SERMAYE
BİRİKİMİ VE SERMAYE BİRLEŞMELERİ
Özellikle
son on yıl içinde kapitalist dünya ekonomisinde yeni yönlerin
olduğuna dair, artık kapitalizmin klasik kapitalizm olmaksızın
çıkıyor olduğuna dair burjuvazinin kalemşorları yazıp
çiziyorlar. Sermaye hareketinin ulusal ve uluslararası nicel
gelişmesinin sınırlarını farklı göstermek için adeta her
"açıklama” yoluna başvuruluyor. Bütün bu açıklamalarında
"küreselleşme ve sermaye birleşmesi” belirleyici çıkış
noktasını oluşturmaktadır. Daha önceki yazılarımızda
"küreselleşme”; sermayenin uluslararasılaşması üzerinde
durduğumuz için bu yazımızda sermaye hareketini birleşme
açısından; temerküz ve merkezileştirilme açısından ele alarak
kapitalizmin kapitalizm olma özelliğinden hiçbir şey
kaybetmediğini göstermeye çalışacağız.
1-
Sermayenin Temerküzü Ve Merkezileştirilmesi
Marks,
"Kapital” Cilt 1’de sermayenin temerküzü üzerine şöyle
diyor:
"Mülksüzleştirme,
kapitalist üretimin kendi içinde taşıdığı yasaların
işlemesiyle, sermayenin merkezileşmesiyle gerçekleşir. Bir
kapitalist, sürekli birçoklarının başını yer. Çalışma
sürecinin giderek boyutları büyüyen kooperatif şekli, bilimin
bilinçli teknik uygulanması, toprağın yöntemli bir biçimde
işlenmesi, çalışma araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir
çalışma araçlarına dönüştürülmesi, bütün çalışma
araçlarının bileşik toplumsal çalışmanın üretim araçları
olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların
dünya pazarları ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin
uluslararası bir nitelik kazanması, bu merkezileşme ya da birçok
kapitalistin birkaç kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi
ile el ele gider. Bu dönüşüm sürecinin bütün avantajlarını
sömürü ve tekellerine alan büyük sermaye sahiplerinin
sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte, sefalet, baskı,
kölelik, soysuzlaşma (ve) sömürü de alabildiğine artar”
(s. 790. Alm ).
Demek
oluyor ki, temerküz (konsantrasyon), sermayenin de giderek daha az
sayıda kapitalistin veya kapitalistler grubunun elinde
toplanmasıdır. Bu süreç, kapitalist birikimle, yani artı değerin
sürekli sermayeye dönüştürülmesiyle gerçekleşen ve kapitalist
üretim biçiminin hakim olduğu her ülkede -emperyalist veya
bağımlı ülke- farklı kapsamda da olsa görülür.
Sermayenin
merkezileşmesi hakkında da aynı yapıtında Marks şöyle der:
Sermayenin
merkezileşmesi, "daha önce oluşmuş bulunan
sermayelerin yoğunlaşması, bağımsızlıklarına son verilmesi,
kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi, birçok küçük
sermayenin, birçok büyük sermayeye dönüştürülmesidir. Bu
süreci daha önceki süreçten (sermayenin
temerküzünden -çn) ayıran şey, halen var olan
sermayenin dağılımında sadece yeni bir değişikliği öngörmesi
nedeniyle, faaliyet alanının, toplumsal zenginliğin mutlak
büyüklüğü ya da birikiminin mutlak sınırları ile sınırlı
olmamasıdır. Başka yerlerde birçok kapitalistin elinden çıkan
sermayeler, burada, tek bir kapitalistin elinde büyük bir kütle
halinde toplanır. İşte bu, birikim ve yoğunlaşmadan (temerküzden
-çn) farklı olarak gerçek anlamda sermayenin
merkezileşmesidir...
Rekabet
mücadelesi, meta fiyatlarının ucuzlatılmasıyla verilir. Meta
fiyatlarının ucuzluğu, aynı kalan koşullarda, işin verimine ve
bu da üretimin boyutuna bağlıdır. (Yani,
verimlilik ne kadar yüksek olursa, meta üretimi de o kadar ucuz
olabilir -çn) Bu nedenle büyük sermayeler, küçükleri
yenerler. Ayrıca, unutulmamalıdır ki, kapitalist üretim biçiminin
gelişmesiyle, bir işi normal koşullar altında yürütmek için
gerekli asgari bireysel sermaye miktarında bir yükselme olur. Bu
nedenle, küçük sermayeler, büyük sanayinin henüz yalnızca yer
yer el attığı veya da bütünüyle ele geçiremediği üretim
alanlarına akarlar ve buralarda toplanırlar. Burada rekabet,
birbirine düşman sermayelerin sayılarıyla doğru, büyüklükleriyle
ters orantılı bir şekilde devam eder. Ve bu mücadele, daima,
sermayelerinin bir kısmı kendilerini yenen kapitalistlerin eline
geçer, bir kısmı da yok olup giden birçok küçük kapitalistin
batıp gitmesiyle sonuçlanır. Bundan başka, kapitalist üretim ile
birlikte tamamen yeni bir güç ortaya çıkar: Kredi sistemi. Bu
sistem ilk aşamalarında, birikimin alçakgönüllü bir yardımcısı
olarak hiç sezdirmeden işin içine giren ve büyük ya da küçük
miktarlar halinde toplumun yüzeyinde dağılmış bulunan para
kaynaklarını, görünmeyen iplerle, tek ya da ortaklık halindeki
kapitalistlerin ellerinden çeker; ama çok geçmeden, rekabet
mücadelesinde yeni ve müthiş bir silah olur ve nihayetinde
sermayenin merkezileşmesi için de bir toplumsal merkezileşmeye
dönüşür.
Kapitalist
üretim ve birikimin gelişmesi ölçüsünde, merkezileşmenin en
güçlü iki mekanizması da gelişir: Rekabet ve kredi. Birikimdeki
ilerleme, aynı zamanda, merkezileşmeye uygun malzemeyi, yani
bireysel sermayeleri de çoğaltır; bu sırada, kapitalist üretimin
genişlemesi, bir yandan toplumsal gereksinimini yaratırken, diğer
taraftan da, gerçekleştirilmesi daha önceki bir sermaye birikimini
gerektiren dev sanayi kuruluşları için zorunlu teknik araçları
sağlar. Bu nedenle, bugün, bireysel sermayeleri bir araya toplayan
çekim gücü ve merkezileştirme eğilimi, her zamandan daha
kuvvetlidir” (Kapital C.1, s. 654/655)
Konumuz
açısından oldukça anlamlı olduğu için uzun alıntı yapmaktan
çekinmedik. Demek ki sermaye birikimi, temerküz ve merkezileşmesi,
yeni firma birleşmeleri kapitalist üretim biçiminin yasallığıdır.
Sermaye birikimi, temerküzü ve merkezileşmesi olmaksızın
kapitalizm ele alınamaz. Marks bunu, Kapital’in (1.Cilt) ilk
baskısını çıkış noktası olarak alırsak, 1867’de söylüyor,
tespit ediyor. Marks, daha 1867’de "Bugün, bireysel
sermayeleri bir araya toplayan çekim gücü ve merkezileşme
eğilimi, her zamandan daha kuvvetlidir” tespitini yapıyor.
Öyleyse bugün görülen "sermayelerini bir araya toplayan
çekim gücü ve merkezileşme eğilimi”, yani rekabet ve sermaye
(firma) birleşmeleri hiç de yeni değilmiş!
Rekabet
ve kredi sistemi, sermayenin merkezileşmesinde güçlü bir kaldıraç
oluyor. Rekabet, sonuç itibarıyla, bir kısım bağımsız
sermayeleri iflasa götürüyor, bir kısmının başka sermayeler
tarafından yutulmasına yol açıyor. Kredi sistemi, kapitalist
işletmelere, kendilerine ait olmayan, yabancı sermaye kullanma
olanağı sağlıyor. Bu da birikimi ilerletiyor/katlandırıyor.
Birikimin ilerlemesi de merkezileşmeyi hızlandırıyor. Çünkü
birikimin ilerlemesiyle merkezileştirilebilecek çok sayıda sermaye
ortaya çıkıyor.
Kâr
oranının düşmesiyle rekabet keskinleşir, sermaye giderek büyüyen
kendini değerlendirme sorunlarıyla karşı karşıya kalır, yani
kronik bir sermaye fazlası ortaya çıkar. Verimliliğin artması
sonucunda, kapitalist tarafından kabul edilebilir bir kâr oranı
için kullanılabilecek sermayeden daha çok bir sermaye ortaya
çıkar. Ortada bir sermaye bolluğu vardır. Peki bu sermaye
fazlalığı neye yol açar? Bu sermaye fazlalığı, giderek daha
çok sermayenin bankalarda toplanmasına; temerküzüne yol açar.
