“DÜŞTÜYSEK
KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
“24
AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ
Makale
13
SOSYALİZME
VE SSCB’NE KARŞI MÜCADELEDE TROÇKİ
Proletarya
diktatörlüğü mü – bürokrasi diktatörlüğü mü?
24
ayar “Bolşevik-Leninist” Troçki
Stalin
sempatizanı Troçki!
SSCB'nde
sınıf-bürokrasi sorununu Troçki 1939'da yayımlanan “Verteidigung
des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” (“Marksizmin Savunulması –
SSCB Savaşta”) yazısında da tartışır. Bu yazısında konuyu
“eleştirmenleri”iyle nasıl tartıştığına bakalım. Ama önce
“eleştirmenleri”nin kim olduğuna değinelim. “Eleştirmenler”in
Stalin veya SBKP(B)'nin önde gelen ideologları veya dünya komünist
hareketinin önde gelen ideologları olduğunu sanıyorsanız fena
halde yanılmış olursunuz. Troçki, kendi çapında “eleştirmen”
bulmuştur ve onlarla “dünya politikası” yapmaktadır.
Eleştirdiği unsurların görüşlerini başka bir
makalede (Troçki ve “Eleştirmenleri”) ele alacağız.
“Alman-Sovyet
Sözleşmesi ve SSCB'nin Karakteri“ ara başlığı altında
şunları yazar:
“Alman-Sovyet
Sözleşmesinin sonuçlanmasından sonra SSCB hala işçi devleti
olarak görülebilir mi? Sovyet devletinin geleceği bizim aramızda
sürekli tartışmalara neden oldu... SSCB'nin sosyal karakteri
sorusunda hatalar...tarihsel gerçeğin...programatik normla
değiştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Somut gerçek normdan
sapıyor. Ama bu, gerçeğin normu yıktığı anlamına gelmez; tam
tersine onu, olumsuz tarafından daha da güçlendirmiştir. İlk
işçi devletinin yozlaşması,... bir işçi devletinin ne olması
gerektiğini, ne olabileceğini ve belli tarihsel koşullar altında
ne olması gerektiğini yeteri kadar göstermiştir. Somut
gerçek
ile norm
arasındaki
çelişki bizi normu reddetmemize asla zorlamamaktadır, tersine norm
için devrimci yoldan mücadele etmemiz gerekir. SSCB'nde önümüzdeki
devrimin programı, bir taraftan SSCB'ni nesnel tarihsel bir
gerçeklik olarak değerlendirmemiz ile ve diğer taraftan da işçi
devleti normu ile belirlenmektedir. “Her şey yok olmuştur,
yeniden baştan başlamamız gerekir” demiyoruz. Açık bir şekilde
şu andaki aşamada işçi devletinin gizlide kalan, muhafaza
edilebilecek ve geliştirilebilecek unsurlarına işaret ediyoruz”
(1).
Troçki,
en az anladığı veya kesinlikle anti-marksist konumda olduğu
felsefe üzerine fikir yürütüyor. Söylemek istediği SSCB
somutunda biçim ile özün; üretim araçlarının toplumsal
(devlet) mülkiyetinde oluşuyla, yani altyapı ile üst yapının
çelişkili olduğudur. Bu çelişkili durumdan kurtulmanın tek
yolunun üst yapının değiştirilmesidir diyor. Troçki üst yapıyı
“politik devrim”i ile değiştirmek istiyor. Yani üst yapıyı
“yeniden” altyapıya uyumlu hale getirmek istiyor. “Somut
gerçek ile norm
arasındaki çelişki
bizi normu reddetmemize asla zorlamamaktadır, tersine norm için
devrimci yoldan mücadele etmemiz gerekir”le
SSCB'nde ekonomik altyapıya -üretim araçlarının devlet
(toplumsal) mülkiyette oluşuna sahip çıktığını ifade ediyor.
Burada Troçki, SSCB'nde ekonomik altyapının ilerici, hatta
devrimci olduğunu, en azından uğruna mücadele edilecek derecede
ilerici veya devrimci olduğunu savunuyor. Yani Troçki tek ülkede
sosyalizmin inşası pratiğinin ortaya koyduğu sonuçlara sahip
çıkıyor. Biliyorum, Troçki'den böyle şeyler beklenmez veya
beklemiyorsunuz, ama bilmeniz gerekir ki, karşınızda ne dediğini
bizzat anlayan birisi yok; Troçki, “tek
ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir” diye
diye tek ülkede sosyalizmin inşasını savunur duruma gelmiştir.
Troçki, “Her
şey yok olmuştur, yeniden baştan başlamamız gerekir”
demiyoruz” derken
tam da bunu; Stalin önderliğinde SSCB'nde sosyalizmin inşasının
altyapısını savunmuyor mu? Savunuyor.
Troçki'nin
bir demagoji ustası olduğunu unutmamak gerekir; çok rahatlıkla
taktiksel olanı stratejik olanla değiştirebilir ve buradan
hareketle politikasına uygun sonuçlar çıkartabilir. Nitekim
yukarıda adı geçen yazısında bunu yapıyor. “Alman-Sovyet
Anlaşması”, SB'ne karşı değerlendirmemizi değiştirdi
anlayışını kanıtlamak isteyenler daha ziyade Komintern'in “dünkü
görüşüne” sarılıyorlar diyen Troçki, Komintern'in “dünkü
görüşü”nü de “işçi devletinin tarihsel görevi
emperyalist demokrasi için mücadele etmektir” diye açıklıyor.
Böyle bir değerlendirmenin Troçki'ye hiç yakışmadığını
belirtelim. Komintern hiçbir dönem, hiçbir zaman “tarihsel
görevinin emperyalist demokrasi için mücadele etmek”
olduğunu açıklamamıştır ve böyle bir pratik içinde de
olmamıştır. Halk Cephesinin savaş öncesinde taktiksel adımları
da bu doğrultuda değildir. Troçki, çok bilinçli olarak sapla
samanı birbirine karıştırarak siyasal rant peşindedir.
Ama
şu da bir gerçektir: Troçki adı geçen bu yazısında
“eleştirmenleri”ne karşı SSCB'ni “çakı” gibi
savunmaktadır; öyle ki Stalin'den daha fazla savunmaktadır. Biraz
abarttık ama olsun! “Eleştirmenleri” demiş ki, “demokrasilerin
faşizm lehine “ihaneti” SSCB'nin artık işçi devleti olarak
görülmemesine neden olmaktadır”. Toçki buna şiddetle karşı
çıkıyor ve “Gerçekten, Hitler ile sözleşmenin imzalanması
sadece, Sovyet bürokrasisinin yozlaşmasının, Komintern de dahil
uluslararası işçi sınıfı için duyduğu aşağılamanın
ölçülmesi için özel bir ölçü vermektedir. Ama SSCB'nin
sosyolojik tahmininin yeni bir değerlendirmesi için hiçbir zemin
sunmamaktadır” (2).
Stalin'de
SSCB'ni böyle bir savunusuna hiç rastladınız mı? Stalin,
Troçki'nin “eleştirmenleri”ni dikkate bile almıyor, ama Troçki
kendi “eleştirmenleri”ni dikkate alırken SSCB'ni de yukarıdaki
gibi savunuyor.
“Söz
konusu olan, siyasi mi yoksa kavramsal farklar mı” ara başlığı
altında sorusuna şu cevabı verir:
“Sovyet
devletinin doğası üzerine soruyu soyut-sosyoljik düzeyde değil,
somut siyasi görevler düzeyinde sormaya başlayalım. Bir an için
bürokrasinin yeni bir “sınıf” olduğunu ve SSCB'ndeki şimdiki
rejimin sınıf sömürüsünün özel bir sistemi olduğunu kabul
edelim. Bu varsayımlardan hangi siyasi sonuçlar çıkmaktadır? IV.
Enternasyonal uzun zaman öncesinde bürokrasinin işçilerin
devrimci bir ayaklanmasıyla devrilmesi gerektiği zorunluluğunu
gördü. Bürokrasiyi “sınıf” olarak açıklayanlar da başka
bir görüşte değiller veya olamazlar. Bürokrasinin yıkılmasıyla
ulaşılacak amaç, Sovyetlerin hakimiyetini yeniden kurmaktır ve
şimdiki bürokrasiyi Sovyetlerden kovmaktır. Sol eleştirmenler de
bundan başka bir şey kabul edemez. Yeniden kurulmuş Sovyetlerin
görevi, dünya devrimiyle el ele çalışmaktır ve sosyalist bir
toplum kurmaktır. Bundan dolayı bürokrasinin yıkılması, devlet
mülkiyetinin ve planlı ekonominin muhafaza edilmesini var sayıyor.
Bu, bütün sorunun can alıcı noktasıdır”(3).
Bizi
burada ilgilendiren noktaları madde madde sıralayalım:
1-Bir
an için bürokrasinin yeni bir “sınıf” olduğunu ve SSCB'ndeki
şimdiki rejimin sınıf sömürüsünün özel bir sistemi olduğunu
kabul edelim.
2-
IV. Enternasyonal uzun zaman öncesinde bürokrasinin işçilerin
devrimci bir ayaklanmasıyla devrilmesi gerektiği zorunluluğunu
gördü.
3-
Bürokrasinin yıkılmasıyla ulaşılacak amaç, Sovyetlerin
hakimiyetini yeniden kurmaktır ve şimdiki bürokrasiyi
Sovyetlerden kovmaktır.
4-
Yeniden kurulmuş Sovyetlerin görevi, dünya devrimiyle el ele
çalışmaktır ve sosyalist bir toplum kurmaktır.
5-Bürokrasinin
yıkılması, devlet mülkiyetinin ve planlı ekonominin muhafaza
edilmesini var sayıyor. Bu, bütün sorunun can alıcı noktasıdır.
Bürokrasi
“sınıf” mıdır, değil midir sorunu Troçki'nin
“eleştirmenleri” ile tartışmasından kaynaklanıyor. Bu
durumda bürokrasi sınıf olsa da olmasa da Troçki için pek fark
etmiyor. Çünkü “IV. Enternasyonal” çok önceleri bu üst
yapıyı, bürokrasiyi “işçilerin devrimci bir ayaklanması”
ile yıkma kararı almış.
Bürokrasi
ister sınıf olsun isterse de olmasın amaç, onu iktidardan
uzaklaştırmak, Sovyetlerden kovmaktır.
Bu
amaca ulaşıldığında Sovyetler, Troçki önderliğinde
“Bolşevik-Leninistler”in partisi tarafından yeniden
biçimlendiriliyor ve yeni Sovyet devleti dünya devrimi için
mücadeleyi yükseltiyor ve sosyalist bir toplum kuruyor.
Ama
esas nokta şu: “Bürokrasinin yıkılması, devlet mülkiyetinin
ve planlı ekonominin muhafaza edilmesini var sayıyor. Bu, bütün
sorunun can alıcı noktasıdır”. Yani Troçki böylece biçim
ile öz arasındaki çelişkiyi, öze dayanarak; devlet mülkiyeti ve
planlı ekonomiye dayanarak çözüyor. Bu durumda da yıkmak
istediği “Stalinist bürokrasi”nin ilerici, hatta devrimci bir
altyapı üzerinde yükseldiğini kabul ediyor. Bu da “tek
ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olduğu” sorunu değil
mi? Öyle, aynen öyle!
Aynı
yazısında Troçki “eleştirmenleri” karşısında SSCB'ni
savunmaya devam eder:
Aynı
yazıda Troçki, “eleştirmenleri” karşısında SSCB'ni taviz
vermeden savunmaya devam ediyor: Troçki'nin “eleştirmenleri”
Sovyet bürokrasisinin kapitalist ülkelerdeki burjuva ve işçi
bürokrasine benzer yanlarının oldukça az olduğunu, ama faşist
bürokrasiden daha büyük ölçüde ve yeni ve oldukça güçlü bir
toplumsal formasyonu temsil ettiğini anlatıyorlar ve Troçki de
“bunlar
tamamen doğrudur, bunlara gözümüzü asla kapamadık”
diyor. Ama Anlaşılan o ki, Troçki'nin de, “eleştirmenleri”nin
de “Sovyet bürokrasisi” karşısında tir tir titriyorlar; pek
korkmuşa benziyorlar! Devamla Troçki, “eleştirmenleri”nden
“Sovyet bürokrasisi”nin sınıf olarak kabul edilip edilmeyeceği
konusunda farklı düşündüğünü, bu bürokrasiyi sınıf olarak
kabul edersek bu sınıfın varlıklı sınıflara hiç de
benzemediğini açıklamak zorunda kalacağız, bundan bir kazancımız
olmayacak ve bu nedenle “Sovyet
bürokrasisini bir kast olarak tanımlıyoruz”
diyor (4).
Devamla Troçki “Sovyet
bürokrasisi”nin neden sınıf olamayacağını açıklamaya
çalışıyor. “Bürokrasi sosyal organizmada bir tümör müdür
yoksa bu çıban tarihsel olarak çok gerekli bir organa mı
dönüşmüştür” sorusunu soruyor ve cevap veriyor: 'Sosyal
tümörler “tesadüfi” veya “geçici” veya alışılmamış
tarihsel durumların karmaşıklığından dolayı oluşabilirler.
Ama “sosyal bir organ (ve bu, sömürücü sınıflar dahil her
sınıftır) sadece üretimin kökleri derine giden iç
zorunluluklarının sonucu olarak bizzat biçimlenir”(5).
Troçki,
“Sovyet bürokrasisi”nin bir sınıf olmadığını sonuna
kadar savunmakta kararlı olduğunu gösteriyor.
Troçki'ye
göre ekonomi büyüdükçe, gereksinimleri de karmaşıklaşır ve
bürokratik rejim engeli daha da tahammül edilemez olur.
Karmaşıklaşan gereksinimler ile bürokrasi arasındaki keskinleşen
çelişkiler süreklilik arz eden sarsıntılara, bütün çalışma
alanlarındaki en seçkin yaratıcı unsurların sistematik yok
edilmesine neden olur. Bu nedenle bürokrasi, hakim sınıf olmadan
önce gelişmenin gereksinimleriyle uzlaşmaz çelişkiye düşer.
Bunun açıklanması, bürokrasinin yeni bir iktisat sisteminin
taşıyıcısı olmamasında aranmalıdır; bu sistem bürokrasiye
özgü değildir, onsuz bürokrasi olamaz, ama bürokrasi işçi
devletinde asalak bir tümördür (6).
Troçki,
SSCB'nde üretim araçlarının toplumsal (devlet) mülkiyetini
savunurken biraz abartmış. Bahsettiği bürokrasi XX. Parti
Kongresinde iktidar olabildi; proletarya diktatörlüğünü
yıkabildi ve uzun bir geçiş döneminden sonra 1991'de klasik
burjuvaziye dönüşebildi.
Bütün
çabasına rağmen Troçki, “Stalin bürokrasisi”nin yeni bir
sınıf olup olmadığı konusunda ikna edici, inandırıcı
argümanlar bulmakta zorlanır ve sonunda 'kesinkes inanıyoruz ki,
savaş bir proleter devrime neden olacaktır ve bu da SSCB'nde
bürokrasinin kaçınılmaz olarak yıkılmasına neden olacaktır.
Bu duruda “Stalinist bürokrasi” bir sınıf mıdır, yoksa işçi
devletinde bir tümör müdür sorunu kendiliğinden çözülecektir'
anlayışına varır
(7).
Troçki,
“eleştirmenleri”yle tartışmasını sürdürür ve tarihsel
alternatif sonuna kadar düşünülürse şu sonuca varılır diyerek
iki olasılıktan bahseder: Bunlardan birisi, burjuva toplumun
sosyalist topluma dönüşümü sürecinde “Stalin-Rejimi”
“tiksindirici bir geriye düşüş”tür.
İkincisi de “Stalin-Rejimi” yeni bir sömürü toplumunun ilk
aşamasıdır. Troçki'ye göre “ikinci
öngörü doğrulanırsa tabii ki bürokrasi yeni bir sömürücü
sınıf olur”
(8).
