deneme

11 Ağustos 2014 Pazartesi

ORTADOĞU HARİTASI DEĞİŞİYOR MU?


ORTADOĞU HARİTASI DEĞİŞİYOR MU?

Ortadoğu'daki gelişmeler, bölgenin siyasal haritasını değiştirecek boyutlara varmıştır. Anlaşılan o ki, “Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak”, en azından yüzyıllık statüko yıkılıyor. Ülkeler parçalanıyor, en azından fiilen bölünmüş durumdalar. Libya, Suriye, Irak bu durumda. Görünüşte din motifli çatışmalar; Sünni-Şii çatışmaları derinleşiyor. Her bir tarafın arkasında farklı güçler ve çıkarlar var. Amerikan emperyalizmi, kendi yetiştirmesi El Kaide'yi sonradan dövmeye kalkışması gibi şimdi de yine kendi beslemesi IŞİD'i son hareketlerinden dolayı dövüyor. Bu IŞİD, her nasılsa Irak'ta doğuyor, Suriye'de kendine bir alan açıyor ve yeniden Irak'a saldırarak Halifelik kurduğunu ilan ediyor. Öyle ki, bölgedeki ülkelerin sınırlarını tanımadığını açıklıyor. İngiliz, Fransız emperyalistlerinin, sonrasında ve şimdi Amerikan emperyalistlerinin, Rus ve Çin emperyalistlerinin bir türlü vazgeçemedikleri, yerli işbirlikçileriyle birlikte kanlı savaş yürüttükleri alanın tam da göbeğinde Ortadoğu'nun siyasal tarihini değiştiren adımlar atıyor. IŞİD'in doğuya (Güney Kürdistan ve Irak Şii hakimiyeti alanına) doğru ilerlemesi Amerikan hava saldırılarından ve Kürt direnişinden (HPG, YPG, YPJ) dolayı şimdilik durdurulmuş durumda. Açık ki, IŞİD doğuda sınırına varmıştır. Ama Güneyi Ürdün, S. Arabistan), Kuzeyi (Türkiye) ve Batısı (Lübnan) IŞİD için açık alan.


Karışık işler! IŞİD yakıp yıkarken, soykırım yaparken sesi çıkmayan, seyreden ABD, kendi şirketlerinin elinde olan petrol alanına yaklaşınca, insanlığı, yapılan soykırımını hatırladı, Kürdistan'a dokunamazsın dedi ve hava saldırıları düzenlemeye başladı.

Uluslararası alanda hep demokrasiden vb. bahseden emperyalist ülkelerin seyirciliği IŞİD'in arkasında hangi güçlerin durduğu konusunda oldukça düşündürücü olmalıdır. Her ne kadar haddini bildirmek için ABD, IŞİD'e havadan saldırsa da aslında desteklemektedir. ABD ve ortakları, IŞİD'i, İran'ın bölgedeki etkinliğini kırmak için, Maliki'yi hizaya getirmek için, Irak'ta Sünni kesimin iktidarda yeniden bir parça da olsa söz sahibi olmasını sağlamak için, Suriye'de Esad rejimini yıpratmak için kullanmaktalar. Şimdiye kadar müdahale etmemeleri bunun açık ifadesidir.

Diğer taraftan, sanki anlaşmalı gibi aynı dönemde İsrail Gazze'ye saldırıyor ve katliam yapıyor. Amerikan emperyalizmi bu katliamı kınayacağına, İsrail'in savunma hakkından bahsediyor, Gazze'den füze fırlatılmasını kınıyor. Sanki savaşı, işgali başlatan Hamas, sanki katliam yapan Filistinliler.
İsrail'in bu saldırısı ve katliamı için vesile var ama neden yok. Sanki IŞİD ile koordineli bir harekat!

Son gelişmeler Ortadoğu'da halkların büyük acılarla, tehlikelerle karşı karşıya olduklarını göstermektedir. I. Dünya Savaşı sürecinde İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin çıkarları doğrultusunda çizilen harita (Sykes-Picot Anlaşması) böl, yönet ve talan et haritasıydı. Koşullar değişti ve değişen koşullarda yeni bir “böl, yönet ve talan et”in mezhep savaşları sonucunda, devletçikler kurarak gerçekleştirilmek istendiği ortaya çıkıyor. Emperyalizm 21. yüzyılda Ortadoğu'nun haritasını mezhep savaşları sonucunda, devletçikler kurarak yeniden çizmek istiyor.

Ortadoğu'daki bu mezhep savaşları, kontrollü savaşlar ve katliamlardır. Bölgesel güçlerin (örneğin Türkiye, İran, S. Arabistan) şu veya bu çıkarı söz konusu olabilir, öyledir de, ama bu çatışmaları esas örgütleyen, yönlendiren ve kontrol eden emperyalist güçlerdir, öncelikle de Amerikan emperyalizmidir. Bütün bunlar onun Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme planının (Büyük Ortadoğu Projesi) adımlarıdır.

Emperyalizm, öncelikle de Amerikan emperyalizmi Ortadoğu'yu kan gölüne çevirdi. Hem yeraltı kaynaklarını kontrol etmek hem de bölgenin stratejik konumunu kendi çıkarları için kullanmak isteyen emperyalist güçler, Ortadoğu'da sınırların da değişmesine neden olabilecek oyunlarla bölüyor, parçalıyor, etkisizleştiriyor, mezhep çatışmalarını kışkırtıyor ve hakimiyetini sürekli kılmaya çalışıyor.

Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana Amerikan emperyalizmi, Basra Körfezi merkezli Ortadoğu'da zengin enerji yataklarını ve bölgenin stratejik önemli alanlarını kontrol etmek ve nüfuzunu istikrarlı kılmak için kendi kışkırtmasının sonucu olarak üç savaşa neden olmuş ama istediği sonuca ulaşamamıştır. Amerikan emperyalizminin “Anti-terör Savaşı” hem Irak'ta ve hem de Afganistan'da başarısız kalmıştır. Bu “yeni sava” ABD için bir hezimet olmuş, birçok Amerikan politikacısı veya politikacı olarak Amerikan emperyalizminin sözcüsü, Irak savaşının bir hata olduğunu açıklamıştır.
Öyleyse 2011'den bu yana devam eden Suriye'deki iç savaş ve güncel gelişmeler bu hatanın bir sonucudur. Her halükarda bölgedeki güncel gelişmeler Amerikan emperyalizmi politikasının devamıdır. Sahte savaş nedenleriyle (kitle imha silahlarının varlığı) Irak'ta Saddam rejimi 2003'te devrildi. ABD tarafından kurulan Maliki rejimi hiçbir zaman Irak'ta kontrolü sağlayamadı. Şii yanlısı, Sünni karşıtı baskıcı politikasıyla Maliki, Irak halkının büyük bir kısmını, özellikle de Sünnileri karşısına aldı. Amerikan askerlerinin çekilmesinden sonra ise Maliki hükümeti, sürekli şu krizle bu krizle boğuşmak zorunda kaldı.

11 Eylül saldırıları gerekçe gösterilerek Ekim 2011'de başlatılan Afganistan Savaşında Amerikan emperyalizmi gerici Taliban rejimine ve El Kaide'ye karşı geniş bir emperyalist koalisyon kurabilmişti. Hemen bütün emperyalist ülkeler ortak hareket etmişlerdi. Ama Irak Savaşında emperyalist ülkelerin aynılaşmayan çıkarlarından dolayı ortak hareketinden ziyade bloklara ayrılmışlığını görmekteyiz; bir tarafta ABD ve İngiltere yer alırken, diğer tarafta Almanya, Fransa, Rusya ve Çin yer almaktaydı. Bu güçler, sadece Saddam Hüseyin'e haddini bildirmek konusunda ortak hareket edebiliyorlardı.
Amerikan hükümeti, Irak'ta kitle imha silahlarının; biyolojik ve kimyasal silahların olmadığını sonradan açıkladı. Bu yalanın nedeni ise gerçek emperyalist çıkarların gizlenmesiydi. Amerikan sermayesi, bölgedeki petrol kaynaklarını ve önemli deniz nakliye yollarını kontrol etmek ve rakiplerinin bu alanlarda uzak tutmak amacındaydı. Alman, Fransız, Rus, Çin emperyalistleri ise bu alanı tek başına ABD'ye bırakmamak, pay kapmak ve bölge ülkeleriyle ticaretlerini geliştirmek amacındaydılar. Öyle ki, Ortadoğu'nun her bakımdan kontrolünü ABD'den devralma opsiyonunu da açık tutarak hareket ediyorlardı.
Bu çelişkiden dolayı Afganistan Savaşında oluşturulan ortaklık veya emperyalist ülkelerin “anti-terör savaşı”nda ortaklaşmaları Irak Savaşında krize dönüşmüştü; savaş öncesinde Avrupa “eski”-”yeni” diye ikiye bölünmüş, AB, NATO, BM, G-8, IMF, DB farklı görüşlerden dolayı hareket edemez hale gelmişlerdi.

Sonuç itibariyle İngiltere ile birlikte Amerikan emperyalizmi Saddam iktidarını askeri olarak yıkmış ve baş işgalci güç olarak Irak'ı işgal etmiştir. Ama bu savaşın ve işgalin siyasi bedeli oldukça ağır olmuştur; Irak'ın işgali ABD açısından fiyaskoyla sonuçlanmış ve Amerikan emperyalizminin “Yeni Dünya Düzeni” de Ortadoğu cephesinde büyük bir darbe almıştır.
Tabii bu, Amerikan emperyalizmini dünya hakimiyeti planından vazgeçtiği anlamına gelmez. “Arap Baharı” ile başlayan süreci özellikle Amerikan emperyalizmi konumunu yeniden güçlendirmek, rakiplerini geriletmek için kullanmıştır. Gaddafi devrilmiş ve Libya bugün için devlet olmaktan çıkartılmıştır. Mısır'da ordunun darbesi desteklenmiş ve İsrail ve Amerikan politikasını uygulayan Sisi diktatörlüğü kurulmuştur. Suriye'de başlatılan iç savaş istenildiği gibi gitmemiş ve Irak yeniden karışmıştır. Neden?

Saddam rejiminin devrilmesinden sonra bölgedeki siyasal durum değişmiştir. Irak Savaşından sonra Türkiye, İran ve S. Arabistan gibi bölge ülkeleri, bölge sorunlarında sadece taraf olmakla kalmamışlar, güçlü bir biçimde gelişmelere kendi çıkarları için yön vermeye çalışmışlardır. Bunu en açık bir biçimde Suriye'de iç savaşın gelişme seyrinde görmekteyiz. Bölgede çıkarlarının tehlikede olduğunu gören diğer emperyalist güçlerin de örneğin Suriye sorununa müdahil olmaları, gelişmelerin daha da karmaşıklaşmasını beraberinde getirmiştir. Öyle ki, Suriye'de muhalif güçler söz konusu olduğunda kimin elinin kimin cebinde olduğu adeta belirsizleşmiştir. IŞİD'in Irak'a saldırısından sonra, sürekli Maliki rejimi yanında yer alan İran ile ABD arasında işbirliği dahi gündeme gelmiştir.

Ortadoğu'da güçler dengesi – Kim kime karşı savaşıyor?

Suriye'de iç savaş sürecinin belli bir aşamasından sonra IŞİD, dünya kamuoyu tarafından sürekli tartışılan bir konuya dönüştü. Irak'a saldırısından ve Musul'u işgalinden sonra da “efsane”leştirildi. Musul başta olmak üzere Irak'ta Sünnilerin yaşadıkları alanı işgal eden, Bağdat'a yürüyen, bugün de Kürtlerle (Peşmerge ve YPG, HPG ) ile çatışan gerçekten de tek başına IŞİD mi?
Musul'un iki milyona yakın nüfusu var. Bu büyüklükte bir şehrin ve ötesinde bölgenin IŞİD tarafından sadece kendi gücüne dayanılarak ele geçirilmesi imkansızıdır. Açık ki, burada başka güçlerle ortak hareket edilmiştir. Bu güçlerin başında da Saddam döneminden kalma ordunun unsurları gelmektedir. Yani “Ulusal, Panarap ve İslamcı Direniş” güçleri Musul ve bölgenin işgalinde önemli bir rol oynamışlardır. Bu güçlerin önderi de İzzet El Nuri'den başkası değildir.

