deneme

12 Ocak 2021 Salı

POST-MARKSİZM, MARKSİZM-LENİNİZM VE SOSYALİZM


SOSYALİZM ÜZERİNE SORULAR (II)

(Birikmiş Sorular Dosyasından)


POST-MARKSİZM, MARKSİZM-LENİNİZM VE SOSYALİZM


Troçkist gibi post-marksist de senin ruhunu, bir Marksist-Leninisti, Marksist-Leninist yapan bütün değerleri, ilkeleri masaya yatırır; pazarlar, satın alır. Amacı, seni sen yapan değerleri ayak altına düşürmektir. Pazarlık, 1 sene, 5 sene, 10 sene, 15 sene, 20 sene sürebilir. Marksist-Leninistin “pes” etmesini bekler. Troçkist ve post-Marksistin zamanı çoktur. Bunların işçi sınıfını örgütleme, devrim yapma diye bir dertleri yoktur. Tam tersine işçi sınıfını örgütleyemeyesin, devrim yapamayasın diye çırpınırlar; tam da bunu engellemek için uğraşırlar. Bu nedenle 5-10 sene, 20 sene tartışırlar. Gerekirse 30 sene de tartışırlar. Böylece, Marksist-Leninistin ideolojisinde, ideolojik duruşunda, ilkelerinde geriye bir şey kalmayana kadar tartışırlar. Masaya yatırılan Marksizm-Leninizm lime lime edilir.

 

Neden böyle bir pazarlık yapılır? Uzlaşmacı tasfiyeci çaresizdir. Marksist-Leninist güçleri harekete geçirmekten korkar; işi idare etmeye çalışır. Bu nedenle yıllarca tartışılır.

Post-marksist (isterseniz buna bir “ezilenci”, bir “çoklukçu”, bir radikal demokrat, bir Marksizm “yenileyicisi” de diyebilirsiniz) binbir türden Marksizm üretir. Bu nedenle adı da binbir türlüdür.

Bir post-marksist, Marksist-Leninisti dinozor olarak görür, tanımlar. Bu anlamda onu küçümser, geride kalmış, gelişmelere ayak uyduramayan, tarihle yaşayan olarak görür. Kendisi “yenilikçi”dir, hep “yeni” peşinde koşar. Ufku hep geleceğe dönüktür. Ancak, savunduğu düşüncelerin en azından, dinozor olarak tanımladığı Marksist-Leninistin savunduğu düşünceler kadar eski olması onu pek ilgilendirmez.

Bir post-marksist, kendi sınırlarını zorlayan ve aşandır; bu anlamda örnek alınmasını ister. Ancak, savunduğu düşünceler, en azından Marks ve Engels; Lenin ve Stalin; Marksizm-Leninizm kadar eskidir. Post-marksist, bu gerçeğin bilinmesini hiç istemez. Bir Marksist-Leninist, post-marksistin “yeni”sinin cilasını silip, o “yeni”nin ne kadar eski olduğunu, esas dinozorun post-marksist olduğunu göstermek zorundadır. Ekim devrimi olmasaydı, “Batı-Marksizmi” oluşup bugün karşımıza Post-Marksizm olarak çıkamayabilirdi. Ekim devrimi, Marksizm, devrim anlayışı, sosyalizmin inşası, proletarya diktatörlüğü gibi temel konularda uluslararası komünist hareketteki kurtları açığa çıkartmıştır; bu kurtlar doğru olanı; SSCB’de sosyalizmin inşasını, proletarya diktatörlüğünü, bu diktatörlüğün çok partili olamayacağını, sosyalist demokrasinin burjuva demokrasisi olamayacağını kemirmeye başladılar.

Peki, Troçkist gibi bir post-marksist seni, bir Marksist-Leninisti, onun devrimci ruhunu, ilkelerini, bir Markst-Leninisti, Marksist-Leninist yapan bütün değerleri masaya nasıl yatırır? Marksim-Leninizm’i nasıl lime lime yapar, tanınamaz hale getirir? Kendini nasıl dayatır, ilkelerini öne sürer ve asla ve asla uzlaşmadan yana olmadığını gösterir? Neden gerekirse bir sene, beş sene, 10 sene, 15 sene, hatta 20 sene tartışır?

Şimdi bir de buna bakalım.

Post-marksist tasfiye tezleri:

Bir post-marksist açısından toplumsal sınıflara vurgu yapmak bir ilkesel sorundur; bu vurgu yapılmamalıdır. Toplumsal sınıfların varlığına vurgu yapmak bir Marksist-Leninist indirgemeciliktir.

Bir post-marksiste göre çağımızda sınıflar ortadan kalkmıştır, çözülmüştür ve toplumsal mücadelede etkisizleşmiştir, bu bir ilkesel sorundur. Bu “defter” kapatılıp toplumsal mücadelede kimlik defteri açılmalıdır. Nedir bu kimlikler? Cinsiyet, etnik ve dinsel aidiyet, farklı kültürel yapılar veya toptancı söyleyecek olursak sınıfsız “ezilenler alemi”.

