deneme

1 Mart 2008 Cumartesi

EKİM DEVRİMİ VE KAPİTALİZMDE EŞİTSİZ GELİŞME YASASINI SORGULAMAK!


EKİM DEVRİMİ VE KAPİTALİZMDE EŞİTSİZ GELİŞME YASASINI SORGULAMAK!

Burada Ekim Devriminin uluslararası önemi ve anlamı üzerinde durmayacağız. Sorunumuz bu değil. Ama şu kadarını belirtelim. Ekim Devrimi karşısında alınan tavır, Marksizm-Leninizm açısından önemli bir sorunudur. Çünkü Ekim Devrimi değerlendirmesi, bir siyasi yapının ideolojik duruşunu açıklayacak derecede önemlidir.
Almanya Marksist-Leninist Parti (MLPD) son birkaç yıldan bu yana bu konu üzerine ısrarla durmaktadır. Ekim Devriminin yıldönümünü vesile ederek bir taraftan bu devrimin “enternasyonal bir karakterinin” olmadığı propagandasını yaparken, diğer taraftan da emperyalist küreselleşme koşullarında devrimin uluslararası karakter taşıdığını vurgulamaktadır. Bu anlayışından dolayı söz konusu parti, devrimin koşullarına ilişkin olarak programatik anlayışını da değiştirmiştir. Sorunun ne olduğunu ve bu parti tarafından ne hale getirildiğini biraz açalım.

Tek Ülkede Devrim Ve Dünya Devrimi Perspektifleri-
Kapitalizmde eşit olmayan gelişme yasası ve tek ülkede devrim sorunu:
Tek ülkede devrim sorunu, kapitalizmin nesnel bir yasasından; eşit olmayan gelişme yasasından kaynaklanmaktadır ve bu yasa geçerli olduğu müddetçe de tek tek ülkelerde devrim de kaçınılmaz olarak gündemde olacaktır.

Lenin, tek ülkede sosyalizmin zaferi sorununu ilk defa, 1915 yılında yazdığı "Avrupa Birleşik Devletleri Şiarı Üzerine" makalesinde ele alır. Orada konuyla ilgili olarak şöyle diyordu:
"Ekonomik ve siyasi gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Buradan, sosyalizmin zaferinin önce az sayıda kapitalist ülkede veya hatta tek başına bir ülkede mümkün olacağı sonucu çıkar" . (Lenin; C. 21, s. 345).
Öyleyse: Kapitalizm var olduğu müddetçe tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası kaçınılmaz bir gerçeklik olarak var olacaktır.
Bu gerçeklikten çıkartılması gereken sonuç:
Ülkeler, kaçınılmaz olarak eşitsiz gelişiyorlar ve dolayısıyla devrimin koşulları da şu veya bu şekilde eşitsiz olgunlaşıyor. Yani kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasası koşullarında şu veya bu şekilde eşit değil, eşitsiz gelişme esastır.

Bu gerçeklikten -emperyalizm gerçekliğinden- hareketle Stalin "Leninizm’in Sorunları"nda konuya şöyle açıklıyordu:
"Önceleri tek ülkede devrimin zaferi mümkün görülmüyordu. Çünkü burjuvazi üzerine zafer için bütün ülkelerin veya en azından bu ülkelerin çoğunluğunun proleterlerinin ortak bir eylemi gerekli görülüyordu. Şimdi bu anlayış artık gerçeğe tekabül etmemektedir. Şimdi böyle bir zaferin mümkün olduğundan hareket edilmelidir. Çünkü emperyalizm koşullarında çeşitli kapitalist ülkelerin gelişmesinin eşit olmayan ve sıçramalı karakteri, emperyalizm koşullarında kaçınılmaz olarak savaşlara yol açan korkunç çelişkilerin gelişmesi, dünyanın bütün ülkelerinde devrimci hareketin büyümesi, bütün bunlar, tek tek ülkelerde proletaryanın zaferini sadece mümkün değil, bilakis zorunlu kılıyor" (Stalin; C. 6, s. 94).

Ekim Devrimi, tek ülkede devrim ve tek ülkede sosyalizminin inşası anlayışını doğruladı. Rus proletaryası, siyasi iktidarı ele geçirmiş ve kendi iktidarını kurmuştu. Onun, ülke içi müttefiklerinden ve uluslararası alanda da dünya proletaryasından ve emekçilerinden başka dayanacağı bir güç yoktu. O, her şeyi kendi gücüne dayanarak gerçekleştirmek zorundaydı ve gerçekleştirmek zorunda olduğu da, sosyalizmin inşasıydı.

