deneme

5 Ocak 2020 Pazar

DOĞU AKDENİZ’DE KESKİNLEŞEN REKABET – TÜRK BURJUVAZİSİNİN LİBYA “SEFERİ”


DOĞU AKDENİZ’DE KESKİNLEŞEN REKABET – 
 
TÜRK BURJUVAZİSİNİN LİBYA “SEFERİ”

Doğu Akdeniz'de Emperyalist ve Bölge Ülkeleri Arasındaki “İt Dalaşı”

Her ne kadar bugün Doğu Akdeniz'de son yıllarda keşfedilen petrol ve doğal gazdan dolayı emperyalist ve kıyıdaş ülkeler arasında giderek keskinleşen bir rekabet söz konusu olsa da bu bölge tarihsel olarak da jeopolitik konumu ve bu bağlamda stratejik önemi bakımından her zaman elde tutulması gereken alan olarak görülmüştür. Tarih boyunca bu bölge, stratejik olarak, keşfedilen enerji kaynaklarının gölgesinde kalamayacak derecede önemli olmuştur:

1- Doğu Akdeniz, Avrupa-Asya-Afrika kıtalarını birbirine bağlayan bir kavşak konumundadır.

2-Doğu Akdeniz, aynı zamanda, Kuzey-Güney, Doğu-Batı yönlerinde dünyanın önemli bir kavşağıdır.

3-Doğu Akdeniz, Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı üzerinden Karadeniz'e; Cebelitarık Boğazı üzerinden Atlantik Okyanusu ve Süveyş Kanalı üzerinden de Hint Okyanusu’na açılan ve böylece önemli kara bölgelerini ve deniz alanlarını birleştiren bölgedir.

4-Bu coğrafi konumundan dolayı Doğu Akdeniz, dünya ticaretinde önemli bir merkez durumundadır; Avrupa ticaretinin yüzde 40'ının; Bağımsız Devletler Topluluğu ithalatının yaklaşık yüzde 60'ının ve ihracatının da yüzde 50'sinin bu bölgeden geçmesi bu bölgenin önemini göstermektedir (Bkz.:Doğan Yaşar ve Dursun Yıldız; Doğu Akdeniz’de Küresel Satranç, s. 309).

5-Dünya ticaret trafiği açısından baktığımızda ise şunu görüyoruz: Dünya deniz ticaretinin yüzde 30'u; deniz yoluyla yapılan dünya petrol ticaretinin yüzde 25'i Doğu Akdeniz'den geçmektedir (Bkz.:UNEP, United Nations Environment Programme, Mediterranean Action Plan, 2012).

6-Doğu Akdeniz, doğrudan Levant'e (Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin) ve Ortadoğu'ya açılan deniz kapısıdır.

7-Bu özelliklerinden dolayı Doğu Akdeniz, bölge ülkeleri ve emperyalist ülkeler arasında rekabet edilmesi gereken oldukça önemli bir stratejik konuma sahiptir. Doğu Akdeniz kontrol edilmeksizin, Suveyş Kanalı deniz trafiği kontrol edilemez; Doğu Akdeniz kontrol edilmeksizin Orta Doğu'nun kontrolü etkisiz kalır” (1)
Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın çıkartılması ve pazarlanması bölgede rekabet eden güçler arasındaki çelişkileri keskinleştirmiş ve karşılıklı yapılan hamleler ittifakların yeniden şekillenmesine neden olmuştur, olmaktadır. Şimdiye kadar Suriye’deki savaşın gölgesinde kalan bu kaynaklar üzerine bölge ülkeleri (Filistin, İsrail, Kıbrıs, Türkiye, Mısır, Suriye ve Lübnan) ve emperyalist güçler (ABD/AB-Rusya) arasındaki rekabette, Suriye’de savaşın belli bir aşamaya gelmesinden sonra sözel çıkışlar yerini fiili hamlelere bırakmıştır.

Türkiye hariç diğer ülkelerin münhasır ekonomik bölge sınırlarını tespitinde uluslararası enerji tekelleri ve onlarla bağlam içinde farklı emperyalist güçler belirleyici bir rol oynadılar. Türkiye’nin, BM’nin devlet olarak tanıdığı Libya (“Ulusal Mutabakat Hükümeti”) ile 27 Kasım 2019’da imzaladığı anlaşmayla Doğu Akdeniz’deki Kıta Sahanlığı/Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarını belirledi. Arkasından askeri alanda işbirliği anlaşması ve Libya’ya asker gönderme sorunu gündeme geldi. Türkiye’nin Libya ile attığı bu adımlar, Doğu Akdeniz’in kıyıdaş ülkeler arasındaki paylaşımı üzerine rekabeti keskinleştirdi. Öncelikle Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi, İsrail ve Mısır öncülüğünde Doğu Akdeniz’in MEB bazlı paylaşımı, Türkiye-Libya arasındaki MEB anlaşmasıyla tartışılır hale getirildi. Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin doğrudan müdahil olmasından ve askeri korumayla sondaj gemilerini Doğu Akdeniz’e salmasından bu yan üstü kapalı rekabet dönemi sonlandı.

Doğu Akdeniz’de Türkiye-Güney Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan ve Mısır; Türkiye-İsrail; İsrail-Lübnan; İsrail-Mısır; Suriye-İsrail; İsrail-Filistin arasında bu enerji sahasının paylaşılması üzerine açık-kapalı rekabet; bu rekabete emperyalist ülkelerin doğrudan ve dolaylı olarak müdahil olmaları veya bölge ülkelerinin emperyalist güçlerin çıkarlarını hesaba katarak rekabet etmeleri, bu bölgedeki rekabetin ne denli bölgesel olmaktan çıktığını göstermektedir.