Demek oluyor ki, post-marksist, sınıfların sonunun geldiğini, çağımızın kimlikler çağı olduğunu, bu nedenle sınıfları unutmanın, sınıf mücadelesini tarihin çöplüğüne atmanın ve “yaşasın kimlikler” demenin zamanının geldiğini Marksist-Leniniste dayatır.

Peki, Marksist-Leninist ne diyecek? Toplumsal sınıfların varlığına, ortadan kalkmadığına; kapitalizm var olduğu müddetçe de ortadan kalmayacağına, Marksizm-Leninizm’in kimlik sorununu bir sınıf mücadelesi sorunu olarak gördüğüne, bu sorunu küçümsemediğine vurgu yapacaktır. Sınıf olgusunun Marksizm-Leninizm açısından bir ilke sorunu olduğunu söyleyecektir.

Burada karşı karşıya gelen, birbirini dışlayan iki ilke anlayışı vardır. Bu, niteliksel farklı iki ilkesel anlayışı uzlaştırabilen; yani Marksizm-Leninizm ile Post-Marksizm’i uzlaştırabilen bir dahiyi insanlık şimdiye kadar ortaya çıkartamadı.

Post-marksist, Marksist-Leniniste işçi sınıfını toplumsal değişimin esas öznesi olarak görme diyor; yani Marksist-Leninistin varlık nedenlerinden birisini yok sayıyor. Sınıfın yerine ne olduğu ve nasıl bir araya geleceği belli olmayan bir “çokluğu” koyuyor.

Böylece Post-Marksizm, Marksizm-Leninizm’i bir ikilemle karşı karşıya bırakıyor: Ya sınıf ya da “çokluk”, coğrafyamızda yaygın kullanımıyla ezilenler! Ya sınıf ya da ezilenler!

Burada bir uzlaşma sağlanabilir mi? Sağlanamaz ve tartışma 5, 10 bilemediniz 15, olmazsa 20 sene sürer.

Devam edelim.

Post-modernizm’in baş teorisyenlerinden birisi olan Chantal Mouffe’a göre işçi sınıfı devrimin öznesi değildir. Aslında, yukarıda belirttiğimiz gibi ortada böyle bir sınıf da yoktur. İşçi sınıfı yoktur veya devrimin öznesi değildir gel-gitleri Post-Marksizm’in bir sorunudur.

Post-Marksizm’in veya Post-Modernizm’in mevcut toplumu değiştirme, kapitalist sistemi yıkma gibi bir derdi yoktur. Tam tersine bu mücadeleyi engellemek diye bir derdi var. Zaten siyaseti sınıf merkezli olmaktan çıkartarak kimlik merkezli bir eksene yerleştirince bu engelleme işinde bayağı yol alınmış olur. Çünkü miadını doldurmuş, komünist olarak var olmak diye derdi kalmamış ne kadar umutsuz, tasfiyeci unsur varsa bunların hepsi “Mal bulmuş Mağribi gibi” içten içe “kahrolsun sınıf” yaşasın kimlik merkezli politika diye ortaya atılırlar. Bu türden ortaya atılanların ve “yeni” peşinde koşanların sürüsüne bereket!

Post-modernizmin uluslararası arenada sınıf yerine kimlik merkezli mücadele anlayışı devrimci ve komünist güçlere büyük darbeler vurmuştur. Bunun en açık biçimini sınıf, işçi sınıfı yerine kimliklerin ön plana çıkartılmasında görmekteyiz. Bu anlamda coğrafyamızda da kimlik mücadelesinin örgütlenmesinde görmekteyiz.

Bir post-marksist, Marksist-Leniniste bu anlayışını bir ilke anlayışı olarak dayatır. Bu dayatmaya teslim olmak tasfiyeciliktir.

Post-marksist bu anlayışını daha da ileri taşır ve Marksist-Leniniste ‘geç artık şu sınıf dayanışması düşüncesini, o dayanışma artık geride kalmıştır, şimdi kimlik eksenli mücadele ve dolayısıyla bu mücadelede dayanışma esastır’ der. Bu dayatmaya teslim olan Marksist-Leninist sabah bir kimlikle dayanışmak, öğleyin başka bir kimlikle dayanışmak, akşam da diğer bir kimlikle dayanışmak için bütün gün koşar! Sonuç ne olur? Bütün dünyada ne olduysa aynısı coğrafyamızda da olur: 10 kere kimlik, bir kere sınıf denir. Kimlikler için mücadelenin ne kadar önemli olduğu teorize edilir, işçi sınıfını örgütleme derdi de ortadan kalkar.

Post-Marksizm bunu Marksizm-Leninizm’e kabul ettirdiyse orada Marksizm-Leninizm de kalmamıştır, Post-Marksizm tarafından tasfiye edilmiştir.

