ORTADOĞU
HARİTASI DEĞİŞİYOR MU?
Ortadoğu'daki
gelişmeler, bölgenin siyasal haritasını değiştirecek boyutlara
varmıştır. Anlaşılan o ki, “Hiçbir şey artık eskisi gibi
olmayacak”, en azından yüzyıllık statüko yıkılıyor. Ülkeler
parçalanıyor, en azından fiilen bölünmüş durumdalar. Libya,
Suriye, Irak bu durumda. Görünüşte din motifli çatışmalar;
Sünni-Şii çatışmaları derinleşiyor. Her bir tarafın arkasında
farklı güçler ve çıkarlar var. Amerikan emperyalizmi, kendi
yetiştirmesi El Kaide'yi sonradan dövmeye kalkışması gibi şimdi
de yine kendi beslemesi IŞİD'i son hareketlerinden dolayı dövüyor.
Bu IŞİD, her nasılsa Irak'ta doğuyor, Suriye'de kendine bir alan
açıyor ve yeniden Irak'a saldırarak Halifelik kurduğunu ilan
ediyor. Öyle ki, bölgedeki ülkelerin sınırlarını tanımadığını
açıklıyor. İngiliz, Fransız emperyalistlerinin, sonrasında ve
şimdi Amerikan emperyalistlerinin, Rus ve Çin emperyalistlerinin
bir türlü vazgeçemedikleri, yerli işbirlikçileriyle birlikte
kanlı savaş yürüttükleri alanın tam da göbeğinde Ortadoğu'nun
siyasal tarihini değiştiren adımlar atıyor. IŞİD'in doğuya
(Güney Kürdistan ve Irak Şii hakimiyeti alanına) doğru
ilerlemesi Amerikan hava saldırılarından ve Kürt direnişinden
(HPG, YPG, YPJ) dolayı şimdilik durdurulmuş durumda. Açık ki,
IŞİD doğuda sınırına varmıştır. Ama Güneyi Ürdün, S.
Arabistan), Kuzeyi (Türkiye) ve Batısı (Lübnan) IŞİD için açık
alan.
Karışık
işler! IŞİD yakıp yıkarken, soykırım yaparken sesi çıkmayan,
seyreden ABD, kendi şirketlerinin elinde olan petrol alanına
yaklaşınca, insanlığı, yapılan soykırımını hatırladı,
Kürdistan'a dokunamazsın dedi ve hava saldırıları düzenlemeye
başladı.
Uluslararası
alanda hep demokrasiden vb. bahseden emperyalist ülkelerin
seyirciliği IŞİD'in arkasında hangi güçlerin durduğu konusunda
oldukça düşündürücü olmalıdır. Her ne kadar haddini
bildirmek için ABD, IŞİD'e havadan saldırsa da aslında
desteklemektedir. ABD ve ortakları, IŞİD'i, İran'ın bölgedeki
etkinliğini kırmak için, Maliki'yi hizaya getirmek için, Irak'ta
Sünni kesimin iktidarda yeniden bir parça da olsa söz sahibi
olmasını sağlamak için, Suriye'de Esad rejimini yıpratmak için
kullanmaktalar. Şimdiye kadar müdahale etmemeleri bunun açık
ifadesidir.
Diğer
taraftan, sanki anlaşmalı gibi aynı dönemde İsrail Gazze'ye
saldırıyor ve katliam yapıyor. Amerikan emperyalizmi bu katliamı
kınayacağına, İsrail'in savunma hakkından bahsediyor, Gazze'den
füze fırlatılmasını kınıyor. Sanki savaşı, işgali başlatan
Hamas, sanki katliam yapan Filistinliler.
İsrail'in
bu saldırısı ve katliamı için vesile var ama neden yok. Sanki
IŞİD ile koordineli bir harekat!
Son
gelişmeler Ortadoğu'da halkların büyük acılarla, tehlikelerle
karşı karşıya olduklarını göstermektedir. I. Dünya Savaşı
sürecinde İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin çıkarları
doğrultusunda çizilen harita (Sykes-Picot Anlaşması) böl, yönet
ve talan et haritasıydı. Koşullar değişti ve değişen
koşullarda yeni bir “böl, yönet ve talan et”in mezhep
savaşları sonucunda, devletçikler kurarak gerçekleştirilmek
istendiği ortaya çıkıyor. Emperyalizm 21. yüzyılda Ortadoğu'nun
haritasını mezhep savaşları sonucunda, devletçikler kurarak
yeniden çizmek istiyor.
Ortadoğu'daki
bu mezhep savaşları, kontrollü savaşlar ve katliamlardır.
Bölgesel güçlerin (örneğin Türkiye, İran, S. Arabistan) şu
veya bu çıkarı söz konusu olabilir, öyledir de, ama bu
çatışmaları esas örgütleyen, yönlendiren ve kontrol eden
emperyalist güçlerdir, öncelikle de Amerikan emperyalizmidir.
Bütün bunlar onun Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme planının
(Büyük Ortadoğu Projesi) adımlarıdır.
Emperyalizm,
öncelikle de Amerikan emperyalizmi Ortadoğu'yu kan gölüne
çevirdi. Hem yeraltı kaynaklarını kontrol etmek hem de bölgenin
stratejik konumunu kendi çıkarları için kullanmak isteyen
emperyalist güçler, Ortadoğu'da sınırların da değişmesine
neden olabilecek oyunlarla bölüyor, parçalıyor,
etkisizleştiriyor, mezhep çatışmalarını kışkırtıyor ve
hakimiyetini sürekli kılmaya çalışıyor.
Özellikle
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana Amerikan
emperyalizmi, Basra Körfezi merkezli Ortadoğu'da zengin enerji
yataklarını ve bölgenin stratejik önemli alanlarını kontrol
etmek ve nüfuzunu istikrarlı kılmak için kendi kışkırtmasının
sonucu olarak üç savaşa neden olmuş ama istediği sonuca
ulaşamamıştır. Amerikan emperyalizminin “Anti-terör Savaşı”
hem Irak'ta ve hem de Afganistan'da başarısız kalmıştır. Bu
“yeni sava” ABD için bir hezimet olmuş, birçok Amerikan
politikacısı veya politikacı olarak Amerikan emperyalizminin
sözcüsü, Irak savaşının bir hata olduğunu açıklamıştır.
Öyleyse
2011'den bu yana devam eden Suriye'deki iç savaş ve güncel
gelişmeler bu hatanın bir sonucudur. Her halükarda bölgedeki
güncel gelişmeler Amerikan emperyalizmi politikasının devamıdır.