Sorun, sadece Doğu Akdeniz'de keşfedilen petrol ve doğal gazın nasıl paylaşılacağıyla sınırlı değildir. Paylaşım üzerine rekabet sürerken, çıkarılacak enerjinin Avrupa başta olmak üzere dünya pazarlarına taşınabilmesi için güzergah üzerine de birbiriyle rekabet eden projeler gündeme getirilmiştir.

Bu projeler içinde Türkiye'yi tamamen dışlayanlar olduğu gibi, “olmazsa olmaz” yapan projeler de var (2)

Müdahil Güçler
Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Lübnan arasında “Akdeniz Stratejik İttifakı” oluşturuldu. Bu ittifaka göre söz konusu ülkeler, bölgedeki doğal gazın işletilmesinde, pazarlanmasında ve ülkelerin kıta sahanlıklarına paralel olarak dağılımında anlaştılar. Savaşta olan Suriye ve bilinçli olarak da Türkiye bütünüyle bu sürecin dışında kaldılar.

AB, Kıbrıs’ın bütününü tek ülke olarak görüyor. AB içinde Doğu Akdeniz’de etkili olmaya çalışan ülkelerin başında da Fransa ve Almanya geliyor. Fransa müdahil olmayı askeri seçenek boyutuna taşırken, Almaya işi şimdilik diplomasi yoluyla yürütüyor.

İngiltere ise (şimdi AB üyesi değil) Kıbrıs’taki garantörlük rolünden dolayı Doğu Akdeniz’deki gelişmelere doğrudan müdahil oluyor.

Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Lübnan arasında imzalanan “Akdeniz Stratejik İttifakı”nın arkasındaki güç öncelikle ABD’dir. AB de bu ittifakın içindedir. Arama ruhsatı verilen şirketlerin menşei meselenin ne olduğunu göstermektedir.

Şüphesiz ki, Amerikan emperyalizmi açısında Doğu Akdeniz sorunu sadece, bölgede keşfedilen enerjinin çıkarımı ve dünya pazarlarına sevkıyatıyla sınırlı değildir. Amerikan emperyalizmi açısından Doğu Akdeniz, dünya hakimiyeti jeopolitikası ve stratejisi anlamında da oldukça önemlidir. ABD’ye göre bu alanda Rusya ve ilerisi için de Çin’in hakim güç olmaları engellenmelidir. Sorun budur.

Rusya, Suriye’de askeri güç olarak varlığını aynı zamanda Doğu Akdeniz’de de nüfuz sahibi olacak biçimde konuşlandırmıştır. Rusya açısından Suriye, genel olarak Ortadoğu politikası ile Doğu Akdeniz politikasının merkezi üssü konumundadır.
Rusya, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olan Suriye üzerinden enerji rekabetine müdahil olurken, Lazkiye ve Tartus’ta bulunan deniz ve hava üsleriyle de müdahale etmek için hazır olduğunu göstermektedir.
Bu durumdan dolayı Doğu Akdeniz’de Rusya’nın olmadığı bir rekabet düşünülemez.

Türkiye, Doğu Akdeniz’de “değerli” yalnızlığını, Libya ile yapmış olduğu MEB ve askeri anlaşmalarla yıkmaya çalışıyor. Yaptığı son hamleler kendi gücüne dayanarak yapılan hamlelerdir. Küresel ve bölgesel güçlerin kendini hesaba katmadan oluşturmaya çalıştıkları Doğu Akdeniz stratejilerini zora sokan hamlelerdir bunlar. Bir taraftan “ulusal çıkar”, diğer taraftan da “ulusal çıkarı” koruma hamleleridir; bunlar, Doğu Akdeniz’de Libya ile varılan anlaşma sonucunda sınırları tespit edilen MEB, “ulusal çıkar”ı ve Libya ile yapılan askeri anlaşmalar da “ulusal çıkarı” korumayı ifade eden hamleleridir.

Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den dışlamaya çalışan güçler şunu söylüyorlar: Türkiye, her ne kadar coğrafi olarak üç kıtanın birleştiği yer ve Doğu Akdeniz’de sınırları en uzun kıyıdaş ülke olsa da, Doğu Akdeniz’de belirlediğimizin ötesinde bir hakkı olamaz.

Hal böyle olunca diktatör Erdoğan’ın da eline sınırı olmayan demagoji fırsatı geçmiş oluyor. Şimdi bire de buna bakalım.

Ulusal Güvenlik Politikası ve Türk Burjuvazisinin Libya “Seferi”
Gecikmiş bir hak teslimi peşindeyiz: Ülkemizin izlediği politika hem kendimiz hem dostlarımız hem de tüm insanlık için gecikmiş bir hak teslimi peşindeyiz”.

Suskun ve çekingen politika sürdürme lüksümüz yok: Yunanistan ve destekçisi kimi ülkeler bir süredir Türkiye'yi denize adım atamaz hale getirmenin peşindeydi. İsrail'in benzer çabalarda olduğunu biliyoruz. Bizim kimsenin hakkını gasp etmek gibi niyetimiz yok. Artık bu suskun ve çekingen politikayı sürdürme lüksümüz yok. KKTC ve Libya ile başladığımız süreçten vazgeçersek, denize girecek kıyı, olta atacak sahil bırakmayacaklar.” (R. T. Erdoğan’ın açıklaması, 23 Aralık 2019 tarihli Sabah gazetesinden)

Diktatör Erdoğan, Doğu Akdeniz’de bizi dışlayarak yapmış olduğunuz MEB paylaşımı bir haksızlıktır, hakkımızı teslim edin, hakkımızı almak için mücadele ediyoruz diyor.

Haksız da değil. Doğu Akdeniz’i Türkiye’yi dışlayarak paylaşan ülkeler gerçekten de Türkiye’ye Denize girecek kıyı, olta atacak sahil” bırakmadılar. Aşağıdaki paylaşım haritasını bunu gösteriyor:

1. harita (“Sevilla haritası”)

















İkinci harita:
















İkinci haritaya zemin teşkil eden sav, Libya ile deniz komşuluğudur.


