SOSYALİZM
ÜZERİNE SORULAR (I)
“21. YÜZYIL SOSYALİZMİ”
MARKSİZM-LENİNİZM Mİ, “POST-MARKSİST” İHANET Mİ?
Aslında kavramın kendisi çok şey ifade ediyor. 21. yüzyılda sosyalizm dense başından beri gelişmesi; 19. ve 20. yüzyıllardan 21. yüzyıla evrilen sosyalizm anlaşılır. “21. yüzyıl sosyalizmi” dendiğinde ise bu yüzyıla özgü bir sosyalizm anlaşılır. Bu durumda her bir yüzyılın kendine özgü sosyalizmi olduğu sonucuna varılır.
“21. yüzyıl sosyalizmi”ni teorileştiren ve Venezuela’yı uygulanmasının “anavatanı” olarak gören ‘68’li olan Alman sosyolog Heinz Dieterich’dir. Ancak, “21. yüzyılın sosyalizmi” anlayışını tek başına kendisine ait olmadığını da açıklar.
H. Dieterich, “21. yüzyıl sosyalizmi”ni projeleştirmesine neden olan çağımızın ’’gerçekliği’’ni şöyle açıklar:
“Çağdaş toplumun ilk evresi sona doğru yaklaşıyor. Fransız devriminden günümüze kadar iki yüzyılı aşkın bir süredir insan türü, önüne konulan iki büyük evrim yolunu geride bırakmıştır: Sanayi kapitalizmini ve tarihsel (reel olarak var olan) sosyalizmi.
İkisinden hiçbiri insanların acil sorunları olan açlık, yoksulluk, sömürünün yanı sıra ekonomik, cinsel ve ırkçı karakterdeki baskıyı ve doğal yaşam temellerini yok etme olgusunu ve katılımcı demokrasinin eksikliğini gidermeyi başaramamıştır.
Bu nedenledir ki, çağımız iki dünya çapında tarihsel emarenin kendisini ortaya koymasıyla yüz yüzedir: Burjuvazinin ve tarihsel proletaryanın toplumsal projelerinin tükenişi ile mevcut burjuva uygarlığının kapitalist olmayan bir dünya toplumuna –evrensel taban demokrasisine– geçişi...
İki sosyal öznenin... kendi tasarımları, ütopyaları ve ordularıyla karşı karşıya geldiği tarih arenası, bugün, dünya çapında tarihsel ve bilgi teorisi boyutları itibariyle boşalmıştır. Enkaz ve yığıntıların ötesinde, geleceğin büyük konturları yeniden ufukta görülmekte ve çoktandır oluşum halindeki yeni uygarlık günümüzün öznel güç faktörü olarak kendisini açığa vurmaktadır.”(H. Dieterich; “21. Yüzyılın Sosyalizmi, Küresel Kapitalizme Göre Ekonomi, Toplum ve Demokrasi”, s. 15)
Anlaşıldı. Proletarya artık “tarihsel” olmuştur. Burjuvazi ve “tarihsel proletarya” tarihin önlerine koyduğu misyonlarını gerçekleştiremediler; başarısız oldular, doldurulması gereken bir boşluğa neden oldular, ortadan kaldırılması gereken bir enkaz bıraktılar; yani ne burjuvazi ne de “tarihsel proletarya” “insanlığın; yoksulluk, açlık, sömürü; ekonomik, cinsel ve ırkçı baskı, doğal yaşam temelinin tahribatı ve reel katılımcı demokrasinin yoksunluğu gibi acil sorunlarını çözmeyi başaramadı.”
Dieterich şunu diyor: Ne kapitalizm ne de sosyalizm insanlığın acil sorunlarını çözecek durumda değildi, şimdi hiç değil. İnsanlığın acil sorunlarının çözümü için yeni bir “proje” geliştirmek gerekir. Bu “proje”nin adı da “21. yüzyıl sosyalizmi”dir.
