deneme

2 Temmuz 2000 Pazar

GEN TEKNİĞİ

26 Haziranda ABD Başkanı B. Clinton ve İngiltere Başbakanı T. Blair, eş zamanlı olarak, insan genomunun yüzde yüze yakınının deşifre edildiğini açıkladılar. Deşifreyi kim daha önce yapacak yarışını C. Venter’ın işletmesi “Celera Genomics” kazandı.
Doğrudan insan geni üzerine olmasa da, hayvan ve özellikle de bitkiler üzerindeki denemeler, hiç de yeni değil. 19. Yy.da, bu alanda bir dizi çalışma yapılmıştır.
“Gen” kavramı, 1909’da Danimarkalı botanikçi W. Johnnsen tarafından bilime kazandırıldı.
DNA’nın (Dioksiribo Nükleik Asit) ne anlama geldiğini 1953’te J. Watson ve F. Crick açıkladılar.
Gen tekniği, ‘70’li ve ‘80’li yıllarda bilim olarak gelişti. Bazı yeni molekül biyolojik yöntemlerin sentezini temel alan gen tekniğinin gelişimi, birkaç aşamadan oluşur:
İlk aşamada esas olan, DNA’nın tanınması ve sıralanmasının yapılmasıydı. Böylece, genlerin sıralandığı DNA’ların tam analizinin yapılması mümkün oluyordu. İkinci aşamasını, yeniden kombine edilebilir DNA’ların üretilmesi oluşturur. Böylelikle gen transferi, bir hücreye yabancı bir genin taşınması olası oluyordu. Bu tekniğin üçüncü aşamasında DNA’lar, istenildiği gibi sentetik olarak üretilebiliyordu. Gen tekniğinin dördüncü aşamasında ise, 1988’de “Polimerase-Zincirleme Reaksiyonu”nun (PCR) keşfinden sonra, seçilmiş gen parçaları, istenilen miktarda çoğaltılabiliyordu.
Bu ön koşulları olan gen tekniği, ‘90’lı yıllarda hızlı bir gelişme gösterdi. Dünyanın birçok ülkesinde devlet ve özel sektör kaynaklı kurumlar/laboratuarlar, adeta birbirleriyle yarıştılar. Tabii bu araştırmalarda başka teknolojilerin kazanımlarının (örneğin bilgisayar) kullanılması sonuç almada önemli olmuştur. Yapılan tahminlere göre, şifre, 2005 yılında çözülecekti, ama bu sonuca bugün ulaşıldı; insan genomu, ham olarak, taslak olarak çözüldü. Bugün, genomların yüzde 90’ı biliniyor ve sıralaması da yapılıyor. Bu yüzde 90’ın da yüzde 95’i, neredeyse yüzde yüz (%99,9) oranında biliniyor.
İnsanda bulunan kromozom sayısı 46. Bu kromozomların molekül türü kadınlarda 23, erkekler de ise 24’tür. Döllenme sırasında çocuk, anneden 23, babadan da yine 23 kromozom alır. Kadınlarda kromozom çifti X-X, erkeklerde ise X-Y’ dir. Döllenme X-X olursa çocuğun cinsiyeti dişi, X-Y olursa erkektir. Bu X-X ve X-Y kromozomları yaşamın kitabını oluşturuyorlar. Alfabetik anlamda yaşam, dört harften ibaret: G, A, T, C. (G = Guanine, A = Adanine, T = Thymine ve C = Cytosine). Bu dört harfin toplam 3,2 milyar kombinasyonu var.
Şimdiye kadar deşifre edilen genlerin yüzde 21,1’inin ne işe yaradığı biliniyor. Geriye kalanlar ise, henüz hammadde durumundalar. Yani kalıtım, henüz tam deşifre edilmedi. Öyle olmuş olsaydı, bu dört harfin oluşturduğu alfabenin ne anlama geldiği bilinmiş olurdu. Yaşam kitabının dört harfli alfabesinin tam anlamıyla anlaşılması için 3,2 milyar kombinasyonun; alfabenin bu kadar sayıdaki “imla kuralları”nın ne anlama geldiğinin bilinmesi gerekir. Anlaşılan o ki, bu alandaki gelişmeler, bu bilinmeyenin de yakında deşifre edileceğini gösteriyor. Harfler biliniyor ve dizgi (sıralama) büyük oranda doğru yapılmış.