Bu
anlayışıyla Troçki en kaba saçmalıklarından birisini daha
sergilemiş oldu. Birincisi, “Stalin-Rejimi” hiçbir bakımdan
burjuva toplumla karşılaştırılamaz; hemen her bakımdan burjuva
toplumdan ileridir. Troçki'nin mantığına göre karşılaştırmanın
maddi koşulları yoktur. Üretim araçlarının devlet mülkiyetinde
olduğu koşullarda bürokrasinin üst yapıda hakimiyeti yeni bir
sömürücü sınıfın hakimiyetidir. Bu, üst yapıdaki yozlaşmanın
doğrudan bir ifadesidir. Ama Troçki'nin iddia ettiği gibi SSCB'nde
sınıfsal iktidar değişimi “Stalin-Rejimi” döneminde değil,
bu “rejim”in; yani proletarya diktatörlüğünün yıkılması
sonucunda (1956, XX.Parti Kongresi) gerçekleşmiştir.
Troçki'ye
göre “çoğu
ultra sol...Stalinizmi esas itibariyle faşizmle aynı kefeye
koymaktadır. Sovyet bürokrasisi faşizmin politik yöntemlerini
devralmıştır...bu iddia mutlak doğrudur”
(9).
“Eleştirmenleri”yle
tartışmasını bu noktaya getiren Troçki, esas görüşünü de
açıklamış oluyor. Stalin önderliğinde SSCB'nin yapısını
faşizmle eş anlamlı gördüğü için saçmalamıyor. Bu
değerlendirme Troçki'ye yakışır bir değerlendirmedir. “Faşizmin
yöntemlerini devralmış Stalinizm” koşullarında uğruna
mücadele edilebilecek mülkiyet ilişkilerinden; üretim araçlarının
devlet (toplumsal) mülkiyetinde olmasından; ilerici, devrimci
mülkiyetin varlığından bahsetmesi saçmalıktır.
Bu,
saçmalayan Troçki'nin bir sorunudur.
Her
zaman olduğu gibi Troçki yeni bir öngörü öne sürer:
“Şüphesiz
ki, Sovyet devletinin yozlaşmasından ziyade yıkılacağını
bekliyoruz; daha doğrusu, bu iki olasılık arasında kesin bir
ayrım yapmıyoruz. Ama bu iki olasılık hiç de birbiriyle
çelişmiyor. Yozlaşma kaçınılmaz belli bir aşamada çöküşle
sonlanmak zorundadır. Stalinist veya faşist olsun totaliter bir
rejim özü itibariyle sadece geçici bir geçiş rejimi olabilir”
(10).
Diğer
sayısız öngörüleri gibi Troçki'nin bu öngörüsü de
gerçekleşmedi. SSCB, Troçki'nin beklediği gibi yıkılmadı. Onun
yıkılmaktan anladığı II. Dünya Savaşında yenilmesiydi. SSCB
II. Dünya Savaşında yenilmedi, tam tersine muzaffer çıktı. Ama
SSCB yozlaştı. Bu doğrudur.
Troçki
“çoğu ultra sol”un görüşünü burada tamamen
benimsiyor; faşist rejimle “Stalinist” dediği proletarya
diktatörlüğü arasında hiçbir fark görmüyor. Her ikisini de
geçici geçiş rejimi olarak kavrıyor.
Faşizmi
bir devlet biçimi olarak görmemesi de Troçki'nin teoriden ne kadar
anladığını gösterir. Ona göre faşizm, özü itibariyle sadece
geçici bir geçiş rejim oluyor. Neden geçici? Tarihte şimdiye
kadar görülmüş hiçbir faşist rejim geçici olmamıştır.
Yıkılana kadar iktidar olmuştur. Diğer taraftan neye geçiş?
Sosyalizme mi geçiş yoksa burjuva demokrasisine mi geçiş?
Troçki,
adı geçen yazısında “eleştirmenleri”yle “dünya
devrimine yönelişi ve SSCB'nin yeniden kuruluşunu” da
tartışır.
Troçki,
'dünya proletaryası öncüsünün devrimci yeniden silahlanması
için bir çeyrek yüzyıl kısa bir dönemdir, ama Sovyet rejiminin
tecrit edilmiş geri bir ülkede sağlam, başına bir şey gelmemiş
olarak varlığını devam ettirmesi için oldukça uzun bir
zamandır' diyor. Bu değerlendirmesiyle Troçki, dolaylı olarak
Ekim Devriminin yanlış bir zamanda gerçekleştirildiğini söylemiş
oluyor. Başka ülkelerde devrim olmayınca, tek başına kalmak,
“tecrit edilmiş” olarak var olmak bir suç mudur, bir
zorunluluğun ifadesi midir sorusunu Troçki kendine sormuyor.
Troçki,
umutsuzluk saçmak, tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün
olmadığını kanıtlamak için ancak saçmalık denebilecek
“teoriler” geliştiriyor. Troçki, 'II. Dünya Savaşı
çözümlenmemiş görevi daha yüksek tarihsel bir seviyeye koyuyor.
Bu savaş sadece mevcut rejimin sağlamlığını değil, bilakis
proletaryanın onu değiştirme yeteneğini de yeniden sınavdan
geçiriyor. Bu sınavın sonuçları şüphesiz ki, proleter devrim
çağı olarak modern çağı değerlendirmemiz için belirleyici
öneme sahip olacaktır. Bütün olasılıkların aksine Ekim
Devrimi, şimdiki savaşın seyri içinde veya hemen sonrasında
devamını ileri ülkelerde bulamazsa ve tersine proletarya her
tarafta ve bütün cephelerde geriye atılırsa, hiç şüphesiz,
şimdiki çağ üzerine ve onun itici güçleri üzerine görüşümüzü
gözden geçirmek zorunda olup olmadığımız sorusunu gündeme
getirmek zorundayız. Bu durumda söz konusu olan, SSCB'ne veya
Stalinist çeteye bir etiket yapıştırmak değildir, aksine söz
konusu olan, gelecek on seneler için, hatta gelecek yüzyıl için
dünya-tarihsel perspektifleri yeniden değerlendirmektir: Sosyal
devrimler çağına girdik mi veya tersine totaliter bürokrasinin
çöken toplumunun çağına mı girdik?' (11).
Troçki'ye
bu sözleri söyleten “eleştirmenleri”nin eleştirisidir.
Troçkist kampta “IV. Enternasyonal”in kuruluş sürecinde ve
özellikle de kurulduktan sonra hala devam eden büyük bir ideolojik
mücadele patlak vermişti. Troçki'yi yukarıdaki
değerlendirmeleri yapmaya zorlanan ileride ana hatlarıyla
belirteceğimiz ideolojik mücadeleydi. Troçki'nin bir yanında
SSCB'nde inşa edilen sosyalizm -tek ülkede sosyalizm- diğer
yanında da SSCB'ni tamamen “defterden silen”, işçi sınıfının
yeteneksizliğini, çağın değiştiğini, sosyalizm ile faşizmin
aynılaştığını açıklayan yandaşlarının çıkışları
durmaktaydı. Şüphesiz ki, Troçki ortada kalan biri değildi. Ama
“Enternasyonal”ini kurtarmak ve aynı zamanda SSCB'ni sahiplenmek
baskısı altındaydı. Bu baskı onu SSCB'ni savunmaya da
götürmüştür.
Devamla
Troçki, yaşadığı çağın yazgısını değiştirmek için olsa
gerek şu “tarihsel” görüşünü açıklar: “IV.
Enternasyonal'in kendini sosyalist devrimin dünya partisi olarak
tanımlaması tesadüf değildir. Yolumuz değiştirilemez. Dünya
devrimi ve tam da bu gerçekten dolayı SSCB'ni işçi devleti olarak
yeniden kurulması rotamızda devam ediyoruz” (12).
Troçki
davasında bu kadar kararlı! Ama tarih, “sosyalist
devrimin dünya partisi”nin
dünya devrimi için bir çabasına şahit olmadığı gibi,
“SSCB'ni işçi devleti olarak
yeniden kurulması” çabasına
da şahit olmamıştır. Tam tersi olmuştur; Troçkizm dünya
devrimci hareketini ve SSCB'nin sosyalist ülke olarak gelişmesini
baltalama mücadelesi vermiştir. Bu çalılamada bunun sayısız
örneklerini gösterdik.
Troçki'nin
SSCB-savunması
Bu
konuda şunları yazıyor:
“SSCB'ni
savunmayla ilgili olarak hatalar çoğu kez “savunma”nın
yöntemlerinin yanlış kavranmasından kaynaklanmaktadır. SSCB'ni
savunmak Kremlin bürokrasisine yeniden yakınlaşmak, onun
politikasını onaylamak veya müttefiklerinin politikası ile
uzlaşmak değildir. Diğer bütün sorunlarda olduğu gibi bu
sorunda da tamamen enternasyonal sınıf mücadelesi zemininde
duruyoruz...
Komintern
tarafından açıklandığı gibi “SSCB'ni savunmak”, geçmişteki
“faşizme karşı mücadele” gibi, bağımsız sınıf
politikasından vazgeçmeye dayanmaktadır. Çeşitli koşullar
altında çeşitli nedenlerden dolayı proletarya, sürekli ve
kaçınılmaz olarak bir burjuva kampa karşı diğer bir burjuva
kampın yardımcı gücü olacaktır. Buna karşın bazı
yoldaşlarımız şunu söylüyorlar: Stalin ve müttefiklerinin alet
olmak istemediğimiz için SSCB'nin savunulmasını reddediyoruz. Ama
böylece onlar sadece, “savunma” anlayışlarının esas
itibariyle oportünistlerin savunma anlayışlarına tekabül
ettiğini göstermiş oluyorlar; proletaryanın bağımsız
politikasının kavramları içinde düşünmüyorlar. Gerçekten de
SSCB'ni, sömürgeleri savunduğumuz gibi, bütün sorunlarımızı
çözdüğümüz gibi, bazı emperyalist hükümetleri diğerlerine
karşı destekleyerek değil, sömürgelerdeki, keza metropollerdeki
enternasyonal sınıf mücadelesinin yöntemiyle savunuyoruz.
Hükümet
partisi değiliz; sadece kapitalist ülkelerde değil, SSCB'nde de
uzlaşmaz muhalefetin partisiyiz. Görevlerimizi -bunların arasında
“SSCB'nin savunması da var- burjuva hükümetler vasıtasıyla
değil ve hatta SSCB'nin hükümetleri vasıtasıyla da değil,
aksine sadece ve sadece kitleleri ajitasyonla eğiterek, işçilere
neyi savunmaları gerektiğini, neyi yıkmaları gerektiğini
açıklayarak gerçekleştiriyoruz...
SSCB'ni
savunmak bizim için dünya devriminin hazırlığıyla aynı zamana
denk gelmektedir. Sadece devrimin çıkarlarıyla çelişmeyen
yöntemler uygundur. SSCB'nin savunulmasının sosyalist dünya
devrimiyle ilişkisi taktik bir görevin stratejik bir görevle
ilişkisi gibidir. Taktik stratejik amaca tabidir ve asla stratejiyle
çelişki içinde olamaz” (13).
Yukarıdaki
anlayışları da Troçki'nin “eleştirmenleri” tarafından ne
denli zorlandığını göstermektedir. Savunma anlayışını ve
içeriğini birkaç noktada toplayabiliriz:
1-SSCB'ni
savunmak Kremlin bürokrasisine yeniden yakınlaşmak, onun
politikasını onaylamak veya müttefiklerinin politikası ile
uzlaşmak değildir.
2-
SSCB'ni savunurken de tamamen enternasyonal sınıf mücadelesi
zemininde duruyoruz.
3-
SSCB'ni, sömürgeleri savunduğumuz gibi, bütün sorunlarımızı
çözdüğümüz gibi, bazı emperyalist hükümetleri diğerlerine
karşı destekleyerek değil, sömürgelerdeki, keza metropollerdeki
enternasyonal sınıf mücadelesinin yöntemiyle savunuyoruz.
4-
İktidarda değiliz. Sadece kapitalist ülkelerde değil, SSCB'nde de
uzlaşmaz muhalefetin partisiyiz. Görevlerimizi, sadece ve sadece
kitleleri ajitasyonla eğiterek, işçilere neyi savunmaları
gerektiğini, neyi yıkmaları gerektiğini açıklayarak
gerçekleştiriyoruz.
5-SSCB'ni
savunmak bizim için dünya devrimini savunmak demektir.
Birinci
nokta bir yöntem sorunu değil, bir anlayış sorunudur. SSCB'ni
neden savunuyorsun diye sorulsa Troçki, üretim araçlarının
devlet (toplumsal) mülkiyette olduğunu, bunun da ilerici, hatta
sosyalist mülkiyet biçimi olduğunu söyleyecektir. Bu durumda
nasıl olur da yoklaşmış, karşı devrimci olmuş (Thermidor) bir
üst yapı, o “zalim bürokrasi” ilerici, sosyalist mülkiyet
ilişkisini muhafaza edebilir; var oluşunu bu mülkiyet biçimine
bağlayabilir?
İkinci
nokta hem doğru hem de çaresizliğin bir ifadesidir. Ekim
Devriminden sonra Bolşevikler SSCB'nde sosyalizmin inşasının
dünya devriminin, Ekim Devriminin kendisinin de dünya devriminin
bir parçası olduğunu; bu devrimin ve sosyalizmin inşasının
dünya proleter devrimine bir katkı olduğunu sürekli ama sürekli
vurgulamışlar ve o doğrultuda da hareket etmişlerdir.
Troçki
bunu çok iyi bilmesine rağmen “SSCB'ni savunurken de tamamen
enternasyonal sınıf mücadelesi zemininde duruyoruz” derken
SSCB'ndeki “sınıf mücadelesi zemininde” durmadığını,
duramadığını, Sovyet işi sınıfı, Sovyet toplumu tarafından
dışlandığını, lanetlendiğini dile getiriyor. Bunun Türkçesi
“dışarıdan gazel okumak”tır. II. Dünya Savaşı sürecinde
bunu gördük. “SSCB'ni savunan” Troçkistler neredeydi?
Üçüncü
noktada ifade edilen savunma bir yöntem meselesi değil, bir anlayış
meselesidir. Yöntem savunmanın nasıl yapılacağını ifade eder,
anlayış ise savunmanın içeriğini ifade eder. Troçki başka
yazılarında da sıkça görüldüğü gibi yöntemle içeriği
birbirine karıştırmaktadır. Tamam, anladık, Troçki, SSCB'ni
Komintern gibi “oportünist” zeminde değil, “enternasyonalist”,
“devrimci” zeminde savunmak istiyor. SSCB'ni “oportünist”
zeminde değil de, “enternasyonalist”, “devrimci” zeminde
savunmak için Troçki ve yandaşları ne yaptılar? Tamam,
Komintern “oportünistlik” yaptı ve SSCB'ni “bazı emperyalist
hükümetleri diğerlerine karşı destekleyerek” savundu. Peki
Troçkistler SSCB'ni “sömürgelerdeki, keza metropollerdeki
enternasyonal sınıf mücadelesinin yöntemiyle” savundular
mı? Yani sözel, filli, silah elde savundular mı?
Troçki
yazıyor, savunuyor, ama ne yazdığının, neyi savunmak istediğinin
farkında değil!
Dördüncü
nokta da başlı başına bir sorun. Troçki, “sadece
kapitalist ülkelerde değil, SSCB'nde de uzlaşmaz muhalefetin
partisiyiz” diyor, ama
kapitalist ülkelerde burjuva partilerle sürekli uzlaşma içinde
olduklarını görmezlikten geliyor. Batı dünyasında sosyal
demokrat partilerin kuyruğuna Troçkistlerden başka takılan var
mıydı? Tamam,
bunları yok sayalım, ama Troçki ve Troçkistler SSCB'de ve
kapitalist dünyada SSCB
savunmalarını “sadece ve sadece kitleleri ajitasyonla
eğiterek, işçilere neyi savunmaları gerektiğini, neyi yıkmaları
gerektiğini açıklayarak” nasıl
gerçekleştirdiklerini merak
ediyorum. Nerede ve nasıl, hangi yöntemleri kullanarak savundular?
