İYİ
POLİS-KÖTÜ POLİS POLİTİKASIYLA AB
DOĞU AKDENİZ’DE SÖZ
SAHİBİ OLMAK İSTİYOR
Son
birkaç gün içinde Doğu Akdeniz’de sular ısınmanın ötesinde
kaynamaya başladı. Yunanistan’ın kıta sahanlığı hak talebi,
daha doğrusu burası benim demesi ile Türkiye’nin Libya ile
yaptığı anlaşma sonucunda bu alana giremezsin demesi karşımıza
sadece Türkiye-Yunanistan anlaşmazlığı olarak çıkmıyor. Arka
planda Doğu Akdeniz’de Türkiye-AB rekabeti var.
Son
birkaç günde karşılıklı laf düellosu:
A.
Merkel’in, geleneksel yaz mevsimi basın toplantısında yaptığı
açıklamadan: "AB üye ülkeleri olarak hepimizin, Yunan
dostlarımızın haklarını ve söylediklerini ciddiye alma ve haklı
oldukları yerde destekleme görevimiz var. Ancak ben gerilimin
artmaması için çaba sarf ettim. Bu bazen sadece her iki tarafın
tekrar tekrar konuşmasıyla mümkündür. Ekonomik bölgelerin pay
edilmesine ilişkin oradaki tartışmalar ancak birlikte
yürütülebilir. Almanya, bunun için çaba sarf ediyor.”
Fransa
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yoğun olarak Türkiye
ilişkilerini ele alıyoruz. "Bu ilişkiler çok yönlü.
Türkiye, NATO müttefikidir. İhtilaf, iki NATO üyesi arasında. Bu
bizi kayıtsız bırakamaz. Bu nedenle bile ittifak içindeki bu
şeyleri açıklığa kavuşturmak lazım."
Avrupa
Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek
Temsilcisi Josep Borrell ve Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas,
Doğu Akdeniz'deki gerilime ilişkin yaptıkları açıklamada
Türkiye'ye yaptırımlar konusunda bir taslak metin üzerinde
anlaşıldığını söylediler.
Türkiye
Dışişleri Bakanlığı, AB'nin Doğu Akdeniz ile ilgili sözlerine
yönelik açıklamasında "AB’nin ülkemizin kendi kıta
sahanlığı içinde yaptığı hidrokarbon faaliyetlerini
eleştirmesi ve bunları durdurmamızı talep etmesi haddine
değildir" dendi.
Dışişleri
Bakanlığı Sözcüsü Aksoy, "AB, çözüm arzu ediyorsa
tarafsız davranmalı. Meseleye
samimiyetle bir çözüm bulunması isteniyorsa, Yunanistan ve
GKRY’nin bu durumun artık sürdürülemez olduğunu görmesi ve
arkalarındakilerin yanlış hesaplarıyla hareket etmemeleri
gerektiğini anlamaları lazımdır. Sonuç olarak, AB Doğu
Akdeniz’de çözüm arzu ediyorsa tarafsız davranmalı ve dürüst
bir arabulucu olmalıdır" açıklamasını
yaptı.
Fransa
Cumhurbaşkanı E. Macron, Doğu Akdeniz'de yaşanan gerilimle
bağlam içinde yaptığı açıklamalarda 'Türkler sadece eyleme
dönüşen sözlere saygı duyar' ifadesiyle
diktatör Erdoğan’ın damarına bastı.
Diktatör
Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile telefon görüşmesinde
Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin ele alındığını açıkladı.
Son
bir kaç gündür karşılıklı tehdit ve diyalog açıklamaları ve
çağrıları birbirini kovalıyor. Soruna taraf olanlar (Türkiye ve
Yunanistan) ve taraf olmak isteyenler veya yapılanlar (AB, Almanya,
Fransa, NATO), bunların dışında ABD, “Sorunların
diyalogla çözülmesi”nden
bahsediyorlar.
Ancak,
diyalog için açık ve kapalı şartlar
koşuluyor. Türkiye D. Akdeniz’deki arama, sondaj faaliyetini
durdursun koşulu öne sürülüyor. Türkiye burası benim hakkımdır
diyor ve
diktatör Erdoğan’ın
Malazgirt Savaşı’nın 949. yıl dönümünde yaptığı konuşmada
“Türkiye
Akdeniz’de, Ege’de, Karadeniz’de hakkı olanı alacaktır.