Hepsi bu kadar değil.

Post-marksist, Marksist-Leniniste devrim dersi vermekten de geri kalmaz. Post-marksist, Marksist-Leniniste şunu der: ‘Geç o devrim hikayesini. Devrimler her seferinde iyi değil, kötü, yıkıcı sonuçlar vermiştir. Devrim anlayışını tarihin çöplüğüne atacaksın’!

Post-marksist bununla da yetinmez ve ‘sosyalizm imkansızdır, çünkü devrimler hep kötü sonuçlar vermiştir’ ayrıntısını da eklemeyi asla unutmaz.

Marksist-Leninistin önüne konan devrimi unut, sosyalizm imkansızdır!

Burada bir uzlaşma sağlanabilir mi? Sağlanamaz ve tartışma 5, 10, bilemediniz 15, olmazsa 20 sene sürer.

Nihayetinde post-marksist, ideolojilerin sonunun geldiğinden bahseder. Bu, onun altın vuruşudur!

Ne dersiniz? Post-marksistle tartışan bir Marksist-Leninist “ideolojilerin sonunun geldiği dayatmasını kabul eder mi? Yoksa 5, 10, bilemediniz 15, olmazsa 20 sene bu konu üzerine tartışır mı?

Peki, Marksizm-Leninizm’e bu ilkelerini dayatan Post-Marksizm nedir?

SSCB'de sosyalizmin inşası, Marksizm-Leninizm, sosyalizm ve sosyalizmin inşası; karşıtları için hiç de “masum” değildir. Burjuvazinin ve önce Marksizm, sonra da Marksizm-Leninizm sapkınları açısından felaket bir durumdu. Bu inşaya karşı olanlar, aslında sosyalizmin yanlış inşa edildiğinden ziyade bu inşanın ideolojik zeminine karşıydılar. Aslında dile getirilen buydu. Kimdi bunlar? Bunların başında ülke içinde Troçkistler gelir. Ülke dışında karşımıza ’’Batı-Marksizmi’’ diye çıkacak olan akımlar gelir. Bu akımların ilk kuşağının öne çıkan temsilcileri arasında örneğin Antonio Gramsci (1891-1937), Karl Korsch (1886-1961), Georg Lukacs (1885-1971), Anton Pannekoek (1873-1960), Paul Mattick (1904-1981), Amadeo Bordiga (1889-1970) yer alırlar.

Bunlar veya başkalarının rahatsızlığının kaynağı SSCB’de sosyalizmin inşa ediliyor olması ve nihayetinde inşa edilmesiydi.

O günden bugüne; Ekim devriminden sonra, özellikle sosyalizmin inşa sürecinden bu yana Troçkizm ve “Batı Marksizmi” gibi akımlar, varlık nedenlerini Marksizm-Leninizm’e karşı mücadelede görmüşlerdir. Gerçekten de Troçkizm ve “Batı Marksizmi” ve onun devamı olarak Post-Marksizm sadece ve sadece Marksizm-Leninizm’e karşı mücadele içinde oluşmuşlardır.

Bir önceki makalede konu bağlamında Troçkizm’den bahsetmiştik. Bu makalede de konu bağlamında Post-Marksizm’den bahsedeceğiz.

Post-Marksizm’in yaşam kaynağı, Marksizm-Leninizm’i, koşullardan, değişimden, gelişmeden bahsederek revizyona uğratmaktır.

Marksizm’in, Marksizm olma sürecinden bu yana her dönem eleştireni olmuştur. Aslında Marksizm, bu eleştirilere cevap içinde toplum da dahil maddi dünyanın sorunlarına cevap vererek gelişmiş ve işçi sınıfının bilimi olmuştur. Bilim olarak Marksizm’in gelişmesinde Lenin'in katkısı belirleyici olduğu için de Marksizm’e, Marksizm-Leninizm denmiştir. Marksizm-Leninizm kavramını kullanmayanlar ve sadece Marksizm kavramını kullananlar 20. yüzyılda Marksizm’in her alanda katettiği mesafeyi görmek istemeyenlerdir veya yanlış bulanlardır. İnsanlar, istedikleri yöne çekebilecekleri bir Marksizm istiyorlar; istedikleri gibi eğip bükebilecekleri bir Marks ve Engels istiyorlar. Marksizm-Leninizm dendiğinde Marks ve Engels döneminde oluşan Marksizm’i öyle istediğin gibi eğip bükemiyorsun, gelişme, değişim, dönüşüm, yeni koşullar adına onun ilkelerinin içini boşaltamıyorsun. Marksizm-Leninizm boşaltma-doldurmaya pek uygun değil. Bu nedenle katışıksız Marksizm aranıyor. O da Marks ve Engels'in kişiliğinde temsil ediliyor.