Hangi boyutlarda olursa olsun sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, eşitsiz gelişmeyi ortadan kaldırmıyor, çağın emperyalist karakterini değiştirmiyor. Lenin’in söz konusu analizini yaptığı dönemde olduğu gibi bugün de kapitalizm koşullarında, emperyalist çağda yaşıyoruz.
Hal böyle olmasına rağmen sermaye ve üretimim uluslararasılaşmasından farklı sonuçlar çıkartarak artık tek ülkede devrim çağının kapandığını savunarak, kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının etkisiz kaldığını veya bu yasanın devrimlerin gelişmesi sorunun kullanılamayacağını savunanlar var. Buna MLPD tipik bir örnektir.

Alman Maocuları, 1999’da yeni program tartışmalarında bir taraftan “devrimin enternasyonal karakteri” üzerine ahkam keserlerken, diğer taraftan da troçkistlerin “kesintisiz devrim” anlayışlarına karşı olduklarını açıklıyorlardı. Bir taraftan Lenin’in tek ülkede devrimin zaferi ve sosyalizmin inşası anlayışına sahip çıkıyorlar (!), ama diğer taraftan da Ekim Devriminin enternasyonal karakter taşımadığını savunuyorlar.
Ekim Devrimi’nin ön koşulu, serbest rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçişti. Lenin, emperyalizmde bir ülkede devrimin zaferini olası yapan kapitalist ülkelerin eşit olmayan gelişmesinin yeni yasallığını analiz etti. Bu, bir defalık eylem olarak dünya devrimi anlayışından hareket eden Marks ve Engels’in görüşlerinin yaratıcı bir geliştirilmesiydi. Ama beklenildiğinin aksine Ekim Devrimi, enternasyonal karakter almadı. Çünkü Almanya’da devrimci süreç tıkandı” (Rote Fahne; sayı 25, s. 14, Haziran 1999).

Alman Maocuları, “bugün emperyalistler tekil devrim ocağını ortaklaşa yok etmek için hazırlıklılar” anlayışındalar (agk.).
Bu arkadaşlara göre “enternasyonal devrimin hazırlığı troçkistler tarafından kötü ünlü yapılmıştır. ‘Kesintisiz devrim’ teorileriyle emperyalizmin yeni yasallıklarını ve tek ülkede devrimin zaferi olasılığını inkar etmişlerdir” (agy.).

Ekim Devriminin uluslararası karakterinin olmadığını savunan bu parti programında şöyle diyor: “Üretimin olgunlaşmış uluslararasılaşması koşullarında sosyalist devrim enternasyonal karakter alacaktır. Karşıdevrimin örgütlenmesi için emperyalistlerin uluslararası işbirliği ve uluslararası sınıf mücadelesi ile karşılıklı etkilenme, bugün, tek bir ülkede devrimci sürecin yalıtılmış olarak başarıyla yürütülebilmesini olası yapmamaktadır... Her bir ülkede proleter strateji ve taktik, gelecekte, esas itibariyle uluslararası devrimin hazırlığı olarak kavranmalıdır” (MLPD Programı, s. 54/55. 1 Ocak 2000).

Bu çağrının örneğin Fransız, İtalyan, Türkiye veya da genelleştirirsek tek tek ülke proletaryası açısından anlamı şudur: Müttefiklerini peşine takıp da bugünden devrim yapmaya kalkışmayın! Tek ülkede ne demokratik ne de sosyalist devrim olur! Bu nedenle, devrim yapacak duruma gelmiş olsan da, bu işten vazgeç!
Bu, emperyalizmi her şeye muktedir görmenin, onun gücüne teslim olmanın sonucudur.

Rusya'da Ekim Devriminin zaferi ve sosyalizmin inşası, sosyalist devrimin yeni, Leninist teorisini doğrulamıştır. Doğrulanması Rus devrimiyle olduğu için bu devrim teorisini Rusya koşullarıyla sınırlandırmak doğru mudur? Hayır.

Marksizmi biraz daha zenginleştiren bu teorinin bir anlamı da şudur: Bu teori, proletaryanın kendi gücüne olan güvenini, proletaryanın sosyalist devrime olan inancını pekiştirir. Tek tek ülkelerde proletaryayı kendi burjuvazisine karşı saldırısında; şiddetli mücadelelere girmesinde ve nihayetinde burjuvaziyi alt ederek siyasi iktidarı ele almasında teşvik eder, güçlü kılar.