Beşinci
nokta her şeyi açıklıyor. Demek ki Troçki, dünya devrimini
savunurken SSCB'ni savunmuş oluyor! Anlaşılan o ki, Troçki, dünya
devrimi anlayışının kaçınılmaz sonucu olarak tek ülkede
sosyalizmin mümkün olmayacağını, bunun bir
gericilik, bir ütopya olduğunu
sürekli savunduğunu unutmuş!
Troçki'nin
hayal dünyasından bir kesit:
“Hitler'in
silahlarını doğuya çevirdiğini ve Kızıl Ordu tarafından işgal
edilen bölgelere saldırdığını düşünelim. Bu koşullar
altında IV. Enternasyonal'in savaşçıları Hitler'e karşı askeri
direnişi, Kremlin oligarşisine karşı tavrını herhangi bir
biçimde değiştirmeksizin anın en acil görevi olarak öne
alacaktır. İşçiler (şunu) söyleyeceklerdir: “Stalin'in
devrilmesini Hitlere bırakamayız; bu bizim kendi görevimizdir”.
Hitler'e karşı askeri mücadele boyunca devrimci işçiler, Kızıl
Ordu'nun sıradan askerleriyle oldukça sıkı arkadaşlık ilişkisi
kurmaya çalışacaklardır. Bolşevik-Leninistler silah elde
Hitler'e karşı mücadele ederlerken, aynı zamanda Stalin'e karşı,
önümüzdeki aşamada -ve belki oldukça yakın aşamada- iktidardan
alaşağı edilmesinin hazırlanması için devrimci propaganda
yürüteceklerdir”
(14).
Troçki'nin
bu anlayışını sadece okurla paylaşmak için buraya aktardım.
Daha
önceki çalışmalarında da aynı konuyu işler:
Troçkistlerin
SSCB'ne karşı eleştirilerinde bürokrasi kavramı merkezi bir rol
oynar. Bu unsurlara göre SSCB'nde proletarya diktatörlüğü hakim
değildir, “Stalinist diktatörlük” hakimdir! Onlara göre
SSCB'nde halk, “Stalinist bürokrasi” altında inim inim
inlemektedir! Ama SSCB'ne proletarya diktatörlüğünün değil de,
Stalinist diktatörlüğün hakim olduğunu anlatırken, ortaya
kendilerinden kaynaklı bir çelişkinin çıktığını ya fark
etmiyorlar ya da önemsemiyorlar. Troçkist beyler SSCB'nde üretim
araçlarının toplumsallaşmış olduğunu reddetmezler. Bu durumda
tek ülkede olsa da, dünya devrimine ihanet anlamına gelse de
SSCB'nde sosyalist toplumun ön koşullarının oluşturuluğunu
kabul etmiş oluyorlar ve gerçekten de bunu kabul ederler. Ama
noktayı da korlar: Onlara göre SSCB'nde gerçek sosyalist topluma
doğru gelişme bürokratik hakimiyetten dolayı engellenmiştir. Bu
durumda ne oluyor? İlginç bir denklem ortaya çıkıyor:
Üretim
araçları toplumsallaşmıştır.“Üretim
araçları devlete aittir, ama devlet de bir biçimde bürokrasiye
'ait'tir” (15).
SSCB'ne
üretim araçları toplumsallaşmıştır, ama sosyalizmin inşası
gerçekleşmemiştir. Troçkistler 'SSCB'nde sosyalizmin inşası
gerçekleşmiş olsaydı orada bürokrasiye, jandarmaya ihtiyaç
kalmazdı, devlet sönüp gitmeye başlardı, ulusal gelirin tamamen
eşit paylaşımı gerçekleşirdi' diyorlar. Troçkistlere göre
SSCB'nde sosyalizmin inşası gerçekleşmemiştir, bürokrasiye,
jandarmaya ihtiyaç duyulan bürokratik rejim hakimdir, devlet sönüp
gitmeye başlamamıştır, ulusal gelirin tamamen eşit paylaşımı
gerçekleşmemiştir. Bunun yerine, “her
bürokrasiye, ama özellikle de faşist bürokrasiye benzeyen Sovyet
bürokrasisi”
giderek güçlenmiştir (16).
Troçki'ye
göre SSCB'nde “Bürokrasinin hakimiyeti
için sosyal dayanakları, yani kendine özgü mülkiyet biçimleri
henüz yok. Bürokrasi, devlet mülkiyetini, iktidarının ve
gelirlerinin kaynağı olarak savunmak zorundadır. Faaliyetinin bu
yönüyle bürokrasi, hala proletarya diktatörlüğünün bir
aracıdır”
(17).
Kafam
karıştı: Üretim araçları toplumsallaşmıştır ve devlete
aittir. Peki devlet kime aittir, kimin devletidir? Her halde işçi
sınıfı ve emekçi yığınların devleti olsa gerek veya SSCB'de
proletarya diktatörlüğünün kurumsal ifadesi devlettir. Bu
durumda “bürokrasi”
devletin, yani proletarya diktatörlüğünün
bir aracıdır”
olmaya devam
ediyor. Bu durumda bir tarafta devlet (proletarya diktatörlüğü),
diğer taraftan da bürokrasi var ve aynı zamanda üretim araçları
toplumsallaşmış, ama sosyalizm inşa edilmemiş. Bu denklemden en
fazlasıyla şu sonuç çıkar: Proletarya diktatörlüğünün, yani
devletin hakim olduğu dönem ile, yani üretim araçlarının
toplumsallaştığı dönem ile sosyalizmin inşa edildiği dönem
bir ve aynı dönem değildir. Bunun sonucu da şudur: Proletarya
diktatörlüğü döneminde üretim araçları
toplumsallaştırılabilir, ama sosyalizmin inşa edildiği dönemde
devlet sönüp gitmeye başlar, jandarmaya, bürokrasiye gerek kalmaz
(yani devlete gerek kalmaz)
ulusal gelirin tamamen eşit paylaşımı gerçekleşir. Böylece
Troçkizm, proletarya diktatörlüğü sürecini, komünizmin ilk
aşaması olan sosyalizm sürecini iki aşamaya ayırmış oluyor.
İddia da SSCB, proletarya diktatörlüğünün ötesine geçememiştir
oluyor.
Birkaç
defa bahsettiğimiz bu konuyu burada biraz açalım: Kapitalizmden
komünizme geçişte Troçki, sosyalizmi farklı yorumlamaktadır.
Ona göre sosyalizmde proletarya diktatörlüğüne gerek yoktur.
Proletarya diktatörlüğü kapitalizmden sosyalizme geçerken
gereklidir. Bu nedenle tek ülkede devrimle karşı karşıya
kalındığında -örneğin Rusya'da olduğu gibi- devrim sonrası
süreç, başka ülkelerde de devrimler gerçekleştirilene kadar
proletarya diktatörlüğü ile bekleyerek geçen süreçtir. Bu
dönemde sosyalizm kurulmaz, çünkü sosyalizm ancak ve ancak bütün
dünyada gerçekleştirilen devrimler sonucunda kurulur. Sosyalizmin
kurulma sürecinde ise proletarya diktatörlüğüne gerek kalmaz.
Proletarya diktatörlüğü sürecinde üretim araçları
devletleştirilir, ama bu gerçek anlamda sosyalist mülkiyet
değildir; sosyalist mülkiyetin önünü açan mülkiyettir. Troçki,
bazen kafası karışıyor olmasından kaynaklı olarak -öyle
sanıyorum- SSCB'nde mülkiyetin sınıfsal karakteri üzerine farklı
düşünceler savunur; bunun sosyalist olduğu anlamına gelen
görüşleri vardır.
Troçki'nin
anlayışına göre kapitalizmden komünizme geçebilmek için farklı
iki aşamadan geçmek gerekmektedir:
1-Proletarya
diktatörlüğü aşaması.
2-Sosyalizm
aşaması.
Bunlar
birbirini tamamlayan aşamalardır; proletarya diktatörlüğünün
olduğu yerde sosyalizm olmaz, sosyalizmin olduğu yerde de
proletarya diktatörlüğü olamaz.
Troçki'ye
göre proletarya diktatörlüğü koşullarında sınıflar vardır,
paylaşım, ücretlendirme burjuva normlara göre gerçekleştirilir.
Bu nedenle Troçki, proletarya diktatörlüğü koşullarında farklı
sınıfların kendi siyasal partilerinde örgütlenmelerini savunur.
Her
halükarda proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden sosyalizme
geçmek için bir geçiş rejimidir ve bu geçiş rejiminde sınıflar,
dolayısıyla devlet var olduğu için, sosyalizmden farklı bir
siyasal rejimdir. “IV. Enternasyonal”in manifestosu olan “Geçiş
Programı” tam da bu geçiş rejimi için hazırlanmıştır.
Troçki'ye
göre sosyalizmde sınıflar yoktur, dolayısıyla devlet de yoktur.
Bu durumda Troçkist sosyalizm anlayışıyla komünizm anlayışı
arasında (sınıfları olmaması, dünya çapında devim olduğu
için sınırların olmaması ve devletsizlik) ne türden farklar
vardır sorusunu Troçkistlere sormak gerekir.
Devam
edelim:
Kendi
hakimiyetini güvence altına almak için orduya dayanarak güçlenen
bürokrasi, hakimiyeti altına aldığı halkı inim inim inletiyor!
Ve Troçki, SSCB'nin artık bir dönüm noktasına geldiğini
savunuyor. Troçki'ye göre: SSCB, üretim araçlarının
toplumsallaştığı kadarıyla sosyalisttir. SSCB burjuvadır, çünkü
toplumsallaşmış üretim araçları halk tarafından değil, halkın
üzerinde duran bürokrasi tarafından yönetilmektedir, idare
edilmektedir. Ve bu bürokrasi, yani “Stalinist
bürokrasi”
de toplumsal gelirin, ulusal gelirin farklı dağıtımının burjuva
ilkelerini muhafaza etmektedir; yani ulusal gelirin eşitsiz
paylaşımını muhafaza etmektedir. Troçki'ye göre bu durum
SSCB'nde kaçınılmaz olarak karşı devrime neden olacaktır. Ona
göre bürokrasinin gücü artmaktadır; devrimin bütün
kazanımlarını kullanarak yeni bir hakim sınıf olarak
gelişmektedir. Şayet SSCB, var olmak istiyorsa, sosyalizme doğru
gelişmek istiyorsa, bu bürokrasinin boyunduruğunu kırmalıdır,
bürokratik hakimiyet parçalanmalıdır. Troçki'ye göre sosyalizme
giden yol, bürokrasinin yıkılmasından geçmektedir. Bu da
demokratik araçlarla değil, ancak “siyasi
bir devrim”le
gerçekleştirilebilir.
Troçki'den
okuyalım:
“Şimdiki
Sovyetler Birliği'nin karakterini daha iyi anlayabilmek için
geleceği hakkında değişik iki varsayımda bulunalım: Önce
Sovyet bürokrasisinin, eski Bolşevizmin bütün özelliklerine
sahip, dahası son dönemdeki dünya deneyimiyle de zenginleşmiş
bir devrimci parti tarafından devrildiğini varsayalım. Böyle bir
parti işe, sendikalara ve Sovyetlere demokrasiyi geri getirmekle
başlayacaktır. Sovyet partilerine özgürlüğünü geri
verebilir, vermek zorundadır. Kitlelerle birlikte ve onların
başında, devlet aygıtında acımasız bir temizliğe girişecektir.
Rütbe ve nişanları, her türlü ayrıcalığı kaldıracak ve
emeğin karşılığını ödemede eşitsizliği, ekonominin ve
devlet aygıtının yaşam zorluklarıyla sınırlayacaktır.
Gençliğe bağımsız düşünmesi, öğrenmesi, eleştirmesi ve
kendini yetiştirmesi için fırsat verecektir. İşçi ve köylü
yığınlarının çıkar ve isteklerine uygun olarak ulusal gelirin
dağılımında köklü değişiklikler getirecektir. Ama mülkiyet
konusunda devrimci önlemlere başvurması gerekmeyecektir. Planlı
ekonomi deneyini devam ettirecek ve onu daha da geliştirecektir.
Politik devrimden -yani bürokrasinin yerinden edilmesinden- sonra
proletarya ekonomiye bir dizi çok önemli reform getirmek zorunda
kalacaktır, ama yeni bir toplumsal devrim gerçekleştirmeyecektir”
(18).
Troçki'nin
planını sadeleştirelim:
1-“Sovyet
bürokrasisi, eski Bolşevizmin bütün özelliklerine sahip, dahası
son dönemdeki dünya deneyimiyle de zenginleşmiş bir devrimci
parti tarafından, yani Troçki önderliğinde
“Bolşevik-Leninistler”in
partisi tarafından devriliyor.
2-
“Bolşevik-Leninistler”in
partisi ilk iş olarak sosyalist demokrasiyi uygulamaya sendikalarda
ve Sovyetlerde başlayacak.
3-“Bolşevik-Leninistler”in
partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğünde başka
partilerin, “Sovyet partileri”nin
kurulmasının önü açılacak; yani isteyen “Sovyet”
kavramını kullanarak parti
kuracak. Böylece tarih, çok partili proletarya diktatörlüğünü
de tanımış olacak.
4-“Bolşevik-Leninistler”in
partisi önderliğinde “kitlelerle birlikte ve onların
başında, devlet aygıtında acımasız bir temizliğe
girişilecek”tir.
“Rütbe ve nişanları, her türlü ayrıcalığı kaldıracak”tır.
Ama bu temizlik yapılmasın
demokrasiye aykırıdır, rütbe ve nişanlar kaldırılmasın diyen
“Sovyet partileri” olursa ne
olacak? Herhalde onlar da “temizliğe” maruz
kalacaklardır.
5-“Bolşevik-Leninistler”in
partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğü, “emeğin
karşılığını ödemede eşitsizliği, ekonominin ve devlet
aygıtının yaşam zorluklarıyla sınırlayacak”tır.
6-“Bolşevik-Leninistler”in
partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğü, “gençliğe
bağımsız düşünmesi, öğrenmesi, eleştirmesi ve kendini
yetiştirmesi için fırsat verecek”tir.
7-“Bolşevik-Leninistler”in
partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğü, “işçi
ve köylü yığınlarının çıkar ve isteklerine uygun olarak
ulusal gelirin dağılımında köklü değişiklikler getirecek”tir.
8-“Bolşevik-Leninistler”in
partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğünün “mülkiyet
konusunda devrimci önlemlere başvurması gerekmeyecektir. Planlı
ekonomi deneyini devam ettirecek ve onu daha da geliştirecektir”.
9-“Bolşevik-Leninistler”in
partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğü,
“politik devrimden -yani bürokrasinin yerinden edilmesinden- sonra
proletarya ekonomiye bir dizi çok önemli reform getirmek zorunda
kalacaktır, ama yeni bir toplumsal devrim gerçekleştirmeyecektir”.
Troçki'nin
bu planı bir programdır, bir manifestodur; SSCB'nde proletarya
diktatörlüğüne karşı mücadelesinin programatik içeriğidir.
Troçki'nin dünyası böyle. Troçki, bu ve benzeri savlarla SSCB'ne
ve SBKP(B)'ye karşı mücadelesinde haklı olduğunu kanıtlamaya
çalışıyor. SSCB dışında Troçki'nin saldırılarını fırsat
bilenler olmuştur. Bunlar Troçkist olduklarından dolayı değil,
ya doğrudan Marksizm-Leninizmi eleştirmek için neden arayan
sözümona komünistlerden, sosyal demokratlardan, sosyalistlerden,
burjuva yazar-çizer kesimlerden ve nihayetinde -benim için önemli
olan da budur- Marksizm-Leninizmden kopmak için eleştiri oklarını
SSCB'ne, sosyalizmin inşasına, tek ülkede devrime, Stalin'e,
SBKP(B)'ye yönelten tasfiyeci unsurlardan oluşan desteksiz atan
takımdır. İstiyorsanız bunları başka bir sıfatla
tanılayabilirsiniz. Bunların hepsini Troçki'nin savları,
“eleştirileri”
yönlendirmektedir. Bunlar Troçki'den etkilenmemişlerdir, Troçkist
değiller. Sadece ve sadece Troçki'nin karşı devrime, dünya
burjuvazisine hizmet eden savlarını Marksizm-Leninizme, SCBK(B)'ye,
Stalin'e, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası teorisine -bu
Leninist teoriye- karşı kullanıyorlar.