Bu arayış içinde olanlar, arayışlarını her dönem sürdürmüşlerdir. Ama en çok sosyal hareketlerin gelişme gösterdiği dönemlerde gelişmişlerdir; gelişen sosyal hareketler onlar için konjonktür olmuştur. Böylesi dönemlerde sosyal hareketlere katılan genç insanlar, tarihin, toplumsal gelişmelerin, kapitalist üretimin seyrini ve gelişim yasalarını öğrenmeye daha çok ilgi duyarlar. İdeoloji, sınıf (proletarya), parti, devrim, felsefe, sınıf mücadelesi, devrimin öznesi yeniden ve yeniden tartışılmak için masaya yatırılır. Kaynaklara inilir, bu da yetmez esas kaynağa gidilir. Esas kaynak da Marks ve Engels'tir. Marks ve Engels sonrası gelişmenin zaten yanlış olduğunu göstermek için Marks ve Engels'e gidilmiştir.

Bunun neden böyle yapıldığını Post-Marksist düşünce tarzında aramak gerekir. Bu nedir? Marks'ı masaya yatıracaksın. Yaptığı olağanüstü entelektüel hizmetlerini tespit edeceksin ve bunları kategorik bir eleştiriye tabi tutacaksın. Bunu yaparken, güya hiçbir şey ifade etmeyen veya yanlış olan birtakım düzeyler, yapılar vb. keşfedeceksin. İşte tam da o noktalarda Marksizm’i geliştirmeye başlayacaksın; yani Marks'ı, Marks olmaktan çıkartmaya, onu Post-Marks yapmaya başlayacaksın. Marks'ın neyi anlamadığını veya yanlış anladığını veya “genç” Marks ile “olgunlaşmış” Marks arasındaki çelişkiyi, onun eksikliğinin ne olduğunu formüle edeceksin, teorileştireceksin. İşte Post-Marksizm budur. Bunu yapmıyorsan; Marks ve Engels'in eserlerinden geriye teorik bir örenin, harabenin kaldığını göremiyorsan sen bir dinozorsun. Hele Marks ve Engels'in yanına Lenin ve Stalin'i de katıp Marksizm-Leninizm’den bahsediyor ve orada da bir teorik harabe göremiyorsan bu sefer iflah olmaz bir dinozorsun.

Althusser veya başka Post-Marksistlerin kime ne hayrı dokunmuştur diye soruluyor. Aslında soru yanlış. Çünkü Marksizm-Leninizm’e karşı mücadelesinde onlara burjuva ideolojisi yol göstermiştir. Bu nedenle onların Marksizm-Leninizm’in içini boşaltma bakımından burjuvaziye hayrı dokunmuştur. Hiçbir şey yapmasalar da ideolojiyi, sınıfsal bağından kopartarak, sınıfların ve sosyal tabakaların ideolojisine dönüştürerek burjuvaziye hizmet etmişlerdir. Althusser “üstat” bu yolu açanların başında gelmektedir.

E. Bernstein, Marksizm’i burjuvazinin kabul edeceği hale getirmeye; onun devrimci içeriğini boşaltmaya ve reformistleştirmeye çalıştı. Kruşçev revizyonizmi veya modern revizyonizm (Sovyet revizyonizmi) Marksizm-Leninizm’i mezara gömmeye çalıştı. Modern revizyonizmin gölgesinde, onun Marksizm-Leninizm’e saldırısından cesaret alarak başkaları da Marksizm-Leninizm’i değil, Marksizm’i ameliyat masasına yatırmakta gecikmediler. Bunlardan birisi Sartre ise diğeri de Althusser'dir. Bu iki “üstat“, Marksizm’i mezara gömmek için ”diyalektik“ üzerinde oynamaya başladılar; onu kendine tamamen yabancılaştırmayı amaç edindiler...

Post-Marksizm, reformizmdir. Post-Marksistler de Marksizm adına, onu yenileme adına içini boşaltarak kapitalist/emperyalist sistemin savunucusu bir ideolojiye dönüştürmeye çalışıyorlar.

Post-Marksizm, sınıflı toplumlarda insanların üretim ilişkilerindeki konumlarına göre anatagonist sınıflara ayrıştığını, bu ayrışmanın üretim araçlarının mülkiyetinin sınıfsal karakterini ele verdiğini; kapitalist toplumda üretim araçlarının özel mülkiyetini toplumsal mülkiyete dönüştürme mücadelesinin sosyalizm için mücadele olduğunu ve bunu gerçekleştirebilecek yegane gücün, öznenin de işçi sınıfı olduğunu farklı biçimlerde inkar eder. Günümüz koşullarında Post-Marksizm, Marksizm’i böyle “yeniliyor” ve “geliştiriyor”.

Post-Marksizm, işçi sınıfını yok sayarak, en fazlasıyla “işe yaramaz” sayarak onu bu tarihsel görevinde kopartıyor.