Sahte savaş nedenleriyle (kitle imha silahlarının varlığı)
Irak'ta Saddam rejimi 2003'te devrildi. ABD tarafından kurulan
Maliki rejimi hiçbir zaman Irak'ta kontrolü sağlayamadı. Şii
yanlısı, Sünni karşıtı baskıcı politikasıyla Maliki, Irak
halkının büyük bir kısmını, özellikle de Sünnileri karşısına
aldı. Amerikan askerlerinin çekilmesinden sonra ise Maliki
hükümeti, sürekli şu krizle bu krizle boğuşmak zorunda kaldı.
11
Eylül saldırıları gerekçe gösterilerek Ekim 2011'de başlatılan
Afganistan Savaşında Amerikan emperyalizmi gerici Taliban rejimine
ve El Kaide'ye karşı geniş bir emperyalist koalisyon kurabilmişti.
Hemen bütün emperyalist ülkeler ortak hareket etmişlerdi. Ama
Irak Savaşında emperyalist ülkelerin aynılaşmayan çıkarlarından
dolayı ortak hareketinden ziyade bloklara ayrılmışlığını
görmekteyiz; bir tarafta ABD ve İngiltere yer alırken, diğer
tarafta Almanya, Fransa, Rusya ve Çin yer almaktaydı. Bu güçler,
sadece Saddam Hüseyin'e haddini bildirmek konusunda ortak hareket
edebiliyorlardı.
Amerikan
hükümeti, Irak'ta kitle imha silahlarının; biyolojik ve kimyasal
silahların olmadığını sonradan açıkladı. Bu yalanın nedeni
ise gerçek emperyalist çıkarların gizlenmesiydi. Amerikan
sermayesi, bölgedeki petrol kaynaklarını ve önemli deniz nakliye
yollarını kontrol etmek ve rakiplerinin bu alanlarda uzak tutmak
amacındaydı. Alman, Fransız, Rus, Çin emperyalistleri ise bu
alanı tek başına ABD'ye bırakmamak, pay kapmak ve bölge
ülkeleriyle ticaretlerini geliştirmek amacındaydılar. Öyle ki,
Ortadoğu'nun her bakımdan kontrolünü ABD'den devralma opsiyonunu
da açık tutarak hareket ediyorlardı.
Bu
çelişkiden dolayı Afganistan Savaşında oluşturulan ortaklık
veya emperyalist ülkelerin “anti-terör savaşı”nda
ortaklaşmaları Irak Savaşında krize dönüşmüştü; savaş
öncesinde Avrupa “eski”-”yeni” diye ikiye bölünmüş, AB,
NATO, BM, G-8, IMF, DB farklı görüşlerden dolayı hareket edemez
hale gelmişlerdi.
Sonuç
itibariyle İngiltere ile birlikte Amerikan emperyalizmi Saddam
iktidarını askeri olarak yıkmış ve baş işgalci güç olarak
Irak'ı işgal etmiştir. Ama bu savaşın ve işgalin siyasi bedeli
oldukça ağır olmuştur; Irak'ın işgali ABD açısından
fiyaskoyla sonuçlanmış ve Amerikan emperyalizminin “Yeni Dünya
Düzeni” de Ortadoğu cephesinde büyük bir darbe almıştır.
Tabii
bu, Amerikan emperyalizmini dünya hakimiyeti planından vazgeçtiği
anlamına gelmez. “Arap Baharı” ile başlayan süreci özellikle
Amerikan emperyalizmi konumunu yeniden güçlendirmek, rakiplerini
geriletmek için kullanmıştır. Gaddafi devrilmiş ve Libya bugün
için devlet olmaktan çıkartılmıştır. Mısır'da ordunun
darbesi desteklenmiş ve İsrail ve Amerikan politikasını uygulayan
Sisi diktatörlüğü kurulmuştur. Suriye'de başlatılan iç savaş
istenildiği gibi gitmemiş ve Irak yeniden karışmıştır. Neden?
Saddam
rejiminin devrilmesinden sonra bölgedeki siyasal durum değişmiştir.
Irak Savaşından sonra Türkiye, İran ve S. Arabistan gibi bölge
ülkeleri, bölge sorunlarında sadece taraf olmakla kalmamışlar,
güçlü bir biçimde gelişmelere kendi çıkarları için yön
vermeye çalışmışlardır. Bunu en açık bir biçimde Suriye'de
iç savaşın gelişme seyrinde görmekteyiz. Bölgede çıkarlarının
tehlikede olduğunu gören diğer emperyalist güçlerin de örneğin
Suriye sorununa müdahil olmaları, gelişmelerin daha da
karmaşıklaşmasını beraberinde getirmiştir. Öyle ki, Suriye'de
muhalif güçler söz konusu olduğunda kimin elinin kimin cebinde
olduğu adeta belirsizleşmiştir. IŞİD'in Irak'a saldırısından
sonra, sürekli Maliki rejimi yanında yer alan İran ile ABD
arasında işbirliği dahi gündeme gelmiştir.
Ortadoğu'da
güçler dengesi – Kim kime karşı savaşıyor?
Suriye'de
iç savaş sürecinin belli bir aşamasından sonra IŞİD, dünya
kamuoyu tarafından sürekli tartışılan bir konuya dönüştü.
Irak'a saldırısından ve Musul'u işgalinden sonra da
“efsane”leştirildi. Musul başta olmak üzere Irak'ta Sünnilerin
yaşadıkları alanı işgal eden, Bağdat'a yürüyen, bugün de
Kürtlerle (Peşmerge ve YPG, HPG ) ile çatışan gerçekten de tek
başına IŞİD mi?
Musul'un
iki milyona yakın nüfusu var. Bu büyüklükte bir şehrin ve
ötesinde bölgenin IŞİD tarafından sadece kendi gücüne
dayanılarak ele geçirilmesi imkansızıdır. Açık ki, burada
başka güçlerle ortak hareket edilmiştir. Bu güçlerin başında
da Saddam döneminden kalma ordunun unsurları gelmektedir. Yani
“Ulusal, Panarap ve İslamcı Direniş” güçleri Musul ve
bölgenin işgalinde önemli bir rol oynamışlardır. Bu güçlerin
önderi de İzzet El Nuri'den başkası değildir.
