SOSYALİZM ÜZERİNE SORULAR (I)
(Birikmiş Sorular Dosyasından)
Sosyalizm üzerine sorulan soruların toplamı oldukça kabarık. Bunlar bazen ayrıntılı açıklamaları gerekli kılan, bazen birkaç cümleyle cevapladırılabilen sorular. Bazen de sorunun ideolojik yanını ön plana çıkartan sorular. Bu sorular yığını içinde, sorunun ideolojik yanını ön plana çıkartan sorulara birkaç başlık altında cevap vermeye çalışacağım.
Bu konuda en çok sorulan soruları şu başlıklar altında toparlayabiliriz:
20. yüzyıl ve 21. yüzyıl sosyalizmi ne demek?
Troçkizm’le sosyalizmin inşası üzerine tartışılabilinir mi?
Marksizm-Leninizm ve Troçkizm’in sosyalizm ve inşası üzerine görüşleri nedir?
Bu makalede “21. yüzyılın sosyalizmi” mi yoksa 21. yüzyılda sosyalizm mi sorusuna cevap vermeye çalışacağım.
Doğrudan bu konuyu ele alan veya bu konunun da ele alındığı çok sayıda makalem yayınlandı. Burada yapacağım o makalelerin bir nevi yeniden özetlenmesinden ziyade bazı noktaların, diyelim ki, eksik kalan noktaların da açılması olacaktır.
“21. YÜZYILIN SOSYALİZMİ” Mİ YOKSA 21. YÜZYILDA SOSYALİZM Mİ?
“21.yüzyıl sosyalizmi” denince Chavez ve Venezuela aklımıza geliyor. Bu ülke “21. yüzyıl sosyalizmi”nin doğduğu ve uygulandığı ülkedir. Bu nedenle bu sosyalizm bağlamında ele alacağımız konular Chavez’in açıklamaları ve Venezuela pratiği ağırlıklıdır kaçınılmaz olarak. Sorunun ideolojik yanını da ele alacağız. Bakalım “21. yüzyıl sosyalizmi” bizi hangi ideolojide, hangi sınıfın ideolojik şemsiyesi altında konaklamaya davet ediyor?
Kimilerine göre Latin Amerika'nın iki ülkesinde -Arjantin ve Venezuela- bir zamanlar devrimler gerçekleştiği için şimdi bu ülkelerde olup bitenler de karşıdevrim olarak tanımlanmaktadır. İflah olmaz mantığın kaçınılmaz olarak yapacağı/yaptığı bir değerlendirme ile karşı karşıyayız. Chavez ve onu destekleyenlerin iddialarının “göğü yere indirecek kadar” büyük olduğunu biliyoruz. Venezuela’daki yeni yönetimi “Bolivarcı Devrim” olarak tanımladılar; her ne kadar İsa tarzında da olsa sosyalizme yürüdüklerini açıkladılar. Öyle ki, Venezuela’da “21. yüzyıl sosyalizmi” inşa ettiklerine bizzat inanmakla kalmadılar, yedi düvelde başkalarını da buna inandırdılar. Uluslararası alanda iflah olmaz mantık bunu ciddi ciddi tartıştı; Arjantin'de işçilerin kendi kendilerini yönettiğini gördü, Venezuela'da “21. yüzyıl sosyalizmi”nin inşasını gördü. İflah olmaz mantık Arjantin ve Venezuela ile uçarken, Kirchner çifti ve Chavez-Maduro ikilisi her iki ülkeyi emperyalist küreselleşme çemberi içinde tuttular. İflah olmaz mantık, Marksizm-Leninizm’i, onun devrim anlayışını Post-Marksizm kıvamına getirebilme fırsatı yakalamış olduğu için adeta mest olmuştu.
Bu iki ülkede ne olmuştu da önce devrimden şimdi de karşıdevrimden bahsediliyor?
