deneme

25 Temmuz 2000 Salı

BORSADA HAREKETLİLİK VE EKONOMİNİN GÜNCEL DURUMU VE SİYASET

Memleketin ekonomisi oldukça ilginç! Gerçekten, bazen göstergeler, göstermesi gerekeni göstermiyorlar. Bir taraftan maddi değerlerin üretiminde artış olduğu açıklanıyor, diğer taraftan da borsa, “normal” olarak yükselmesi gerekirken, üşüyor. Bir bakıyorsunuz, sanayi üretimi düşüyor, ekonomi krizde, ama borsa endeksi –düşmesi gerekirken- yukarıya doğru fırlıyor. Türk ekonomisinin son iki senelik sürecinde veya Marmara depreminden bu yana yaşanan, adeta bir iktisadi macera. Görünüş böyle. Şaşırtıcı. Tabi bu görünüşe göre değerlendirme yapılırsa, sonuçta fena halde yanılınmış olunur. Bunu yapanlar da var. Ama onların açısından yanılgıyı, hatayı düzeltme diye bir sorun yok.
Görüntü, her zaman nesnel gerçekliği olduğu gibi yansıtmayabilir veya neden sorusuna cevap bulmamızı zorlaştırabilir. Ekonomide –toplumda da- nesnel gerçekliği ortaya çıkartmanın yegâne yolu, ekonomide ve toplumda hareketin nesnel yasalar doğrultusunda geliştiğini kavramaktan geçer. Marksist teoriye; diyalektik ve tarihsel materyalizme inanan, ekonomide ve toplumda hareketin nesnel yasaların ifadesi olduğuna da inanmak zorundadır. Burada duygunun, isteğin, ‘ben böyle düşünüyorum, o halde sonuç da düşündüğüm gibi olmalıdır’ anlayışının, yani sübjektivizmin politikada beş paralık değeri yoktur. Politik değerlendirmeye yön veren, ya da çıkış noktası oluşturan, nesnel gerçekliktir. Bu, ekonomi üzerine değerlendirmeler için de geçerlidir.
Borsadaki gelişmelere bu açıdan bakmak gerekir: Asya-Rusya mali ve ekonomik krizi (Asya için aynı zamanda fazla üretim krizi) dönemini hatırlayalım. Ekonominin bu krizden etkilenmesi sonucunda İMKB'nda’ ulusal 100 endeksi, sürekli düşmeye başlamıştı. Endeks, 2000 sınırının altına inmişti. Borsa hareketi, Marmara depreminden önce ve sonra, belli bir dönem, maddi değerlerin üretimindeki hareketi; sanayi üretimindeki gelişmenin yönünü yansıttı. Yani, üretimin düşmesine paralel olarak geriledi. Ama belli bir zaman sonra, üretimde artış hareketine paralel olarak yükselmeye başladı. Ne var ki bu sefer, maddi değerlerin üretimindeki nesnel durumu olduğu gibi değil, abartılı olarak yansıttı. Burada, birbirini tamamlayan iki neden belirleyici rol oynadı: bir taraftan IMF, Dünya Bankası ile yapılan görüşmeler, toplamı 10 milyar doları aşan kredi sözleri, hükümetin ekonomik paketi, enflasyona karşı “mücadele”, tahkim yasası, AB’ye aday üyelik, emperyalist ülkelerin ve kurumlarının Türkiye’yi pohpohlamaları, Türkiye’nin jeostratejik öneminin emperyalistler arası rekabette ön plana çıkması ve önem kazanması vs. ile uyandırılan olumlu hava sonucunda borsa endeksi, yukarıya fırladı ve böylece spekülatörlere gün doğdu. Ekim 1998’de 2000’in altında seyreden endeks, inişli-çıkışlı bir yükseliş trendine girdi. Endeks, 22 Nisan 1999’da 5 154 puandan, 7 Aralık 1999’da 10 076 puana, 27 Aralık 1999’da 15 747 puana ve 17 Ocak 2000’de de 18 458 puana fırlamıştı. 2000 yılının başında 20 bin sınırına dayanan endeks, belli bir zaman sonra tedrici düşmeye başladı. Borsa, 15 Aralık 1999’da 12 560 puanla kapanmıştı.17 Temmuz 2000’de de 12 801 puanda kapandı. Yani neredeyse 15 Aralık 1999’daki seviyesine düştü. 17-22 Temmuz arasında 12 500-13 500 puan arasında gidip gelen endeks, sonra yeniden yükselmeye başladı.
