Filistin-İsrail ilişkilerinin ve Oslo sürecinin sonuçsuz kalmasından bu yana Ortadoğu’da, adeta eski günlere dönüldü. Filistinlilerle İsrail arasındaki çatışma her türlü araç kullanılarak sürüyor. Aylardan beri süren çatışmalarda yüzlerce Filistinli katledildi. bütün bunlar Filistin ile İsrail arasındaki “Pax Americana”nın; Amerikan “barışı”nın sonuçlarıdır.
Filistin yarası kanarken Amerikan emperyalizmi Irak’ı bombaladı. 16 Şubat’ta Irak’ın güneyinden yapılan saldırıyla Bağdat’ın bombalanması ve sonra kuzeyden bombalama, yeni Amerikan yönetiminin saldırgan dış politikasının sadece bir ifadesidir.
Teknik açıdan modernleştirilmiş Irak radarları uçuşa yasak bölgelerde devriye uçuşu yapan Amerikan ve İngiliz uçaklarının tehdit ediliyormuş! Daha önceki saldırılarda da aynı demagoji öne sürülmüştü.
Kuzeyde 36. paralel ve güneyde de 33. paralel doğrultusunda çekilen çizgiyle Irak, fiilen üçe bölündü. 33. ve 36. paraleller arasında kalan bölgede S. Hüseyin’in diktatörlüğü hakim, kuzey ve güneydeki bölgelerde ise Amerika hakim. Amerika, bu bölgeler üzerinden Irak’ı kontrol ediyor.
Yeni Amerikan yönetimi S. Hüseyin’i devirmeyi Ortadoğu’daki esas hedefi olduğunu açıkladı. Amerikan Dışişleri Bakanı Powell; “Irak sorunu öncelliğe sahiptir, İsrail ile Filistinliler arasında yoğun arabuluculuk rolü“ söz konusu değildir açıklamasıyla bundan sonra Ortadoğu’da nelerle karşı karşıya olunacağını gösteriyor.
Bir bütün olarak Ortadoğu, Amerikan emperyalizmi açısından birbirini tamamlayan iki nedenden dolayı oldukça önemlidir. Birincisi, bilindiği kadarıyla dünya enerji rezervinin üçte birinden fazlası körfez bölgesinde bulunuyor. İkincisi, bölge olarak Ortadoğu, Amerikan emperyalizminin Avrasya jeostratejisinin güney ayağını oluşturuyor. Bu iki nedenden dolayı Amerikan emperyalizmi, 21. yüzyılda dünya hakimiyetini gerçekleştirmek için bölge üzerinde mutlak hakimiyet kurmak istiyor.
Irak’a yapılan hava saldırısının nedeni bölge üzerinde hakimiyet için mücadeleden başka bir anlam taşımıyor. Körfez Savaşı’ndan bu yana Amerikan emperyalizminin Irak üzerinde estirdiği terör, bugünlerde delik deşik olan ambargo, Saddam rejiminin yıkılmasına değil, tersine güçlenmesine ve Irak halkının yoksulluğa ve sefalete sürüklenmesine neden olmuştur. Bu durum ve Filistin-İsrail “barışı”nın fiyaskoyla sonuçlanması Amerikan emperyalizminin bölgedeki nüfuzunu yıpratmıştır. Yeni Amerikan yönetimi bu gelişmeyi durdurmayı hedefliyor ve ne pahasına olursa olsun Saddam rejimini devirene kadar saldırı ve baskıyı yoğunlaştırarak sürdüreceğini açıklıyor. Sorunların çözümsüz kalması, yani Amerika’nın Ortadoğu politikasının iflası, başka emperyalist ülkeleri cesaretlendirmiş ve onlar da bölgedeki faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardır.
Son yıllarda AB, bu entegrasyonunun üyesi olan Almanya, Fransa gibi ülkeler, Çin, Japonya, Rusya, ABD kontrolünde Türkiye ve başka ülkeler, Ortadoğu’da etkili olmak için faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. Irak’a uygulanan ambargoyu delik deşik eden ülkelerin başında Fransa, Çin, Rusya ve bizzat ABD’nin kendisi geliyor. Amerikan şirketleri, Körfez Savaşı’ndan hemen sonra, özellikle Ürdünlü işadamlarıyla, Ürdün mülkiyetinde kurdukları şirketlerle Irak’a ihracatı sürdürdüler. Fransa, Çin, Rusya ve Japonya gibi emperyalist ülkeler de Irak ile, petrolün çıkartılması ve işletilmesi üzerine bir dizi anlaşma yaptılar. Ama bu anlaşmaların uygulanması için tek koşul, ambargonun kalkmasıdır. Ambargo devam ettiği müddetçe bu ülkelerin Irak petrolüne uzanmaları engellenmiş oluyor. Bu nedenden dolayıdır ki bu ülkeler, adeta ABD’ye nazire yaparcasına ambargoyu “tıbbi yardım” uçaklarıyla deliyorlar. ABD ise ne pahasına olursa olsun ambargonun devamından yana. Çünkü ambargonun kalkması durumunda Irak petrolü üzerinde kontrolü kalkmayacak. Bu durum gösteriyor ki, Amerikan emperyalizmi, ambargo sürdüğü müddetçe Irak’ta var.
Amerikan emperyalizmi Irak’ı bombalayarak rakiplerine gözdağı veriyor, mücadelesiz Irak’tan ayrılmaya niyeti olmadığını gösteriyor.
Aynı taktiği Amerikan emperyalizmi Filistin-İsrail sorununda da uyguluyor. Rakiplerini bu sorundan da uzak tutmaya çalışıyor. Geçen yılın son aylarından, Arafat-Barak-Clinton görüşmelerinin sonuçsuz kaldığı dönemden bu yana Fransa’dan, Almanya’dan, Rusya’dan devlet ve hükümet başkanları, dışişleri bakanları ve AB temsilcileri İsrail ve Filistin’de görüşmeler yaparak “barış”ı kurtarmaya çalışmışlardır. Bu görüşmelere Amerikan tarafı seyirci kalmamış, o da adamlarını göndererek sorunu, çözersem ben çözerim, başkaları müdahale edemez mesajını vermiştir. Amerika’nın dediği oldu. Diğerleri geldikleri gibi gittiler, ama ABD orada kaldı.
Irak’a saldırısı, Filistin-İsrail “barış” görüşmelerini sürüncemede bırakması -ki bununla Filistin’in soluğunu kesmeyi, Arap ülkelerini kendi pozisyonuna getirmeyi amaçlıyor- ABD’nin Ortadoğu ve Yakındoğu politikasının iflası anlamına geliyor.
Filistin’de intifadanın yeniden canlanması, bir halkın iradesi kırılmadıkça kolay kolay teslim alınamayacağını göstermektedir. İsrail’in Filistin üzerinde estirdiği terör, yüzlerce Filistinliyi katletmesi ve ABD’nin Irak’a saldırısı, komşu Arap ülkelerinde antiamerikancılığı güçlendirmiş ve kitlesel protestolara yol açmıştır. Yeni intifadanın dünya çapında etkisi olur mu, ulusal ve sosyal kurtuluş için mücadeleyi yeniden ve daha güçlü olarak etkiler mi, bunu önümüzdeki süreç gösterecek.