5.
makale
İŞÇİ
SINIFI - “EZİLENLER” ve “ÇATALLAŞAN” MARKSİZM (I)
(Anadolu
coğrafyasında Post-Marksizm savunuculuğu)
(Sıkça
sorulan sorular)
TP'den “Marksist Çağrı ve Ezilenler” yazısıyla devam edelim.
“Dolayısıyla
Teori ve
Politika’nın
‘dünyanın bütün işçileri ve ezilenler birleşin!’ şiarıyla
ezilenlere genel bir seslenmeyi öne çıkarmasında konjonktürel
bir anlam aranmalıdır, yoksa bir tür ilkesellik değil. Bu şiarla
‘tarih üstü’ bir politik gerçek olarak
ezilenlerin
safında olma bir tür ilerlemeci anlayışla, artık değişmeyecek
ideal sonuç şeklinde kavranarak öne çıkarılmamaktadır”.
Bu
açıklamadan sonra “dünya-konjunkturel”
ve “Marksizm”le
bağlam içinde “birkaç
temel gerekçe”
olarak üç nedenden bahsediliyor:
“a)
ezilenler arasında dünyasal boyutta politik bir dinamizm taşıyan
özel bir kesimin (bir zamanlar köylüler, ezilen halklar, gençler,
siyahlar vb. örneklerde olduğu gibi) henüz bulunmaması”.
“b)
yanı sıra, birçok ezilen hareketinin kendisini ‘ezilenlerin
öncüsü’ şeklinde ifadelendirmesi, ezilen hareketlerinin
ezilenlere (kendilerine) seslenirken özel bir ezilen kesiminin adını
anarak değil, ‘ezilenler!’ diye haykırması”.
“Üçüncü
gerekçe ise Marksizme özel teorik ve politik anlamlar içermektedir:
İşçici bir ideolojinin tesirinde kalan Marksizmin, içinde
bulunduğu kriz koşullarından çıkması yönünde atacağı
adımlar arasında en önemlilerinden biri işçicilikten
kurtulmaktır. Şiar, bu açıdan da önemli bir işlev görmekte,
işçiciliğe hakettiği darbeleri indirmektedir”.
“Nasıl
saçmalamak istersiniz” diye sorulsa herhalde bu anlayışlardan
daha üstte duran bir saçmalama olamaz. İki açıdan olamaz:
Birincisi “Bütün
ülkelerin proleterleri birleşin”
sloganı konjonktürel değildir; çağsaldır ve bugün, dündekinden
daha önemli olmuştur. Bu slogan, kapitalist sisteme karşı o
sistemin ürünü ve aynı zamanda “mezar kazıcısı” olan bir
sınıfı; işçi sınıfını kapitalist sisteme karşı
uluslararası alanda birleşerek mücadeleye çağırmaktadır. Marks
ve Engels, Komünist Manifesto'da “Varsın
egemen sınıflar bir komünist devrim ürküntüsüyle tir tir
titresinler. Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri
yok“ ama
“kazanacakları bir
dünya var“
diyorlar. İşte proleterler de o dünyayı kazanmak için
birleşmelidir. Açık ki burada konjonktürel durumdan kaynaklanan
bir slogan tespiti yok. Bu sloganın yorumunu, “işçilerin
ana vatanı yoktur“
diyerek de yorumlamak için uzatabilirsiniz.
TP
ise “ezilenler arasında dünyasal boyutta politik bir dinamizm
taşıyan özel bir kesimin (bir zamanlar köylüler, ezilen halklar,
gençler, siyahlar vb. örneklerde olduğu gibi) henüz
bulunmaması”ndan yakınıyor. “Yeni bir Marksizm
oluşturma” iddiasında olan, hatta oluşturan bir derginin bu
kadar basitleşmemesi, bu kadar sıradanlaşmaması gerekir. Diyelim
ki, buldunuz ve “ezilenler”in “özel bir kesimini”
oluşturan “köylüler, ezilen halklar, gençler, siyahlar”
toptan veya onlardan birisi -hangisini tercih ediyorsanız o olsun,
örneğin “vb.” çerçevesinde Aczmendiler olsun-
“dünyasal boyutta politik bir dinamizm taşıyan” olsun.
Ne yapabilirler? Dünya çapında kapitalizmi yıkıp, sosyalizmi
kurabilirler mi? Veya somutlaştıralım ve “ezilenlerin
sosyalizmi”ni kurabilirler mi? Bu dinamiklerde üretim araçlarının
özel mülkiyetini toplumsal mülkiyete dönüştürmek için
sınıfsal özellik var mı? Yok. Bu kesimlerin hiç birisi
kapitalizm dışında bir toplum düzeni, somutta da sosyalim
istemiyor. Tek istedikleri kendilerini ifade edebilecek bir düzendir.
TP,
“birçok ezilen
hareketinin kendisini ‘ezilenlerin öncüsü’ şeklinde
ifadelendirmesi”nden
de rahatsız. “Birçok
ezilen hareketinin kendisini”
TP'den daha akıllı; yaptığı işin boyutlarını, çerçevesini,
en fazla ne elde edebileceğini görüyor ve ona göre hareket
ediyor. Bunlar, “aklı bir karış havada” olmayanlardır. TP'nin
aklına uyalım ve diyelim ki, “ezilen
hareketlerinin ezilenlere (kendilerine) seslenirken özel bir ezilen
kesiminin adını anarak haykır(sınlar)”,
‘ezilenler!’ diye
haykırmasın”lar.
Ne olacak? Diyelim ki, köylüler “bütün
dünyanın köylüleri birleşin”
desinler veya ezilen halklar, “bütün
dünyanın ezilen halkları birleşin”
desinler veya gençler, “bütün
dünyanın gençleri birleşin”
desinler veya siyahlar,
“bütün dünyanın siyahları birleşin”
desinler vb. Böyle olunca dünya kapitalist sistemini yıkacaklar mı
veya bu mücadelede “ezilenlerin
öncüsü” durumda
olan “özel ezilen
kesim”, diğer
“ezilenler”i birleştirecek mi?
İnandırıcı
olmak için biraz ciddi olmak gerekir diye düşünüyorum.
“Üçüncü
gerekçe ise” TP'nin işçi
sınıfı düşmanlığını gösterir. Lafa bakınız; “İşçici
bir ideolojinin tesirinde kalan Marksizm”, bu
“ideolojinin tesirinde kalan Marksizmin, içinde bulunduğu kriz
koşullarından çıkması yönünde atacağı adımlar arasında en
önemlilerinden biri işçicilikten kurtulmaktır”, “Şiar
(“Ezilenler birleşin”)...işçiciliğe hakettiği darbeleri
indirmektedir”.
