DOST
VE DÜŞMAN*
Sosyalist
Sovyetler Birliği, mazlumların, ezilen ulusların hep yanında
olmuştur
Suriye
savaşı sadece Suriye savaşı değildir
Suriye
savaşı, sadece Suriye ile sınırlı kalabilecek bir savaş
değildir. Suriye'den kim ne istiyor veya koskoca dünyada neden
Suriye gibi nispeten küçük bir ülke, irili ufaklı emperyalist
ülkeler ve gerici bölge iktidarları arasındaki çıkar
çelişkilerinin keskinleştiği bir alan oldu? Suriye, Amerikan
emperyalizminin “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”nin merkez
alanlarında olmasaydı; İsrail ile (İsrail'e göre) nispeten büyük
ve güçlü ülke olarak komşu olmasaydı; Doğu Akdeniz'de enerji
kaynakları keşfedilmeseydi; Basra Körfezi'nden Avrupa ve dünya
pazarlarına enerji nakli için boru hattı rekabeti olmasaydı
(Türkiye yerine Körfez'den Doğu Akdeniz'e uzanan boru hattı);
İran'ın “Şii Hilali” kavramı üzerinden Doğu Akdeniz'e inme
stratejisi olmasaydı; Türkiye'nin Ortadoğu üzerinde tahakküm
planları olmasaydı; Rus emperyalizminin Avrasya üzerine Amerikan
jeopolitikasını Ortadoğu'da karşılama anlayışı olmasaydı;
Doğu Akdeniz enerji kaynakları ve dünya pazarlarına sevkıyatına
müdahil olmak istemeseydi vs. Suriye'de “Suriye savaşı” diye
tanımladığımız bir savaşa gerek kalmazdı veya bu kadar kanlı
olmaz ve uzun sürmezdi. Belirttiğimiz bu esas nedenlerden dolayı
emperyalistler arası çelişkiler bu ülkede yoğunlaşmıştır.
Ortadoğu,
‘kurtlar sofrası’
Bu
savaşta yenilmek, sadece Suriye'de yenilmek anlamına gelmez. Bu
savaştan yenik çıkmak, örneğin Rus emperyalizmi açısından
Ortadoğu'dan çıkmak, İran açısından “Şii Hilali”
stratejisinden vazgeçmek zorunda kalmak anlamına gelir. Keza
Amerikan emperyalizminin bu savaştan yenik çıkması, Ortadoğu'dan
çıkmak zorunda kalması veya coğrafi olarak sorunsuz olarak sadece
İsrail ile sınırlanmış olması anlamına gelebilir. Suriye
savaşında sonucun yansıması, etkisi sadece Suriye ile sınırlı
kalmayacaktır.
Suriye
ve genel anlamda Ortadoğu, “kurtlar sofrası”dır; bu sofrada
her bir emperyalist ve bölgesel güç, gücüne göre yer almaktadır
ve almaya çalışmaktadır. Bu sofra, küresel ve bölgesel
jeopolitik bir sofradır.
Suriye
savaşı, müdahil olan güçlere göre birbiriyle iç içe geçmiş
birbirini doğrudan etkileyen yerel, küresel ve bölgesel boyutları
olan bir savaştır. Bu savaşın şimdiki aşamasında esas aktörler
ortaya çıkmıştır. Kim yok ki bu savaşta? Rejim ordusu, Rus
askeri, Amerikan askeri, şimdi de Fransız askerleri, paralı
askerler (askeri özel şirketler), milis güçleri (İran), Suriye
eksenli her türden muhalif, cihatçı askeri gruplar, TSK, SDG,
istihbarat servisleri vs.
Şimdi
esas aktörlerin doğrudan karşı karşıya gelmelerini engelleyen,
bir nevi tampon bölge konumunda olan alanlar ortadan kalktı, vekil
savaş yürütenlerin büyük bir kısmı eridi ve esas aktörler
ortaya çıktı. Bunlar ABD, Rusya (aynı zamanda Esad rejimi), İran,
Türkiye, İsrail, SDG.