Yaparız diyorsak yaparız ve bedelini de öderiz. Varsa bedel ödeme
pahasına karşımıza çıkmak isteyen buyursun gelsin” açıklaması
diyalog-tehdit
karışımlıdır.
Taraflar, istediklerini alabilecekleri bir diyalogdan yanalar. Bu
nedenle de bu çağrıların bir anlamı kalmıyor.
Türkiye’nin
Libya’da taraf olmasından bu yana hem Almanya’nın hem de
Fransa’nın, dolayısıyla AB’nin rahatı kaçtı. Hele Doğu
Akdeniz’de Türkiye’nin Ulusal Mutabakat Hükümeti’yle
(UMH) "Deniz Yetki
Alanlarının sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası"
imzalamasıyla Doğu
Akdeniz’de sular kaynama derecesine geldi. Kim haklıdır, kim
haksızdırdan bağımsız olarak Doğu
Akdeniz’de söz sahibi olmak isteyen güçlerin bir kısmı
doğrudan açığa çıkarken bir kısmı (ABD ve Rusya) bekle-gör,
kendi çıkarlarını kollama
modunda.
Ne
Almanya ne de Fransa bu bölgede fazla bir
şey yapabilecek, bırakalım
Rusya ve ABD’yi Türkiye’ye dahi söz geçirecek durumda
değiller. Diğer taraftan bu iki ülkenin Libya ve Doğu
Akdeniz politikaları da örtüşmemektedir. Her ikisi de AB içinde
birbiriyle rekabet eden, ama aynı zamanda AB’yi ayakta tutan,
uzlaştıkları politikalar doğrultusunda yönlendiren emperyalist
güçlerdir.
AB’nin,
yapısından dolayı, ekonomik entegrasyon olmanın ötesinde bir
yapılanma olmamasından dolayı ne dış politikada ve ne de buna
bağlı olarak jeopolitik açılımlarda ortak hareket, ortak
politika
tespit edecek durumdadır.
Dış politika ve jeopolitik açılımlarda her bir ülke kendi
sermayesinin
çıkarları doğrultusunda
hareket etmektedir. Yani AB’nin,
bütün üyelerini temsil eden
somut bir dış politikaları yoktur.
Avrupa'dan,
Yakın Ortadoğu'dan ve Afrika'dan 43 ülkenin
(27 AB üyesi ülke ve
Akdeniz'e kıyısı olan 16 ülke) katılımıyla
13 Haziran
2008’de kurulan “Akdeniz
Birliği” ölü doğmuş
çocuktur.
AB, kendi içindeki rekabetten dolayı Akdeniz Birliği olarak
şimdiye kadar ortak bir politika oluşturamamıştır. Dolayısyla
gerek Libya’da ve gerekse de Doğu Akdeniz’de her ne kadar AB
dillendirilse de Almanya ve Fransa kendi emperyalist politikalarına
göre hareket etmekteler.
Aynı
durumu Suriye’de de gördük ve görmekteyiz. Suriye eksenli
Ortadoğu’da AB’nin esamesi okunmamakta. Ancak bu alanda Fransa,
Almanya’dan daha önplandadır. O da ABD’nin gölgesinde hareket
ettiğinden dolayıdır.
Şimdi
bu iki güç, AB adına AB üyesi olan Yunanistan’ın “haklarını”
korumak için harekete geçtiler. Fransa sert
gücü, Almanya da
yumuşak gücü
temsil ediyorlar. Hal ve hareketleriyle Almanya Türkiye’ye havuç
veriyor, Fransa’da sopa gösteriyor.
Bu
politika ne kadar başarılı olur onu zaman gösterecek. Ancak, Türk
burjuvazisi
Doğu
Akdeniz’deki hakkından vazgeçmeyeceğini hal ve hareketiyle,
yaptığı araştırma ve sondaj faaliyetiyle
göstermektedir.
Bu
alandaki pastanın oldukça büyük olduğu sürekli söylenmekte.
AB’nin 30 yıllık enerji tüketimini
sağlayacak kapsamda bir potansiyelden bahsedilmektedir. Almanya ve
Fransa bu pastadan aslan payını almak amacıyla oradalar. Doğrudan
orada olmaları mümkün olmadığı
için Yunanistan’ı AB üyesi olarak öne sürerek oradalar.