Kapitalizmde eşit olmayan gelişme yasasını dikkate almamak, nesnel gerçekliğe yüz çevirmenin, tek ülkede devrim ve sosyalizmin zaferine inançsızlığın açık ifadesidir; esas itibariyle devrimci proletaryanın devrim yapma mücadelesine, nesnel koşullar temelinde burjuva düzeni yıkma ve sosyalizmi kurma mücadelesine, emperyalizme bağımlı nispeten geri ülkelerde antiemperyalist demokratik devrim mücadelesine cepheden saldırıdır; işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürü düzenine başkaldırısını küçümseme ve sömürücü sınıfların baskısı ve gücü karşısında teslim olmaktır.

Tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası, kapitalizm koşullarında bir zorunluluktur, bir kaçınılmazlıktır. Bu zorunluluğu kavramamak veya kavramak istememek, işçi sınıfı ve emekçi yığınları demoralize etmekle, iktidar mücadelesini kendiliğindenciliğe mahkum etmekle, dağıtmakla ve aynı zamanda dünya burjuvazisi önünde diz çökmekle eş anlamlıdır. Tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası teorisine saldırı, teslimiyeti hazırlayan ideolojik çöküntüdür. Evet, bu, ideolojik bir sabotajdır.

Tek ülkede devrim, nesnel bir zorunluluktu ve zorunluluktur. Tek ülkede devrime ve sosyalizmin inşasına karşı gelmek, bu teorinin yanlış olduğunu savunmak, özgürlüğe, proletaryanın kurtuluşu için mücadelesini devrimle taçlandırmasına karşı gelmektir.

Şüphesiz ki, yüz yıl öncesinin devrim koşullarıyla günümüzün devrim koşulları aynı değildir. Emperyalizmin dünya hakimiyeti; sermaye ve üretimin uluslararası örgütlenmesinin oldukça gelişmiş olması, yani sermayenin uluslararasılaşmasının ulaşmış olduğu boyutlar, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Ama emperyalizmin, ülkeler ve bölgeler bazında devrimin sorunlarını aynılaştırma eğilimi (eşitsiz gelişme yasasının bir yönü) veya sömürülen, ezilen ve talan edilen ülkelerde mücadele sorunlarının ortaklaşması, ortak karşı koyuşun, ortak mücadelenin ve dolayısıyla birkaç ülkede devrim veya bölgesel devrim olasılığını da güçlendirmektedir.
Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması; diğer bir ifadeyle emperyalist küreselleşmenin günümüzdeki boyutları, proletaryanın uluslararası örgütlenmesini daha da kolaylaştırmıştır. Aynı tekelin farklı ülkelerdeki işletmelerinde çalışan işçiler, sermayeye karşı mücadelelerini artık sadece ulusal çapta ele almıyorlar, birçok örneğinin de yaşandığı gibi, soruna uluslararası mücadele açısından yaklaşıyorlar. İşçi sınıfı ve emekçi yığınların grevlerinde, protestolarında görüldüğü gibi, ulusal sınırları aşan eylemler, birkaç ülkede birden devrim, bölgesel devrim olanağını giderek güçlendirmektedir.

III. Enternasyonal’in sorunu ele aldığı dönemden (‘20’li yılların ikinci yarısı) bugüne dünya devriminin, bölgesel devrimin veya dünya devrim programının nesnel koşulları, o dönemle karşılaştırıldığında oldukça gelişmiştir. Ama öznel koşullar, yine o dönemle karşılaştırıldığında oldukça geridir.

III. Enternasyonal’den sonra uluslararası komünist hareketin örgütsel birliğinin sağlanamamış olması, onun enternasyonal ve bölgesel bir devrim programı oluşturamamasının ve sermayeye, kapitalist düzene karşı iktidar mücadelesini örgütleyememesinin önünde belirleyici engeldir. Bu nedenle uluslararası ve bölgesel devrimin nispeten olgunlaşan nesnel koşullarından yararlanılamıyor, bu nedenle proletaryanın uluslararası mücadelesi kendiliğindenci mücadeleye boğuluyor ve ulusal çaptaki mücadele ve tek ülkede devrim yegane olanak olarak kalıyor. Bu duruma son vermek; tek ülkede devrimin yanı sıra enternasyonal ve bölgesel devrim perspektifinin öznel koşullarını geliştirmek her bir ülkede komünist partilerin ertelenemez bir görevi olarak görülmelidir. Dünya devriminin veya bölgesel devrimin örgütlenmesi, her bir ülkeden komünist güçlerin uluslararası örgütlenmesinin bir sonucu olacaktır.