Bir
taraftan, son günlerde Trump’ın Suriye’den çıkacağız
açıklaması ABD’nin diğer kurumları, özellikle de Savunma
Bakanlığı (Pentagon) tarafından bir biçimde sürekli
reddedilirken, Ortadoğu’da varlık gösterme, Rojava üzerinden
Suriye sahasında söz sahibi olma hevesleri depreşen Fransız
emperyalizmi Münbiç’te boy gösterirken, diğer taraftan Rusya,
İran ve Türkiye Ankara’da Suriye sorununa ABD’siz; dolayısıyla
Batı’sız çözümün bulmanın yol ve yöntemleri üzerine
anlaşmak için toplanıyor.
Diktatör
Erdoğan’ın niyetinden, ABD ve Rusya’nın ne düşündüklerinden
bağımsız olarak Efrîn’in işgali bir taraftan tarihin nasıl
yanlış anlaşılabildiğini gösterdiği gibi, bazı olası
gelişmelerin de maddi zeminini oluşturmaktadır.
Suriye’nin
bütünlüğü veya parçalanacağı üzerine şimdiye kadar öne
sürülen görüşlerde bir değişme olmamıştır, ama ülke
bütünlüğünü ve parçalanacağını savunan aktörlerde değişme
olmuştur. Örneğin, Türkiye ve Rusya, Suriye’nin topraksal
bütünlüğünü sürekli savundular. Ama Efrin’de ve daha çok
İdlib’de göreceğimiz gibi soruna bakışlarında belli bir
değişim olmuştur; en azından Türkiye gerçek niyetin ortaya
koymuştur.
Suriye’de
dışlandı derken, faşist diktatörlük, Suriye’de siyasi çözümün
daha şimdiden bir parçası olmuş ve paylaşım söz konusu
olduğunda da bu pastadan koparabileceği pastayı büyütmekle
meşguldür. Türkiye, Efrin’i işgal sürecinde bu bölgeyi Suriye
rejimine devretmeyeceğini defalarca açıklamıştır. “Fırat
Kalkanı Harekatı” ile işgal edilen sahada kendi kontrolünde
kurduğu düzeni şimdi Efrin’de de kurmaya çalışmaktadır. Öyle
ki, diktatör Erdoğan bu iki işgal alanının İdlib ile
birleştirilmesinden, Münbiç’ten İran sınırına kadar
gidileceğinden bahsetmektedir.
TSK,
Astana sürecinde alınan bir karar sonucu ilan edilen çatışmasızlık
bölgelerinden biri olan İdlib’de gözlem noktaları oluşturmaya
başladı. Bu noktalar toplamda İdlib bölgesini doğu ve batı
olarak ikiye bölmektedir. Bu durumda Türkiye sınırına bitişik
alanlardan (Batı İdlib) Türkiye’yi çıkartmak pek kolay
olmayacak gibi...
Suriye’ye
göz diken sadece Türkiye değil. İsrail Kuneytra ve Süveyda'ya
“ilgi ile bakıyor”, Afrin Kürtlerine ihanet eden ABD,
Suriye’nin kuzeydoğusundan vazgeçmem diyor...
Efrîn’in
işgali tabii ki, her şeyin bittiği anlamına asla gelmez. Rojava
Kürtleri, direnişin, işgalcilere karşı mücadelenin başka
biçimlerde sürdürüleceğini açıkladılar. Bu mücadelenin
yaygınlık kapsamını, gücünü, etkisini önümüzdeki dönemde
göreceğiz ve işgalciler de nasıl bir güçle, inanç ve iradeyle
karşı karşıya olduklarını yaşayarak anlayacaklar.
Efrîn’in
işgal süreci ve gerçekler
Kürt
Özgürlük Hareketinin şimdiye kadar Suriye gerçekliğinde ortaya
koyduğu iradeyi kırmaya faşist diktatörlüğün gücü yetmedi,
yetmeyecek de. Ama kabul etmek gerekir ki, Efrîn’in işgali büyük
bir yara oldu. Efrîn, ABD ve Rusya gibi uluslararası emperyalist
aktörlerin ve Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin Kürt
Özgürlük Hareketini ne amaçla nasıl gördüklerini ortaya
koymuştur. Amerikan emperyalizmiyle taktiksel ortaklaşmanın
başlamasından bu yana ilerici, devrimci basında çıkan birçok
yazıda Suriye’de Kürt sorununun çözümünde sahada etkili
emperyalist ülkelerin, doğrudan sahada olmasa da AB’nin
politikalarına umutla bakıldığının ifade edildiği görülmüştür.