Bankalarda toplanan bu sermaye, kredi sistemini geliştirir. Marks’ın
dediği gibi, kredi sistemi de sermayenin merkezileşmesini
hızlandırır.
Değişmeyen
koşullarda kâr oranının düşmesi verimliliğin artışıyla
hızlanır. Kâr oranının düşmesi, kâr kütlesinin düşmesi
anlamına gelmez. Yani kâr oranının düşmesine rağmen, normal
olarak, kâr kütlesi artar. Kâr kütlesinin artması, sermaye
birikimi demektir. Marks’ın dediği gibi ilerleyen sermaye
birikimi de sermayenin merkezileşmesini ateşler/güçlendirir.
Anlattığımız,
daha doğrusu Marks’tan aktardığımız bu süreç, sermaye
hareketinin nesnel gerçekliğidir. Bu sürecin sonucu belli çok
sayıda küçük sermayeler, az sayıda büyük sermayeye dönüşürler.
Bu sermayeler ve sermaye grupları, faal oldukları alandaki
gelişmelerinin belli bir aşamasında o alandaki pazarda hakim
konuma gelirler; yani tekel olurlar.
2-
Tekel ve Rekabet
"Felsefenin
Sefaleti” yapıtında Marks, şöyle der:
"Yaşamın
pratiğinde sadece rekabet, tekel ve onların çatışması değil,
bilakis, simge olmayan bir hareket olan sentezleri de görülür.
Tekel, rekabete neden olur. Rekabet, tekele neden olur. Tekelciler,
rekabet edenler, rekabetçiler tekelci olurlar. Sentez, tekelin
sürekli rekabet mücadelesine girmesiyle ayakta kalabileceği
türdendir.” (Marks-Engels, C. 4, s. 163/164)
Burada
Marks, tekel ile rekabet arasındaki diyalektik ilişkiyi gösteriyor:
"Rekabet,
tekele neden oluyor.” Sermayenin merkezileşme süreci için
rekabet, ön koşuldur. Bu süreç, gelişmesinin belli bir
aşamasında tekele neden olur. Böylece rekabetçiler tekele neden
olurlar.
"Tekel,
rekabete neden olur.” Bu cümlede ifade edilen açık. Burada ifade
edilen, tekeller arasındaki ulusal ve uluslararası plandaki
tekeller ve tekelci olmayan işletmeler arasındaki rekabettir. Tekel
ne kadar güçlü olursa sınırlı ulusal ve dünya pazarında
sermaye yatırımına zorlanma o kadar büyüktür. Güçlü tekel,
tekel ne kadar güçlü olursa, tekeller arası rekabet de o denli
şiddetli olur.
Tekel
ve rekabetin diyalektiği hakkında Lenin, "Emperyalizm…”
yapıtında şöyle der:
"Serbest
rekabet, kapitalizmin ve genel olarak meta üretiminin temel
özelliğidir; tekel, serbest rekabetin tam karşıtıdır. Bizzat
serbest rekabet, büyük üretimi yaratarak, küçük üretimi saf
dışı bırakarak, büyük işletmenin yerine daha büyüğünü
geçirerek, kısaca, üretim ve sermayenin temerküzünü, tekelleri
doğuracak kadar ilerleterek, gözlerimizin önünde tekel durumuna
dönüşmeye başlamış ve karteller, sendikalar, tröstler ve
sermayeleri bunlarla iç içe geçmiş, milyonları çekip çeviren
bir düzine banka oluşmuştur. Aynı zamanda, tekellerin, içinden
çıktıkları serbest rekabeti yok edemediklerini, onun üstünde ve
yanında var olmaya devam ettiklerini, böylece de son derece keskin,
şiddetli sürtüşmelere, çatışmalara yol açtıklarını
görürüz. Tekel, kapitalizmden daha yüksek bir düzene geçiştir.”
(Lenin, C. 22, s. 270, Alm.)
Lenin,
burada bir geçiş sürecinden bahsediyor. Yani tekelci kapitalizm,
serbest rekabetçi kapitalizm olmaktan henüz çıkmamıştır. “Daha
yüksek bir düzene geçiş” (Lenin) henüz gerçekleşmemiştir.
Bu
geçiş sürecinin özelliklerini Lenin, aynı yapıtında şöyle
açıklar;
“...
Tekellerin tarihinin en önemli sonuçları şöyledir; 19. yüzyılın
‘60’lı ve ‘70’li yıllarında -serbest rekabetin
gelişmesinde en yüksek nokta- tekeller belli belirsiz embriyonlar
halindedir. 2) 1873 krizinden sonra karteller önemli ölçüde
gelişiyor; fakat hâlâ istisnai ve kalıcı değil, geçici olgular
durumundalar. 3) 19. yüzyılın sonunda görülen yükselme ve
1900-1903 krizi: Karteller, bütün ekonomik yaşamın temeli haline
geliyorlar. Kapitalizm, emperyalizme dönüşmüştür.” (C.
22. s. 206)
Sermaye
tekelci/emperyalist olunca rekabet bir taraftan sınırlandırılır,
ama diğer taraftan da güçlendirilirler. Serbest rekabet,
sınıflandırılır ama genel olarak rekabet daha yüksek bir
aşamaya çekilir ve böylece tekeller arasındaki rekabet mücadelesi
şiddetlenir. Kapitalizmin gelişmesinin bu yüksek aşamasında;
emperyalizm aşamasında rekabet mücadelesi, pazarda serbest
rekabetle sürdürülmez, onun yerini çeşitli türlerden nüfuz
güçleri alır.
Sonuç
itibarıyla: Sermaye birikiminin, sermayenin temerküz ve
merkezileşme hareketinin; serbest ve tekelin diyalektiği
kapitalizmde firma birleşme hareketinin yeni bir olgu olmadığını
ve sermaye hareketinin kaçınılmaz bir yansıması olduğunu
göstermektedir.
3-
Sermaye Birleşmelerinin Boyutları
Rekabetin
diyalektiği açıktır: Birden fazla güçlerin söz konusu alanda
hakimiyet kurmak için mücadelesi. Bu mücadelede sermaye gücünün
yanı sıra her türlü “savaş” hilesi kullanılır ve devletin
siyasi, iktisadi, askeri ve de diplomatik katkısı sağlanır.
Önemli olan, rakibi saf dışı bırakmaktır. Bu nedenle sadece
güçlü olmayacaksın, en güçlü olacaksın. Yutulmamak için
yutacaksın, yenilmemek için yeneceksin, yok olmamak için yok
edeceksin ve nihayet yenişemiyorsan en güçlü rakibinle
birleşmesini de bileceksin! Son yıllarda sıçramalı bir gelişme
gösteren sermayenin birleşme hareketinde görülen budur. Gelişme,
faal olunan sektörde birkaç büyük tekelin hakimiyetine götürüyor.
Zaten daha bugünden sektörlerde belli sayıda birkaç çok uluslu
tekel hakimiyeti kurmuş durumdalar.
Belirttiğimiz
gibi, sermayenin birleşme hareketi her ne kadar kapitalizmin tarihi
kadar eskiyse de; sermayenin birikim, temerküz ve merkezileşme
sürecinde bu varsa da, birleşme hareketinin geçen yüzyılın
‘90’lı yıllarında itibaren sıçramalı bir gelişme içinde
olduğunu görüyoruz. Dünya ekonomisi, 20. yüzyılın ‘90’lı
yıllarından bu yana hummalı bir birleşme hareketliliği
içindedir. Sermaye birleşmesi, büyükten daha büyüğe ve en
büyüğe doğru bir seyir izliyor.
Sadece
1997 yılında toplam 23 bin satın alma ve birleşme işlemi
yapılmıştır. Bu, 1989 yılındakinin iki misline eşit bir hacim.
1997 yılındaki bütün birleşmelerin toplam değeri, 1. 630 milyar
dolardı. 1998’deki birleşmenin toplam değeri de 2,1 trilyon
dolar tutarındaydı. 1997’den 1998’e 470 milyar dolarlık bir
değer hacmi artışı söz konusudur. 1998’deki birleşmelerdeki
sermaye hacmi 1992’dekinin yaklaşık altı misliydi.