Arjantin’de 22 Kasımda (2015) başkanlık seçimi yapıldı ve Arjantin işbirlikçi burjuvazisinin adayı olan Mauricio Macri seçimleri kazandı. Böylece bu ülkede 2001'de “Barikatçılar Hareketi” diye bilinen kalkışmanın sonucunda halkın birtakım taleplerini sahiplenen Nestor Kirchner (2003-2007) ve onun ölümünden sonra başkan olan eşi Cristina Kichner (2007-2015) dönemi kapanmış ve M. Macri'nin başkan seçilmesiyle Arjantin emperyalist sistem “yuvası”na geri dönmüş oldu. Financial Times bu değişimi “Arjantin düştü, sıra diğerlerinde” sevinciyle karşılamıştı.
“Diğerleri”nden kastedilenlerin başında da Venezuela gelmekteydi. Nitekim iki hafta sonra 6 Aralık 2015'te Venezuela'da yapılan başkanlık seçiminde Chavez'in partisi ağır bir darbe aldı ve 1998'den bu yana parlamentoda süreklilik arz eden çoğunluğunu kaybetmiş oldu. Tabii bu da yeni bir karşı devrim olarak tanımlandı. Böylece Venezuela da emperyalist sistem “yuvası”na geri dönmüş oldu.
Son yıllarda Latin Amerika’nın bazı ülkelerinde devrimci durum kapsamında ele alınabilecek gelişmeler yaşanmıştır.
Dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Latin Amerika’da da işçi sınıfı ve emekçi yığınlar uygulanan neoliberal saldırılardan paylarına düşeni aldılar. Yaşadıkları sefalet, burjuva sistemin çürümüşlüğünün yolsuzluk gibi yansımaları daha da katmerleşti. Yığınların hoşnutsuzluğu Latin Amerika’nın Arjantin, Bolivya, Ekvator gibi ülkelerinde sokak çatışmalarında en açık ifadesini bulan tepkiye dönüştü, ayaklanmalar oldu. Kendiliğindenci halk ayaklanması, hükümetler devirdi. Devrimci önderliğin yokluğu veya gelişen kendiliğindenci harekete önderlik edecek kadar güçlü olmaması, bu hareketlerin ufkunu hükümet değiştirmekle sınırlandırdı. Bu kıtada ve adı geçen ülkelerde kendiliğindenci hareket, ulusalcı, popülist reformcu güçleri iktidara taşıdı. Böylece, yükselen kitle hareketi, burjuvazinin ulusalcı, popülist kanadı tarafından düzen içine çekildi.
Brezilya’da Lula’nın, Venezuela’da Chavez’in, Bolivya’da Morales’in, Arjantin'de N. Kirchner'in, Nikaragua’da Ortega’nın, Ekvator’da Correa’nın seçimlerle iktidara gelmeleri ve başkanlık koltuğuna oturmaları, sadece Latin Amerika’da emekçi yığınlar tarafından coşkuyla karşılanmadı. Bu gelişmeler dünyanın başka yerlerinde de umut olarak algılandı; her dönem bir yerlere yaslanmayı devrimcilik adına meslek edinmiş olanlardan kendine Marksist-Leninist diyen birtakım çevrelere kadar uzanan yelpaze içinde yer alanlar, Latin Amerikalı popülist önderlerin peşine takılmaktan, onların eylemini devrim olarak tanımlamaktan geri kalmadılar. Hızını alamayanlar ise Chavezciliği, aynen Chavez gibi, “21. yüzyılın sosyalizmi” diye lanse etmekten sakınca görmediler. Öyle ya Chavez, Venezuela sosyalizme gidiyor demişti! Chavez’in bu açıklamasından sonra Venezuela’da Chavez-vari devrimin gerçekleşip gerçekleşmediği tartışması, şimdi de Venezuela’da sosyalizm inşa ediliyor mu edilmiyor mu tartışması geride kaldı. O zaman Venezuela’yı sosyalist görenler, “21. yüzyıl sosyalizmi”nin bu ülkede inşa edildiğine inananlar, şimdi nasıl bir değerlendirme yapıyor, bunu bilemem. Ancak, “21. yüzyıl sosyalizmi” ideolojik bir sorundur. Bu nedenle bu sosyalizmin ideolojisi, Marksist-Leninist ideolojiye, yani Marksizm-Leninizm’e karşı silah olarak kullanılmaktadır. Bunun başını çekenler de Post-Marksistlerdir.