Dieterich devamla şunu diyor: Burjuvazi ve “tarihsel proletarya” görevlerini yerine getirmedikleri, misyonları bakımından (kapitalizm-sosyalizm) tükendikleri için “mevcut burjuva uygarlığının kapitalist olmayan bir dünya toplumuna –evrensel taban demokrasisine– geçişi”ni sağlamak, bu geçişi projeleştirerek insanlığın önüne koymak benim görevim olmuştur.
H. Dieterich, maval okumaya devam ediyor: Burjuvazi ve “tarihsel proletarya” bir buçuk asır boyunca rekabet etmişlerdir, birbirlerine üstünlüklerini kabul ettirmek için “tasarımlar, ütopyalar” üretmişler, savaşmak için ordular kurmuşlardır. Ancak, SSCB’nin dağılmasından sonra (1991) burjuvazi ve “tarihsel proletarya”nın karşılıklı didiştikleri tarih arenası boşlukta kalmıştır. Şimdi biz, “21. yüzyıl sosyalizmi”yle onların geriye bıraktığı enkazı temizleyeceğiz ve daha şimdiden kendini hissettiren geleceğin uygarlığını örgütleyeceğiz. Bu uygarlık ne “tarihsel proletarya”nın “tükenmiş” uygarlığıdır ne de “mevcut burjuva uygarlığı”dır. Bu uygarlık, “mevcut burjuva uygarlığının kapitalist olmayan bir dünya toplumuna –evrensel taban demokrasisine– geçişi”dir.
“21. yüzyıl sosyalizmi”, “yeni tarihsel proje” olarak da bilinir. Yukarıda gösterdiğimiz gibi H. Dieterich, burjuvazi ve “tarihsel proletarya”nın sıralarını savdıklarını ve şimdi insanlığın en acil sorunlarına çözüm getirme sırasının kendi “proje”sine geldiğini açıklıyor. Bu konuda şunu der:
“Geçmiş zamanların savunucuları bugün artık kendi büyük tarihsel deneylerinin enkazı karşısında durduklarından, tarih, modernitenin ikinci aşamasına yeşil ışık yakıyor. Bu aşamaya, öncellerinin üstesinden gelemedikleri görevleri çözmek düşüyor: Post-kapitalist uygarlığın yeni gerçekliğinin dört temel kurumunun inşası (gerçekleştirilmelidir):
1. Kullanım değeri ve değer teorisine dayanan, piyasa ekonomisi olmayan ve dolaysız değer yaratıcıları tarafından demokratik şekilde biçimlendirilen eşdeğer ekonomisi (kurulmalıdır);
2. Temel toplam toplumsal sorunlarda halk oylamasına dayanan çokluk-demokrasisi (uygulanmalıdır);
3. Azınlıkların koruyuculuğunu yeterli düzeyde içeren ve genel çıkarların temsilcisi olarak taban demokrasisine dayalı devlet (kurulmalıdır);
4. Eleştirel-sorumlu özneyi; rasyonel, etik ve estetik bakımdan bağımsız vatandaş (gerçeklik olmalıdır).” (H. Dieterich; agk, s. 21)
Ne istiyor bu arkadaş? İnsanları, koca koca “Marksist-Leninistleri” peşine takacak “yeni”, ilginç bir şey söylese yüreğim yanmayacak! Bu arkadaş “Eşdeğer ekonomi”, “Katılımcı demokrasi”, “Sınıf devleti olmayan devlet” ve “Eleştirel-rasyonel, etik ve estetik vatandaş” diyor, talep ediyor! Çok fazla bir şey istemediği gibi “yeni” bir şey de istemiyor. Oldukça alçakgönüllü!
H. Dieterich’in “21. yüzyıl sosyalizmi”, “yeni bir dünya düzeni”nin muştulanmasıdır ve onun “yeni dünya düzeni” yukarıdaki dört maddeden oluşmaktadır. Tekrarlayalım:
1-Eşdeğer ekonomisi. Bu ekonomi, pazar ekonomisi değildir, doğrudan değer üretenlerin belirlediği demokratik eşdeğerlik ekonomisidir. Yani “iyi kapitalizm”dir.