Amerikan emperyalizminin Irak politikasının sonucu, bu ülkenin fiilen üçe bölünmüş olmasıdır: IŞİD, batı Irak'ın büyük bir bölümünde hakim durumdadır. Kuzeyde, yani Güney Küdistan'da Kürt Otonom yönetimi ve güneyde ve Bağdat'ta ise merkezi hükümetin hakimiyeti söz konusudur.


IŞİD'in Irak'a saldırısından sonra ABD, Maliki hükümetinden kurtulmak için yeni bir merkezi hükümet arayışına girmiş, ama şimdiye kadar bir sonuç alamamıştır.
IŞİD gibi güçlerin oluşumunda ve güçlenmesinde Amerikan emperyalizminin payı belirleyicidir. Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgalinden sonra İslami güçleri örgütleyen ve işgale karşı kendisi için savaştıran ABD'den başkası değildi. Güçlendikten sonra kendi başına hareket eden bu güçlere -örneğin El Kaide- karşı Amerikan emperyalizmi savaşla, “anti-terör” politikası uygulamakla karşılık verdi. İslami görünüşlü bu çeteler, sahte anti-emperyalist sloganlarla ABD düşmanlığı yaparak “İslam dünyası”nda sempati toplayabilmişlerdir. Sınıfından kopmuş lumpen proleter unsurlardan oluşan bu faşizan güçler, artık şu veya bu ülkede yerel bir sorun olmaktan çıkmıştır. Ortadoğu'nun ötesinde Afrika'nın Sudan, Mali, Kenya, Nijerya, Libya gibi ülkelerinde de terör estirmekteler, katliamlar yapmaktalar.

IŞİD gibi bir örgütün ortaya çıkması ve güçlenmesi, başta ABD ve AB olmak üzere batılı emperyalist güçlerin ve onların Ortadoğu'daki yerel müttefiklerinin politikalarından ayrı düşünülemez. Amerikan işgalinin Irak'ta oluşturduğu kaos ortamıyla aynı dönemde IŞİD'in ortaya çıkması, aynı şekilde Suriye'de iç savaşta taraf olması tesadüfi değildir. Başta ABD olmak üzere batılı emperyalist güçler, Ortadoğu'da “rejim değişimi” için bu türden çeteleri kullanmışlar ve kullanmaktalar.

“İslam dünyası” denen bir dünya da yok. Her ne kadar “İslam Konferansı Örgütü” adı altında 1969'da kurulan, 57 üyeye sahip, Avrupa Konseyi veya Birleşmiş Milletler gibi uluslararası hukuk tüzel kişiliği olan bir uluslararası örgüt varsa da, bunun herhangi bir nüfuzunun olmadığı en azından Gazze katliamında görüldü. Bu teşkilattan herhangi bir beklentim olduğundan dolayı değil, en azından “İslam dünyası”ndan insanların bir beklentisinin olabileceğinden dolayı. Bu dünyayı temsil eden Türkiye, S. Arabistan ve başkaca ülkeler zaten bu oyunun içindeler. Öyle ki emperyalizm, bu dünyanın mezhep ayrılığını kışkırtarak param parça olmasını sağlamış ve çıkarlarına göre kullanmaktadır. Şii-Sünni ayrımı Ortadoğu'da, İran, Suriye, Irak (Maliki hükümeti), Hizbullah (Lübnan) bir yanda, Türkiye, S. Arabistan, Katar vb. diğer yanda uzlaşmaz bir cepheleşmeyi beraberinde getirmiştir. Bu bir “hilal”ler kavgasıdır. Bunun ötesinde Suriye savaşında görüldüğü gibi Sünni kesimde mezhep farklılığı katliam boyutlarına varan bir hesaplaşmaya dönüşmüştür. Bölge üzerinde hesabı olan emperyalist güçler ve onun yerel işbirlikçileri bu mezhepçi örgütleri savaştırarak katliama devam ediyorlar. Sürdürülen bu katliamda dinsel ögelerin sürekli ön plana çıkartılmasından dolayı Ortadoğu'daki esas oyuncular pek görülemiyor; bu oyuncuları gösteren fotoğraf çekilemiyor.
Ama açık ki Ortadoğu'nun sınırları yeniden çizilmektedir, belirlenmektedir.

İran'ın Suriye iç savaşında taraf olması, Esad rejiminin yanında yer alması, onu bütün gücüyle desteklemesi, aynı zamanda Esad'ı destekleyen Rusya ve daha arka planda duran Çin ile bölgede aynı kulvarda koştuğunu gösterir. İran stratejisi açısından Suriye'de Esad'ın kazanması, Şii adı altında İran hakimiyetinin Irak, Suriye üzerinden Lübnan'a uzanması demektir; bu Basra Körfezi ile Akdeniz'in birleştirilmiş bir hakimiyet alanına dönüştürülmesi anlamına gelir. Bu gelişmeden rahatsız olanların başında Türkiye, S. Arabistan ve Katar gelmektedir. Bunlar da ABD ve AB kontrollü bir Sünni eksen veya “Hilali” oluşturmak için harekete geçmişlerdir. Maliki'nin geriletilmesi ve her şeyden önce de Esad rejiminin devrilmesi bu cephenin temel amacıdır. “Şii Hilali”ne karşı “Sünni Hilali”nin gerçekleştirilmesi, başta ABD olmak üzere batılı emperyalist güçlerin de işine gelmektedir. Anlaşıla o ki, bunun gerçekleştirilmesi için IŞİD donatılarak alana sürülmüş; çok kısa bir zaman zarfında -birden bire de diyebiliriz- istihbarat ve savaş teknolojisiyle donatılmıştır. IŞİD, ABD emperyalizmi, İsrail, Türkiye, S. Arabistan adına bölgede devletçikler oluşturmak, bunun zeminini hazırlamak ve Kürtlerin mücadelesini engellemek için savaştırılmaktadır.

Ortadoğu'nun sınırlarının yeniden çizilmesi sadece Suriye ve Irak'ın devlet olarak parçalanması anlamına gelmez. Burada 21. yüzyılın haritası çizilmektedir. Batının emperyalist güçlerine göre bu haritanda Rus ve Çin emperyalizminin ve o tarafta yer alan bölgesel güçlerin yeri olmamalıdır. Bu harita son kertede Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasına, dolayısıyla dünya hakimiyetine hizmet etmelidir. BOP da bu jeopolitikanın doğrudan bir parçasıdır.

