deneme

6 Nisan 2020 Pazartesi

KOVİD-19 GÜNLERİNDE “ORTAYA KARIŞIK” NOTLAR VE SORULAR


KOVİD-19 GÜNLERİNDE “ORTAYA KARIŞIK” NOTLAR VE SORULAR

Fetişleştirilen Diktatör Kovid-19 Ve Hem Nalına Hem Mıhına Vuranlar!

Özneye, özne olmaya, özne olma iddiasına; bu işi biz yaparız, misyonumuz budur iddiasına ne kadar yakınız?
Özneyi kendi dışımızda arayacak kadar yakınız. Bu işi biz yaparız diyenimiz var mı? Yok, ne idüğü belli olmayan “çeşitli” sosyalistler, komünistler vs. Her halde bunların içinde her türden devrim ve mücadele kaçkını, bütün mesleği Marksizm-Leninime karşı mücadele etmek olan ve bu nedenle de burjuvazi tarafından desteklenen bilumum “Post-Marksistler” ve tabii ki, troçkistlerin de var. 

Neredeyse insanlığı sosyalist insanlık, sıkılmasak komünist insanlık ilan edecek duruma geldik. Bir burjuva insanlık demediğimiz kaldı. Peki, şu Kovid-19 günlerinde sosyalizmi tarif edenimiz var mı? Soyut, herkesin kabulleneceği bir sosyalizmden milim sapmamaya bayağı özen gösterilmektedir. Mademki sosyalizmi benimsiyoruz, peki neden somutlaştırmıyoruz? Şu Kovid-19 günlerinde; burjuva sağlık sisteminin çöktüğü günlerde sosyalizmin sağlık sorununu nasıl çözdüğünü neden döne döne anlatmıyoruz? Sosyalizmin somut propagandası için bundan daha büyük “fırsat” olur mu? Tamam, Çin’de sosyalizm kurulmadı, ama en azından Mao döneminde sarığınla karşı mücadele edildi; halk sağlığı için adımlar atıldı. Peki, Çin’de sosyalizmin kurulduğunu savunanlar, o dönemde halk sağlığı için atılan adımları neden bugün bilince çıkartarak burjuvazinin sağlık sistemine karşı mücadele etmiyorlar? Neden SSCB’de bu alanda atılan devasa adımların propagandasını SSCB’nin sosyalist olduğunu (en azından 20. kongreye kadar) savunanlardan hiç duymuyoruz?
Kapsayıcı olmak adına olsa gerek, sosyalizmi genel kavramlara sığdırmaya bayağı yatkınız, ama onu somutlaştırmanın çok uzağındayız...
Özgürlük mü dediniz!
Burjuvazi sokağa çıkma yasağı, sınırlandırma der demez aklımıza ilk gelen bireysel özgürlük oldu. Yoksa olmadı mı? Bireysel özgürlüğümüzü elimizden alamazsın, sınırlandıramazsın diyerek neredeyse protesto amacıyla sokağa çıkacaktık. Ama bireysel özgürlüğüme dokunamazsınla köpürürken aklımıza sınıfsal özgürlük gelmedi; toplum umurumuzda bile değildi; biz’in yerinde ben duruyordu.
Bireysel özgürlük analayışı bizi kör ettiği için, sınıfsal özgürlükten ne kadar uzakta olduğumuzu anlayamadık, anlayamıyoruz!

Hayat eve sığmaz mı dediniz?
Sığıyor, bayağı sığıyor! Ölümle kucak kucağa çalıştırılanlar hariç hiç kimse dışarı çıkmıyor veya “hayat eve sığmaz”dan hareketle dışarı çıkan olmuyor. “Sol”, diktatörün sözünü bugüne kadar hiç böyle dinlememişti. Dışarı çıkma diyor, çıkmıyoruz; evde otur diyor evde oturuyoruz! Tabii, buna uymayanlar da var. Bayağı kalabalık bir insan yığını, bildiğini okuyor; adeta diktatöre kafa turacasına sokağa çıkıyor, evde oturmuyor.