Kapitalizmde adaletli bir paylaşım söz konusu değildir. Bu sistemde paylaşımın dayanağı güçtür. Gücün varsa, paylaşım da gücün oranında olur. Bu her iki harita bu gerçeği göstermektedir. AB güdümünde hazırlanan ilk haritada esas itibariyle Yunanistan/Kıbrıs Rum Kesiminin MEB çıkarları esas alınmıştır. Türkiye’ye bu paylaşım dayatılmaktadır. Bu paylaşımın gerçekleşmesi için güç kullanımı esastır. Bu paylaşımı kabul etmiyorum diyen Türkiye de gerekirse güç kullanımına, yani savaşa hazırım diyor ve ona göre hazırlık yapıyor.

İkinci haritada Türkiye/Libya ortaklığının çıkarlarına; deniz komşuluğu savına göre bir MEB paylaşımı söz konusudur. Bu paylaşımın gerçekleşmesi için de güç kullanımı esastır. Bu sefer Türkiye bu paylaşımı kabul ettirmek için güç kullanımına hazırız diyor ve ona göre hazırlık yapıyor.

Her iki durumda da zor kullanımı söz konusu. Her iki durum da diktatör Erdoğan’a demagoji fırsatı vermektedir.
Ve Erdoğan’ın kalemşor askerleri işbaşı yapmakta gecikmediler. Savaş naraları atılıyor. Toplum resmen yeni bir savaşa hazırlanıyor. Ulusal çıkarların savunulmasının kaçınılmaz olduğu dillendiriliyor. Asker hazır olduğunu zaten defalarca dile getirdi. Bütün bunları kendi gücümüze dayanarak yapacağız lafından geçilmiyor. En önemlisi ise ulusal güvenlik politikasına yeni bir boyut kazandırılmasıdır. Bu konuda burjuva basında öne çıkan bir kaç başlık şöyle:

Bugünün Türkiye'si içine kapanamaz, bölgesindeki gelişmeleri olduğu gibi izleyemez. Bu sadece tarihsel bir sorumluluk değil aynı zamanda büyük bir devlet olmanın getirdiği bir zarurettir. Bu yüzden güneydeki terör devletini bitirmek için operasyonlar düzenlediği gibi Doğu Akdeniz’de de egemenlik haklarının ihlaline izin vermeyecektir. Anlaşmadan sonra küstahça açıklamalar yapan Güney Kıbrıs bir yana AB, ABD’de ve Rusya’dan gelen tepkiler Türkiye’nin kendi Doğu Akdeniz politikasını yürütmesini engellemeyecektir. Artık egemenlik hakları için mücadele eden, daha aktif dış politikalarla artık sahada olan bir Türkiye var.” (Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, 21 Aralık 2019)

Türkiye'nin savunması Libya'dan başlıyor, yeni konsept bu. Türkiye terörle mücadele konseptini ‘terörü sınır dışında önlemek’ şeklinde değiştirdi.
Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmalar, “her türlü hak ve çıkarlarını da sınır ötesinde koruma konsepti”ne işaret ediyor.” (Akşam gazetesi, 17 Aralık 2019)
Libya’ya asker, savunma kalkanını orada kurmaktır.” (16 aralık 2019, haber7)
Akdeniz Kalkanı Harekatı Libya'ya kadar genişletilmeli...
Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, ... Yunanistan'ın hamlelerini önlemek maksadıyla Akdeniz Kalkanı Harekatı'nın Libya'yı kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini vurguladı.” (Yeni Şafak, 26 Aralık 2019)
"Türkiye’nin güvenliği Misak-ı Milli Sınırlarının Ötesinde Başlar..
Küreselleşme çağında Misak-ı Milli sınırlarının güvenliği sınırların ötesinde başlar. Yani Türkiye’nin güvenliği, bu çağda Misak-ı Milli sınırlarının ötesinde başlar. Siz hattı geniş çizmezseniz, bu küreselleşme çağında ülkenizin ulusal sınırlarını dahi koruyamazsınız. Biz bunun örneklerini defalarca gördük. Libya birilerine çok uzak gelebilir. Libya bizim deniz komşumuzdur. Libya bizim sadece tarihi bağlarımız olduğu bir yer değil aynı zamanda Kuzey Afrika’nın en belirleyici ülkelerinden biridir. Kuzey Afrika’da bir kriz olduğunda bütün Akdeniz ülkeleri bundan etkilenir Türkiye bundan etkilenir. Bu, ‘Libya’da ne işimiz var?’ sözü çok dar bir bakış açısının cümlesidir.” (Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, 29 Aralık 2019)

Alman Savunma Bakanı Peter Struck 5 Aralık 2002’de ne demişti? “Almanya’nın güvenliği Hindikuş’ta savunulur”, yani Almanya’da 7 bin km uzakta.

ABD, en azından 10 km uzaktan gelerek, Almanya en azından 7 bin km uzağa giderek ulusal güvenliklerini sağlarlarken, Türkiye kendi ulusal güvenliğini bir adım ötedeki Libya’da sağlamak için neden adım atmasın? Nihayetinde Libya’ya asker gönderme teskeresi de Meclis’de kabul edildi.
Türk burjuvazisinin geliştirdiği yeni ulusal güvenlik konseptinin ne anlama geldiğini, daha doğrusu uygulamasını Suriye ve Irak sahalarında gördük, görmekteyiz. Buna şimdi Doğu Akdeniz ve Libya da eklendi. Ancak bu politikanın oluşturulmasında ve uygulanmasında Türkiye yalnız değildir; başka faktörleri hesaba katmaksızın hareket edemez. Bunun anlamı şudur: Yaşadığımız topraklar, coğrafi konum bakımından tarih boyunca hep elde edilmesi, kontrol edilmesi gereken topraklar olarak görülmüştür. Bugün de öyle. Ya bağımsız hareket edecek derecede güçlü olursun veya da dünya hakimiyeti için rekabet eden güçlerin etkisi altında hareket edersin veya da bu güçler arasındaki çelişkilerden yararlanırsın.