İşçi sınıfının tarihsel rolünü tartışılır yapmaya çalışan Post-modernizm ve Post-Marksizm, bürokratik kapitalizmden başka bir şey olmayan revizyonist sistemin dağılmasından (1989/1991) sonra yoğun anti-komünist propagandanın estirdiği rüzgarı da arkasına alarak uluslararası komünist ve devrimci hareket içinde tasfiyeci çabasını yoğunlaştırdı. Bu, coğrafyamıza “ezilenler” kavramının ön plana çıkartılması; işçi sınıfının yerine konması ve “ezilenlerin Marksizmi” türünden bir ucube anlayışın yaygınlaştırılmaya başlaması olarak yansıdı. Coğrafyamızda “ezilenler”, işçi sınıfını; “ezilenlerin Marksizmi” de Marksizm-Leninizm’i boşa çıkartan, içini boşaltan Post-Marksizm’in bir yansıma biçimidir.

Post-Marksizm, sınıf oluşumunu ve sınıfsal çıkarı ekonomik ilişkilerden; üretim ilişkilerinden kopartır. Sınıf oluşumunu şu konuda bu konuda ortaklıkları olan insanlar yığınına indirger. Kimi Post-Marksistlere göre kapitalizm çökmüştür, üretimde işçi sınıfının önemi kalmamıştır; kimi Post-Marksiste göre sanayi sonrası topluma geçilmiştir; kimilerine göre emperyalizm ötesi bir düzende yaşanmaktadır. Tabii bu değişimler ister istemez toplumsal gelişmenin dinamiklerini de yeniden tanımlama zorunluluğunu kaçınılmaz kılmıştır. Bu tanımlamaların arka planında toplumu sosyalizme götürecek devrimci öznenin; sosyalist devrimi gerçekleştirecek sınıfın artık mevcut olmadığı ve onun yerini yoksulların, ezilenlerin, öfkelenenlerin; örgütlenmeyi de sosyal hareketlerin aldığıdır.

Post-Marksizm’in, işçi sınıfını önemsizleştirme, Marksizm’i ondan “kurtarma” veya bağımsızlaştırma çabası, aynı zamanda komünist, Marksist-Leninist partinin evrensel programatik anlayışının içeriğini çarpıtma çabasıdır. Her Marksist-Leninist partinin programı sadece sınıfsal sömürüye değil, her türden ezilmeye, baskı altında tutulmaya da karşı içeriklidir. Hangi Marksist-Leninist partinin programı kadınları, varsa göçmenleri, varsa ulusal sorunu vb. ilgilendiren mücadele maddelerini içermez? Ama her Marksist-Leninist partinin programında merkezi olarak işçi sınıfı ve devrim durur.

Post-Marksizm’in temel sorunlarından biri de bu gerçeği başkalaştırmaktır; sanki işçi sınıfı dışındakiler ve onların sorunları komünistleri ilgilendirmiyormuş gibi davranmaktır. Önemli olan, işçi sınıfı ve devrim ekseninin kaybettirilmesi ve onun yerine ezilenlerin konması ve devrim için mücadelenin reformizm için mücadeleye dönüştürülmesidir. Bu, her alanda; ideolojide, teoride, örgütlenmede tasfiyeciliktir.

Ezilenin ezene karşı mücadelesi emek ile sermaye arasındaki temel çelişkiyi karartır veya önemsizleştirir. Bu kaçınılmaz olarak böyledir. Çünkü ezilmişlik, mutlaka sermayeye karşı, onun sistemini yıkmak ve sosyalizmi kurmak mücadelesini beraberinde getirmez. İşçi sınıfı dışında ezilenlerin diğer bütün kesimleri en fazlasıyla demokratik bir düzen için mücadele eder; bunlar üretim araçlarının özel mülkiyetinin değiştirilmesi, toplumsal mülkiyete geçirilmesi için mücadele etmezler. Tam da burada devreye giren Post-Marksizm, işçi sınıfının yok olduğunun veya önemsileştiğinin tespitini yapmaya başlar. Negri bunlardan birisidir. R. Kurz başka birisidir. Althusser'in birçok öğrencisi de bunlara dahildir. Ezilenleri mücadelenin eksenine oturtmak için, emeğin sermayeye tabi olmasının koşullarının bizzat sermaye tarafından ortadan kaldırılması teorisi üretilir. Bu, işçi sınıfına ve onun tarihsel görevine açıktan ve cepheden bir saldırıdır.

Post-Marksizm, Marksizm-Leninizm’in ideolojik, teorik dokusuna, onun bütünselliğine saldırıdır.

Post-Marksizm sınıf olgusu ile ezilenler arasındaki ayrımı silikleştirmekte ve yok etmektedir.

Post-Marksizm’in bütün bu savları sınıftan kaçışın teorileştirilmesidir.

Marksizm’in krizi”nden, “yapısal kriz”den, Marksizm’in çatallaştırılmasından, “mezhep”lerinden bahsedilmeksizin Post-Marksizm anlaşılamaz.