2-Doğrudan demokrasi. Bütün toplumu ilgilendiren temel konularda halk oylaması anlamında çokluk demokrasisi.
3-Akılcı estetik insan. Eleştirel sorumluluk taşıyan, bilinçli hareket eden özne.
4-Katılımcı kurumsallık. Genel çıkarları dikkate alan katılımcı devlet.
Tekrar edelim: “21. yüzyılın sosyalizmi”nin iddiası çok büyük. Teorinin çıkış noktası şu: Şimdiye kadar insanlığın hiçbir sorunu çözülmemiştir. “Çağdaş toplumun ilk evresi sona doğru yaklaşıyor. Fransız devriminden günümüze kadar iki yüzyılı aşkın bir süredir insan türü, önüne konulan iki büyük evrim yolunu geride bırakmıştır: Sanayi kapitalizmi ve tarihsel (reel olarak var olan) sosyalizmi. İkisinden hiçbiri insanların acil sorunları olan açlık, yoksulluk, sömürünün yanı sıra ekonomik, cinsel ve ırkçı karakterdeki baskıyı ve doğal yaşam temellerini yok etme olgusunu ve katılımcı demokrasinin eksikliğini gidermeyi başaramamıştır."
İnsanlık şimdiye kadar önüne konan iki büyük evrim sürecinde (Kapitalizm ve sosyalizm) hiçbir sorununu çözemedi, şimdi, sıra benim “proje”me geldi diyor H. Dieterich. Böylece “proje”sini, “21. yüzyılın sosyalizmi”ni insanlığın acil sorunlarının çözüleceği üçüncü bir evreye geçiş olarak sunuyor.
H. Dieterich “akıllı” birisi. Ama ondaki “akıl”, gerçekten akıllı olmaktan ziyade aklıevvel olmaya bayağı meyilli. Çünkü tezi, söyledikleri hiç yeni değil; hele hele insanlığın üçüncü bir evreye geçişi hiç değil. Bu dünyadan o kadar çok H. Dieterich’ler gelip geçmiştir ki, saymakla bitmez.
Marks ve Engels döneminde de bir sürü Dieterich’ler vardı. Örneğin F. Lassalle, Proudhon, örneğin Dühring. Sonrası dönemde örneğin E. Bernstein, Ekim Devriminin Avrupa’da ortaya çıkardığı, Marksizm’e yüz çeviren “Batı Marksizmi”ni oluşturanlar. Bunlar (Kautsky, Avusturya Marksistleri, daha yakın dönemde Avrupa komünizmi vb.) günümüzde “Post-Marksizm”in bir kısım kurucularıdır; bir Marksizm’den binbir türlü Marksizm üretenlerdir. Bütün bunların temel özelliği, Marksizm’in ve sonra da Marksizm-Leninizm’in içini boşaltmaktan; üretim araçlarının özel mülkiyetine dokunmadan, devrim yapmadan, işçi sınıfı ve partisinin tarihsel misyonunu yok saymaktan ibarettir. “21. yüzyılın sosyalizmi” bu türden aklıevelliğin son versiyonlarından sadece birisidir.
Hele şu “eşitlik” anlayışı yok mu?! “Eşitlik”, “emeğinin karşılığını “ alma anlayışı konusunda H. Dieterich’i anlarım. Onun Marksizm’le, Marks’ın bu konudaki analizleriyle, SSCB’de toplumsal ürünün paylaşımıyla uzaktan yakından bir ilişkisi yok; zaten bunu “tarihsel proletarya”nın görevini yerine getirememesi olarak tanımlıyor. Ama “21. yüzyıl sosyalizmi” sevdalısı “Marksist-Leninist”lere ne oluyor? Bu konuda Marks’ın Lassalle ile “didişmesi”ni, Lassalle’ın “adaletli paylaşım” anlayışını Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin program taslağı tartışmasında yerden yere vurmasını, “Gorha Programı Eleştirisi” makalesinde bu adaletin, eşitliğin sosyalizmde de olamayacağını döne döne atlatmasını da mı bilmiyorlar?
