EKİM
DEVRİMİ VE KAPİTALİZMDE EŞİTSİZ GELİŞME YASASINI SORGULAMAK!
Burada
Ekim Devriminin uluslararası önemi ve anlamı üzerinde
durmayacağız. Sorunumuz bu değil. Ama şu kadarını belirtelim.
Ekim Devrimi karşısında alınan tavır, Marksizm-Leninizm
açısından önemli bir sorunudur. Çünkü Ekim Devrimi
değerlendirmesi, bir siyasi yapının ideolojik duruşunu
açıklayacak derecede önemlidir.
Almanya
Marksist-Leninist Parti (MLPD) son birkaç yıldan bu yana bu konu
üzerine ısrarla durmaktadır. Ekim Devriminin yıldönümünü
vesile ederek bir taraftan bu devrimin “enternasyonal bir
karakterinin” olmadığı propagandasını yaparken, diğer
taraftan da emperyalist küreselleşme koşullarında devrimin
uluslararası karakter taşıdığını vurgulamaktadır. Bu
anlayışından dolayı söz konusu parti, devrimin koşullarına
ilişkin olarak programatik anlayışını da değiştirmiştir.
Sorunun ne olduğunu ve bu parti tarafından ne hale getirildiğini
biraz açalım.
Tek
Ülkede Devrim Ve Dünya Devrimi Perspektifleri-
Kapitalizmde
eşit olmayan gelişme yasası ve tek ülkede devrim sorunu:
Tek
ülkede devrim sorunu, kapitalizmin nesnel bir yasasından; eşit
olmayan gelişme yasasından kaynaklanmaktadır ve bu yasa geçerli
olduğu müddetçe de tek tek ülkelerde devrim de kaçınılmaz
olarak gündemde olacaktır.
Lenin,
tek ülkede sosyalizmin zaferi sorununu ilk defa, 1915 yılında
yazdığı "Avrupa Birleşik Devletleri Şiarı Üzerine"
makalesinde ele alır. Orada konuyla ilgili olarak şöyle diyordu:
"Ekonomik
ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir
yasasıdır. Buradan, sosyalizmin zaferinin önce az sayıda
kapitalist ülkede veya hatta tek başına bir ülkede mümkün
olacağı sonucu çıkar"
.
(Lenin;
C. 21, s. 345).
Öyleyse:
Kapitalizm var olduğu müddetçe tek ülkede devrim ve sosyalizmin
inşası kaçınılmaz bir gerçeklik olarak var olacaktır.
Bu
gerçeklikten çıkartılması gereken sonuç:
Ülkeler,
kaçınılmaz olarak eşitsiz gelişiyorlar ve dolayısıyla devrimin
koşulları da şu veya bu şekilde eşitsiz olgunlaşıyor. Yani
kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasası koşullarında şu veya
bu şekilde eşit değil, eşitsiz gelişme esastır.
Bu
gerçeklikten -emperyalizm gerçekliğinden- hareketle Stalin
"Leninizm’in Sorunları"nda konuya şöyle
açıklıyordu:
"Önceleri
tek
ülkede devrimin zaferi mümkün görülmüyordu. Çünkü burjuvazi
üzerine zafer için bütün ülkelerin veya en azından bu ülkelerin
çoğunluğunun proleterlerinin ortak bir eylemi gerekli görülüyordu.
Şimdi bu anlayış artık gerçeğe tekabül etmemektedir. Şimdi
böyle bir zaferin mümkün olduğundan hareket edilmelidir. Çünkü
emperyalizm koşullarında çeşitli kapitalist ülkelerin
gelişmesinin eşit olmayan ve sıçramalı karakteri, emperyalizm
koşullarında kaçınılmaz olarak savaşlara yol açan korkunç
çelişkilerin gelişmesi, dünyanın bütün ülkelerinde devrimci
hareketin büyümesi, bütün bunlar, tek tek ülkelerde
proletaryanın zaferini sadece mümkün değil, bilakis zorunlu
kılıyor"
(Stalin; C. 6, s. 94).
Ekim
Devrimi, tek ülkede devrim ve tek ülkede sosyalizminin inşası
anlayışını doğruladı. Rus proletaryası, siyasi iktidarı ele
geçirmiş ve kendi iktidarını kurmuştu. Onun, ülke içi
müttefiklerinden ve uluslararası alanda da dünya proletaryasından
ve emekçilerinden başka dayanacağı bir güç yoktu. O, her şeyi
kendi gücüne dayanarak gerçekleştirmek zorundaydı ve
gerçekleştirmek zorunda olduğu da, sosyalizmin inşasıydı.
