunlar isterse olmasınlar,
tasfiyeciliktir.
H.
Selim Açan’ın
sosyalizm anlayışının neye benzediğini örnekleyerek açıklamak
isterim.
Birinci
örnek Necmiye Hoca:
“1991’de
yıkılan sistemin; o çürümüş sistemin, klasik kapitalist
burjuva sistemden ne gibi üstünlüğü vardı? Nitelik bakımından
hiçbir farkı yoktu. Aslında emekçi yığınların çalışma ve
toplumsal yaşam koşulları, revizyonist ülkelerde daha kötüydü.
Denecek ki, sağlık, eğitim hizmetleri ücretsizdi. Doğru. Sağlık
ve eğitim hizmetleri görünüşte ücretsizdi. Daha doğrusu, en
azından, görünüşte ücretsiz dinlenme hakları vardı ve olmak
zorundaydı. Ücretsiz, çünkü adı üzerinde “sosyalist” bir
toplumda yaşanıyordu. Sosyalizmin temel ekonomik yasası gereğine
göre hareket ediyordu “sosyalist” devlet.
Sosyalizm,
revizyonizmin üstünlüğü bu anlayışlara indirgeniyordu. Yani
sosyal ihtimam! İşte sosyalizm bu kadar basitleştirildi. Necmiye
Hoca da aynı anlayıştaydı. “İnsanlar
için ihtimam, onların hakları için (herhalde
mücadele olsa gerek!) sosyalizmin
çekirdeğini oluşturur.”
(Albanien
heute, Nr. 3, 1990, s. 7).
Necmiye
Hoca’ya ve revizyonizmin artıklarına göre toplum içinde bir
kısım insan, kendisini başkalarının ihtimamı, hakları için
mücadelede sorumlu görüyor. Yani yönetimde olan kast, insanların
sağlığı, eğitimi, hakları için uğraşırken, insanlar da
(emekçiler) devlet için çalışacaklar. Bunun adı da sosyalizm
oluyor.” (İ. Okçuoğlu;
SSCB'de
Sosyalizmin Zaferi ve
Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi
Yayın, Temmuz 2011, s. 473)
İkinci
örnek Nina Andreyeva:
Bir
söyleşide Nina Andreyeva, bize Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin
sosyalist olduğunu anlatmak için “çocukların sütsüz
kalmadığından” bahsetmişti. Yani çocuklar süt içme
imkanına sahip oldukları için KDHC sosyalistti!
Üçüncü
örnek H.
Selim Açan:
“Korona
salgınının tetiklediği sorgulama süreçlerini sosyalizm yönüne
kanalize etmek istiyorsak şayet, örneğin sağlık alanında
1930’ların ya da 1950’lerin başarılarını hikaye etmeye
kalkacağımıza, sağlığı meta ve kâr konusu olmaktan çıkaran
küçücük Küba’nın üstelik bir dizi dezavantaja rağmen hem
koruyucu sağlık hizmetleri hem ilâç ve aşı üretimi hem de bir
çok hastalığın tedavi yöntemleri konusunda kapitalist dünyaya
nasıl fark attığı somut örneğinden hareketle sorunun kaynağına
işaret edip ilk ağızda onu sınırlandıracak taleplerle ortaya
çıkmak daha etkili ve akılcı olmaz mı?..” (Makale 8).
Birbiriyle
örtüşen anlayışlar.
İşte
size sosyalizm:
Necmiye
Hoca
“İnsanlar
için ihtimam”
bu,
“sosyalizmin çekirdeğidir” diyor.
Tüm
Birlik Komünist Partisi/Bolşevik’in
kurucusu ve önderi Nina
Aleksandrovna Andreyeva
(ölümü
2020)
“süt” diyor.
H.
Selim Açan ise
“aşı”+”ilaç”
diyor.
Bu
durumda: “ihtimam” + “süt” + “aşı” = sosyalizm oluyor!