Libya devlet olmaktan çıkartılmış, üç parçaya bölünmüş durumdadır. Mısır, ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet etmektedir. Suriye'nin ve Irak'ın parçalanması, İsrail'in bölge üzerindeki planlarına karşı çıkacak -bugün olmazsa yarın- bir gücün kalmaması anlamına gelir.

Bugünü anlamak için son yüzyılda emperyalist güçlerin Ortadoğu'nun siyasal haritasını nasıl değiştirdiklerine bakalım:

1-I. Dünya Savaşı öncesinde Ortadoğu'nun siyasi coğrafyası


I. Dünya Savaşı, Osmanlı için bir yıkım olmuştu. Dağılmayı hızlandırmış, Ortadoğu'daki varlığına Fransız ve İngiliz emperyalizmi tarafından son verilmişti.
I. Dünya Savaşı döneminde Ortadoğu, Rusya'nın da içinde olduğu gizli görüşmeler ve anlaşmayla (Sykes-Picot Anlaşması) Fransız ve İngiliz emperyalizmi tarafından paylaşılmış ve Kürdistan'ın Kasr-ı Şirin Anlaşmasından sonra (Osmanlı Devleti ile Safevi Devleti arasında 17 Mayıs 1639'da imzalanan ve bugünkü Türkiye-İran sınırını belirleyen anlaşma) iki parçaya bölünmüşlüğü daha fazla parçaya bölünmüşlüğe dönüşmüştür.

2-Sykes-Picot Anlaşması 
 
16 Mayıs 1916'da Fransa ve İngiltere arasında gizli görüşmeler sonucunda Ortadoğu'nun bugüne kadar kaderini belirleyen anlaşma yapıldı. Kasım 1915'te Fransız diplomatı François Georges-Picot ile İngiliz Mark Sykes arasında Ortadoğu'nun -Osmanlı topraklarının- paylaşılması üzerine görüşmeler yürütüldü. Hazırlanan taslağa 16 Mayıs 1916'da resmi olarak son hali verildi. Böylece Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış ve Ortadoğu'da Fransız-İngliz çıkarlar alanları belirlenmiş oldu.


II. Sovyet Kongresinin gizli dokümanları açıklama kararından sonra dünya kamuoyu Sykes-Picot Anlaşmasından haberdar oldu. Prawda emperyalist “utanç dokümanları” diye açıklıyordu bu gizli anlaşmaları.
Harita da gördüğümüz gibi Ortadoğu, Fransız ve İngiliz emperyalizmi tarafından Rusya'nın da bilgisi dahlinde Kerkük'ten Hayfa'ya uzanan yaklaşık 1000 mk'lik bir hatla ikiye bölünüyor; Türkiye ve Kürdistan'ın bir kısmı Fransız sömürgesi ve nüfuz alanı, diğer bir kısmı da İngiliz sömürgesi ve nüfuz alanı olarak kabul ediliyor.




3- San Remo Anlaşması

19-26 Nisan 1920'de gerçekleştirilen San Remo Konferansında Osmanlı topraklarının paylaşılması ve Sevr Anlaşmasının hazırlıkları ele alındı. Bu konferansında, Osmanlı Devletinin Asya ve Kuzey Afrika'da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi, bağımsız bir Ermenistan ve özerk bir Kürdistan'ın kurulması kararlaştırıldı. Sykes-Picot Anlaşmasının ana noktaları onandı.

4-Sevr ve Lozan Anlaşmaları

10 Ağustos 1920'de İtilaf Devletleri ile Osmanlı hükümeti arasında imzalanan bu anlaşmaya göre Anadolu ve Ortadoğu aşağıda görülen haritada olduğu gibi parçalanacaktı.
Anlaşmanın 62-64. maddelerine göre, her ne kadar bağımsızlık için Milletler Cemiyeti'ne baş vurma hakkı saklı olarak Kürtlere otonom bir bölge veriliyor olsa da bu anlaşma Kürdistan'ın en azından sekiz parçaya -Türkiye, otonom böle, İran, Suriye (Fransa), Fransız nüfuz alanı (bir parçası Kürdistan) Irak (İngiltere), İngiliz nüfuz alanı (bir parçası Kürdistan) ve Ermenistan- bölünmesini beraberinde getirecekti. Aşağıdaki haritada bu bölünmüşlüğü görüyoruz. 
 


Türk ulusal kurtuluş mücadelesi sonucunda bu anlaşma geçersiz kalmış ve 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Anlaşmasıyla Türkiye açısından bugünkü resmi sınırlar belirlenmiş oldu. Lozan'dan sonra Kuzey Kürdistan, Suriye ve Irak'ın devlet olarak kurulmalarından sonra da Batı ve Güney Kürdistan bu ülkelerin sömürgeleri olarak kalmıştır.

5- Yeni durum

Suriye'de Esad rejimini devirmek için emperyalist güçlerin ve bölgedeki işbirlikçilerinin çabasını anlıyoruz. Ama Suriye'deki gerici iç savaşı gölgede bırakacak derecede IŞİD'in öne sürülmesinin anlamı dedir?

IŞİD aslında hiç de çok bilinmeyenli bir denklem değildir. Ne için ve kim tarafından yönlendirildiğine bağlı olarak yaptığı “iş”e göre denklemler de değişmektedir. IŞİD ile çok kuş birden vurulmaktadır. Kimin elinin kimin cebinde olduğu pek belli değil! Örnekleyelim:

1-İran-Irak-Suriye-Lübnan eksenini, diğer bir ifadeyle “Şii Hilali”nin coğrafi bütünlüğünü parçalamak. Bu öncelikle batılı emperyalist güçlerin (ABD, AB) ve Türkiye, S. Arabistan gibi bölge ülkelerinin işine gelir.
Bu durumda Irak'ın üçe bölünme süreci de hızlandırılmış olur.

2- IŞİD'in hakimiyet alanında Sünnilik temelinde Suriye ve Irak'ın Sünni kesimlerinden oluşan bir Suriye-Irak (Sünni) federasyonu kurulabilir. IŞİD'in kurduğu halifelik bu olasılığı ifade etmektedir.