Şu Kovid-19 günlerinden geçiyor olmasaydık, ideoloji pek aklımıza gelmezdi. Gerçekten de kahrolası koronasız yıllarda ideolojinin gözümüzde adeta beş paralık değeri yoktu; çok ideolojili olma adına ideolojisizliği savunur olduk. İdeolojiden ziyade ideolojisizliğe yakındık. Ama şimdi korona sayesinde ideolojiyi hatırladık, öyle bir hatırladık ki, doğru olarak, koronaya karşı mücadeleyi bir ideolojik mücadele olarak ilan ettik. Yoksa öyle olmadı mı?

Kovid-19, bize eski günleri hatırlattı. Ne kadar da özlemişiz o günleri...
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyoruz, başka bir şey demiyoruz. Peki, hiçbir şey eskisi gibi olmayacağı anladım da, nasıl olacağını bir türlü anlayamıyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktan ne anlaşılıyoru anlayamadım. Ancak, hiçbir şey gelecekte Kovid-19 günleri gibi, neoliberal koşullarda yaşam gibi olmayacak. Bunu anlıyorum. Ne olacak konusunda geriye iki yol kalıyor. Yollardan birisi keynesçi kapitalizme duyulan dindirilemez özlem, yani 1950’li, ‘60’lı, ‘70’li yıllara duyulan özlem. Diğer yol ise çok radikal, insanları korkutacak kadar radikal; ne idüğü belli olmayan bir dünya devrimi! Sistem ha çöktü ha çökecek! Kapitalizm “sistem krizi” içinde can çekişiyor. VE dünya çapında sosyalizm dillerden düşmez olmuş! Kovid-19’dan dolayı neredeyse her dünyalıyı sosyalist, komünist yaptık! Yoksa öyle olmuyor mu?

Bence bu yollar çıkmaz sokaktır. Keynesçi kapitalizme dönülüp dönülmemesi önemli değil. Kapitalizmin, keynesçiliğe asla dönülmez diye bir nesnel yasası yok. Bundan en çok korkanlar, neoliberaller değildir. Bundan en çok korkanlar, geriye dönüş asla olmaz diyenlerdir. Şimdi onları geriye dönüş ya olursa korkusu sarmıştır. Bu salgının biraz uzaması, şu anda ölümle yüz yüze çalıştırılan işçilerin de üretimden çekilmesi, yani üretimin çok yavaşlaması, dünya çapında başta işçi sınıfı ve emekçi yığınlar olmak üzere yüz milyonlarla ifade edilen kitlenin tepkisinin eyleme dönüşmesi, sermayeyi kara kara düşünmeye sevk edecektir. O zaman görürüz, bugün bol keseden atıp tutanları, gayet radikal olarak asla olamaz, geriye dönülmez diyenleri.

Ancak, bazı şeyler mutlaka olacaktır; bazı özgün süreçlerden geçeceğiz ve gerçekten de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır:
-İdeolojiye bakış eskisi gibi olmayacaktır.
-Marksizm-Leninizme bakış eskisi gibi olmayacaktır.
-İşçi sınıfına bakış eskisi gibi olmayacaktır.
-Marksist-Leninist parti olup da, işçi sınıfından bihaberlik olmayacaktır.
-Sosyalizm denince SSCB yeniden akıllara kazınacaktır.
-Emperyalist küreselleşmenin uluslararasılaşmış sermaye ve üretimin hareketine, doğrudan kar oranı seyrine bağlı olduğu anlaşılmış olacaktır.
Eskisi gibi olmayacaklar saymakla bitmez...