TP'ye
göre bir de “İşçici bir ideolojinin tesirinde
(kalmayan) Marksizm”
var. Eğer “işçici
ideolojinin tesirinde kalan Marksizm, içinde bulunduğu kriz
koşullarından çıkmak” istiyorsa
yapacağı ilk iş “işçicilikten kurtulmak”
olmalıdır. Tabi sorun böylesi
saçmalık boyutlarına taşınırsa bolca bulmaca tarzı sorular da
sorulabilir ve denklemler de kurulabilir: TP'ye göre Marksizm
“işçici bir ideolojinin tesirinde kalıyor”.
O zaman bu “işçisi ideoloji”nin adı ne? “İşçici
ideoloji”nin adı “İşçici ideoloji” mi? Yoksa Marksizm mi?
Veya Marksizm-Leninizm mi? Neden Marks ve Engels -Marksizmin
kurucuları- düşüncelerini işçi sınıfından, onun sınıf
mücadelesinden bağımsız olarak geliştirmediler? Neden hemen her
anlayışlarında başka bir sınıfın, sosyal tabakanın değil de
işçi sınıfının çıkarlarından bahsettiler? Marksizmin
kurucuları neden kapitalist üretim biçimi, onun sonu ve geleceğin
toplumu söz konusu olduğunda hep işçi sınıfından, kapitalizmi
yıkacak ve sosyalizmi kuracak yegane sınıfın işçi sınıfı
olduğundan bahsederler? Neden bu tarihsel gelişmede; insanlığın
ilerleyişinde örneğin köylülere, gençlere, siyahlara vb. değil
de illada işçi sınıfına tarihsel bir rolün düştüğünü döne
döne teorileştirirler? Marksizmin kurucularının anlatımına
bakacak olursak Marksizm doğuşundan bu yana kriz içindedir.
Kurucuları, düşüncelerini “işçici ideoloji” olarak
geliştirdiklerine göre söylenecek fazla bir şey kalmıyor.
'Anlayışımız, dünya görüşümüz işçicidir' diyorlar. Peki,
“İşçici bir ideolojinin tesirinde (kalmayan)
Marksizm” nasıl bir
Marksizmdir? Veya Marksizmin kurucularının “işçici Marksizm”in
yanı sıra bir de işçici olmayan Marksizm diye bir anlayışları
var mı? TP'nin yöntemi, “yoksa bul” yöntemidir. TP, nasıl ki
bir Marks'tan iki Marks, bir Lenin'den iki Lenin (veya bir
“yükselti”den iki “yükselti”) çıkartıyorsa, bir
Marksizmden de iki Marksizm çıkartıyor. “İşçici Marksizm”
ve işçici olmayan Marksizm. “İşçici Marksizm” yani kurucusu
Marks ve Engels olan Marksizm, “işçici bir ideolojinin
tesirinde kaldığı” için
“kriz koşulları” içinde
olan Marksizmdir. “İşçici (olmayan) Marksizm” ise kriz
koşullarında olmayan Marksizmdir; “ezilenlerin Marksizmi”dir;
“işçiciliğe” veya “işçici Marksizm”e
“hakettiği darbeleri indirmekte” olan
Marksizmdir. Bu durumda TP'nin Marks ve Engels'e, kökenine dönmesine
gerek yok. Marks ve Engels'in kurdukları Marksizm ile TP'nin
hayalindeki Marksizm, hiçbir bakımdan birbirine benzemiyor.
Marks-Engels ve TP farklı Marksizmlerden bahsediyorlar.
Bu
kadar Marksizm düşmanlığı, bu kadar işçi düşmanlığı, bu
kadar “ezilen” sevdası bir araya gelince insan ister istemez
Ludistleri düşünüyor ve acaba TP bir Ludist hareket midir diye
kendi kendine soruyor. 19. yüzyılın ikinci yarısına doğru
Ludistler (“makine kırıcılar”) cennetin kapısına varıp
dayandıklarını sanıyorlardı. İçeriye girememelerinin nedenini
de kapitalizmin toplumu kesin hatlarıyla sınıflara ayrıştırmasında
ve Marksizmin de bu ayrıştırmayı teorileştirmesinde ve sınıf
bazında bir mücadeleyi esas almasında arıyorlardı. TP de sık
sık Marksizme bu yönden saldırıyor. Hal böyle olunca insan ister
istemez, acaba TP anarşizan bir “ezilenlerin Marksizmi”ni mi
savunuyor diye düşünüyor.
Aynı
yazıda devamla şöyle deniyor:
“Birinci
Enternasyonal’de işçi sınıfının devrimci rolüne ısrarla
dikkat çeken Marx ile işçilerin ezilenler arasındaki en az
devrimci grup olduğunu öne sürüp aslen diğer ezilenlerin
devrimci potansiyelini vurgulayan Bakunin arasında yaşanan
tartışma, “dünyanın bütün işçileri ve ezilenler birleşin!”
diyerek işçi sınıfının politik olarak ayrıcalıklı bir konumu
olduğu yaklaşımını net bir şekilde reddeden bir Marksistin
yüzleşmesi gereken bir tartışmadır. Bu Marksistin, “ezilenler
birleşin!” demesine rağmen neden Bakunin’e karşı Marx’ta
ısrar ettiğini, veya bir başka deyişle neden tek başına
“ezilenler birleşin!” demeyip yanı sıra hala “işçiler
birleşin!” de dediğini ortaya koyması gerekir”.
Tamam,
yüzleşelim.
Kapitalizm
emperyalizm aşamasına geçiyor, kapitalizmin bu gelişme aşamasında
dünya ezen ve ezilen uluslar olarak bölünüyor. Lenin ve
Komintern, Komünist Manifesto’nun “Dünyanın
bütün işçileri birleşin!”
sloganını “Dünyanın
bütün işçileri ve ezilen halkları birleşin!”
sloganına dönüştürüyorlar. Emperyalizme karşı anti-sömürgeci,
antiemperyalist kurtuluş mücadelelerinin başarısı, emperyalizmin
beslendiği kaynakların kurutulması ve proletaryanın emperyalist
sistemi yıkma mücadelesinin zafere ulaştırılması için temel
bir önem kazanıyor. Bundan dolayı söz konusu sloganın kapsamı
genişliyor.
Ezilen
halkların yerini “ezilenler”in alması yanlıştır;
Post-Marksizme verilen bir tavizdir. Ezilencilerin savundukları
“ezilenler”, sadece halk kavramının içerdiği dinamiklerden
oluşmamaktadır.