Gen Tekniğinin Düşündürdükleri
Bu gelişme aşamasında dahi gen tekniği, insanlığa umut, ama aynı zamanda da korku veriyor. Gen tekniğinin mevcut ve olası kazanımlarından dolayı insanlık, sevinç ve dehşeti bir arada yaşıyor.
Gen tekniğine dayanan tıpta, muazzam ilerleme olacak.
Zaten birkaç on yıldan beri gen tekniği temelinde ilaçlar üretilmekte. Örneğin, bakterilerden üretilen ensülin, 1982’den beri “şeker” hastalığına karşı kullanılıyor. Gen-aşı maddesi, Hepatit- B- virüs hastalığına karşı kullanılıyor. Keza, boğmacaya karşı da gen-aşı maddesi kullanılıyor. Alzheimer, Parkinson hastalıklarına karşı gen tedavisi yapılıyor. Yakın gelecekte, kanser gibi, bugün ölümcül olan birçok hastalığın “kökünün kazınacağından” bahsediliyor. Anlaşılan o ki, gen tekniği, hastalık daha potansiyelken ona karşı mücadeleyi/tedaviyi olası kılacak. Bunun ötesinde, ömür de uzayacak.
Burjuvazi, bütün medya ve bilimsel kürsü olanaklarını kullanarak, bu tekniğin insanlığa kazandıracağı olumlu yönlerin propagandasını yapıyor. Bu tekniğe, yeni biyolojiye umut bağlayın, bunun ötesinde, 21. Yy. teknoloji denen diğer iki teknolojiye de; nano tekniği ve robotik güvenle bakın, yeryüzü her dünyalı için bir cennet olacaktır demeye getiriyor.
Burjuvazinin, sorunun sadece bu yönü üzerinde durmasının nedeni var; dünya çapında duyarlı kamuoyunun tepkisini almamak. Birçok bilim adamı ve düşünen her insan, 21. Y.y’ın bu teknolojisinin, tek başına ve diğer iki teknolojiyle (nano ve robot tekniği) birlikte, insanlığı yok edecek silahların üretiminde kullanılacağını –belki de kullanılıyorlar- biliyorlar. Burjuvazi, bu teknolojinin tam da bu özelliği üzerine konuşulmasını ve ona karşı olası bir güçlü mücadelenin gelişmesini hiç istemiyor.
Tarih, burjuvazinin elinde teknolojinin ve kazanımlarının, öncelikle silah üretimi alanında kullanıldığını gösteriyor. Önce silah üretiminde kullanılmamış önemli hiçbir teknoloji yoktur. Atomun parçalanması, nükleer enerji, önce silah yapımında kullanıldı. Atom bombası, yeni teknolojiler bazında üretilecek silahların yanında çocuk oyuncağı gibi kalıyor. Ne türden silahlar üretilir, bu, bugün bütün yönleriyle bilinmiyor. Olası üretilmiş olanlar da, bir sır. Gen teknolojisiyle burjuvazi, seçerek öldürme, yok etme olanağına sahip oluyor. Her halükarda gerçek olan şu:
Kalıtıma müdahale, homo sapiens’in (günümüz insanının) biyolojik yapısını değiştirme yeteneğine sahip olunduğu anlamına gelmektedir.
Biyolojik yapıyı değiştirme, kalıtıma müdahale, aslında, hiç de yeni değil. Bunun, 19. Yy.’da botanik (bitki dünyası) alanında kullanıldığı ve bitkilerin evrimsel gelişmesine müdahale edilerek, yeni bitki türlerinin üretildiği bilinin bir şeydir.