Şu Kovid-19 günlerinde yazılıp çizilenlere bakınca ilk aklıma gelen “Yoldaş Pançuni” oluyor. Gerçekten de sanki her köşede bir “Yoldaş Pançuni” var; “Yoldaş Pançuni” yazıyor, çiziyor, direktif veriyor, planlıyor, örgütlüyor... Ama “Yoldaş Pançuni”nin yaptıklarından kimsenin haberi yok...
Bu bakımdan gerçeklerden “Yoldaş Pançuni” kadar uzağız veya o, gerçeklere ne kadar yakınsa biz de o kadar yakınız!

Salgından, Kovid-19’dan bir kriz çıkartacak kadar hızlıyız. Yani kolera krizi, verem krizi, çiçek krizi, veba krizi gibi. Biraz garip oldu, ama fark etmez. Sadece kriz üretmekte ne kadar mahir olduğumuzu hatırlatmak istedim.

Sosyalizmi yeniden keşfettik diyemem, ama şu Kovid-19 olmasaydı sosyalizmi bu kadar özlediğimizi bilemeyecektik. Bırakalım sosyalizmi, komünizmi dahi bu kadar yakınlaştıran Kovid- 19’dur. Ancak bu sevgi kuru bir sevgidir, özlemdir. Sosyalizm nedir diye sorsalar, somut bir cevabımız yoktur; abartmayalım herkesin yoktur. Lenin’in deyimiyle “hergele” Troçki’ye göre sosyalizmde para, sınıf, sınır yoktur. Dolayısıyla insanlık tarihinde böyle bir sistem henüz yaşanmamıştır. SSCB’de sosyalim kurulmamıştır, sadece denemeler olmuştur. Peki, şu Kovid-19 günlerinde, sosyalizm özleminin tavan yaptığı bu günlerde şu sosyalizmi somutlaştırarak propagandasını yapsak ne olur? Ne kaybederiz? Hani kapitalizmde sağlık sistemi çöktü; kapitalizmde sağlık hakkı yok, ancak paran kadar sağlık satın alabilirsin diyoruz ya! Ama sosyalizmde sağlık hakkın var, dinlenme hakkı vb. vardır desek ne olur? Bu karşılaştırmayı yapmanın ve sosyalizmi somutlaştırmanın önünde bir engel var mı? Yok. O zaman neden yapılmıyor bu propaganda?

Şu Kovid-19 günleri olmasaydı, bu kadar radikal olabileceğimiz hiç aklıma gelmezdi. Radikal mi radikaliz. Troçkist sitelere bakmıyorum, onlar da bir radikallik yarışına girmişler gibi. Çok radikal olabiliriz. Ancak “Yoldaş Pançuni” kadar radikal olamayız. Çünkü “Yoldaş Pançuni” radikalliğini bizzat yaşayan birisiydi.
Bizdeki radikallik ise çok değişik bir radikalliktir:
-Yorum radikalliği,
-Tespit radikalliği,
-Kendiliğindenciliğe tapma radikalliği,
-Özneyi başka yerde arama radikalliğini,
-Kendini özne olarak görmeme radikalliği.

Örgütlerin yazıp çizdiklerine bakın: Hiçbir ben yaparım demiyor; benim programımda bunlar var demiyor. Bu benim tarihsel misyonumdur demiyor. Yapılmalıdır, olmalıdır vs. deniyor. Akıl veriyor; yapacak olanlara yol gösteriyor. Özne olarak akıl bende iddiasında bulunmuyor.

Kendiliğindenciliğe ne kadar yakınsak, Marksizm-Leninizmden de o kadar uzağız.

Ama bu konuda troçkist tetikçilerin bizden bir adım ileride olduğunu kabul etmek gerekir.
En azından dünya devriminden, salgınla birlikte kapitalizmin sistem krizinin, kapitalizmi çökmeye götüreceğinden; bütün bu öngörülerin Troçki’ye ait olduğundan bahsediyorlar, bunun propagandasını yapıyorlar. Troçkist eğilimlerin (“akımlar”ın) her biri kendi yarattığı Troçki’nin propagandasını yapıyor, Marksist-Leninistler Marksizm-Leninizmin propagandasını yapmıyor. Neden?