Ama
TP'nin sorunu bu değil. Onun sorunu, kimin devrimci potansiyele
sahip olup olmadığıdır. TP, devrimci potansiyele sahip olup
olmamayı mevcut toplum formasyonunda -bu durumda kapitalizmde-
sınıfların üretim ilişkilerindeki yerinde ve toplumsal
tabakaların da konumlanışında aramıyor. Kapitalist üretim
biçiminde genel anlamda köylülük, ama daha ziyade emekçi
köylülük, şehir küçük burjuvazisi vb. daha adaletli, burjuva
demokrasisinin geçerli kılındığı bir düzen için mücadele
ederler. Ama en fazlasıyla demokratik bir cumhuriyet için mücadele
ederler. Onların devrimciliği buraya kadardır; üretim araçlarının
özel mülkiyetini ortadan kaldırmayı içermeyen bir demokratik
cumhuriyet. İşçi sınıfı da bu mücadeleye katılır. Ama onun
amacı sosyalizmdir. Dolayısıyla işçi sınıfı önderliğinde
mücadele son kertede üretim araçlarının özel mülkiyetini
toplumsal mülkiyete çevirme, sosyalizm kurma mücadelesidir. Sorun,
kimin az, kimin çok devrimci olduğu değildir ve sorun, sınıflı
toplumlarda sınıflara ayrışmanın nedenini göz önünde tutmadan
kimin daha az veya daha çok devrimci potansiyele sahip olacağını
tespit etme anlayışındadır. Devrimci potansiyelin açığa
çıkması nesnel koşullardan ve sınıf bilinçlenmesinden
kopartılırsa varılacak yer TP'nin vardığı yerdir. Ona göre
“Occupy hareketi” Amerikan işçi sınıfından daha devrimcidir,
“öfkeliler” işçi sınıfından daha devrimcidir vb.
“Ezilenlere”
söz konusu olduğu zaman TP, demagojide sınır tanımıyor.
“Marksizmin
belirli konjonktürlerde belirli ezilenlere seslenmeyi öne
çıkarması, kurucu Marksistlerde karşılığını ne kadar
bulmaktadır? Ezilme halini yaşayanlar arasında öne çıkanlar,
dolayısıyla politik bir edinime tabi tutulması gerekenler kurucu
Marksistlerin yaşadığı dönemde işçiler miydi? Marksistler,
ezilenlerin ezilme hallerinin devlete karşı bir mücadele ve öyle
ezilme haline dönüşmesinin savaşımını veriyorlarsa, bu durumda
işçilerin Marx-Engels zamanında bu tür bir dönüştürmenin
gerçekleşme potansiyelini taşıyan kesim olması gerekir; peki
öyle miydi? Yoksa, işçilerin ısrarlı öne çıkarılışı,
Marksizmin bilim ayağından devşirilen bir ilkesel sonuç muydu? Ya
da, işçilerin ısrarlı öne çıkarılışı, başka ezilen
kesimlerin devlete karşı mücadelesi ve şiddet pratiklerini
yadsımayı, onlara karşı durmak olmasa bile en azından onlara
karşı duyarsızlığı mı doğuruyordu?”.
Yazı
boyunca aynı saçmalık devam ediyor. TP, “an”ı görüyor;
toplumsal sınıf ve tabakaların sınıfsal çıkarlarından dolayı
hareket edeceklerine, bunun da sınıf bilinciyle ilgili olduğuna
inanmıyor. Böyle hareket ederse TP, “an”daki gelişmeleri
yorumlayamaz ve “ezilenler”i, onun da an'da olanlarını ön
plana çıkartamaz. TP'ye göre kim konjonktürel olarak mücadele
ediyorsa dünyayı değiştirecek olanlar da onlardır.
Marks
ve Engels, "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi,
sınıf savaşımları tarihidir" derken, köleci toplumda
köle sahiplerine karşı; feodal toplumda da feodal toprak beylerine
karşı kölelerin, bağımlı köylülerin ve oluşmakta olan
burjuvazinin mücadelesinden bahsetmişlerdi. Köle sınıfının,
bağımlı köylü sınıfının, oluşan burjuva sınıfın ve var
olduğu kadarıyla sosyal katmanların mücadelesini; bu sömürülen
ve ezilen sınıfların devlete, mevcut sisteme (köleciliğe,
feodalizme) karşı mücadelesini doğru analiz etmişler ve onların
tarihsel misyonundan bahsetmişlerdir. O koşulların devrimci
dinamikleri bu güçlerdi. Ama kapitalizmle birlikte toplumsal ve
sınıfsal var oluşun koşulları tamamen değişmiştir. Köylüler,
küçük burjuvazi kapitalist üretim biçimi koşullarında geleceği
olmayan; toplumun geleceğini şekillendirme yeteneği kalmayan
dinamiklere dönüşmüşler ve ortaya yeni bir güç; geleceği
olan, kapitalizmi yıkarak toplumu sosyalizme götürebilecek olan
sınıf, yani işçi sınıfı oluşmuştur. Marks ve Engels'in bütün
“hatası” bu gerçeği görmek olmuştur. Marks'ın
diğer önemli bir hatası da, Weydemeyer’e yazdığı 5 Mart 1852
tarihli mektubunda kendi yaptığının “Sınıfların
varlığının, yalnızca üretimin belirli tarihsel gelişim
evrelerine bağlı olduğunu; Sınıf mücadelesinin zorunlu olarak
proletarya diktatörlüğüne götüreceğini ve bizzat bu
diktatörlüğün bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve
sınıfsız bir toplumun kurulmasına geçişten ibaret olduğunu
göstermek…”
olmuştur.
Bunları
TP,
“işçilerin
ısrarlı öne çıkarılışı” olarak
görüyor.
“Marksizmin bilim ayağından devşirilen bir ilkesel sonuç
muydu?” diye
sorarak bu sınıfın tarihsel rolünü inkar etmenin önünü açmaya
çalışıyor. Marks ve Engels'in, Marksizmin kurucularının dünya
görüşlerini işçi sınıfı üzerine kurmalarını “işçilerin
ısrarlı öne çıkarılışı, başka ezilen kesimlerin devlete
karşı mücadelesi ve şiddet pratiklerini yadsımayı, onlara karşı
durmak olmasa bile en azından onlara karşı duyarsızlığı mı
doğuruyordu?” türünden
sorularla sulandırmaya çalışıyor.