Türkiye’yi vazgeçilemez kılan, onun dünya ve bölgesel jeopolitikada oynayacağı roldür. Her bir güç, bugün açısından somutta da ABD ve Rusya, kendi aralarındaki rekabette Türkiye kozunu kendi hesaplarına kullanmak istiyorlar. Bunu en açık bir biçimde Suriye savaşında, Batı Kürdistan’ın bir kısmının işgalinde, Rojava devriminin tasfiyesinde gördük. Gözlerimizin önünde ABD ve Rusya ile yaptığı mutabakatlar ve doğrudan işgalle sonuç almaya çalıştı. Alınan en önemli sonuç, hem Türkiye hem de Rusya ve ABD açısından Rojava devriminin tasfiyesiydi.

Türkiye’nin uzanabileceği yakın ve orta yakın her bölgede bu üç ülke (Türkiye, ABD ve Rusya) bir biçimde karşımıza çıkmıştır, çıkacaktır. Doğu Akdeniz’de, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Karadeniz’de jeopolitika üretme ve uygulama yeteneğine sahip bu iki emperyalist gücün rekabetinde Türkiye, biri tarafından diğerine karşı hep kazanılmak istenecektir. Bunun böyle olduğunu Suriye sahasında gördük. Şimdi sırada Doğu Akdeniz ve Libya var.

Türk burjuvazisinin yeni ulusal güvenlik politikasını anlamak için gözden kaçırılmaması gereken noktalar vardır. O “soğuk savaş” döneminde iki kutuplu olan dünya, SSCB ve Varşova Paktı’nın dağılmasından bu yana (1990’lı yılların başı) artık yok. O günden bu yana gelişen, çok rekabetli bir dünyadır. İki kutuplu dünya döneminde kutupların varlığını ifade eden kutup çıkarlarını esas alan anlaşmalar artık işlevsizleşmiştir. Dolayısıyla günümüzde küresel ve bölgesel ağırlığı olan her bir ülke kendi çıkarlarına göre hareket etmektedir. Ulusal güvenlik bağlamında ise durum şuydu: Kutuplardan birisine dahil olmak, ulusal güvenliğin de dahil olunan kutup tarafından belirlenmesine ve bunun da ulusal olmaktan ziyade uluslararası anlam taşımasına neden olmaktaydı. NATO ve Varşova Paktı, kapitalist ve revizyonist sistemlerin uluslararası güvenlik araçlarıydı. Bu paktlara üye olan ülkelerin ulusal güvenliğinden de bu paktlar sorumluydu. Dolayısıyla bu paktlara üye olan ülkelerin kendilerine özgü ulusal güvenlik politikaları geliştirmelerinin bir anlamı yoktu.

Diğer bir nokta da Türk burjuvazisinin/sermayesinin gelişmişlik durumudur. Türk sermayesi, dünyaya açılma iddiasında olan bir sermaye konumuna gelmiştir. Bunun siyasi önderliğini de bugün diktatör Erdoğan yapmaktadır. Geliştirilen yeni ulusal güvenlik konsepti “bitlenen” Türk sermayesinin çıkarlarını ifade eden bir konsepttir.

Yeni ulusal güvenlik konseptinde yeni olan, Türk burjuvazisinin açıktan saldırganlık politikası güdeceğini açıklamasıdır. Dolayısıyla yeni ulusal güvenlik konsepti savunma eksenli değil, saldırı eksenlidir. Daha önceki ulusal güvenlik konseptiyle yeni ulusal güvenlik konsepti arasındaki temel fark budur.

Yeni ulusal güvenlik konsepti, Erdoğan önderliğinde Türk burjuvazisinin bir savaş programıdır; yeni güvenlik konsepti “tehdidi yerinde yok et” adı altında doğrudan saldırı eksenli konsept olarak geliştiriliyor. Bunu daha önce birçok makalede ele aldığım için burada bu konseptin temel özelliklerinin ana başlıklarını belirtmekle yetineceğim (3).

Lozan bir zorunluluktu – Hedef Misak-ı Milli'dir; Türkiye'nin ulusal güvenliği müttefiklere bırakılamaz;Yeni ulusal güvenlik konsepti kuşatılmışlığı kuşatmaya dönüştürme konseptidir:

Kuşatılmışlıktan kuşatmaya geçmenin birçok ayağı vardır. Şimdiye kadar bu politika Suriye ve Irak'da; Kürdistan’ın Rojava ve Güney bölgelerinde uygulandı. Ancak sorun sadece bununla sınırlı değildir.

Bu politikanın bir de Ege denizi ve adalar ayağı var. Diktatörün şu sözleri meseleyi açıklıyor: ”Karşımızdakilerin hak hukuk adalet gibi bir dertleri yok. Haklarımıza göz dikenler meydanın boş olmadığını bilsin. Akdeniz'de en uzun kıyı şeridine sahip Türkiye'nin balıkçılıktan yüzde 1 alacağı bir düzene razı olmayacağız. Ege'deki egemenliği kendine ait olmayan ada, adacık gibi kendileri hazırladığı projeyle ortaya çıkanlar meydanın boş olmadığını bilmeliler. Ülkemize emrivaki yapılmasına izin veremeyiz”. (23 Ara 2019 tarihli Sabah gazetesinden)

Bu politikanın bir de Batı Trakya cephesi de var.

