DAĞ
FARE DOĞURDU – BERLİN KONFERANSI
LİBYA
ÜZERİNE EMPERYALİSTLER ARASI REKABETTE KARŞILIKLI
YOKLAMA AŞAMASI
Almanya,
Libya’da iç savaşı sonlandırmak için aracı olma rolüne geçen
sene soyunmuştu. 11 Eylül 2019’da Trablus’ta Alman elçisinin
savaşı sonlandırmak için uluslararası bir konferans
düzenleneceğini açıklamasından bu yana bir kaç deneme yapıldı.
Ancak Rusya-Türkiye inisiyatifinde Moskova’da 13 Ocakta düzenlenen
Libya’da tarafları barıştırma çabasının başarısız
kalmasından sonra Almanya’nın yoğun çabası sonucunda 19 Ocakta
Berlin’de gerçekleştirilen konferans, sonuç itibariyle “dağ
fare doğurdu”ndan öteye geçmeyen bir sonuçla sonlanmıştır.
Katılımcılar
sonuçta 55 maddelik bir “barış planı” ortaya çıkardı, ama
Hafter, daha önce Moskova’da hazırlanan ateşkes anlaşmasını
imzalamadığı gibi bu planı da imzalamadı.
Rusya
Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan,, İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Fransa Cumhurbaşkanı
Emmanuel Macron, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, AB
Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İtalya Başbakanı
Giuseppe Conte, Kongo Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi,
Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun, BM'nin Libya Temsilcisi
Ghassan Salame ile Afrika Birliği ve Arap Ligi temsilcileri katıldı
bu konferansa. Ayrıca Çin'i Çin Komünist Partisi (ÇKP) Dışişleri
Çalışma Komitesi Ofisi Başkanı Yang Cieçı, Birleşik Arap
Emirlikleri'ni (BAE) Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid Al
Nahyan temsil ettiler. (Basından)
Ateşkes
çabaları ve BM'nin rolü, silah ambargosu, dış müdahalelerin
sonlandırılması, siyasi sürece dönüş, ekonomi ve petrol,
taraflar arasında temas ana başlıklarında Libya sorunu BM’ye
havale edildi. Böylece Libya sorunu başka bir bahara kaldı. Bir ay
sonra Cenevre’de bir araya gelinecek. Suriye sorununun BM
şemsiyesinde sürdürülen Cenevre toplantılarını göz önünde
tutarsak, Libya sorununu Cenevre’de nelerin beklediğini
kolayca görürüz.
Berlin
Konferansının
katılımcılarına bakınca bu kadar birbirine benzemezin bir araya
gelmesi, bu işin olmayacağının açık ifadesidir dersek abartmış
olmayız. Suriye’de barışı sağlamak için baş birbirine
benzemezler şimdi Libya'ya
barışı getirmek için kolları sıvamışlar. Bu konferansın
sonuç alıcı olamayacağı bilindiği için fazla umutlanan
katılımcı olmadı. Açıklamalar bunu gösteriyor.
Libya’ya
“barış” getirmek için birbirine benzemezler bir koalisyon
oluşturdular, sorunu çözmek için masa başında bir
araya
geldiler. Bu türden sorun çözme çabaları yeni değildir. Hele bu
işin içine BM karıştırılıyorsa bunun anlamı, uzun sürecek
bir “itiş-kakış” maratonu başlatılıyor demektir. Bir araya
gelen güçlerin kesin saflaşması henüz oluşmamıştır, süreç
içinde genel anlamda Afrika ve özel olarak da Libya eksenli Kuzey
Afrika sahasında jeopolitik gücü olan emperyalist
ülkeler
etrafında bir kümelenme olacaktır. Bu kümelenmede Rusya’nın,
ABD’nin aynı safta olması mümkün değildir. Bu sahada ABD ve
Rusya esas rekabet odaklarıdır. Bu aşamada Çin’in doğrudan,
aktif olarak “topa girme” niyetinin olmadığı, aynen Suriye
sorununda olduğu gibi izleyeceği anlaşılıyor.
Libya
konusunda da çatlak seslerin çıktığı AB’nin iştahlı
hareketi sonucu
değiştirmeyecektir. Ortadoğu ve Suriye sahasında seyirci kalmanın
pek ötesine geçemeyen veya ABD’nin varlığından dolayı orada
olan AB’nin Fransa gibi üye ülkeleri şimdi AB’nin Akdeniz
politikasından dolayı Libya sorununda iştahı kabarmış bir
anlayışla aktif hareket etmeye başladılar. Bu türden ülkelerin
başını Almanya çekmektedir. Ancak AB’nin görüş birliği
içinde olduğu tek konu, Türkiye’nin hem Libya’dan hem de Doğu
Akdeniz’den uzak durmasıdır. Türkiye’nin Serrac yönetimini
desteklemesi AB’nin memnun olmadığı diğer bir konudur. Bu
durum, ileride Türkiye ve AB’yi aynı safta yer alma durumuna
düşürebilir.