Bu
dergi, ezilme ve sömürülme halinin her zaman bir ve aynı
olmadığını anlayacak kapasitededir diye düşünüyorum. Ama
yanılmışım, anlamıyor ve bunu birbirine karıştırıyor;
“ezilme hali”nin
konjonkturel olabileceğini, ama sömürülme halinin konjonkturel
olamayacağını göz ardı ediyor. Bu durumu birbirine karıştırmayı
veya birbirine karıştırılmasını
“ısrarlı öne” çıkartıyor
veya işçi sınıfı
düşmanlığını genel anlamda “ezilenlerin
ezilme hallerinin devlete karşı bir mücadele”;
yani sisteme karşı bir mücadele olarak görecek derecede “ısrarla
öne” çıkartıyor.
Mevcut sisteme karşı mücadeleyi Marks ve Engels döneminde de
ezilenler veriyordu, işçiler değil diyor. İşçi sınıfının
tarihsel misyonunu güncel mücadeledeki duruşuyla birbirine
karıştırıyor.
TP'nin
sorunu sınıfsal bağından ne kadar kopardığın ve konjonktürel
açıkladığını şu ifadesinde de görüyoruz:
“Marx-Engels
döneminde yaşanan işçi ayaklanmaları, grevler vb. söz konusu
dönemde işçilerin dinamik bir ezilen kesim olduğunun en somut
göstergeleridir. Bu bağlamda Marx ile Engels’in ‘Dünyanın
bütün işçileri birleşin!" şiarında konjonktüre ilişkin
bir ezilenlerin belirli kesimine seslenme pratiği olduğu teslim
edilmelidir”.
Bu
anlayışa göre kim güncel olarak mücadele ediyorsa devrimci
dinamiğe o sahiptir. Güncel olarak da örneğin ABD'de
“occupy”ciler mücadele ediyorlarsa onlar devrimci dinamiğe
sahiptir, gerisi hikaye! Bu türden demagojiler bir TP-klasiğidir!
Bütün
bunlar, işçi sınıfı ve onun gücünden umudunu kesen, yeni özne
arayışı içinde olan Post-Marksizmin somutta “ezilenler”i
özneleştirme çabasıdır.
Marksizmin
çatallandırılması, mezheplendirilmesi ve tarikatlandırılması:
Biraz
da “Kitlesel İşçi’den ‘Çokluk’a”, “Sınıfçı
Tarihselciliğin Özne Arayışı” yazısından okuyalım.
Bu
yazı ilginç. Marksizmin; Marksizm-Leninizmin temel ilkelerini
reddederek Marksist olduğunu iddia eden ne kadar sapkınlık varsa
genel birtakım özellikleriyle sıralanmış. Liste tam değil, ama
ekleyebiliriz. (Burada “mezhep”, “tarikat” kavramlarını
kullanmak istemezdim, bunların yerine kol, ara veya alt kollar
kavramları kullanılabilirdi. Ama “mezhep” kavramı aynı dinin
farklı kolları anlamında Marksizmden kopuşları, onun kolları
olarak göstermek için kullanılmıştır. “Mezhepçi Marksizm”
kavramı ileride karşımıza çıkacağı için burada bu kavramı
kullanmaktan bir sakınca görmedim. Bu benim niyetimle, tercihimle
ilgili değildir).
“Marksizmde
çatallanmalar” ara başlığı altında okuyoruz:
Burada
söz konusu olan,“Marksizmde
çatallanmalar”
diye anlatılan Marksizmi “mezhepler”e ayrıştırmaktır.
Buradan hareketle de “mezhepçi Marksizme” varılıyor.
“Lenin’in
eseri, Marksizm içinde devrimci hegemonya oluştururken ilk dönemden
itibaren “devrimci diyalektik”in dışına düşmeleri de
beraberinde getirir. II. Enternasyonal adıyla anılan çizginin
Marksizm dışına çıkması bir yana, Ekim Devrimi ve onun
oluşturduğu politik atmosferde kurulan III. Enternasyonal’le
uyuşmayan akımlar olmuştur. Bunlardan “Konsey Komünizmi” ve
“Sol Komünizm” diye anılanlar ilk ayrışanlardır. Esas olarak
politik strateji ve taktik ile ilgili bir ayrışma olarak
anlaşılması gereken bu çatallanmaların teorik boyutu da
mevcuttur. Dikkat çekici olan, Batı
Marksizminin ilk kuşağının iki önemli teorisyeni G. Lukacs ve K.
Korsch’un Konsey Komünizmiyle ilişkisidir.
Diğer bir örnek ise daha geç bir tarihte oluşan ve bir bakıma
Sovyet merkezi politikasının oluşmasından sonra (öncesi de
olmakla birlikte) bir tepki olarak ayrışan İtalyan Marksist A.
Bordiga’nın Sol Komünizmidir”.
Buna
göre:
İlk
mezhep: “II. Enternasyonal adıyla anılan çizginin Marksizm
dışına çıkması”.
İkinci
mezhep: “III. Enternasyonal’le uyuşmayan akımlar”:
-”Konsey
Komünizmi”.
-“Sol
Komünizm”.
“Sol
komünizm”inde bir diz “tarikatı” vardır (Bordigacı
Gruplar).
Yazıda
“Batı
Marksizminin ilk kuşağının iki önemli teorisyeni G. Lukacs ve K.
Korsch’un Konsey Komünizmiyle ilişkisidir” deniyor.
Yani G. Lukacs ve K. Korsch, Batı Marksizminin kurucuları oluyor.
Bunlar aynı zamanda TP'nin de önderleridir.
Üçüncü
mezhep: Troçkizm.
“Troçki’nin
Sovyetler Birliği süreciyle ilişkisinin kesilmesi de bir
çatallanma olarak anlaşılabilir”.
“IV.
Enternasyonal” süreciyle birlikte Troçkizm çok sayıda (bugün
itibariyle 6-8 olduğunu sanıyorum) “tarikat”a ayrışmıştır.
Yazıda
“bu çatallanmaların”
nedeni doğru yerde aranıyor, ama adı konmuyor: “Ana damar
dışında oluşan bu çatallanmaların ortak özelliği, ... Ekim
Devrimi’nde ifadesini bulan politik yaklaşıma olan
mesafeleridir”. Burada
“ana damar”dan neyin kastedildiği; Marks ve Engels dönemi
Marksizminin mi yoksa Marksizm-Leninizmin mi kastedildiği pek
anlaşılmıyor.
“Bu çatallanmaların ortak özelliği,...Ekim Devrimi’nde
ifadesini bulan politik yaklaşıma olan mesafeleridir”
dendiğine göre Marks dönemi Marksizm kastediliyor. “Ana
damar dışında”,
yani Marksizm dışında “oluşan
bu çatallanmaların”
Marksizmle -madem ki, onun dışında oluşuyorlar- ne ilişkisi var,
bu da ayrı bir soru.