Borsanın bu hareketi ne anlama geliyor?
- Maddi değerlerin üretimindeki (sanayideki) artış yansıtılıyor. Ama üretimdeki artış, endeksin bu denli yukarıya fırlamasının nedeni değil ve olamaz da. Çünkü üretimde olağanüstü bir artış söz konusu değil. Endeksteki olağanüstü yükseliş, üretimdeki hareketi yansıtmayı gölgede bırakıyor.
- Borsada, belirttiğimiz, yaratılan olumlu havadan dolayı spekülasyon teşvik edildi. Bunun sonucu olarak borsada bolca alım yapıldı. Öyle ki borsanın küçük kumarcıları da alım için teşvik edildi. Şimdi ise satış yapılıyor. Satış sürecinde endeks düşüyor. Alış ve satış arasındaki fark, spekülatörün karıdır. İMKB’nda son haftalarda görülen hareketlilik, maddi değerlerin üretimindeki; sanayi üretimindeki olumsuz gelişmenin değil, spekülatörün işidir.
İMKB’nda endeks, Nisan 1999-Ocak 2000 arasındaki gibi hızlı yükselmeyecektir. Belli bir dönem; yeni bir spekülasyon oyunu hazırlanana kadar ekonomik gelişmenin genel eğilimini -maddi değerlerin üretimindeki çizgiyi- şu veya bu şekilde yansıtacaktır. Maddi değerlerin üretimindeki; sanayi üretimindeki durum da ana hatlarıyla şöyledir:
Özellikle Marmara depreminin etkisi de göz önünde tutularak Türkiye ekonomisinin durumu üzerine çok şey yazıldı, söylendi. Batmaktan, çökmekten bahsedenlerin yanı sıra, ekonominin içinde bulunduğu durumu depremle açıklayanlar da oldu. Yani bir yerde ekonomideki krizin nedeni, depremde arandı.
Burjuva yazar-çizer takımının ekonomi üzerine desteksiz atmaları ve krizin nedenini, aranmaması gereken yerde aramaları, bazen nükte konusu olurken, devrimci çevrelerin de yanlışı inatla savunmaları düşündürücü oluyor.
Doğal afetler; olağanüstü kış-yaz koşulları, deprem vs. ekonominin seyrini etkiler. Bunun ötesinde savaşlar da ekonominin seyrini etkiler. Ama şimdiye kadar hiçbir Marksist-Leninist, ekonomik krizi doğal afetlerle, savaşlarla açıklamaya kalkışmamıştır. Ve bunun ötesinde, yine hiçbir Marksist-Leninist, ekonomik krizi, kapitalist ekonominin sürekli bir görüngüsü olarak da açıklamamıştır. Ama coğrafyamızda bunların örneğine bolca rastlıyoruz.
Burjuva ekonomistlerin ve yazarların bir görevi de, kapitalist sisteme zarar vermeyen, onu yıpratmayan bir kriz teorisi oluşturmaktır veya krizleri, sisteme zarar vermeyecek bir biçimde açıklamaktır. Bunun için ücretlendirilirler. Günlük gazetelerinden periyodik yayınlarına kadar bütün yazılı basınında burjuvazi, krizi, aranmaması gereken yerde arıyor. Marmara depreminden sonra yapılan açıklamalara bakarsak, insanın aklına ister istemez şöyle bir soru geliyor: Türkiye’de ekonomik krizin nedeni kozmik miydi, yoksa sismik miydi?
Şimdiye kadar burjuva ekonomistler, ekonomik krizin nedeni üzerine 230 açıklama yapmışlardı. Yani 230 neden saymışlardı. Bunlar arasında kozmik olan nedenler var, ama sismik olan yok. Coğrafyamızdaki bir kısım burjuva yazar-çizer takımı, 231. nedeni bulma şerefine sahip oldu! İngiliz burjuva ekonomisti William Stanley Jevons’in (1835-1882) kapitalizmin devrevi krizlerinin nedenini güneş üzerinde görülen lekelerde aramasıyla bizde bir kısım burjuva yazarın ekonominin seyrini depreme bağlaması arasında nitel bir fark yoktur. Kapitalizmin devrevi krizlerinin nedenini W.S. Jevons kozmik, bizimkiler de sismik olarak açıkladılar. Böylelikle burjuvazi, ekonomik krizin 231. nedenini bulmuş ve sistemi “kurtarmış” oldu.