Mevcut haliyle Chavez’in programı Şili’de Allende’nin Halk Cephesi programını andırır. Allende de seçimle sosyalizmi kuracağına inanıyordu, ama yaptığı iş, emperyalizme karşı birtakım tedbirler almaktan; sosyal reformlar gerçekleştirmeye çalışmaktan öteye geçmedi. Allende de mülkiyet ve üretim ilişkilerine; hakim sınıfların çıkarlarına ve burjuva devlet mekanizmasına dokunmamıştı. Buna dahi tahammülü olmayan emperyalizm, yerli işbirlikçilerinin desteğiyle Allende’yi faşist bir darbe sonucu devirdiler (1973).
Chavez, işçi sınıfı ve emekçi yığınların haklarının yeni anayasa ile teminat altına alındığını sık sık vurguladı. Şüphesiz ki, yeni anayasa ilerici içerikliydi. Ama bu anayasa aynı zamanda burjuva/kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri temelinde yükselen bir anayasaydı. Yani burjuva adaleti; üretim araçlarının özel mülkiyeti temelinde bir “adaleti”, savunun bir anayasa.
Dünya Sosyal Forumu'ndaki (DSF) (2005, Porto Alegre) konuşmasında Chavez, kapitalizmi aşmak için programının doğru olduğunu, demokratik bir yol olduğunu savunur. Bu anlayışları DFS katılımcıları tarafından coşkuyla karşılanır. Nihayetinde emperyalizme kafa tutan, sosyal reformlar gerçekleştiren, ötesinde zora başvurmadan iktidara gelen bir önder bulunmuştu. Chavez’e sempati büyüktü.
“Sosyal devlet”e geri dönüşçülerin önüne Chavez yeni bir hayal atmıştı: Reformlarla kapitalizmi aşmak; reformla kapitalizmi iyileştirmek veya sosyalleştirmek. Chavez’den önce bu yolda Lula yürümüştü. Brezilya’da başkan seçilen Lula, reform hayalleriyle halkı adeta efsunlamıştı. Bunun karşılığı olarak 2006’teki DSF’nda yuhalandı, ama yeni önder Chavez alkışlandı!
Tarık Ali ile yaptığı söyleşide “sosyalist” Chavez şöyle diyordu: “Marksist devrimin dogmatik mevzuatlarına (postulatlarına) inanmıyorum. Proleter devrimler döneminde yaşadığımızı kabul etmiyorum. Bunların hepsi reddedilmelidir. Gerçeklik bunu bize her gün söylüyor. Bugün Venezuela'da özel mülkiyeti kaldırmayı ve sınıfsız bir toplum inşa etmeyi mi deniyoruz? Bunu düşünmüyorum”. “Sosyalist” Chavez’in sosyalizmden anladığı bu kadardı.
Aslında Chavez bu sözleriyle “21. yüzyıl sosyalizmi”nden ne anladığını veya bu sosyalizmin nasıl bir sosyalizm olduğunu açıklıyordu.
Chavez için önemli olan, “fakirlere yardım etmektir”. Zenginliğin paylaşımını yeniden örgütlemektir, yani “adaletli” bir paylaşımı gerçekleştirmektir ve hâkim sınıfları, vergilerini vermeleri için sıkıştırmaktır.
Bu anlayışıyla Chavez açık ki, bir orta yol arıyordu; işçi sınıfı ve emekçi yığınların çıkarlarıyla hâkim sınıfların çıkarları arasında bir denge kurmaya çalışıyordu. Onun devrim ve adalet anlayışı bu dengeyi kurmaktan ibaretti. Onun devrim anlayışında söz konusu dengesizliğin, adaletsizliğin nedeni olan kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerini yıkmak yoktu. Yani o, büyük kapitalistlerin ve toprak sahiplerinin mülkiyet tekeline dokunmuyordu.