Enternasyonal ve bölgesel devrimin nesnel koşullarının gelişmişlik durumunun abartılmasına karşı da mücadele edilmelidir. Alman Maocularının yaptığı gibi, emperyalizmi her şeye muktedir güç olarak görmek, tek ülkede devrimi boğar diyerek ona teslim olmak, iktidar ufkundan yoksunluğun açık bir ifadesidir.

Uluslararası birliği sağlanmış olsa da devrimci proletarya “ulusal” sınırlar içinde devrim için, “ulusal” devrim için, dolayısıyla tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası için örgütlenmiştir. Bu durum, kapitalizmde eşitsiz gelişmenin doğrudan bir sonucudur.

Tek ülkede devrim sorununda kapitalizmin eşitsiz gelişmesi yasasının iki eğilimi dikkate alınmalıdır: Gelişmedeki eşitsizliğin eşitlenme eğilimi ve eşitsizliğin artması eğilimi. İlk eğilimin ön planda olduğu dönemlerde (örneğin günümüzde); eşitsizliğin eşitlenme eğiliminin geçerli olduğu ülkelerde işçi sınıfı ve emekçi yığınların sorunları giderek daha çok ortaklaşmakta ve böylece aynı hedefler için mücadeleyi ortak örgütlenme olanakları artmaktadır. Eşitsizliğin arttığı dönemlerde ise her bir ülkede işçi sınıfı ve emekçi yığınların sorunları farklı boyutlar almaktadır. Bu durum, işçi sınıfının ve emekçi yığınların enternasyonal ve bölgesel devrime yaklaşımını, ilk eğilim koşullarında olumlu, ikinci eğilim koşullarında ise olumsuz etkiler. Bu gerçeklikten hareketle tek ülkede devrimin yanı sıra enternasyonal ve bölgesel devrim olanaklarının geliştiğinden hareket edilmelidir.

MLPD, bu anlayışa, devrime elveda anlayışına nasıl geldi? Bu anlayışları hangi teori üzerinde yükselmektedir. Bu konuya da en azından birazcık değinmezsek eksik bir iş yapmış oluruz.

MLPD Ekim Devriminin dünya çapında önemini birçok açıdan inkar etmektedir. Bu parti, “Düşünce Tarzı İçin Mücadele“ çalışmasında Ekim Devriminin analizini yapar ve bazı sonuçlara varır. Bu arkadaşların görüşleri şöyle:

Tekelci devlet kapitalizminin toplusal gelişmesi, çeşitli uluslararası ekonomik ve politik kriz süreçlerinin yığınların mücadelesiyle sıkı bir şekilde yoğunlaştığı bir doruk noktasına doğru ilerlemektedir. Bu, yeni, şimdiye kadar hiç görülmemiş görünümlerin doğmasına neden olmaktadır. Kapitalizmden sosyalizme geçişin yeni bir aşamasının faktörleri çoğalmaktadır. Willi Dickhut, 1991’de Ekim ve Kasım konuşmalarında buna dikkat çekmiştir:
Bugün Ekim Devrimi, artık örnek bir devrim olarak görülemez. Rusya’da gelişme, çözümü devrimde bulacak derecede gelişmişti. Devrimi gerçekleştirmek o zaman bugünden daha kolaydı. Bugün bir ülkenin, devrimin olacağı zayıf bir halka olacak derecede gelişmesi hesaba katılmamalıdır. Emperyalistler birleşerek devrimi yenerler… Üretimin uluslararasılaşması, emperyalistleri silahlı iktidar mekanizmalarının sınırlı ulusal karakterini değiştirmeye zorlamaktadır…

Çok uluslu tekellerin doğuşunda bunun sonuçlarının ne olacağı, özellikle de rekabetin yüksek aşamasının tekelleri işbirliğine zorlayacağı önceden görülemezdi. Bu gelişmeden dolayı uluslararası tekeller, halk kitlelerine karşı dünya çapında saldırılar gerçekleştirmekteler…
Kitlelerin örgütlenmesini yeni biçimlerle geliştirmeliyiz. Mücadelelerin seyri(ağırlığı) (göz önünde tutulursa), tamı tamına araştırmamız gereken yeni bir şeylerin olduğu (görülür)…(Bunların) nedenlerini, cinsini, biçimlerini ve sonucunu… araştırmalıyız. Altüst oluş sürecini değerlendirmek için mücadelelerin bütününe bakmalıyız” (s. 219/220).

