DOĞU
AKDENİZ'DE KESKİNLEŞEN REKABET VE SAVAŞ TEHLİKESİ*
Doğu
Akdeniz, son yıllarda keşfedilen petrol ve doğal gazdan dolayı
emperyalist ve kıyıdaş ülkeler arasında giderek keskinleşen bir
rekabet alanı olmanın ötesinde tarihsel olarak da jeopolitik
konumu ve bu bağlamda stratejik önemi bakımından her zaman büyük
güçler tarafından elde tutulması gereken alan olarak görülmüştür.
Doğu
Akdeniz, Avrupa-Asya-Afrika kıtalarını birbirine bağlayan; aynı
zamanda, Kuzey-Güney, Doğu-Batı yönlerinde dünyanın önemli bir
kavşağıdır; Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul
Boğazı üzerinden Karadeniz'e; Cebelitarık Boğazı üzerinden
Atlantik Okyanusu ve Süveyş Kanalı üzerinden de Hint Okyanusu'na
açılan ve böylece önemli kara bölgelerini ve deniz alanlarını
birleştiren bölgedir; Ortadoğu'nun Akdeniz'e, Ege'ye, Karadeniz'e,
Kızıldeniz'e ve Atlantik'e açılan kapısıdır. Bu coğrafi
konumundan dolayı Doğu Akdeniz, dünya ticaretinde önemli bir
merkez durumundadır; dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 30'nun,
Avrupa ticaretinin yüzde 40'ının; deniz yolu petrol ticaretinin
yüzde 20'sinin bu bölgeden geçmesi alanın önemini
göstermektedir.
Son
yıllarda bu bölgede keşfedilen ve potansiyel olarak varlığı
kabul edilen petrol ve doğal gaz nedeniyle bölge önde gelen
emperyalist ülkelerin ve kıyıdaş ülkelerin deniz gücünün
gövde gösterisi, hak talebi için karşılıklı itiş kakış
içinde olduğu bir alandır.
Enerji
zenginliğine sahip olmak ve bu zenginliği başta AB'de olmak üzere
dünya pazarlarına sevk etmek için şimdiye kadar paylaşım ve
boru hattı hamleleri yapılmıştır.
"Akdeniz
Stratejik İttifakı"nı oluşturan Kıbrıs Rum Kesimi,
Yunanistan, Mısır, İsrail ve Lübnan bölgedeki doğal gazın
işletilmesinde, pazarlanmasında ve ülkelerin kıta sahanlığı
paylaşımında anlaştılar. Savaşta olan Suriye ve bilinçli
olarak da Türkiye ve Kuzey Kıbrıs bütünüyle bu sürecin dışında
bırakıldılar. Oyuna gecikmeli giren Türkiye, Libya'da BM'nin
devlet olarak tanıdığı "Ulusal Mutabakat Hükümeti"
ile 27 Kasım 2019'da imzaladığı anlaşmayla Doğu Akdeniz'deki
Kıta Sahanlığı/Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarını
belirledi. Bu anlaşmadan sonra bölgenin daha önce "Akdeniz
Stratejik İttifakı" ülkelerinin çıkarlarına göre
paylaşılmışlığı tartışmalı hale geldi; en azından Türkiye
bu paylaşmayı çöpe attığını, kendisi açısından hiçbir
hükmünün olmadığını açıkladı ve Doğu Akdeniz ve Libya'daki
faaliyetiyle soruna ne denli önem verdiğini ortaya koydu.
Türkiye'nin
Libya ile yaptığı anlaşmaya dayanarak Yunanistan'ın ‘benim
saham' dediği deniz alanlarında sondaj çalışmalarını
başlatması ve sonra Almanya'nın araya girmesiyle bu faaliyetin
durdurulması, her iki ülkenin savaşın eşiğinde döndükleri
biçiminde yorumlanıyor. Türkiye bu türden sondaj faaliyetine
yenide başladı. Bu da bu bölgede keskinleşen rekabetin sıcak
çatışmaya doğru evrilebileceğini göstermektedir.