Amerikan
emperyalizminin Irak politikasının sonucu, bu ülkenin fiilen üçe
bölünmüş olmasıdır: IŞİD, batı Irak'ın büyük bir
bölümünde hakim durumdadır. Kuzeyde, yani Güney Küdistan'da
Kürt Otonom yönetimi ve güneyde ve Bağdat'ta ise merkezi
hükümetin hakimiyeti söz konusudur.
IŞİD'in
Irak'a saldırısından sonra ABD, Maliki hükümetinden kurtulmak
için yeni bir merkezi hükümet arayışına girmiş, ama şimdiye
kadar bir sonuç alamamıştır.
IŞİD
gibi güçlerin oluşumunda ve güçlenmesinde Amerikan
emperyalizminin payı belirleyicidir. Sovyetler Birliği'nin
Afganistan'ı işgalinden sonra İslami güçleri örgütleyen ve
işgale karşı kendisi için savaştıran ABD'den başkası değildi.
Güçlendikten sonra kendi başına hareket eden bu güçlere
-örneğin El Kaide- karşı Amerikan emperyalizmi savaşla,
“anti-terör” politikası uygulamakla karşılık verdi. İslami
görünüşlü bu çeteler, sahte anti-emperyalist sloganlarla ABD
düşmanlığı yaparak “İslam dünyası”nda sempati
toplayabilmişlerdir. Sınıfından kopmuş lumpen proleter
unsurlardan oluşan bu faşizan güçler, artık şu veya bu ülkede
yerel bir sorun olmaktan çıkmıştır. Ortadoğu'nun ötesinde
Afrika'nın Sudan, Mali, Kenya, Nijerya, Libya gibi ülkelerinde de
terör estirmekteler, katliamlar yapmaktalar.
IŞİD
gibi bir örgütün ortaya çıkması ve güçlenmesi, başta ABD ve
AB olmak üzere batılı emperyalist güçlerin ve onların
Ortadoğu'daki yerel müttefiklerinin politikalarından ayrı
düşünülemez. Amerikan işgalinin Irak'ta oluşturduğu kaos
ortamıyla aynı dönemde IŞİD'in ortaya çıkması, aynı şekilde
Suriye'de iç savaşta taraf olması tesadüfi değildir. Başta ABD
olmak üzere batılı emperyalist güçler, Ortadoğu'da “rejim
değişimi” için bu türden çeteleri kullanmışlar ve
kullanmaktalar.
“İslam
dünyası” denen bir dünya da yok. Her ne kadar “İslam
Konferansı Örgütü” adı altında 1969'da kurulan, 57 üyeye
sahip, Avrupa Konseyi veya Birleşmiş Milletler gibi uluslararası
hukuk tüzel kişiliği olan bir uluslararası örgüt varsa da,
bunun herhangi bir nüfuzunun olmadığı en azından Gazze
katliamında görüldü. Bu teşkilattan herhangi bir beklentim
olduğundan dolayı değil, en azından “İslam dünyası”ndan
insanların bir beklentisinin olabileceğinden dolayı. Bu dünyayı
temsil eden Türkiye, S. Arabistan ve başkaca ülkeler zaten bu
oyunun içindeler. Öyle ki emperyalizm, bu dünyanın mezhep
ayrılığını kışkırtarak param parça olmasını sağlamış ve
çıkarlarına göre kullanmaktadır. Şii-Sünni ayrımı
Ortadoğu'da, İran, Suriye, Irak (Maliki hükümeti), Hizbullah
(Lübnan) bir yanda, Türkiye, S. Arabistan, Katar vb. diğer yanda
uzlaşmaz bir cepheleşmeyi beraberinde getirmiştir. Bu bir
“hilal”ler kavgasıdır. Bunun ötesinde Suriye savaşında
görüldüğü gibi Sünni kesimde mezhep farklılığı katliam
boyutlarına varan bir hesaplaşmaya dönüşmüştür. Bölge
üzerinde hesabı olan emperyalist güçler ve onun yerel
işbirlikçileri bu mezhepçi örgütleri savaştırarak katliama
devam ediyorlar. Sürdürülen bu katliamda dinsel ögelerin sürekli
ön plana çıkartılmasından dolayı Ortadoğu'daki esas oyuncular
pek görülemiyor; bu oyuncuları gösteren fotoğraf çekilemiyor.
Ama
açık ki Ortadoğu'nun sınırları yeniden çizilmektedir,
belirlenmektedir.
İran'ın
Suriye iç savaşında taraf olması, Esad rejiminin yanında yer
alması, onu bütün gücüyle desteklemesi, aynı zamanda Esad'ı
destekleyen Rusya ve daha arka planda duran Çin ile bölgede aynı
kulvarda koştuğunu gösterir. İran stratejisi açısından
Suriye'de Esad'ın kazanması, Şii adı altında İran hakimiyetinin
Irak, Suriye üzerinden Lübnan'a uzanması demektir; bu Basra
Körfezi ile Akdeniz'in birleştirilmiş bir hakimiyet alanına
dönüştürülmesi anlamına gelir. Bu gelişmeden rahatsız
olanların başında Türkiye, S. Arabistan ve Katar gelmektedir.
Bunlar da ABD ve AB kontrollü bir Sünni eksen veya “Hilali”
oluşturmak için harekete geçmişlerdir. Maliki'nin geriletilmesi
ve her şeyden önce de Esad rejiminin devrilmesi bu cephenin temel
amacıdır. “Şii Hilali”ne karşı “Sünni Hilali”nin
gerçekleştirilmesi, başta ABD olmak üzere batılı emperyalist
güçlerin de işine gelmektedir. Anlaşıla o ki, bunun
gerçekleştirilmesi için IŞİD donatılarak alana sürülmüş;
çok kısa bir zaman zarfında -birden bire de diyebiliriz-
istihbarat ve savaş teknolojisiyle donatılmıştır. IŞİD, ABD
emperyalizmi, İsrail, Türkiye, S. Arabistan adına bölgede
devletçikler oluşturmak, bunun zeminini hazırlamak ve Kürtlerin
mücadelesini engellemek için savaştırılmaktadır.
Ortadoğu'nun
sınırlarının yeniden çizilmesi sadece Suriye ve Irak'ın devlet
olarak parçalanması anlamına gelmez. Burada 21. yüzyılın
haritası çizilmektedir. Batının emperyalist güçlerine göre bu
haritanda Rus ve Çin emperyalizminin ve o tarafta yer alan bölgesel
güçlerin yeri olmamalıdır. Bu harita son kertede Amerikan
emperyalizminin Avrasya jeopolitikasına, dolayısıyla dünya
hakimiyetine hizmet etmelidir. BOP da bu jeopolitikanın doğrudan
bir parçasıdır.