Diyeceksiniz ki, geçmişle bağını koparanlardan, “yeni” olarak “21. yüzyıl sosyalizmi”ne sarılanlardan ne beklenir ki?*
Dieterich, sırtını neye dayadığını liberal demokrasi/kapitalizm ve “reel sosyalizm” karşılaştırması yaparak açıkça söylüyor: "Bu durumda liberal demokrasiden ve onun temelinde yatan özel kapitalist değer ilişkilerinden ilerici bir şey beklemek artık gereksiz, diğer taraftan gerçekçi olan hiç kimse de geçmişte var olan sosyalizmin bir seçenek sunacağını, kapitalizmi kitlesel hareketler yoluyla ortadan kaldıracağını düşünemez. Reel sosyalizm, artık geçmişin bir gerçeğidir, gelecek için seçenek değildir."
Dieterich, SSCB’nin tarihini iktidarın sınıfsal karakterine bakmaksızın bir süreç olarak görüyor. “Reel sosyalizm” de budur; 1917’den 1991’e kadar SSCB’dir. Oysa SSCB’de sosyalizm 1956’da, 20. parti kongresinde iktidarı gasp eden N. Kruşçev önderliğinde revizyonizm tarafından yıkılmıştır. Bu nedenle 1917-1956 arası sosyalist SSCB tarihidir ve 1956-1991n arası da revizyonist, sosyal emperyalist SSCB tarihidir.
Sonuçta ne kapitalizm ne de “reel sosyalizm” artık bir alternatif olmadığı, olamayacağı için H. Dieterich, durumdan “tarihsel” bir görev çıkartıyor; insanlığın şimdiye kadar çözülmemiş sorunlarını çözme ağır yükünü sırtlanıyor ve bütün insanlığa örnek olarak “Exodus”u örgütlüyor; “İsrail oğulları”nın Mısır'dan çıkışını örgütler gibi, yenilgiden, zorluklardan, kaçıştan, yok olmaktan çıkışı örgütleyen kurtarıcı oluyor Hazreti Heinz Dieterich. Ama ne “kurtarıcı”!
Peki, insanlığı kurtaracak savaşçıların en sonuncusu edasıyla ve gayet “bilimsel” kavramlarla yazdığı (1996) “21. Yüzyılın Sosyalizmi” kitabında sonuç itibariyle kurtarılmayı bekleyen “baldırı çıplak”lara ne öneriyor?
1) 19. yüzyılda Marksizm’in reddini (Aynen Proudhon, Dühring ve Bernstein gibi.);
2) 20. yüzyılda Marksizm-Leninizm’in reddini (Aynen “Batı-Marksizm”i gibi.);
3)İşçi sınıfının ideolojisi olarak Marksizm-Leninizm’in öngördüğü devrim ve sosyalizm anlayışının; dolayısıyla proletarya diktatörlüğünün ve üretim araçlarının özel mülkiyetten toplumsal mülkiyete geçirilmesinin reddini;
4) İşçi sınıfının ideolojisi olarak Marksizm-Leninizm’in öngördüğü Leninist parti anlayışının; dolayısıyla komünist partisinin devrimde önderlik rolünün reddini (Artık sınıf mücadelesine gerek yoktur, bu anlamda iktidarın zor yoluyla alınmasına da gerek yoktur.);
5) İşçi sınıfının tarihsel rolünün reddini (İşçi sınıfının sonu gelmiştir.).
Başka bir ifadeyle: Sosyalizmi, yani inşasını, proletarya diktatörlüğünü, komünist partinin devrimdeki rolünü, devrim (şiddet uygulama) yoluyla burjuva iktidarı yıkmayı ve sosyalizme geçmeyi vb. reddettikten sonra geriye ne kalıyor?