Doğu
Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın çıkartılması ve
pazarlanması sorunu/rekabeti, bölge ülkeleri ve emperyalist güçler
arasında ittifakların yeniden şekillenmesine neden olmuştur.
Başlangıçta Suriye iç savaşının biraz gölgesinde kalan bu
kaynaklar üzerine bölge ülkeleri (Filistin, İsrail, Kıbrıs,
Türkiye, Mısır, Suriye ve Lübnan) ve emperyalist güçler
(ABD/AB-Rusya ve "derinden" gelen Çin) arasındaki
rekabet, Rusya'nın Suriye'de savaşa aktif katılmasıyla
keskinleşmiştir. Suriye'de iç savaşın nasıl sonuçlanacağı
açık ki, Doğu Akdeniz'in de hangi güçlerin hakimiyetinde
olacağını belirleyecek derecede önemlidir.
Türkiye
hariç diğer ülkelerin münhasır ekonomik bölge sınırlarını
tespitinde uluslararası enerji tekelleri ve onlarla bağlam içinde
farklı emperyalist güçler belirleyici bir rol oynadılar.
Dolayısıyla, enerji kaynaklarının daha işlenmediği bu dönemde
ortaya çıkan rekabet, bölgenin paylaşımıyla ilgilidir. Bunun
ötesinde bu bölgede elde edilen petrol ve doğal gazın başta
Avrupa olmak üzere dünya pazarlarına nasıl; hangi güzergah
üzerinden sevk edileceği sorunu da henüz çözülmemiştir.
Bu
durumda bir taraftan kaynakların paylaşımı ve enerjinin pazarlara
sevkiyatı için rekabet söz konusudur. Bu rekabetin bir tarafında
Türkiye dururken diğer tarafında Yunanistan, İsrail, Lübnan ve
Mısır durmaktadır.
ABD
bu rekabette açıktan taraf olmamaktadır, en azından görünüm
böyle. Aynı şekilde AB de arabuluculuk, diplomasi vb. türden
girişimlerin ardında durarak Türkiye'ye karşı açıktan bir
tavır içinde gözükmemekte, ama her hal ve hareketiyle AB üyesi
Yunanistan ve Güney Kıbrıs yönetiminin haklarını savunmaktadır.
ABD
ve AB (Fransa) Ege'de ve Güney Kıbrıs'ta üsler kurarak bölgedeki
gelişmelere doğrudan müdahil olacaklarını gösteriyorlar; zaten
donanma güçlerinin de orada olması bunun açık bir ifadesidir.
Çin'in
ne yapacağı, soruna ne zaman doğrudan müdahil olacağı bilinmez.
Ancak "büyük" hesap yapmak zorunda kalacaktır. ABD'ye
karşı bölgedeki rekabeti, AB ile ilişkileri geliştirme anlayışı,
Rusya ile çelişkilerini geliştirmeme anlayışı, Türkiye'yi
kazanma anlayışı, Çin'in Doğu Akdeniz'de daha çok liman
değiştireceğini göstermektedir.
Faşist
diktatörlük, yeni ulusal güvenlik politikasına göre Türkiye'nin
ulusal çıkarlarını, burada Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını
Libya üzerinden savunacağını çok açık bir biçimde ilan etti
ve gereğini yapmak için de ne denli kararlı olduğunu gösteriyor.
Ancak, bu yeni ulusal güvenlik politikasının Rojava'da nasıl
uygulandığını biliyoruz: ABD ve Rusya ile oluşturduğu
zorunlu-çelişkili ittifak sayesinde Rojava'nın bir kısmını
doğrudan işgal etti. Şimdi Libya'da ve Doğu Akdeniz'de
hangisiyle; ABD mi veya da Rusya mı ile zorunlu-çelişkili bir
ittifak kurarak Libya'daki işgalini ve Doğu Akdeniz'de Libya ile
yaptığı anlaşmanın sonucu olan Kıta Sahanlığı/Münhasır
Ekonomik Bölge sınırlarını savunacaktır. Bu, tamamen açık.