Libya
devlet olmaktan çıkartılmış, üç parçaya bölünmüş
durumdadır. Mısır, ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet
etmektedir. Suriye'nin ve Irak'ın parçalanması, İsrail'in bölge
üzerindeki planlarına karşı çıkacak -bugün olmazsa yarın- bir
gücün kalmaması anlamına gelir.
Bugünü
anlamak için son yüzyılda emperyalist güçlerin Ortadoğu'nun
siyasal haritasını nasıl değiştirdiklerine bakalım:
1-I.
Dünya Savaşı öncesinde Ortadoğu'nun siyasi coğrafyası
I.
Dünya Savaşı, Osmanlı için bir yıkım olmuştu. Dağılmayı
hızlandırmış, Ortadoğu'daki varlığına Fransız ve İngiliz
emperyalizmi tarafından son verilmişti.
I.
Dünya Savaşı döneminde Ortadoğu, Rusya'nın da içinde olduğu
gizli görüşmeler ve anlaşmayla (Sykes-Picot Anlaşması) Fransız
ve İngiliz emperyalizmi tarafından paylaşılmış ve Kürdistan'ın
Kasr-ı Şirin Anlaşmasından sonra (Osmanlı Devleti ile Safevi
Devleti arasında 17 Mayıs 1639'da imzalanan ve bugünkü
Türkiye-İran sınırını belirleyen anlaşma) iki parçaya
bölünmüşlüğü daha fazla parçaya bölünmüşlüğe
dönüşmüştür.
2-Sykes-Picot
Anlaşması
16
Mayıs 1916'da Fransa ve İngiltere arasında gizli görüşmeler
sonucunda Ortadoğu'nun bugüne kadar kaderini belirleyen anlaşma
yapıldı. Kasım 1915'te Fransız diplomatı François
Georges-Picot ile İngiliz Mark Sykes arasında Ortadoğu'nun
-Osmanlı topraklarının- paylaşılması üzerine görüşmeler
yürütüldü. Hazırlanan taslağa 16 Mayıs 1916'da resmi olarak
son hali verildi. Böylece Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış ve
Ortadoğu'da Fransız-İngliz çıkarlar alanları belirlenmiş oldu.
II.
Sovyet Kongresinin gizli dokümanları açıklama kararından sonra
dünya kamuoyu Sykes-Picot Anlaşmasından haberdar oldu. Prawda
emperyalist “utanç dokümanları” diye açıklıyordu bu gizli
anlaşmaları.
Harita
da gördüğümüz gibi Ortadoğu, Fransız ve İngiliz emperyalizmi
tarafından Rusya'nın da bilgisi dahlinde Kerkük'ten Hayfa'ya
uzanan yaklaşık 1000 mk'lik bir hatla ikiye bölünüyor; Türkiye
ve Kürdistan'ın bir kısmı Fransız sömürgesi ve nüfuz alanı,
diğer bir kısmı da İngiliz sömürgesi ve nüfuz alanı olarak
kabul ediliyor.
3- San Remo Anlaşması
19-26
Nisan 1920'de gerçekleştirilen San Remo Konferansında Osmanlı
topraklarının paylaşılması ve Sevr Anlaşmasının hazırlıkları
ele alındı. Bu konferansında, Osmanlı Devletinin Asya ve Kuzey
Afrika'da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından
vazgeçmesi, bağımsız bir Ermenistan ve özerk bir Kürdistan'ın
kurulması kararlaştırıldı. Sykes-Picot Anlaşmasının ana
noktaları onandı.
4-Sevr ve Lozan Anlaşmaları
10 Ağustos 1920'de İtilaf Devletleri ile Osmanlı hükümeti arasında imzalanan bu anlaşmaya göre Anadolu ve Ortadoğu aşağıda görülen haritada olduğu gibi parçalanacaktı.
Anlaşmanın
62-64. maddelerine göre, her ne kadar bağımsızlık için
Milletler Cemiyeti'ne baş vurma hakkı saklı olarak Kürtlere
otonom bir bölge veriliyor olsa da bu anlaşma Kürdistan'ın en
azından sekiz parçaya -Türkiye, otonom böle, İran, Suriye
(Fransa), Fransız nüfuz alanı (bir parçası Kürdistan) Irak
(İngiltere), İngiliz nüfuz alanı (bir parçası Kürdistan) ve
Ermenistan- bölünmesini beraberinde getirecekti. Aşağıdaki
haritada bu bölünmüşlüğü görüyoruz.
Türk
ulusal kurtuluş mücadelesi sonucunda bu anlaşma geçersiz kalmış
ve 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Anlaşmasıyla Türkiye
açısından bugünkü resmi sınırlar belirlenmiş oldu. Lozan'dan
sonra Kuzey Kürdistan, Suriye ve Irak'ın devlet olarak
kurulmalarından sonra da Batı ve Güney Kürdistan bu ülkelerin
sömürgeleri olarak kalmıştır.
5- Yeni durum
Suriye'de
Esad rejimini devirmek için emperyalist güçlerin ve bölgedeki
işbirlikçilerinin çabasını anlıyoruz. Ama Suriye'deki gerici iç
savaşı gölgede bırakacak derecede IŞİD'in öne sürülmesinin
anlamı dedir?
IŞİD
aslında hiç de çok bilinmeyenli bir denklem değildir. Ne için
ve kim tarafından yönlendirildiğine bağlı olarak yaptığı
“iş”e göre denklemler de değişmektedir. IŞİD ile çok kuş
birden vurulmaktadır. Kimin elinin kimin cebinde olduğu pek belli
değil! Örnekleyelim:
1-İran-Irak-Suriye-Lübnan
eksenini, diğer bir ifadeyle “Şii Hilali”nin coğrafi
bütünlüğünü parçalamak. Bu öncelikle batılı emperyalist
güçlerin (ABD, AB) ve Türkiye, S. Arabistan gibi bölge
ülkelerinin işine gelir.
Bu
durumda Irak'ın üçe bölünme süreci de hızlandırılmış olur.
2-
IŞİD'in hakimiyet alanında Sünnilik temelinde Suriye ve Irak'ın
Sünni kesimlerinden oluşan bir Suriye-Irak (Sünni) federasyonu
kurulabilir. IŞİD'in kurduğu halifelik bu olasılığı ifade
etmektedir.