Şöyle düşünelim:
Bir Troçkist tanımını yaptığı bir dünya sosyalist devriminden bahsediyor. Kapitalizmin sistem krizinden bahsediyor ve kapitalizmin çökeceğine işaret ediyor ve ilham kaynağının Troçki olduğunu avazı çıktığı kadar bağırıyor.
Ama bir Marksist-Leninist tanımını yapamadığı bir dünya sosyalist devriminden bahsediyor, Marksist-Leninist politik ekonominin geliştirdiği kapitalizmin genel krizinden bahsedemiyor, kapitalizmi çökertecek, ortadan kaldıracak olan sınıfın işçi sınıfı olduğu düşüncesini işleyemiyor ve ilham kaynağının Marksizm-Leninizm olduğunu avazı çıktığı kadar bağıramıyor.
Biraz tuhaf değil mi?

Reformizme, keynesçi kapitalizme ne kadar yakınız veya ne kadar uzağız. Kendimize bir soralım.
Kapitalizmde temel hak ve özgürlükten bahsedebilir miyiz? Veya burjuva anayasada bahsi geçen temel haklar ve özgürlüklerden anlaşılması gereken nedir? Bu konuda Kovid-19 günlerinde bile bazı iflah olmaz reformistlerin akılları başına gelmedi. Kovid-19 bile çare olmadı...

Kapitalist toplum sınıflı toplumdur. Burjuvazi bu düzeni, kendi düzenini kendi sınıfsal çıkarlarına uygun yasalarla (toplamında anayasayla) sağlar. Ancak sınıf mücadelesi sonucunda işçi ve emekçi yığınlar, ekonomik ve toplumsal yaşamın şu veya bu alanında birtakım haklar elde edebilirler ve bu haklar anayasada da yer alabilir. Ama bu, o ülkede burjuvazi, iktidarını işçi sınıfı ve emekçilerle paylaşıyor anlamına gelmez. Buna olsa olsa avanak küçük burjuvazi inanabilir.

Burjuva düzende temel hak ve özgürlükleri belirleyen mülkiyetin sınıfsal karakteridir; yani özel mülkiyettir. Bu nedenle burjuva düzende ancak sermaye için, kapitalist sınıf için temel hak ve özgürlük vardır. Sermayenin (kapitalistin) sömürme, talan etme, ürüne el koyma hakkı ve özgürlüğü vardır.
Buna karşın işçi sınıfının ve emekçilerin en fazlasıyla işgücünü satma hakkı ve özgürlüğü vardır.

Burjuva düzende işçi sınıfı ve emekçilerin, çalışma hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dinlenme hakkı, kadının erkekle eşit olma hakkı yoktur. Sadece bir salgın, şu Kovid-19, işçi sınıfı ve emekçi yığınların örneğin sağlık hakkının olmadığını yeteri kadar göstermedi mi? Bu haklar ve özgürlükler ancak sosyalizmde vardır; zaten bu hak ve özgürlükleri gerçekleştirmeyen bir düzen sosyalizm olamaz. Bunu neden söylemiyoruz?

Peki, sosyalizm sevdalıları olarak bu temel haklar ve özgürlükler konusunda şu Kovid-19 günlerinde işçi sınıfı ve emekçi yığınları aydınlatsak, örgütlesek nasıl olur? Önümüzde bir engel mi var veya bundan daha önemli işlerimiz mi var?
Bunu anlatmayan sosyalizmi nasıl anlatacak?