Tekelci devlet kapitalizminden sosyalizme geçmek için şimdiye kadar tarihsel bir örnek yoktur. Bu nedenden dolayı Marksist-Leninistler, Rus Ekim Devrimi tarihsel örneğine yönelen yeni revizyonist konzeptlerin dogmatik cevabını çare olarak görme tehlikesine düşmemeliler. Bu ilk sosyalist devrim, emekçilerin kitlesinin küçük köylülerden oluştuğu ve sosyalizmin maddi temellerinin, kapitalist büyük üretimin ve kültürel gelişmiş bir işçi sınıfının henüz başlangıç aşamasında olduğu bir ülkede gerçekleşti. Ekim devrimi, inşanın tek bir ülkede gerçekleşmesine neden oldu, ama dünya çapındaki önemine rağmen onun uluslararası bir karakteri yoktu. Willi Dickhut, Marksist-Leninistlerin tamamen yeni gelişmelere hazır olmalarını talep etmişti:
Verimlilik, üretimin olağanüstü ucuzlayacağı şekilde gelişmektedir. Astronomik artan yatırım masraflarıyla sürekli kısalan dönemler içinde ürünlerin değerlerinin hızlandırılmış düşüşü arasındaki çelişki, rekabet mücadelesini bir yok etme muharebesine dönüştürmektedir. Fazla üretim krizleri daha sık görülecektir. Yığınların, ekonomik ve direnişlerinden dolayı özellikle de politik olarak talan dilmesine devam edilemeyeceğinden dolayı tekellerin ve devletinin bu üretici güçleri artık kapitalist temelde hakimiyet altında tutamayacakları durumlar ortaya çıkacaktır. Bu durumda yıkılışın ve genel çöküşün alternatifi doğar veya da değiştirilmiş temel üzerinde, yani kitlelerin yardımıyla üretim devam eder”(s. 285).
Şimdi söylenmek istenene bakalım:

AMLP, tek ülkede devrimi, tek ülkede sosyalizmin inşa olasılığını reddediyor ve bu konuda Leninizm’i değil troçkizmi savunuyor.
Söylenen oldukça açık:

-Ekim Devrimi örnek alınacak bir devrim değildir.

-Bugün tek ülkede devrim artık mümkün değildir.

-Artık hiçbir ülke, devrimin gerçekleştiği bir “zayıf halka” durumuna gelmez. Çünkü emperyalistler ortaklaşa hareket ederek bu devrimi boğarlar.

-Çöküşün alternatifi, değiştirilmiş temel üzerinde kitlelerin yardımıyla üretimin devamıdır.

Bu savlar yeni midir? Hayır. Bunlar yeni değildir. Bu savlar, Ekim Devrimine karşı çok önceleri, Troçki ve Kautsky tarafından öne sürülmüştü.

Ekim Devrimi dönemini ve sonrasından günümüze kadar olan süreci düşünelim. Bu savların kimler tarafından hangi amaçlar için kullanıldığı ve hala da kullanılmak olduğu görülür. Tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası konusunda troçkistler Lenin ve Stalin önderliğindeki ideolojik mücadele sonucunda yenik düştüler; bu mücadeleye güç veren bizzat Ekim Devrimi pratiğiydi, 14 saldırgan ülkeye karşı devrimin savunulmasıydı, bunda elde edilen başarıydı, tek ülkede proletarya diktatörlüğünün inşasıydı. Böyle bir gelişmenin olabileceğini, olabileceği ne, olacağını Lenin, emperyalizm analizinde yıllar öncesi teorik olarak temellendirmişti (Bkz. özellikle “Emperyalizm…” yapıtı ve “Avrupa Birleşik Devletleri Şiarı Üzerine” makalesi).