Açan,
“Korona salgınının
tetiklediği sorgulama süreçlerini sosyalizm yönüne kanalize
etmek istiyorsak” diyerek
Küba’nın sosyalist olduğunu söylüyor. (bkz.:
Küba
değerlendirmesi;
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2012/05/bir-kuba-degerlendirmesi.html)
Acaba
Küba, sağlık sistemini
nereden aldı ve kendi koşulları zemininde geliştirdi diye
kendimize, Açan arkadaş da kendine bir sorsa nasıl olur? Acaba
Açan, Küba’ya da
yol gösteren, örnek olan SSCB’de sağlık sisteminin,
“örneğin sağlık alanında 1930’ların ya da 1950’lerin
başarılarını hikaye etmekten”, “koruyucu
sağlık hizmetleri hem ilâç ve aşı üretimi hem de bir çok
hastalığın tedavi yöntemleri konusunda kapitalist dünyaya nasıl
fark attığı somut örneğinden hareketle sorunun kaynağına
işaret” etmekten
neden kaçınıyor? Sosyalizm
denince Troçkistlerin dışında herkesin aklına SSCB gelir. Neden
kurulan o sosyalizmin
propagandası, sağlık sorununda olduğu
gibi somutlaştırılarak yapılmasın?
8.
makalesinde Açan, “Sosyalizm ama nasıl bir sosyalizm?” diye
soruyor, önce “haşlıyor”, sonra da açıklıyor. “haşlama”sına
ve açıklamasına bakalım:
Haşlama:
“Öte
yandan Türkiye solunda ‘ilkeli olmak, ilkelere ve sosyalizmin
tarihsel kazanımlarına bağlılık’ anlamında “katılık”tan
ne anlaşıldığını düşününce insan bu deyimi korka korka
kullanıyor. Çünkü sosyalizme bağlılık ve onu savunma adına
‘katılık’ argo bir tanımla ‘kazmalık’ halini almış
olarak çıkıyor çoğu kez karşınıza.
Zaten
sadece Türkiye’de değil dünyada da sosyalistlerin bu denli güç
ve itibar kaybına uğramalarının belirleyici nedenlerinden biri de
bu dogmatik tutuculuk. Sosyalizmi ve onun tarihsel kazanımlarını
savunma adına hâlâ en “tazesi” 50 yıl öncesinde kalmış –ve
çoğu da hayat tarafından çürütülüp ıskartaya çıkarılmış-
ezberleri tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel
ve ruhsal hayatiyet kaybı.
“Sosyalizmi
yeniden keşfettik diyemem, ama şu Kovid-19 olmasaydı sosyalizmi bu
kadar özlediğimizi bilemeyecektik. Bırakalım sosyalizmi,
komünizmi dahi bu kadar yakınlaştıran Kovid-19’dur. Ancak bu
sevgi kuru bir sevgidir, özlemdir. Sosyalizm nedir diye sorsalar,
somut bir cevabımız yoktur…”
şeklinde bir girizgâhla herkesi ayrımsız bir torbaya doldurmakla
kalmayıp herkese tepeden bakan bir sosyalist, ‘ortaya karışık’
söylenmelerinin devamında: “Peki,
şu Kovid-19 günlerinde, sosyalizm özleminin tavan yaptığı bu
günlerde şu sosyalizmi somutlaştırarak propagandasını yapsak ne
olur? Ne kaybederiz? Hani kapitalizmde sağlık sistemi çöktü;
kapitalizmde sağlık hakkı yok, ancak paran kadar sağlık satın
alabilirsin diyoruz ya! Ama sosyalizmde sağlık hakkın var,
dinlenme hakkı vb. vardır desek ne olur? Bu karşılaştırmayı
yapmanın ve sosyalizmi somutlaştırmanın önünde bir engel var
mı? Yok. O zaman neden yapılmıyor bu propaganda?”