“Merkezileşme,
sanayici kapitalistlere, iş alanlarının boyutlarını genişletme
olanağı sağlayarak, birikim işini tamamlar. Bu sonuç, ister
birikimin ya da merkezileşmenin eseri olsun, ister bu merkezileşme,
şiddete varan ilhak yöntemleriyle gerçekleştirilsin -bazı
sermayeler- diğerleri için öylesine ağırlıklı çekim merkezi
haline gelirler ki, bunların bireysel bütünlüğünü parçalayarak
bu parçaları kendilerine çekerler -ya da isterlerse, alışmış
ya da oluşmakta olan bir kısım sermayelerin birleşmesi, anonim
şirketler meydana getirmek gibi yumuşak bir yoldan sağlanmış
olsun- ekonomik etki, aynı olur. Her yerde, sanayi kuruluşlarının
büyüyen boyutları, çok sayıda kimsenin ortaklaşa yapacakları
işin daha kapsamlı bir düzen altına alınması için, bunların
maddi itici güçlerinin daha da gelişmesi için başka bir
ifadeyle, alışagelen yöntemlerle yürütülen tek başına üretim
süreçlerine dönüştürülmesi için çıkış noktası olur.
Ama
birikim, yani dairesel bir hareket olmaktan çıkıp sarmal bir
hareket haline gelen yeniden üretim ile giderek oluşan sermaye
artışı süreci, toplumsal sermayeyi oluşturan parçaların sadece
nicel gruplanmalarında bir değişikliği gerektiren merkezileşme
ile karşılaştırıldığında, açıktır ki, çok yavaş bir
süreçtir. Eğer dünya, demir yollarının yapımına yetecek kadar
bireysel sermayelerin bir araya toplanmasını bekleseydi, bugün
bile bu araçtan yoksun kalırdı. Halbuki, merkezileşme bunu,
anonim şirketlerin aracılığıyla, göz açıp kapayana kadar
başarmıştır. Ve merkezileşme, bir yandan böylece birikimi
artırır ve hızlandırırken aynı zamanda, sermayenin teknik
bileşiminde değişmeyen kısmını değişen kısmı aleyhinde
genişleten ve böylece çalışmaya olan görece talebi azaltan
köklü değişiklikleri genişletir ve hızlandırır.
Merkezileşme
yoluyla bir gecede bir araya getirilen sermaye kütleleri, aynen
diğer sermayeler gibi, ama daha büyük bir hızla yeniden ürer ve
çoğalır ve böylece toplumsal birikimde yeni ve güçlü
kaldıraçlar halini alırlar.” (Karl Marks, Kapital C. I. s.
656/657, Alm.)
Bugün
olan da budur. Yani Marks’ın 1867’de ifade ettiği gelişme.
Tabii bu gelişmenin kapsamı ve siyasi yönelimi o günden oldukça
farklıdır. Bu farklılık nitel bir karakter taşımaz; serbest
rekabetçi dönem kapitalizmi emperyalizm döneminde kapitalizmden ne
denli farklıysa her iki dönemdeki sermaye birleşmesi hareketi de
birbirinden o kadar farklıdır.
Şimdi,
yaptığımız teorik açıklama ışığında ekonominin ana
sektörlerindeki sermaye birleşmesi hareketinin son yıllardaki
seyrine bakalım.
3.1-
Mali Sektörde Sermaye Temerküzü ve Merkezileşmesi
Geçen
yüzyılın (20. yüzyıl) ‘80’li yıllarından itibaren
gelişmesi hızlanan ve ’90’lı yıllarda kapsamlaşarak bir
dalgaya dönüşen uluslararası çaptaki, sermaye birleşmesi ve
devralma hareketine bankalar güçlü bir şekilde katılmışlardı.
Bizim burada söz konusu ettiğimiz, bankaların katıldığı
birleşmeler değil, bizzat banka birleşmeleridir. ABD’de birleşen
banka sayısı 1991/’92 döneminde 1354’ten 1993/’94 döneminde
1477’ye ve 1995/’96 döneminde de 1803’e çıkmıştır. Aynı
dönemde birleşme değeri 56.8, 55.3 ve 114.9 milyar dolar olarak
gerçekleşmiştir. Bu banka birleşmelerinin bütün birleşmelerin
değerindeki payı da keza aynı dönemlerde yüzde 18.7, yüzde 9 ve
yüzde 10.6 oranındaydı.
Sadece
8 AB ülkesinde birleşen banka sayısı 1991/92 döneminde 550;
1993/94 döneminde 393 ve 1995/96 döneminde de 268 idi. Bu
birleşmelerin değeri de, sırasıyla aynı dönemlerde 25.8, 17.4
ve 42.9 milyar dolardı. Birleşen banka sayısı azalmasına rağmen
birleşen sermaye değerinin artışı, daha ziyade büyük
bankaların birleştiklerini gösterir. Bu birleşmelerin 8 AB
ülkesindeki bütün birleşme değerindeki yaklaşık payı
-sırasıyla aynı dönemlerde- yüzde 7.6, yüzde 9.4 ve yüzde
17.3’tü.
Büyük
banka birleşmelerini Fransa, İtalya, Hollanda ve İngiltere’de
görüyoruz. Fransa’da birleşen banka sayısı, 1991/92 döneminde
133’ten 1995/96 döneminde 49’a düşmesine rağmen birleşen
sermaye değeri 2.4 milyar dolardan, 6.1 milyar dolara çıkıyor.
Yeni birleşen banka sayısı yüzde 63 oranında azalırken,
birleşen sermaye hacmi yüzde 154 oranında (2.5 misli) artıyor.
İtalya’da birleşen banka sayısı 1991/92’de 122’den
1995/96’da 94’e düşerken, birleşen sermaye miktarı aynı
dönemlerde 5.3 milyar dolardan 6.2 milyar dolara çıkıyor.
Hollanda’da
1991/92’de 20, 1995/96’da da 8 banka birleşiyor. Birleşen
sermaye hacmi de 0.1 milyar dolardan 2.2 milyar dolara çıkıyor.
İngiltere’de
birleşen banka sayısı 1991/92’de 71’den 1995/96’da 22’ye
düşerken, birleşen sermaye miktarı 7.5 milyar dolardan 22.6
milyar dolara çıkarak 3 misli artıyor. (Bkz: William R. White, The
Coming transformation of continental european banking. BIS. Working
papers No: 54, Basel, Haziran 1998, s. 31. Aktaran; Z. Nr.39, Eylül
1999, s. 78)
1997/1998’de
dünya çapına en büyük banka birleşmelerini aşağıdaki
tabloda görüyoruz
Birleşenler
|
Bilanço
tutarı (milyar dolar)
|
|||
Deutsche
bank
|
Almanya
|
Bankers
Trust
|
ABD
|
1461
|
Citicorp
|
ABD
|
Travelers
Group
|
ABD
|
1194
|
UBS
|
İsviçre
|
SBU
|
İsviçre
|
1119
|
Nations
Bank
|
ABD
|
Bank
Americana
|
ABD
|
976
|
Bayer.Verensbank
|
Almanya
|
Bayer.Hypotheken
und Wechselbank
|
Almanya
|
815
|
CIBIC
|
Kanada
|
TD-Bank
|
Kanada
|
787
|
Salomon
Brothers
|
ABD
|
Travelers
Group
|
ABD
|
723
|
Credit
Suisse
|
İsviçre
|
Winterthur
Versiherung
|
İsviçre
|
-
|
ING
|
Hollanda
|
BBL
|
Belçika
|
603
|
Morgan
Stanley
|
ABD
|
Dean
Witter Discover
|
ABD
|
518
|
Royal
Bank Of Canada
|
Kanada
|
Bank
of Montreal
|
Kanada
|
502
|
Nations
Bank
|
ABD
|
Barnett
Bank
|
ABD
|
497
|
Generale
Bank
|
Belçika
|
Fortis
|
Belçika-Hollanda
|
490
|
Rabobank
|
Hollanda
|
Achmea
|
Hollanda
|
431
|
First
Chigago
|
ABD
|
Bancone
|
ABD
|
394
|
Südwest.
LB
|
Almanya
|
L.
Bank und Landesgirokasse
|
Almanya
|
342
|
Wells
Fargo
|
ABD
|
Norwest
Corp
|
ABD
|
310
|
Unicredito
|
İtalya
|
Credite
Italiano
|
İtalya
|
282
|
Commercial
Bank of Korea
|
G.
Kore
|
Hani
Bank
|
G.
Kore
|
131
|
Wüstenrat
Bau sparkasse
|
Almanya
|
Württembergische
versicherung
|
Almanya
|
87
|
Toplam
birleşme miktarı 11.671 trilyon mark. Bu en büyük banka
birleşmelerinin sadece ikisi uluslararası, 18’i ulusal ve ulusal
olanın da 7’si Amerikan kaynaklı.
-Yatırım
Bankalarında Sermaye Temerküzü - Birleşmeler
Ticari
bankalar daha ziyade kredi ve tasarruf işleriyle uğraşırlarken
yatırım bankaları değerli kâğıtlar pazarı alanında
uzmanlaşmışlardır. Bu bankaların müşterileri sayısal olarak
oldukça azalır; hükümetler, çok zengin kişiler ve büyük
işletmeler. Bu bankalar bu türden olan müşterilerinin hisse
senetleri işleriyle, kârlarının yatırım ve sermaye
birleşmelerinin hazırlığıyla uğraşırlar.