(Bu yazıda kapitalizmde gelişmenin sıçramalı, eşitsiz olduğunu ve bu konuda Lenin’in görüşlerinin doğruluğunu varsayıyoruz).
Şu kadarını belirtelim ki, ‘zayıf halka’ anlayışı, Troçki ve troçkizmin ısrarla reddettiği bir anlayıştır. Troçkizme göre devrim, ancak ileri gelişmiş birkaç ülkede aynı anda gerçekleşirse başarılı olabilir. Bu anlayışını Troçkizm, Marks ve Engels’in anlayışına -devrim, ancak ileri gelişmiş birkaç ülkede aynı anda gerçekleşirse başarılı olabilir- dayandırıyor. Troçkizm, Marks ve Engels’in dönemindeki koşulların artık geçerli olmadığını, emperyalizm koşullarında eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasasının bütün şiddetiyle geçerli olduğunu bir türlü anlamıyor. Diğer taraftan, Marks ve Engels’in anlayışına göre devrim, öncelikle ileri gelişmiş ülkelerde gerçekleşeceği için, örneğin o zamanın Rusya’sı gibi geri gelişmiş ülkelerin devrim yapma şansı yoktu. Emperyalizm koşullarında eşitsiz ve sıçramalı gelişme pekala geri gelişmiş bir ülkeyi de devrimin patlak vereceği bir “zayıf halka” durumuna getirmektedir. Troçkizm bu gerçeği de anlamıyor. Marks ve Engels’in yaşadıkları koşullara göre yaptıkları doğru değerlendirme, emperyalizm koşullarında Troçkizm tarafından geri gelişmiş ülkelerde de işçi sınıfı ve emekçi yığınların devrimci potansiyeline inançsızlığa dönüşmektedir. Bu durumda geri gelişmiş ülkeler, ancak ve ancak ileri gelişmiş ülkelerdeki devrimlerden sonra kendi kendilerine kurtulmuş olacaklar!

Tek ülkede sosyalizmim inşa edilebileceğini, proletarya diktatörlüğünün iç ve dış düşmanlara karşı başarıyla mücadele edebileceğini, başka ülkelerde devrimlerin desteklenebileceğini ve devrim yapan ülkenin başka ülkelerdeki devrimci mücadelenin desteğini alarak da güçlenebileceğini Sovyetler Birliği örneği göstermiştir. Şunu da belirtelim ki, Lenin ve Stalin, tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olduğunu savunurlarken, sosyalizmin tek ülkede nihai inşasının ve tek ülkede komünizme geçişin mümkün olamayacağını ve kapitalizmin yeniden inşası tehlikesinin var olduğunu da vurgulamışlardır.

MLPD, tek ülkede devrim veya yukarıda ele aldığımız sorunlarda Leninist anlayışları bir kenara iterek, ama sürekli Marksizm-Leninizm’den bahsederek Troçkizmi savunmaktadır. Bu parti, devrim teorisini Troçkist savlar/anlayışlar temelinde geliştirmektedir.

Başka bir nokta.
MLPD, Kautskiciliği; Ultra-Emperyalizm teorisini ve burjuva küreselleşme teorisini savunuyor:
Lafızda troçkizmi reddederek troçkizmi savunan bu parti, savlarını temellendirmek için değişen koşullardan bahsetmektedir. Öyleyse değişenin ne olduğuna bakalım veya Maoculuktan vazgeçerek, açıktan Kautskiciliği ve troçkizmi savunacak kadar değişen nedir?
Bu partinin yukarıdaki anlayışını ele alalım:

Üretimin uluslararasılaşması, emperyalistleri silahlı iktidar mekanizmalarının sınırlı ulusal karakterini değiştirmeye zorlamaktadır…”

Çok uluslu tekellerin doğuşunda bunun sonuçlarının ne olacağı, özellikle de rekabetin yüksek aşamasının tekelleri işbirliğine zorlayacağı önceden görülemezdi. Bu gelişmeden dolayı uluslararası tekeller, halk kitlelerine karşı dünya çapında saldırılar gerçekleştirmekteler…”

Bu parti sürekli olarak “üretimin uluslararasılaşması”ndan bahsediyor ve bunu yaparken de bu uluslararasılaşmanın sanki yeni bir şey olduğu anlayışını yayıyor. Diğer taraftan da tekelci devlet kapitalizmine Lenin’in tanımlamasının ötesinde bir anlam vererek yeni teorilerine temel yapıyor.