Bu politikanın Kıbrıs eksenli Akdeniz cephesi de var: Uzatmaları oynayan Kıbrıs sorunu, bölünmüşlüğün bir biçimde resmileştirilmesiyle sonuçlandırılabilir. Son dönemlerde Kıbrıs adası ve çevresinde keşfedilen enerji yatakları ve devam eden sondaj çalışmaları bu sahada rekabetin şimdiye kadar olduğundan daha da keskinleşeceğini göstermektedir. Türk burjuvazisini bu rekabet dışında kalmayacaktır.

Bu politikanın bir de Kafkasya cephesi var: Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan'da da askeri faaliyet sürdürmektedir.

Bu da yetmiyor. Uluslararası alanda teröre karşı mücadele adı altında Türkiye, Irak, Somali ve Katar'da askeri üsler kurdu, Sudan’a “el attı”. Bu durumda Türk burjuvazisi, kuşatılmışlığı parçalamış olmanın ötesinde, Alman emperyalizminin Almanya'nın çıkarlarını Hindikuş'unda savunmak için Afganistan işgaline ve savaşına katıldığı gibi, Türk sermayesinin çıkarlarını korumak için Katar, Somali, Afganistan ve Sudan'a uzanmak gerekir anlayışındadır.
Şimdi buna Libya da eklendi.

Neden Libya, Libya’da ne işimiz var türünden burjuva basında dillendirilen tepkilere verilen cevap yeni ulusal güvenlik konseptinin saldırı eksenli olduğunu göstermektedir. (“Türkiye'nin savunması Libya'dan başlıyor, yeni konsept bu. Türkiye terörle mücadele konseptini ‘terörü sınır dışında önlemek’ şeklinde değiştirdi. Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmalar, “her türlü hak ve çıkarlarını da sınır ötesinde koruma konsepti”ne işaret ediyor.”, Libya’ya asker, savunma kalkanını orada kurmaktır.” “Akdeniz Kalkanı Harekatı Libya'ya kadar genişletilmeli”). Türk burjuvazisi, ulusal güvenlik adı altında jeopolitik açılımını gerçekleştirmek için saldırgan olacaktır; bunu da tehdide karşı proaktif olmak, önleyici tedbirler almak; tehdidi sınır ötesinde karşılamak ve imha etmek perspektifine göre açıklamaktadır.
Daha önce Rojava, şimdi de Doğu Akdeniz ve Libya için atılan savaş naraları, “kılıç” şakırtıları, dizginsiz şovenizm ve militarist açıklamalar yeni ulusal güvenlik konseptinin bir savaş programı olduğunu yeteri kadar açıklıyor: “Önleyici vuruş hakkı”, “düşmanı bulunduğu yerde, sınır ötesinde imha etme” kavramları yeni ulusal güvenlik konseptinin belirleyici ögeleri olmuştur.

Diktatör Erdoğan biraz coştuğu, gaza geldiği zaman “esas” Misak-ı Milli’yi unutup Osmanlı hayalini, Türk sermayesinin çıkarları doğrultusunda yayılmacılığı, işgali anlatıyor:
Birileri bize ‘Irak, Suriye, Gürcistan, Kırım, Karabağ, Azerbaycan, Balkanlarla, Kuzey Afrika ile niye ilgileniyorsunuz?’ diye soruyor. Kimse binlerce kilometre uzaktan gelip burnumuzun dibinde faaliyet gösteren ülkelere aynı cesaret ve yüksek sesle, ‘Siz burada ne arıyorsunuz?’ demiyor. Bize ne aradığımız sorulan yerlerin hiçbiri bize yabancı değil. Rize’yi Batum’dan ayırmak mümkün mü? Edirne’yi Selanik’ten nasıl ayrı düşünebiliriz? Gaziantep’le Halep’i, Mardin’le Haseki’yi, Siirt’le Musul’u nasıl birbirleri ile ilgili olmayan yerler olarak kabul edebiliriz? Hatay’dan çıkın, Fas’a kadar uğradığınız her Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkesinde bizden bir şeyler mutlaka görebilirsiniz.

Trakya’dan Doğu Avrupa’ya kadar olan coğrafyada attığınız her adımda ecdadın izlerinden birine mutlaka rastlarsınız. Tarih kitaplarında Misakı Milli’yi okuyoruz değil mi? Misakı Milli’de ne var? Eğer Misakı Milli diye bir derdimiz varsa, kusura bakmayın, o zaman bu soruyu kendi içimizde birbirimize soramayız. Tam aksine, ‘Burada üzerimize düşen görevler var’ demek durumundayız. İşin gerçeği bu. Aynı dili konuştuğumuz, aynı kültürü paylaştığımız Gazze’yi Sibirya’ya kadar kendimizden ayrı düşünebilmemiz için aslımızı inkar etmemiz lazım. Bizim kültürümüzde aslını inkar eden haramzadedir.
Irak, Suriye, Libya, Kırım, Karabağ, Bosna ve diğer kardeş bölgeler ile ilgilenmek, Türkiye’nin hem görevi hem de hakkıdır. Türkiye sadece Türkiye değildir. Bunlardan vazgeçtiğimiz gün, istiklalimizden ve istikbalimizden vazgeçtiğimiz gündür. Bizim buna hakkımız olmadığı gibi milletimiz de böyle bir duruma asla rıza göstermez. Türkiye, sadece Türkiye değildir. Türkiye, 79 milyon vatandaşıyla birlikte köklü, tarihi, kültürel ve insani bağlarla iç içe olduğu geniş coğrafyadaki yüzmilyonlarca kardeşine karşı da sorumludur.” (16 Eki 2016 tarihli Hürriyet gazetesinden).

Erdoğan'ın Misak-ı Milli'si “bitlenmiş” Türk burjuvazisinin, sermayesinin niyetidir, emperyalistleşen politikasının, saldırganlığının açık ifadesidir.
Misak-ı Milli, belli bir dönem Türk şovenizmi için önemli bir malzeme olmuştur. Ama şimdi, Erdoğan'ın ağzından Misak-ı Milli, sadece şovenizmi körüklemek için bir araç olmaktan çıkmış, Türk burjuvazisinin yakın coğrafya jeopolitiğinde belirleyici önemi olan bir vizyona, savaş programına dönüşmüştür.