3-IŞİD'in Irak'a saldırısı ve belli bölgeleri işgal etmesi, Irak'ta da bir iç savaşa neden olabilir. Güncel durum gelişmenin bu yönde olduğunu göstermektedir. Veya Irak, fiilen bir iç savaş içindedir.

4-Emperyalist güçler ve bölgedeki işbirlikçileri mezhep ayrımcılığını körüklemekteler ve çıkarlarının seyrine göre taşeron veya vekil çete örgütlerden birini, duruma göre de aynı anda birkaçını desteklemekteler. Bunun tipik örneğini AKP oluşturmaktadır. Açık ki İslami örgütler ABD, AB, Rusya, geri planda Çin gibi emperyalist güçlerin, Türkiye, İran, S. Arabistan gibi bölgesel güçlerin rekabetinden beslenmekteler ve güçlenmekteler. Böyle bir durum olmasa bu coğrafyada, emperyalistler arası çelişkilerin keskinleştiği bir ortamda bu türden örgütlerin oluşumu ve güçlenmesi, devlet kuracak kadar cüretkar olmaları pek mümkün olamaz.

5- Ortadoğu'da sınırları, dengeleri değiştiren IŞİD değildir; ona sınırları değiştir diyen güçlerdir.

6- IŞİD sadece geçici bir fenomen olarak görülemez. Ortaya çıkardığı durum, yeni Ortadoğu, yeni Suriye ve yeni Irak demektir. Irak'ın bütünlüğünü savunmak, eski sınırları içinde bir Suriye artık pek olası gözükmemektedir. Baskı ile eski statükoyu devam ettirmek ancak belli bir zaman dilimi için mümkün olabilir.

7- Yani eski Ortadoğu'ya, Sykes-Picot Anlaşmasıyla çizilmiş sınırlara geri çekilmek mümkün gözükmemektedir. Bu anlaşmanın çizdiği sınırlar içinde Ortadoğu'da devletsel yapılanmalar yakılmaktadır. Bunun ötesinde Kürt ulusal hareketi, Türkiye'nin güney sınırları bağlamında Lozan'ı da delik deşik etmiştir.

8- Irak Kürtlerden, Sünni Araplardan ve Şii Araplardan oluşan bir federasyona dönüşebilir veya yürümezse üç bağımsız devlet kurulmuş olur. ABD istediği kadar zorlasın, Irak'ta merkezi hükümetle ne Kürtleri ve ne de Sünni Arapları yönlendirebilir.

9- IŞİD kontrolünde bir ucu Türkiye, öbür ucu da Kerkük'e dayanan bir Sünni Arap devleti (IŞİD'in hakim olduğu alan) kurulabilir. Her ne kadar dini motivasyonlu olsa da bu devletin esas taşıyıcı ideolojisi Sünni Arap milliyetçiliği olacaktır. IŞİD, özellikle Sünni Araplar tarafından destekleniyor. Irak’ta eski Baasçılar, Merkezi Şii iktidarından rahatsız olan, bu iktidar tarafından baskı altında tutulan, ülkenin siyasi yaşamından dışlanan aşiretlerden ciddi destek alıyor. Musul adeta altın tepside ona sunuldu. Dicle nehrini takip ederek Bağdat önlerine kadar geldi. Ambar bölgesini tamamen ele geçirdi. Selahaddin ve Diyala bölgesine doğru ilerledi. Irak ordusundan binlerce kişi; Nakşibendiler ve diğer gruplar IŞİD’de destek verdi, ona katıldı. Yani orada sadece IŞİD yok. IŞİD öne çıksa da burada söz konusu olan bir Sünni Arap kalkışmasıdır.
10- IŞİD'in saldırı ve işgal alanları aynı zamanda “Şii Hilali”ne karşı bir karşı koyuştur; ona karşı bir “Sünni Hilali”dir. Mevcut işgal alanıyla IŞİD, İran'dan Akdeniz'e uzanan Şii hakimiyet alanını ortadan bölmekte, bütünselliğini kopartmakta ve etkisizleştirmektedir. Bunun destekçisi çoktur: ABD, Türkiye, S. Arabistan, Katar.

11- IŞİD saldırıları ve işgalleri sonucunda Irak'ın fiilen üçe bölünmüşlüğünü Barzani yönetiminde bağımsızlığı ilan etme eğilimini geliştirmiştir. En açık destek İsrail ve Türkiye'den gelirken Erbil'e kadar gelip Barzani ile görüşen Amerikan Dışişleri Bakanı J. Kerry, Barzani'ye bağımsızlık yerine daha güçlü bir Irak için çaba harcanmasını tavsiye etmiştir.

12-Türk burjuvazisinin derdi ise Güney Kürdistan petrollerinin Türkiye üzerinden dünya pazarlarına taşınma işini garantiye almak için çabadır. Türk hükümeti aynı zamanda IŞİD'in kontrolündeki alanlarda çıkartılan petrole de dünya pazarlarına taşıma bakımından göz dikmiştir. Hükümetin IŞİD'de Musul'da esir alınan diplomat ve konsolosluk çalışanlarından dolayı sessiz kaldığını sanmak bir yanlığıdır. IŞİD'in mevcut ilerleyişi, Rojava'ya saldırısı Türk burjuvazisinin çıkarlarına uygundur.

13- Türk burjuvazisi IŞİD üzerinden çok hedefe ulaşacağı hesabını yapmaktadır: IŞİD'in Suriye ve Irak'ta kalıcılaşması, bir Sünni Arap yönetimi kurması durumunda Rojava'nın üç kantona bölünmüşlük durumu devam edecektir ve İsrail'in desteklediği Rojava üzerinden Akdeniz'e açılma, hatta Güney Kürdistan petrolünü de bu hat üzerinden taşıma planı gerçekleşmemiş olacak. Böylece İsrail'in, Türk burjuvazisinin Ortadoğu'da yayılmasını engelleme planı boşa çıkartılmış olacak.
Diğer bir ifadeyle: Rojava'nın üç kantona bölünmüşlüğü Kürtlerin Akdeniz’den Basra Körfezi’ne (veya tersi) giden koridor veya boru hattı, Türkiye-Suriye sınır boyunu oluşturan büyük bir kesimi IŞİD hakimiyetinden dolayı şimdilik geçersizleşmiştir. IŞİD'in Kobani'ye saldırısı, bu kantonu ele geçirme çabası bu açıdan da okunmalıdır.