“İhanete
Uğrayan Devrimi”nden bir sene sonra 1937'de Troçki'nin “Bolşevizm
mi Stalinizm mi?” yazısında neyi savunduğuna bakalım:
“Marksizm
en yüksek tarihsel ifadesini Bolşevizmde bulmuştur. Proletaryanın
ilk zaferi ve ilk işçi devleti Bolşevizm bayrağı altında
gerçekleşmiştir. Artık hiçbir güç bu olayları tarihten
silmeyi başaramaz. Ne var ki, Ekim devriminin bugünkü durumuna
düşmesi, baskı, soygun ve tahrifat düzeniyle bürokrasinin
diktatörlüğüne,...yalan diktatörlüğüne dönüşmesi...
Eski
Bolşevik parti ölmüştür, ama Bolşevizm her yerde baş
kaldırmaktadır.
Gorter,
Pannekoek, Alman "Spartakistler" vb. bize, bolşeviklerin
proletarya diktatörlüğünün yerine parti diktatörlüğünü
geçirdiklerini söylüyorlar. Stalin ise, parti diktatörlüğünün
yerine bürokrasinin diktatörlüğünü geçirmiştir....
Bolşevikler
burjuvaziye ödünler vermişlerdir; Stalin ise burjuvazinin
müttefiki ve desteği olmuştur. Bolşevikler eski sendikalara ve
burjuva parlamentosuna katılma zorunluluğunu kabul etmişlerdir;
Stalin ise sendika bürokrasisiyle ve burjuva demokrasisiyle dostluk
bağları kurmuştur” (19).
Troçki'nin
ifadesiyle 'Marksizm(in) en yüksek tarihsel ifadesini
Bolşevizmde bulmuş' olması; 'proletaryanın ilk zaferi ve
ilk işçi devletinin Bolşevizm bayrağı altında gerçekleşmiş'
olması ve 'hiçbir gücün bu olayları tarihten silmeyi
başaramayacağı' tamamen doğrudur. Bütün bunlar Troçki ve
Troçkizme rağmen birer gerçeklik olmuştur.
Troçki,
Lenin nezdinde, Bolşevik Parti nezdinde Bolşevizme karşı mücadele
etmiş, onun yerine Troçkizmi geçirmeye çalışmıştır. Bunu
başaramadı ve geç de olsa, gerçeği gecikmeli kabullenme
yöntemini kullanarak 1937'de de olsa bunu kabul etmesi; yani
çağımızda Marksizmin Bolşevizm, -Leninizm- olduğunu kabul
etmesi çok önemlidir. Bu kabul, Bolşevizmin, Leninizmin veya
Marksizm-Leninizmin Troçkizm üzerine zaferini kabul etmekle eş
anlamlıdır.
Troçki,
“Artık hiçbir güç bu olayları tarihten silmeyi başaramaz”
derken de doğru söylüyor.
Esasen iki güç bu gerçeği tarihten silmeye çalışmıştır:
Bunlardan birisi emperyalist burjuvazi, ikincisi ise Troçkizmdir. Bu
işi kol kola, omuz omuza yürütmüşlerdir, ama başarılı
olamamışlardır. Karşı devrimin, burjuvazinin ve sayısız
tasfiyecinin temel savlarının Troçki ve Troçkizm tarafından
üretilmiş olduğu bilinmiyor değil.
“Ne
var ki, Ekim devriminin bugünkü durumuna düşmesi, baskı, soygun
ve tahrifat düzeniyle bürokrasinin diktatörlüğüne,...yalan
diktatörlüğüne dönüşmesi...“ derken
hiç de doğru söylemiyor. Peki, Ekim Devrimi hangi duruma
düşmüştür? Ekim Devrimi, tek ülkede sosyalizmin inşası
üzerinden dünya devriminin yolunu açmıştır. Yoksa öyle olmadı
mı? Sosyalist
devrim “ulusal zeminde başlar” diyen de Troçki'den başkası
değildir. Ne oldu şimdi? Ekim Devrimiyle Rusya'da sosyalist devrim,
sosyalizmin inşası “ulusal
zemin”de
başlamış oldu. Arkası gelmediyse, dünya devrimi olmadıysa bunun
sorumlusu Ekim Devrimi mi? Demek ki Ekim Devrimi bir duruma düşmüş
olmuyor. Troçki'nin de kabul ettiği gibi dünya devriminin “ulusal
zemin”de
başlangıcını ifade ediyor.
Ekim
Devriminin “baskı,
soygun ve tahrifat düzeniyle bürokrasinin diktatörlüğüne,...yalan
diktatörlüğüne dönüşmesi...“ anlayışı
ancak ve ancak emperyalist burjuvazinin, karşı devrimcilerin
“ağzı”yla Ekim Devrimi, SSCB “değerlendirmesi” olabilir.
Ama Troçki'ye haksızlık etmeyelim, söylediğinde önemli oranda
bir gerçeklik payı da var. Ekim Devrimi proletarya diktatörlüğünün
kurulmasına yol açtı. Proletarya diktatörlüğü de eski hakim
sınıflar ve onların karşı devrimci faaliyetini, aynı zamanda
Troçkistlerin vb. yıkıcı, zarar verici faaliyetlerini yok etmek,
“düzensizliği” (“soygun ve tahrifatı”) engellemek için
bunlar üzerinde acımasız bir baskı kurmuştur. Bunlar tamamen
doğrudur. Ama bu nedenden dolayı, bunları yapıyor diye işçi
sınıfı rejimini, proletaryanın diktatörlüğünü “bürokrasi
diktatörlüğü”, “yalan diktatörlüğü”
diye tanımlamak ancak ve ancak Troçki'nin işi olabilirdi. Öyle de
yaptı.
SSCB'nin
her başarısı, Troçki'nin saldırılarının şiddetlenmesini,
sınıf düşmanı “ağzı”yla konuşmasını beraberinde
getirdi.
“Eğer
Troçkizm tamamlanmış bir program ve bir örgüt olarak ele
alınırsa, “Troçkizm”in SSCB'nde gayet zayıf olduğu tartışma
götürmez. Ama yıkılmaz gücünün kaynağı, sadece devrimci
geleneği değil, aynı zamanda Rus işçi sınıfının bugünkü
fiili muhalefetini de ifade etmesi gerçeğindedir. İşçilerin
bürokrasiye karşı birikmiş sosyal nefreti, Kremlin kliği
açısından “Troçkizm”i teşkil eden işte budur. İşçilerin
derin ama sessiz öfkesi ile IV. Enternasyonal örgütü arasındaki
bağdan çok haklı olarak dehşetle korkmaktadır”(20).
Görüyoruz
ki, Troçki oldukça iddialıdır. Her ne kadar gerçek durumunu,
nesnel olarak Troçkizmi “gayet zayıf” tanımlama “alçak
gönüllülüğünü” gösterse de hayal dünyasının geniş, hem
de oldukça geniş olduğundan şüphe duyulmasına kesinlikle
karşıdır. Troçkizmin, 'yıkılmaz gücünün kaynağı devrimci
gelenektir ve aynı zamanda Rus işçi sınıfının bugünkü fiili
muhalefetidir, işçilerin bürokrasiye karşı birikmiş sosyal
nefretidir'. SSCB,
dolayısıyla proletarya diktatörlüğü, “işçilerin
derin ama sessiz öfkesi”nden
ve bu öfkenin “IV.
Enternasyonal örgütü” ile birleşmesinden, yani maddi güce
dönüşmesinden korkmaktadır.
Doğru,
mademki yeni bir enternasyonal kuruyorsun, açıklamaların da ona
göre olmalıdır! Troçki bunu yapıyor, bütün dünyaya meydan
okuyor. Ama dünyanın ondan pek haberi yok!
“Eski
Bolşevik parti ölmüştür, ama Bolşevizm her yerde baş
kaldırmaktadır” deme çılgınlığını ancak Troçki
gösterebilirdi. Bütün siyasi hayatı boyunca Bolşevik Parti'ye
karşı dışında ve içinde mücadele eden Troçki'den başkası
değildir.“Ben Bolşevik olamam“, kimse benden bunu talep
etmesin demek bu konuda her şeyi yeteri kadar ifade ediyor. Bolşevik
Parti ve Lenin ile görüş ayrılıkları, kullandığı
tanımlamalar bilinmiyormuş gibi, Bolşevik Parti öldü
diyebiliyor. Ama bir biçimde haklı olduğunu da kabul etmek
gerekir. Troçki'nin Bolşevik Parti'yi Troçkistleştirme umudu
ölmüştü. İşte doğru olan budur. Bunun ötesinde Bolşevizmin
tarihinde Bolşevik olarak Bolşevizme karşı mücadele; bu anlamda
'her yerde baş kaldıran Bolşevizm' şimdiye kadar görülmemiştir.
Troçki bununla olsa olsa işi gücü Marksizm-Leninizme karşı
mücadele etmek olan kendi “çete”lerini kast etmiş olabilir.
“Stalin
ise, parti diktatörlüğünün yerine bürokrasinin diktatörlüğünü
geçirmiştir.... Bolşevikler burjuvaziye ödünler vermişlerdir;
Stalin ise burjuvazinin müttefiki ve desteği olmuştur. Bolşevikler
eski sendikalara ye burjuva parlamentosuna katılma zorunluluğunu
kabul etmişlerdir; Stalin ise sendika bürokrasisiyle ve burjuva
demokrasisiyle dostluk bağları kurmuştur” ifadeleri
ise Troçki'nin Marksizm-Leninizme, SSCB'ne, SBKP(B)'ye, proletarya
diktatörlüğüne ne kadar yabancılaştığını, esas siyasal
amacının Marksizm-Leninizme, SSCB'ne, SBKP(B)'ye, proletarya
diktatörlüğüne karşı mücadele olduğunu göstermektedir.
Stalin'in hangi burjuvazi ile “müttefik” olduğunu, hangi
“burjuva demokrasisi ile dostluk bağları” kurduğunu
bilmiyorum. Ama Troçki'nin SSCB'ne karşı mücadelede faşist
diktatörlüklerle işbirliği yaptığını, Troçkizmin her dönem
burjuvazinin kuyruğuna takıldığını biliyorum. En azından
gerçekler böyle.
Her şeye
rağmen Troçki'yi anlıyorum; Troçki'nin yolundan gidilerek nasıl
karşı devrimci olunabileceğini görüyorum. Tarihsel gerçekler
bunu gösteriyor.
Troçki'nin
bu anlayışıyla yukarıdaki programını birleştirdiğimizde açığa
şu çıkıyor:
Troçki,
“Stalinist bürokrasi”
yıkılmalıdır, devrilmelidir diyor. Hatta bu nedenle “politik
devrimi”
zorunlu görüyor. O zaman SSCB'nde Troçki'nin tanımladığı
bürokrasinin olup olmadığına bakalım.
SSCB'nde
bürokrasi var mıydı ve bu bürokrasi, öyle Troçki'nin anlattığı
gibi halkı inim inim inletecek derecede güçlü müydü?
Ne
Stalin ne de SBKP(B), SSCB'nin sınıfsız toplumu temsil ettiğini
söylemişlerdir. SSCB'nin sınıfsız toplum olmadığı 1936
Anayasasında da yer alır. Anayasada ayrıca Sovyet devletinin kendi
kendini yöneten bir toplum içinde yok olup gitmesinin, “ölmesinin”
henüz söz konusu olmadığı, sınıfsız toplum amacına ulaşana
kadar da hakimiyet biçimi olarak proletarya diktatörlüğünün
varlığını sürdüreceği yer alır. Sınıfsız toplum
kurulamadığı müddetçe de sınıflar -SSCB somutunda kalıntılar-
var demektir, devlet var olacak demektir. Üstelik tek ülkede veya
az sayıda ülkede veya kapitalist dünya ile karşılaştırıldığında
sistem olarak sosyalizmin kapitalizm-sosyalizm güç dengesinde henüz
üstün olmadığı dönemde herhangi bir sosyalist devlet veya
giderek sonlanan, “ucuz”layan,
önemsizleşen bir devlet değil, oldukça güçlü olmak zorunda
olan bir devlet var olacaktır. Devletin olduğu yerde idare vardır,
bürokrasi vardır. Devletin idare mekanizması, yani bürokrasi
hakim sınıfın bir aracı olmak zorundadır. Bürokrasinin hakim
işçi sınıfından bağımsızlaşması ve başlı başına bir
sınıf olması söz konusu olamaz anlayışı, bürokrasi hakim
sınıftan kopuk değildir, onun bürokrasi alanındaki yansımasıdır
argümanlarıyla teorik olarak imkansızlaştırılırsa; yani
sosyalizm koşullarında bürokrasiden hakim sınıf çıkmaz denirse
bu hem doğru hem de yanlış olur. Doğru olur, çünkü SSCB'nde
sosyalizm koşullarında bürokrasi işçi sınıfı dışında bir
sınıf değildi, olamadı, ama olmak için gelişti. Yanlıştır,
çünkü sosyalizm sürecinde yapılan hatalar kaçınılmaz olarak
bürokrasi tarafından kullanılacak ve onun güçlenmesini
sağlayacak; sınıf olarak ortaya çıkma koşullarını
olgunlaştıracaktır. Bunun tipik örneği de XX. Parti Kongresidir.
Yanlıştır dendiğinde SSCB'nde, XX. Kongrede Kruşçev
revizyonistlerinin siyasi iktidarı gasp etmeleri ve böylece
proletarya diktatörlüğünü yıkmaları açıklanamaz. Troçki
hazretlerinin dediği gibi bir taraftan proletarya diktatörlüğünü
kabul etmek -Troçki'ye göre proletarya diktatörlüğünün varlığı
toplum formasyonu olarak sosyalizmin, sosyalist düzenin hakimiyeti
anlamına gelmez- diğer taraftan da bürokrasiyi ondan kopartarak
ayrı bir sınıf olarak görmek saçmalıktır. SSCB'nde
proletarya diktatörlüğü koşullarında bürokrasiye karşı
mücadele edilmiştir; onun sosyalizmi yozlaştırma, kapitalizme
geri dönüşün yolunu açma çabalarına karşı kayıtsız
kalınmamıştır, ama bürokrasi sosyalist
SSCB döneminde sınıf olamamıştır; hele hele Troçki'in iddia
ettiği gibi daha ziyade 1930'lu yıllarda hiç olamamıştır.
Tamam,
Troçki saçmalıklarıyla ünlüdür, ama bu kadar da saçmalanmaz
ki! Bizzat Troçki, “IV. Enternasyonal ve SSCB”
yazısında (1933) şunları söyler.
Okuyalım:
“Bir
sınıf sadece ulusal gelirdeki payına göre belirlenmez, aksine
genel iktisadi yapıdaki bağımsız rolüne, toplumun ekonomik
tabanındaki bağımsız köklerine göre belirlenir. Her sınıf
(Feodal bey, köylü, küçük burjuva, kapitalist burjuva,
proletarya) kendi mülkiyetinin temel biçimlerini oluşturur. Bütün
bu sosyal özellikler bürokraside yoktur. Üretim ve dağıtım
sürecinde bağımsız bir yer almaz. Bağımsız mülkiyet kökleri
yoktur. Onun işlevleri esas itibariyle sınıf hakimiyetinin siyasi
tekniğiyle ilgilidir. Bürokrasinin varlığı, özgün ağırlığı
biçiminde her sınıf rejimini karakterize eder. Onun gücü
yansıtılmış karakter taşır. Bürokrasi, iktisadi hakim sınıfla
kopmaz bağ içindedir, onun sosyal köklerinden beslenir, onunla
vardır, onunla yok olur...
...Tek
başına bürokrasinin imtiyazları Sovyet toplumunun temellerinde
hiçbir şey değiştirmez. Çünkü bürokrasi imtiyazlarını
herhangi bir özel, “sınıf”
olarak kendine özgü varlık ilişkilerinden elde etmez, aksine Ekim
Devrimi tarafından oluşturulan ve esasen proletarya diktatörlüğüne
eş anlamlı olan mülkiyet biçimlerinden elde eder”.