Üretimin ve dolayısıyla sermayenin uluslararasılaşmasını analiz eden ve bunun emperyalizmin temel özelliklerinden birisi olarak açıklayan Lenin’dir. Şüphesiz ki, Lenin dönemindeki sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasıyla günümüzdeki sermaye ve üretimin uluslararasılaşması arasında muazzam bir ilerleme vardır. Şüphesiz ki, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının o güne göre farklı olan görünüm biçimleri oluşmuştur. Bunların hiçbirisini tartışmıyoruz. Emperyalist çağda bütün sorunların ulusal çapa sığdırılarak açıklanamayacağı, uluslararası bağlamları içinde ele alınması gerektiği tartışma götürmez bir gerçekliktir.
Emperyalizmin dünya çapında hakim olan bir hakimiyet sistemi olduğunu analiz eden Lenin’dir. Dolayısıyla dünyanın hiçbir bölgesinde emperyalizmin uzanamadığı, emperyalist hakimiyetin olmadığı bir ülke yoktur. Bütün dünya, kapitalist, tekelci sermaye birlikleri, büyük devletler tarafından paylaşılmıştır. Bütün bunları analiz eden Lenin’dir.
Yüz küsur yıllık emperyalizm tarihinde emperyalist güçler açısından olup biten, güçler dengesinin, eşitsiz gelişme sonucunda şu veya bu gücün aleyhine ve şu veya bu gücün lehine değişmesidir.

Ama bütün bunlara rağmen, bu parti ve başka güçler de emperyalist küreselleşme görüngülerinden emperyalizmi reddeden sonuçlar çıkartıyorlar. Bu güçlerin her biri kendi açısından emperyalizm ötesi bir çağa işaret ediyorlar; yani emperyalist küreselleşmeyi ifade eden görüngülere dayanarak emperyalizmin özelliklerini ortadan kaldırıyorlar. Bu özellikler ortadan kaldırılınca sistem de doğal olarak ortadan kaldırılmış oluyor.

Bu şaşkın “teoriler” arasında bizi burada ilgilendiren Kautsky’nin “Ultra-Emperyalizm” teorisidir. MLPD, bu teoriyi, Kautsky’nin “Ultra-Emperyalizm” teorisini savunarak tek ülkede devrimin neden mümkün olmadığını açıklamaktadır.

Kautsky, bu teorisinde tekellerin, sermaye birliklerinin artık birbirleriyle en sert bir biçimde rekabet etmediklerini, aksine birbiriyle işbirliğine gideceklerini savunmaktaydı. Yani tekeller arasındaki rekabetin yerini işbirliği almaktadır. Günümüzde bu işbirliğini sermaye ve üretimin uluslararasılaşması ifade etmektedir. Kautsky, öngörmeye çalıştı ve Alman Maocuları gibi öğrencileri de kanıtlıyorlar: Her şey birbirine bağlanmıştır, her şey iç içe geçmiştir; yani sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, farklı “ulusal” kökenli sermaye ve üretimin iç içe geçmesi, ağlarla birbirine bağlanması anlamına gelmektedir. Ve bu gelişme doruk noktasına dünya sermayesinin oluşmasıyla varmış olacaktır. Dünya sermayesinin oluşması, dünya tekelinin oluşması demektir. Artık bütün dünya tek bir tekel, tek bir sermaye tarafından talan edilecektir. Artık klasik emperyalizm aşılmış olacaktır. Eski emperyalizmin yerini yenisi, yani “Ultra-emperyalizm” almıştır!

Söz konusu bu tekellerin, sermayelerin, sermaye birliklerinin ait oldukları, bağlı oldukları, üs olarak kullandıkları veya sığındıkları bir limanlarının, bir devletin olup olmadığı pek önemli gözükmüyor bu görüşü savunanlara göre. Bu sermayelerin, tekellerin ve hele hele emperyalist ülkelerin acımasız bir rekabet içinde olmaları, bir “ulus-devlet” olgusunun olmaması koşullarında veya bu olgunun önemsiz olduğu koşullarda asla ve asla açıklanamaz. Kautsky ve yeni Kautskiciler veya “Ultra-emperyalizm” teorisini savunanlar, emperyalist ülkeler ve tekeller arasındaki çelişkiyi; emperyalizmin bu önemli karakterini yok sayıyorlar, reddediyorlar.

Sonuç:
MLPD, her ne kadar emperyalizmin kendiliğinden çökeceğini savunmasa da, emperyalizmin şimdiye kadar olduğu gibi devam edemeyeceğini; hakimiyet ve talanını sürdüremeyeceğini ve bu durumdan kurtuluşun yegane yolu olarak da hakimiyetinden vazgeçerek sosyalizme dönüşeceğini savunuyor. Sosyalizme geçişin de ancak ve ancak kitlelerin yardımıyla olacağını iddia ediyor. Böylece emperyalizm, çökmemek için iktidarını, hakimiyetini kitlelere teslim ediyor ve kitleler de değişmiş temelde üretimin devamını sağıyorlar.