Bunun ötesinde küçük burjuva çevreler, özellikle de Kızıl Bayrakçılar, bu konuda iflah olmayacaklarını kanıtlarcasına sürekli krizden bahsetmeye devam ediyorlar. Bunlar ve diğer küçük burjuva çevreler açısından (Vatancılar, Emepçiler, Partizancılar vs.) kapitalizmin nesnel yasaları evrensel değildir; en azından Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde geçerli değildir ve bundan dolayı da bu ülkelerde ekonomi, sürekli kriz içindedir!
Krizin nedeni kozmik miydi, sismik miydi veya ekonomi, sürekli kriz içinde midir? Nesnel gerçeklik bu üç anlayışı da reddediyor/çürütüyor.
Türkiye ekonomisi, Asya-Rusya krizinden oldukça etkilenmiş ve bu etkilenme onu, bir ara kriz sürecine sokmuştur. Bu süreç devam ederken deprem olmuştur. Bu iki olgunun birleşmesi, reel üretimi; sanayi üretimini olağanüstü geriletmiştir. Türk ekonomisi, 1999’un ilk yarısında, şiddeti kırılmış bir ara krizden çıkma sürecindeyken depremin tahribatına uğramıştır. Bu tahribat sonucu reel üretim, ancak son birkaç aydır yeniden artma sürecine girmiştir. Veriler, gelişmenin seyrinin böyle olduğunu gösteriyorlar: Toplam sanayi üretimi, 1997=100 bazında, 1998’in aynı ayına göre 1999’un Ocak ayında %9,6; Şubat ayında %7,1; Mart ayında %12 oranında mutlak olarak gerilerken, Nisan ayında %5,4 oranında mutlak olarak büyümüş; Mayıs ayında %3,8 oranında küçülürken, Haziran ayında da %1,1 oranında büyümüştür. Temmuz ayında ise yeniden %3,5 oranında gerilemiştir. Bu veriler, sanayi üretiminin, dengesiz de olsa, giderek artış içinde olduğunu, en azından daralma/gerileme oranlarının küçüldüğünü gösteriyorlar. Depremle birlikte durum tamamen değişmiş ve sanayi üretimi –yukarıdaki bazda- Ağustosta %12,1; Eylülde %9,1; Ekimde %9 ve Kasımda da % 2,9 oranlarında mutlak küçülmüştür. Ama Aralık ayında %3,1 oranında artmıştır. Burada; 1999’un Ağustos ayından Kasım ayına sanayi üretiminin düşme oranlarının giderek küçüldüğünü görüyoruz. Aralık 1999’dan itibaren sanayi üretimindeki mutlak küçülme, mutlak artışa dönüşüyor ve toplam sanayi üretimi 1999’un Aralığında 1998’in Aralığına göre %3,1 oranında; bir yıl öncesinin aynı ayına göre 2000’in Ocağında %4 , Şubatında %6, Martında %1, Nisanında %2,7 ve Mayısında da %2,8 oranlarında artmıştır.
Türk ekonomisi, bir bütün olarak 1999 yılı itibariyle, toplam sanayi üretimi bazında %5,2 oranında ve GSMH bazında da %6,4 oranında küçülüyor. Bu küçülmeyi açıklamanın çeşitli yolları var. Yukarıda belirttik. Kozmik nedenlerden dolayı Türk ekonomisi krize girmiştir ve bundan dolayı da sanayi üretimi 1999 yılı itibariyle %5,2 oranında gerilemiştir diyebilirsiniz veya bu gerilemenin nedenini Marmara depremiyle açıklayarak sismik bir nedenden bahsetmiş olursunuz veya da bizim küçük burjuvalar gibi hareket edip, ‘ekonomi zaten sürekli kriz içindedir, deprem bu krizin şiddetini biraz daha arttırmıştır’ diyebilirsiniz. Ama bu sefer de son yıllardaki büyümeyi; örneğin sanayi üretiminin 1991’deki %3,2; 1992’deki %5,3; 1993’teki %5,8; 1996’daki %5,9; 1997’deki %10,7 ve 1998’deki %0,9 oranlarındaki mutlak artışı/büyümeyi de izah etmek zorunda kalırsınız (Salt bu veriler, sürekli kriz teorisini çürütmeye yetiyor).