Burada
Troçki, SSCB'nde “bürokrasi
diktatörlüğü”nün
mümkün olamayacağını bizzat yazıyor, kabul ediyor ve böylece
bu iddiada olanları eleştiriyor. Troçki, “Onun
(bürokrasinin-
İ.O.) gücü yansıtılmış karakter
taşır. Bürokrasi, iktisadi hakim sınıfla kopmaz bağ içindedir,
onun sosyal köklerinden beslenir, onunla vardır, onunla yok olur”
diyor. Ama
her nedense aynı Troçki üç yıl sonra 1936'da bürokrasiyi hakim
sınıftan bağımsızlaştırıyor, ona bağımsız sınıf olma
özelliği veriyor, onu proletarya diktatörlüğünden kopartıyor.
Troçki'nin
“IV. Enternasyonal ve SSCB”
yazısındaki değerlendirmesine göre hareket edecek olursak doğru
sonuçlara varırız: Bürokrasi hiçbir zaman ve hiçbir toplum
formasyonunda bağımsız sınıf olamaz. Bu nedenden dolayı da
bağımsız bir diktatörlük olarak işlevsel olamaz. Sorunun
Marksist-Leninist, hatta Troçkist açıklaması böyle. Ama bu çok
önemli, çok doğru değerlendirmesine rağmen -kapitalizm
koşullarında hakim sınıfın yanı sıra bürokrasinin bağımsız
bir sınıf olamayacağı ve sosyalizm koşullarında da bürokrasinin
hakim sınıf işçi sınıfının yanı sıra bağımsız bir sınıf
olamayacağı teorisi- Troçki, birkaç yıl sonra tam tersini
yazabiliyorsa bunun bir nedeni olmalıdır. Troçki, SSCB'ne,
SBKP(B)'ye ve Stalin'e karşı mücadele etmek için neden
aramaktadır. Sürekli devrimini, tek ülkede sosyalizm mümkün
değildir teorisini, SSCB'nde sosyalizm kurulamaz, emperyalist
ülkeler buna izin vermez anlayışını yaşam çürüttü, bu
teorilerden geriye bir şey kalmadı veya bu teorilerine ve
anlayışlarına dayanarak SSCB'ne karşı mücadele edilemeyeceğini
gördü. Yeni bir kanıt ararken sanırsam bürokrasi aklına geldi
ve bundan dolayı 3 yıl içinde görüş değiştirdi, olamaz
dediğini olur yaptı. Herhalde böyle olmuştur!
Ama
Troçki bu! Her halükarda öyle olmamıştır diyor. Çünkü aynı
yazısında “Ama bürokratik rejimin
devam eden gelişmesi, yozlaşmanın organik yolundan değil, ama
karşı devrim yolundan yeni bir hakim sınıfın doğmasına neden
olabilir”
görüşünü
de savunuyor.
Böylece
Troçki okuru daha da zor bir durumda bırakıyor. Aynı yazıda bir
taraftan bürokrasi bağımsız sınıf olamaz, bu nedenle hakim
sınıfın -diktatörlüğü elinde tutan sınıfın- görevlerini
yerine getirir diyor, ama öbür taraftan da biraz karmaşık gibi
gözükse de bürokratik rejimden bağımsız sınıf oluşturarak
-bürokrasiyi bağımsız sınıf yaparak- tam tersini savunuyor.
Yine
de, Troçki ne demek istiyor diye soralım. Evet, Troçki ne demek
istiyor? Bürokratlardan oluşan yeni bir sınıf doğuyor ve
hakimiyeti ele geçirerek diktatörlük uyguluyor. Yani bürokrasi,
hakim sınıfın görevlendirmesi üzerine onun işlerini yapanlar,
sınıf olarak gelişiyor. Ama nasıl, hangi yoldan hakim sınıf
olacak? Troçki'ye göre bürokrasi, yozlaşmanın organik yoluyla
değil, karşı devrim yoluyla hakim sınıf olacak. Peki, bu karşı
devrimi kim gerçekleştirecek? Bürokrasi. Peki, bürokrasi,
Troçki'nin dediğine göre zaten iktidarda olduğuna ve
diktatörlüğü altında halkı inim inim inlettiğine göre
neden, hangi amaç için karşı devrim yapacak? Troçki'nin birkaç
bilinmeyenli denklemine göre bu durumda bürokrasi kendi
hakimiyetini yok etmek için karşı devrim yapmış oluyor.
Troçki'den
öğrendiğimize göre bürokrasi ne kapitalizmde ne de sosyalizmde
bağımsız bir sınıftır. Bu durumda sadece “iktisadi
hakim sınıfla kopmaz bağ içinde”
olan, “onun sosyal köklerinden
beslen”en,
“onunla var”
olan, “onunla yok”
olan bürokrasi; yani hakim sınıfın işini görmede yardımcı
araç olan bürokrasi, nasıl, hangi yoldan, hangi yöntemlerle,
hangi araçları kullanarak kendi gücüne dayanarak karşı devrim
örgütlüyor ve gerçekleştiriyor? Troçki buna cevap vermiyor.
Hayır, cevap veriyor, ama yukarıdaki anlayışını çürüten bir
cevap veriyor: “Onun (bürokrasinin-
İ.O.) gücü yansıtılmış karakter
taşır. Bürokrasi, iktisadi hakim sınıfla kopmaz bağ içindedir,
onun sosyal köklerinden beslenir, onunla vardır, onunla yok olur”.
Ama
Marksizm-Leninizm bu soruna açıklık getirmiştir; bürokrasinin
doğuracağı tehlikeleri, sonuçlarını SSCB'ndeki gelişmelerden
hareketle analiz etmiştir. Bu konuyu ayrıca ele alacağız. Burada
Troçki ile devam edelim.
Troçki,
“İtalyan Marksisti Feroci, doğru olarak, “Korporatif devlet,
tekelci sermayenin bir katibinden başka bir şey değildir diye
yazıyor”
diyor “İhanete Uğrayan Devrim”de
(21).
O
zaman bu karşı devrim, katiplerin karşı devrimi oluyor; tekelci
sermayenin -kapitalist sınıfın- işini gören katiplerin karşı
devrimi!
Troçki
bu, “sağı solu” belli olmaz demiştik. Gerçekten de öyle!
1920/1921 dönemine dönemlim. O dönem Bolşevik Parti içinde
bürokratizm üzerine fırtınaların kopartıldığı tartışmalar
yapılmıştı. Sendikaların inşası üzerine tartışılıyordu.
Lenin ve Stalin Troçki'nin bu konudaki görüşlerini oldukça sert
eleştirdiler.
O
zamanki Troçki, 1930'lu yıllarda “Stalinist bürokrasinin
diktatörlüğü”ne
karşı mücadele eden Troçki, sendikaları askeri disipline göre
bürokratik bir tarzda yukarıdan aşağıya örgütlemeyi ve
kumanda etmeyi ve bunu üyelere demokratik katılım hakkını
vermeden yapmayı öneriyordu. Açık ki Troçki'nin bürokrasi
konusundaki görüşü yaklaşık 15 sene içinde bir uçtan diğer
uca savrulacak derecede değişmiş.
Troçki'nin
bu bürokratik anlayışı üzerine Lenin, 30 Aralık 1920'de VIII.
Sovyet Kongresi delegelerinin ve sendika üyelerinin katıldığı
toplantıda “Sendikalar, Şimdiki Durum ve Troçki'nin Hataları
Üzerine”
konuşmasında şunları söyler:
“Elimdeki
başlıca malzeme, yoldaş Troçki'in Sendikaların Rolü ve
Görevleri adlı broşürüdür. Bu broşürü, Merkez Komitesine
yine kendisinin sunduğu tezlerle karşılaştırıp bunları
dikkatle gözden geçirdiğimde, içerdikleri teorik yanlışlar ve
apaçık gaflar karşısında şaşkına döndüm. Bu sorun üzerinde
büyük bir parti tartışmasını başlatan biri nasıl olup da
dikkatle düşünülmüş açıklamalar için böylesine zayıf bir
mazeret gösterebilir?...
Bir
yanda, tüm sanayi işçilerini içinde barındıran sendikalar,
artık bir diktatörlük kurup devlet aracılığıyla zor uygulayan
egemen, yönetici sınıfın bir örgütüdür. Ama bir devlet organı
değillerdir; ayrıca zor kullanım aygıtı da olmayıp, eğitim
amacına yöneliktirler. Sendika, insan kazanıp yetiştirmeye yatkın
bir örgüttür; gerçekte, bir okuldur: Bir yönetim ve ekonomik
yönlendirme okulu, bir komünizm okulu” (22).
Lenin'in
bu tespitlerinden sonra tartışma oldukça sertleşir. Lenin,
Troçki'nin sorunun özünü kavramadığını ve başkalarını -bu
durumda Lenin ve Stalin'i- ideolojik kargaşaya neden olanlar olarak
gösterdiğini söyler:
"İdeolojik
karışıklık" içerisinde olan, Troçki'nin kendisidir; çünkü
sendikaların rolüne ilişkin bu kilit sorunda ve kapitalizmden
komünizme geçiş çerçevesinde, Troçki, basitlikten çok ötede
karmaşık yapılı bir dişli çark mekanizmasına sahip olduğumuzu,
bunun da proletarya diktatörlüğünün, proleter kitle örgütleri
tarafından uygulanamamasından kaynaklandığını unutmuştur”
(23).
Konuşmasının
akışı içinde Lenin'in Troçki ile arasında sendikalar sorununda
derin görüş ayrılıkları olduğunu anlıyoruz. Tartışmanın
sertleşmesinde Troçki'nin proletarya diktatörlüğünün özüyle
bağlam içinde hatalar yapması belirleyici bir rol oynamıştır.
Troçki'nin sendikalar sorununda yapmış olduğu öneriyi Lenin, en
kötü, en belalı, en lanet bürokratizm olarak tanımlar.
“Üretim demokrasisinin yanlış çözümü”
üzerine Troçki ve Buharin'in anlayışını eleştirirken Lenin
şunları söyler:
“Özellikle
bürokratizmin kitlelerin karşısına gözle görülür biçimde
çıktığı ve bürokratizm sorununu gündeme aldığımız böyle
bir politik anda bu şiarın önemini kavramak gerekir...
Değerli
askeri deneyimler mevcut: Kahramanlık, uygulamada titizlik vs.
Askeriye içinde en kötü unsurların deneyimlerinde kötü bir şey
var: Bürokratizm, kendini beğenmişlik. Troçki’nin tezlerinin,
onun bilgisi ve isteği dışında, askeri deneyimin en iyilerinin
değil, en kötülerinin destekçisi olduğu görülmüştür. Siyasi
yöneticinin sadece kendi politikasından değil, yönettiklerinin
yaptıklarından da sorumlu olduğu unutulmamalı” (24).
Lenin'in
acımasızlığında Troçki'nin hataları belirleyici olmuştur.
Öyle ki, Lenin başka birinin tezleriyle karşılaştırarak
Troçki'yi adeta ezer. Şunu söyler: Rudsutak'ın tezleri
Troçki'nin tezlerinden karşılaştırılamayacak derecede daha
iyiydi. Ama onun tezleri dikkate alınmadı, çünkü Rudsutak'ın
-Troçki'nin aksine- “yüksek sesle konuşma, etkileyici ve
güzel konuşma eksikliği var”.
Demek ki Rudsutak, Troçki gibi konuşmasını becerebilseydi tezleri
gereken ilgiyi görecekti. Lenin, daha da ileri gider ve Rudsutak'ın
tekil tezlerini Troçki'nin tezleriyle karşılaştırır ve
Rudsutak'ın aksine Troçki'nin sendika önderlerini, üyelerin
seçmesini değil de, bürokratik tarzda belirlenmelerini ve
belirlenenlerin de seçtirilmelerini önerdiğini anlatır:
“İşte
gerçek bürokratizm! Troçki ve Krestinski sendikaların “yönetici
personeli”ni seçecekler!”
(25).
Lenin'in
vardığı sonuç da şudur:
“Sonuç:
Troçki ve Buharin’in tezleri bir dizi teorik hata, bir dizi
ilkesel yanlışlık içeriyor. Siyasi olarak, meseleye tüm yaklaşım
tarzı tam bir densizliktir. Troçki yoldaşın “tez”leri politik
olarak zararlıdır. Onun politikası son tahlilde sendikaları
bürokratikçe hırpalama politikasıdır. Ve Parti Kongremizin bu
politikayı mahkûm ve reddedeceğinden eminim”
(26).
Troçki
bürokratizm konusunda Stalin'den de gereken cevabı alır. Stalin 19
Ocak 1921'de “Pravda”da
yayımlanan bir makalesinde (“Görüş Ayrılıklarımız”)
şunları söyler:
“Görüş
ayrılıklarımız, işçi sınıfı içinde çalışma disiplinini
sağlamlaştırmanın nasılının, işçi kitlelerini sanayinin
yeniden kurulmasına çekmek için onlara yaklaşmanın
yöntemlerinin ve bugün zayıf olan sendikalarımızı, sanayimizi
yeniden canlandıracak güçlü, gerçek sanayi sendikalarına
dönüştürmek için tutulacak yolların ne olduğu sorunlarıdır.
İki
yöntem vardır: Zor yöntemi (askeri yöntem) ve ikna yöntemi
(sendikal yöntem). Birinci yöntem hiçbir şekilde ikna unsurlarını
dışlamaz, ne var ki burada ikna unsurları zor yönteminin
gereklerine tabidir ve bunlar için yardımcı bir araçtır. Öte
yandan ikinci yöntem de zor unsurlarını dışlamaz, ama burada
zor unsurları ikna yönteminin gereklerine tabidir ve bunlar için
yardımcı bir araçtır. Bu iki yöntemi birbirine karıştırmak,
tıpkı ordu ile işçi sınıfını aynı kefeye koymak kadar
yanlıştır.
Başlarında
Troçki bulunan ve ordu içindeki askeri yöntemlerin başarısından
başları dönen bir grup parti işçisi, sendikaların
sağlamlaştırılmasında, sanayinin yeniden doğuşunda başarıya
ulaşmak için bu yöntemlerin işçi kitleleri içine, sendikalar
içine taşınması gerektiğini düşünüyorlar...
Ordu
homojen bir nitelik değildir... Siyasi şubeleriyle Komiserlik
sistemi, devrim mahkemeleri, disiplin cezaları, tüm mevkilerin
atama yoluyla doldurulması gibi salt askeri etkileme yöntemleri
buradan çıkmıştır.
Ordunun
aksine işçi sınıfı, sosyal olarak homojendir, ekonomik durumu
nedeniyle sosyalizme eğilim gösterir. Komünist ajitasyona kolay
kulak verir, sendikalarda gönüllü olarak örgütlenir ve tüm
bunlardan ötürü de Sovyet devletinin temelini, tuzunu oluşturur.
Bu nedenle sanayi sendikalarımızın pratik çalışmasının
temelinde ağırlıklı olarak ikna yöntemlerini uygulamanın
yatması şaşılacak bir şey değildir. Aydınlatma, kitle
propagandası, işçi kitlelerinin inisiyatifinin ve bağımsız
faaliyetinin geliştirilmesi, seçilebilme gibi salt sendikal
etkileme yöntemleri buradan çıkmaktadır.
Troçki'nin
hatası, ordu ile işçi sınıfı arasındaki farkı küçümsemesinde,
askeri örgütler ile sendikaları aynı kaba koymasında ve
-alışkanlıktan olsa gerek- ordudaki askeri yöntemleri
sendikalara, işçi sınıfına taşımaya çalışmasında
yatmaktadır...
Şimdi
artık, Troçki tarafından yönetilen Zektran'ın (Demiryolu
ve Denizcilik İşçileri Birleşik Sendikası Merkez Komitesi- İ.
O.) yöntemlerinin, bizzat Zenktran'ın pratiği tarafından
mahkum edildiğine kanıtlanmış gözüyle bakabiliriz. Troçki,
Zektran'ı yöneterek ve Zektran aracılığıyla öteki sendikalara
etki yaparak, sendikaların canlanmasını ve yenilenmesini sağlamak,
sanayinin yeniden kurulması çalışmasına işçilerin çekilmesini
sağlamak istiyordu. Ama gerçekte ne oldu? Sendikalar içindeki
komünistlerin çoğunluğuyla çatışma, sendikaların çoğunluğunun
Zektran ile çatışması, Zektran'ın fiilen bölünmesi, sendikal
olarak örgütlü işçilerin “alt kesimleri”nin
“Komiserlere”
öfke duyması”...