Hangi
boyutlarda olursa olsun sermaye ve üretimin uluslararasılaşması,
eşitsiz gelişmeyi ortadan kaldırmıyor, çağın emperyalist
karakterini değiştirmiyor. Lenin’in söz konusu analizini yaptığı
dönemde olduğu gibi bugün de kapitalizm koşullarında,
emperyalist çağda yaşıyoruz.
Hal
böyle olmasına rağmen sermaye ve üretimim uluslararasılaşmasından
farklı sonuçlar çıkartarak artık tek ülkede devrim çağının
kapandığını savunarak, kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının
etkisiz kaldığını veya bu yasanın devrimlerin gelişmesi sorunun
kullanılamayacağını savunanlar var. Buna MLPD tipik bir örnektir.
Alman
Maocuları, 1999’da yeni program tartışmalarında bir taraftan
“devrimin enternasyonal karakteri” üzerine ahkam
keserlerken, diğer taraftan da troçkistlerin “kesintisiz
devrim” anlayışlarına karşı olduklarını açıklıyorlardı.
Bir taraftan Lenin’in tek ülkede devrimin zaferi ve sosyalizmin
inşası anlayışına sahip çıkıyorlar (!), ama diğer taraftan
da Ekim Devriminin enternasyonal karakter taşımadığını
savunuyorlar.
“Ekim
Devrimi’nin ön koşulu, serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci
kapitalizme geçişti. Lenin, emperyalizmde bir ülkede
devrimin zaferini olası yapan kapitalist ülkelerin eşit
olmayan gelişmesinin yeni yasallığını analiz etti. Bu, bir
defalık eylem olarak dünya devrimi anlayışından hareket eden
Marks ve Engels’in görüşlerinin yaratıcı bir
geliştirilmesiydi. Ama beklenildiğinin aksine Ekim Devrimi,
enternasyonal karakter almadı. Çünkü Almanya’da devrimci süreç
tıkandı” (Rote Fahne; sayı 25, s. 14, Haziran 1999).
Alman
Maocuları, “bugün emperyalistler tekil devrim ocağını
ortaklaşa yok etmek için hazırlıklılar” anlayışındalar
(agk.).
Bu
arkadaşlara göre “enternasyonal devrimin hazırlığı
troçkistler tarafından kötü ünlü yapılmıştır. ‘Kesintisiz
devrim’ teorileriyle emperyalizmin yeni yasallıklarını ve tek
ülkede devrimin zaferi olasılığını inkar
etmişlerdir” (agy.).
Ekim
Devriminin uluslararası karakterinin olmadığını savunan bu parti
programında şöyle diyor: “Üretimin
olgunlaşmış uluslararasılaşması koşullarında sosyalist devrim
enternasyonal karakter alacaktır. Karşıdevrimin örgütlenmesi
için emperyalistlerin uluslararası işbirliği ve uluslararası
sınıf mücadelesi ile karşılıklı etkilenme, bugün, tek bir
ülkede devrimci sürecin yalıtılmış olarak başarıyla
yürütülebilmesini olası yapmamaktadır... Her bir ülkede
proleter strateji ve taktik, gelecekte, esas itibariyle uluslararası
devrimin hazırlığı olarak kavranmalıdır”
(MLPD
Programı, s. 54/55. 1 Ocak 2000).
Bu
çağrının örneğin Fransız, İtalyan, Türkiye veya da
genelleştirirsek tek tek ülke proletaryası açısından anlamı
şudur: Müttefiklerini peşine takıp da bugünden devrim yapmaya
kalkışmayın! Tek ülkede ne demokratik ne de sosyalist devrim
olur! Bu nedenle, devrim yapacak duruma gelmiş olsan da, bu işten
vazgeç!
Bu,
emperyalizmi her şeye muktedir görmenin, onun gücüne teslim
olmanın sonucudur.
Rusya'da
Ekim Devriminin zaferi ve sosyalizmin inşası, sosyalist devrimin
yeni, Leninist teorisini doğrulamıştır. Doğrulanması Rus
devrimiyle olduğu için bu devrim teorisini Rusya koşullarıyla
sınırlandırmak doğru mudur? Hayır.
Marksizmi
biraz daha zenginleştiren bu teorinin bir anlamı da şudur: Bu
teori, proletaryanın kendi gücüne olan güvenini, proletaryanın
sosyalist devrime olan inancını pekiştirir. Tek tek ülkelerde
proletaryayı kendi burjuvazisine karşı saldırısında; şiddetli
mücadelelere girmesinde ve nihayetinde burjuvaziyi alt ederek siyasi
iktidarı ele almasında teşvik eder, güçlü kılar.