14-IŞİD yapılanması, İran-Irak-Suriye Boru Hattını da geçersiz kılacaktır. Tabi sorun sadece boru hattıyla sınırlı değildir; İran ve Irak, Suriye ve Lübnan'dan fiilen kopacaktır ve böylece İran'ın bu alandaki nüfuzu kırılmış olacaktır.


15- Levant, Bilâdü'ş-Şâm veya Maşrık alanında (Doğu Akdeniz'de kıyısı olan Suriye, Lübnan, İsrail devletleri, Filistin otonomi bölgesi (Gazze) ve Ürdün'ü kapsamına alan, ama sınırları tam belirli olmayan alan), somutta da Suriye iç savaşında görüldüğü gibi birbirlerine karşı mücadele eden gruplar, örgütler sık sık cephe değiştirebiliyorlar. Ama burada değişmeyen tek şey, bilinen ve yeni keşfedilen gaz yataklarıdır. Önemli olan, bu enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurmaktır. Savaştırılan güçler ve onların arkasında duran devletler her zaman aynı görüşte olmayabiliyorlar. Bu nedenle de sık sık saf değiştirmeler olmaktadır. Suriye'de iç savaşın seyri bu durumu açıklamaktadır.

Amerikan emperyalizmi “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”ni gerçekleştirmek amacıyla hareket etmektedir. Bu aynı zamanda bölgede hakimiyet, Suriye gazı da dahil bölgedeki enerji kaynaklarını ve sevkıyatını (boru hatları) kontrol etmek anlamına gelmektedir. Sorun enerji ve dünya pazarlarına ulaştırılması olunca Türk burjuvazisinin seyirci kalacağı düşünülemez.
Dolayısıyla Ortadoğu, petrol ve doğal gaz ve dünya pazarlarına ulaştırılması rekabetinden dolayı da “vekil savaşları”yla yeniden şekillendirilmektedir.

Şii Hilali” nasıl tanımlanmaktadır?
“Şii Hilali” aynı zamanda İran petrol ve gazının Akdeniz'e, oradan da dünya pazarlarına ulaştıran hattır. Ama Katar (ExxanMobil) ve S. Arabistan da (Aramco) Akdeniz üzerinden dünya pazarlarına açılmak istiyorlar. İran-Irak-Suriye işbirliğini engellemek -enerji sevkıyatını engellemek- için Suriye'de Esad rejimini yıkmak, “Şii Hilali”ni bir “Sünni Hilali” ile hançerlemek gerekir. Bunda kimin çıkarı var? ABD, AB, S. Arabistan, Katar, Türkiye!

Peki doğu Akdeniz'de yeni keşfedilen gaz yataklarının paylaşımı ve pazarlanması ne olacak, bu alanı kim kontrol edecek ve hangi ülkeler bu nedenle gündeme geliyorlar? Rusya ve Çin'i uzak tutmak için batılı emperyalist ülkeler adeta seferber olmuş durumdalar. Bunun ötesinde Mısır, İsrail, Lübnan, Suriye ve Türkiye de doğrudan henüz pek görünmeyen çatışmanın içindeler. Ama Suriye iç savaşı bu çatışmanın doğrudan bir parçasıdır.

Aşağıdaki haritada koyu renkli hilali, yayı andıran alan Şii nüfusunun yoğunlukta olduğu alandır. “Şii Hilali” İran'dan başlayarak Bahreny'e inmekte ve Irak ve Suriye üzerinden Lübnan'a kadar uzanmaktadır. İran'da nüfusun yüzde 90'ı, Bahreyn’de yüzde 70'i, Yemen’de yüzde 35'i, Lübnan’da yüzde 35'i, Irak’ta yüzde 60'ı, Kuveyt’te yüzde 24'ü, Katar’da yüzde 16'sı, Birleşik Arap Emirlikleri’nde keza yüzde 16'sı, Suriye’de yüzde 10-12'si (Nusayri) ve Suudi Arabistan’da da yüzde 5’i Şiilerden oluşmaktadır (Haritada rakamlar biraz değişik verilmiştir). Suriye, Irak, Lübnan ve Körfez ülkelerinde Şii nüfus doğrudan İran’ın etki alanındadır.


Ortadoğu'da etkili olmak isteyen İran, Şiiliği politik bir araç olarak kullanmaktadır ve bunda da başarısız olduğu söylenemez. İran, dünya çapında Müslüman nüfusun ancak yüzde 10 ila 13'ünü oluşturan Şiilerin hamiliğini üstlenmiştir.

Bu “hilal” alanında İran'ın siyasi etkisini kurması ve pekiştirmesi durumunda başta ABD olmak üzere batılı emperyalist güçler ve Türkiye açısından çıkarları zedeleyen büyük sorunlar çıkacaktır. Her şeyden önce Ortadoğu'da emperyalist rekabette birbirini dışlayan iki blok karşı karşıya gelecektir: Bir taraftan ABD ve AB, diğer taraftan da İran'ı destekleyen Rusya ve Çin. Aynı zamanda bu hakimiyetle İran, Türkiye'nin Ortadoğu ülkeleriyle bağını koparmış olacaktır. İran'ın böyle bir hakimiyeti ne ABD, AB ve ne de Türkiye tarafından kabul edilir. Bu bakımdan IŞİD'in saldırı yönü ve işgalleri hem batlı emperyalistlerin hem de Türkiye'nin işine gelmektedir. Aşağıdaki haritada “Şii Hilali”nin Suriye ve Irak'ta IŞİD ilerlemesiyle kesiştiği alanları görüyoruz. Bu alanlar IŞİD'in Suriye ve Irak'ta kendi kontrolüne aldığı alanlardır.


Böl, Parçala, Küçük, Etkisizleştir ve Yönet
21. yüzyılda Ortadoğu devletçiklerden mi oluşacak?