Böyle
bir ülkeyi yönetebilmek için Sovyet iktidarı işçi sınıfının
sağlam güvenine sahip olmak zorundadır. Çünkü böyle bir ülke
ancak işçi sınıfı sayesinde ve işçi sınıfının güçleri
ile yönetilebilir. Ancak işçilerin çoğunluğunun güvenini
korumak ve sağlamlaştırmak için işçi sınıfının
bilinçliliğini, bağımsız faaliyetini ve inisiyatifini sistemli
bir şekilde geliştirmek, işçi sınıfının sistemli bir şekilde
komünizm ruhuyla eğitmek, bu amaçla onları sendikalarda
örgütlemek ve komünist ekonominin inşasına çekmek gerekir.
Bu
görevi, zor yöntemleriyle ve sendikaları “adamakıllı sarsarak”
yerine getirmek, besbelli ki olanaksızdır. Çünkü bu yöntem işçi
sınıfını bölmekte (Zektran!) ve Sovyet iktidarına karşı
güvensizlik yaratmaktadır. Ayrıca, zor yöntemleri ile kitlelerin
bilinçliliğini geliştirmenin ya da onların Sovyet iktidarına
karşı güvenini güçlendirmenin aslında düşünülemeyecek
olduğunu kavramak kolaydır.
İşçi
sınıfını birleştirmek, onun bağımsız faaliyetini yükseltmek,
ülkeyi ekonomik yıkıma karşı seferber etmek için şimdi son
derece gerekli olan Sovyet iktidarına duyulan güveni
sağlamlaştırmak görevini gerçekleştirmenin, ancak “sendikalar
içinde proleter demokrasinin normal yöntemleri”
ile, ancak ikna yöntemleri ile mümkün olacağı açıktır”
(27).
İşte
Troçki budur. Bu gün böyle, yarın başa türlü olabilir. Zaten
diyalektikte de esas olan değişim değil mi? Belki de Troçki
değişmiştir. Kim bilir. Ama Troçki'nin 1930'lu yılların ilk
yarısında dile getirdiği bürokratizm, SSCB'de olmayan
bürokratizmdi. Troçki, oluşmakta olan bürokratizmden bahsetmiyor,
oluşmuş bürokratizmden bahsediyor. Bu ise çok sonrasının
SCCB'nde gündeme gelen bir sorundur.
Troçki
bürokratik diktatörlük açıklamasına devam ediyor:
“Stalin'in
dayandığı bürokrasi, gerçekleştirilen ulusal devrimin
sonuçlarına maddi olarak bağlıdır; buna karşın (Stalin'in
dayandığı- İ.O.) bürokrasinin gelişen enternasyonal
devrimle hiç bir temas noktası yoktur. Yaşam tarzına, çıkarlara
ve psikolojiye göre bugünkü Sovyet bürokratlarının devrimci
Bolşeviklerden farkı, Napolyon'un generallerinin ve valilerinin
devrimci Jakobinler'den farkından daha az değildir” (28).
Tabii
iş bu noktaya gelince söylenecek bir şey kalmıyor. Troçki, dünya
devrimci hareketin uyarı adı altında tehdit ediyor. Yukarıdaki
sözünden çıkartılması gereken sonuç şu:
1-Tek
ülkede devrim, bürokratik diktatörlüğe götürür.
2-Bürokrasi,
varlığını korumak ve devam ettirmek için “ulusal devrim”e
yapışır, “enternasyonal devrim”le hiçbir bağı yoktur.
3-Bürokrasi
veya bürokratik diktatörlüğün unsurları karşı devrimcidir.
Jakobin-Bolşevik ve bürokrat-Napolyon generalleri karşılaştırması
bu nedenle yapılmaktadır.
Aşağıdaki
aynlayışıyla da bu karşılaştırmadaki amacına son noktayı
kor:
“Hakim
tabakanın özü tamamen yozlaşmıştır. Jakobinler,
Thermidoriancılar (karşı
devrimciler- İ.O.) ve Bonapartistler tarafından,
Bolşevikler de Stalinistler tarafından püskürtülmüşlerdir”
(29).
Jakobinler
devrimci; Bonapartistler, Thermidoriancılar karşı devrimci.
Troçkistler
veya “Bolşevik-Leninistler” devrimci; SBKP(B), Bolşevikler
(“Stalinistler”) karşı devrimci!
Troçki'nin
“bürokrasinin diktatörlüğü”
hezeyanları boşunadır. SSCB'nde, en azından sosyalist olduğu
1917-1956 arasında bürokrasinin diktatörlüğü değil, proletarya
diktatörlüğü hakimdi. Ekim Devrimiyle Çarlık devleti
devralınmadı, o devlet yıkıldı ve yerine proletaryanın
diktatörlüğü kuruldu. Bu diktatörlük işçi sınıfı ve emekçi
yığınlar tarafından kontrol edilebilen bir diktatörlüktü ve
süreç içinde farklı aşamalardan geçerek, Sovyet insanının
kontrolü dahilinde gelişti.
SSCB,
sosyalizmin temellerinin atıldığı, ama henüz tamamlanmadığı
sosyalist bir ülkeydi. 1936 Anayasasında da tespit edildiği gibi
SSCB'nde sömürücü sınıflar kalmamıştı, ama farklı sınıflar
(işçi sınıfı-köylülük) vardı ve o haliyle Sovyet toplumu
sınıfsız bir toplum değildi. Böylesi koşullarda; sosyalizmin
nihai zaferinin henüz elde edilmediği, farklı sınıfların olduğu
sosyalist bir toplumda devletin ölüp gitmesinden, idare
mekanizmasının (bürokrasi) yok olmasından, polisin, jandarmanın,
mahkemenin vb. artık gereksizliğinden veya az gerekli olmasından
bahsedilemez. Komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmde
bunlar olacaktır. Yani sosyalizm, sosyalist toplum, proletarya
diktatörlüğü olmadan düşünülemez. Şüphesiz ki, proletarya
diktatörlüğünün de bürokrasisi vardır, kendine özgü;
proletarya diktatörlüğüne özgü bir bürokrasi. Proletarya
diktatörlüğünde, somutta da SSCB'nde bürokrasi, Sovyet insanına
yabancı olan, onu dışlayan bir bürokrasi değildi, tam tersine,
ilk yıllar hariç Sovyet insanından oluşan bir bürokrasiydi.
SSCB'ni sosyalist olduğu dönemde Sovyet bürokrasisi ile Sovyet
insanının, halkının kaynaştığı, iç içe geçtiği bir
bürokrasiydi. Burjuva ülkelerde olduğunun aksine SSCB'nde yürütme
ve yasamanın -kuvvetler ayrımının- olmaması halkın bürokrasiyi
kontrol etme, ülkenin geleceği üzerine söz sahibi olma hakkını
kullanmasını sağlıyordu. Proletarya diktatörlüğü budur.
Hiç
kimse Sovyet bürokrasisinin mükemmel olduğunu savunmamıştır.
Sovyet bürokrasisinin en çok eleştirenlerin başında da Stalin
gelir. Dünyanın altıda birinde hakimiyetini sürdüren proletarya
diktatörlüğünün idari mekanizmalarında eksikliklerin olması,
hataların yapılması kaçınılmazdı. Bolşevikler bürokratik
hatalara özeleştirel yaklaşma bilincindeydiler. Öyle de yaptılar.
Hataları, eksiklikleri acımasızca gündeme getirdiler,
düzeltilmesi için mücadele ettiler ve en önemlisi, Sovyet
insanının sorunlarını nerede örgütlüyse -fabrikalarda,
işletmelerde, okullarda, kolhozlarda vs.- orada gündeme
getirmeleri, sorunun üzerine gitmeleri için teşvik ettiler. Troçki
efendinin bunları bilmediğini söyleyemeyiz.
Troçki,
burjuva düzende bürokrasi ile sosyalizmde bürokrasi arasında
sınıfsal zıtlık olduğunu mutlaka biliyordur. Bu bakımdan
sosyalizmde, proletarya diktatörlüğü koşullarında bürokrasinin
“tekelci sınıfın”
-yani kapitalistlerin- katibi (“komisi”)
olmadığını da en azından bilmesi gerekir. Ama Troçki,
kapitalizmde bürokrasi ile sosyalizmde bürokrasi arasındaki
ilkesel farkı anlamak istemiyor. Diğer taraftan Troçki'nin SSCB'de
bürokrasi diye tanımladığı ile SBKP(B)'nin bürokrasiden
anladığı tamamen farklı şeylerdir. Troçki, Sovyet bürokrasisini
proletarya diktatörlüğünden kopartıyor, bağımsızlaştırıyor,
sınıf yapıyor; bir taraftan proletarya diktatörlüğü, öbür
taraftan bürokrasinin diktatörlüğü gibi ayrımlar yaparak, bu
iki diktatörlükten birisi olan bürokrasinin diktatörlüğünün
hakimiyetinden -istiyorsanız proletarya diktatörlüğü üzerindeki
hakimiyetinden diyebilirsiniz- bahsediyor. Troçki'ye göre
SBKP(B), yani Bolşevik Parti başında Stalin'in durduğu ve
“politik devrim”le
yıkılması gereken devasa bir bürokratik mekanizmadır.
SBKP(B) ise bürokrasiden Troçki'nin dediğinin tam tersini
anlıyor. SBKP(B)'ye göre proletarya diktatörlüğünün devlet
mekanizması, idari mekanizması diktatörlük uygulayamaz. Bu
mekanizmalar sosyalizmin inşası mücadelesinde proletarya
diktatörlüğünün yardımcı araçlarıdır ve bu araçlarda
ortaya çıkan hatalar ve eksiklikler parti ve proletarya
diktatörlüğü tarafından her an düzeltilebilir.
Sovyet
bürokrasisinde görülen eksiklikler ve hatalar, sosyalizmin
düşmanları tarafında her zaman kullanılmıştır. SSCB'nde
sosyalizmin inşa edilmediğini, orada sosyalist demokrasinin geçerli
olmadığını, insanların baskı altında tutulduğunu vb.
kanıtlamak için her zaman kullanılmıştır. Bunda yadırganacak
bir şey yok. Sosyalizmin düşmanları SSCB'nde sosyalizmin inşası
ile bürokratizme karşı mücadele arasında diyalektik bir bağın
olduğunu anlama yeteneğinden oldukça uzaktılar. Bürokrasi
tarafından ülkenin ekonomik, siyasi, kültürel gelişmesinden
uzaklaştırılan, kopartılan işçi sınıfı ve emekçi
köylülerden oluşan sosyalist bir halk nasıl olur da sosyalizmin
inşasına katılabilir? Bu baylara göre, bürokrasi tarafından
dışlanan ve baskı altına alınan bu emekçi halkın sosyalizmi
inşa etmemesi gerekirdi. Ama başarıyla inşa etti. Bunu nasıl
açıklayacağız?
1936
Anayasasını Troçki, burjuva ilkeler karşısında teslimiyet
olarak tanımlar. Birçok özelliklerini başka bir makalede ele
aldığımız o anayasa, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin
ülkenin geleceğine katılımını engelleyen eksiklikler üzerine
giden bir anayasaydı. VIII. Sovyet Kongresinden sonra (1936
Anayasasının kabul edildiği kongre) SBKP(B) saflarında ortaya
çıkan hata ve eksikliklerin üzerine giden, sorunları bütün
Sovyet insanları önünde ele alan kampanya oldukça öğretici
olmuştur. Keza Mart 1937'de SBKP(B)-MK Plenumu'nda Stalin'in “Parti
Çalışmasının Eksikliği ve Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin
Tasfiyesi İçin Alınacak Önlemler Üzerine”
konuşması ve bütün örgütlerde demokrasinin kesinkes
uygulanmasını talep eden bildirgenin kabul edilmesi ve onun
pratikte uygulanması da öğretici olmuştur. Orada parti içi
yaşamda demokratik merkeziyetçiliğin sonuna kadar uygulanması
talep edilmektedir. Hiçbir parti üyesi, konumuna sığınarak
eleştiriden muaf tutulamaz, hiçbir yerde parti sekreterleri
atanamaz; parti sekreterleri ve başkaca sorumluluk taşıyanları
her tarafta üyeler tarafından gizli oy kullanımı ve özgür
demokratik koşullarda seçilmelidir vb. MK bildirgesinde bu türden
kararların yer almasının nedeni vardı. Bazı örgütlerde
üyelerin inisiyatifi sorulmaksızın parti sekreterleri atanıyordu.
Böyle bir yöntemin bürokrasinin oluşmasına neden olabileceği ve
kitlelerden bağımsız, onlar görevlendirmeksizin eyleyiş içinde
olabilecekleri MK tarafından eleştirilmişti. Söz konusu bildirge,
bütün parti örgütlerini 20 Mayıs 1937'ye kadar gerekli örgütsel
tedbirleri almakla, parti tüzüğüne uygun biçimde bütün parti
mercilerinin demokratik seçimini güvencelemekle yükümlü
kılıyordu. Liste seçimleri yasaklandı. Tek tek adaylar oylandı.
Aynı kurallar Sovyet seçimleri için de geçerli kılındı. Bütün
bu tedbirler bürokrasinin hala var olan eksikliklerini gidermek
içindi.
SSCB'nde
yeni bir sınıf oluşumu sorunu ve Troçki
SSCB'ni
eleştirenlerin önemli savlarından biri de bürokrasinin dışında
aydın kesiminde de unsurların yeni bir sınıf olarak
geliştikleridir. Bunu da tam eşitliğin sağlanmamış olduğunda
arıyorlar. Örneğin Troçkistler, SSCB'nde Marksizmin öngördüğü
tam eşitlik sağlanamamıştır, tersine tam eşitliğin
sağlanamamasından dolayı sınıf hakimiyetinin yeni bir biçimi
oluşmaktadır diyorlar.
Troçki'ye
göre sınıfları idari olarak ortadan kaldırmakla sorun
çözülmüyor, bu yeterli değildir. Önemli olan, sınıfları
iktisadi olarak ortadan kaldırmaktır. Burada Troçki -ilk defa
demeyim ama- çok doğru bir tespit yapıyor. Troçki'ye göre
halkın çoğunluğu hala yoksulluk içinde yaşıyorsa insanların
kişisel sahip olma ve tüketim araçlarını istifleme eğilimi
gelişir. Bütün bunlar ekonominin kolektif karakteriyle çelişir.
İstiflemek tüketim araçları yetmezliğinden ve ihtiyaçtan
doğmaktadır. Bu durumda dikkat edilmezse, istifleme belli bir
sınırı aşarsa bu, kaçınılmaz olarak ilkel kapitalist birikime
götürür ve bu gelişmenin sonunda kolhozlar ve devlet tekelleri
yıkılır. Sosyalist anlamda sınıfların yok edilmesi, toplumun
bütün üyeleri için gerekli tüketim maddeleri, gıda maddeleri
temini güvence altına alındığında ve kişisel birikim için her
türlü teşvik edici ortamın ortadan kaldırıldığında
mümkündür. SSCB ise böyle bir gelişmeden oldukça uzaktır.
Troçki böyle diyor.
Şunu
söylüyor: SSCB'nde her ne kadar üretim araçlarının özel
mülkiyeti kaldırıldı ve toplumsal mülkiyet geçerli kılındıysa
da, yeterli tüketim aracı, gıda maddeleri olmadığı için
insanlar fırsatını bulunca bu maddeleri istiflerler ve böylece de
birikim olanağı elde ederler. Yani SSCB'nde yeni bir sınıf
oluşumunun maddi temelleri var, kişisel zenginleşmenin maddi
koşulları ortadan kaldırılmamıştır. Bunu engellemek için
toplumun ihtiyaç duyduğu tüketim maddeleri, gıda maddeleri
yeterli derecede üretilmelidir. Böylece istiflemenin anlamı kalmaz
ve kapitalist ilkel birikimin de koşulları doğmaz. Söylenen bu.
