“Dünya Ekonomik Zirvesi” adı altında her yıl yapılan bu toplantılar, 1975’te başlatılmıştı. O zaman, kapitalist dünyanın en gelişmiş 7 emperyalist ülkesi, Amerikan emperyalizminin patronluğu altında toplanıp , bir taraftan kendi “iç” çelişkilerini/rekabet sorunlarını görüşürlerken, diğer taraftan da SB’ne karşı mücadelenin, onun hegemonya alanına girmenin veya nüfuzunu genişletmesini engellemenin ve “üçüncü dünya” ile ilişkiler sorununu tartışıyorlardı. Revizyonist blokun dağılmasından sonra, o zamana kadar tartıştıkları “iç” sorunlar, belirleyici rekabet sorunları olarak bütün çıplaklığıyla ortaya çıktılar. Artık ortak hareket etmelerini zorunlu kılan bir karşı güç kalmamıştı.
Bu seferki toplantı, bu türden toplantıların herhalde en sönük geçeni olmuştur. ABD Başkanı Clinton, kafası Camp Devid’de olarak Okinava’ya gitmişti. Yeni bir Çar olmaya özenen Putin, toplantı öncesi gerçekleştirdiği Çin ve Kuzey Kore ziyaretleriyle ABD’ye karşı yeni taktiksel ittifak arayışını sürdürmüş ve başarılı da olmuştu. Japonya ise hala ekonomik krizin sorunlarıyla boğuşuyor olmasından dolayı ev sahipliğinden öteye adım atmaya pek istekli değildi. Sadece AB’li olanlar, özellikle de Almanya, hallerinden memnun gözüküyorlardı.
Zirve için Japon hükümeti 1,3 milyar dolar harcamış. Okinova toplantısı, bu türden toplantının en pahalısı, ama sonuçları bakımından da en fukaralarından, koflarından birisi.
Ne konuşuldu, neyi hallettiler?
ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada ve Rusya devlet ve hükümet başkanları Okinava’da, esasen, en fakir ülkelerin borçlarının silinmesi, dünya ticaretinin sorunları, “gelişen” ülkelerin dünya ekonomisiyle daha güçlü entegrasyonu sorunları, “bilgi toplumu” hayali vb. üzerine konuştular.
Dünyanın en fakir 36 ülkesinin borçlarının silinmesi üzerine anlaşamadılar. Özellikle Almanya’nın, bu konudaki girişimi sonuçsuz kaldı. Söz konusu bu en fakir ülkelerin çoğunluğu Afrika kıtasında. Bu kıtayı ve dolayısıyla ülkelerini de fakirleştiren, yer altı kaynaklarını talan eden ve bu talan için birbirleriyle rekabet eden bu emperyalist ülkelerin, borç silme kararının ne anlamı olacaktı? Bu ülkeler, yeniden, emperyalist ülkelerin ve mali kurumlarının kapısını çalacaklar, yeniden borç alacaklar ve yeniden, ana paranın değil, faizin ödenmesiyle karşı karşıya kalacaklardı. Bu, bir yerde, “olmadı baştan”, “bu sayılmaz” hikayesine benziyor. Daha sıkı, daha kapsamlı bağımlılık için borç silme kararı alınamadı. Çünkü bu alanda her bir emperyalist ülkenin kendi çıkarını ifade eden hakimiyet ve talan planı var. Hiçbir emperyalist ülke, nüfuz alanları sorunlarının, borç silme adı altında “kurtlar sofrası”nda tartışma konusu yapılmasını istemiyor.
Köln’deki toplantıda(1999) dünya çapında serbest ticaretin geçerli kılınması, ticarete ilişkin korumacılığın kaldırılması üzerine anlaşmaya varılmıştı. Seattle’de yapılan Dünya Ticaret Örgütü bakanlar toplantısında emperyalist devletler, yenilmekten kurtulamamışlardı. Dışarıda on binlerin protestosu, içeride bazı bağımlı ülkelerin direnci, emperyalist devletlerin planını altüst etmişti. Dünya ticaretinde liberalleşme talep eden emperyalist ülkeler, böylelikle, kendi ürünlerinin bütün ülkelerde engelsiz pazarlanmasını sağlamayı, geri ülkelerin iç pazarını tamamen kendi ürünleriyle doldurmayı ve bu ülkelerde üretimi aksatmayı ve durdurmayı amaçlıyorlar.
Dünya ticaretinde liberalizm talep eden emperyalist ülkeler, bu konuda hiç de liberal değiller. Kendileri, koydukları kokalarla, birtakım korumacı yasalarla geri ülkelerin emperyalist ülke pazarlarına engelsiz girmelerini engelliyorlar. Emperyalist ülkeler, yapmadıklarını başkalarından talep ediyorlar.
Okinava’da emperyalist ülkeler, “gelişen” ülkeler ile daha çok işbirliği kararı aldılar. Bu ülkeler ile daha kapsamlı entegrasyon sorunları üzerine, yeni teknolojilerin kazanımlarından yararlanma sorunları üzerine konuştular. Emperyalist ülkeler, her ülkenin “küreselleşmenin faydalarından azamı yararlanmalarını” talep ediyorlar. Peki küreselleşme ne? Burjuvazinin küreselleşmeden kastettiği şey, Marksist literatürde “sermayenin uluslararasılaşması”dır. Sermayenin uluslararasılaşması, her alanda bağımlılık ve bu bağımlılığın olabildiğince kapsamlaştırılması ve derinleştirilmesidir. “Gelişen” ülkelerden istenen bu. Emperyalist ülkelerin, “küreselleşmenin faydalarından azami yararlanılması” talebi, bağımlı ülkelerin siyasi, ekonomik, askeri, kültürel vb. alanlarda tamamen teslim alınmaları, bu ülkelerde ulus/ulusal devlet olgusunun etkisiz kılınması, bu ülkelerin emperyalist ülkelerin ve İMF, Dünya Bankası gibi kurumlarının yönetimine girmesi anlamına gelmektedir. Zaten bu yapılıyor. Ama emperyalist ülkeler, yapılanla yetinmiyorlar, yetinemezler de.
Uyanık davranan Japon hükümeti, toplantıyı Okinova adasında düzenlemekle, yoğun kitlesel gösterilerden kurtuldu. Ama yine de, Seattle ve Washington da olduğu gibi olmasa da, binlerce insan bu toplantıyı ve adadaki Amerikan askeri varlığını protesto ettiler.