Venezuela halkı, Chavez’in reformlarını veya “Bolivarcı Devrimi”ni gerçek bir devrim olarak değerlendirdi. Bu değerlendirme salt Venezuela halkıyla da sınırlı kalmadı. Dünyanın birçok yerinde de aynı türden değerlendirmeler yapıldı. Kendilerine komünist diyenlere varana kadar birçok çevre, bu algılamanın peşine takılmış ve Venezuela devrimini göklere çıkarıyordu. Sadece ülkemizde değil, dünya çapında kendine Marksist-Leninist diye ne kadar tasfiyeci, ne kadar post-marksist varsa bunların hepsi bu koraya katıldı.
Amaç Marksizm-Leninizm’in reddi, içinin boşaltılması, burjuvazinin kabul edeceği hale getirtilmesi değil miydi? O gün bu amaca Chavez ve “21. yüzyıl sosyalizmi” bayrak edilerek koşulabiliyordu.
Peki, Chavez devriminin kıstası nedir? Reformla devrim arasındaki fark nedir? Bu hiçbir tasfiyecinin, hiçbir Post-Marksistin umurunda değildi. Ayrıca bu tehlikeli sorudur; sorulmamalıdır. Sorulursa işin içine ideoloji girer, ilke girer. Önemli olan 20. yüzyıl sosyalizminden kurtulmak için “yeni” olanı kabul edebilmekti.
Burjuva devlet, mülkiyet ve üretim ilişkileri olduğu gibi yerinde duruyor, ama devrimden bahsediliyor. Ancak, anlaşılan o ki, burjuva ufku aşmayan reformlar yapmak, Amerikan emperyalizmine karşı çıkmak, bazı işletmeleri devletleştirmek Chavez devriminin kıstası oluyor.
Bolivya’da J. J. Torres, Panama’da Torriojos ve Peru’da J. V. Alvarado tecrübeleri, işçi sınıfı ve ekmekçi yığınlara ihanetle sonuçlanmıştır. Bu rejimler sonucunda ya emperyalizmin uşakları yeniden iktidara gelmişler veya da Panama örneğinde olduğu gibi Amerikan işgali direnç gösterilmeksizin kabullenilmiştir.
Chavez, ilk kez DSF’nda (2005) sosyalizmden bahseder: “Bolivarcı devrimi sosyalizme doğru yönlendirme sorumluluğunu üstlendik; bu yeni bir sosyalizmdir, 21. yüzyılın sosyalizmidir; dayanışmaya, kardeşliğe, sevgiye, adalete, özgürlüğe ve eşitliğe dayanan sosyalizmdir”.
Chavez'in estirdiği rüzgarı devrim olarak tanımlayanların ideolojik ve örgütlenme bakımından çok farklı yerlerde durmaları yanıltıcı olmamalıdır. Bunların bir kısmı devrimden ne anladığını Chavez'i konuşturarak dillendirirken, bir kısmı da 21. yüzyılda Marksizm-Leninizm’i Chavez'in devrim anlayışı seviyesine çekmek derdine düşmüştü. Chavez'in yaptıklarını devrim olarak göstermek için o zaman dünya çapında bayağı mesai tüketilmişti. Chavez pratiğinin, ekonomideki değişime (üretim ve mülkiyet ilişkilerinde değişim); nitel bir değişime denk düşmediği, devletin ve ordunun yapısında da nitel bir değişimin olmadığı bilindiği için, Chavez-devrimini kanıtlamak adına uluslararası alanda mesai tüketenler, bu alandaki değişime dayandırılan bir devrimden bahsetmektense Chavez önderliğinde gerçekleştirilen sosyal reformları devrim olarak tanımlamaya çalıştılar. Bayağı da uğraştılar. Tasfiyeciliğin kaç yüzü vardır, bilinmez ki!
Bu anlayışa göre devrim yapmak pek de zor bir iş değil:
-Seçime katılacaksın ve seçileceksin.
-Olmazsa darbe denemesi de yapabilirsin.
-Eskisinden daha iyi, “demokratik” bir anayasa kabul ettireceksin.
-Başkanlık görevinden alınmamak için muhalefetin çabalarını boşa çıkartacaksın.
-Yabancı sermayeyi ve oligarşinin elindeki bir kısım sermayeyi devletleştireceksin.