Geriye neyin kaldığını yukarıda belirtmiştik:
Halkçılık
Katılımcı demokrasi
Karma ekonomi (devlet sektörü, özel sektör ve kooperatifler. Bu ekonomi eşitlik zemini üzerinde yükselecek)
Sadece işçi sınıfının değil, aynı zamanda burjuvazinin de sonunun geldiğinden bahsedildiğine göre geriye “21. yüzyılın sosyalizm”inde sınıfların olmadığı bir devletin kalmış olması gerekir.
Geriye doğal olarak bir de “iyi kapitalizm” kalıyor. İnsanlık kendini en önemli sorunlarından kurtaracağı üçüncü evresinde mali sermayenin (“kötü kapitalizm”) toplumun çıkarına, toplumsal yararı olan maddi değerler üreten kapitalizm (“iyi kapitalizm”) üzerindeki egemenliğini tarihin çöplüğüne atacak ve bu “iyi kapitalizm”i hakim kılacak.
Döndük dolaştık, “21. yüzyılın sosyalizmi” kavramından öte yeni olan hiçbir şeyin olmadığı bir yere geldik. Bu yer, tarihin çöplüğüdür; H. Dieterich, o çöplüğü karıştırmış ve işine yarar olanları insanlığın kurtulacağı üçüncü evresinin ilkeleri haline getirmiş. Ne diyor bu “kurtarıcı” bize?
Marks’ı değil, Proudhon’u gör!
Engels’i değil, Dühring’i gör!
Marks ve Engels’i değil, Bernstein’ı gör!
Lenin’i değil, Bersteine gör!
Lenin’i değil, Kautstki’yi gör!
Devrimi değil, reformizmi gör!
20. yüzyıldaki sosyalizmi değil, projelendirdiğim “21. yüzyıl sosyalizmi”ni gör!
Ve nihayet bütün bunları görmek için 21. yüzyılda yaşanan kapitalizmi ve sosyalizmi aşmış olmalısın!
Dieterich, bu anlayışlarıyla yeninin değil, 19. yüzyıldan bu yana varlığını sürdüren burjuva sosyalizminin (reformist sosyalizmin), küçük burjuva sosyalizminin yaman bir takipçisi olduğunu göstermiştir. Diğer reformist sosyalistlerden, post-marksistlerden farklı olarak elinde projesini uygulayabileceği, uyguladığı bir ülke de vardı. Venezuela. Bu ülkedeki değişimi (Chavez dönemi) ilk makalede anlatmıştık.
Dieterich, teorisiyle ne kadar “yenilikçi”, yeni peşinde koşan olduğunu gösterdi. Aslında Dieterich, eskiyi cilalayıp “yeni” diye öne sürerken pek de başarılı olamadı denemez. Teorisini uygulamada (Venezuela) pek başarılı olmadı, Chavez pratiği “21. Yüzyıl Sosyalizmi”nin ne menem bir reformizm olduğunu çabuk açığa çıkardı. Ancak, “21. yüzyıl sosyalizmi” başka bir alanda oldukça başarılı oldu. Peki, bu alan neresiydi?
Chavez’in “21. yüzyılın sosyalizmi”nden bahsetmeye başlamasından (Dünya Sosyal Forumu, 2005) bu yana Dieterich’in icadı “sosyalizm” popüler oldu; Latin Amerika başta olmak üzere bu kavram Avrupa’da, Rusya’da birçok “sol” parti tarafından benimsendi. Öyle ki, Troçkizm, anarşizm gibi birtakım akımlar “21. yüzyılın sosyalizmi” yanlısı oldular. İşe Post-Marksizm de karıştı. Post-Marksizm’in bir versiyonu olarak “21. yüzyılın sosyalizmi”, Marksist-Leninistler için de çekici olmaya başladı. Benim için esas sorun da budur.
“21. yüzyılın sosyalizmi” tasfiyeciliğin bir kılıfıdır.