Yatırım
bankalarında işlem gören sermaye miktarı korkunç denecek
boyutlara varıyor. Örneğin sadece 1998 yılında bilinen sermaye
birleşmeleri miktarı 2.1 trilyon dolardı. Ve dünya çapında
önder konumda olan üç yatırım bankasının her birinin sermaye
miktarı 500 milyar doları geçiyordu. Demek oluyor ki, sadece önde
gelen üç yatırım bankası 1998’deki toplam birleşme miktarının
dörtte üçünü yönlendiriyordu.
Birleşmelerin
ve Devralmaların Örgütleyicileri Olarak En Güçlü Yatırım
Bankaları -1997-
|
|||||||
TABLO
2
|
Devralmaların
Değeri (milyar dolar)
|
Sıralama
|
|||||
Ad
|
Ülke
|
Dünya
çapında
|
ABD
|
Avrupa
|
Dünya
çapında
|
ABD
|
Avrupa
|
Goldman
Sach
|
ABD
|
597
|
435
|
134
|
1
|
2
|
2
|
Morgan
Stanley Dean Witter
|
ABD
|
537
|
322
|
174
|
2
|
3
|
1
|
Merill,
Lynch
|
ABD
|
536
|
441
|
60
|
3
|
1
|
7
|
Saloman
Smith Borney
|
ABD
|
351
|
282
|
-
|
4
|
4
|
-
|
Credit
Suisse First Boston
|
İsviçre
|
288
|
222
|
55
|
5
|
5
|
8
|
Lehman
Brothers
|
ABD
|
279
|
219
|
-
|
6
|
6
|
-
|
JP
Morgan
|
ABD
|
266
|
172
|
60
|
7
|
7
|
6
|
Lozard
Houses
|
ABD
|
255
|
170
|
84
|
8
|
8
|
4
|
SCB
Warburg Dillon Read
|
İsviçre
|
215
|
-
|
94
|
9
|
-
|
3
|
Chase
Monthattan
|
ABD
|
113
|
99
|
-
|
10
|
10
|
-
|
Donaldson,
Lufkin ve Jenrette
|
ABD
|
104
|
-
|
-
|
11
|
-
|
-
|
Deutsche
Bank
|
Almanya
|
103
|
-
|
29
|
12
|
-
|
10
|
Bank
Of America
|
ABD
|
102
|
101
|
-
|
13
|
9
|
-
|
Rothschild
Group
|
B.
Britanya
|
80
|
-
|
68
|
14
|
-
|
5
|
Bears
Stearns
|
ABD
|
67
|
-
|
-
|
15
|
-
|
-
|
Bu
15 en büyük yatırım bankasının 1997’deki devralmalarda
kontrol ettikleri sermaye, toplam sermaye miktarı 3897 milyar dolar
tutarında. Yaklaşık 3.9 trilyon dolar. Tablonun da gösterdiği
gibi bu 15 bankanın 11’i ABD kaynaklı. Amerikan sermayesinin en
hakim olduğu alanlardan birisi de yatırım bankacılığı
alanıdır.
-Kurumsal
Yatırımcılar
Emperyalist,
gelişmiş ülkelerde birikim fazlalığı, yeni türden işletmelerin
kurulmasına neden oldu. Bu kurumlar yatırım alanı arayan
sermayeyi yönlendiriyorlar. “Kurumsal yatırımcılar”
kavramıyla sigorta şirketleri, sermaye şirketleri
kastedilmektedir. Bu alandaki sermaye birikimi küçümsenmemeli.
Aşırı birikim sonucu oluşan sermayenin bir kısmı bankalarda
toplanırken bir kısmı da sigorta şirketleri, sermaye yatırım
şirketleri gibi “kurumsal yatırımcılar”da toplanmıştır.
Buralardan toplanan miktar, 1995 yılı verilerine göre 21 trilyon
dolara varıyordu. Aynı yıldaki dünya GSMH tutarı ise 26 trilyon
dolardı. Bu 21 trilyon dolarlık miktarın yarısını Amerikan
şirketleri, yüzde 14’ünü Japon, yüzde 9’unu İngiliz, yüzde
6’sını Fransız ve yüzde 5’ini de Alman şirketleri kontrol
ediyorlardı. 21 trilyon dolarlık miktarın yüzde 87’si G-7
ülkelerinde, geriye kalan yüzde 13’ü de diğer ülkelerde
toplanmıştı. (Bkz. Bank
für Internationalen Zahlungsausgleich
(BIZ),
1998 yılı raporu. s. 94-96)
3.2-
Otomobil Sektöründe Sermaye Temerküzü Ve Merkezileşmesi
Genel
anlamda ifade edecek olursak, 20. yüzyılın son çeyreğinden bu
yana ve özellikle de bu yüzyılın ‘90’lı yıllarında
bağımsız motorlu araç tekeli sayısı giderek azalmıştır.
Otomobil sektöründe, özellikle gelişmiş ülkelerde nispeten
doymuş olan pazarda payını korumak ve aynı zamanda artırmak
isteyen tekel, kendisiyle rekabet edenleri yutmak zorundadır; yok
olmamak için yok etmek!
Geçen
yüzyılın, özellikle son on yılında, yani ‘90’lı yıllarda
dünya otomobil sektöründeki dehşetli rekabetin sonucunda bir
zamanın dev tekelleri daha büyüklerin kontrolüne geçmişlerdir.
Bu sektörlerde dikkati çeken bir nokta da sermaye merkezileşmesinin
birleşmeden ziyade devralmasıyla sağlanmasıdır.
1960’larda
bağımsız otomobil işletmelerinin dünya çapında sayısı 60’dı.
Bu sayı 1999’un ortalarında 15’e düşmüştür. Aşağıdaki
tablo bu gelişmeyi gösteriyor. (Tablo 3)
Dünya
otomobil pazarına hakim olan tekeller bunlar. Bunların içinde en
büyük ise Amerikan (2), Alman (4), Fransız (2), İtalyan ve Japon
(3) tekelleridir.
Tablo
3
Bağımsız
İşletme
|
Merkezin
Bulunduğu Ülke
|
Tamamen
Bağımsız Tekele Ait Olan veya Onun Belirleyici Nüfuzu Altında
Olan İşletmeler (Markalar)
|
General
Motors
|
ABD
|
Opel,
Vaux, Saab, Oldsmobil, Buick, Saturn, Chevrolet, Cadillac, GMC,
Halden, ISUZU
|
Ford
|
ABD
|
Volvo
(binek), Mazda, Jaguar, Aston, Martin, Lincoln, Mercury
|
Daimler-Chrysler
|
Almanya
|
Mercedes-Benz,
Chrysler, Smart, Dodge, Jeep, Playmouth
|
VW
|
Almanya
|
Audi,
Skoda, Seat, Rolls-Royce, Bentley, Lamborgini, Bugatti
|
BMW
|
Almanya
|
Rover,
Land Rover, Mini, MG
|
Porche
|
Almanya
|
-
|
Renault
|
Fransa
|
Nissan,
Ruji Heauy(Subaru), Dacia
|
PSA
|
Fransa
|
Peugoet,
Citroen
|
Fiat
|
Talya
|
Alfa
Romeo, Ferrari, Maserati, Lancia
|
Hyundai
|
G
ney Kore
|
Samsung,
Kia
|
Daewoo
|
G
ney Kore
|
Ssang
Yong
|
Honda
|
Japonya
|
-
|
Mitsubishi
|
Japonya
|
-
|
Toyota
|
Japonya
|
Daihatsu
|
Proton
|
Malezya
|
Lotus
|
3.3-
Yüksek Teknolojiler Sektörü
Elektronik,
haberleşme teknolojisi, telefon, bilgisayar vb. alanlarda sermaye
hareketi gerçek bir alt üst oluşu ifade ediyor. Bu sektörler, her
an yeni bir meta üretmeye açık olmalarından ve azami kâr
beklentisinin çok büyük olmasından dolayı rekabetin çok çetin
yürütüldüğü sektörlerdir. Bu sektörlerde kıran kırana
rekabet sonucunda, devler, birbirini yutabiliyorlar, ortaklığa
gidebiliyorlar veya koşulları olduğu için dünya çapında yeni
tekeller kurabiliyorlar. Örneğin Microsoft böyle bir tekeldir.