Bunları yaptığın takdirde “devrim” gerçekleştirmiş olursun!
Bu anlayışa göre;
-Parlamenter yoldan,
-Reformlarla,
-Mülkiyetin sınıfsal karakterine dokunmaksızın,
-Devletin ve ordunun yapısına dokunmaksızın; bu yapıları yıkıp yerine devrime tekabül eden yapıları kurmaksızın pekala devrim yapılabilir.
Latin Amerika’da Chavez’i aratmayan, radikal adımlar atan darbeciler iktidara gelmişlerdi. Onlar da devrimden bahsetmişlerdi. Bunun ötesinde Şili’de bir Allende tecrübesi yaşandı. Anlaşılan o ki, bütün bu tecrübeler Chavez pratiğinde devrim keşfedenleri pek ilgilendirmemektedir. Tasfiyeciler için önemli olan, Marksizm-Leninizm’e karşı mücadelelerinde Chavez ve devrimi, “21.yüzyıl sosyalizmi” güncel bir araçtı. Tepe tepe kullandılar.
“Taktik Üzerine Mektupları”nın ilkinde Lenin, bir devrimin temel özelliğini tanımlarken şöyle der: “Devlet iktidarının bir sınıfın elinden diğerinin eline geçmesi, bir devrimin ilk, en önemli temel özelliğidir; bu, bu kavramın hem sıkı bilimselliği hem de pratik-politika anlamı bakımından böyledir.”
Venezuela'da devlet iktidarı hangi sınıfın elinden diğer bir sınıfın eline geçmiştir ki, Chavez’in başlattığı süreç devrim olarak tanımlansın? Chavez, mevcut burjuva devletle ve dağıtmaya ve yeniden kurmaya hiç niyeti olmadığı burjuva orduya dayanarak reformlarını gerçekleştirmeye çalışmıştır. İşin gerçeği budur.
Soru şöyle de sorulabilir: “21. yüzyıl sosyalizmi”nin devletin sınıfsal karakterini değiştirmek, burjuva devleti yıkmak ve “burjuva olmayan” bir devlet kurmak diye bir derdi var mı? Yok.
Aslında Chavezcilik hiç de yeni değil. En azından Marks ve Engels kadar eskidir. Ancak, sürekli “yeni” peşinde koşanlar için oldukça “yeni”dir.
1968’de Panama ve Peru’da, 1969’da Bolivya’da, 1972’de Ekvator’da ulusalcı ve kısmen de solcu subaylar, bağımsız gelişmeyi, ulusal güçlenmeyi içeren programlarla iktidarı ele geçirmişlerdi. O subaylar da, aynen Chavez gibi, politik yaşama halkın katılımından, devrimden ve sosyalizmden bahsediyorlardı. O gün General J. V. Alvarado “Peru devrimi”nden bahsediyordu. Günümüzde ise Chavez, “Bolivarcı Devrim“den bahsetmektedir. Bugünün anti-amerikancılığı, evet anti-emperyalizmi, petrol ve doğal gaz gibi önemli hammadde kaynaklarının, önemli işletmelerin devletleştirilmesi o günde gündemdeydi. General Ovando, petrol işletmelerini devletleştiriyor ve Bolivyalılar için hor görülme dönemi kapanmış oluyordu. Morales de aynı türden konuşmalar yapıyordu. O dönem petrol işletmelerinin devletleştirildiği tarih Peru’da ulusal onur günü olarak ilan edilmişti. Bugün Chavez’in Venezuela’sında olduğu gibi o gün askeri yönetimli Peru’da da halkın katıldığı, açık bir toplumsal demokrasiden bahsediliyordu. Öyle ki, askeri rejimin başı General J. V. Alvarado, köylülere “artık patron senin yoksulluğunla beslenmeyecektir” diye hitap ediyordu. Bu general de “devrimci sosyalizm”den etkilenmişti. Askeri rejimin başı bu general, darbeyle iktidara gelişinden yaklaşık bir sene sonra, yaptıkları işin eskilerine eklenen yeni bir darbe olmadığını, aksine ulusalcı bir devrimin başlangıcı olduğunu, bütün ulus ve silahlı güçler olarak kesin kurtuluşa doğru yürümeye başladıklarını, sömürgeci oligarşinin iktidarını yıktıklarını ve dış baskılara karşı koyarak egemenliği kazandıklarını ve nihayetinde gerçek gelişmenin temelini attıklarını anlatıyordu.