Kapitalizmde
eşit olmayan gelişme yasasını dikkate almamak, nesnel gerçekliğe
yüz çevirmenin, tek ülkede devrim ve sosyalizmin zaferine
inançsızlığın açık ifadesidir; esas itibariyle devrimci
proletaryanın devrim yapma mücadelesine, nesnel koşullar temelinde
burjuva düzeni yıkma ve sosyalizmi kurma mücadelesine,
emperyalizme bağımlı nispeten geri ülkelerde antiemperyalist
demokratik devrim mücadelesine cepheden saldırıdır; işçi sınıfı
ve emekçi yığınların sömürü düzenine başkaldırısını
küçümseme ve sömürücü sınıfların baskısı ve gücü
karşısında teslim olmaktır.
Tek
ülkede devrim ve sosyalizmin inşası, kapitalizm koşullarında bir
zorunluluktur, bir kaçınılmazlıktır. Bu zorunluluğu kavramamak
veya kavramak istememek, işçi sınıfı ve emekçi yığınları
demoralize etmekle, iktidar mücadelesini kendiliğindenciliğe
mahkum etmekle, dağıtmakla ve aynı zamanda dünya burjuvazisi
önünde diz çökmekle eş anlamlıdır. Tek ülkede devrim ve
sosyalizmin inşası teorisine saldırı, teslimiyeti hazırlayan
ideolojik çöküntüdür. Evet, bu, ideolojik bir sabotajdır.
Tek
ülkede devrim, nesnel bir zorunluluktu ve zorunluluktur. Tek ülkede
devrime ve sosyalizmin inşasına karşı gelmek, bu teorinin yanlış
olduğunu savunmak, özgürlüğe, proletaryanın kurtuluşu için
mücadelesini devrimle taçlandırmasına karşı gelmektir.
Şüphesiz
ki, yüz yıl öncesinin devrim koşullarıyla günümüzün devrim
koşulları aynı değildir. Emperyalizmin dünya hakimiyeti; sermaye
ve üretimin uluslararası örgütlenmesinin oldukça gelişmiş
olması, yani sermayenin uluslararasılaşmasının ulaşmış olduğu
boyutlar, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası gerçeğini
ortadan kaldırmıyor. Ama emperyalizmin, ülkeler ve bölgeler
bazında devrimin sorunlarını aynılaştırma eğilimi (eşitsiz
gelişme yasasının bir yönü) veya sömürülen, ezilen ve talan
edilen ülkelerde mücadele sorunlarının ortaklaşması, ortak
karşı koyuşun, ortak mücadelenin ve dolayısıyla birkaç ülkede
devrim veya bölgesel devrim olasılığını da güçlendirmektedir.
Sermaye
ve üretimin uluslararasılaşması; diğer bir ifadeyle emperyalist
küreselleşmenin günümüzdeki boyutları, proletaryanın
uluslararası örgütlenmesini daha da kolaylaştırmıştır. Aynı
tekelin farklı ülkelerdeki işletmelerinde çalışan işçiler,
sermayeye karşı mücadelelerini artık sadece ulusal çapta ele
almıyorlar, birçok örneğinin de yaşandığı gibi, soruna
uluslararası mücadele açısından yaklaşıyorlar. İşçi sınıfı
ve emekçi yığınların grevlerinde, protestolarında görüldüğü
gibi, ulusal sınırları aşan eylemler, birkaç ülkede birden
devrim, bölgesel devrim olanağını giderek güçlendirmektedir.
III.
Enternasyonal’in sorunu ele aldığı dönemden (‘20’li
yılların ikinci yarısı) bugüne dünya devriminin, bölgesel
devrimin veya dünya devrim programının nesnel koşulları, o
dönemle karşılaştırıldığında oldukça gelişmiştir. Ama
öznel koşullar, yine o dönemle karşılaştırıldığında
oldukça geridir.
III.
Enternasyonal’den sonra uluslararası komünist hareketin örgütsel
birliğinin sağlanamamış olması, onun enternasyonal ve bölgesel
bir devrim programı oluşturamamasının ve sermayeye, kapitalist
düzene karşı iktidar mücadelesini örgütleyememesinin önünde
belirleyici engeldir. Bu nedenle uluslararası ve bölgesel devrimin
nispeten olgunlaşan nesnel koşullarından yararlanılamıyor, bu
nedenle proletaryanın uluslararası mücadelesi kendiliğindenci
mücadeleye boğuluyor ve ulusal çaptaki mücadele ve tek ülkede
devrim yegane olanak olarak kalıyor. Bu duruma son vermek; tek
ülkede devrimin yanı sıra enternasyonal ve bölgesel devrim
perspektifinin öznel koşullarını geliştirmek her bir ülkede
komünist partilerin ertelenemez bir görevi olarak görülmelidir.