Libya sahasında ABD-Rusya-Türkiye arasındaki “Üçlü ittifak”, bu “kutsal ittifak” nasıl şekillenecek?

ABD-Rusya-Türkiye arasındaki Üçlü ittifak”ın, bu “kutsal ittifak”ın, Suriye sahasında nasıl şekillendiğini gördük. Erdoğan’a izin vermezler, azarlarlar, hizaya getirirler, haddini bildirirler düşüncesinden hareket edenler; Putin’e ve Trump’a umut bağlayanlar yanıldılar. Hem Putin hem de Trump, Erdoğan’dan memnunlar. El ele verip Rojava devrimini tasfiye edenler bunlardır. Aralarında çıkara dayanan, bir çelişki-denge ilişkisi olan “kutsal ittifak” kurulmuş. İkisi (Rusya ve ABD) küresel oyuncu, diğeri (Türkiye) ise ancak bölgesel oynuyor. Her iki küresel oyuncunun bölgemizde birbirini alt edebilmesi için bölgesel oynayan Türkiye’ye ihtiyacı var. Bu “ittifak”ın oluşmasına zemin oluşturan hesaplar kısa vadeli değildir. ABD ve Rusya şu veya bu konuda anlaşabilirler ve Türkiye açıkta kalabilir. Bu mümkündür. Ancak, bu her iki emperyalist ülke sıradan emperyalist ülkeler değildir; her ikisi de dünya hakimiyeti jeopolitikası üretme imkan ve yeteneği olan ülkelerdir. Küresel büyük “oyun”un iki belirleyici aktörüdür. Bu iki ülke arasındaki denge değişiminde Türkiye önemli bir konuma sahiptir. Bu denge değişimi de bugünden yarına gerçekleşecek bir değişim değildir. Bu, “Atlantik-Avrasya” arasındaki güç dengesi değişimidir. Dolayısıyla bu uzun erimli süreçte Türk burjuvazisi koparabildiği kadar taviz koparmaktan geri kalmayacaktır.

Üçlü İttifak”, Doğu Akdeniz ve Libya

Libya’da kim kimi destekliyor?

Libya, iki hükümetli, iki ordulu ikiye bölünmüş bir ülke konumunda. BM, bazı AB ülkeleri, Türkiye, Katar ve birçok başka ülke Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) destekliyorlar. Diğeri ise Temsilciler Meclisi ve General Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu. Hafter güçlerini Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa ve açıktan kabullenmese de Rusya destekliyor.
Doğu Akdeniz’in paylaşımında Türkiye’nin Libya ile yaptığı MEB ve arkasından askeri anlaşmalar, bölgeyi Türkiye’yi dışlayarak paylaşan bölge ülkelerini ve bu paylaşımın ardında duran ABD ve AB’yi harekete geçirdi. Doğu Akdeniz ve bu bağlamda Libya sorunu ülke ve dünya gündeminde ilk sırada yer aldı. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin çağrısına uyarak Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kararı ise bir taraftan soruna müdahil ülkeleri telaşlandırırken, diğer taraftan da özellikle iç basında bildik tekerlemelerin yanı sıra bazı paralellikler kurarak değerlendirmelere zemin oluşturdu.

Libya’ya asker gönderme meselesi, Kore’ye, Afganistan’a asker göndermeyle, Efrin’in, Cerablus-El Bab hattının, Fırat’ın doğusunun işgaliyle bir ve aynı değildir.
Kore’ye asker gönderen Türkiye ile bugün Rojava’yı kısmen işgal eden ve Libya’ya asker gönderme kararı alan Türkiye arasında niteliksel bir fark vardır.

Kore'ye asker gönderen Türkiye, Amerikan emperyalizmine uşaklık yapmaya hazır olduğunu kanıtlamaya çalışan, Amerikan çıkarları için savaşan bir Türkiye idi. Mükafatı NATO’ya girmek oldu.

Afganistan’a asker gönderen Türkiye, keza Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasına koşulan bir Türkiye idi. NATO adına oraya gitti.

Rojava’nın bazı bölgelerini işgal eden Türkiye, bu işgali yeni güvenlik konseptiyle açıklayan, ABD ve Rusya’ya rağmen ve onların rızasıyla bu işgali gerçekleştiren bir Türkiye’dir. ABD adına gitmedi, ABD’ye rağmen gitti. AB’ye rağmen gitti. Rusya adına gitmedi. Kendi adına gitti.

Doğu Akdeniz’de MEB tespiti, bu alan için atılan adım, son kertede sadece burjuvazinin çıkarları için atılan bir adım değildir. Bu alan; Doğu Akdeniz’in paylaşımı aynı zamanda dar anlamda ulusun da ulusal çıkarıdır. Bundan burjuvazinin bu adımı desteklenmelidir sonucunun çıkartılması da başlı başına bir aklıevvelliktir. Türk burjuvazisi, ülkemiz işçi sınıfı ve emekçilerinin denizlerdeki, somutta da Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını, hakkını kendi yayılmacı amaçları için kullanmaktadır.

Doğu Akdeniz’i paylaşmak için bölgede bulunan bütün güçler çekilmeli, Doğu Akdeniz’in kaderi bölgede yaşayan halklara bırakılmalıdır", "Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz pastası, en büyük payı kapmaya çalışan bölge devletleri ve emperyalist ülkeler arasında neredeyse paylaşılmışken ülkenin coğrafi konumunu avantaja çevirmeye çalışan Erdoğan yönetimi” rahatlığını ancak EMEP gösterebilirdi. Öyle de yapıyor.