“Böl ve yönet”in aslında iki tanımlaması vardır. Birisi büyük devletsel yapılanmaları parçalamak ve küçülterek etkisiz hale getirmekse, diğeri de sınırlara dokunulmadan ülke içinde farklı siyasi, dini vb. oluşumları birbirine düşürmek ve ülkeyi yönetilemez hale getirerek yönetmektir. Bunun her ikisini de Ortadoğu'da görmekteyiz. Böl ve yönet taktiğini emperyalizm her dönem uygulamıştır ve günümüzde de Ortadoğu ağırlıklı uygulamaktadır. Libya, Gaddafi'nin devrilmesinden sonra üçe bölünmüş durumdadır. Filistin'de Hamas'ın Gazze'de hakimiyeti ve FKÖ'nün (Batı Şeria'da hakimiyet) ayrışması (Bu ayrışma İsrail'in işine gelmişti. Son katliamın nedenlerinden birisi de Hamas ve FKÖ'nün yönetimi yeniden birleştirme çabalarının önünü almaktı). Yönetimi parçalanmış bir Filistin, İsrail'in siyonist politikalarını gerçekleştirmek için en uygun olanıydı.

Suriye'de parçalanma süreci devam ediyor. Irak ise fiilen üçe bölünmüş durumdadır. Ama emperyalizmin, başta da Amerikan emperyalizminin amacı sadece bununla yetinmek değildir. Diğer taraftan böl ve yönet taktiği açık ki, rejim değişimi olmaksızın pek kullanılamıyor. Bu anlamda Amerikan emperyalizmi Ortaduğu'da rejim değişimi için hazırlık yapmıştır.

Mahkeme kararıyla yayınlanması serbest bırakılan Amerikan Dışişleri Bakanlığının bir belgesine göre Obama yönetimi Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da rejim değişimi için kendi güdümünde olan sivil toplum kuruluşularına koşulları oluşturmaları için yol açmıştır. Örneğin Ekim 2010 tarihli “Ortadoğu'da Ortaklık Girişimlerine Bakış” başlığını taşıyan bir Amerikan Dışişleri Bakanlığı dokümanında bu yönlü açıklamalar vardır.
Ortadoğu'da siyasi haritanın değişimi, planlanmış yıkım ve bölme taktiğinin uygulanmasıyla gerçekleştirilmektedir. Bunun mali destekçisi ve siyasi yönlendiricisi de Amerikan emperyalizmidir.

Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgalinden sonra ABD ve NATO'nun El Kaide ve ondan kopan İslamcı örgütleri desteklediği, birçok kez “istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilen yardımcı unsurlar” olarak kullandığı bilinmektedir. Örneğin Suriye'de El Nusra ve IŞİD, batılı emperyalist güçlerin kontrolünde paramiliter savaşçılar olarak eğitilmişler ve kendi çıkarları doğrultuşunda savaş alanına sürülmüşlerdir.
Böl, parçala işine emperyalist ülkeler artık doğrudan karışmıyorlar. Bu işi, “istihbarat örgütleri tarafından yönlendirilen yardımcı unsurlar” olarak tanımladıkları kendilerine bağımlı örgütlere yaptırıyorlar.

IŞİD'in Suriye ve Irak topraklarında bir halifelik kurması, tek başına bu örgütün eseri değildir. Bu, böl ve yönet taktiğinin uygulanmasıdır; bölen IŞİD'dir, yöneten ise Amerikan emperyalizmidir. Ortadoğu'da Amerikan emperyalizmi, etnik ve mezhepsel farklılığa göre sınırlar oluşturmak için IŞİD gibi “yardımcı unsurları”nı kullanmaktadır. Şii hakimiyetinde bir Irak, artık Amerikan emperyalizminin bölgedeki çıkarlarına hizmet etmemektedir. Aynı şekilde Rusya ve İran güdümünde bir Suriye de istenmemektedir. Bu nedenle her iki ülkenin parçalanması ve etnik ve mezhepsel ayrıma göre devletçiklerin kurulmasının adımları atılmaktadır. IŞİD'in halifeliği bu doğrultuda atılan bir adımdır.
Ortadoğu'nun siyasal haritasını değiştirmek, yeni sınırlar çizmek, rejim değişikliği gerçekleştirmek için özellikle Amerikan emperyalizminin hazırladığı planlar önce yalanlanmıştır veya sahip çıkılmamıştır. Ama o planlar doğrultusunda adımlar atılmıştır. Örneğin aşağıdaki haritayı Amerikan yarbayı Ralph Peters hazırlamış ve Haziran 2006'da “Silahlı Kuvvetler Dergisi”nde yayımlamıştır. Bu harita Pentagon doktrinini resmen yansıtmıyor, ama NATO Savunma Koleji'nde üst düzey subaylar için eğitim programında kullanılmıştır.


















Son dönemlerde yeni haritalar da ortaya çıkmıştır. Örneğin New York Times'ta yayımlanan harita.
Bu haritanın Türkçeleştirilmişi 26.06.2014 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlandı.


Devlet olarak Libya ortadan kalkıyor; Trablusgarp, Fizan ve Sirenayka olarak üçe bölünüyor. Aşiretlere ve mezheplere göre ayrışmış sayısız güçler arasında devam eden çatışmalar da bu ülkenin gerçekten bu şekilde üçe bölündüğünü göstermektedir.
“Washington’s Blog” 2012'de “Libya'da Gaddafi'yi deviren Amerika'nın desteklediği muhalefetin büyük bir kısmı El Kaide teröristlerinden oluşmaktaydı” diye yazıyordu. Aynı Blog 14 Nisan 2014'te de “ABD, Gaddafi'yi devirmek için El Kaide'yi silahlandırdı” diye yazıyordu.

Suriye'den üç ayrı bölge çıkıyor: Irak'ta Sünnilerin yaşadığı alanla birlikte bir Sünni devlet -herhalde IŞİD'in kurmuş olduğu hilafet devleti olsa gerek, Esad'a kalan Nusayrilerin ağırlıkta olduğu Akdeniz kıyısı ve Batı Kürdistan.