Suriye
sorununda izleyici olan AB, Libya sorununda aktif izleyici olmanın
ötesine pek geçemez.
AB’nin
Rusya ile ortak hareket etmesi de mevcut dünya konjonktüründe
pek mümkün gözükmemektedir. Bu, açıktan açığa Libya eksenli
Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de Batı dünyasının bölünmesi,
AB’nin açıktan ABD politikasına karşı gelmesi ve karşı
tarafta, Rusya yanında yer alması anlamına gelir.
Rusya’nın
tavrı henüz açık değildir. Her ne kadar Hafter’e askeri destek
veriyor olsa da, her iki tarafla ilişkisini sürdürmektedir.
Soruna
başından bu yana müdahil
olan
Amerikan emperyalizmi, Libya’daki gelişmelere uzaktan bakıyor
görünümümü veriyor, güya önemsemiyor. Şimdilik işin BM’ye
havale edilmesinden memnun gözüküyor,BMGK
üzerinden Libya sorununu kontrol edebileceğini düşünüyor.
Aynen
Suriye sorununda olduğu gibi Libya sorununda da Doğu Akdeniz’de,
Libya
eksenli Kuzey Afrika’da rekabet eden küresel iki oyuncu etrafında
bir kümelenmenin oluşmasına doğru bir gelişmenin başındayız.
Tabii, Suriye’den farklı olarak bu alan oldukça geniş ve enerji
kaynağı olma ve dünya jeopolitikasında stratejik öneme sahip
olma bakımından
çok daha önemlidir ve bu nedenle de bu geniş sahadaki rekabet
çetin olacaktır.
Suriye’de
olduğu gibi
Libya’da da son kertede bir tarafta Rusya diğer tarafta da ABD
başat güç olacaktır. Dünya jeopolitikasında söz sahibi olan ve
olmak isteyen bu iki emperyalist ülkenin Doğu Akdeniz’de ve
Libya’da ortak hareket etmeleri, ancak en fazlasıyla güç
dengesinin bir göstergesi
olabilir; bu durumda
bu denge değişince ortak hareket etmenin de bir anlamı kalmaz. Bu
her iki emperyalist ülke
için esas olan birbirine karşı rekabettir. Bu nedenle Suriye’de
olduğu gibi Libya’da da, Doğu Akdeniz’de de rekabet eden güçler
saflaşmasının başını çekeceklerdir.
Libya
konferansı Doğu Akdeniz, Libya eksenli Kuzey Afrika ve genel olarak
Afrika üzerinde açık rekabetin, açık “yarış”ın startıdır.
Bu
konferans bize 19. Yüzyılın son çeyreğinde ve 20. Yüzyıllın
başlangıcında “barış”ı sağlamak için diplomasi yoluyla
emperyalist çıkarların gerçekleştirilmesini hatırlatmaktadır.
Alman
gazetesi “Tagesspiegel”deki bir yorum çok şey söylüyor.
Yorumcu Christoph von Marschall şunu diyor:
“Şimdi
Angela Merkel’in diplomatik becerisine ihtiyaç var. Almanya dünya
politik sahnesine çıkıyor, çünkü ona saygı duyuluyor.
Berlin,
Libya için barış konferansının sahnesi oluyor. Neden? Çünkü
Almanya'ya saygı duyuluyor. Çünkü o, Fransa, İtalya, Rusya,
Türkiye gibi taraf değildir. Ve çünkü Başbakan Merkel
belirleyici iletişim iplerini elinde tutuyor: Putin, Erdoğan,
Trump, Çin, Mısır, Cezayir ve başka katılımcılarla ilişki
içinde. Ayrıca Almanya bu konuda BM’yi de destekliyor...
Libya’daki
çatışma tırmanıyor. İkinci bir Suriye,
istikrarsız komşu ülkelerin istikrarsızlaştırılmasıyla tehdit
ediyor. Ama bu sefer doğrudan AB’nin dış sınırında. Arada
Türkiye gibi, Avrupa üzerinde göç baskısını azaltan güçlü
bir tampon yok.
Libya’nın
stratejik önemi, orada çok sayıda tarafın işe karışmak
istemesinin nedenidir... Libya’nın petrolü var. Libya'ya hakim
olan, şimdi Avrupa’ya en önemli göç rotasını kontrol eder ve
böylece AB’nin vazgeçilemez partneri olur. Suriye örneğinde
olduğu gibi milyarlar tutarında para alan ve siyasi olarak göz
ardı edilemeyen Türkiye gibi. Türkiye, Ukrayna'daki
savaş nedeniyle dışlamacılığını kırmak isteyen Wladimir
Putin için çekici bir örmektir.