diye soruyor (İbrahim Okçuoğlu, Kovid-19
Günlerinde ‘Ortaya Karışık’ Notlar ve Sorular,
https://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2020/04/kovid-19-gunlerinde-ortaya-karisik.html?fbclid=IwAR0XdYCPU7sfUr-3KV97g2JnhTOJMFYr_Zwt5ltVNnEKMWvShSUmCCMLB1w#more)
Genellemelerinin
haksızlığı yanında mekanikliğine de takılmadan “Bakalım o
ne önerecek?” diye merak ediyorsunuz. “Somut sosyalizm
propagandası” adına karşınıza çıka çıka Çin’de 1948
devrimini izleyen yıllarda halk sağlığını koruma ve sarılıkla
savaş konusunda yapılanların niye anlatılmadığı sorusu
çıkıyor?!! “Kovid-19
günlerinde sosyalizmi tarif ve somutlama”
adına o kadar iri lâfların ardından konunun “Çin’in 70 yıl
önce yaptıkları neden anlatılmıyor” eleştirine bağlandığını
görünce nutkunuz tutuluyor ve sadece “Bu mudur?” sorusu
dökülüyor ağzınızdan.
Bu
andığımız sadece bir örnek. Bunun gibi zaman tünelinde donup
kalmış daha niceleri var. Sonra da kalkıp “Sol niye bu halde”
sorusunu soruyoruz birbirimize. Sorunun formüle edilişi yanlış
aslında. “Sol niye bu halde” diye soracağımıza, solculuk,
sosyalizm hatta Marksizm adına ortalıkta boy gösteren tiplere ve
yaygaracı bir tarzda sergiledikleri keskinliklere bakarak
“Solculuğun ve sosyalizmi savunmanın böylelerine kaldığı bir
yerde solun bu halde olmasına şaşırmak niye” diye sormak daha
doğru olur herhalde.”
Bu
alıntının bir kısmına baş tarafta niçin cevap verme gereği
duymadığımı
açıklamak için yer vermiştim. Yani şu Çin meselesi.
Söylenmeyeni
söyletene ne derler bilmem. Ama bu tipler hakkında hiç iyi
şeyler
söylenmez. Demagoji yapıyorsunuz desem, çok hafif kalır,
çarpıtıyorsunuz desem o da çok hafif kalır, yalan söylüyorsunuz
desem, bu kavramı kullanmıyorum. Bu, bir siyasi ahlaki
sorunu desem, kendime yakıştıramıyorum. En doğrusu okur karar
versin. Bu yöntemi kullanan Türkçede
nasıl tanımlanıyorsa siz osunuz H.
Selim Açan; ne
biraz az ne de biraz fazla!
Açan
arkadaş, “ununu elemiş”! Ancak, eleğini nereye
asacağına henüz karar vermemiş görünümüyle
son bir hamle yapıyor. Bize, günümüz devrimcilerine,
komünistlere, Marksist-Leninistlere
açık açık şunu söylüyor:
Bırakın
geçmişi, bu dogmatik tutuculuktur, “en
“tazesi” 50 yıl öncesinde kalmış –ve çoğu da hayat
tarafından çürütülüp ıskartaya çıkarılmış- ezberleri
tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel ve
ruhsal hayatiyet kaybı”
bu.
Bunun
Türkçesi şudur:
Marks
ve Engels mi? Bırakın onları, 100 küsur sene öncesinin
hikayesi! Bu,
“dogmatik
tutuculuk”tur!
Lenin,
Stalin, Bolşevikler mi? Bırakın onları, 100 sene öncesini
hikayesi! Bu,
“dogmatik
tutuculuk”tur!
Ekim
Devrimi
mi? Bırakın onu, 100 sene öncesinin
hikayesi! Bu,
“dogmatik
tutuculuk”tur!
SSCB’de
sosyalizm, sosyalizmin
inşası mı? Bırakın onu, 1917-1956 döneminin
(Açan’a
göre “Yozlaşmış
sosyalizm”i
de katarsak 1917-1989 döneminin)
hikayesi!
Bu,
“dogmatik
tutuculuk”tur!