Libya’ya asker gönderme kararı alan Türkiye, resmen emperyalist politika güden bir Türkiye’dir. Libya için savaşmak veya Libya’da başka güçlere karşı savaşmak, bölgede hegemonya için, emperyalist çıkarlar için savaşmaktır. Bu, tamamen mahkum edilmesi gereken bir girişimdir.
Açık ki, ABD adına gitmedi, NATO adına gitmedi, Rusya adına gitmedi. Onlara rağmen gitti.

Kore’ye asker gönderen Türkiye ile Libya’ya asker gönderen Türkiye arasındaki farkı ancak bir darkafalı, ancak bir aklıevvel göremez.

Libya, asker gönderilen 13. ülke olacak diye böbürlenmek, ilhakçılığın, yayılmacılığın, savaş çığırtkanlığının, militarizmin varmış olduğu boyutları gösterir.

Doğu Akdeniz’de çıkar çelişkilerinin keskinleşmesi Kıbrıs sorununun da fiili çözümünü beraberinde getirmektedir. Kıbrıs sorunu çözülmeden, Kıbrıs’ın bütününün tek ülke olarak AB üyesi yapılması, son gelişmelerin gösterdiği gibi adanın üs ve silah deposuna dönüşmesini beraberinde getirmiştir. Doğu Akdeniz kaynaklarının paylaşılmışlığını kabul eden ülkeler, Kıbrıs Rum kesiminde üsler kurmaktalar.
Buna karşın Kıbrıs Türk kesiminde ise Türkiye, mevcut askeri varlığını takviye ediyor; deniz üssü, İHA ve SİHA üslerinin kurulması adımları çoktan atıldı. Yani her iki taraf da Kıbrıs adasının kendi çıkarlarına göre fiili bölünmüşlük sınırları içinde kullanıyor ve silahlandırıyor. Doğu Akdeniz’deki bu rekabet, adada yaşayan farklı halkların (Türklerin ve Rumların) toplumsal bütünleşmesini imkansızlaştıracaktır. Birleşmek için, şimdiye kadar atılan adımlara benzer adımların atılmasının maddi zemini pek kalmamıştır. Ancak Kıbrıs halklarının devrimci mücadelesi sonucunda kurulacak sosyalist bir düzende adanın toplumsal birliği sağlanabilir. O zamana kadar Türkiye, adayı, Türk kesimini, Doğu Akdeniz ve ötesi (Kuzey Afrika, İsrail, Mısır) hareketler için üs olarak, sıçrama, yakın tehdit merkezi olarak kullanacaktır. Adanın Rum kesimi de öncelikle AB, Yunanistan ve İngiltere tarafından aynı amaçla kullanılacaktır.

Bütün bu gelişmelerde; Doğu Akdeniz’in paylaşımında ve Libya’da bu “üçlü ittifak”ın, o “kutsal” ittikaf’ın atacağı adımlar belirleyici olacaktır.

Türkiye, Doğu Akdeniz’den ancak savaşla çıkartılabilir ve Sevilla MEB anlaşmasına mahkum edilebilir. Peki, Türkiye’ye karşı, onu Doğu Akdeniz’den çıkartmak ve Sevilla MEB anlaşmasına mahkum etmek için kim savaşacak? Yunanistan mı, Mısır mı, İsrail mi, Fransa mı veya AB mi, ABD mi, Rusya mı?

Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesine karşı olduğunu açıklayan ülkelerden hangisi Libya sahasında Türkiye’ye karşı savaşacak? Mısır mı, BAE mi, Fransa mı, ABD mi veya Rusya mı?

Suriye sahasında da bunun hesabı yapılmadı mı? Türk, Rus ve Amerikan güçlerinin karşı karşıya gelebileceği hesapları yapılmadı mı? Özellikle Türk-Rus ve Türk-Amerikan güçlerinin karşı karşıya gelebileceği üzerine derin analizler yapılmadı mı? Ne oldu? Türkiye, söz konusu her küresel emperyalist güçle ayrı ayrı mutabakatlar imzaladı. “Barış Pınarı Harekâtı” kapsamında 17 Ekim 2019’de ABD ile “Ankara Mutabakatı”nı, yine “Barış Pınarı Harekâtı” kapsamında 22 Ekim 2019’da Rusya ile Soçi Mutabakatı’nı imzaladı.


Peki, bu her iki küresel güç Türkiye ile bu mutabakatları için imzaladı? Türkiye’den çekindikleri içşin mi? Veya Trump ve Putin, şimdi Erdoğan bir “ey çekerse” binlerce km uzakta olsak da kulaklarımızın zarı patlar diye korktuklarından dolayı mı? Hayır. Her iki küresel güç, Türkiye’yi kendi yanında tutmak için bu adımları attılar.