Almanya'nın
Otto von Bismarck'ın gerçekçi soğuk kanlı görünüşüne
ihtiyacı var.
Ve
"dürüst bir simsar” (burada arabulucu, çn.) olarak
diplomatik becerisi, örneğin 1878'de Berlin Kongresi'nde olduğu
gibi, Balkan karışıklığını, sadece, geçici olsa da düzene
soktu. Simsar rolü, sadece fedakar olmak, kendi çıkarlarını dile
getirmemek anlamına gelmez. Almanya bu role
sahip: Libya’da istikrar, Avrupa’ya kontrolsüz göç
baskısını azaltır” (“Jetzt wird Angela
Merkels diplomatisches Geschick gebraucht”. 17.01.
2020 tarihli “Tagesspiegel” gazetesinden)
Alman
emperyalizminin kalemşorları havaya girmişler. Otto
von Bismarck döneminde olduğu gibi salyaları akıyor, ellerine
fırsat geçtiğini sanıyorlar; geçmişiyle
karşılaştırdığımızda bugün dünya
politikasında neredeyse hiçleşmişlik durumunu tersine
çevireceklerini umuyorlar. Rol çalmaya çalışıyorlar. Ama ne ABD
ve ne de Rusya bu rolü ne Almanya’ya ne de AB’ye verir. Her
ikisi de “dürüst simsar”ın
iş yapamadığını göstermek için ellerinden geleni yapacaktır.
Sonunda ABD, AB’yi ve onun motoru olan Almanya’yı bu sahada
ezecektir. Belki Rusya, ABD karşısında AB’yi koruyucu rolünü
oynar, en azından enerji politikasından ve AB-ABD arasındaki
çelişkilerden yararlanmak için. Ama o da bu sahada ne Almanya’ya
ne de AB’ye belirleyici aktör rolü verir.
Alman
emperyalizmi Afganistan işgali döneminde Almanya’nın çıkarlarını
Hindikuş’ta savunmaya kalkışmıştı. Şimdi de AB’nin dış
sınırı diye Libya’da savunmaya kalkıyor. Ama görüş birliği
yoksa AB’de ya Almanya’nın veya da Fransa’nın sözü geçer.
Libya konusunda AB’de görüş birliği yok; Fransa ve Almanya’nın
çıkarları bir ve aynı değil.
Libya
sorununa müdahil olan ülkelerin her biri kendisi için "dürüst
bir simsar”. Her biri kendim için birşey istiyorsam “namerdim”
diyor. Hepsi Libya'da ateşkes ve barış istiyor! Ancak gerçek şu:
Bu “simsar”ların önde gelenlerinin her biri, birer emperyalist
hayduttur. Hepsi “barış” adı altında Libya'nın talan
edilmesinde aslan payını kapmak istiyor.
Libya’da
güç dengesi, vekiller üzerinden sürdürülen savaşla
oluşturulacaktır; bunun sonucunda ülkenin bölünmesi de gündeme
gelebilir. Ama ne ABD ne Rusya ve ne de Türkiye Libya’dan
vazgeçmeyecektir. Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkeler hariç
diğerleri, hangi tarafta yer alırlarsa alsınlar, Suriye
sahasındaki rolü üstlenmiş olacaklardır.
Libya’da
emperyalistler arasındaki rekabetin şekillenmesi, genel anlamda
Kuzey Afrika’da ve Sahra bölgesinden başlayarak bütün Afrika’da
emperyalistler arası çelişkileri tetikleyecek, olduğundan daha da
keskinleştirecektir. Burada bir taraftan Çin, diğer taraftan ABD,
Fransa, kısmen Rusya ve Türkiye karşı karşıya geleceklerdir.
Kim kime karşı olurdan ziyade kim kiminle ittifak içinde olur
sorusu önemli olacaktır.
Libya’da
emperyalistler arasındaki rekabetin şekillenmesi, Doğu Akdeniz’in
paylaşımında da doğrudan belirleyici olma özelliği
taşımaktadır.
Ne
diyordu Lenin “Emperyalizm...” yapıtında? “Kapitalizmde
nüfuz bölgelerinin, çıkarların, sömürgelerin paylaşılması
konusunda, paylaşıma katılanların gücünden, bunların genel
ekonomik, mali, askeri vb. gücünden başka bir temel düşünülemez.
Oysa paylaşıma katılanların gücü aynı şekilde
değişmemektedir, çünkü kapitalizmde farklı girişimlerin,
tröslerin, sanayilerin, ülkelerin, eşit şekilde gelişecekleri
düşünülemez. Almanya, yarım yüzyıl kadar önce kapitalist gücü
o zamanki İngiltere'nin gücüyle karşılaştırıldığı
zaman, zavallı, önemsiz bir ülkeydi; Rusya'yla karşılaştırıldığı
zaman Japonya da aynı durumdaydı. On ya da yirmi yıllık bir süre
içinde, emperyalist güçlerin nispi kuvvetlerinin değişmeden
kalacağını söyleyebilir miyiz? Kesinlikle söyleyemeyiz”.