Yüksek
teknolojiler sektöründeki sermaye temerküzü ve merkezileşmesi
hareketi, ekonominin diğer sektörleriyle karşılaştırılamayacak
derecede hızlı gelişmektedir. Bugün bağımsız olan işletme,
yarın başka bir işletme tarafından yutulabiliyor ve öbür gün
de bu işletmeyi daha büyük bir işletme yutabiliyor. Telekom
alanında gelişme bunu göstermektedir. Ayrıca, bilimsel-teknik
devrimin kazanımları, özellikle, 21. yüzyılın teknolojileri
olan nano teknolojisi, rekabet teknolojisi ve gen teknolojisi bu
alanlarda sürekli yeni tekelleşmelerin olacağını göstermektedir.
Sanayinin diğer sektörlerinde de aynı gelişme söz konusudur;
giderek daha az sayıda tekel dünya pazarını paylaşıyor. Büyük
sermaye küçüğü yutuyor, büyükler birleşiyorlar ve sonuç
itibarıyla demir-çelik, kimya, petrol vb. sektörlerde de birkaç
tekel pazara hakim oluyor.
Tekel,
sermaye birikimi ve sermaye birleşmesi de aynı zamanda sermaye
birikimi demektir.
Bu
anlamda tekel, temerküz olmuş, merkezileşmiş ve dolayısıyla
birleşmiş sermaye demektir. Son olarak bu gelişmenin hangi
boyutlara vardığını ve belli ülkelerin payını gösterelim.
(Tablo 4 ve Tablo 5)
Dünyanın
en büyük 50 tekelinin dünya ekonomisindeki payı-1999
itibarıyla, Tablo 4
|
||||
Ülke
|
Tekel
sayısı
|
Borsa
değeri
payı,
%
|
Borsa
değerindeki
(milyar
dolar)
|
payı
%
|
ABD
|
33
|
66
|
4901,2
|
71,8
|
İngiltere
|
5
|
10
|
591,6
|
8,7
|
İsviçre
|
3
|
6
|
249,0
|
3,6
|
Japonya
|
3
|
6
|
478,0
|
7,0
|
Almanya
|
2
|
4
|
199,2
|
2,9
|
Fransa
|
1
|
2
|
73,6
|
1,2
|
Diğerleri
|
3
|
6
|
329,9
|
4,8
|
Toplam
|
50
|
100
|
6822,5
|
100,0
|
Bkz.
J. P. Morgan Securities (Temmuz 1999)
Aktaran;
Le Monde Diplomatique, Aralık 1999, s. 11.
|
En
büyük 200 çok uluslu tekel – 1998 yılı itibariyle, Tablo 5
|
|||
Ülke
|
Sayı
|
Ciro
(milyar dolar)
|
%
|
ABD
|
74
|
2
776
|
36,5
|
Japonya
|
41
|
1
830
|
24,1
|
Almanya
|
23
|
958
|
12,6
|
Fransa
|
19
|
610
|
8,0
|
B.
Britanya
|
13
|
399
|
5,3
|
İsviçre
|
6
|
217
|
2,8
|
İtalya
|
5
|
179
|
2,4
|
Hollanda
|
4
|
158
|
2,1
|
B.
Britanya/Hollanda
|
2
|
138
|
1,8
|
G.
Kore
|
3
|
82
|
1,1
|
Çin
|
3
|
76
|
1,0
|
İsveç
|
2
|
49
|
0,7
|
Belçika/
Hollanda
|
1
|
31
|
0,4
|
Venezuela
|
1
|
25
|
0,3
|
Brezilya
|
1
|
25
|
0,3
|
Meksika
|
1
|
20
|
0,3
|
İspanya
|
1
|
19
|
0,3
|
Toplam
|
200
|
7
592
|
100,0
|
İlk
6 ülke
|
176
|
6
790
|
89,3
|
19.
yüzyılın son çeyreğindeki, özellikle de 1878 durgunluğundan
sonra, sanayide yaşanan sermaye temerküzü hareketini göz önünde
tutarak 1912’de ekonomist J. B. ve J. M. Clark şöyle
yazıyorlardı; “Sadece en son birleşmeler, bu gelişmeyi takip
etmiş olan herkesi endişelendirecek boyut almıştır. Paleozoik
(birinci zaman -çn) döneme
dönsek ve dinozorlar dünyayı yeniden doldursalar, değişmeler,
hayvan alemi için, devasa şirketlerin ticaret dünyasında neden
oldukları altüst oluşlardan daha az heyecanlı olurdu.” (J.
B. ve J. M. Clark; “The Control of Trusts”, New York, 1912.
Aktaran; Le Monde Diplomatique, Aralık 1999, s. 11)
Bu
iki ekonomist yaşadıkları yüzyılın; 20. yüzyılın son
çeyreğindeki birleşmelerin boyutlarını görebilmiş olsalardı,
her halde değil, mutlaka kalp krizinden giderlerdi.
Almanya’nın
önde gelen AEG’nin kurucularından olan W. Rothenau (önde gelen
sanayici ve politikacı, AEG Başkanı, 1922’de Alman faşistleri
tarafından Yahudi olduğu için katledildi) sermaye ve siyasi
iktidar kaynaşmasını şöyle ifade ediyordu:
“Birbirini
tanıyan 300 adam Avrupa kıtasının iktisadi geleceğini
yönlendiriyor ve haleflerini kendi aralarından seçiyorlardı.”
(Neue Freie Presse”, Wien 1909; Aktaran; Le Monde Diplomatique,
Ags.)
20.
yüzyılda Avrupa’nın iktisadi geleceğini belirleyen işletmelerin
sayısı yüzyılın başında 300’den, yüzyılın sonunda yarıdan
fazla azaldı. Bugün daha az sayıda işletme, en büyük 200 çok
uluslu tekel bazında sadece 75 tekel Avrupa’nın iktisadi
geleceğini belirlediği gibi, dünya ekonomisinin geleceğini de
belirleyen güçleri oluşturuyor.
20.
yüzyılın başında dünya ekonomisine hakim olan ABD, Almanya,
Fransa, İngiltere ve Japonya, aynı yüzyılın sonunda da dünya
ekonomisine hakimler. Yukarıdaki toplamda belirtilen dünyanın en
büyük 20 tekelinin yüzde 90’ı bu ülkelere ait. Bu 200 tekel,
ekonominin sadece belli sektörlerinde değil, bütün sektörlerinde;
toplumsal yaşamın bütün alanlarında hakim konumdalar; sanayiden
tarıma, bankacılıktan mali sektöre; borsadan kültüre, medyadan
sinemaya, ticaretten politik yaşama kadar her toplumsal, ekonomik,
mali vb. yaşam bu tekellerin elinde.
Yukarıdaki
iki tablo 20. yüzyılın sonunda sermaye temerküzünün,
merkezileşmesinin ve dolayısıyla birleşmesinin varmış olduğu
devasa boyutu göstermektedir.
İlk
tabloda dünya çapında en büyük 50 tekel içinde Amerikan
tekellerinin ezici hakimiyetini görüyoruz. 50 tekelin 33’ü
Amerikan kaynaklı ve bunların borsa değeri üzerinden kontrol
ettikleri miktar toplamın yüzde 71.8’ine varıyor.
İkinci
tablo, ciro bazında dünyanın en güçlü 200 tekelinin coğrafi
dağılımını ve hangi ülke kaynaklı olduklarını gösteriyor.
Bu 200 tekel içinde 176’sının merkezi sadece 6 ülkede (ABD,
Japonya, Almanya, Fransa, B. Britanya ve İsviçre).
Bu
iki tablo, “küreselleşme”nin; sermayenin uluslararasılaşmasının
boyutları ne denli büyük olursa olsun, uluslararasılaşan
sermaye, aynı zamanda ve 6 ülke örneğinde de görüldüğü gibi
bölgeselleşiyor. Sermaye üç kutupta; üç merkezde toplanıyor:
ABD, Avrupa ve Japonya.