Bu
durumda SSCB'nde yeni sınıf, yoksulluktan, sefaletten, tüketim
maddeleri kıtlığından dolayı oluşuyor sonucunu çıkartmamız
gerekiyor. Ayrıca özet olarak ele alacağız ama burada şu
kadarını söyleyelim: SSCB'nde ekonomik ilişkilerden kaynaklı
oluşmuş bir sınıfın (Troçki'nin anlattığı ilkel birikimi
-sermaye birikimi- gerçekleştirerek oluşmuş bir kapitalist
sınıfın) XX. Parti Kongresinde (1956) karşı devrimi
gerçekleşmediği tartışma götürmez (30).
Oluşan
sosyal tabakaların, elde ettikleri imtiyazlara dayanarak
zenginleşecekleri ve yeni bir sınıf oluşturabilecekleri veya bu
yönde geliştikleri anlayışı; bu yönlü tehlike üzerine
tartışmalar SSCB'nde hemen her zaman gündemdeydi. Bu soruna
dikkati çekenlerin başında Lenin ve Stalin gelir. Bu anlayış
Troçki'ye özgü değildir.
Troçki,
yeni bir sınıf oluşumunda toplumsallaşmış üretimin durumuyla
iş (emek) verimliliğinin geri olması arasındaki çelişkiyi
önemli bir neden olarak görür. Ona göre SSCB'nde iş verimliliği
olağanüstü geridir. Tam da bu nedenden dolayı tüketim maddeleri
yeterli derecede üretilememekte ve iktisadi, kültürel ihtiyaçlar
ancak imtiyazlı olanlar için giderilebilmektedir. Toplumda bir
azınlık oluşturan bunlar bir taraftan bürokratlardan, diğer
taraftan da iş verimliliğinin artması için harcadıkları özel
çabadan dolayı imtiyazlı konuma gelen işçi -“Geçiş
Programı”nda "Kahrolsun Stahanovizm! Kahrolsun Sovyet
aristokrasisi ve onun rütbe ve nişanları!” (s. 24) diyen
Troçki'den başkası değildir- köylü ve aydınlardan
oluşmaktadır. Bunlar özel imtiyazlı konumlarından dolayı
bürokratlaşan kesimin bir parçasını oluştururlar. Troçki de bu
genel doğruyu dile getirmektedir.
Troçki,
durumu kendine göre anlatmakla yetinmez, “ikna”
edici olmak için abartmayı da ihmal etmez. Tekil olanı, oluşmuş
bir sosyal tabaka olarak ele alır ve bu tekil olanların yaşam
koşullarını -otomobil, hizmetçi v.- işçilerin yaşam
koşullarıyla karşılaştırır. Aynı yöntemi Alman faşistleri
de kullanarak SSCB'nde sosyal eşitsizliğin uçurum boyutlarında
olduğunu göstermeye çalışmışlardır.
Ama
Troçki bu, “sağı solu” belli olmaz. Bir taraftan SSCB'nde
tekil durumları abartarak, yeni sosyal tabakanın otomobillerinden,
hizmetçilerinden, villalarından bahsederek yeni sınıf oluşumunu
kanıtlamaya çalışır ama diğer taraftan da bu imtiyazlı konuma
dayanılarak yeni, hakim sınıf olunamayacağını yazar. “IV.
Enternasyonal ve SSCB”
kitapçığında (1933) “En büyük konutlar, en ağız
sulandırıcı biftekler ve bizzat Rolls-Royce'lar dahi bürokrasiyi
bağımsız hakim bir sınıfa dönüştürmez”
diyen Troçki'den başkası
değildir.
Marksizme
göre sınıf oluşumu üretim ilişkilerinden kaynaklanır. SSCB'nde
ise üretim araçları toplumsal mülkiyette olduğu için, üretim
araçlarından kaynaklı bir sınıf oluşumunun maddi koşulları
yoktu; SSCB'nde en güçlü bürokrat, en kapsamlı imtiyaza sahip
olanlar dahi üretim araçlarının toplumsal mülkiyet karakterinden
dolayı imtiyazlı olarak kalmışlardır, klasik kapitalizm
anlamında yeni bir sınıf oluşturamamışlardır. Ancak bu süreç
XX. Parti kongresinden sonra değişmeye başlamış, siyasi iktidarı
gasp eden revizyonistler proletarya diktatörlüğünü yıkarak
SSCB'nin bürokratik kapitalist bir ülkeye dönüştürmüşler ve
bu sistem de 1991/1992'de çökerek, ülkede klasik kapitalizme
geçilmiştir.
Troçki,
harcanan işe (emeğe) göre paylaşımın, sosyalizmin bu temel
ilkesinin sosyalist toplumda, sosyalist üretim ilişkilerine göre
üretimin yapıldığı ülkede, yani SSCB'nde yeni sınıf oluşumuna
neden olmaktadır diyor. Troçki, sosyalizmde ücret, paylaşım
eşitliğinden bahsediyor. SSCB'nde bunun denemesi 1920'li yılların
başında, Bolşeviklerin ücretlendirme konusunda ne yapacaklarını
henüz tam kararlaştıramadıkları, daha doğrusu bilemedikleri, el
yordamıyla yürümek zorunda oldukları bir dönemde yapılmıştı
ve sonuçları Troçki'nin bilmediği bir gelişme değildir.
Karşılaştırma yapabilmeniz için SSCB'nde ücret sorununun nasıl
ele alındığını bundan sonraki makalede ayrıca ele alacağız.
Marksizm,
eşitlikten Troçki'nin anladığını anlamıyor; Marksizmde eşitlik
talebi, bireyin yok edilmesi ve bütün insanların eşitlenmesi
olarak tanımlanmıyor. Böylesi anlayışlar bilimsel sosyalizmden
önce, ütopik sosyalistler tarafından savunuluyordu. Onlar, sınıflı
toplumun özünü ve sınıfları ortadan kaldırmanın ne anlama
geldiğini ve bunu ortadan kaldırmanın sonuçlarını
göremiyorlardı. Marks ve Engels ise eşitlik talebinin ancak
sınıfların ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşebileceğini
öğretiyorlar. Bunun ötesine geçen her eşitlik talebi saçmalıktır
ve Troçki bu saçmalığı yapıyor.
Marks
ve Engels Komünist Manifesto'da “Komünizmin ayırıcı
özelliği, genel olarak mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva
mülkiyetin ortadan kaldırılmasıdır. Ama modern burjuva özel
mülkiyet, ürünlerin üretilmesinin ve mülk edinilmesinin sınıf
zıtlıklarına, birinin diğerini sömürmesine dayanan sisteminin
nihai ve en tam ifadesidir”
diyorlar (31).
Esas
olan, bu burjuva özel mülkiyetin, sömürünün bu kaynağının
ortadan kaldırılması ve böylece sınıf eşitsizliğinin yok
edilmesidir. Bu bağlamda Komünist Manifesto'dan okuyalım:
“İnsan
yaşamının devamı ve yeniden üretimi için yapılan ve geriye
başkalarının işine komuta edecek hiç bir fazlalık bırakmayan
iş ürünlerinin bu kişisel mülk edinilmesini, hiç bir biçimde
kaldırmak niyetinde değiliz. Ortadan kaldırmak istediğimiz tek
şey, sadece, işçinin sırf sermayeyi artırmak için yaşadığı,
egemen sınıfın çıkarının gerektirdiği kadar yaşadığı
mülkiyetin bu rezil karakteridir.
Burjuva
toplumda canlı iş, sadece, birikmiş emeği çoğaltmaya yarayan
bir araçtan başka bir şey değildir. Komünist toplumda ise
birikmiş emek, sadece, işçilerin yaşam sürecini genişletmek,
zenginleştirmek, geliştirmek için bir araçtır...
Komünizm
kimseyi toplumun ürünlerini mülk edinme gücünden yoksun
bırakmıyor, sadece, o mülkiyet aracılığıyla başkasının
emeği üzerinde hâkimiyet kurma hakkını ortadan kaldırıyor”
(32).
Öyleyse:
Marksist eşitlik talebi, sınıf eşitsizliğinin ortadan
kaldırılmasında anlamını buluyor. SSCB'nde olduğu gibi bu talep
gerçekleştirildiğinde komünizmin
ilk aşaması olan sosyalizmde tüketim araçları, emeğin (işin,
çalışmanın) niceliğine ve niteliğine göre dağıtılır
uygulamasının ne denli doğru olduğu anlaşılabilir. Ama
Troçki'de bunu anlayacak durumda değildi.
Eşitliğin
en yüksek aşaması veya eşitliğin en yüksek biçimi ancak ve
ancak komünizmin ikinci aşamasında, en yüksek aşamasında (ilk
aşaması sosyalizmdir) gerçekleştirilir. Eşitlik ve ondan
kaynaklı sorunlar bağlamında SSCB'ni eleştirenler; tam eşitlik,
ürünlerin tam eşitlik ilkesine göre paylaşımını talep edenler
SSCB'nin henüz komünizmin en yüksek aşamasına gelmediğini
görmüyorlar. Bu eleştirmenlerden birisi de Troçki'dir. Demagog
Troçki, Stalin'in komünizmin aşamaları ve her bir aşamasında
eşitlik sorununu doğru ele almasına rağmen, Stalin'e bu konuda
da saldırmak için savunmadığını savundu göstermekten de
çekinmemiştir. 'Olguları doğru anlamak
istiyorsak, her şeyden önce, SSCB'nde daha şimdiden sosyalist,
sınıfsız toplumun var olduğunu ifade eden resmi teoriyi
reddetmeliyiz'. Bunu söyleyen Troçi'den
başkası değildir. SSCB'nde böyle bir “resmi teori”nin
hiçbir zaman olmadığın, savunulmadığını, Troçki'nin
herkesten daha iyi bilmesi gerekir. Bunun böyle olmadığını en
azından Stalin kadar bilmesi gerekir. Stalin önderliğinde
SBKP(B)'nin her zaman ve her yerde sürekli savundukları SSCB'nde
sınıfsız toplum aşamasında olmadığıdır; SSCB'nde sömürücü
sınıfların ortadan kaldırılmasına rağmen hala farklı
sınıfların -işçi sınıfı, köylülük- olduğudur. Amiyane bir
biçimde söyleyecek olursak bu savından dolayı Troçki'ye kargalar
bile gülmez.
Neyse,
Troçki'in ruhsal yorgunluk içinde olduğunu düşünerek bu konuda
Stalin'in ne dediğini hatırlatalım. “SSCB Anayasa Taslağı
Üzerine”
konuşmasında Anayasa Taslağının Temel Özelliklerini”
anlatırken şunları söyler:
“Sovyet
toplumumuz esas itibariyle sosyalizmi gerçekleştirmiş, sosyalist
toplumu kurmuştur, yani Marksistlerin genellikle komünizmin birinci
ya da alt aşaması dediklerini gerçekleştirmiştir. Demek ki
ülkemizde komünizmin ilk aşaması, sosyalizm, esas itibariyle
gerçekleşmiştir. Komünizmin bu aşamasının temel formülü
bilindiği gibi şudur: “herkesten yeteneğine göre herkese
emeğine göre”...
Ne
var ki Sovyet toplumu “herkesten yeteneğine göre, herkese
ihtiyacına göre” formülünün egemen
ilke olduğu komünizmin daha yüksek aşamasına, hedefi gelecekte
komünizmin bu üst aşamasını gerçekleştirmek olmasına rağmen,
henüz ulaşamamıştır”
(33).
Komünist
toplumun ilk aşamasının, yani sosyalist toplumun özellikleri
üzerine Marks, Gotha Programı eleştirisinde şunları söyler:
“Burada
ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan
değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir
komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel,
bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun
damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak
üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş
olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey,
birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü,
bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin
birey olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş
olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan,
şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif
fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve
bu belge ile toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin
eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde
sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde
geri alır” (34).
SSCB'nde
komünizmin ilk aşaması uygulaması ile Gotha Programı
eleştirisinde Marks'ın uyarıları aynı içeriklidir. Stalin
önderliğinde Bolşevik Parti, Marks'ın bu anlayışını doğru
bir bir biçimde pratikte uygulamıştır. Sorun SSCB'nin eleştirisi
olunca “Marksist”
Troçki, Marks'tan da öğrenemiyor.
Gerçekten
de SSCB'nde öyle olmuştur.
Ama Troçki bunu anlamaktan oldukça uzaktır. Nasıl ki, tek ülkede
devrim ve sosyalizmin inşasını dünya devrimin bir basamağı, bir
aşaması, bir parçası olduğunu anlamadıysa, kapitalist toplumun
kalıntıları üzerinde yükselen komünizmin ilk aşamasının son
aşamasından farklı olacağını da anlamamıştır. Bu aşamada,
sosyalizmde paylaşımın nasıl olacağını yine Marks yukarıya
aktardığımız görüşünün devamında şöyle açıklar:
“Besbelli
ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde,
meta değişimini düzenleyen ilkenin aynısıdır. İçerik ve biçim
değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse
emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin
mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey
geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların
dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine
hükmeden ilkeden farksızdır: Bir biçimdeki belli bir miktar emek,
başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir”
(35).
Troçki'nin
eşitlik konusunda anti-marksist görüş savunduğu, SSCB'nde
komünizmin en üst aşamasındaki eşitliği aradığı, SSCB
gerçeği ve bu konuda Marks'ın belirlemesi tarafından tamamen
çürütülmüştür. Ama buna rağmen bir faydası olur diye
Marks'ın komünizmin alt aşamasında eşitlikten neyin anlaşılması
gerektiğini ifade eden sözlerini buraya aktarmadan geçmeyelim.
Aynı yazısında devamla şöyle der:
“Buradaki
eşitlik, ölçümün eşit bir ölçüt ile, emek ile yapılması
olgusudur... Ama bir insan, bedensel ya da zihinsel olarak bir
başkasından üstün olabilir, böylece aynı süre içerisinde daha
fazla emek sağlayabilir ya da daha uzun süre çalışabilir ve
emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi için, süresi ve
yoğunluğu saptanılmalıdır, yoksa bir ölçü birimi olmaktan
çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir
haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri
gibi yalnızca bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri
ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak
zımnen kabul eder”
(36).
Evlilik,
çocuk sayısı, işgücünün değerlendirilmesi (harcanmasındaki
nicel ve nitel farklılıklar) gibi olgular, komünizmin ilk
aşamasında ürünlerin paylaşımında eşitsizliği
yaygınlaştırır. Bu türden olgular, Marks'ın deyimiyle
“kusurlar”
veya “istenmeyen
durumlar”
komünist toplumun ilk aşamasında -sosyalizmde- kaçınılmazdır.
Çünkü bu toplum, kapitalizmin yıkıntıları üzerine kurulan
toplumdur ve kaçınılmaz olarak onun birtakım özelliklerini
taşıyacaktır. Marks'ın kaçınılmaz gördüğünü SBKP(B),
SSCB'nde sosyalizmin inşasında hesaba katmıştır. Aynı yazısında
Marks “Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan
sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist
toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir
zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı
kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz”
diyor (37).
Peki
Troçki ne diyor? Ürünlerin paylaşımında, gelirde tam eşitlik!
Belki de “hukuken” eşitlik diyordur! Böyle
diyorsa bu sefer de hukuku “toplumun iktisadi yapısından
ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek”
seviyeye koyuyor.
Nesnel gerçekliği, bu durumda toplumun nesnel iktisadi yapısını
ve bundan kaynaklanan kültürel
gelişmesini yansıtmayan, ifade etmeyen bir hukukun da beş paralık
bir değeri yoktur. Troçki'nin eşitlik aylayışı, böyle bir
hukuk anlayışına dayanmaktadır. Bu durumda bu anlayışın
“kıymet-i harbisi”nin ne olacağını Troçkistlerin iyi
düşünmeleri gerekir.
“Geçiş
Programı”nda Troçki şöyle yazıyor: “SSCB'nde
devrimin yeni bir yükselişi açık ki, toplumsal eşitsizliğe ve
siyasi baskıya karşı mücadele bayrağı altında
başlayacaktır...Her türlü emek için eşitlenmiş
(denkleştirilmiş-
İ.O.)