Evrimsel gelişmeye müdahale, zoolojide de (hayvan biliminde de) yapılmıştır. Bu türden müdahalenin en son örneği “Doli” dir; kopyalanmış koyun.
Gen tekniği, homo sapiens’in evrimine müdahale demektir. Homo sapiens, bugünkü insandır. Bugünkü insanın oluşumu ise, yaklaşık 250 bin sene önce başlamıştır. İlk insan temsilcisi olan homo erectus, 80 bin-250 bin yıl önce yaşamıştı. İnsansal gelişme ise, 15-18 milyon yıl önce başlamıştı (Dryopithecus). Öncesini bırakalım, homo sapiens’in 250 bin yıllık evrimine gen teknolojisiyle adeta bir anda müdahale edilebiliyor ve biyolojik yapısı bakımından insan, değişime uğratılabilecek. Homo sapiens’in biyolojik yapısına müdahale ne demektir? Biyolojik açıdan amaçlanan tipte insan üretme yeteneğini/olanaklarını kullanmak. Bu, bugünün sorunu olarak görülmeyebilir. Böyle bir müdahale, etik/ahlak sorununu gündeme getirir, yasaklanır vb. denebilir. Ama hayvan kopyalayan, başkalaşıma uğratan anlayışın, insan söz konusu olunca duraksayacağına inanan, feci halde yanılmış olur. Burjuvazi, bu teknolojiyi, insanlığa hizmet için geliştirmiyor. Burjuvazi açısında bu teknoloji ve kazanımları, sadece bir metadır. Bu çabanın arkasında milyarlarca dolarla ifade edilen bir sermaye var. Ve bu sermaye, sermaye olarak var olabilmek için, kendini üretmesi, değerlendirmesi gerekir; yani kar, daha fazla kar sağlaması gerekir. Diğer teknolojiler gibi, gen tekniği de burjuvazi tarafından kar dürtüsüyle/amacıyla geliştirilmiştir. Başarısını, 26 Haziranda B. Clinton’a açıklatan “Celera Genomics” kuruluşunun sahibi C. Venter, bu amacını gizlemiyor. Başarısını patentleştirip, bu tekniğin kazanımlarını kendi eline (tekele) alarak sermayeye çevirmek istiyor. Kar için “sermayenin, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur”
Burjuvazi, kar için, iktidarını devam ettirmek için, kendi sonu da olabilecek silahları üreteceği gibi, kalıtıma da müdahale ederek, istediği tipte biyolojik insan üretme girişiminde bulunur.
Gen Teknolojisi ve Felsefe
Bu teknoloji, felsefede gericiliği ve ırkçılığı körüklemekte ve burjuvazi, iktidarını devam ettirmek için bu teknolojiyi felsefe alanında da kullanacaktır. Marksizm’in; Marksist felsefenin çürüttüğü ve tarihi çöplüğüne attığı burjuva felsefi akımlara gün doğdu. İnsanı, salt doğa yaratığı, yani salt biyolojik yaratık olarak gören antropologizm, insan toplumunu ve gelişmesini biyolojik faktörlerle ve yasallıklarda arayan biyolojizm, bunun türleri olan sosyal-darvinizm, maltusçuluk, yeni bir bahar yaşayacaklar, ırkçılık teorisinin savunucularına gün doğacak. “İnsan yetiştiren insan”, “üstün insan-sürü insan” anlayışının sahibi Nietzsche’ye gün doğdu. “Sürü”, “ayak takımı” diye tanımladığı emekçi yığınlardan nefret eden ve bunları “gütmek” için “üstün insan”a, elit insana ihtiyaç vardır diyen, ırkçılığın bu felsefi babasının takipçilerine iş düştü. Burjuvazinin uşağı bu bay, popüler yapılıyor. Homo sapiens’in evrimsel gelişmesini seleksiyona (seçime) tabi tutmayı talep eden Nietzsche’ in, öğrencilerinin; faşistlerin, ırkçıların elinde gen teknolojisi, amaçlarını gerçekleştirmek için devasa bir silah olacaktır. Daha şimdiden bu seleksiyonu talep edenler ve “felsefi” açıdan yorumlayanlar var.