Açık ki, hepimiz olamasak da birçoğumuz sosyalizmi somutlaştırarak anlatamayacak kadar ideolojiden uzağız. Doğru, ideolojide şirazesi kaymış olanlardan sosyalizmi somutlaştırarak anlatmalarını beklemek aptallık olur. Troçkizm, ideolojide şirazesi kaymış bir eğilimler bütünüdür. Troçkistlerin, en çok sosyalist dünya devriminden bahseden bu tetikçilerin, sosyalizmi somutlaştırarak, örneğin SSCB’de kurulan sosyalizmi anlatabileceklerini düşünebiliyor musunuz?

Kovid-19’dan ne çıkar ne çıkmaz veya ne çıkartılıyor ne çıkartılamaz? Olmadıysa şöyle soralım: Kovid-19 neye muktedirdir, insanlarda bilinç sıçramasını nasıl gerçekleştirdi?

1-Kovid-19 olmasaydı “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”ı bu denli güçlü ve bir ağızdan dillendiremezdik. Bu aynen anti-küreselleşme hareketi döneminden “başka bir dünya mümkündür”ü dilimizden düşürmediğim,ize benziyor. Hiç mi hiç ders almamışız!

2-Kovid-19 olmasaydı sosyalist dünya devrimini bu denli güçlü bir biçimde haykıramazdık.

3-Kovid-19 olmasaydı, radikal bir biçimde komünizmi hatırlayamazdık.

4-Kovid-19 olmasaydı sap ile samanın birbirine karıştırıldığı bir dünya ekonomik krizinden bahsedemezdik.

5-Kovid-19 olmasaydı kapitalizmin “sistem krizini” anlatmakta bayağı zorlanırdık.

Kovid-19 olmasaydı diye başlayıp daha çok şey sayabiliriz. Peki, bu Kovid-19 bu kadar güçlüyse, her şeye muktedirse, bir anda; dünya hakimiyetini kurduğu bugünlerde aklımızı başımızdan alarak (salgın öncesi aklımızı bize unutturarak) bizi kendi yörüngesine çekerek (açıklamalar, değerlendirmeler, tespitler hep Kovid-19’un hareketine göre yapılıyor) bizi kendi “bilinci” doğrultusunda yönlendiriyorsa o, yani Kovid-19, küresel değişimin hem öznesi hem de nesnesi olmuş olmuyor mu? Değişimin subjektif ve objektif koşulları bu Kovid-19’un elindedir veya ta kendisidir demiş olmuyor muyuz?
Aslında söylediklerimiz bu.

Bu Kovid-19 aslında şeytan gibi bir şey! Yani şeytan Kovid-”9’u görse ben ne işe yararım diye kendine sorar! Hem nalına hem mıhına vurduruyor, unuttuklarımızı, örneğin işçi sınıfını hatırlatıyor, en çok neye yakın olduğumzu veya uzak olduğumuzu bilincimize çıkartıyor. Dahası da var; bir Kovid-19 ekonomi politiği üretmemize neden oluyor. Aslında bunların hiçbirisi olmuyor, ama biz Kovid-19’u fetişleştirdiğimiz için bütün bunları oluyor sanıyoruz.

Bu virüs aklımızı başımızdan o kadar almış ki, “uçmağa varmış” düşüncelerden medet umar olmuşuz. Aynen ekonomik kriz dönemlerinde olduğu gibi, içimizde ipe-sapa gelmez ne kadar düşünce kırıntısı varsa hepsini geleceğin dünyasını açıklayan düşünceler olarak görmekten kendimizi alamıyoruz. “Uçmağa varmış” düşünceleri Kovid-19 günlerinde yeniden canlandıracağımızı sanıyoruz. Bu türden çabalar, ölü diriltme seanslarına benziyor! Ne kadar güçlü olursa olsun Kovid-19’u bir salgın olmaktan çıkartıp, ona kriz kılıfı giydiren, onu fetişleşiren bizleriz. “Korana krizi”!