Dünya devriminin veya bölgesel devrimin örgütlenmesi, her bir
ülkeden komünist güçlerin uluslararası örgütlenmesinin bir
sonucu olacaktır.
Enternasyonal
ve bölgesel devrimin nesnel koşullarının gelişmişlik durumunun
abartılmasına karşı da mücadele edilmelidir. Alman Maocularının
yaptığı gibi, emperyalizmi her şeye muktedir güç olarak görmek,
tek ülkede devrimi boğar diyerek ona teslim olmak, iktidar ufkundan
yoksunluğun açık bir ifadesidir.
Uluslararası
birliği sağlanmış olsa da devrimci proletarya “ulusal”
sınırlar içinde devrim için, “ulusal” devrim için,
dolayısıyla tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası için
örgütlenmiştir. Bu durum, kapitalizmde eşitsiz gelişmenin
doğrudan bir sonucudur.
Tek
ülkede devrim sorununda kapitalizmin eşitsiz gelişmesi yasasının
iki eğilimi dikkate alınmalıdır: Gelişmedeki eşitsizliğin
eşitlenme eğilimi ve eşitsizliğin artması eğilimi. İlk
eğilimin ön planda olduğu dönemlerde (örneğin günümüzde);
eşitsizliğin eşitlenme eğiliminin geçerli olduğu ülkelerde
işçi sınıfı ve emekçi yığınların sorunları giderek daha
çok ortaklaşmakta ve böylece aynı hedefler için mücadeleyi
ortak örgütlenme olanakları artmaktadır. Eşitsizliğin arttığı
dönemlerde ise her bir ülkede işçi sınıfı ve emekçi
yığınların sorunları farklı boyutlar almaktadır. Bu durum,
işçi sınıfının ve emekçi yığınların enternasyonal ve
bölgesel devrime yaklaşımını, ilk eğilim koşullarında olumlu,
ikinci eğilim koşullarında ise olumsuz etkiler. Bu gerçeklikten
hareketle tek ülkede devrimin yanı sıra enternasyonal ve bölgesel
devrim olanaklarının geliştiğinden hareket edilmelidir.
MLPD,
bu anlayışa, devrime elveda anlayışına nasıl geldi? Bu
anlayışları hangi teori üzerinde yükselmektedir. Bu konuya da en
azından birazcık değinmezsek eksik bir iş yapmış oluruz.
MLPD
Ekim Devriminin dünya çapında önemini birçok açıdan inkar
etmektedir. Bu parti, “Düşünce Tarzı İçin Mücadele“
çalışmasında Ekim Devriminin analizini yapar ve bazı sonuçlara
varır. Bu arkadaşların görüşleri şöyle:
“Tekelci
devlet kapitalizminin toplusal gelişmesi, çeşitli uluslararası
ekonomik ve politik kriz süreçlerinin yığınların mücadelesiyle
sıkı bir şekilde yoğunlaştığı bir doruk noktasına doğru
ilerlemektedir. Bu, yeni, şimdiye kadar hiç görülmemiş
görünümlerin doğmasına neden olmaktadır. Kapitalizmden
sosyalizme geçişin yeni bir aşamasının faktörleri
çoğalmaktadır. Willi Dickhut, 1991’de Ekim ve Kasım
konuşmalarında buna dikkat çekmiştir:
‘Bugün
Ekim Devrimi, artık örnek bir devrim olarak görülemez. Rusya’da
gelişme, çözümü devrimde bulacak derecede gelişmişti. Devrimi
gerçekleştirmek o zaman bugünden daha kolaydı. Bugün bir
ülkenin, devrimin olacağı zayıf bir halka olacak derecede
gelişmesi hesaba katılmamalıdır. Emperyalistler birleşerek
devrimi yenerler… Üretimin uluslararasılaşması, emperyalistleri
silahlı iktidar mekanizmalarının sınırlı ulusal karakterini
değiştirmeye zorlamaktadır…
Çok
uluslu tekellerin doğuşunda bunun sonuçlarının ne olacağı,
özellikle de rekabetin yüksek aşamasının tekelleri işbirliğine
zorlayacağı önceden görülemezdi. Bu gelişmeden dolayı
uluslararası tekeller, halk kitlelerine karşı dünya çapında
saldırılar gerçekleştirmekteler…
Kitlelerin
örgütlenmesini yeni biçimlerle geliştirmeliyiz. Mücadelelerin
seyri(ağırlığı) (göz önünde tutulursa), tamı tamına
araştırmamız gereken yeni bir şeylerin olduğu
(görülür)…(Bunların) nedenlerini, cinsini, biçimlerini ve
sonucunu… araştırmalıyız. Altüst oluş sürecini
değerlendirmek için mücadelelerin bütününe bakmalıyız” (s.