Düşünce ve eylemde insanlık suçu işlemiş bu felsefi akımların savunucuları, başta da Nietzsch ve öğrencileri, bir noktada yanılıyorlar; Homo sapiens, salt biyolojik bir varlık değildir. Onun fiziki; biyolojik varlığı, insan oluşumunun/evriminin bir önkoşuludur. Diğer önkoşul ise toplumsal varlık oluşudur. Bu insanlık düşmanları, insanın salt bir biyolojik varlık değil, toplumsal bir varlık olduğunu inkâr ediyorlar. İnsanı insan yapan, çalışmadır, iştir, onun bilinçlenmesidir. Günümüzden 2,5 milyon – 700 bin yıl önce eline sopa alabilen Australopithecus Africanuc, ancak 800 bin – 250 bin yıl önce Homo Erectus gelişme seviyesine gelmiştir. Homo Erectus, insan olma evriminde ilk temsilcimizdi. O günden bugüne geçen süreç, muazzam bir bilinçlenme, toplumsallaşma sürecidir. Nietzsche ve öğrencileri (faşistler, ırkçılar), nefret ettikleri, aşağıladıkları, sürü olarak gördükleri yığınların; işçi sınıfı ve emekçilerin, sömürü düzenini yıkmak için sürdürdükleri mücadeleleri ile salt biyolojik bir varlık olmadıklarını ortaya koymalarını, tarih yapıyor olmalarını ve o uzun oluşum sürecinin bir ürünü olduklarını anlamak istemiyorlar.
Şüphesiz, bütün felsefi akımlarıyla burjuvazi de, toplumun sınıflara ayrılmış olduğunu inkar etmiyor. Her ne kadar, revizyonist bloğun dağılmasıyla eski dönemin kapandığını, teorisiz, sosyalizmsiz, sınıfsız bir çağa girildiği propagandası ayyuka çıkartıldıysa da, bu anlayış hiç tutmadı. Ezilenlerin, sömürülenlerin burjuvaziye karşı mücadelesi hiç durmadı. Ama şimdi, gen teknolojisiyle burjuvazi, yeni bir olanak daha yakaladı; Burjuva filozoflar, başta da Nietzsche, kapitalist toplumun sınıflara ayrılmışlığını, biyolojik ayrım olarak gösteriyorlar. Bunların sınıfsal ayrımdan anladıkları, biyolojik ayrımdır. İnsanlık suçu işlemiş bu unsurlar, toplumu, kapitalist sınıf-işçi sınıfı diye ayırmıyorlar. “Sınıfsal” ayrım, “üstün ırk-adi ırk”, “üstün insan-sürü insan”, yöneten insan, adi insan, ayak takımı vb. kavramlarla yapılıyor. Burjuvazi, şimdi bu biyolojik ayrımı gerçekleştirmenin maddi; maddi-bilimsel yeteneğine sahip; bu biyolojik ayrımı gerçekleştirebilecek tekniğe sahip.
Ne Yapmalıyız?
Bilimsel-teknik devrime, bu devrimin kazanımlarına karşı olamayız. Ne atom tekniğine, nükleer enerjiye, ne de 21. Yüzyılın teknolojileri denen gen tekniğine, nano ve robot tekniğine karşı olabiliriz. Teknik gelişmeye, dolayısıyla üretici güçlerin gelişmesine karşı olmak, olsa olsa gericilerin işidir. Komünistler, bu teknolojilerin burjuvazinin elinde olmasına ve onun tarafından kendi sınıfsal çıkarları için kullanılmasına karşıdırlar. Bu teknolojilerin, burjuvazinin elinde olmalarının yegâne nedeni, onun, üretim araçlarına sahip olmasıdır. Düzen, onun düzenidir. O, hâkim sınıftır. Hâkim sınıf olduğu için üretim araçlarına sahiptir veya üretim araçlarına sahip olduğu için hâkim sınıftır. Komünistlerin görevi, bu araçları onun elinden almak için mücadeledir. Yani burjuva üretim/mülkiyet ilişkilerini yıkmaktır.