Sonuç
itibariyle anlıyoruz ki, bu “çatallanmalar” Marksizm-Leninizme
karşı oluşmuşlardır. “Ekim
Devriminde ifadesini bulan politik yaklaşıma olan mesafe”, “bu
çatallanmaların”
Marksizm-Leninizme olan mesafelerine denk düşmektedir.
Bunlar
çağımızın Marksizmini; Marksizm-Leninizmi reddeden ilk
“mezhepler”dir.
“Ana
akım dışında kalan çatallanmalar, çıkışları esasen politik
ayrışmalar olsa da politik uçlar vermemişlerdir”
derken buradaki “Ana
akım”dan
neyin kastedildiği pek anlaşılmıyor. Sanıyorum “ana akım”
ile Marksizm-Leninizm, SSCB kastedilmektedir. “Ana
akım dışında kalan çatallanmalar, ... politik uçlar
vermemişlerdir”
görüşü de yanlıştır. Yukarıda adı geçen her üç mezhep ve
ikinci mezhebin her iki tarikatı “politik
uçlar”
vermiştir; Marksizm-Leninizme, Bolşevik Partiye; SSCB'ne ve
sosyalizmin inşasına, III. Enternasyonal faaliyetine karşı “çakı
gibi” mücadele etmişlerdir. Bunların faaliyetlerini burada
saymayan gerek yoktur herhalde.
Yazıda
“Çatallanmanın
kolları özellikle Mayıs 1968’e kadar politik ifadeden yoksundur”
tespiti de tamamen yanlıştır. Kim kendini politik olarak nasıl
ifade ediyordu sorusunu açmayacağım, ama 1968'e gelindiğinde
“Marksizmin
çatalları” bayağı
çoğalmıştır.
Yukarıda
belirtilen ilk üç çatala ek olarak oluşan çatallar veya
“mezhepler” şunlardı:
Kim
İl-sungculuk.
Sovyet
modern revizyonizmi.
Kastroculuk.
Maoizm.
“Bütünleştirici
Marksizm”in ne kadar bileşeninin olduğunu
bilmek hakkımızdır. Ne de olsa “bütünleştirici
Marksizm” bu bileşenlerinin barışmasıyla
oluşacaktır!
“Batı
Marksizmi”yle devam edelim:
Yazıda
“Politik
alanda ortaya çıkan ayrışmaların dışında “Batı Marksizmi”
diye bilinen teorik bir okul da mevcuttur. Batı Marksizmi,
Leninizmle ifade edilen Marksist devrimciliğin alanının dışında
çatallanmada teorik bir akımdır” deniyor.
“Frankfurt Okulu”nu da en azından oluşumu bakımından Batı
Marksizmi çerçevesinde ele almak gerekir.
Çok
doğru bir tespit. 1920'lerden itibaren Sovyetler Birliği'nde
sosyalizmin inşasının ele alınışından; o zamana kadar teoride
var olan sosyalizmin uygulanmaya çalışılmasından, proletarya
diktatörlüğünden vb. rahatsız olan birtakım aydın kesimi
Marks'ın Marksizmine sarılarak Marksizm-Leninizme karşı
mücadelede “teorik” bir yuva oluşturmuşlardır. Batı
Marksizmiyle kastedilen budur.
Yazıda
Batı Marksizmiyle ilgili şu değerlendirme yer alıyor:
“G.
Lukacs’ın ve K. Korsch’un dolayımsız Hegelciliği ve
Gramsci’nin Croce dolayımıyla Hegelci idealizmle ilişkilenmesi
dikkat çekicidir. Yine Frankfurt Okulunun psikanaliz ve Hegelciliğe
yönelik çalışmaları bu bağlamda ele alınır. Belirgin bir
şekilde vurgulanan öznecilik ve buna bağlı sınıfçılık Batı
Marksizmi için ortak özelliktir”.
TP,
Post-Marksizmin atalarından bahsediyor.
“Batı
Marksizminin “teorileri ve ilkeleri belirli bir tarihsel olgunun
sonuçları yani 20. yüzyılda Batı Avrupa’da devrimlerin aynı
tarz yenilgisiyle de damgalanmıştır”. “Batı Marksizminin bir
bütün olarak taşıdığı gizli özelliği bir yenilgi ürünü
oluşudur”. III. Enternasyonal’e bağlı KP’lerin teorik ve
politik olarak doktrinerleşmesi, Ekim Devrimi sonrasında politik
hareketteki düşüş Batı Marksizminin akademik bir eğilim olarak
oluşmasına zemin hazırlamıştır. Yine Genç Marx’ın
bilinmeyen eserlerinin gün yüzüne çıkması bu akımın çalışma
kaynaklarını genişletirken etkisini de güçlendirir”.
Bu
anlayışı şöyle okumak gerekir:
İllada
Marksizm diyorsunuz. Yanı başınızda Bolşevikler dünyanın
altıda birinde sosyalizmi inşa etmeye çalışıyor. Dünya işçi
sınıfının ve emekçi yığınlarının gözü SSCB'de ve ona
yardım ediyor. SSCB'nin kapıları bu inşaya katkıda bulunmak
isteyenlere açık. Siz bunların hepsini görmek istemiyorsunuz veya
reddediyorsunuz ve Marks'ın Marksizmine sarılarak, bir de elinize
geçen
“Genç Marx’ın
bilinmeyen eserlerini”
didik didik ederek Marksizm-Leninizme karşı kullanıyorsunuz. Bunu
yapanlar herhalde en doğrucu “Marksist “ oluyorlar!
Coğrafyamızda
da TP, aynı durumda değil mi? “Mavi boncuk” dağıttığı ve
dağıtmadığı örgütler koşuşturuyorlar, bildiklerini
doğru-yanlış uygulamaya çalışıyorlar, kurşunlanıyorlar
zindanlara atılıyorlar, işkencelerden geçiyorlar, aç-susuz
kalıyorlar, ama mücadeleye devam ediyorlar. TP ise onlara akıl
vermeye, iradelerini kırmaya çalışıyor, “tanrı katı”ndan
aşağı inmiyor, fanusundan dışarı çıkmıyor; onları
küçümsüyor, ama birleştiriyor, bütünleştiriyor kendi kendine
de bir tür Marksizm oluşturuyor!
TP'ye
kaynaklık eden Batı Marksizmi ve TP işte budur.