Geçmişe
sahip çıkmak, “dogmatik tutuculuk”tur. Başarısızlığımızın,
kitlelerle ilişki
kuramamamızın,
“kazmalık” hale gelmemizin nedeni budur. Bunu
Açan söylüyor! Şunu diyen de Açan:“Onlar
sadece tespit ediyor, çözümlüyor, bazı sonuçlar çıkararak
öngörüde bulunuyorlar – bazıları sadece başkalarını
“eleştirip” kendilerinin ne kadar “yaman devrimciler”
oldukları izlenimi yaratmak için çırpınıyor- ama iş “Peki ne
yapmak gerekir” sorusuna gelince –çoğunda- ‘tık’ yok!..
Bir şeyler söylüyormuş gibi görünenler de ya “Sorun Korona,
Çözüm sosyalizm” türü lâf ola beri gele kabilinden
sloganlarla yetiniyorlar ya da “Sağlık hizmetleri
kamulaştırılsın” vb. türünden ‘ıslah edilmiş bir
kapitalizm’ talebinin ötesine geç(e)miyorlar.” (7.
makaleden)
Bu
ne kibir, bu ne tepeden
bakış ve küçümseme;
Açan bu haliyle “herkesi
ayrımsız bir torbaya doldurmakla kalmayıp herkese tepeden bakan”
İbrahim
Okçuoğlu olarak karşımıza
çıkıyor! Hatta
onu fersah fersah geride bırakıyor!
Şu
kibre,
şu
küçümsemeye, şu
ben-bilirciliğe bakınız: “En
“tazesi” 50 yıl öncesinde kalmış –ve çoğu da hayat
tarafından çürütülüp ıskartaya çıkarılmış- ezberleri
tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel ve
ruhsal hayatiyet kaybı”.
Türkiye’de
devrimci hareketin tarihi her
şeyi
batırma pahasına kibrinden vazgeçmeyen ve yine de “önder”
kalanlarla doludur.
H.
Selim Açan
bu tarihi ve
bu tipleri çok
iyi tanır!
Yenilenelim,
ideolojiden arınalım, radikal olalım, yeniye açık olalım,
yeniyi savunalım!
Açan,
geçmişiyle hesaplaşıyor ve hesaplaşmaya davet ediyor. Ama
bu hesaplaşma değil, tasfiyeciliktir. Bir insan, bu durumda Açan,
tarihten örnek
vermekten
bu kadar gocunuyorsa, o insanın, bu durumda Açan’ın, o tarihle
bağı kalmamıştır veya
da o insan, “ununu elemiş”, ama eleğini asacak yer arıyor.
H.
Selim Açan’ın
söylediklerinin
aynısını
“Post-Marksizm” söylemiyor mu? Söylüyor. Ekim
Devrimi sonrasında, özellikle 1920’li yıllarda başlayarak
oluşan
“Batı
Marksizmi”, günümüzde “Post-Marksizm” olarak karşımıza
çıkıyor. “Post-Marksizm” şemsiyesi
altında toplanan burjuva ideologların, Marks, Marksizm
“uzmanları”nın, SSCB, Ekim Devrimi “uzmanları”nın
tarihimizi tasfiye etmek, işçi sınıfını bir taraftan işçi
sınıfı olmaktan çıkartmak ve aynı zamanda da
ideolojisizleştirmek
için ısrarla sürdürdükleri propagandayı H.
Selim Açan da
kendi zaviyesinden sürdürüyor.
“Türkiye’de
değil dünyada da sosyalistlerin bu denli güç ve itibar kaybına
uğramalarının belirleyici nedenlerinden biri de” sadece
“dogmatik
tutuculuk” değildir.
“Türkiye’de değil dünyada da sosyalistlerin bu denli güç ve
itibar kaybına uğramalarının belirleyici nedenlerini”
biraz
da başka yerlerde arasak nasıl olur?
“Sosyalizmi
ve onun tarihsel kazanımlarını savunmak”
itibar kaybının nedeni olamaz. Ancak, sosyalizm ve onun tarihsel
kazanımları adına neyi, nasıl
savunduğunu bileceksiniz.