Marksizm’in krizi“nden, daha doğrusu “Ortodoks Marksizm’in krizi“nden bahsedenler, Marksizm’i “kaba Marksizm“ olarak damgalıyorlar; revizyona tabi tutuyorlar, burjuvazinin cephaneliğinden aldıkları bazı teorilerle, anlayışlarla “geliştiriyorlar“ ve buna karşın da burjuvazi, Bernsteinlaştırılmış “Marksizm’i“, yani revizyonizmi kabul edilebilir görüyor.

Marksizm’in krizi“ tarihi; Marksizm’i başkalaştırma, revizyona tabi tutma tarihi, aynı zamanda Post-Marksizm’in tarihidir.

Önceleri Post-Marksizm, Marks ve Engels döneminde oluşan “Marksizm’in krizi“nden bahsediyordu ve doğrudan Marks ve Engels'e saldırıyordu. Günümüzde Post-Marksizm ise Marksizm-Leninizm’den bu yana Marks ve Engels dönemindeki Marksizm’e “sahip çıkarak” Leninizm’e saldırıyor. Bu nedenle Marksizm-Leninizm kavramını değil, Marksizm kavramını kullanıyor.

Marksizm’in krizi“ ikinci defa 1931'de Karl Korsch tarafından gündemleştirilmiştir. İkinci defa krizden bahsetmenin nedeni SSCB'de sosyalizmin inşası eksenindeki tartışmalar ve Marksizm-Leninizm’in gelişmesi olmuştur. Tabii burada SSCB'de ekonomik ve toplumsal gelişmenin “Stalinistleştirilmesi“ esas sorun olmuştur. Bu anlamda Marksizm-Leninizm, sosyalizmin inşası, “Stalinistleştirilmiş“ bir Marksizm-Leninizm ve sosyalizmin inşası olarak algılandığı için “Marksizm’in krizi“ patlak vermiş ve bunun sonucunda Bolşevik partiden kopuşlar (Troçkizm) ve özellikle Avrupa'daki komünist partilerindeki ayrışmalar gündeme gelmiş oluyordu. Açık ki, dünya devriminin ilk adımı olarak Ekim Devriminin başarılı sonuçları; sosyalizmin inşası, günümüzde Marksizm olarak Marksizm-Leninizm’in gelişmesi yeni bir yol ayrımını kaçınılmaz kılmıştır. Sosyalizmden, devrimden, komünizmden Marksizm-Leninizm’den farklı anlayışlara sahip olanlar farklı yerlerde toplanmışlar; yeni bölünmeler olmuştu. Bu da kaçınılmazdı.

Kavramlara farklı anlamlar yüklenince beraber yola devam etmenin de koşulları kalmamış olur.

Post-Marksistlere göre Marksizmi’n ilk “krizi“ne, uzun durgunluktan sonra kapitalizmin yükselişi neden olmuştu. Sonuç: Marksizm adına konuşan farklı akımların ortaya çıkmasıdır.

Anlaşılan o ki ikinci “kriz“in nedeni de SSCB'de sosyalizmin inşası sorunları ve Marksizm-Leninizm’in gelişmesi neden olmuştur. Sonuç: Marksizm adına konuşan yeni akımların ortaya çıkmasıdır.

Aslında Post-Marksizm, ”yeni Marksizm” (Neo-Marksizm) oluşturma çabasıdır. Ama bunun olamayacağını bu çabayı sürdürenler de biliyorlar. Nihayetinde Post-Marksist düşünceleri geliştirenler farklı geleneklerden geliyorlar. Bu nedende dolayı da yöntem ve teorileri bir iç bütünsellik taşımamaktadır. Örneğin Negri bir Post-Marksisttir, Kurz, Mouffe, Laclau, Balibar, da birer Post-Marksisttirler. Ama oluşturdukları bir Post-Marksizm yoktur. Belki de bunlarda yeni bir Marksizm oluşturma konusunda Althusser'in Anadolu'daki öğrencilerinin sahip oldukları cesaret yoktur.

Post-Marksizm dendiğinde akla ilk gelenler Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau'dur. 1985'te yayımlanan “Hegemonya ve Sosyalist Strateji; Radikal Demokratik Bir Politikaya Doğru” kitabında “sol” politikayı teorik olarak temellendirmeye çalıştılar. Aslında bu yazarlar, “Marksizm’in krizi” adı altında gündemde olan “modern revizyonizmin krizi” ile açığa çıkan çaresizliğin sorunlarına cevap vermeye çalıştılar. Marksist kriz teorisine, siyasi mücadelelere iktisadi ve sosyal sınıf konumu açısından bakılmasına karşı çıktılar. Sınıfı, insanların üretim ilişkilerindeki yerine göre tanımlama yerine siyasi tartışmaların ve mücadelelerin bir sonucu olan politik bir kategori olarak gördüler. Örneğin onların anlayışına göre ezilenler pek ala bir sınıftır.