3-IŞİD'in
Irak'a saldırısı ve belli bölgeleri işgal etmesi, Irak'ta da bir
iç savaşa neden olabilir. Güncel durum gelişmenin bu yönde
olduğunu göstermektedir. Veya Irak, fiilen bir iç savaş
içindedir.
4-Emperyalist
güçler ve bölgedeki işbirlikçileri mezhep ayrımcılığını
körüklemekteler ve çıkarlarının seyrine göre taşeron veya
vekil çete örgütlerden birini, duruma göre de aynı anda
birkaçını desteklemekteler. Bunun tipik örneğini AKP
oluşturmaktadır. Açık ki İslami örgütler ABD, AB, Rusya, geri
planda Çin gibi emperyalist güçlerin, Türkiye, İran, S.
Arabistan gibi bölgesel güçlerin rekabetinden beslenmekteler ve
güçlenmekteler. Böyle bir durum olmasa bu coğrafyada,
emperyalistler arası çelişkilerin keskinleştiği bir ortamda bu
türden örgütlerin oluşumu ve güçlenmesi, devlet kuracak kadar
cüretkar olmaları pek mümkün olamaz.
5-
Ortadoğu'da sınırları, dengeleri değiştiren IŞİD değildir;
ona sınırları değiştir diyen güçlerdir.
6-
IŞİD sadece geçici bir fenomen olarak görülemez. Ortaya
çıkardığı durum, yeni Ortadoğu, yeni Suriye ve yeni Irak
demektir. Irak'ın bütünlüğünü savunmak, eski sınırları
içinde bir Suriye artık pek olası gözükmemektedir. Baskı ile
eski statükoyu devam ettirmek ancak belli bir zaman dilimi için
mümkün olabilir.
7-
Yani eski Ortadoğu'ya, Sykes-Picot Anlaşmasıyla çizilmiş
sınırlara geri çekilmek mümkün gözükmemektedir. Bu anlaşmanın
çizdiği sınırlar içinde Ortadoğu'da devletsel yapılanmalar
yakılmaktadır. Bunun ötesinde Kürt ulusal hareketi, Türkiye'nin
güney sınırları bağlamında Lozan'ı da delik deşik etmiştir.
8-
Irak Kürtlerden, Sünni Araplardan ve Şii Araplardan oluşan bir
federasyona dönüşebilir veya yürümezse üç bağımsız devlet
kurulmuş olur. ABD istediği kadar zorlasın, Irak'ta merkezi
hükümetle ne Kürtleri ve ne de Sünni Arapları yönlendirebilir.
9-
IŞİD kontrolünde bir ucu Türkiye, öbür ucu da Kerkük'e
dayanan bir Sünni Arap devleti (IŞİD'in hakim olduğu alan)
kurulabilir. Her ne kadar dini motivasyonlu olsa da bu devletin esas
taşıyıcı ideolojisi Sünni Arap milliyetçiliği olacaktır.
IŞİD, özellikle Sünni Araplar tarafından destekleniyor. Irak’ta
eski Baasçılar, Merkezi Şii iktidarından rahatsız olan, bu
iktidar tarafından baskı altında tutulan, ülkenin siyasi
yaşamından dışlanan aşiretlerden ciddi destek alıyor. Musul
adeta altın tepside ona sunuldu. Dicle nehrini takip ederek Bağdat
önlerine kadar geldi. Ambar bölgesini tamamen ele geçirdi.
Selahaddin ve Diyala bölgesine doğru ilerledi. Irak ordusundan
binlerce kişi; Nakşibendiler ve diğer gruplar IŞİD’de destek
verdi, ona katıldı. Yani orada sadece IŞİD yok. IŞİD öne
çıksa da burada söz konusu olan bir Sünni Arap kalkışmasıdır.
10-
IŞİD'in saldırı ve işgal alanları aynı zamanda “Şii
Hilali”ne karşı bir karşı koyuştur; ona karşı bir “Sünni
Hilali”dir. Mevcut işgal alanıyla IŞİD, İran'dan Akdeniz'e
uzanan Şii hakimiyet alanını ortadan bölmekte, bütünselliğini
kopartmakta ve etkisizleştirmektedir. Bunun destekçisi çoktur:
ABD, Türkiye, S. Arabistan, Katar.
11-
IŞİD saldırıları ve işgalleri sonucunda Irak'ın fiilen üçe
bölünmüşlüğünü Barzani yönetiminde bağımsızlığı ilan
etme eğilimini geliştirmiştir. En açık destek İsrail ve
Türkiye'den gelirken Erbil'e kadar gelip Barzani ile görüşen
Amerikan Dışişleri Bakanı J. Kerry, Barzani'ye bağımsızlık
yerine daha güçlü bir Irak için çaba harcanmasını tavsiye
etmiştir.
12-Türk
burjuvazisinin derdi ise Güney Kürdistan petrollerinin Türkiye
üzerinden dünya pazarlarına taşınma işini garantiye almak için
çabadır. Türk hükümeti aynı zamanda IŞİD'in kontrolündeki
alanlarda çıkartılan petrole de dünya pazarlarına taşıma
bakımından göz dikmiştir. Hükümetin IŞİD'de Musul'da esir
alınan diplomat ve konsolosluk çalışanlarından dolayı sessiz
kaldığını sanmak bir yanlığıdır. IŞİD'in mevcut ilerleyişi,
Rojava'ya saldırısı Türk burjuvazisinin çıkarlarına uygundur.
13-
Türk burjuvazisi IŞİD üzerinden çok hedefe ulaşacağı hesabını
yapmaktadır: IŞİD'in Suriye ve Irak'ta kalıcılaşması, bir
Sünni Arap yönetimi kurması durumunda Rojava'nın üç kantona
bölünmüşlük durumu devam edecektir ve İsrail'in desteklediği
Rojava üzerinden Akdeniz'e açılma, hatta Güney Kürdistan
petrolünü de bu hat üzerinden taşıma planı gerçekleşmemiş
olacak. Böylece İsrail'in, Türk burjuvazisinin Ortadoğu'da
yayılmasını engelleme planı boşa çıkartılmış olacak.
Diğer
bir ifadeyle: Rojava'nın üç kantona bölünmüşlüğü Kürtlerin
Akdeniz’den Basra Körfezi’ne (veya tersi) giden koridor veya
boru hattı, Türkiye-Suriye sınır boyunu oluşturan büyük bir
kesimi IŞİD hakimiyetinden dolayı şimdilik geçersizleşmiştir.