Bugün,
özellikle Efrîn’in işgali sürecinde bu emperyalist güçlerin;
ABD’nin, Rusya’nın, AB’nin, BM’nin Kürtlere ihanet
ettiklerini, Kürtleri sattıklarını söylemenin de bir anlamı
kalmamıştır. Bu güçler, tarihin de gösterdiği gibi, kendi
çıkarlarını gerçekleştirmek için dönem dönem ulusal kurtuluş
hareketlerini destekliyor gözükmüşlerdir. Rojava somutunda olan
şudur. Bu güçlerden hiçbiri, nihai amaç olarak Rojava
Devriminden yana olmasalar da, kendi çıkarlarını gerçekleştirmek
için Kürtleri kazanmaya çalışmışlardır; ABD ve Rusya böyle
hareket etmiştir, etmektedir. Bu güçlerin özgürlük ve demokrasi
anlayışları, çıkarlarına ne kadar hizmet ediliyorla sınırlıdır.
Bu nedenle, Kürtler özgürlük ve demokrasi için mücadele
ettiklerinden dolayı değil, Suriye örneğinde olduğu gibi IŞİD’e
karşı, ABD saflarında Rusya’nın çıkarlarına veya Rusya’nın
yanında ABD’nin çıkarlarına karşı mücadele ettiklerinde
desteklenirler. Acı, ama Efrîn’in işgal süreci bu gerçeğin
göstermiştir. Emperyalist ülkeler, Kürtlerin onurlu duruşundan
bağımsız olarak onları, “filler tepişirken çimenler ezilir”
veya “Göçte ezilen otun hesabı tutulmaz” durumuna
düşürmüşlerdir. Amerikan emperyalizmi ve Rus emperyalizmi
Efrîn’i bölgesel hesaplaşma alanı olarak görmüşler ve
Kürtlerin ne olacağı umurlarında bile olmamıştır.
Tarih
boyuncayı doğru okumak!
Diğer
bir ifadeyle: Efrîn Suriye’de küresel ve bölgesel güçlerin
çıkarlarına kurban edilmiştir. Bu güçler arasındaki çatışma
ve uzlaşma an-süreç itibariyle Efrîn üzerinden yapılmıştır.
Rusya, Türkiye ile ilişkilerinde soruna sadece Suriye, sadece
Kürtler açısından bakmadığın bir kez daha göstermiştir. Rus
emperyalizmi küresel oynamaktadır ve bu küresel oyununda Türkiye
ile ilişkileri, Rojava Kürtlerinin akıbetinden çok daha
önemlidir. Rusya’nın hesabı oldukça basittir: Batı’nın
siyasi, ekonomik, askeri kurumlarında yer alan Türkiye’yi başta
ABD olmak üzere Batı dünyasından uzaklaştırmak. Dolayısıyla
Batı dünyasından uzaklaşan Türkiye, Rusya açısından değeri
artan bir Türkiye olacaktır. Bu nedenle Rusya, Türkiye ile ABD
arasındaki her gerginliğin çelişkiye dönüşmesi için elinden
geleni yapmaktadır. Bu nedenle Rusya, Türk uçakları için Efrîn
hava sahasını açmıştır. Bu nedenlen Rusya, “Fırat Kalkanı
Harekatı” ve “Zeytin Dalı Harekatı” ile bu bölgelerin
Türkiye tarafından işgalini onamıştır. Öyle gözüküyor ki,
İdlib’in batısında da Türkiye’nin işgaline göz
yumacaktır...
Belki
de Kürtlerin en büyük yanılgısı, Rusya’nın, ABD’nin,
AB’nin, BM’nin ve NATO’nun Türkiye’nin Efrîn’i işgal
girişimini engelleyeceklerini düşünmüş olmalardır.