219/220).
“Tekelci
devlet kapitalizminden sosyalizme geçmek için şimdiye kadar
tarihsel bir örnek yoktur. Bu nedenden dolayı Marksist-Leninistler,
Rus Ekim Devrimi tarihsel örneğine yönelen yeni revizyonist
konzeptlerin dogmatik cevabını çare olarak görme tehlikesine
düşmemeliler. Bu ilk sosyalist devrim, emekçilerin kitlesinin
küçük köylülerden oluştuğu ve sosyalizmin maddi temellerinin,
kapitalist büyük üretimin ve kültürel gelişmiş bir işçi
sınıfının henüz başlangıç aşamasında olduğu bir ülkede
gerçekleşti. Ekim devrimi, inşanın tek bir ülkede
gerçekleşmesine neden oldu, ama dünya çapındaki önemine rağmen
onun uluslararası bir karakteri yoktu. Willi Dickhut,
Marksist-Leninistlerin tamamen yeni gelişmelere hazır olmalarını
talep etmişti:
Verimlilik,
üretimin olağanüstü ucuzlayacağı şekilde gelişmektedir.
Astronomik artan yatırım masraflarıyla sürekli kısalan dönemler
içinde ürünlerin değerlerinin hızlandırılmış düşüşü
arasındaki çelişki, rekabet mücadelesini bir yok etme
muharebesine dönüştürmektedir. Fazla üretim krizleri daha sık
görülecektir. Yığınların, ekonomik ve direnişlerinden dolayı
özellikle de politik olarak talan dilmesine devam edilemeyeceğinden
dolayı tekellerin ve devletinin bu üretici güçleri artık
kapitalist temelde hakimiyet altında tutamayacakları
durumlar ortaya çıkacaktır. Bu durumda yıkılışın ve genel
çöküşün alternatifi doğar veya da değiştirilmiş temel
üzerinde, yani kitlelerin yardımıyla üretim devam eder”(s.
285).
Şimdi
söylenmek istenene bakalım:
AMLP,
tek ülkede devrimi, tek ülkede sosyalizmin inşa olasılığını
reddediyor ve bu konuda Leninizm’i değil troçkizmi savunuyor.
Söylenen
oldukça açık:
-Ekim
Devrimi örnek alınacak bir devrim değildir.
-Bugün
tek ülkede devrim artık mümkün değildir.
-Artık
hiçbir ülke, devrimin gerçekleştiği bir “zayıf halka”
durumuna gelmez. Çünkü emperyalistler ortaklaşa hareket ederek bu
devrimi boğarlar.
-Çöküşün
alternatifi, değiştirilmiş temel üzerinde
kitlelerin yardımıyla üretimin devamıdır.
Bu
savlar yeni midir? Hayır. Bunlar yeni değildir. Bu savlar, Ekim
Devrimine karşı çok önceleri, Troçki ve Kautsky tarafından öne
sürülmüştü.
Ekim
Devrimi dönemini ve sonrasından günümüze kadar olan süreci
düşünelim. Bu savların kimler tarafından hangi amaçlar için
kullanıldığı ve hala da kullanılmak olduğu görülür. Tek
ülkede devrim ve sosyalizmin inşası konusunda troçkistler Lenin
ve Stalin önderliğindeki ideolojik mücadele sonucunda yenik
düştüler; bu mücadeleye güç veren bizzat Ekim Devrimi
pratiğiydi, 14 saldırgan ülkeye karşı devrimin savunulmasıydı,
bunda elde edilen başarıydı, tek ülkede proletarya
diktatörlüğünün inşasıydı. Böyle bir gelişmenin
olabileceğini, olabileceği ne, olacağını Lenin, emperyalizm
analizinde yıllar öncesi teorik olarak temellendirmişti (Bkz.
özellikle “Emperyalizm…” yapıtı ve “Avrupa Birleşik
Devletleri Şiarı Üzerine” makalesi).
(Bu
yazıda kapitalizmde gelişmenin sıçramalı, eşitsiz olduğunu ve
bu konuda Lenin’in görüşlerinin doğruluğunu varsayıyoruz).