Mouffe ve Laclau, radikal politikanın artık proletaryanın veya sınıf mücadelesinin hakimiyeti altında olmayacağı düşüncesindeler. Onlara göre yeni sosyal hareketlerin mücadeleleri sınıf mücadelesinin Marksist kategorisini havaya uçuracaktır. “Ezilenler”in kıymeti şimdi anlaşılıyor değil mi? Yeni sosyal hareketler, ezilenlerin mücadelesi bu Post-Marksistlerin anti-marksist cephaneliğinden alınmıştır; Marksizm-Leninizm’i inkar etmenin işçi sınıfının tarihsel rolünü inkar etmenin bir kaynağı da Post-Marksizm’dir.

Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau, Gramsci ve Althusser gibi “Marksist” teorisyenlerin düşüncelerini geliştirmeye çalıştılar.

Yukarıdakiler gibi Etienne Balibar, Slavoj Zizek, Alain Badiou, Jacques Ranciere de Post-Marksizm’in önde gelen temsilcileridir.

Post-modernizm, felsefede kavrayış (biliş) modellerinin özgür bir kombinasyonunu savunur. Post-mondernizm için kavrayış modellerinde çoğulluk en doğal olandır. Post-modernizm aydınlanmanın geleneğine, ilerlemenin bütün konseptlerine karşıdır; bunun yerine ideolojide çoğulculuğun propagandasını yapar; her şeyi yapmak serbesttir. Yani bir komünist partisinde birden çok ideoloji savunulabilir. Bir komünist partisi sınıf partisi değil de birden çok sınıfın partisi olabilir, olmalıdır. Bu düşünceler çok tanıdık! Hele bunu sınıf yerine konmaya çalışılan ezilenlerle birleştirirseniz, durum daha da anlaşılır olur.

Frankfurt Okulu“, Post-modernizm için zemini gübrelemiştir, hazırlamıştır. Bu “okul“un düşünce tarzı ve görüşleri avanak küçük burjuvaziyi mest eder. Bu “okul“un, Marksizm’in içini boşaltmak için ondan görünüşte adım adım uzaklaşması, avanak küçük burjuvazi tarafından Marksizm’in geliştirilmesi olarak algılanır. Örneğin bu “okul“un önde gelenlerinden Horkheimer'in 1969'da bir söyleşide “belki de Nietzsche Marks'tan daha büyük bir düşünürdür“ sonucuna vardığını açıklaması bazı küçük burjuvalarda Nietzsche hayranlığını körüklemiştir. “Totaliter“ (bütüncül) Marksizm’e karşı amansız düşmanlığı körükleyen kaynaklardan birisinin de bu “okul“ olması “Marksist“ küçük burjuva avanakları pek ilgilendirmez. “Stalinizm“ öne sürülerek Marksizm-Leninizm’e karşı amansız düşmanlığın, ilerleme adına bu “okul“ tarafından yaygınlaştırılması Nietzsche hayranı “Marksist“ avanak küçük burjuvazinin umurun da bile değildir. Neden olsun ki? Onlar için; tasfiyeciler için Marksizm-Leninizm’i ideolojide, teoride ve örgütlenmede tasfiye etmeye hizmet eden her türden düşünce ilericidir; yeni koşullarda Marksizm’dir veya Marksizm’in geliştirmesidir. Leninist örgütlenmeye; sınıf partisine, işçi sınıfına saldırı, “ezilenler”e onda olmayan özelliklerin atfedilmesi, Marksizm-Leninizm’den vazgeçilerek ve sadece Marksizm’den bahsedilerek Marksizm’in “ezilenlerin Marksizmi”ne dönüştürülmesi acaba hangi amaca hizmettir diye bir kere de olasa kendinize sormanız gerekmez mi?

Kaç Marksizm var?

Bir Marksizm mi, yoksa bin bir türlü Marksizm mi…?

Çok sayıda Marksizm’e varabilmeniz için “sırat köprüsü”nden geçmeniz gerekir. Çok sayıda Marksizm’in yegane “nedeni”, bu anlamda “kaynağı”, Marksizm-Leninizm’dir; tek ülkede devrimi, tek ülkede sosyalizmin inşasını; “sosyalist ulusalcılığı”, ulusal “çıkar”ların esas alınmasını, proletaryanın genel çıkarları yerine bölüklerinin çıkarlarının esas alınmasını, Sovyet devletinin gelişmesini, Stalin'i, tarihsel ve diyalektik materyalizmi vs. eleştirmeksizin; bu tarihi mahkum etmeksizin; yani Stalin’in 20. yüzyılın Marksizm’i diye tanımladığı Marksizm-Leninizm’i tasfiyeye uğratmaksızın çok sayıda Marksizm’e varamazsınız. Bu, kategorik olarak imkansızdır.