Neyin “hayat
tarafından çürütülüp ıskartaya çıkarılmış” olduğunu
ve olmadığını bileceksiniz.
Değerin
yaşı olmaz.
“En“tazesi”
50 yıl öncesinde kalmış”
olsa
da, en bayatı, diyelim ki Marks’ın Kapital’i olsa da, yanlışsa
aşmasını, geliştirmeye değerse geliştirmesini bileceksiniz.
Aksi
taktirde bundan yaşamı, devrimi, teoriyi kendisiyle başlatıyor
anlamı çıkar.
Aslında
“Sadece
Türkiye’de
değil dünyada da sosyalistlerin bu denli güç ve itibar kaybına
uğramalarının belirleyici nedenlerini”
yukarıda
borçta aramak gerekir. O listede yer alan başlıklardan hangisini
analiz edip doğruyu savunduk, savrulmadık, şundan bundan medet
ummak yerine Marksizm-Leninizmi savunarak, sistematik saldıran
anti-komünizme karşı sistematik olarak mücadele ettik?
Açan,
“Ezberleri
tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel ve
ruhsal hayatiyet kaybı”
arıyorsanız
onu bu borcu ödemememizde aramalısınız.
Bunlardan
birisi de sizsiniz. Yoksa değil misiniz veya “artık” değil
misiniz?
Ancak,
anladığım kadarıyla sizin “tuzunuz kuru”! Bu nasıl bir
kibir, bu nasıl bir hoşgörüsüzlük, bu nasıl bir tepeden bakış,
bu nasıl bir herkesi aynı torbaya doldurmak ve “Ezberleri
tekrarlamanın bir milim dahi ötesine geçemeyen düşünsel ve
ruhsal hayatiyet kaybı”
anlayışı!
Bunları
söyleyebilmek için insanın gerçekten bir kibir ve
“ben-bilir”
abidesi olması gerekir!
Ama
öyle yağma yok!
Ulusal
ve uluslararası alanda sizin gibi düşünenlere,
her kanattan Post-Marksistlere cevap verilmediği, yukarıda
bahsettiğim
o “borç” ödenmediği için fütursuz
saldırılabiliyor.
Eğer
bugün Marksist-Leninistler sorunu anlatamıyorlarsa bunun nedeni
“ilkeli” olmak, tarihine sahip çıkmak değildir. Bunun nedeni,
Marksizm-Leninizmi günün
koşullarına
göre geliştirme
yeteneği olmayan sözümona Marksist-Leninistlerdir. İlkeli olmayı,
tarihine, geçmişine sahip çıkmayı, ondan
öğrenmeyi Marks, Engels, Lenin
ve Stalin’den; Marksizm-Leninizmden aldık. Siz bize bunları
unutun,
geride bırakın
diyorsunuz. Siz “kazmalık” olmaktan kurtulmuş olabilirsiniz,
ancak sosyalizme, “en kısa” zamanda varmak istiyorsanız bunun
yolu, ilkelerini, ideolojini, sınıfı, örgütlenmeyi bir kenara
atmaktan geçmez. Bundan
emin olabilirsiniz!
H.
Selim Açan’ın “tık”ları!
Açıklama:
Yukarıya
aktardığımız anlayışının bir kısmına bir daha baş vuralım:
“Ama
iş “Peki ne yapmak gerekir” sorusuna gelince –çoğunda- ‘tık’
yok!.. Bir şeyler söylüyormuş gibi görünenler de ya “Sorun
Korona, Çözüm sosyalizm” türü lâf ola beri gele kabilinden
sloganlarla yetiniyorlar ya da “Sağlık hizmetleri
kamulaştırılsın” vb. türünden ‘ıslah edilmiş bir
kapitalizm’ talebinin ötesine geç(e)miyorlar.”
Peki,
siz ne söylüyorsunuz H.
Selim Açan?