Kişisel özgürlüğümüze, özellikle de hareket etme özgürlüğümüze o kadar düşkünüz ki, Kovid-19’dan bir diktatör çıkarttık. Öyle ki, bizzat yarattığımız bu diktatörün devlet adına çalıştığını dahi anlayamadık. Bu korku ve dehşet diktatöründen kurtulmak için devletten; devletin alacağı tedbirlerden medet umar olduk. Devlet, “hayat eve sığar” diyor, hayatı eve sığdırıyoruz. Hayat eve sığmaz dercesine dışarı çıkanlar da biz söylediğimiz için değil, durumu anlamadıkları için dışarı çıkıyorlar. Devlet evde kal diyor, evde kalıyoruz. Yoksa değil mi? Devletin hu türden tedbirleri, sağlık konusundaki tutumu tamamen sınıfsaldır. Bu durumda Kov,d-19 diktatörü devletle işbirliği yapan bir diktatördür. Bunu dahi görmüyoruz.

Burjuvazinin Kovid-19 vesilesiyle attığı her adım, aldığı her tedbir, kapitalist sistemin devamını sağlamak içindir. Kovid-19 diktatörünü bu amaçlı kullanmaktadır. Örneklersek:
Ekonomi zarar görmesin, en azından zarar belli çerçevede kalsın diye kapitalistlere kesenin ağzını açan devlettir. Halkın bir kesimini susturmak, kolayca eve tıkamak için kolaylaştırıcı tedbirler alan devlettir. Burada devlet, sermaye/kapitalist sınıf ve işçi sınıfı/emekçiler arasında toplumsal çıkarları ortaklaştıran bir rol oynuyormuş gibi gözükmeye önem vermektedir.

Burjuvazi, Kovid-19 diktatörüyle işçi sınıfı ve emekçi yığınları korkutmaya devam edecektir. Bu süreç içinde korkmaya, reformizme, geride kalmış dünyaya yatkın olanlar, sınıf mücadelesi yerine devletin tedbirleriyle uzlaşma içinde olacaklardır.

Kovid-19’u fetişleştirmek, devletin yarattığı korku ve dehşete teslim olmak anlamına gelir. Bundan kurtulma mücadelesi vermeksizin kapitalist sisteme karşı mücadele eksik olacaktır.
Troçkistlerin “sistem krizi” diye tanımladıkları kapitalizmin genel krizidir. Bu krizin dünya çapında keskinleşmesinde Kovid-19 bir dönüm noktasını oluşturacak kapasiteye sahiptir. Hele Kovid-19’dan olayı, dünya ekonomisinin zamanından önce krize girmesi, dünya ekonomisi krizini oldukça ağırlaştıracaktır. Kovid-19, dünya ekonomisini krize zamanından önce girmesini tetikleyen ve ağırlaştıran bir ekonomi dışı faktördür. Troçkistler bu faktörün dünya çapında krizler silsilesini tek bir krizde bütünleştirdiği anlayışında oldukları için dünya devrimine oynuyorlar. Onların, bir çırpıda birçok krizi arka arkaya sıralamaları boşuna değildir. Bu bağlamda bundan önceki makalede (COVİD-19 SALGINI KOŞULLARINDA İDEOLOJİK DURUŞ) troçkist bir sitede (World Socialist Web Site, Die Corona-Pandemie und die Perspektive des Sozialismus, 31. März 2020) “Salgın, kapitalizme dayalı bir toplumun iktisadi, sosyal, politik, kültürel ve hatta ahlaki iflasının yüksek derecede yoğunlaşmış biçimidir” tespitinin yapılması ve hemen bütün troçkist eğilimlerde aynı eş zamanlı olgunlaşmış, tek bir krizde bütünleşmiş krizlerden bahsedilmesi, yani “sistem krizi”nden bahsedilmesi ne tesadüfidir ne de boşunadır.
Doğrudur, şu anda Kovid-19’dan daha küresel olan bir şey yok. Bu salgın, bütün dünyayı, hemen hemen bütün ülkeleri neredeyse eş zamanlı etkisi altına aldı ve dünya ekonomik krizinin de hemen hemen bütün ülkelerde eş zamanlı patlak vermesine neden oldu. Ama bundan “sistem krizi” çıkartmak ancak Lenin’in deyimiyle “hergele” Troçki’nin tetikçilerinin işi olabilir.