Devamla
TP şu değerlendirmeyi yapıyor:
“1968
hareketi Batı Marksizmi açısından yeni bir dönemi ifade eder.
Kökenini Lukacs, Korsch ve Gramsci’den alan ilk kuşak, teorik
zeminde ortaklaşa, ancak özellikle merkezi KP’lere mesafeliyken,
mesafelerini koruyan ikinci kuşak teorisyenler politik harekete daha
yakın olmuştur. Burada Negri’nin çalışmaları üzerinden ifade
edeceğimiz ve Batı Marksizminin öncülleriyle ilişkili olan
“Otonomist Marksizm” ikinci kuşak Batı Marksizminin politik
uçvermesinin ifadesidir”.
Burada
“Batı
Marksizmi(nin)...
Lukacs, Korsch ve Gramsci’ (gibi)
ilk kuşağı(nın)”
aynı zamanda TP'nin de ilk önder kuşağı olduğunu söyleyelim.
TP
sayesinde “Otonomist Marksizm”in de Batı-Marksizminin
1960'lardan sonra açığa çıkan bir tarikatı olduğunu
öğreniyoruz. TP, “Otonomist Marksizm” Marksizmden aforoz
etmiyor, onu da “Marksizmin
genel alanı”nın
bir bileşeni olarak görüyor.
Yazıda
“bir parantez ile” Althusser “üstat”ın bir “damardan
girişi”ne yer veriliyor:
“Burada
bir parantez ile belirtilmelidir ki Althusser’in Kapital’i Okumak
ve Marx İçin adlı çalışmaları Batı Marksizmi ve egemen
Marksizm anlayışı arasında kurulan ilişkiye bir müdahaledir.
Ekonomizm, tarihselcilik ve teorik hümanizme karşı Althusser
Marksizme felsefeden bir müdahalede bulunmuştur. Her ne kadar Batı
Marksizmiyle birlikte anılsa da Althusser’in eserini anti-Batı
Marksizmi olarak ele almak daha uygun olacaktır”.
“Üstat”,
Batı-Marksizminin “egemen Marksizm” diye tanımlanan Sovyet
modern revizyonizmiyle ilişki kurmasına karşıdır ve bu nedenle
de TP, “üstat”ın “Ekonomizm,
tarihselcilik ve teorik hümanizme karşı... Marksizme felsefeden
bir müdahale”
edişini ayrıca belirtme gereği duyuyor.
Yazı,”Otonomist
Marksizmi” ve Negri'yi değerlendirirken dikkatimizi çeken şu
anlayışa yer veriyor:
“Negri,
Kapital’in Marx’ına karşı Grundrisse’nin Marx’ını
çıkarıyor:... Gramsci’nin
“Kapital’e Karşı Devrim” yaklaşımı Negri’nin ağzından
ifade edilmektedir”.
Peki,
Althusser Negri'den aşağı kalıyor mu? O da “olgun” Marks'ın
karşısında “genç” Marks'ı çıkartmadı mı? Biri Kapital'in
karşısına Grundrisse'yi koyuyor, diğeri de “olgun” Marks'ın
karşısına “genç” Marks'ı koyuyor. Böylece Marksizmin
teoride ve yöntemde dünya görüşü olarak bütünselliğine halel
getirmek; bu bütünselliği parçalarına ayırmak için Marksizm
istenildiği gibi çekiştiriliyor. Bu da Post- Marksizmin temel
yöntemlerinden birisidir.
Yazı
sonunda “İmparatorluk ve Çokluk”a gelir.
Bu
alt başlık altında TP, kendi “ezilen” anlayışıyla Negri'nin
“çokluk” anlayışının bir ve aynı şey olmadığını döne
döne anlatır. Öyle ki, “Çokluk
ile ezilenler arasındaki fark kategoriktir”
demek zorunda kalır.
Şimdi
bu iki kavramı TP'nin nasıl ele aldığına bakalım.
“İmparatorlukla
birlikte anılan ‘Çokluk’ ise oluş halindeki politik
öznelliktir, “potansiyel olarak üretime katılan tüm figürlerden
oluşur”(Alıntılar
a.g. yazıdan).
Tamam.
Negri“Çokluk’
ise oluş halindeki politik öznelliktir”
diyor. Ya siz ne diyorsunuz? Önce Althusser'e uyarak özneyi
reddediyorsunuz; tarihten aforoz ediyorsunuz. Ama sonra yine
Althusser'e uyarak özneyi kabul ediyorsunuz. İşte örneği:
“Kısaca,
felsefi düzeyde konuşarak özne kategorisini reddeden Althusser...
Yani özne kategorisi reddiyle birlikte tarih bilimine, nesnelliğe
işaret etmektedir. Ve Althusser, işçiler, köylüler, halk
(sonuçta belirli sınıfların toplamıdır), hatta karşıtı olan
ezeni de beraberinde içerdiği için ezilenler’in bir tür özne
olabileceklerini çok iyi bilmektedir”
(“Marksist Çağrı ve Ezilenler” yazısından).
Ne
oldu şimdi? Althusser, önce özneyi reddetti, “sonra
da ezilenler’in bir tür özne olabileceklerini çok iyi
bilmektedir” durumuna
geldi. TP de öyle. Aynen “üstat” gibi hareket ediyor; önce
reddediyor, sonra da bir biçimde kabul ediyor. Hem öyle hem de
böyle!
Yazıda
“Öncelikle
‘işçi sınıfı’nı politik özne olmanın getirdiği gelenek
yükünden kurtulmaya çalışır Negri”
deniyor.
Tamam.
Negri, işçi sınıfını ötelemek, önemsileştirmek ve ”çokluk“u
onun yerine koymak, önemlileştirmek için katakulli yapmaktan da
çekinmiyor.
Ya
siz ne yapıyorsunuz, sınıf olarak işçi sınıfını yok
sayıyorsunuz, tanımıyorsunuz, an'da olanı; tek tek işçileri,
işçi gruplarını görüyorsunuz; resmen ve düpedüz işçi sınıfı
düşmanlığı yapıyorsunuz.
TP,
en azından “çokluk” konusunda Negri'den kaçmak istiyor ama bir
türlü kurtulamıyor:
Yazıda
şöyle deniyor: “Politik
özne’ olduğu iddiasıyla öne sürülen Çokluk, kaçınılmaz
olarak daha önce belirlenen ‘politik özne’lerle hesaplaşmak
durumundadır”.