“Bir
şeyler söylüyormuş gibi görünenler”den,
“lâf beri gele” durumunda
olanlardan
birisi de siz değil
misiniz!
“Peki
ne yapmak gerekir”
diye
sorunca
“çoğunda”
olmayan, ama sizde olan birkaç
“tık”ınız:
-”Bu
salgın patlamadan önce de dünyanın dört bir yanında sokaklara
çıkan kitleler ...Salgın günlerinde yaşadıkları sıkışma ve
açmazları bugünden yarına unutacaklar mı?” (3.
makaleden)
İyi
ki söylediniz, yoksa unutabilirlerdi!
-”...işçi
ve emekçi kitlelerle...sahip olduklarını yitirip nesnel olarak
proleterleşecek küçük ve orta burjuvalar, sınıfın eğitimli
üst tabakaları salgın bir biçimde kontrol altına alınıp hız
kestikten sonra dönüp “Yetkiyse yetki, teknolojiyse teknoloji…
Elinizde her şey vardı. Hal böyleyken biz neden ve nasıl bu hale
geldik” sorgulamasına girmeyecekler mi?”(3.
makaleden)
İyi
ki, söylediniz, yoksa sorgulamaya girmeyebilirlerdi!
-”Başlangıçta
kendiliğinden bir karakter taşıması kaçınılmaz olan... bu
sorgulamalar onu sistem karşıtı bir yönde ilerletip
derinleştirmek için çaba harcayanlara bir avantaj sunmaz mı?”(3.
makaleden)
İyi
ki, söylediniz. Bu yönlü çaba harcayanlar; yani devrimci
örgütler, bunu unutup, bahsettiğiniz “avantajı”
değerlendirememiş olabilirlerdi!
“Sosyalizm
ama nasıl bir sosyalizm?” (8.
makalesinden):
“Korona
salgınının tetiklediği sorgulama süreçlerini sosyalizm yönüne
kanalize etmek istiyorsak ... küçücük Küba’nın...”
Anladık,
nasıl bir sosyalizm konusunda en somut, en vurucu, en görsel
“tık”ınız “sosyalist“ Küba’dır.
-
“...Chomsky’nin
dediği gibi “daha
kârlı olduğu için vücut kremi üretmeye öncelik vermesinin”
gerisinde yatan kapitalist özel mülkiyet düzeninin kâr hırsını
sergileyerek sosyalizmi propaganda etmek niye aklımıza gelmez?..”
Bu
şimdiye kadar sizin aklınıza
gelmemiş
olabilir. Ancak, devrimci
örgütlerin konu bağlamında yazıp çizdiklerine bakarsanız
bolca örneğini
görürsünüz.
-”Bir
taraftan bu gerçekleri diğer taraftan burjuvazinin elindeki yeni
teknolojilerin sunduğu olanakları yan yana getirerek kapitalizmin
salgınla birlikte ağırlaşmış krizinden çıkış yolu olarak
insanlığın birikmiş üretici güçlerinden çoğunu imhaya
yöneleceği ‘kriz sonrası politikaları’nın karşısına
çalışma sürelerinin günde bir kaç saate indirilerek herkese
üstelik insanca koşullarda çalışma
imkanı
sağlayacak yönde kullanılması talebiyle dikilmekten daha alâ
sosyalizm propagandası mı olur?..”
İşte
bu olmadı sayın Açan! Gerçekten olmadı, Hele hele “tık”
olarak hiç olmadı.
Sosyal
demokratizmin bu kadim talebini biraz değiştirerek yeni bir şey
sunuyor gibi hareket etmeniz hiç hoş olmadı. Bahsettiğiniz
“çalışma imkanı” aslında çalışma hakkıdır. Kapitalizmde
çalışma
hakkı yoktur,
Ancak sosyalizmde vardır
bu hak. “Herkese
üstelik insanca çalışma imkanı sağlayan”
kapitalizm sosyal demokratizmin demokratik kapitalizmidir.