Uluslararası komünist hareketin tarihinde ancak lanetlenmişlerin safında yer alabilen Troçki’nin tetikçileri, bugün, bütün krizlerin bir potada birleştiği bir zaman dilimini yakaladıklarını, ellerine tarihsel bir fırsat geçtiğini sanarak hareket ediyorlar. Ancak, bir kısmının da kabul ettiği gibi, öznenin olmadığı yerde kapitalizm yıkılmaz, sosyalizm kurulmaz. Bu iş bu kadar basit.

Troçkist ve başkaca çevreler sanıyorlar ki, kapitalizm sonuna geldi. Doğrudur, tarihsel olarak kapitalizm çoktan sonuna geldi. Bu tespiti yapan da Lenin’dir. Ancak, kapitalizm, Marks’ın dediği gibi “kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır” (Marks, Kapital, C. I, s. 16).
Önemli olan bunu kavramaktır. Çöktü-çökecek demekle, emperyalizme ömür biçmekle, yeni bir aşamadan bahsetmekle kapitalizm gerçekliğinde bir şey değişmiyor. Bu görüşlerin hiçbirisi kapitalizmin, dolayısıyla dünyanın başkalaştığını açıklamaya yetmiyor, hizmet etmiyor. Çöktü çökecek, atar damarları tıkandı, artı değer üretemiyor, “sistem krizi” içinde boğuluyor denen bu bildik kapitalizm şu emperyalizm çağında varlığını sürdürmesini neye borçlu? Açık ki, kar oranı yasasının geçerli olmasına, gönülleri rahatlatıyorsa hala geçerli olmasına diyelim. Bu yasa ne birkaç troçkist tetikçinin ne de “radikal” unsurların nesnellikle ilişkisi olmayan tespitlerine göre hareket ediyor.

Kriz koşullarında uluslararasılaşmış sermayenin “ulusal” limanına dönmesi, kriz sonrasında, ekonominin canlanma aşamasından itibaren yeniden uluslararasılaşması, sermayenin doğrudan kar oranıyla ilgili yasal bir hareketidir. Derin ve kapsamlı bir krizde sermaye için iç pazar, kar oranlarının en yüksek olduğu pazardır; dışarı çıkmaz. Durumun böyle olduğunu sermaye anlıyor, ama avanak küçük burjuva anlamıyor. (Bkz.: İbrahim Okçuoğlu; Kar Oranı ve Sermayenin Uluslararası Diyalektiği, Akademi Yayın, Kasım 2010) ve Kapitalizmin Dünya Krizi (2008...), Ceylan Yayınları, Eylül 2009). Bu konuları önümüzdeki dönemde sık sık ele alacağız.
Sonuç itibariyle yerine burada bu seriden ikinci makalede (HANGİ SINIF İÇİN NEYİN PAKETİ?) yer alan aşağıdaki anlayışları tekrar etmekle yetineceğim:

Salgın tedbiri olarak, uluslararası ticaretin durma noktasına gelmesi, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının mutlak gerileyeceğini gösterir; bu aynı zamanda sermayenin emin limanına, “ulusal” topraklarına geri dönmesi anlamına gelir. Zaten kriz dönemlerinde bu süreç hep işler. Ama şimdi daha güçlü olarak gündeme gelebilir.

Bu salgının uzun sürmesi, ülkelerin, salgından dolayı içe kapanmasını derinleştirecektir. Göklere çıkartılan emperyalizm ötesi teoriler iflas etmiş olur.