Ancak, hikaye aynı: Dünya çapında jeopolitika üretme ve uygulama
yeteneğine sahip olan ABD ve Rusya, nasıl ki, Suriye eksenli
Ortadoğu'da Türkiye'yi kendi yanında görmek için adımlar
attılarsa ve bu da Türkiye'nin işine yaradıysa aynı politikayı,
daha da zor olmasına rağmen Doğu Akdeniz ve Libya'da da
uygulayacakları mümkün gözükmektedir. Doğu Akdeniz'de işin
içine Çin'in karışmasıyla durum daha da çetrefilli olacaktır.
Her üç dünya gücü, bölgedeki hakimiyetini gerçekleştirmek
veya bölgeyi kendi aralarında "dengeli" paylaşmak için
kime yaslanacaklarını göreceğiz. Tek aday Türkiye'dir. Diğer
kıyıdaş ülkelerden hiçbiri Doğu Akdeniz'de hakimiyet konusunda
Türkiye'nin taşıdığı mevcut ve potansiyel güç ve imkanlara
sahip değildir.
ABD
ve Rusya'nın doğrudan müdahil olduğu bir yerde AB'nin sözü
geçmez; AB'nin engeli, bölgeye özgün bir politika geliştirememiş
olmasıdır. Bu yönde attığı adımlar sonuç vermemiştir.
Örneğin "Akdeniz Birliği" kurmak için çabası hüsranla
sonuçlanmış, Akdeniz alanı içinde kendi üyesi olmayan ülkelerle
politikalarını ortaklaştıramamıştır. Bunun yerine Libya
örneğinde olduğu gibi ikili ilişkilerle bu alanda etkili olmaya
çalışmıştır, çalışmaktadır. Bunu Suriye'de gördük. Ancak
AB ülkesi olan Fransa tekil olarak, nasıl ki Suriye'de ABD'nin
gölgesinde tutunmaya çalışıyorsa Doğu Akdeniz'de de ABD'nin
yanında tutunmaya çalışacaktır.
Kapitalizmde
adaletli bir paylaşım söz konusu olmaz. Bu sistemde paylaşımın
dayanağı güçtür. Gücün varsa, payın da gücün oranında
olur.
ABD
ve Rusya, Doğu Akdeniz'in paylaşımı için doğrudan savaşa
girmezler. Aynen Suriye ve Libya'da olduğu gibi hareket ederler.
Doğu
Akdeniz'de vekiller savaşı, kıyıdaş ülkeler arasında savaş
olacaktır; bir taraftan Türkiye diğer taraftan da Mısır, İsrail,
Lübnan, Yunanistan, Güney Kıbrıs arasında bir savaş olur mu?
Başlı başına bir savaş programı olan diktatör Erdoğan'ın
yeni ulusal güvenlik politikasını geçerli kılmak için
direteceği açık. Ancak, Türkiye kendine dayatılan bu paylaşımı
reddetmiştir. Bu paylaşımın gerçekleşmesi için güç kullanımı
esastır. Diktatör Erdoğan önderliğinde Türkiye, bu paylaşımı
kabul etmediğini, gerekirse güç kullanmaya hazır olduğunu
açıklamıştır.
Çelişkilerin
nereye doğru evrildiğini göreceğiz.
Doğu
Akdeniz'de keskinleşen rekabet ve savaş tehlikesi, bölge
zenginliklerinin talanına, bu amaçlı savaş tehlikesine karşı
mücadeleye davetiye çıkartıyor; bölge ülkelerinde ilerici,
antiemperyalist devrimci güçlerin bu talana ve savaş tehlikesine
karşı mücadeleyi ortaklaştırarak sürdürmelerinin maddi zemini
hiç olmadığı kadar mevcuttur. Bu aynı zamanda bölgesel devrim
anlayışının başka bir alanda, başka koşullarda geliştirilmesi
anlamına gelir.
Arka
planda ABD ve Rusya'nın durduğu bölgesel "it dalaşı"na
karşı uluslararası duyarsızlığı kırmak da bu mücadeleyi
ortaklaştırmaktan geçmektedir.
*)
11 Ağustos 2020 tarihli
ETHA’da yayınlandı.