-”Salgın
günleri, insanlığa büyük metropollerde yığılmayı beraberinde
getiren üretim örgütlenmesinin risk ve zararlarından tutalım
özellikle zihinsel üretim ve hizmet sektörü kapsamına giren pek
çok işin konserve kutusundaki sardalyalar gibi tıkıştırıldığımız
plazalar yerine belki daha küçük birimler halinde -hatta yer yer
evden çalışmayı da içerecek şekilde- yatay tarzda
örgütlenmesini pekala mümkün olduğunu gösterdi. Sosyalistler
olarak bu somut deneyimden hareketle neden doğayla da barışık
daha insancıl yerleşim politikaları ve çalışma düzenleri
kurulması talebiyle toplumun karşısına çıkmayalım?..”
Açan,
acaba hangi dünyada yaşıyor? Dillendirdiğiniz bu talebin yeni
olan, “tık” olan yanı ne? “Düzeltilmiş”, gemlenmiş
kapitalizmi savunanlar bu türden talepleri ezelden
beri
savunuyorlar. Burjuvaziye akıl hocalığı yapıyorlar.
Şayet
“Gerçekçi
Ol, İmkansızı İste” (Che)
demiyorsanız
bu taleplerinizle yeni bir şey söylemiş olmuyorsunuz.
Gerçekten
de H.
Selim Açan, “Gerçekçi
Ol, İmkansızı İste” (Che)
demiyor.
Demiyor,
çünkü çok farklı şeyler söyleme adına bilineni tekrar ediyor.
Çok
sayıda kişi ve çevreyi, bu arada devrimci örgütleri de
eleştiriyor, ama onların söylediklerinden farklı bir
şey
söylemiyor veya onların “hal ve gidişi”nden farklı bir yerde
durmuyor. Örnek:
“Onlar
...“Sağlık hizmetleri kamulaştırılsın” vb. türünden
‘ıslah edilmiş bir kapitalizm’ talebinin ötesine
geç(e)miyorlar.
Yeri
geldiği için burada bir parantez açarak hemen vurgulayalım: Bu
sürecin sonunda sadece sağlığın da değil, eğitimin, suyun,
enerji ve iletişim hizmetlerinin, temel ihtiyaç maddelerinin
üretimi ve dağıtımının devletleştirilmesi ya da devlet
tarafından ücretsiz sağlanması taleplerini bugünden başlayarak
yükseltmeliyiz. Ufkumuzu sadece bu reform talepleriyle
sınırlamadığımız sürece bu taleplerin kendisinde bir yanlışlık
yok; tersine, bugün yaşanılanlardan hareketle sistemi bu konularda
eleştiren tepkileri daha bütünlüklü ve radikal bir sistem
sorgulaması zeminine çekmek için parçayla sınırlı bu tür
somut talepleri bir kaldıraç olarak kullanmalıyız.
...Keza
teorisiz bir pratik –çoğu kez eğrisinin doğrusuna denk
gelmesinin de yardımıyla- bir dönem ya da belirli bir konuda
şampanya köpüğü gibi kabarsa bile arkasını getiremez.
....“Taktik
eylemler
(daha doğrusu bütün unsurlarıyla taktiklerin kendisi-nba) onların
sonuçları, kendi başına, dolaysız etki bakış açısından
değil stratejinin görevleri ve ona etkisi bakımından
değerlendirilmelidir”
(Stalin,
bn. Okçuoğlu)
uyarısında bulunur.
Bu
Marksist yaklaşımı bugüne uygulamayı deneyecek olursak
soracağımız ilk soru elbette “Bu verili tarihsel kesitte esas
darbenin doğrultusu ne olmalıdır” sorusu olacak. Agamben türü
biyopolitikacılar ya da komplo teorisyenleri gibi buna dair hiç bir
şey söylemeyenler dışında kalan öneriler içinde de çoğunluk
‘kapitalizmin ıslahı’ anlamına gelen talep ve beklentilerin
ötesine geçmiyor.