Doğrudur,
bir görüş öne sürülüyorsa kanıtlanması gerekir. Kanıtlama
da hangi biçimde olursa olsun bir hesaplaşmadır. Negri, “çokluk”
adına bu hesaplaşmayı işçi sınıfıyla yapıyor. Ya siz, ya TP
ne yapıyor? I. Enternasyonal döneminde Marks ile Bakunin arasındaki
mücadeleyi devrimci dinamiğe indirgeyerek kimde devrimci potansiyel
var; işçi sınıfında mı yoksa “ezilenler”de mi diye; işçi
sınıfı yok, “canlı
kanlı işçiler var”
diye işçi sınıfıyla “ezilenler”” adına hesaplaşmıyor
musunuz?
“İşçi
sınıfı, “Çokluğun içindeki diğer emek sınıflarına nazaran
siyasal bir ayrıcalığı olmadığı” belirtilerek daha önce
etraflıca anlattığımız nedenlerle ilk elenenler kısmındadır.
Ancak ‘halk’, ‘kitle’, ‘güruh’ olarak politika sahnesine
indirilen ve Negri’nin paradigmalarında hiçbir zaman rol
oynamayan ancak Çokluk belirlemesine yakın duran kategoriler de
mevcuttur”
diyorsunuz.
Bu
ne anlama gelir? Tamam, öncelikle kafanıza göre işçi sınıfını
eleştiriyorsunuz. Sonra ne anlatıyorsunuz? “Ezilenler”in
içinde “Çokluk belirlemesine yakın duran kategoriler de
mevcuttur”
diyorsunuz. Demek ki, en azından “çokluk” ile “ezilenler”in
belli benzerlikliklerini; çakıştıkları noktaların olduğunu
kabul ediyorsunuz.
Yazıda
aynen şöyle deniyor:
“Negri
açısından ‘halk’ bir ‘toplumsal özne’ olarak belirmez.
‘Halk’ bir’dir. Halk eyleme kudretini ancak bir oluşumu
değerlendiren ‘politik özne’nin müdahalesiyle elde eder.
‘Halk’ın kendi başına, kendinde politik bir değeri yoktur.
Halk içeriden bir adlandırma değil, dışarıdan bir bağlama
bağımlı oluşan, bu bağlamla birlikte çağrıya cevap veren ya
da vermeyenin adıdır. “Ey halk ayağa kalk!” ancak bir politik
öznenin belirli bir politik durum dahilindeki çağrısıyla
belirginleşebilir. Bu anlamıyla “tekilliği”, kendine yönelik
kurucu potansiyeli yoktur. Ancak kurulabilir. Negri için halk,
anakronik ulus-devlet dönemine aittir. Halk, öncelikle, toplumsal
bir ‘öznellik’ taşımama bağlamında egale olmuştur.
‘İmparatorluk’un arazisinde üretimin ve toplumsallığın
dönüşümünde ‘toplumsal özne’ olarak bir dönem ‘işçi
sınıfı’nın karşıladığı yeri, artık onun ‘daraltan’
eksenini aşan toplumsal bir öznellik doldurur: Çokluk!”
Peki,
TP ne diyor? Yukarıdaki değerlendirme şöyle de formüle
edilebilir:
Negri,
halkı böyle yok sayıyorsa; “anakronik
ulus-devlet dönemine aittir”
diyorsa, TP de “gerçek
dünyada işçi sınıfı diye bir şey yoktur”
diye işçi sınıfını yok sayıyor (“Marksist Çağrı ve
Ezilenler” yazısından).
Biri
halkı yok sayarak, diğeri de işçi sınıfını yok sayarak aynı
noktaya varıyor: Çoklu/ezilenler.
TP'nin
konuya ilişkin yukarıdaki değerlendirmesini TP için şöyle
formüle edersek yanılmış olmayız:
“TP
açısından ‘işçi sınıfı' bir ‘toplumsal özne’ olarak
belirmez. ‘İşçi sınıfı' bir’dir. İşçi sınıfı eyleme
kudretini ancak bir oluşumu değerlendiren ‘politik özne’nin
müdahalesiyle elde eder. ‘İşçi sınıfı'nın kendi başına,
kendinde politik bir değeri yoktur. İşçi sınıfı içeriden bir
adlandırma değil, dışarıdan bir bağlama bağımlı oluşan, bu
bağlamla birlikte çağrıya cevap veren ya da vermeyenin adıdır.
“Ey işçi sınıfı ayağa kalk!” ancak bir politik öznenin
belirli bir politik durum dahilindeki çağrısıyla
belirginleşebilir. Bu anlamıyla “tekilliği”, kendine yönelik
kurucu potansiyeli yoktur. Ancak kurulabilir. TP için işçi sınıfı,
Marks'ın anakronik Marksizmi dönemine aittir. İşçi sınıfı,
öncelikle, toplumsal bir ‘öznellik’ taşımama bağlamında
egale olmuştur. Kapitalist üretim biçiminde üretimin ve
toplumsallığın dönüşümünde ‘toplumsal özne’ olarak bir
dönem ‘işçi sınıfı’nın karşıladığı yeri, artık onun
‘daraltan’ eksenini aşan toplumsal bir öznellik doldurur:
Ezilenler!”.
Yukarıdaki
yorumlamanızın bu biçimde formüle edilmesine itiraz edebilir
misiniz? Böyle bir yorumlamada yanlış olanı gösterebilir
misiniz?
Saklamaya
çalışmayın, “ezilenlerin Marksizmi”ne gönül vermiş
olanları kandırmak için kırk dereden su getiriyorsunuz.
Marksizm-Leninizmi “ezilenlerin Marksizmi” biçiminde
Post-Marksizmle tasfiye etmeye çalışanlara ideolojik önderlik
ediyorsunuz ama buna rağmen “çokluk” ve “ezilenler”
arasındaki diyalektik bağı; aynılığı ortadan
kaldıramıyorsunuz.
TP,
“çokluk”u anlatırken “ezilenleri” anlatıyor:
“Çokluk
bir tekillikler toplamıdır, ancak liberal teorinin kendinde birey
öznesinden farklı olarak Çokluk’un tekilliği işbirliği üretir
ve kolektif etkinlikte bulunur. Çokluk’un tekillikleri bir
kütledeki gibi farksız birlikte erime ile değil çoğullukla
tanımlanır” (Aynı
yazıdan).
Yukarıdaki
alıntıda yer alan “çokluk”u çıkartalım ve yerine
“ezilenler”i koyalım. Bakalım ne olacak.
“Ezilenler
bir tekillikler toplamıdır, ancak liberal teorinin kendinde birey
öznesinden farklı olarak ezilenlerin tekilliği işbirliği üretir
ve kolektif etkinlikte bulunur. Ezilenlerin tekillikleri bir
kütledeki gibi farksız birlikte erime ile değil ezilenlerle
tanımlanır”.