Bu salgının uzun sürmesi, aynen “ilkel birikim” imkanı gibi bazı ülkelere sıçramalı gelişme olanağı sağlarken, bazı ülkelerin de çökmesine, iddiasızlaşmasına yola açabilir.
Bu salgının uzun sürmesi durumunda esnafçılık, küçük üretim ölür. Şimdiye kadarki krizlerde görülmediği kapsamda küçük burjuvazi, proleterleşme sürecine girer. Düşünmek lazım: Küçük üretim birimi, market veya başka biçimde işyerlerinin birkaç hafta veya bir-iki ay kapanması durumunda kaç küçük üretici veya esnaf bunun altından kalkabilir? Devlet, o paketleri hazırlayan devlet, bu küçük üreticilere sadece sadaka verecektir, yardım etmeyecektir. O devlet, öncelikle büyük sermayeyi koruyacaktır.

Bu salgının uzun sürmesi durumunda şimdiye kadarki krizlerde görülmediği kapsamda sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi gündeme gelir. Kapitalizmin acımasız rekabet yasası, küçük olanı yıkar; birkaç tekel hakim duruma gelir.

Bu salgının uzun sürmesi durumunda devlet, yok sayılan veya “inceltilen” devlet, şimdiye kadar görülmediği kadar güçlenir; özel sermayeye terk ettiği birçok alana yeniden girer. Tabii ki, memleketi kurtarma adına, ama aslında tekelci sermayeyi güçlendirmek için. Öldü, yok oldu, geride kaldı denen tekelci devlet kapitalizmi boy atar.
Bu salgının uzun sürmesi durumunda sermayelerin anası sanayi sermayesi, bütün ekonomiye ağırlığını koyar; kar oranları yükselir. Mali sermayeyi üretimden kopartan, başlı başına bir mali sermaye, mali kriz teorileri üretenler bu gelişmenin altında ezilip yok olurlar.

Dünya tarihinde eşi pek görülmemiş bir süreçten geçilmektedir; nasıl ki, faşizm ve gericilik, en geniş kesimlerin ortak mücadelesini hazırlayan maddi zemin ise şimdi buna bir de salgın eklenmiştir. Bu salgının bu boyutlarda olmasının tek nedeni kapitalizm gerçekliğidir. Bu konuda burjuvazinin soruna sınıfsal yaklaşımı (paketler vs.) aynı zamanda devasa bir aydınlatma çakılmasının çıkış noktası olabilir. Bu salgının tahribatı ve burjuvazinin sorunu ele alışı karşısında işçi sınıfı ve emekçi yığınların devrimci faaliyete kayıtsız kalacağı düşünülemez.

Aksi taktirde, salgının uzun sürmesi durumunda burjuvazi sınıfsal çıkarları uğruna iktidarını ayakta tutmak için adımlar atacaktır. Salgının ne derece etkili olacağına; toplumu kasıp kavurmayacağına veya kavuracağına bağlı olarak burjuvazi, aynen Alman faşizminin toplama kamplarında olduğu gibi veya bir biçimde insanları, işçileri, emekçileri ölecekleri biline biline çalışmaya zorlayacak adımlar atabilir. Salgının ne kadar süreceği henüz kestirilemiyor. Ancak, durum o boyutlara varırsa, devlet, ekonomiyi ayakta tutmak için ordu ve polisini harekete geçirmekten, işçileri silah zoruyla çalışmaya zorlamaktan geri kalmayacaktır.

Burjuva devletin ve sermayenin mantığı, başka bir düzene geçilmesi için yolu açmak veya kaosa boyun eğmek olmayacak, tam tersine zor yoluyla varlığını sürdürmek olacaktır.
Sermayenin bu mantığını veya doğasını anlamayan avanak küçük burjuva, kendiliğindenciliğe umut bağlayarak, yani kendine bir misyon biçmeyerek sonuç alınabileceğini ve kapitalizmin kendi kendine çökebileceğini hayal etmeye devam edebilir.”
 
Devam edecek