Lenin’in
bu analizinin ne anlama geldiğini Suriye sahasında anlamamak için
direndik. Şimdi de Libya sahasında anlamamak için direnmenin
adımlarını atıyoruz.
Libya
sahasında Türkiye ve Rusya her
ne kadar farklı cephelerde duruyor durumunda olsalar
da, Astana süreci türünden bir süreci oluşturmak için çaba
harcadıkları açıktır.
Bunun ilk görüşmesi 8 Ocakta “Türk Akımı”nın açılması
vesilesiyle bir
araya
gelen Erdoğan ve Putin tarafından gerçekleştirildi. 13 Ocakta
Moskova’da Rusya-Türkiye inisiyatifinde
başarısız
kalan Libya’da ateşkes görüşmesi yapıldı. 19
Ocaktaki Berlin konferansının gerçekleşmesinde Moskova görüşmesi
önemli olmuştur.
Güncel
olarak Libya’da konumunu güçlendiren ülkelerden biri Rusya,
diğeri de Türkiye’dir. Diktatör Erdoğan önderliğinde Türk
burjuvazisi ulusal güvenlik konseptini Libya sahasına kadar uzattı.
Bununla Akdeniz’de MEB sahasını Libya üzerinden savunma
anlayışını
vurguluyor.
Gelişmeler
neyi göstereceğini
şimdiden kestirmek güç olsa da, Libya
sahasında Türkiye-Rusya arasında ittifak, ABD’ye karşı bir
ittifak olacaktır. Aynen Suriye sahasında olduğu gibi, Libya
sahasında da “Astana süreci” türünden bir sürecin
başlatılma olasılığı
vardır, yüksektir. Suriye sahasındaki “üçlü kutsal ittifak”
nasıl
şekilleri önümüzdeki dönemde göreceğiz. Denklem çok basit:
Rus emperyalizmi, Ortadoğu’da onun bir parçası olarak Suriye’de,
uzantısı olarak da Doğu Akdeniz ve Libya’da Amerikan
emperyalizmine karşı olmazsa olmaz müttefik olarak Türkiye’yi
görüyor. Bu anlayış devam ettiği müddetçe diktatör Erdoğan
da bu sahada at koşturmaya devam eder.
Sınıf
düşmanını soyutlaştırmakta
pek mahiriz. Bu soyutlaştırmayı Suriye sahasında yaptık;
yapamaz, edemez, ABD
ve Rusya izin vermez, bataklığa gömülecek, yalnız
kaldı
demenin ötesinde bir sınıf düşmanı analizimiz olmadı. Bunun
sınıf
mücadelesine katkısının ne olduğunu hala anlamış
değilim. Şimdi de Libya ve Doğu Akdeniz sahasında sınıf
düşmanını soyutlaştırmakta ne kadar mahir olduğumuzu
göstermeye başladık. Aynı soyutlaştırma bir biçimde devam
ediyor.
Somut
olarak durum şudur: Karşımızdaki sınıf düşmanı kendi gücüyle
Doğu Akdeniz’in paylaşılmışlığını soru götürür hale
getiren, kendi gücüyle Libya sorununa müdahil olan ve askeri
anlaşma
yapan, silah, “asker” gönderen, yalnız
kalmak bir yana onsuz
toplantının
yapılmadığı bir
güçtür. Bunu bilelim ve ona göre hareket edelim, hitap ettiğimiz
kitleyi yaşanan gerçeklere göre bilinçlendirelim.
Doğrusu
da bu değil mi?
*
Ayrıca
bkz.:
1)MAĞRİP'TE
AYAKLANMA ZAMANI...
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/02/magripte-ayaklanma-zamani.html
2)DANIŞIKLI
DARBE!
MAĞRİP
VE MAŞRIK'TA AYAKLANMALAR- ESAS
NEDENİ VE KARAKTERİ
3)ARAP
ÜLKELERİNDE HALK AYAKLANMALARI - “BÜYÜK ORTADOĞU”NUN
EMPERYALİST JEOPOLİTİKADAKİ YERİ VE EMPERYALİST ÜLKELER ARASI
ÇELİŞKİLER
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/03/arap-ulkelerinde-halk-ayaklanmalari.html
4)LİBYA
VE NATO'NUN AFRİKA STRATEJİSİ
5)LİBYA
VE SINIFTA KALANLAR
6)SURİYE
VE İRAN SORUNU (ORTADOĞU VE ORTA ASYA'DA BÜYÜK OYUN VE
OYUNCULARI)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2012/10/suriye-ve-iran-sorunu-ortadogu-ve-orta.html