Yem, avdan büyük olmadığı sürece bu oyun sürecektir. Ne ABD ve ne de Rusya Doğu Akdeniz’den vazgeçebilir. Doğu Akdeniz-Ortadoğu ekseni küresel rekabetin en önemli ayaklarından birisidir. Ama bu eksende Türkiye olmaksızın tutunmak da mümkün değil.
Rus emperyalizmi Türkiye’yi sürekli kendi safında tutmak, görmek için Suriye sahasında yaptığının benzerini Doğu Akdeniz ve Libya sahasında da yapmak zorundadır. Aynısını ABD de yapacaktır.
Putin-Trump-Erdoğan veya Rusya-ABD-Türkiye arasındaki “üçlü ittifak”, “kutsal ittifak” çelişkili haliyle kendini var eden bir ittifaktır.
Dünya çaplı jeopolitika üretme yeteneği olan ülke, stratejik düşünen, uzun erimli hesap yapan, üç-beş hamle sonrasını görmeye çalışan veya gören ülkedir. ABD, NATO üzerinden Rusya’yı Baltık ülkeleri, Polonya, Romanya, Karadeniz-Türkiye hattında kuşatmasında en kritik, en belirleyici hattın Türkiye olduğunu biliyor. Bunu Rusya da biliyor.
1952’den bu yana önce sosyalist Sovyetler Birliği’ne, sonra da revizyonist, sosyal emperyalist Sovyetler Birliği’ne karşı kapitalist dünyanın güney hattının bekçisi olan Türkiye’nin bu görevi yerine getirmemekle Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyası jeopolitikasında onarılamaz bir yara, gedik açıyor olmasının ne anlama geldiği ABD çok iyi biliyor. ABD’nin bildiğini Rusya da biliyor.
Bu hattın Türkiye sahasında kopması, Amerikan jeopolitikası ve Rusya’yı çevreleme stratejisi için bir yıkımdır ve Rus emperyalizminin, bu hattın kopması için neleri feda edebileceğini anlamak zor olmasa gerek. Bu hattın işlevsiz kalmasıyla Rusya’nın Karadeniz üzerinden dünyaya açılması önündeki engelin yok olacağının, güneyden çevrelenme tehdidinin ortadan kalkacağının Rus emperyalizmi jeopolitikası açısından ne anlama geldiğini, bu bakımdan Türkiye’nin stratejik önemini Rusya biliyor. Bunu ABD de anlıyor. Ancak, Suriye’yi Suriye olarak görenler, buradaki oyunun dünya hegemonyası jeopolitikasındaki yerini göremeyenler, Doğu Akdeniz’i Doğu Akdeniz, Libya’yı Libya olarak görürler. Bundan dolayıdır ki, sinekten yağ çıkartırcasına Menbiç’in, Tel Rıfat’ın veya şuranın buranın kimin kontrolünde olacağı hesabını yapanlar; Suriye sahasında Türkiye-Rusya, Türkiye-ABD ilişkisini/rekabetini, bu “üçlü” arasındaki o “kutsal ittifak”ı anlayamayanlar, bu “zorunlu birliktelik” ittifakının Doğu Akdeniz’de, Libya’da ne yapabileceğini de anlamazlar.
Küresel ve bölgesel jeopolitik “oyunlar” ve çıkarlar bu “üçlü”yü birbirine bağlamıştır. ABD bir yere kadar Türkiye’nin üzerine gidebilir. Rusya da öyle. Her ikisi de Türkiye’yi küresel jeopolitik amaçları için kazanmak istiyor. Bu da Türkiye üzerindeki baskıyı sınırlıyor, Türk burjuvazisine direnme ve kendi çıkarlarına tekabül eden tavizler koparma imkanı veriyor. Diktatör tam da buna oynuyor ve sürekli kazanıyor.
Rusya ve ABD için av, küreseldir. O avı elde etmek için Türkiye’nin istediği en fazlasıyla giderek büyüyen yem olabilir. Her ikisi de bu yemi Türkiye’ye veriyor.
Nasıl ki, ne ABD’nin ne de Rusya’nın Suriye sahasında Türkiye’ye bir şeyler vermeme lüksünün olmadığını gördüysek, buna benzer bir gelişmeyi Doğu Akdeniz ve Libya sahalarında da göreceğiz. Birisi az, diğeri biraz fazla bir şeyler vermeyecektir; biri bir şeyler verirse diğeri de eş değerde bir şeyler verecektir. Türkiye açısından o “kutsal ittifak”ın olmazsa olmaz kuralı bu.
Suriye sahasında şunu gördük: Türkiye, ABD ve Rusya arasındaki çelişkilerden yararlandı ve yararlanıyor. ABD, Türkiye’yi kaybetmek istemediği için veya kaybetme korkusuyla Türkiye’nin istemlerini, tam anlamıyla olmasa da kabullendi.

Diğer taraftan Rusya, Türkiye’yi ABD’den, Batı’dan, bunun toplamı olarak NATO’dan uzaklaştırmak istiyor. NATO’da kalarak ondan uzaklaşan Türkiye, Rusya’ya yakınlaşan Türkiye demektir. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye‘deki istemlerine göz yumdu, yumuyor.

Şimdi bu taktik; bu üçlü “kutsal” ittifak Doğu Akdeniz’de, güncelliği bakımından da öncelikle Libya sahasında yeni bir sınavdan geçecek.
Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak isteyen ABD-NATO, Doğu Akdeniz ve Libya’da Türkiye’ye karşı nasıl bir tavır alacak? Aynı şekilde Türkiye’yi NATO ve ABD’den uzaklaştırmak isteyen Rusya, Doğu Akdeniz ve Libya’da Türkiye’ye karşı nasıl bir tavır alacak?
Bunları göreceğiz...


Kaynaklar: 
 
1)İ. Okçuoğlu; “IŞİD'e Karşı Savaşının Jeopolitikası - “Belalı” Coğrafya” Aralık 2014.
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2014/12/iside-karsi-savasin-jeopolitikasi.html

2) ORTADOĞU CEHENNEMİ - DAR ALANDA JEOPOLİTİK “İT DALAŞI”
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2015/10/ortadogu-cehennemi-dar-alanda.html

3) İ. Okçuoğlu; Emperyalist Küreselleşme ve Değişen Güçler Dengesi,Sınırsız kitap yayın, Eylül 2018.

Ayrıca:
-DARBE KARAKTERLİ “RENKLİ DEVRİM” GİRİŞİMİ VE SONRASI (I)

-ORTADOĞU'DA “İT DALAŞI” VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU
(Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası - II)

-MUSUL “SEFERİ” VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU
(Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası – III)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2016/11/musul-seferi-ve-turk-burjuvazisinin.html

-ULUSAL GÜVENLİK POLİTİKASI VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU
(Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası – IV) 


-EMPERYALİSTLEŞEN TÜRKİYE VE TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU
(Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası – V - son makale)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2017/03/emperyalistlesen-turkiye-ve-turk_14.html