Adını
ne korsanız koyun, ister sattılar, ihanet ettiler deyin, gerçek
şu: Ne Rusya ne de ABD, o jeostratejik topraklardaki devletten;
faşist diktatörlükten vazgeçmeyeceklerini; vazgeçmemek için
Kürtleri feda edebileceklerini göstermişlerdir. Bu nedenle ‘tarih
boyunca bu hep böyle olmuştur’ deniyor. Ama tarih boyunca bu hep
böyle olmuşturu doğru okumak gerekir. Özellikle burjuva basında
ve tartışma programlarında kara propagandalara hizmet eden tarih
çarpıtıcılığı yapılmaktadır. Örneğin Putin’in Efrîn
işgaline göz yummasını güya açıklamak için, Ruslar tarih
boyunca Kürtleri satmışlardıra Mahabad Cumhuriyetini örnek
gösterilmektedir. Yani dün sosyalist Sovyetler Birliği (Stalin)
1946’da, II. Dünya Savaşı sonrası ortamda kurulan Mahabad
Cumhuriyetini, bugün de Rusya (Putin) Efrîn’i (Kürtleri)
satmışlardır türünden tarih bilinci yoksunluğunu ifade eden
açıklamalar yapılabiliyor. Benzeri anlayışlara Kürt Özgürlük
Hareketi basınında da rastlanmaktadır.
Ama
tarih hiç de öyle demiyor: Sovyetler Birliği’nin (SB) Hitler
faşizmi veya Hitler-Koalisyonu üzerine zaferi, etkisini kaçınılmaz
olarak İran’da da göstermiş, bu ülkede ulusal kurtuluş
hareketi ve demokratik hareket güçlenmiştir. 1945-1946 yıllarında
İran Azerbaycan'ında da güçlü bir demokratik hareket
gelişmiştir. Benzer bir gelişme İran Kürdistan’ında da
olmuştur. Bunun sonucu olarak 1945 sonunda Mahabad’da Kadı
Muhammed önderliğinde Kürdistan Demokratik Partisi kurulur.
Otonomi talep eden bu parti önderliğinde Kürt demokratik güçleri
iktidarı ele alarak Mahabad’da otonom bir cumhuriyet kurarlar.
(Mahabad Cumhuriyeti)
Yükselen
demokratik hareket karşısında tutunamayan İran merkezi hükümeti,
sonuçta demokratik hareket üzerindeki baskılarını ve
antisovyetik propagandayı durdurmak zorunda kalmıştır. Sovyetler
Birliği (SB) ile İran arasında 4 Nisan 1946’da, kuzey İran’daki
petrol yataklarından petrol çıkarımı ve işletilmesini öngören
ortak bir Sovyet-İran şirketi kurma antlaşması imzalanır. Bu
ekonomik anlaşmadan sonra SB’nin İran’dan çekildiği ve
böylece Mahabad Cumhuriyetini sattığı sürekli dillendirilir.
Oysa Sovyet ve aynı zamanda Britanya askeri güçleri, daha önceki
bir antlaşmadan dolayı İran’dan çekilmiştir. Bu iki gücün
İran’dan çekilmeleri başka bir anlaşmanın sonucudur. Bu
çekilmenin petrol anlaşmasıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Bu kara
propagandayı yapanlar Kızıl Kürdistan’ın oluşmasında,
Kürtçenin resmi dil olarak kullanılmasında aynı Sovyetler
Birliği’nin çabasını hiç anmazlar.
Mahabd'a
ihanet etti, Mahabad Kürtlerini yalnız bıraktı; petrol
karşılığında sattığı denen SB, sosyalist SB'dir; sayısız
ulusu, milliyeti, yok olmak üzere olan azınlık etnik toplulukları
Çarlık zindanından, cehenneminden kurtaran ve özgürleştiren
ülkedir. SB, enternasyonal dayanışmasından, fiili desteğinden
dolayı bütün dünyada işçi sınıfının, ezilen ulusların umut
kaynağı olmuştur. Milyonlarca Sovyet insanını katleden, ülkenin
bir kısmını işgal eden faşist Alman ordularını Stalingrad'dan
Berlin'e kadar kovalayan Kızıl Ordu, geçtiğ her ülkede
anti-faşist, demokratik düzenlerin kurulmasına katkıda
bulunmuştur. Kızı Ordunun İran'a girmesi, bu ülkeyi işgal etme
hevesinin bir yansıması değildir; Anti-Hitler Koalisyonu kararlar
doğrultusunda Kızıl Ordu İran'a girerken, İngiliz ordusu da
girmiştir. Anglo-Sakson güçleri İran'ı işgal etmek amacı
güderken, SB, alınan kararlar doğrultusunda hareket etmiş,
bulunduğu alanda, İran Azerbaycan'ı ve Kürdistan'ı demokratik
güçlerini madi-manevi desteklemiş, onların yanında olmuştur.