MLPD, tam da Kautsky’nin vardığı, gerçekleşmesini talep ettiği sonuca varmaktadır: Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması ultra-emperyalizme götürmektedir.

Geri gelişmiş ülkelerdeki devrim, örneğin Rusya’da Ekim Devrimi uluslararası işçi sınıfı için örnek olamaz:

Tekelci devlet kapitalizminden sosyalizme geçmek için şimdiye kadar tarihsel bir örnek yoktur”.

Ekim devrimi, inşanın tek bir ülkede gerçekleşmesine neden oldu, ama dünya çapındaki önemine rağmen onun uluslararası bir karakteri yoktu.”

Yani bir taraftan emperyalist ülkelerden; tekelci devlet kapitalizmden sosyalizme geçişin tarihsel bir örneği yok denirken, Ekim Devriminin örnek olamayacağı söyleniyor ve diğer taraftan da Ekim Devriminin uluslararası karakteri yok derken de aynı devrimin örnek olamayacağı söyleniyor. Ekim Devriminin enternasyonal bir karakteri var mı, Ekim Devriminin dünya çapında bir anlamı var mı veya bu iki söylem arasındaki fark nedir konusuna girmeyeceğiz. Ekim Devriminin enternasyonal karakteri hakkında Lenin ve Stalin’in değerlendirmelerine bakılmasını öneririz.

En sonunda MLPD, devrimi sorgulamaya başlıyor. Öyle bir sorgulama ki, sonunda devrime elveda deniyor. Yani bu parti, devrim mi yoksa reform mu sorusuna reform cevabini veriyor. Bu yeni bir sorgulama değil. Bernstein, Kautsky, Kruşçev, bu yolun en çok bilinen yolcularıdır. Devrim mi reform mu sorusuna cevap vermeden önce devrimin iki yolunun olduğundan bahsetmişler ve sonra da bu iki yoldan birisini seçmişler, devrimin "barışçıl olan" ve "barışçıl olmayan" iki yolundan sonuç itibariyle "barışçıl" olanında karar kılmışlardır.
Devrimin "barışçıl yolu" reformizmden başka bir şey değildir.
Ne diyorlardı bu unsurlar?
"Kapitalizm barışçıl olarak sosyalizme doğru gelişebilir" diyen Bernstein’dan başkası değildi.
Kautsky, "Parlamentoda çoğunluğun kazanılmasıyla devlet gücü elde edilebilir" diyordu.
Kruşçev ise "Bir dizi kapitalist ülkede işçi sınıfı,...temel üretim araçlarının halkın eline geçmesini sağlayabilecek reel olanağa sahiptir" vaazını veriyordu.

Devrimden yana olmak veya olmamak, devrimin bir zorunluluk olduğu gerçeğini değiştirmez. Devrim, sosyalizme geçmenin veya mevcut düzeni yıkmanın başka bir yolunun olmadığını ifade eder.

MLPD, aynen Bernstein, Kautsky ve Kruşçev gibi konuşuyor: "Tarihsel altüst oluş aşaması devrim veya üretici güçlerin değişimiyle oluşabilir".
Yani hem devrimden hem de reformdan (üretici güçlerin değişimi) bahsediliyor.

Emperyalizmin varlığını sürekli daha da zorlaştıran mücadelelerin seyrini (ağırlığını, çn.) analiz etmeliyiz.”

Bu yeni üretim biçiminin bizzat emperyalistler tarafından ayakta tutulması artık devam edemez.”

Tekellerin ve devletinin bu üretici güçlere kapitalist temelde hakim olamadıklarında yıkılışın ve genel çöküşün alternatifi doğar veya da değiştirilmiş temel üzerinde, yani kitlelerin yardımıyla üretim devam eder.”
Yani tekeller ve devleti bu üretici güçlere artık kapitalist temelde hakim olamayacakları için; yani çökecekleri için, bu çöküşe alternatif olarak değişmiş temelde üretimin muhafaza edilmesi gündeme gelir. Diğer bir ifadeyle burjuvazi iktidarını, MLPD önderliğinde üretici güçlere; işçi sınıfına teslim eder!

Görüyoruz ki, bu parti artık devrimden bahsetmiyor ve bütün umudunu "üretici güçlerin değişimi”ne, kitlelerin yardımına bağlamıştır.
Artık devrim MLPD açısından bir zorunluluğun ifadesi olmaktan çıkmıştır.

Mart 2008