Yeni teknoloji ve kazanımlarının kullanılış biçimine karşı mücadele ediyoruz diye, üretici güçlerin gelişmesine, bilimsel-teknik devrime karşı olamayız. Teknolojiye, bilimsel-teknik devrime, üretici güçlerin gelişmesine karşı olanlar, Stalin’in deyimiyle “trogolit”lerdir. Yani buz devrinde, inlerde yaşayan insanlar. Bu trogolitler, Rusya’da, Ekim Devrimi’nden sonra , demiryollarının , burjuva demiryolları olduğunu, bundan dolayı da onları kullanmanın Marksistlerin işi olmayacağını, sökülüp atılmaları ve yerine “proleter” demiryolu yapılması gerektiğini ciddi ciddi savunmuşlardır.(Bkz.: “Marksizm ve Dil Biliminin Sorunları”).
Buz devri insanları gibi düşünerek, teknolojik gelişmeye ve onun kazanımlarına karşı olmak, gerçekten de “genetik” olarak özürlü olmak anlamına gelir. Böyle düşünenler, homo sapiens’in ilk evrelerindeki gelişme seviyesinde olduklarını göstermiş olurlar. Makinenin, bilgisayarın, teknoloji ve kazanımlarının sınıfı yoktur. Bunlar, hangi sınıfın elindeyse, o sınıfa hizmet ederler. Bu “hizmet” sorununu, kapitalist mülkiyet/üretim ilişkileriyle aynılaştıramayız.
Burjuva düzeni yıkmak, sosyalizmi, var olan ekonomik olanaklara dayanarak inşa etmek demektir. Bu durumda, burjuva mülkiyet/üretim ilişkilerine göre şekillenmiş olan ekonomik yapı yıkılıyor. Sınıfsal karakter taşıyan, bu yapıdır. Ve bu yapının içinde insansal üretici güçler (sosyalist iktidarın sınıfsal temeli olan işçi sınıfı ve emekçi köylüler) ve üretim araçları (makineler, aletler, fabrikalar, teknoloji vs.) yoktur.
Üretici güçlerin insansal unsuru olan işçi sınıfı, mevcut üretim araçlarını devralır ve kendi sınıfsal çıkarı için kullanır. Yani işçi sınıfı, gen tekniğini ve başka teknolojileri de devralır ve insanlığa hizmet için kullanır.
Demek oluyor ki, gen teknolojisine karşı mücadele, teknolojik gelişmeye karşı mücadele değildir, kapitalist düzene, burjuva mülkiyet ve üretim ilişkilerine karşı mücadeledir. Sorunun bu can alıcı yanını göz önünde tutmayan, nesnel olarak burjuvaziye hizmet eder, yasalarla yasaklatmayı esas alır.
Gen tekniğinin “kötüye” kullanılmasına karşı olmak, sadece, işçi sınıfı ve emekçilerin bir sorunu da değil. Aslında bu, bir insanlık sorunudur ve bu mücadelede esas hedef, yasal teminat olamaz. Hormonlu domates, soya fasulyesi, et vb. üzerine etiket yapıştırılarak satılmıyor mu? Pasifizmin başarısı, etiket yapıştırtmak oldu. Ama burjuvazi, hormonlu gıda maddelerini, bu sefer etiketleyerek satmaya devam ediyor. Etiket, genetik değişime uğratılmış gıda maddelerinin satışını sadece ve sadece meşrulaştırmıştır.
Şüphesiz ki, bu mücadele türünü küçümsemiyoruz, sadece, sonuçlarına dikkat çekmek istiyoruz.
Gücümüz yettiğince konuya ilişkin aydınlatma faaliyeti yürütmek, bu teknolojiye karşı mücadeleyi örgütlemek ve dışımızda gelişen girişimlere katılmak, devrim için mücadelenin bir sorunudur.