20. yüzyılın ve 21. yüzyılın sosyalizmi kavramlarının kullanılması 21. yüzyıldaki sosyalizmin 20. yüzyıldaki sosyalizmden niteliksel olarak farklı olduğunu söylemek anlamına gelir. Bu, Marksizm-Leninizm saflarında post-marksist tasfiyecilerin bilinçli olarak kullandıkları bir demagojidir. Doğrusu 20. yüzyılda sosyalizm ve 21. yüzyılda sosyalizmdir. Bu ayrımın bilincinde olmak zorundayız. Burada ilkesel farklar vardır; birbirini dışlayan farklılıklar söz konusundur. Marksizm-Leninizm saflarında ne kadar devrim kaçkını, işçi sınıfı kaçkını, proletarya diktatörlüğü kaçkını, Marksist-Leninist devrim ve sosyalizm kaçkını vb. varsa bunların hepsi, Marksizm-Leninizm savunucusu gözükerek, Marksizm-Leninizm’in içini boşaltmak için elinden geleni ardına koymamaktalar.
Bu tasfiyeci unsurların belirgin en temel özelliği hep “yeni” peşinde koşmalarıdır. Onların açısından tasfiyeciliklerine yarayan her şey “yeni”dir. Önemli olan, Marksist-Leninist ideolojiye darbe vurmaktır. “Yeni” peşinde koşan tasfiyecilerin buldukları “yeni” var mıdır diye sorarsanız, bunun en doğru cevabını H. Dieterich vermektedir: “Yeni” bir şey yok; eski, tarihin çöplüğüne atılmış ne varsa onlar için “yeni”dir.
“21. yüzyıl sosyalizmi”ni savunanlarda yeni olan nedir? Bu soruya verecekleri açık cevap yoktur. Ancak, “yeni” adı altında öne sürülenler incelenmeksizin “yeni”nin ne olduğu ortaya çıkartılamaz.
Burada akla şu sorular geliyor:
20. yüzyıla göre 21. yüzyılda sosyalizm açısından sınıfsal değişim nedir?
1-Proletarya diktatörlüğü mü reddediliyor?
-Bütün toplumu kapsayan, adaleti halkçılıktan yana kullanan, çoğunluğun katıldığı bir demokrasi onlar için yeterlidir.
-Genel çıkarları dikkate alan katılımcı, “demokratik” devlet onlar için yeterlidir.
2-Burjuva diktatörlük altında mülkiyetin sınıfsal karakterini mi değiştirecekler? Veya “21. yüzyıl sosyalizmi”nde mülkiyetin sınıfsal karakterini nasıl tanımlıyorlar?
-Tasfiyeciler için devrim yoluyla üretim araçlarının sınıfsal karakterini değiştirmek; özel mülkiyete dayanan ekonomi ve devleti yıkarak yerine sosyalist mülkiyete dayanan ekonomi ve devleti kurmak onların hedefi değildir. Geriye “21. yüzyılın sosyalizm”inde savunulduğu gibi karma ekonomi kalmaktadır (devlet sektörü, özel sektör ve kooperatifler).
3-Sosyalizmde iktidarın sınıfsal yapısı nasıl olacak?
-Tasfiyeciler işçi sınıfının tarihsel rolünü reddediyorlar; bu rolü bir avuç sermayedar dışında herkese veriyorlar. Dolayısıyla işçi sınıfı önderliğinde devrim ve bu devrimde komünist partisinin önderliği de reddedilmiş oluyor.
4- Sosyalizm çok sınıflı, çok partili mi olacak?
-Karma ekonomi, özel sektör anlayışı, işçi sınıfının tarihsel rolünün reddi çok sınıflı, çok partili bir düzen talep edildiğini göstermektedir.
5-Neye karşılar, neyi değiştirmek istiyorlar?
Bu durumda neye karşı oldukları açık. Özet olarak tekrarlarsak:
1) 19. yüzyılda Marksizm’in reddi.
2) 20. yüzyılda Marksizm-Leninizm’in reddi.
3)İşçi sınıfının ideolojisi olarak Marksizm-Leninizm’in öngördüğü devrim ve sosyalizm anlayışının; dolayısıyla proletarya diktatörlüğünün ve üretim araçlarının özel mülkiyetten toplumsal mülkiyete geçirilmesinin reddi.