IŞİD'in Kobani'ye saldırısı, bu kantonu ele geçirme çabası bu
açıdan da okunmalıdır.
14-IŞİD
yapılanması, İran-Irak-Suriye Boru Hattını da geçersiz
kılacaktır. Tabi sorun sadece boru hattıyla sınırlı değildir;
İran ve Irak, Suriye ve Lübnan'dan fiilen kopacaktır ve böylece
İran'ın bu alandaki nüfuzu kırılmış olacaktır.
15-
Levant, Bilâdü'ş-Şâm veya Maşrık alanında (Doğu Akdeniz'de
kıyısı olan Suriye, Lübnan, İsrail devletleri, Filistin otonomi
bölgesi (Gazze) ve Ürdün'ü kapsamına alan, ama sınırları tam
belirli olmayan alan), somutta da Suriye iç savaşında görüldüğü
gibi birbirlerine karşı mücadele eden gruplar, örgütler sık sık
cephe değiştirebiliyorlar. Ama burada değişmeyen tek şey,
bilinen ve yeni keşfedilen gaz yataklarıdır. Önemli olan, bu
enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurmaktır. Savaştırılan
güçler ve onların arkasında duran devletler her zaman aynı
görüşte olmayabiliyorlar. Bu nedenle de sık sık saf
değiştirmeler olmaktadır. Suriye'de iç savaşın seyri bu durumu
açıklamaktadır.
Amerikan
emperyalizmi “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”ni
gerçekleştirmek amacıyla hareket etmektedir. Bu aynı zamanda
bölgede hakimiyet, Suriye gazı da dahil bölgedeki enerji
kaynaklarını ve sevkıyatını (boru hatları) kontrol etmek
anlamına gelmektedir. Sorun enerji ve dünya pazarlarına
ulaştırılması olunca Türk burjuvazisinin seyirci kalacağı
düşünülemez.
Dolayısıyla
Ortadoğu, petrol ve doğal gaz ve dünya pazarlarına ulaştırılması
rekabetinden dolayı da “vekil savaşları”yla yeniden
şekillendirilmektedir.
“Şii
Hilali” nasıl tanımlanmaktadır?
“Şii
Hilali” aynı zamanda İran petrol ve gazının Akdeniz'e, oradan
da dünya pazarlarına ulaştıran hattır. Ama Katar (ExxanMobil) ve
S. Arabistan da (Aramco) Akdeniz üzerinden dünya pazarlarına
açılmak istiyorlar. İran-Irak-Suriye işbirliğini engellemek
-enerji sevkıyatını engellemek- için Suriye'de Esad rejimini
yıkmak, “Şii Hilali”ni bir “Sünni Hilali” ile hançerlemek
gerekir. Bunda kimin çıkarı var? ABD, AB, S. Arabistan, Katar,
Türkiye!
Peki
doğu Akdeniz'de yeni keşfedilen gaz yataklarının paylaşımı ve
pazarlanması ne olacak, bu alanı kim kontrol edecek ve hangi
ülkeler bu nedenle gündeme geliyorlar? Rusya ve Çin'i uzak tutmak
için batılı emperyalist ülkeler adeta seferber olmuş durumdalar.
Bunun ötesinde Mısır, İsrail, Lübnan, Suriye ve Türkiye de
doğrudan henüz pek görünmeyen çatışmanın içindeler. Ama
Suriye iç savaşı bu çatışmanın doğrudan bir parçasıdır.
Aşağıdaki
haritada koyu renkli hilali, yayı andıran alan Şii nüfusunun
yoğunlukta olduğu alandır. “Şii Hilali” İran'dan başlayarak
Bahreny'e inmekte ve Irak ve Suriye üzerinden Lübnan'a kadar
uzanmaktadır. İran'da nüfusun yüzde 90'ı, Bahreyn’de yüzde
70'i, Yemen’de yüzde 35'i, Lübnan’da yüzde 35'i, Irak’ta
yüzde 60'ı, Kuveyt’te yüzde 24'ü, Katar’da yüzde 16'sı,
Birleşik Arap Emirlikleri’nde keza yüzde 16'sı, Suriye’de
yüzde 10-12'si (Nusayri) ve Suudi Arabistan’da da yüzde 5’i
Şiilerden oluşmaktadır (Haritada rakamlar biraz değişik
verilmiştir). Suriye, Irak, Lübnan ve Körfez ülkelerinde Şii
nüfus doğrudan İran’ın etki alanındadır.
Ortadoğu'da
etkili olmak isteyen İran, Şiiliği politik bir araç olarak
kullanmaktadır ve bunda da başarısız olduğu söylenemez. İran,
dünya çapında Müslüman nüfusun ancak yüzde 10 ila 13'ünü
oluşturan Şiilerin hamiliğini üstlenmiştir.
Bu
“hilal” alanında İran'ın siyasi etkisini kurması ve
pekiştirmesi durumunda başta ABD olmak üzere batılı emperyalist
güçler ve Türkiye açısından çıkarları zedeleyen büyük
sorunlar çıkacaktır. Her şeyden önce Ortadoğu'da emperyalist
rekabette birbirini dışlayan iki blok karşı karşıya gelecektir:
Bir taraftan ABD ve AB, diğer taraftan da İran'ı destekleyen Rusya
ve Çin. Aynı zamanda bu hakimiyetle İran, Türkiye'nin Ortadoğu
ülkeleriyle bağını koparmış olacaktır. İran'ın böyle bir
hakimiyeti ne ABD, AB ve ne de Türkiye tarafından kabul edilir. Bu
bakımdan IŞİD'in saldırı yönü ve işgalleri hem batlı
emperyalistlerin hem de Türkiye'nin işine gelmektedir. Aşağıdaki
haritada “Şii Hilali”nin Suriye ve Irak'ta IŞİD ilerlemesiyle
kesiştiği alanları görüyoruz. Bu alanlar IŞİD'in Suriye ve
Irak'ta kendi kontrolüne aldığı alanlardır.
Böl,
Parçala, Küçük, Etkisizleştir ve Yönet
21.
yüzyılda Ortadoğu devletçiklerden mi oluşacak?