Bu
‘düzeltilmiş kapitalizm’ talebinin alt türlerini ise ‘yeni
tipte Keynesyen refah devleti uygulamalarının tekrar gündeme
gelmesi’ umudu ile sağlık başta olmak üzere kimi sektörlerin
yeniden devletleştirilmesi, doğaya da çok zarar veren büyük
çaplı tarım ve hayvancılık üretimine son verilmesi, evrensel
temel gelir uygulaması vb. ile sınırlı reformist talep
setleri/perspektifler oluşturuyor.” (7.
makaleden)
Bir
taraftan söz konusu kişileri, çevreleri sistem dışına
çıkmamakla, ‘ıslah edilmiş bir kapitalizm’i savunmakla
eleştiriyorsunuz, ama
diğer
taraftan da aynı talepleri “şartlı” savunuyorsunuz.
İşin
içine “Ufkumuzu
sadece bu reform talepleriyle sınırlamadığımız sürece bu
taleplerin kendisinde bir yanlışlık yok”, “...Keza teorisiz
bir pratik –çoğu kez eğrisinin doğrusuna denk gelmesinin de
yardımıyla- bir dönem ya da belirli bir konuda şampanya köpüğü
gibi kabarsa bile arkasını getiremez.”
ve
“Taktik
eylemler...onların
sonuçları, kendi başına, dolaysız etki bakış açısından
değil stratejinin görevleri ve ona etkisi bakımından
değerlendirilmelidir”i
sokmakla yukarıdaki talepleriniz, sosyal demokratların,
“Post-Marksist”lerin, reformistlerin, keynescilerin vb.
çevrelerin taleplerinden farklı mı oluyor?
Sizin
bu “şart”ınız pek
açıklayıcı, inandırıcı olmuyor. Olmuyor, çünkü o “şart”
çıkartılınca geriye eleştirdiğiniz kişi ve çevrelerin
savunduklarından başka bir şey kalmıyor. Birazcık,
Marksizm veya Leninizm, birazcık Stalin sosu durumu kurtarmıyor. Bu
sos, sizi reformist anlayışları savunmaktan öte bir yere
koymuyor. Şüphesiz reformist talepler de savunulabilir. Ancak,
ayrım çizgisi, aynı zamanda devrim çizgisidir. Sizin
anlattıklarınızda “sos”un ötesine geçen bir anlayış
göremiyorum. Keskin olmalısınız demiyorum. O ayrı bir konu.
Yukarıya
aktardığım anlayışlarınızın, taleplerinizin içinden o “sos”u
çıkartınca geriye devrimci olan ne kalıyor H. Selim. Açan? Bunu
düşünmelisiniz.
En
önemli “tık”ınız
şu
olsa gerek:
“Uzun
sözün kısası bundan 50, 70 hatta neredeyse 100 yıl öncesinin
başarılarıyla övünmeyi marifet sayan bir düşünce donması ve
bürokratik çehreyle toplumların karşısına çıkacağımıza,
proletarya sosyalizmini bilimsel temellere oturtan Marksist Leninist
teorinin devrimci yöntemi ve ruhunu kuşanarak hem tarihsel
başarılarımız kadar başarısızlıklarımızın gösterdiği
derslerden hem de insanlığın toplumsal üretici güçlerinin,
bunun bir parçası olarak bilim ve teknolojinin günümüzde
ulaştığı düzeyden yararlanarak insanlığın karşısına çekim
gücü yüksek bir sosyalist program ve politikalarla çıkmak çok
mu zor?..”
Ancak
H.
Selim Açan’ın
anlamadığı şu: Devrim iddiasında olan her örgütün böyle bir
programı
var. Açan’ın da böyle bir programının olması gerekir.
Eğer
bunları coğrafyamızda birleştirmek istiyorsanız,
“insanlığın
karşısına çekim gücü yüksek bir sosyalist program ve
politikalarla çıkmak” istiyorsanız
o fırsat çoktan kaçtı.
İdeolojik
şirazenin kaydığı yerde yeni bir
şey
çıkmaz H.
Selim Açan!