Trilyon
dolar bazında gayri safi yurt içi üretimi 1982’de 11.2; 1992’de
23.8; 1995’te 28.6 ve 1998’de de 26.9 trilyon dolar olarak
gerçekleşti. Bu miktar içinde OECD üyesi olmayan bütün ülkenin
toplam gayri safi yurt içi üretiminin payı 1982’de yüzde 28.6;
1992’de yüzde 20.2; 1995’te yüzde 22.8 ve 1998’de de yüzde
24.5 oranındayken söz konusu 200 tekelin toplam cirosunun payı da
1982’de yüzde 27.2; 1992’de yüzde 24.7; 1995’te yüzde 27.5
ve 1998’de de yüzde 26.3 oranındaydı. (Tablo 6)
Oldukça
önemli olan bu verileri tabloda gösterelim
|
||||
Yıllar
|
1982
|
1992
|
1995
|
1998
|
Dünya
yurt içi üretimi (trilyon dolar)
|
11,2
|
23,8
|
28,6
|
26,9
|
OECD
üyesi alınmayan bütün ülkelerin toplam yurt içi üretiminin
dünya üretimi içinde payı (%)
|
28,6
|
20,2
|
22,8
|
24,5
|
200
tekelin toplam cirosunun dünya üretimindeki payı (%)
|
27,2
|
24,7
|
27,5
|
26.3
|
Temerküz,
merkezileşme ve birleşme anlamında sermaye hareketinde görülen
temel eğilimlere gelince:
Belirttiğimiz
gibi, sermaye temerküzü ve merkezileşmesi, kapitalizmin tarihi
kadar eskidir. Sermaye birleşmesi de kapitalizmin tarihinde yeni
olan bir olgu değildir. Birçok nedenin bir araya gelmesinin
sonucunda kapitalizmin tarihinin belli dönemlerinde sermaye
birleşmesi dalga dalga gelişmiştir. Bunun böyle olması; sermaye
birleşmesinin inişli-çıkışlı bir eğri göstermesi,
kapitalizmde eşit olmayan siyasi ve ekonomik gelişmenin de bir
ifadesidir. Bilimsel-teknik gelişmeye, rekabet ilişkilerine,
ekonomide başka büyüme koşullarına, politik tavra, olası savaş
ve sonuçlarına, politik erkin iktisadi tedbirlerine vb. birçok
olguya bağlı olarak kapitalizmin belli dönemlerinde sermaye
birleşmelerinin dalga halinde geliştiğini görüyoruz. 19.
yüzyılın son çeyreğinden 20. yüzyılın başına kadar olan
dönemde, yani serbest rekabetçi dönemden emperyalizme geçiş
dönemine sürecin kapitalist ekonomide sermayenin ilk birleşme
dalgası görülmüştür. Bu birleşmede, kapitalizmin
emperyalistleşme özelliklerinin belirleyici olmaya başlamaları
etken olmuştur. 20. yüzyılın ‘20’li yıllarının ikinci
yarısında; görece istikrar döneminde ve 1929-32 dünya krizinden
önce, büyük tekellerin politik gelişmeye etkilerinden dolayı
yeni bir birleşme dalgası görülmüştür. ‘60’lı yıllardan
itibaren de üretim ve sermayenin uluslararasılaşma hareketi
özellikle gelişmeye başlamış ve ‘80’li yılların sonundan
itibaren de yeni bir birleşme dalgası; küreselleşme yaftası
altında güçlü bir şekilde gelişmeye başlamıştır. Bu gelişme
hâlâ devam etmektedir.
Bugünkü
sermaye birleşmesi daha öncekileriyle karşılaştırılamayacak
derecede büyük, kapsamlı boyutlarda gerçekleşiyor ve gelişme
ekonominin her bir sektöründe birkaç tekelin ayakta kalabileceği
bir çizgide ilerliyor. Bu çizgi, “süper tekel”e götürür mü,
götürmez mi, bu tamamen ayrı bir tartışma konusudur. Ama her
halükarda, bugünkü birleşme dalgası, küreselleşme kapitalizmin
yeni bir aşaması, emperyalizm ötesi bir aşaması değildir. Bu,
emperyalizm içi bir gelişmedir. Tabii bu gelişmenin kendine özgü
olan yönleri de var; sermayenin mevcut merkezileşme ve birleşme
hareketi, mevcut bütün sermayeyi harekete geçirmeyi ve dolayısıyla
dar özel kapitalist mülkiyet ilişkilerini aşmayı hedefliyor.
Aslında bunda da yeni olan bir şey yok. Sermayenin, dar özel
kapitalist mülkiyet ilişkisini aşması kapitalizme aykırı
değildir, ama sistemin ne denli çürüdüğünü, tarihsel önemini
doldurmuş olduğunu gösterir.
Sermaye
birleşmesini ekonominin klasik sektörleriyle sınırlı
kalmadığını; toplumsal faaliyetin metaya dönüştürülen bütün
alanlarına yayılmış olduğunu ve dolayısıyla birleşerek,
giderek daha güçlü olan sermayenin toplumu, yaşamın ve üretimin
her alanında kontrol ettiğini görüyoruz.
Sermayenin
birleşmesi, her ne kadar “küreselleşme” şemsiyesi altında
bir süreç olarak görülüyorsa da bunun gerçekle pek ilgisi yok.
Şüphesiz ki üretim ve sermaye uluslararasılaşıyor, burjuvazinin
deyimiyle “küreselleşiyor”. Ama sermaye, aynı zamanda güçlü
bir bölgeselleşme içinde. Uluslararasılaşan sermayenin
bölgeselleşmesi kapitalist dünya ekonomisindeki ekonomik güçler
dengesinin durumuyla açıklanır, yani eşit olmayan siyasi ve
ekonomik gelişmeyle.
Yukarıda
söz konusu ettiğimiz dünyanın en güçlü 50 ve 200 tekeli
arasında 6 ülke tekellerinin belirleyici olması, uluslararasılaşan
sermayenin bölgesel kalelerini ifade eder. Uluslararasılaşan
sermaye bu ülkelerde toplanıyor: ABD, Avrupa ve Japonya. Bu üç
merkezde yoğunlaşan sermaye rekabetin, birleşmenin, hegemonyanın
stratejisi ve taktiklerini belirliyor.
Dünya
çapında yatırılan doğrudan yatırımların yaklaşık yüzde
85’inin bu üç bölgedeki (ABD, AB ve Japonya) tekellerinin elinde
olması, uluslararasılaşan sermayenin ne denli bölgesel olduğunu
gösterir.
4-
Tekelciliğin Sosyal-Ekonomik İçeriği
“Bu
dönüşüm sürecinin (bkz; bu
makaledeki ilk alıntıda söz konusu olan dönüşüm -çn)
bütün avantajlarını sömüren ve tekellerine sahip olan sermaye
sahiplerinin sayılarındaki sürekli azalmayla birlikte, sefalet,
baskı, kölelik, soysuzlaşma, sömürü de olabildiğince artar;
ama gene bununla birlikte sayıları sürekli artan, kapitalist
üretim sürecinin kendi mekanizması ile eğitilen, birleştirilen
ve örgütlenen işçi sınıfının tepkisi de büyür, yaygınlaşır.
Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında
fışkırıp boy veren üretim biçiminin ayakbağı olur, üretim
araçlarının merkezileşmesi ve çalışmanın toplumsallaşması,
sonuç itibarıyla bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşmadıkları
bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel
mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler,
mülksüzleştirilirler.
Kapitalist
üretim biçiminin, ürünü olan kapitalist mülk edinme biçimi,
kapitalist özel mülkiyet yaratır. Bu mülk sahibinin kendi
bireysel çalışmasına dayanan özel mülkiyetinin ilk
yadsınmasıdır. Ama kapitalist üretim bir doğa yasasının
kaçınılmaz zorunluluğu ile kendi yadsınmasını doğurur. Bu,
yadsınmanın yadsımasıdır (inkârın
inkârıdır. çn). Bu, özel mülkiyeti yeniden getirmez;
ama ona, kapitalist dönemde edinilen elbirliği ve toprak ile üretim
araçlarının ortak sahipliğinin temeline dayanan bireysel
mülkiyeti sağlar.” (K. Marks, Kapital, C. I, s. 790/791,
Alm.)
Evet
Marks burada dağınık, paramparça olmuş bireysel özel mülkiyetin
sağlanmasından değil, birbirine bağlı üreticilerin mülkiyetinin
sağlanmasından bahsediyor. Bu mülkiyetin geçerli kılınması,
Marks’ın deyimiyle bu konudaki inkârın inkârının
gerçekleştirilmesi ancak ve ancak birleşik üreticilerin, yani
işçi sınıfının sosyal(sosyalist) devrimiyle mümkün olur.
Burada
söz konusu olan “toplumsal mülkiyete az sayıda kapitalistin el
koyması” tekelleşmenin ve tekelleşme de kapitalist düzenin
çürümesinin/kokuşmaya başlamasının açık ifadesidir.
Toplumsal durum, üretim araçlarının toplumun eline geçmesini
sağlayacak derecede olgunlaşmıştır.
Bu
olgunlaşmanın veya tersten ifade edersek, çürüme ve kokuşmanın
ekonomik ifadesi tekeldir. Tekel, kapitalizm koşullarında; özel
mülkiyet koşullarında ilerleyen toplumsallaşmadır, keskinleşmiş
bir çelişkidir. Tekel, üretim araçları mülkiyetinin değişmesi
zamanının geldiğini ifade eder; tekel, özel kapitalist
mülkiyetten toplumsal mülkiyete geçişin doğrudan ifadesidir. Bu
geçiş bugün sağlanamıyorsa bu geçişi sağlamak zorunda olan
sınıfın; işçi sınıfının sorunudur. Yoksa nesnel koşulların
olgunlaşmış olmasının bir ifadesi değildir.