Marksizm-Leninizm’in reddinin sizi kaç Marksizm’e götüreceğinin hesabını yaptınız mı? Yapmadıysanız beraber yapalım:

Kaç “adet” Marksizm var, bunu bilmiyorum. Ama bazı tarihsel süreçlerin artık geri gelmeyecek derecede geride kaldığını biliyorum. Lenin’in deyişiyle “Marksist öğreti(nin) hiç de hakim öğreti olmadığı, … sosyalizmin oldukça çok sayıdaki fraksiyonlarından veya akımlarından sadece birisi” (Lenin; Karl Marks’ın Öğretisinin Tarihsel Geleceği, C. 18, s., 576). olduğu dönem artık geri gelmez veya hiçbir güç, Marksizm’in tarihini çok Marksizm’li tarih yapamaz.

Post-Marksizme göre birçok Marksizm var:

Sovyet Marksizmi (Marksizm-Leninizm).

Çin Marksizmi.

Arnavutluk Marksizmi.

Yugoslavya Marksizmi.

Küba Marksizmi.

Kuzey Kore Marksizmi.

Muhtemelen Vietnam ve Laos Marksizmi de vardır.

Venezuela Marksizminden de bahsedilirse şaşmam.


Tabii bu kadar Marksizm, bu kadar “çatallanma”, bu kadar “mezhep”, çok sayıda “tarikatlar”ın oluşmasına da neden olacaktır.

Yukarıdaki anlayışlara göre adı şu veya bu olan çok sayda Marksizm temsilcileri var. Bunları gruplaştırırsak karşımıza aşağıdaki parti grupları veya Marksizm grupları çıkar:

1-Moskova merkezli partiler (revizyonist partiler).

2-Çin yanlısı partiler (Maocu partiler).

3-Arnavutluk yanlısı partiler (Ayrıca Enver Hocacı örgütler de var).

4-Yugoslavya yanlısı partiler (Titocu partiler).

5-Küba yanlısı partiler (varsa).

6-Kuzey Kore yanlısı partiler (varsa).

7-Troçkist partiler (çok sayıda “eğilim”).

Var mı bilmiyorum ama varsa bunlara Vietnamcıları, Pol Potçuları, Laosçuları, Buharincileri, Chavezcileri de katmak gerekir. Ayrıca “Batı-Marksizmi”nin farklı “okul”ları da listeye eklenmelidir. İsterseniz İtalyan sol'una bir sorun; belki Bordigacılardan Otonomculara varana kadar uzun bir liste elde edebilirsiniz.

Ciddiye alıp almamızdan bağımsız olarak bunların her biri birer yapıdır. Her biri bir biçimde Marksizm’e sahip çıkar.

“Bütünleştirici Marksizm”in iddiası bu farklı yapıları, bütün “çelişkileri ve çeşitlilikleriyle” bir üst yapıda birleştirmektir. Bu gerçekleştiğinde “Marksizmin krizi” de aşılmış, tarihe karışmış olacaktır.

Kolay gelsin!

20. yüzyıl ”aşılmış koşullar“ olarak görüldüğü için Post-Marksizm, 21. yüzyılın sosyalizminin, “yeniden yapılanma” temelinde şekillenebileceğini iddia ediyor. Post-Marksizmin bu yazının konusuyla ilişkin olarak “aşılan koşullar”dan çıkardığı sonucu şöyle özetleyebiliriz:

1-İşçi sınıfının değil “ezilenler”in partisi olunmalıdır.

2-İşçi sınıfı değil, onun yerine “ezilenler”in örgütlenmesi ve özne olarak ele alınması gerekir.

3-İdeolojik kaynak Marksizm, Marksizm-Leninizm değil, “ezilenlerin Marksizmi” olmalıdır.

4-Marksizm’ler artık aynı çatı altında birleştirilebilir.

Emperyalizmin ideologları, ideolojinin, sınıfların, teorilerin ortadan kalkmasını savundular, savunuyorlar. Post-Marksizm de aynı yolda gitmiyor mu?

Bu anlamda:

Küreselleşme ve Post-Marksizm ideolojisizleştirmedir.

Küreselleşme ve Post-Marksizm sınıfsızlaştırmadır.

Küreselleşme ve Post-Marksizm teorisizleştirmedir.

Küreselleşme ve Post-Marksizm örgütsüzleştirmedir.

Yani ideolojide, teoride, örgütlenmede tasfiyeciliktir.

Veya şöyle de diyebiliriz:

Ezilenlerin Marksizmi”, işçi sınıfının ideolojisizleştirilmesidir.

Ezilenlerin Marksizmi”, işçi sınıfının teorisizleştirilmesidir.

Ezilenlerin Marksizmi”, işçi sınıfının sınıfsızlaştırılmasıdır.

Ezilenlerin Marksizmi”, işçi sınıfının sınıfsal örgütsüzleştirilmesidir.

Yani ideolojide, teoride, örgütlenmede tasfiyeciliktir.

Devam edecek

İdeolojik Duruş, İlke ve İlkesizlik