Bu
anlamda da “çokluk” ve “ezilenler” arasında bir fark yok.
“Ezilenler
ve Çokluk” ara başlığı altında okuyoruz:
“Çokluk’u
içeriklendirmede anılan göçmenler, işsizler, kadınlar gibi
toplumsal katmanlar ezilenler kategorisinin de bileşeni olabilir,
ancak ısrarla belirtilmelidir ki, bir tarihsel öznellik olarak
‘Çokluk’la, teorik-politik bir kategori olarak ‘ezilenler’
arasındaki fark esastandır”.
TP'ye
“ezilenler” kimleridir diye sorarsanız “köylüler,
ezilen halklar, gençler, siyahlar vb.”
diye sayar. İşçiler de ezilenlerin bir parçasıdır (Marksist
Çağrı ve Ezilenler yazısından), kadınlar da, göçmenler de
öyle. Zaten yukarıdaki alıntıda “Çokluk’u
içeriklendirmede anılan göçmenler, işsizler, kadınlar gibi
toplumsal katmanlar ezilenler kategorisinin de bileşeni olabilir”
deniyor.
Bileşenleri
bakımından her ikisi arasında bir fark yok. Ama TP
“ancak ısrarla belirtilmelidir ki, bir tarihsel öznellik olarak
‘Çokluk’la, teorik-politik bir kategori olarak ‘ezilenler’
arasındaki fark esastandır”. TP,
fark arıyor ve çokluğun ezilen, ezilenin çokluk olamayacağını
gösteren farkı buluyor da:
“Ezilenler,
farklı tarihsel bağlamlarda ‘devlet’ temel ayıracının ezme
pratiğinin yöneldiği kesimleri öne alır. Burada devletin temel
karakteri “şiddet aygıtı” olarak örgütlenmesidir ve herhangi
bir tarihsel biçimi –monarşi, ulus-devlet, aristokrasi,
demokrasi, ‘İmparatorluk’ vs.– bir ezme, tahakküm örgütü
olduğunu değiştirmez. Bu anlamıyla Marksist politikanın
başlangıç noktası ezilenlerden yana önsel konumdur”.
Tamam.
TP, biçimi ne olursa olsun devletten, bu arada İmparatorluk'tan ve
onun ezmesinden bahsediyor. İyi ya Negri de bundan pek farklı bir
şey söylemiyor.
Ama
bir farkın olması gerekir. “Bu
anlamıyla Marksist politikanın başlangıç noktası ezilenlerden
yana önsel konumdur” diyor
TP. Peki Negri, “Marksist
politikanın başlangıç noktası (Çokluk'tan) yana (arkasal)
konumdur”
mu diyor? Demiyor. “Marksist
politikanın başlangıç noktası ezilenlerden yana”
ne kadar “önsel
konum”
ise Negri açısından da “Marksist
politikanın başlangıç noktası”
ezilenlerden yana o kadar “önsel
konumdur”.
Sonunda
TP, farkı somutlaştırıyor:
“Ancak
ezilenler kategorisinin tarihsel bileşenlerinde genişleme ve
daralmalar olsa da esas belirleyeni konjonktürde ezilenin konumudur.
Çokluk ise Negri’nin ifade ettiği anlamıyla İmparatorluk içinde
beliren tarihsel ‘özne’dir. Burada ‘devlet’ ayıracı gözden
yiter. Çokluk bir ‘sınıf özne’ olarak belirir. Ezilenler ise
‘politik özne’ değildir. Politik öznenin –örgütün–
gözettiği nesnel koşuldur olsa olsa”.
Şimdi
anlaşıldı;”ezilenler
kategorisinin tarihsel bileşenlerinde genişleme ve daralmalar”
olabilir, ama önemli olan bu değildir: önemli olan,
“konjonktürde
ezilenin konumudur”.
Anlamaya çalışalım: “Konjonktürde
ezilenin konumun”
yoksa, ezilen değilsin, “konjonktürde
ezilen konumun“ varsa
ezilensin; bu durumda devletin ezme eylemine bağlı olarak bazen
ezilensin, bazen de ezilmeyensin! Herhalde bu nedenden dolayı
“Ezilenler
ise ‘politik özne” olmuyorlar,
ama en fazlasıyla -”olsa
olsa”- “Politik öznenin –örgütün– gözettiği nesnel
koşul”
oluyorlar.
Buna
karşın “Çokluk
ise Negri’nin ifade ettiği anlamıyla İmparatorluk içinde
beliren tarihsel ‘özne” oluyor.
Özneyi
tarihten aforoz eden Althusser “üstat”ı kurtarmak için
“Ve Althusser, işçiler, köylüler, halk (sonuçta belirli
sınıfların toplamıdır), hatta karşıtı olan ezeni de
beraberinde içerdiği için ezilenler’in bir tür özne
olabileceklerini çok iyi bilmektedir”
diye yazan da TP'dir. (Marksist Çağrı ve Ezilenler” yazısından).
Bu
durumda ezilenler en azından
“bir tür özne”
olmuyorlar mı?
Oluyorlar.
*
6.
makale
“ÇATALLAŞAN”
MARKSİZM - “ÇAKMA” MARKSİZM (II)
(Anadolu
coğrafyasında Post-Marksizm savunuculuğu)
(Sıkça
sorulan sorular)
7.
makale
POST-MARKSİZM
- “EZİLENLERİN MARKSİZMİ”
SINIFTAN KAÇIŞIN TEORİLEŞTİRİLMESİ
(İşçi
Sınıfı - “Ezilenler” ve “Çokluk”)
(Sıkça
sorulan sorular)
8.
makale
BİR
DEMAGOGUN HEZEYANLARI
“EZİLENLERİN
MARKSİZMİ” - “ÇAKMA MARKSİZM”
“EZİLENLERİN
MARKSİZMİ” - ANTİ-SINIFÇILIK
(Sıkça
sorulan sorular)
9.
makale
“EZİLENLERİN
MARKSİZMİ”
“ÇAKMA MARKSİZM” - POST-MARKSİZM
MARKSİZM-LENİNİZME
GÖRE “EZİLENLER” VE “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” NEDİR NE
DEĞİLDİR
(Sıkça
sorulan sorular)
10.
makale
POST-MARKSİZM
- EMPERYALİST
KÜRESELLEŞME VE EZİLENLER
Post-Marksist
arayışların Anadolu coğrafyasına yansımaları (I)
(Sıkça
sorulan sorular)