Lenin,
tekelci kapitalizmin çürüyen kapitalizm olduğunu şöyle ifade
ediyor:
“Emperyalizmi,
bir geçiş kapitalizmi olarak tanımlamak gerekir... Bütün bir
işletme, kitlesel verilerin tam hesabı temelinde planlı bir
şekilde onlarca milyon insan için gerekli bütün hammaddelerinin
üçte ikisinin ya da dörtte üçünün teminini örgütleyen dev
bir işletme olduğunda; bu hammaddeler sistemli ve örgütlü bir
biçimde bazen birbirinden yüzlerce, binlerce mil (İngiltere,
ABD gibi ülkelerde uzunluk ölçüsü, 1 mil=1609,3 metre -çn)
uzaklıktaki en uygun üretim yerlerine ulaştırılıyorsa; çeşitli
mamul maddelerin yapımına kadar hammaddenin birbirini izleyen
işleme evreleri bir merkez tarafından yönetiliyorsa; bu ürünler
tek bir plan dahilinde on milyonlarca, yüz milyonlarca tüketiciye
dağıtılıyorsa (Amerikan petrol tröstünün Amerika’da ve
Almanya’da petrol satışı), o zaman, artık... üretimin
toplumsallaşmasıyla karşı karşıya bulunduğumuz açıktır.
Özel ekonomik ilişkiler ve özel mülkiyet ilişkileri, artık
içeriğine uymayan bir kabuktan çıkartılması yapay olarak
geciktirilirse kesinlikle çürüyecek olan, bu çürüme durumunu
oldukça uzun sürdürse de (en kötü ihtimalle, oportünist çıbanın
iyileşmesinin uzun zaman alması halinde) sonuçta kesinlikle
atılacak olan bir kabuktan ibarettir.” (Lenin; Emperyalizm, C.
22, s. 307/308)
Bu
oportünist çıban yüz senedir, emperyalizmin bütün tarihi
boyunca işçi hareketi içinde ve dışında emperyalizm için
çalışıyor. Ama bu kabuk, bu çıbana rağmen ve onunla birlikte
tarihin çöplüğüne atılacaktır. 100 senedir çürüyen
kapitalizmin yıkılması, mülkiyetin sınıfsal karakterinde
inkârın inkârının sağlanması, kapitalist özel mülkiyetten
toplumsal mülkiyete geçişin sağlanması dünya proletaryası ve
emekçilerinin 21. yüzyıldaki temel sorunu olacaktır. Sermaye
temerküzünün, merkezileşmesinin ve birleşmesinin sosyal-politik
içeriği 21. yüzyıl insanını devrimci olmaya zorluyor.
5-
Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birleşmesi Sorunu
Sermaye
birleşmesinin olabilmesi, sermaye hareketinin bu yönde
gelişebilmesi için, birçok ön koşulun bir arada olması gerekir.
Türkiye ekonomisinin özelliklerini göz önünde tutarak bu konuda
söylenmesi gereken şunlardır:
a)
Türkiye’de kapitalizm, adeta tekelci kapitalizm olarak doğmuştur.
Normal seyri içinde sermaye birikimi hareketinin ötesinde Kemalist
devlet, özellikle ‘30’lu yıllarda aldığı iktisadi ve
ekonomiye yönelik siyasi tedbirlerle Türkiye’de tekelci bir
kapitalist gelişmenin temelini atmıştır. Bu devlet kapitalizmi,
her dönem özel sektörün tamamlayıcısı ve destekçisi olmuştur.
b)
Türkiye’de özel sektör, sektör olarak tanımlayabileceğimiz
özellik ve gücüyle, ancak ‘50’li yıllardan itibaren gelişmeye
başlamıştır. Bu sektördeki sermayenin dikkati çeken iki
özelliği vardır:
1-
Özel sektörde sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi;
tekelleşme, önemli boyutlara varmıştır. Burada esas olan,
tekelleşmenin hangi boyutlara vardığından ziyade, böyle bir
durumun; tekelleşme durumunun nesnel bir gerçeklik olmasıdır.
2-
Özel sektörde sermaye, tek başına değil yabancı sermaye ile
ortaklık içinde faaldir. Türkiye ekonomisinin özel sektöründe
yabancı sermaye ile ortaklığa gitmemiş güçlü bir sermaye
grubu/şirket hemen hemen yok gibidir. Bu ortaklıklarda, genellikle,
sermayenin yüzde 51’i veya daha fazlası yerli şirketlere aittir.
Ama bu pay durumundan hareketle yabancı sermayenin yerli sermaye
hareketine, onun çıkar yönüne tabi olduğu sonucuna
varılmamalıdır. Bu ortaklıklarda yerli ve yabancı sermaye,
Türkiye pazarına hakimiyet ve dışarıya açılma stratejisine
göre hareket ediyor. Yani tam bir uzlaşma, işbirliği hakim.
3-
Yıllarca süren korumacılıktan dolayı Türkiye’de iç pazar,
yerli şirketlerin arpalığı durumundaydı. İyi-kötü,
kaliteli-kalitesiz ne üretilirse, dış rakipsiz satılıyordu. Bu
durum 12 Eylül (1980) darbesinden ve özellikle Özal’lı
yıllardan bu yana değişti ve Türkiye’de iç pazar, yabancı
sermayeye adım adım açıldı. Şimdi ise “küreselleşme”
yaygarası altında, aslında yabancı sermayenin dayatması olarak,
IMF ve Dünya Bankası öncülüğünde yabancı sermaye için iç
pazarda hiçbir engel bırakılmıyor ve ulusal sayılabilecek bütün
zenginlikler yabancı tekellere peşkeş çekiliyor. IMF kredileri,
Dünya Bankası’nın uyumluluk programı ve bunun için krediler,
Tahkim Yasası vb. hep bu teslimiyet ve peşkeş çekmenin
ifadesidir.
Sanılmasın
ki Türkiye’de çok büyük bir yabancı sermaye birikimi vardır.
Türk burjuvazisinin, özellikle Özal’dan bu yana aldığı teşvik
tedbirlerine rağmen ülkemize olağanüstü bir yabancı sermaye
akışı olmamıştır. Türk burjuvazisi bu konuda hayal kırıklığına
uğramıştır. Şöyle diyebiliriz: Revizyonist blokun dağılmasından
sonra, bugün daha ziyade Balkanlar-Ortadoğu ve Kafkasya/Hazar
Havzası üçgeninde keskinleşen emperyalistler arası
çelişkilerin/rekabetin tam ortasında yer alan Türkiye’nin
jeostratejik öneminin “yeniden” keşfi, henüz tam anlamıyla
nakite (sermayeye) dönüşmemiştir. Bu süreç yeni başlıyor.
Gelişmenin/durumun
bu seyrinden çıkartılması gereken sonuç şudur:
Şirketler,
iç pazardaki paylarını/konumlarını koruyorlar ve birinin
aleyhine diğerinin lehine çok önemli/zorlayıcı bir gelişme yok;
onları birleşmeye, birleşerek büyümeye zorlayan nedenler henüz
gerçek anlamda oluşmamıştır. Bu nedenden dolayı da yerli
şirketler (sermayeler), birleşme sorununu, Türkiye’de
rekabetin/sermaye hareketinin bir kaçınılmazlığı olarak
gündemlerine almamışlardır.
Türkiye
iç pazarı bazında özel sektörde sermayenin tekelleşmesi ne
denli boyutlu olursa olsun, dış pazar açısından bu sermayenin
çapı oldukça küçüktür. İhracatın yüzde 85’ini sanayi
ürünlerinin oluşturması, Türk şirketlerinin başka ülkelerde
yatırım yapıyor olmaları; sermaye ihraç etmeleri, sorunun özünde
bir şey değiştirmiyor; uluslararası planda Türk sermayesinin
rekabet alanı oldukça dardır. Bu alanlar, -inşaat sektörü
hariç- çok uluslu tekellerin girmedikleri, önemsemedikleri
alanlardır. Bundan dolayıdır ki Türk sermayesi, büyük olmadığı
halde, yurt dışında var olabiliyor.
Uluslararası
iddiasızlıktan ve iç pazarda rekabet koşullarının zorlama
boyutlarında keskinleşmemesinden dolayı ülkemizde sermaye
birleşmesi hareketi, henüz, uluslararası planda görüldüğü
gibi görülmüyor. Ama eğilim bu yönde. Sabancı ve Koç’un,
‘deneme için de olsa’ diye açıklamaları buna bir örnektir.
Ayrıca, bankacılık sektöründeki gelişmeler, ülkemizde de
sermaye hareketinin birleşme kaçınılmazlığını gösteriyor.