Şu
kadarını belirtelim ki, ‘zayıf halka’ anlayışı, Troçki ve
troçkizmin ısrarla reddettiği bir anlayıştır. Troçkizme göre
devrim, ancak ileri gelişmiş birkaç ülkede aynı anda
gerçekleşirse başarılı olabilir. Bu anlayışını Troçkizm,
Marks ve Engels’in anlayışına -devrim, ancak ileri gelişmiş
birkaç ülkede aynı anda gerçekleşirse başarılı olabilir-
dayandırıyor. Troçkizm, Marks ve Engels’in dönemindeki
koşulların artık geçerli olmadığını, emperyalizm koşullarında
eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasasının bütün şiddetiyle
geçerli olduğunu bir türlü anlamıyor. Diğer taraftan, Marks ve
Engels’in anlayışına göre devrim, öncelikle ileri gelişmiş
ülkelerde gerçekleşeceği için, örneğin o zamanın Rusya’sı
gibi geri gelişmiş ülkelerin devrim yapma şansı yoktu.
Emperyalizm koşullarında eşitsiz ve sıçramalı gelişme pekala
geri gelişmiş bir ülkeyi de devrimin patlak vereceği bir “zayıf
halka” durumuna getirmektedir. Troçkizm bu gerçeği de anlamıyor.
Marks ve Engels’in yaşadıkları koşullara göre yaptıkları
doğru değerlendirme, emperyalizm koşullarında Troçkizm
tarafından geri gelişmiş ülkelerde de işçi sınıfı ve emekçi
yığınların devrimci potansiyeline inançsızlığa dönüşmektedir.
Bu durumda geri gelişmiş ülkeler, ancak ve ancak ileri gelişmiş
ülkelerdeki devrimlerden sonra kendi kendilerine kurtulmuş
olacaklar!
Tek
ülkede sosyalizmim inşa edilebileceğini, proletarya
diktatörlüğünün iç ve dış düşmanlara karşı başarıyla
mücadele edebileceğini, başka ülkelerde devrimlerin
desteklenebileceğini ve devrim yapan ülkenin başka ülkelerdeki
devrimci mücadelenin desteğini alarak da güçlenebileceğini
Sovyetler Birliği örneği göstermiştir. Şunu da belirtelim ki,
Lenin ve Stalin, tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün
olduğunu savunurlarken, sosyalizmin tek ülkede nihai inşasının
ve tek ülkede komünizme geçişin mümkün olamayacağını ve
kapitalizmin yeniden inşası tehlikesinin var olduğunu da
vurgulamışlardır.
MLPD,
tek ülkede devrim veya yukarıda ele aldığımız sorunlarda
Leninist anlayışları bir kenara iterek, ama sürekli
Marksizm-Leninizm’den bahsederek Troçkizmi savunmaktadır. Bu
parti, devrim teorisini Troçkist savlar/anlayışlar temelinde
geliştirmektedir.
Başka
bir nokta.
MLPD,
Kautskiciliği; Ultra-Emperyalizm teorisini ve burjuva küreselleşme
teorisini savunuyor:
Lafızda
troçkizmi reddederek troçkizmi savunan bu parti, savlarını
temellendirmek için değişen koşullardan bahsetmektedir. Öyleyse
değişenin ne olduğuna bakalım veya Maoculuktan vazgeçerek,
açıktan Kautskiciliği ve troçkizmi savunacak kadar değişen
nedir?
Bu
partinin yukarıdaki anlayışını ele alalım:
“Üretimin
uluslararasılaşması, emperyalistleri silahlı iktidar
mekanizmalarının sınırlı ulusal karakterini değiştirmeye
zorlamaktadır…”
“Çok
uluslu tekellerin doğuşunda bunun sonuçlarının ne olacağı,
özellikle de rekabetin yüksek aşamasının tekelleri işbirliğine
zorlayacağı önceden görülemezdi. Bu gelişmeden dolayı
uluslararası tekeller, halk kitlelerine karşı dünya çapında
saldırılar gerçekleştirmekteler…”
Bu
parti sürekli olarak “üretimin uluslararasılaşması”ndan
bahsediyor ve bunu yaparken de bu uluslararasılaşmanın sanki yeni
bir şey olduğu anlayışını yayıyor. Diğer taraftan da tekelci
devlet kapitalizmine Lenin’in tanımlamasının ötesinde bir anlam
vererek yeni teorilerine temel yapıyor.
Üretimin
ve dolayısıyla sermayenin uluslararasılaşmasını analiz eden ve
bunun emperyalizmin temel özelliklerinden birisi olarak açıklayan
Lenin’dir. Şüphesiz ki, Lenin dönemindeki sermaye ve üretimin
uluslararasılaşmasıyla günümüzdeki sermaye ve üretimin
uluslararasılaşması arasında muazzam bir ilerleme vardır.