4) İşçi sınıfının ideolojisi olarak Marksizm-Leninizm’in öngördüğü Leninist parti anlayışının; dolayısıyla komünist partisinin devrimde önderlik rolünün reddi.
5) İşçi sınıfının tarihsel rolünün reddi (işçi sınıfının sonu gelmiştir).
Marksizm-Leninizm’i geliştirmekten ne anlıyorlar?
-Onun ideolojik, sınıfsal içeriğinin boşaltılmasını.
-Burjuvazinin kabul edebileceği hale getirilmesini.
Hangi versiyonu, ekolü olursa olsun “Post-Marksizm” işte budur.
“Post-Marksizm” belli ilkelere dayanan bir ideoloji değil; burjuva ideolojisinin bir türüdür. “Post-Marksizm”, Marksizm-Leninizm’e karşı mücadelesinde “çok maksatlı” ideolojik ve politik silahlar kullanır. Asıl amacı, devrimle burjuva düzenin yıkılmasını varoluşunun nedeni olarak gören Marksist-Leninist örgütleri düzen içi mücadeleye çekmektir. Yukarıda bahsedildiği gibi, bunu Marksizm-Leninizm’i, işçi sınıfının tarihsel rolünü, devrimde komünist partinin rolünü vb. reddederek yaptığı gibi, görünüşte doğruları savunuyorum adı altında da yapar. Bu türden saldırılar, burjuvazinin üniversitelerinde, akademilerinde yetişen “Marksolog”lardan, akademisyenlerden ziyade “bir zamanlar komünist” olanlardan gelmektedir. Bu tasfiyeciler, heyecanlı bir şekilde geçmişle bağlarını kesmek ve yeni bir dünyada yaşamak için Marksizm-Leninizm’in ortaya çıkardığı değerlere, eleştiri-geliştirme adı altında saldırmayı kendilerine iş edinmişlerdir.
Üzerinde durulmazsa bu türden tasfiyecilerin “bilimi” nasıl altüst ettikleri pek anlaşılamaz. Sosyalizmde çalışmanın/işin sınıfsal karakterini bir kenara atarak, kaç saat çalışıldığına bakmayarak, çalışmayı bir kölelik olarak gören bir zihniyetin ne türden bir sosyalizme sahip çıktığı gerçekten tartışma götürür. Sosyalizmde çalışma hakkını gerçekleştiren sosyalist insanı, angaryaya zorlanmış bir yaratık durumuna düşüren ve sosyalizmde tembellik hakkını kullanmayı öğütleyen bir sosyalizm anlayışı ne türden bir sosyalizm anlayışıdır? Hele bu türden düşünceler “yeni” diye öne sürülüyorsa, bu ayrı bir cahilliktir.
Sosyalizmde tembellik hakkını kullanma vaadi, günahkar olmazsan cennete gideceksin vaadinden farklı değildir. Anlaşılan o ki, dün sosyalizmi inşa etmenin zamanı değildi, bugün onu inşa etmenin zamanıdır. Peki, nasıl inşa edelim? Bu sorunun cevabı yok, ama geçmişi eleştiri adı altında reddetmenin bahanesi çok. Bunlar her gün “yeni” bir şeyler bulacaklar ve geçmişte sosyalizm böyleydi, kahrolun böyle bir sosyalizm diyecekler.
Bu tasfiyeciler şimdilerde, yeni keşfetmiş gibi, sosyalizmin, komünizmin ilk evresi olduğunu, kendine has yasalarının olmadığını vaaz ediyorlar. Diğer bir ifadeyle, komünizme geçiş anlamına gelen sosyalizmde ekonominin nesnel yasaları yoktur, giderek daralan bir meta üretimi yoktur, devlet yoktur, sınır yoktur vb. demek istiyorlar, ama henüz diyemiyorlar. Peki, bu yeni mi? Bu konuda bu tasfiyecilere yol gösteren, Lenin’in deyimiyle “hergele” Troçki ve onun günümüzdeki tetikçileridir.