Her holdingin kendi bankasını kurması ve sermaye -mevduat-
avcılığına çıkma dönemi artık kapanmıştır. Bugün
Türkiye’de bu kadar çok sayıda bankanın var olma koşulu
yoktur. Vesilesi ne olursa olsun, bundan dolayıdır ki, bankaların
bir kısmı iflas etmiştir. Bu sektörde, kaçınılmaz olarak,
başka iflaslar da olacaktır. En büyük birkaç banka bütün
sektöre hakim olana kadar bu süreç devam edecektir veya da
birleşilecek ve bu birleşmelerden güçlü bankalar doğacaktır.
İş Bankası Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar Birliği Başkanı
Ersin Özince bu konuda şöyle diyor:
“Birleşmeler
rekabetin çok büyük olduğu marjinalleşmiş pazarlarda
değerlidir. Türkiye’nin bu aşamalara süratle geleceği
kanaatindeyim. Ancak bu konuda şartların geliştiğini
düşünüyorum.” (Hürriyet, 25 Mart 2000)
Bu
anlayış sadece bankacılık sektörü için değil, bütün
sektörler için geçerlidir.
Çok
sayıda sermayenin (şirketin) aynı pazarda rekabeti, pazarı
marjinalleştirir. Yani her bir şirketin pazar payının düşük
olmasını beraberinde getirir. Bu marjinalleşmeyi aşmanın yegane
yolu, rekabet ve daha güçlü olmaktır. Güçlü olmak iki dürtüden
kaynaklanır; öncelikle, var olmak, diğerleriyle rekabet gücüne
sahip olmak ve sonra da, buna bağlı olarak, yutulmamak için
yutmak; yok olmamak için yok etmek. Örneğin, genelde her biri bir
aile şirketi olan Gaziantepli sanayi şirketlerinin birleşmeden
yana olmalarının nedeni, iç ve dış pazarda rekabet gücünü
artırma/büyüme dürtüsünden ileri gelmektedir.
“Stratejik
Teknik Ekonomik Araştırmalar Merkezi” tarafından düzenlenen
“Sigorta Arenası 2000 Forumu”na katılan Devlet Bakanı Recep
Önal, Türk sigorta şirketlerinin uluslararası arenada var
olabilmeleri için güçlü olmaları gerektiğine dikkat çekerek
şöyle diyordu:
“Sigorta
şirketlerimiz yeni ortaklar bulmak, devir ve birleşmeler de dahil
olmak üzere ellerindeki tüm olanakları kullanarak öz kaynaklarını
güçlendirmek durumundadırlar.”
Bakan,
aynı konuşmasında, sermaye/şirket birleşmeleri önünde bir dizi
engellerin olduğundan da bahsediyor. Doğru. Sadece sigortacılık
sektöründe değil, genel olarak ekonomide sermaye birleşmelerinin
önünde bir dizi bürokratik, mevzuata ilişkin engeller var ve
şimdiye kadar rekabet, birleşmeleri kaçınılmaz kılacak derecede
dayatmadığı için, söz konusu engeller de aşılmamıştır. Ama
Türkiye’de de sermaye hareketinin genel seyri, birleşmeleri
kaçınılmaz kılacak yönde geliştiği için, mevzuata ilişkin
engellerin aşılması da sadece bir zaman sorunu olarak
görülmelidir.
Sermaye
birleşmesinin önündeki engelleri şöyle sıralayabiliriz:
1-Sektörü
tam rekabetten uzaklaştıran sınırlayıcı düzenlemeler
a)
Sektöre giriş çıkışların önündeki engeller
b)
Tasarrufta tam güvence sağlanması
c)
Kamu bankalarının sektördeki ağırlığı
2-Banka
birleşmeleri ve vergi uygulamaları
a)
Kurumlar vergisi
b)
Damga vergisi
c)
Banka ve sigorta muameleleri vergisi
d)
Harçlar
3-Sermaye
piyasalarına ilişkin düzenlemeler
a)
Şirket halka açık oranlarının düşük olması
b)
Bankaların ortaklık yapıları ve banka sahibi olan grupların
aralarındaki rekabet
c)
Hukuki altyapı güvensizliği
4.Rekabet
Kurulu’ndan izin alınması
5.Kurum
kültürleri arasındaki farklılıklar
6.Uluslararası
muhasebe standartlarına tam olarak uyumun olmayışı (Bkz.
Financial Times, 6 Temmuz 2000)
Bu
engellere rağmen, Türkiye’de sermaye birleşmesi, kapitalist
dünya ekonomisinde çok uluslu tekellerin birbirlerini yutmaları,
devir, satın alma biçimlerinde görülmese de, “rekabette
ortaklık” biçiminde gelişmektedir.
Türkiye’de
holdingler arası “ortaklaşa rekabet”in örnekleri şunlardır:
Doğan
Holding:
-İş
Bankası (Petrol Ofisi)
-Sabancı
Holding (GSM ihalesi)
-Koç
Holding (Ultra TV. Otokar Afi)
-Raks
Holding (D&R)
Koç
Holding:
-Medya
Holding (GSM ihalesi)
-Doğan
Holding (Ultra Kablo)
-Uzel
Holding (Döktaş Döküm)
-Sabancı
Holding (Türk Philips)
-ATA
Grubu: (Besicilik yatırımı)
-ENKA
Holding (Ramstore/Moskova)
Sabancı
Holding:
-OYAK
Grubu (Oysa Niğde Çimento, Oysa İskenderun Çimento)
-Doğan
Holding (GSM ihalesi)
-Doğuş
Holding (GSM ihalesi)
FİBA
Holding:
-Bayındır
Holding: (Romanya’da banka)
İş
Bankası:
-Doğan
Holding (Petrol Ofisi ihalesi)
Anadolu
Grubu:
-Ülker
Grubu (Polinas ambalajı)
Çukurova
Holding:
-Doğuş
Holding (Yapı Kredi Bankası)
-Koray
Grubu (Yapı Kredi Koray GMYO)
-Medya
Holding (ATV)
OYAK
Grubu:
-Koç
Holding (Goodyear’da ortaklık)
-Sabancı
Holding (Oysa Niğde Çimento, Oysa İskenderun Çimento)
-Gama
Grubu (Elazığ Çimento Sanayii)
-ETİ
Grubu (Tam Gıda Sanayii)
-Halk
Bankası (Halk Finansal Kiralama)
(Bu
veriler, “Capital”in Temmuz 2000 sayısından alınmıştır. s.
106)
Burada
Türkiye’nin önde gelen bazı sermaye gruplarının, rekabet
edecekleri alanlarda rekabet etmektense ortak hareket etmeyi
yeğlediklerini görüyoruz. Bu sermaye gruplarının ortak
hareketleri, rekabeti ortadan kaldırmıyor. Sadece, söz konusu
alanlarda geçerli olan, en azından ortak hareket etme bazında
“sermaye birleşmesi”ne gittiklerini göstermektedir. Böylelikle
bu sermaye grupları, faal oldukları başka alanlarda rekabet
kurallarına göre hareket ederlerken, yani kıyasıya rekabet
ederlerken, sadece söz konusu alanlarda ortak hareket ederek, güçlü
olmanın yolunu aramış oluyorlar. Bu gelişmeye GSM ihalesi, tipik
bir örnek oluşturur. GSM ihalesi, bu ihale bazında “Doğan
Holding-Sabancı Holding-Doğuş Holding”, ”Koç Holding-Medya
Holding” gibi ortaklıkların doğmasına yol açmıştır. GSM
ihalesindeki bu ortaklık gelişmesi, daha önce Petrol Ofisi
ihalesinde de görülmüştü (Bu ihaleyi Doğan Holding-İş Bankası
ortaklığı kazanmıştı)
Sonuç
İtibarıyla:
Türkiye’de
de şirketler, gelişmelerinin belli bir aşamasında sermaye
birleşmesine gitmek zorunda kalacaklardır. Sermaye birleşmesi
süreci, belirttiğimiz nedenlerden dolayı, Türk ekonomisinde henüz
yeni sayılabilecek, en azından etkisi pek görülmeyen bir
gelişmedir.
İç
pazarda rekabetin keskinleşmesi, bunun ötesinde dış pazara açılma
eğilimi; eşit olmayan ekonomik gelişme yasasının sonucu olarak,
şirketler arası birleşmelere yol açacaktır. Sermaye hareketi
nesnel bir harekettir. Bu nesnellik, koşulları oluşunca Türk
şirketlerinde de görülecektir. Bundan kurtuluş yoktur. Çünkü
yok olmamak için rakibi ya yutacaksın ya yok edeceksin veya da
onunla birleşeceksin. Türkiye’de sermaye hareketi, bu sürecin
henüz başındadır.
Teoride
Doğrultu, Sayı 1, Temmuz-Ağustos 2000.