Şüphesiz ki, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının o güne
göre farklı olan görünüm biçimleri oluşmuştur. Bunların
hiçbirisini tartışmıyoruz. Emperyalist çağda bütün sorunların
ulusal çapa sığdırılarak açıklanamayacağı, uluslararası
bağlamları içinde ele alınması gerektiği tartışma götürmez
bir gerçekliktir.
Emperyalizmin
dünya çapında hakim olan bir hakimiyet sistemi olduğunu analiz
eden Lenin’dir. Dolayısıyla dünyanın hiçbir bölgesinde
emperyalizmin uzanamadığı, emperyalist hakimiyetin olmadığı bir
ülke yoktur. Bütün dünya, kapitalist, tekelci sermaye birlikleri,
büyük devletler tarafından paylaşılmıştır. Bütün bunları
analiz eden Lenin’dir.
Yüz
küsur yıllık emperyalizm tarihinde emperyalist güçler açısından
olup biten, güçler dengesinin, eşitsiz gelişme sonucunda şu veya
bu gücün aleyhine ve şu veya bu gücün lehine değişmesidir.
Ama
bütün bunlara rağmen, bu parti ve başka güçler de emperyalist
küreselleşme görüngülerinden emperyalizmi reddeden sonuçlar
çıkartıyorlar. Bu güçlerin her biri kendi açısından
emperyalizm ötesi bir çağa işaret ediyorlar; yani emperyalist
küreselleşmeyi ifade eden görüngülere dayanarak emperyalizmin
özelliklerini ortadan kaldırıyorlar. Bu özellikler ortadan
kaldırılınca sistem de doğal olarak ortadan kaldırılmış
oluyor.
Bu
şaşkın “teoriler” arasında bizi burada ilgilendiren
Kautsky’nin “Ultra-Emperyalizm” teorisidir. MLPD, bu teoriyi,
Kautsky’nin “Ultra-Emperyalizm” teorisini savunarak tek ülkede
devrimin neden mümkün olmadığını açıklamaktadır.
Kautsky,
bu teorisinde tekellerin, sermaye birliklerinin artık birbirleriyle
en sert bir biçimde rekabet etmediklerini, aksine birbiriyle
işbirliğine gideceklerini savunmaktaydı. Yani tekeller arasındaki
rekabetin yerini işbirliği almaktadır. Günümüzde bu işbirliğini
sermaye ve üretimin uluslararasılaşması ifade etmektedir.
Kautsky, öngörmeye çalıştı ve Alman Maocuları gibi öğrencileri
de kanıtlıyorlar: Her şey birbirine bağlanmıştır, her şey iç
içe geçmiştir; yani sermaye ve üretimin uluslararasılaşması,
farklı “ulusal” kökenli sermaye ve üretimin iç içe geçmesi,
ağlarla birbirine bağlanması anlamına gelmektedir. Ve bu gelişme
doruk noktasına dünya sermayesinin oluşmasıyla varmış
olacaktır. Dünya sermayesinin oluşması, dünya tekelinin oluşması
demektir. Artık bütün dünya tek bir tekel, tek bir sermaye
tarafından talan edilecektir. Artık klasik emperyalizm aşılmış
olacaktır. Eski emperyalizmin yerini yenisi, yani
“Ultra-emperyalizm” almıştır!
Söz
konusu bu tekellerin, sermayelerin, sermaye birliklerinin ait
oldukları, bağlı oldukları, üs olarak kullandıkları veya
sığındıkları bir limanlarının, bir devletin olup olmadığı
pek önemli gözükmüyor bu görüşü savunanlara göre. Bu
sermayelerin, tekellerin ve hele hele emperyalist ülkelerin acımasız
bir rekabet içinde olmaları, bir “ulus-devlet” olgusunun
olmaması koşullarında veya bu olgunun önemsiz olduğu koşullarda
asla ve asla açıklanamaz. Kautsky ve yeni Kautskiciler veya
“Ultra-emperyalizm” teorisini savunanlar, emperyalist ülkeler ve
tekeller arasındaki çelişkiyi; emperyalizmin bu önemli
karakterini yok sayıyorlar, reddediyorlar.
Sonuç:
MLPD,
her ne kadar emperyalizmin kendiliğinden çökeceğini savunmasa da,
emperyalizmin şimdiye kadar olduğu gibi devam edemeyeceğini;
hakimiyet ve talanını sürdüremeyeceğini ve bu durumdan
kurtuluşun yegane yolu olarak da hakimiyetinden vazgeçerek
sosyalizme dönüşeceğini savunuyor. Sosyalizme geçişin de ancak
ve ancak kitlelerin yardımıyla olacağını iddia ediyor. Böylece
emperyalizm, çökmemek için iktidarını, hakimiyetini kitlelere
teslim ediyor ve kitleler de değişmiş temelde üretimin devamını
sağıyorlar.