Bu tasfiyeciler tek ülkede devrimi gerçekleştirenlerin tek ülkede sosyalizmi inşa çabalarının o ülkede korumacılığa, “ulusalcılığa”, enternasyonalizmi bir kenara atmaya yol açtığını savunacak derecede kendilerinden geçmiş durumdalar. Peki, bu “yeni” mi? Hayır, bu konuda da Troçki ve günümüzdeki tetikçileri bunlara yol gösteriyor.
Bu tasfiyeciler diyorlar ki, sosyalizmin propagandası sadece ve sadece ekonomideki gelişmeleri anlatarak yapılmaz. Sosyalizm aynı zamanda kültür, sanat vb. demektir. Peki, sosyalist ülke olarak SSCB (1917-1956) ne zaman, hangi biçimde sadece ekonomide elde edilen başarılarla SSCB’de inşa edilen sosyalizmin propagandasını yaptı? Verecekleri cevap yoktur. SSCB’de onca sanat ve kültür faaliyeti, bu alanda yapılan harcamalar, onca sanatçı, edebiyatçı vb. yetişen yeni insanı nereye koyacağız?
Bu tasfiyecilerin bugün korkakça savundukları bu ve benzeri “yeni” düşünceler Troçki’nin cephaneliğinden alınmıştır. Bu tasfiyeciler “ürkek”, “korkak” Troçkistlerdir.
Bu tasfiyeciler hayalperesttir. İşçiyi, inşa edilmemiş, tek ülkede nihai inşa edilmesi zaten mümkün olmayan sosyalizmi kapitalizmle karşılaştırarak değil, komünizmle karşılaştırarak kazanabilirsin diyorlar. Peki, komünizm hakkında ne biliyoruz? Genel birkaç tanımlamanın ötesine geçen bir şey biliyor muyuz? Bilmiyoruz. O halde nasıl karşılaştıracağız? Bu, kapitalizm koşullarında iliklerine kadar sömürülen işçiye cennet vadetmeye benzer!
Zaten, yenilikçi olmak için, geçmişi geride bırakmak, “yeni” ufuklara açılmak için “ 20. yüzyılın sosyalizmi”nden “21. yüzyılın sosyalizmi” anlayışana ve 20. yüzyılda sosyalizmin inşasından 20. yüzyılın sosyalizm pratiklerine ve SSCB tarihini düzlemek için ’89 çöküşüyle noktalanan bir sürece geçilmiş ise diyecek fazla bir şey de kalmıyor. Bu, tasfiyecilerin sefaletini gösterir. Bu sefalet, tornadan çıkmış, pespayeleşmiş, Marksizm-Leninizm’in içini boşaltmaya hizmet eden düşüncelerin sahiplenilmesidir. Gerçekten de Marksizm-Leninizm’e sırt çevirenler şimdiye kadar Troçki ve “Post-Marksizm”in cephaneliği dışında bir cephanelik kullanmadılar. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna dönüp dolaşıp aynı “yeni”leri tekrar ediyorlar.
Bu tasfiyeciler hep “yeni”den bahsediyorlar, ama “yeni” bir şey söylemekten fersah fersah uzaktalar. Bu tasfiyecilerin “yeni” diye dillendirdikleri düşünce kırıntıları, en azından geçen yüzyılın ‘20’li yıllarından bu yana tekrarlanmaktadır.
İşte bu tasfiyeciler, Post-Marksistler, “21. yüzyıl sosyalizm”cileri ancak bu kadar “yeni” düşünceler savunabiliyorlar 21. yüzyılda!
Devam edecek
*)Bu konuda Marks’ın “Gotha Programı Eleştirisi” makalesini ve SSCB’de işin/çalışmanın sınıfsal karakterini okumalarını öneririm. “Kapitalizmde ve Sosyalizmde İşin Sınıfsal Karakteri; Çeviren: İ. Okçuoğlu, Töz Yayınları, Nisan 2019, Ankara)