Ekvator’daki askeri rejimin başı General R. Lara, devrimci, milliyetçi, sosyal-hümanist ve özerk bir gelişmeden yana olduklarını açıklarken, Panama’da da diktatör Omar Torrijos Harrera kendini “devrimin önde gelen lideri” ilan etmek için yasa çıkartıyor ve devrim, “zenginler için değil, yoksullar için” yapılır ve amacı “sosyal adaleti” sağlamaktır diyordu.
Sol söylemli, popülist rejimlerin ömrü uzun olmadı. Şili’de gerçekleşen faşist darbe ve yaşanan ekonomik kriz, Peru’da askeri rejime karşı olan burjuvazinin muhalefetini daha da keskinleştirdi. Sonuçta Peru’da askeri rejim 1975’te başka bir darbeyle devrildi. Ekvator’daki askeri rejim de 1976’da devrildi. Bolivya’da ise darbe üstüne darbe yapıldı ve Ovando rejimi 1970’de devrildi. 4 Ekim 1970’de Ovando’yu devirerek onun yerine geçen General Torres önderliğindeki darbeyi “sol” partiler ve öğrenciler desteklemişti. O da umut dağıttı ve düşürülen işçi ücretlerine yüzde 40 zam yapacağını açıklaması işçiler tarafından yoğun coşkuyla karşılandı. O gün “sol” partiler ve sendikalar “kurucu meclis” öneriyorlardı. Darbeci başı Torres bu öneriyi kabul etti, ama başka bir darbeyle devrildi. Evo Morales’in talep ettiği “kurucu meclis”, o günden kalma bir anlayıştır. Sonra Morales ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Bütün bunlar, devrim kavramının enflasyonist kullanıldığı Latin Amerika gerçekleridir.
Chavez diyor ki, “devrimci demokrasi 21. yüzyılın sosyalizmine, Bolivarcı, Venezuelalı, Latin Amerikalı damgasını taşıyacak bir sosyalizme doğru bir yol, bir köprü, bir geçiş oluşturmaktadır.” Bu “sosyalizm” de “21. yüzyılın sosyalizmi” oluyor. Yani birtakım reformlar yapacaksın; devlete ait toprakların bir kısmını köylülere dağıtacaksın, petrol gelirlerinin bir kısmını sağlık, eğitim ve gıda yardımı için kullanmayı planlayacaksın, işçi yönetimi diye kapitalistlerin mülkiyetinde olan kapatılmış bazı fabrikaları devletleştirerek hisselerinin yarısını kurulan işçi kooperatiflerine vereceksin ve sonra da bütün bunları devrim olarak ilan edeceksin!
“21. yüzyıl sosyalizmi”, sosyalizmde geçmişi ve mevcut olanı aşmak anlamına geliyor. Bu sosyalizm anlayışında devlet ve toplumun ekonomik temelleri pek önemsenmiyor. Şimdiye kadar “21. yüzyıl sosyalizmi” adına yapılanlar, birtakım reformları gerçekleştirmenin, insanları politik karar verme mekanizmasına katmaya çalışmanın ötesine pek geçmemiştir.
Bu sosyalizm anlayışında üretim ilişkileri ve mülkiyetin sınıfsal karakteri pek önemli değildir. Büyük toprak beyliğini ortadan kaldırmaya çalışmak, toprak reformu yapmak veya yabancı sermayeyi devletleştirmek, her ne kadar sosyalizmin kurulması anlamına gelmese de “21. yüzyıl sosyalizmi” açısından pekala sosyalizmin kurulması olabiliyor.*
devam edecek
*)Makalenin bu kısmı “Bir Venezuela Değerlendirmesi”nden alınmış ve kısmen de eklemeler yapılmıştır. (http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2015/12/bir-venezuela-degerlendirmesi.html)