SB-Rusya
ve üç dönem
1956’dan
sonra SB’de iktidara Kruşçev revizyonistlerinin gelmesiyle bu
ülkenin sosyalist karakteri değişir; ezilenlerin, mazlumların,
ulusal kurtuluş hareketlerinin, dünya işçi sınıfının kalesi
olan SB, baskının, ezmenin, sömürmenin, sömürgeciliğin
“sosyalizm” maskeli kalesine dönüşür. 1956-1991 döneminde
Sovyet revizyonistlerinin geliştirdikleri “kapitalist olmayan yol”
vb. türünden teoriler -Suriye de bu teorinin güya uygulandığı
bir ülkeydi- bürokratik kapitalist Sovyetler Birliği’nin sömürge
teorilerinden birisi olmuştur.
Bu
ülke 1991/’92’de dağılarak bildiğimiz klasik kapitalizme
geçiş yapmıştır. Ama buna rağmen sahte Sovyet tutkusu birçok
insanda bir umut olmaya devam etmiştir. Öyle ki, Putin gibi
birisinden ilericilik, devrimcilik, hatta sosyalistlik bekleyenlerin
sayısı hala az değildir. Bu unsurlara göre Rusya (Putin) örneğin
Suriye’de kurtarıcıdır.
Sovyetler
Birliği dendiğinde bu ülkenin tarihinde görülen bu üç ayrı
dönem göz önünde tutulmuyor; her bir dönem, birbirinden farklı
olmasına rağmen sanki aynı sınıfsal karakterli dönemmiş gibi
ele alınıyor. Bu ülkenin tarihindeki bu nitel farklı dönemler
göz önünde tutulmazsa doğru analiz yapılamaz. Kruşçev
revizyonistlerinin 1956'da SBKP (B)-XX. Kongresi'nde iktidarı gasp
etmesi ve sosyalist ülkenin sınıfsal dönüşüme uğratılması;
revizyonistleşen ülke olması bu ülkenin ulusal soruna,
uluslararası destek ve dayanışmaya hangi sınıf açısından
baktığını da gösterir. Kruşçev'den Gorbaçov'a; 1956'da 1991'e
SB, ülkede Rus Şovenizmini hakim kılan, diğer ulusları ve
azınlıkları hor gören, ezen bir politika izlenmiştir.
Kavramlarda bir değişmenin olmaması; sosyalizme özgü kavramların
kullanılması bizi yanıltmamalı. Hiçbir şey öğretici değilse
şu karşılaştırma öğretici olmalıdır: Çekoslovakya'yı,
sonrasında Afganistan'ı işgal eden SB, İspanya iş savaşında
faşizme karşı savaşan, Mahabad Cuhuriyeti'ni destekleyen, Kızıl
Kürdistan'ı kuran, Kürtçeyi lisan ve kültür seviyesine çıkartan
SB değildi.
Suriye’de
ABD ne istiyorsa Rusya da onu istiyor; ama her biri kendi emperyalist
çıkarları açısından bunu istiyor. Bu nedenden dolayı da
istedikleri onları karşı karşıya getiriyor ve bu isteklerini
gerçekleştirirken de ezilen, talepleri bir kenara itilen, Rojava
örneğinde olduğu gibi Kürtler oluyor.
Kürtleri
haklı davlarında yalnız bırakmayacak yegane güç uluslararası
işçi sınıfıdır, emekçilerdir, duyarlı, ilerici, devrimci,
komünist güçlerdir.
Kürtlerin
haklı davasında dayanışmanın, desteğin ne denli önemli
olduğunu insanlığa bir daha hatırlatmak için bir Alman Rahibinin
şu sözleri oldukça öğreticidir:
“Naziler
komünistleri alıp götürdüklerinde sustum,
çünkü
komünist değildim.
Sosyal
demokratları hapse attıklarında sustum,
çünkü
sosyal demokrat değildim.
Sendikacıları
alıp götürdüklerinde sustum,
çünkü
sendikacı değildim.
Yahudileri
alıp götürdüklerinde sustum,
çünkü
Yahudi değildim.
Katolikleri
alıp götürdüklerinde sustum,
çünkü
Katolik değildim.
Beni
alıp götürdüklerinde geride,
protesto
edecek kimse kalmamıştı”
(Rahip
Martin Niemöller)
*)4
Nisan 2018