“Böl
ve yönet”in aslında iki tanımlaması vardır. Birisi büyük
devletsel yapılanmaları parçalamak ve küçülterek etkisiz hale
getirmekse, diğeri de sınırlara dokunulmadan ülke içinde farklı
siyasi, dini vb. oluşumları birbirine düşürmek ve ülkeyi
yönetilemez hale getirerek yönetmektir. Bunun her ikisini de
Ortadoğu'da görmekteyiz. Böl ve yönet taktiğini emperyalizm her
dönem uygulamıştır ve günümüzde de Ortadoğu ağırlıklı
uygulamaktadır. Libya, Gaddafi'nin devrilmesinden sonra üçe
bölünmüş durumdadır. Filistin'de Hamas'ın Gazze'de hakimiyeti
ve FKÖ'nün (Batı Şeria'da hakimiyet) ayrışması (Bu ayrışma
İsrail'in işine gelmişti. Son katliamın nedenlerinden birisi de
Hamas ve FKÖ'nün yönetimi yeniden birleştirme çabalarının
önünü almaktı). Yönetimi parçalanmış bir Filistin, İsrail'in
siyonist politikalarını gerçekleştirmek için en uygun olanıydı.
Suriye'de
parçalanma süreci devam ediyor. Irak ise fiilen üçe bölünmüş
durumdadır. Ama emperyalizmin, başta da Amerikan emperyalizminin
amacı sadece bununla yetinmek değildir. Diğer taraftan böl ve
yönet taktiği açık ki, rejim değişimi olmaksızın pek
kullanılamıyor. Bu anlamda Amerikan emperyalizmi Ortaduğu'da rejim
değişimi için hazırlık yapmıştır.
Mahkeme
kararıyla yayınlanması serbest bırakılan Amerikan Dışişleri
Bakanlığının bir belgesine göre Obama yönetimi Ortadoğu ve
Kuzey Afrika'da rejim değişimi için kendi güdümünde olan sivil
toplum kuruluşularına koşulları oluşturmaları için yol
açmıştır. Örneğin Ekim 2010 tarihli “Ortadoğu'da Ortaklık
Girişimlerine Bakış” başlığını taşıyan bir Amerikan
Dışişleri Bakanlığı dokümanında bu yönlü açıklamalar
vardır.
Ortadoğu'da
siyasi haritanın değişimi, planlanmış yıkım ve bölme
taktiğinin uygulanmasıyla gerçekleştirilmektedir.
Bunun mali destekçisi ve siyasi yönlendiricisi de Amerikan
emperyalizmidir.
Sovyetler
Birliği'nin Afganistan'ı işgalinden sonra ABD ve NATO'nun El Kaide
ve ondan kopan İslamcı örgütleri desteklediği, birçok kez
“istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilen yardımcı
unsurlar” olarak kullandığı bilinmektedir. Örneğin
Suriye'de El Nusra ve IŞİD, batılı emperyalist güçlerin
kontrolünde paramiliter savaşçılar olarak eğitilmişler ve kendi
çıkarları doğrultuşunda savaş alanına sürülmüşlerdir.
Böl,
parçala işine emperyalist ülkeler artık doğrudan
karışmıyorlar. Bu işi, “istihbarat örgütleri tarafından
yönlendirilen yardımcı unsurlar” olarak tanımladıkları
kendilerine bağımlı örgütlere yaptırıyorlar.
IŞİD'in
Suriye ve Irak topraklarında bir halifelik kurması, tek başına bu
örgütün eseri değildir. Bu, böl ve yönet taktiğinin
uygulanmasıdır; bölen IŞİD'dir, yöneten ise Amerikan
emperyalizmidir. Ortadoğu'da Amerikan emperyalizmi, etnik ve
mezhepsel farklılığa göre sınırlar oluşturmak için IŞİD
gibi “yardımcı unsurları”nı kullanmaktadır. Şii
hakimiyetinde bir Irak, artık Amerikan emperyalizminin bölgedeki
çıkarlarına hizmet etmemektedir. Aynı şekilde Rusya ve İran
güdümünde bir Suriye de istenmemektedir. Bu nedenle her iki
ülkenin parçalanması ve etnik ve mezhepsel ayrıma göre
devletçiklerin kurulmasının adımları atılmaktadır. IŞİD'in
halifeliği bu doğrultuda atılan bir adımdır.
Ortadoğu'nun
siyasal haritasını değiştirmek, yeni sınırlar çizmek, rejim
değişikliği gerçekleştirmek için özellikle Amerikan
emperyalizminin hazırladığı planlar önce yalanlanmıştır veya
sahip çıkılmamıştır. Ama o planlar doğrultusunda adımlar
atılmıştır. Örneğin aşağıdaki haritayı Amerikan yarbayı
Ralph Peters hazırlamış ve Haziran 2006'da “Silahlı Kuvvetler
Dergisi”nde yayımlamıştır. Bu harita Pentagon doktrinini resmen
yansıtmıyor, ama NATO Savunma Koleji'nde üst düzey subaylar için
eğitim programında kullanılmıştır.
Son
dönemlerde yeni haritalar da ortaya çıkmıştır. Örneğin New
York Times'ta yayımlanan harita.
Bu
haritanın Türkçeleştirilmişi 26.06.2014 tarihinde Milliyet
gazetesinde yayınlandı.
Devlet
olarak Libya ortadan kalkıyor; Trablusgarp, Fizan ve Sirenayka
olarak üçe bölünüyor. Aşiretlere ve mezheplere göre ayrışmış
sayısız güçler arasında devam eden çatışmalar da bu ülkenin
gerçekten bu şekilde üçe bölündüğünü göstermektedir.
“Washington’s
Blog” 2012'de “Libya'da Gaddafi'yi deviren Amerika'nın
desteklediği muhalefetin büyük bir kısmı El Kaide
teröristlerinden oluşmaktaydı” diye yazıyordu. Aynı Blog
14 Nisan 2014'te de “ABD, Gaddafi'yi devirmek için El Kaide'yi
silahlandırdı” diye yazıyordu.
Suriye'den
üç ayrı bölge çıkıyor: Irak'ta Sünnilerin yaşadığı alanla
birlikte bir Sünni devlet -herhalde IŞİD'in kurmuş olduğu
hilafet devleti olsa gerek, Esad'a kalan Nusayrilerin ağırlıkta
olduğu Akdeniz kıyısı ve Batı Kürdistan.
Altı
Amerikan başkanı (Jimmy Carter, Ronald Reagan, George HW Bush,
Bill Clinton, George W. Bush ve Barack Obama) Irak'ı imha etmek için
uğraşmışlardır. Sonunda başardılar. Irak muhtemelen üçe
bölünüyor: Kürdistan, Şii Arap devleti ve Sünni Arap devleti.