Altı Amerikan başkanı (Jimmy Carter, Ronald Reagan, George HW Bush, Bill Clinton, George W. Bush ve Barack Obama) Irak'ı imha etmek için uğraşmışlardır. Sonunda başardılar. Irak muhtemelen üçe bölünüyor: Kürdistan, Şii Arap devleti ve Sünni Arap devleti.
S. Arabistan kuzey, doğu, batı ve ortada bir Vahabi devleti olarak 4 parçaya bölünüyor. Yemen ise yeniden iki parçaya ayrılıyor.
Bu plana göre beş ülkeden 14 ülke çıkıyor.

Burada önemli olan, Ortadoğu'nun tıpa tıp bu haritalara uygun bir biçimde devletçiklere bölünmesi değildir. Bölge üzerinde emperyalist hakimiyet mevcut haliyle devam ettirilemez bir noktaya gelmiştir. Bölgede rejim değişimi ve yeni devletçikler oluşturma planı emperyalist hegemonyanın devam edebilmesi içindir. Bu anlamda Sykes-Picot anlaşmasının ömrü dolmuştur.
Gelişmeler bize şunu göstermektedir:
Büyük resim, Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme projesinin devam ettiğini göstermektedir. Bu projenin altında ABD'nin dünya hakimiyeti jeopolitikası ve onun Ortadoğu'ya yansıması vardır; somutta da enerji kaynaklarını kontrol etmek ve rakiplerini bu alanda uzak tutmak. Bu nedenle de İran nüfuzunun kırılması gerekir. Ortadoğu'da İran etkisinin kırılması aynı zamanda Rus ve Çin emperyalizminin etkisinin kırılması demektir. İran, mezhepçiliği geçer akçe yaptığı için ona karşı mücadelede Sünniliğin kullanılması ön plana çıkartılmıştır; emperyalizm, başta da Amerikan emperyalizmi ve AB açıkça mezhep savaşlarını örgütlemekteler ve körüklemekteler. Mezhepçilik temelinde yürütülen savaşlar da sonunda devletçiklerin, emirliklerin oluşmasını beraberinde getirecektir.

IŞİD, özellikle Amerikan emperyalizmi tarafında kullanılan, Türkiye, S. Arabistan ve Katar tarafından da desteklenen bir araçtır. Belirtelim ki, bu aracın El kaide örneğinde olduğu gibi kontrolden çıkmayacağının da bir garantisi yoktur.

Suriye ve Irak fiilen bölünmüş durumdalar. Mevcut çatışmalar sınır çizme çatışmalarıdır. IŞİD'in ilerlemesine ABD, Ezidi katliamından dolayı değil, kendi petrol alanları tehlikeye girdiğinde hava saldırısıyla müdahale etti. Kırmızı çizgiyi, IŞİD'e nereye kadar ilerleyebileceğini gösterdi. Erbil'e, Bağdat'a; Kürdistan'a ve Şii hakimiyeti alanına dokunma diyor. Aslında bu Irak'ın üçe bölünmüşlük durumunda sınırların nerede geçeceğini de göstermektedir. Diğer taraftan IŞİD ilerlerken Batıda hiçbir telaşın olmaması, IŞİD'in kimin adına hangi görevleri üstlendiğini de gösterir.

Ama Ortadoğu sadece talan eden, sömüren emperyalist güçlerden ve yerli işbirlikçilerinden ibaret değildir. Ortadoğu'da içinden çıkılamaz hale getirilmiş, kangrenleşmiş sorunların esas sorumlusu yerli işbirlikçilerle birlikte sürdürülen emperyalist tahakkümdür. Buna karşı mücadele ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesidir. Bu mücadelenin öznesi ezilen halklar, emekçi yığınlar ve işçi sınıfıdır. Bu öznelerin devrimci mücadelesi olmaksızın emperyalizm oyununu oynamaya devam edecektir. Bölgemizde mezhep savaşlarını, etnik çatışmaları önlemenin, emperyalistleri ve işbirlikçilerini kovmanın ve özgürleşmenin başka bir yolu yoktur. Filistin ve Kürt ulusal sorununa bir de Arap ulusal sorunu eklenmiş durumdadır. Yerli işbirlikçileriyle birlikte kamplaşmış emperyalist haydutlar, çıkarları için Kürdü, Arabı, Türkü, Ezidiyi, Sünniyi, Aleviyi, Hristiyanı karşılıklı kışkırtarak birbirlerini boğazlatmak için elinden geleni yapmaktadır.
Bu çatışmalar Ortadoğu'nun kaderi olmamalıdır. Olmaması içi mücadele edilmelidir. Buna Rojava devrimi bir örnek oluşturmaktadır. Rojava, Kürt halkının sömürgeciliğe karşı kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde ulusal özgürlüğe açılan kapıdır. Rojava’da kendi kaderini tayin etme pratiği, bölgede ezilen halklara yol gösteren ışık olarak algılanmalıdır. Rojava devrimini sadece Kürtler değil, bölge halklarının hepsi içselleştirmelidir. Rojava yaşamın nasıl değiştirilebileceğini, ortaklaştırılabileceğini pratikte göstermektedir. Rojava devrimi, sadece Kürt, Batı Kürdistan devrimi olarak görüldüğünde Ortadoğu halkları kaybetmiş olur. Orada Kürdün yanı sıra, Arabı, Ezidisi, Hristiyanı, Süryanisi de var. Rojava, etnik, mezhepsel, dinsel bakımında Ortadoğu mozaiğinin bir minyatürüdür.

Suriye iç savaşında ve Irak'ta IŞİD'e karşı mücadelede, Filistin'de İsrail saldırılarına ve katliamına karşı mücadelede görüldüğü gibi bölgemizde mücadele eden iki dinamik güç vardır: Kürt halkı ve Filistin halkı.

Filistin halkı, emperyalist ülkelerin her türlü desteği ve yardımını alan İsrail siyonizmine karşı, tarihsel bir direniş sergiliyor. Son saldırı ve katliamlara rağmen yenilmedi, bizzat İsrail basını yenilgiyi kabul etti.
(Filistin sorunu bağlamında bkz.: İ. Okçuoğlu; Siyonizmin Devlet İdeolojisi Olarak Gelişmesi: www.ibrahimokcuoglu.blogspot.de/2009/04/siyonizmin-devlet-ideolojisi-olarak.html).

Rojava devrimiyle bölge tarihinde yeni bir sayfa açıldı.
(Bu devrimin kazanımlarını ve sorunlarını ayrı bir yazıda ele alacağız).