MLPD,
tam da Kautsky’nin vardığı, gerçekleşmesini talep ettiği
sonuca varmaktadır: Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması
ultra-emperyalizme götürmektedir.
Geri
gelişmiş ülkelerdeki devrim, örneğin Rusya’da Ekim Devrimi
uluslararası işçi sınıfı için örnek olamaz:
“Tekelci
devlet kapitalizminden sosyalizme geçmek için şimdiye kadar
tarihsel bir örnek yoktur”.
“Ekim
devrimi, inşanın tek bir ülkede gerçekleşmesine neden oldu, ama
dünya çapındaki önemine rağmen onun uluslararası bir karakteri
yoktu.”
Yani
bir taraftan emperyalist ülkelerden; tekelci devlet kapitalizmden
sosyalizme geçişin tarihsel bir örneği yok denirken, Ekim
Devriminin örnek olamayacağı söyleniyor ve diğer taraftan da
Ekim Devriminin uluslararası karakteri yok derken de aynı devrimin
örnek olamayacağı söyleniyor. Ekim Devriminin enternasyonal bir
karakteri var mı, Ekim Devriminin dünya çapında bir anlamı var
mı veya bu iki söylem arasındaki fark nedir konusuna girmeyeceğiz.
Ekim Devriminin enternasyonal karakteri hakkında Lenin ve Stalin’in
değerlendirmelerine bakılmasını öneririz.
En
sonunda MLPD, devrimi sorgulamaya başlıyor. Öyle bir sorgulama ki,
sonunda devrime elveda deniyor. Yani bu parti, devrim mi yoksa reform
mu sorusuna reform cevabini veriyor. Bu yeni bir sorgulama değil.
Bernstein, Kautsky, Kruşçev, bu yolun en çok bilinen yolcularıdır.
Devrim mi reform mu sorusuna cevap vermeden önce devrimin iki
yolunun olduğundan bahsetmişler ve sonra da bu iki yoldan birisini
seçmişler, devrimin "barışçıl olan" ve "barışçıl
olmayan" iki yolundan sonuç itibariyle "barışçıl"
olanında karar kılmışlardır.
Devrimin
"barışçıl yolu" reformizmden başka bir şey değildir.
Ne
diyorlardı bu unsurlar?
"Kapitalizm
barışçıl olarak sosyalizme doğru gelişebilir" diyen
Bernstein’dan başkası değildi.
Kautsky,
"Parlamentoda çoğunluğun kazanılmasıyla devlet gücü
elde edilebilir" diyordu.
Kruşçev
ise "Bir dizi kapitalist ülkede işçi sınıfı,...temel
üretim araçlarının halkın eline geçmesini sağlayabilecek reel
olanağa sahiptir" vaazını veriyordu.
Devrimden
yana olmak veya olmamak, devrimin bir zorunluluk olduğu gerçeğini
değiştirmez. Devrim, sosyalizme geçmenin veya mevcut düzeni
yıkmanın başka bir yolunun olmadığını ifade eder.
MLPD,
aynen Bernstein, Kautsky ve Kruşçev gibi konuşuyor: "Tarihsel
altüst oluş aşaması devrim veya üretici güçlerin değişimiyle
oluşabilir".
Yani
hem devrimden hem de reformdan (üretici güçlerin değişimi)
bahsediliyor.
“Emperyalizmin
varlığını sürekli daha da zorlaştıran mücadelelerin seyrini
(ağırlığını, çn.) analiz etmeliyiz.”
“Bu
yeni üretim biçiminin bizzat emperyalistler tarafından ayakta
tutulması artık devam edemez.”
“Tekellerin
ve devletinin bu üretici güçlere kapitalist temelde hakim
olamadıklarında yıkılışın ve genel çöküşün alternatifi
doğar veya da değiştirilmiş temel üzerinde, yani kitlelerin
yardımıyla üretim devam eder.”
Yani
tekeller ve devleti bu üretici güçlere artık kapitalist temelde
hakim olamayacakları için; yani çökecekleri için, bu çöküşe
alternatif olarak değişmiş temelde üretimin muhafaza edilmesi
gündeme gelir. Diğer bir ifadeyle burjuvazi iktidarını, MLPD
önderliğinde üretici güçlere; işçi sınıfına teslim eder!
Görüyoruz
ki, bu parti artık devrimden bahsetmiyor ve bütün umudunu "üretici
güçlerin değişimi”ne, kitlelerin yardımına bağlamıştır.
Artık
devrim MLPD açısından bir zorunluluğun ifadesi olmaktan
çıkmıştır.
Mart
2008