S.
Arabistan kuzey, doğu, batı ve ortada bir Vahabi devleti olarak 4
parçaya bölünüyor. Yemen ise yeniden iki parçaya ayrılıyor.
Bu
plana göre beş ülkeden 14 ülke çıkıyor.
Burada
önemli olan, Ortadoğu'nun tıpa tıp bu haritalara uygun bir
biçimde devletçiklere bölünmesi değildir. Bölge üzerinde
emperyalist hakimiyet mevcut haliyle devam ettirilemez bir noktaya
gelmiştir. Bölgede rejim değişimi ve yeni devletçikler oluşturma
planı emperyalist hegemonyanın devam edebilmesi içindir. Bu
anlamda Sykes-Picot anlaşmasının ömrü dolmuştur.
Gelişmeler
bize şunu göstermektedir:
Büyük
resim, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme
projesinin devam ettiğini göstermektedir. Bu projenin altında
ABD'nin dünya hakimiyeti jeopolitikası ve onun Ortadoğu'ya
yansıması vardır; somutta da enerji kaynaklarını kontrol etmek
ve rakiplerini bu alanda uzak tutmak. Bu nedenle de İran nüfuzunun
kırılması gerekir. Ortadoğu'da İran etkisinin kırılması aynı
zamanda Rus ve Çin emperyalizminin etkisinin kırılması demektir.
İran, mezhepçiliği geçer akçe yaptığı için ona karşı
mücadelede Sünniliğin kullanılması ön plana çıkartılmıştır;
emperyalizm, başta da Amerikan emperyalizmi ve AB açıkça mezhep
savaşlarını örgütlemekteler ve körüklemekteler. Mezhepçilik
temelinde yürütülen savaşlar da sonunda devletçiklerin,
emirliklerin oluşmasını beraberinde getirecektir.
IŞİD,
özellikle Amerikan emperyalizmi tarafında kullanılan, Türkiye, S.
Arabistan ve Katar tarafından da desteklenen bir
araçtır. Belirtelim ki, bu aracın El kaide örneğinde olduğu
gibi kontrolden çıkmayacağının da bir garantisi yoktur.
Suriye
ve Irak fiilen bölünmüş durumdalar. Mevcut çatışmalar sınır
çizme çatışmalarıdır. IŞİD'in ilerlemesine ABD, Ezidi
katliamından dolayı değil, kendi petrol alanları tehlikeye
girdiğinde hava saldırısıyla müdahale etti. Kırmızı çizgiyi,
IŞİD'e nereye kadar ilerleyebileceğini gösterdi. Erbil'e,
Bağdat'a; Kürdistan'a ve Şii hakimiyeti alanına dokunma diyor.
Aslında bu Irak'ın üçe bölünmüşlük durumunda sınırların
nerede geçeceğini de göstermektedir. Diğer taraftan IŞİD
ilerlerken Batıda hiçbir telaşın olmaması, IŞİD'in kimin adına
hangi görevleri üstlendiğini de gösterir.
Ama
Ortadoğu sadece talan eden, sömüren emperyalist güçlerden ve
yerli işbirlikçilerinden ibaret değildir. Ortadoğu'da
içinden çıkılamaz hale getirilmiş, kangrenleşmiş sorunların
esas sorumlusu yerli işbirlikçilerle birlikte sürdürülen
emperyalist tahakkümdür. Buna karşı mücadele ulusal ve sosyal
kurtuluş mücadelesidir. Bu mücadelenin öznesi ezilen halklar,
emekçi yığınlar ve işçi sınıfıdır. Bu öznelerin devrimci
mücadelesi olmaksızın emperyalizm oyununu oynamaya devam
edecektir. Bölgemizde mezhep savaşlarını, etnik çatışmaları
önlemenin, emperyalistleri ve işbirlikçilerini kovmanın ve
özgürleşmenin başka bir yolu yoktur. Filistin ve Kürt ulusal
sorununa bir de Arap ulusal sorunu eklenmiş durumdadır. Yerli
işbirlikçileriyle birlikte kamplaşmış emperyalist haydutlar,
çıkarları için Kürdü, Arabı, Türkü, Ezidiyi, Sünniyi,
Aleviyi, Hristiyanı karşılıklı kışkırtarak birbirlerini
boğazlatmak için elinden geleni yapmaktadır.
Bu
çatışmalar Ortadoğu'nun kaderi olmamalıdır. Olmaması içi
mücadele edilmelidir. Buna Rojava devrimi bir örnek
oluşturmaktadır. Rojava, Kürt halkının sömürgeciliğe karşı
kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde ulusal özgürlüğe
açılan kapıdır. Rojava’da kendi kaderini tayin etme pratiği,
bölgede ezilen halklara yol gösteren ışık olarak
algılanmalıdır. Rojava devrimini sadece Kürtler değil, bölge
halklarının hepsi içselleştirmelidir. Rojava yaşamın nasıl
değiştirilebileceğini, ortaklaştırılabileceğini pratikte
göstermektedir. Rojava devrimi, sadece Kürt, Batı Kürdistan
devrimi olarak görüldüğünde Ortadoğu halkları kaybetmiş olur.
Orada Kürdün yanı sıra, Arabı, Ezidisi, Hristiyanı, Süryanisi
de var. Rojava, etnik, mezhepsel, dinsel bakımında Ortadoğu
mozaiğinin bir minyatürüdür.
Suriye
iç savaşında ve Irak'ta IŞİD'e karşı mücadelede, Filistin'de
İsrail saldırılarına ve katliamına karşı mücadelede görüldüğü
gibi bölgemizde mücadele eden iki dinamik güç vardır: Kürt
halkı ve Filistin halkı.
Filistin
halkı, emperyalist ülkelerin her türlü desteği ve yardımını
alan İsrail siyonizmine karşı, tarihsel bir direniş sergiliyor.
Son saldırı ve katliamlara rağmen yenilmedi, bizzat İsrail basını
yenilgiyi kabul etti.
(Filistin
sorunu bağlamında bkz.: İ. Okçuoğlu; Siyonizmin Devlet
İdeolojisi Olarak Gelişmesi:
www.ibrahimokcuoglu.blogspot.de/2009/04/siyonizmin-devlet-ideolojisi-olarak.html).
Rojava
devrimiyle bölge tarihinde yeni bir sayfa açıldı.
(Bu
devrimin kazanımlarını ve sorunlarını ayrı bir yazıda ele
alacağız).