Almanya
ve Fransa, bir ABD, Rusya ve herhalde pek yakında göreceğimiz gibi
bir Çin olamadıkları için kendi başlarına Doğu
Akdeniz’de olamıyorlar. Bu iki ülke güçlü olmanın “hukuku”na
veya hukuksuzluğuna dayanarak Doğu Akdeniz’de
olacak derecede güçlü
değiller. Bugünün Almanya’sı ve Fransa’sı II. Dünya Savaşı
ve öncesinin
Fransa’sı ve Almanya’sı değildir. Onlarda bunu biliyor ve Doğu
Akdeniz’e diğer kıyıdaş ülkelerin MEB sahasına dokunmuyorlar,
tartışmalı yapmıyorlar.
Ancak, paylaşıma açık
olarak gördükleri Türkiye’nin MEB sahasına göz dikmiş
durumdalar.
Bu
bölgede esas oyuncu olarak ABD ve Rusya güncel olarak sahaya
Almanya ve Fransa yoğunluğunda
inmiş durumda değiller. Her ne kadar ABD, hala Türkiye-Yunanistan
arasında “sen de haklısın-sen de haklısın” konumunda olsa da
Rusya ve Türkiye’nin atacağı adıma göre nerede durduğunu
gösterecek.
Aslında
Doğu Akdeniz’deki bu AB-Türkiye veya Almanya+Fransa-Türkiye
rekabetinde Almanya
ve Fransa’dan
ziyade Türkiye'nin
tavrı safları
netleştirecektir.
Mısır, İsrail ve Suriye’nin nerede
durdukları belli. Ne yapacağı belli olmayan Lübnan’dır.
Geriye
tartışma götüren, rekabet edilen alanlar olarak Libya ve Doğu
Akdeniz’de Türkiye'nin
MEB ilan ettiği alan kalmaktadır.
Libya’daki
şimdilik sessizliğe bürünmüş durum ne kadar devam eder, oradaki
mevcut ittifaklaşma Doğu Akdeniz’e olduğu
gibi yansır mı, bu henüz bilinmiyor.
Her
halükarda Doğu Akdeniz’de
Türkiye-AB arasındaki rekabete Rusya ve ABD doğrudan müdahil
olacaktır. Böyle bir alanda hem enerji, enerjinin
pazara sevkiyatı ve bölgenin jeopolitik
konumu
açısından ABD ve Rusya’nın soruna doğrudan müdahil olmamaları
düşünülemez.
İşin içine Çin de mutlaka
bir biçimde girecektir. Doğu Akdeniz, onun Afrika, Ortadoğu ve
Avrupa’ya açılma politikasını doğrudan etkilemektedir.
Türkiye
ile Yunanistan arasında son günlerde yaşanan denizdeki ve havadaki
savaş gemileri ve savaş uçakları arasındaki “it dalaşı”
çatışmaya her an evrilebilir. Ancak ne AB ve ne de NATO, muhtemel
çatışmanın Türk-Yunan savaşına evrilmesini istemezler, buna
kesin karşı gelirler. Çünkü bu durumda birbirine karşı savaşan
iki NATO üyesi, NATO’nun varlığının sorgulanmasına neden
olur. Bir savaş durumunda hiçbir AB ülkesi, Yunanistan yanında
Türkiye’ye karşı savaşa girmez. Bunun bir dizi nedenleri
vardır. İlk akla gelen soru şu olur: Bunun bana getirisi ne olur?
Ve bu durumda AB hangi zorluklarla karışı karşıya kalır? AB
içinde bu soruyu sorabilecek iki ülke vardır. Almanya ve Fransa.
Bakmayın Fransa’nın “diklenen” Cumhurbaşkanına ve
Yunanistan yanında yer alan Almanya Başbakanına; iş ciddiye
bindiğinde Alman ve Fransız tekelci burjuvazisinin
jeopolitik/jeostratejik aklı üstün gelecektir ve
savaşmayacaklardır.
Ancak,
diktatör Erdoğan’ın çatışmayı fırsat bilerek işi savaş
boyutlarına taşıması mümkündür.