Bugün veya 2000 yılı itibariyle Türk ekonomisi bir ara krizde dahi değildir ve toplam sanayi üretiminin 1999 yılı itibariyle %5,2 oranında gerilemesinin nedeni ne ara krizdir ve ne de kapitalist ekonominin bir yasallığı olan fazla üretim krizidir. Sonucun bu denli ağır olmasının nedeni, ekonomi dışı faktör olan depremdir.
Deprem, krizin nedeni değildir, ama sonucunun ağır olmasının temel ekonomik dışı faktörüdür. ( Bu anlamda savaş sonucu tahribatla depremin tahribatı arasında nitel bir fark yoktur). Bu konuda sismikçiler ve sürekli kriz savunucuları yanılmışlardır.
Türk ekonomisi emperyalizme bağımlı bir ekonomidir. Burjuvazi, ekonominin yönetimini IMF’ye teslim etmiştir. IMF ile yapılan anlaşma, ekonomide kimin söz sahibi olduğunu göstermektedir. Bu programla IMF, Türk ekonomisini yabancı sermayenin çıkarlarına göre yönlendirmektedir. Ekonomiyi “düze çıkartmak”, enflasyonu düşürmek, ülkeye yabancı sermaye akışını sağlamak adı altında yabancı sermayenin, çok uluslu tekellerin, bir bütün olarak emperyalizmin dayatmaları aynen uygulanıyor. Tahkim yasası dediler, hemen çıkartıldı. Özelleştirme dediler, buyurun dendi. Enflasyonu düşürmek için ücret artışını azami %25 ile sınırlayın dediler, kabul edildi. Emperyalizm, özellikle de ABD ve AB, jeostratejik konumundan dolayı ülkemize olağanüstü ilgi duyuyor ve ekonomisini (ve de siyasetini) kendi çıkarlarına göre şekillendiriyor/yönlendiriyor. Sanayi üretiminin artış sürecinde olması; ekonominin ara kriz de bile olmaması, işçi sınıfı ve emekçi yığınlar açısından büyük bir anlam taşımıyor: sanayi üretimi arttığı, ekonomide belli bir canlanmaya doğru gidiş olduğu için işsizlerin sayısı azalmayacak, yoksulluğun kapsamı ve derinliği değişmeyecek; ücretler artmayacak, sosyal haklar verilmeyecek. Hükümetin “istikrar” arayışında ve IMF merkezli programında bunların yeri yok. Siyasi “istikrar” korunmalı ki, ekonomik “istikrar” sağlansın deniyor. Yani siyasi ve ekonomik “istikrar” adına IMF’nin dayatmalarına ses çıkartılmayacak, sömürüye, ülkenin talan edilmesine boyun eğilecek. Burjuvazi, kendi selameti ve yabancı sermayenin çıkarı için böyle diyor ve ona göre de hareket ediyor.
Bu sistemin; kapitalizmin/burjuva düzenin işçi sınıfına ve emekçi yığınlara vereceği bir şey, gelecek yoktur. Çalışanlar, ekonomi krizde olsa da, olmasa da, sömürüden, talandan ve baskıdan başka bir şey görmemişlerdir. Ya köleliğe, açlığa, baskıya boyun eğilecektir, ya da buna karşı mücadele edilecektir. Bunun ortasında üçüncü bir yol/alternatif yoktur.
Burjuvazi, “istikrar” programını uygulamak için sendika ağalarından da yararlanıyor. Hükümet, IMF(emperyalizm) ve sendika ağaları ittifak içinde hareket ederek, işçi sınıfının yükselmeye yönelmiş mücadelesini; özelleştirmeye ve IMF-programına karşı kitlesel protestosunu etkisizleştirmeyi hedefliyor. İşçi sınıfının, sendikal mücadele bazında da olsa birlik arayışı; platformlar oluşturması hâkim sınıfları; üçlü ittifakı korkutuyor. Kitlesel ve yaygın mücadele, hükümetin ve IMF’nin siyasi ve ekonomik “istikrar” programını akamete uğratacak ve nihai kurtuluş; sosyalizm için mücadeleyi güçlendirecektir.