ücret!”
(38).
Demek
ki, Troçki'nin sosyalizmde “emek” ve ücretlendirme konusunda
anladığı bu kadar! “Her
türlü emek”,
ücret bakımından eşitlendirilecek. Ağır iş, hafif iş,
karmaşık iş veya bir bütün olarak çalışmanın niteliğine
bakmayacaksın, en fazlasıyla niceliğine bakacaksın ve o niceliği
de ücret bağlamında denkleştireceksin, eşitleyeceksin.
Troçki'nin
aklına uyulsaydı acaba SSCB ne olurdu? Ne olacağı konusunda,
sosyalizmde ücretlendirme ilkesi üzerine bu yazı serisinden
çeşitli makalelerde yeteri kadar durduk.
Troçki'nin
Sovyet toplumu değerlendirmesindeki saçmalığını göstermek için
Marks ile devam edelim.
Ne
diyordu Troçki? Ürünlerin emeğe göre paylaşımı sosyalist bir
paylaşım değildir, anti-marksisttir ve kaçınılmaz olarak sınıf
oluşumuna neden olur! Çocukların “körebe”
oynadığı gibi Troçki hazretleri de “eşitçilik” oyunu
oynuyor. Marks, sosyalizmi inşa eden ülkeleri ve bu ülkelerde
Troçki gibilerin de olabileceğini göz önünde tutarak “eşitçilik”
oyununa gönderme yapıyor.
Aynı
yazısından okuyalım:
“Bir
yanda belli bir süre için bir anlamı olmuş, ama şimdi eskimiş
laf salatası haline gelmiş görüşlerin partimize dogmalar olarak
zorla kabul ettirilmek istenmesiyle, öte yanda ise partiye bin bir
zahmetle kazandırılmış ve artık onda kök salmış gerçek
görüşü, ideolojik hukuk saçmalıkları ve demokratlarla Fransız
sosyalistleri için çok geçerli olan saçmalıklar yoluyla tersine
çevirmekle nasıl büyük bir suç işlendiğini göstermek için,
bir yandan "emeğin tüm geliri"ni, bir yandan da "eşit
hak"kı, "adaletli dağıtım"ı uzun uzun ele aldım.
Buraya
kadar yapılmış olan tahliller bir yana, gene de şu dağıtım
diye adlandırılan şey üzerinde bu kadar laf edilmesi ve bunun
vurgulanması bir hatadır”
(39).
Demek
ki, komünizmin ilk aşamasında, sosyalizmde belirleyici olan,
ürünlerin paylaşımı değildir; belirleyici olan üretim
ilişkileridir, üretim araçlarının toplumsal mülkiyette
olmasıdır. Troçki, SSCB'nde üretim araçlarının toplumsal
mülkiyette olduğunu kabul ediyor, ama bu aşamada ürünlerin
dağıtımının nasıl ele alınması gerektiği konusunda
anti-marksist, küçük burjuva eşitçi bir görüş savunuyor ve
SSCB'ni de bu saçma görüşüne göre eleştiriyor.
Troçki,
birbiriyle çelişen görüşlerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak
hem de aynı yazıda SSCB'nin hem sosyalist olduğunu hem de
olamayacağını savunma yeteneğini gösterebilen bir demagogdur.
Öyle ki, SSCB'nde yeni bir sınıf oluşumunun hem mümkün olduğunu
hem de mümkün olamayacağını savunabiliyor.
Troçki
ne derse desin, SSCB sosyalist bir ülkedir, bu ülkede
mülkiyet/üretim ilişkilerinin karakterinden dolayı (ilkel)
birikime, sermayeye dayalı sınıf -kapitalist sınıf- oluşmamıştı,
ama bu, oluşamaz anlamına gelmez. Pekala oluşabilir; örneğin
kolhoz köylülerden kaynaklı; daha doğrusu meta üretiminin
varlığından dolayı kapitalist sınıfın yeniden oluşma
tehlikesi vardır. Toplumun, sömürücü sınıfların yok edildiği
bir toplum olması bu tehlikeyi ortadan kaldırmamaktadır. Ama bir
de Troçki'nin hayaline göre SSCB'ni düşünelim: Eşitliği veya
soyut eşitlik “hakkı”nı
ülkenin ekonomik koşullarının üstüne koyalım ve her şeyin bu
eşitlik “hakkı”na
göre düzenlenmesi gerektiğini düşünelim. Bu durumda sosyalizm
aşamasında olan SSCB'nde mevcut ürünler emeğe göre değil de
tamamen eşit olarak, yani komünizmin son aşamasında geçerli olan
ilkeye göre dağıtılacak; yani“herkese
gereksinimlerine göre” ilkesine
göre dağıtılacak. Bu durumda sosyalist ekonomi kaçınılmaz
olarak çökecektir ve bu çöküşün kaçınılmaz sonucu da yeni
sınıf oluşumu olacaktır. Troçki, dolaylı olarak bunu mu istiyor
-yani“herkese gereksinimlerine göre”
ilkesi
geçerli olursa sosyalist ekonomi kaçınılmaz olarak çökecektir
ve bu çöküşün kaçınılmaz sonucu da yeni sınıf oluşumu
olacaktır mı demek istiyor diye bir soru aklıma gelmiyor değil!
Troçki bu, “sağı solu” belli olmaz! Sosyalist toplum, henüz
en yüksek aşamasında, komünizm aşamasında olmadığı için
ürün paylaşımını ihtiyaçlara göre düzenlediği ve toplumsal
üretimin de bunu sağlayacak seviyede olmadığı için çökecektir.
SSCB'nde
köylülüğün kolektifleştirilmesi dönemini göz önüne
getirelim. 1920'li yılların başında olduğu gibi bu dönemde de
“eşitlikçiler” ortaya çıkmış, kolhoz üretiminden elde
edilen gelirlerin emeğe göre değil de, tüketen insan sayısına
göre düzenlenmesini talep etmişlerdi. Lenin’in, daha Mayıs
1918’de, ücret tarifelerinin ve tedarik normlarının
hazırlanması, sendikaların sosyalizmin inşasına ve sanayi
yönetimine katılmaları faaliyetinin zorunlu bir bileşenidir,
sendikaların eşitçiliğe karşı mücadelesi desteklenmelidir
uyarısı (40) üzerine sendikaların ücret eşitçiliğine karşı
başlattıkları mücadeleye rağmen
1919-1921
arasında SB’nde dağıtımda veya ücretlendirmede eşitçilik
anlayışı hakimdi. Aynı anlayış bu sefer 1931'de tarım alanında
hortlatılmıştı. Sovyet yönetimi bu eşitçi aklı evvellere
uysaydı ne olurdu? İşçi sınıfı ile köylülük arasındaki
ittifak dinamitlenmiş olurdu; burjuva/kapitalist düzenin
“benleri”ni
hala taşıyan köylü kitleleri, sosyalizmin o aşamasındaki
gelişme seviyesine tekabül etmeyen ürün paylaşımı sorunundan
dolayı sürekli memnuniyetsizlik içinde olurlardı ve
kolektifleştirmeye kazanılamazlardı. Bu da nihayetinde proletarya
diktatörlüğünün sonu demek olurdu. Yani bir daha söyleyelim: Bu
durumda köylülerin sosyalist inşa için, parti için, proletarya
diktatörlüğü için kazanılması mümkün olmazdı, SSCB'nin
varlığı tehlikeye düşerdi vs. vs. Troçki bunları anlayamayacak
birisi değildi diye düşünüyorum.
SBKP(B),
Sovyet iktidarı bu türden küçük burjuva eşitçilerine fırsat
vermedi ve kolhozlarda üretilen ürünlerin miktar ve niteliğe göre
paylaşımı gerçekleştirildi. Bu doğru ilkenin gerçekleştirilmesi
için mücadelede Stalin “Yeni Koşullar – Ekonomik İnşanın
Yeni Görevler” başlıklı konuşmasında (23 Haziran 1931) diğer
şeylerin yanı sıra şunu söyler:
“Marks
ve Lenin, kalifiye emekle kalifiye olmayan emek arasındaki farkın
sosyalizmde bile, hatta sınıfların ortadan kaldırılmasından
sonra bile süreceğini, bu farkın ancak komünizmde ortadan
kaybolacağını, bu nedenle sosyalizmde de "işçi ücreti"nin
gereksinime göre değil, yapılan işe göre ölçülmesi
gerektiğini söylerler. Ama idarecilerimizle sendikacılarımız
arasındaki eşitlemecilerimiz bununla hemfikir değiller ve bu
farkın Sovyet sistemimizde artık kaybolduğuna inanıyorlar. Kim
haklı: Marks ve Lenin mi, yoksa eşitlemeciler mi? Herhalde Marks'la
Lenin'in haklı olduğu kabul edilmelidir. Buradan ise, bugün ücret
sistemini kalifiye emek ile kalifiye olmayan emek arasındaki farkı
göz önüne almaksızın eşitlikçilik "prensipleri"
üzerine kuranların, Marksizmden, Leninizmden koptukları sonucu
çıkar”
(41).
Troçki'nin
bunları bilmesi gerekirdi. Aynı zamanda Troçki, SSCB'nde her
Sovyet insanının yeteneklerini özgürce geliştirme olanağına
sahip olduğunu; her Sovyet vatandaşının, mesleğinde ilerleme,
kalifiye durumunu yükseltme ve böylece veya bunun doğal sonucu
olarak iş verimliliğini ve mevcut ürünlerdeki payını da
arttırma olanağına sahip olduğunu bilmesi gerekirdi.
Komünist
toplumun ilk aşamasında, yani sosyalizmde, sosyalist inşa
tehlikeye atılmak istenmiyorsa, ürünlerin paylaşımı ancak ve
ancak harcanan iş gücüne (yani “emeğe”) göre olabilirdi.
Troçki, Marks'ın bu öğretisini bilmiyordu diyemeyiz. Demek ki,
mevcut ürünlerin paylaşımında ölçü harcanan iş gücüdür,
yani “emek”tir.
Yukarıda
adı geçen yazısında Marks bu konuda şunu söyler:
“Komünist
toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece
boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği
arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca
yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline
gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte,
üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik
kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o
zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak
ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten
yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!" (42).
SSCB'nin
bu aşamaya geldiğini Troçki dışında kimse savunmamıştır.
Troçki'nin, SSCB'nin bu aşamaya geldiğini nasıl savunduğunu
yukarıda mevcut ürünlerin paylaşım ilkesine bakışından
çıkartabilirsiniz. Stalin önderliğinde SBKP(B) ise SSCB'nin henüz
sosyalizmi inşa etmekle meşgul olduğunu ve bu aşamada da mevcut
ürünlerin emeğe göre paylaşıldığını sürekli
vurgulamışlardır. SSCB'nin sosyalizmi kurma pratiği bunun ötesine
geçmemiştir.
Troçkistlere
göre SSCB'de yaşam koşullarındaki mevcut eşitsizlik yeni bir
sınıfın oluşmasının nedenidir. Ama yaşam koşularındaki bu
eşitsizlik sosyalist olarak kabul ettiği üretim ilişkilerinin
yapısından ileri geliyor diyen de bizzat Troçki'dir. Troçki,
yaşam koşullarındaki eşitsizliğin ürün yetmezliğinden, iş
verimliliğinin geri/düşük olmasından kaynaklanıyor diyor. Bu
durumda Troçki şunu söylüyor: SSCB'nde üretim ilişkileri
sosyalisttir, yeni bir sınıf oluşumuna neden olmaz. Ama ürün
yetmezliği ve geri seviyede iş verimliliğinden doğan eşitsizlik
yeni bir sınıf oluşumuna neden olur. Tamam, bu durumda bu
eşitsizlik; ürün yetmezliği ve geri iş verimliliği ortadan
kaldırılırsa ne olur? SSCB'nde sosyalizmin inşası derinleşerek
devam eder. Bir soruyu Troçki'ye -neyse Troçkistlere- soralım. Bu
durumda SSCB'nde sosyalizmin derinleşerek devam ettiğini kabul
ediyorlar mı? Ürün yetmezliğinin ortadan kaldırılmasının
aracı, iş verimliliğinin artırılmasıdır. Bunu böyle olduğunu
ve başka türlü olmadığını Bolşevik Parti her zaman
vurgulamış, iş verimliliğinin artırılması ve üretim
maliyetinin düşürülmesi için planlı ve sistemli bir mücadele
yürütmüştür. Peki, komünizmin ilk evresinde, yani sosyalizmde,
SSCB'nin bulunduğu aşamada iş verimliliği nasıl artırılır?
İşe uygun yeni kadroların yetiştirilmesiyle, modern teknolojiyle,
ürünlerin emeğe göre paylaşımıyla, teşvikle. Burada en çok
tartışma konusu olan teşvik, amaç olmadığı gibi SSCB'nde
uygulaması hiç de yeni değildir.
Troçkistler,
iş verimliliğinin artırılması için kullanılması gereken
araçlara karşı mücadele etmişlerdir, alınan tedbirleri
etkisizleştirmek için uğraşmışlar, Sovyet iktidarının iş
verimliliğinin artırılması için sürdürdüğü mücadeleyi
sabote etmeye çalışmışlardır. Troçkistler, yeni bir sınıf
oluşumunun nedeni olarak gördükleri gelir farklılığını
ortadan kaldırmak için Sovyet iktidarının mücadelesini
destekleyeceklerine bu mücadelenin başarısız olması için
uğraşmışlardır.
Troçkistlerin
bütün sabotajlarına rağmen sosyalist inşa, SSCB'ni geri bir
tarım ülkesinden ileri bir sosyalist sanayi ülkesine, mekanize
tarımı olan bir ülkeye dönüştürmüş, SSCB, bütün
vatandaşlarının -1930'lu yıllar itibariyle 155-170
milyon arasında- iktisadi-kültürel temel ihtiyaçlarını
karşılayabilecek duruma gelmiştir. Bu amaca ulaşmak için kısa
bir zaman içinde elde edilen devasa başarıların neler olduğunu
Troçki'nin bilmediğini düşünemeyiz. Sürekli artan iş
verimliliği, sürekli artan tüketim araçları miktarı, sürekli
artan ve yenilenen teknoloji, sürekli yetiştirilen yeni kadrolar
Troçki'nin gözünden kaçmış olamaz.
XVII.
Parti Kongresi bildirgesinde diğer şeylerin yanı sıra şöyle
deniyor:
“İkinci
beş yıllık dönemde bütün ulusal ekonominin teknik yeniden
yapılandırılmasının tamamlanması için belirleyici koşul yeni
tekniğe ve yeni üretim dallarına hakimiyettir. Yeni inşanın
heybet ve heyecanının...ikinci
beş yıllık dönemde yeni işletmelerin ve yeni tekniğin, iş
verimliliğinin oldukça arttırılmasının, üretim maliyetinin
oldukça düşürülmesinin heybet ve heyecanıyla
tamamlanmalıdır”(43).
Troçki,
bu kararın yerine getirilmediğini, amaçlanan sonuçların
alınmadığını söyleyebilir mi? Söyleyemez.
Bizzat
Troçki, demokrasinin olmadığını savunduğu SSCB'nde partinin ve
Sovyet iktidarının, XVII. Kongre bildirgesinde yer alan “işçi
ve kolektif köylü, şimdi tam bir güvenle yarına bakıyor ve
yaşam seviyesinin sürekli büyüyen yükseltilişi sadece kendi
emeğinin niceliğine ve niteliğine bağlıdır”
şiarının bütün ülkede coşkuyla tartışıldığını ve
uygulandığını “üç maymunları” oynayarak duymadım,
bilmiyorum, görmedim diyebilir mi?
İyi, hoş
da sonuç ne diye sorulabilir. Örnekleyebiliriz: 1913=100 bazında
SSCB sanayisinde iş verimliliği 1928'de yüzde 20; 1938'de yüzde
218, 1940'ta yüzde 322, 1950'de yüzde 480 ve 1956'da da yüzde 800
oranında artmış oluyor. Aynı dönemde iş verimliliği Amerikan
sanayisinde 1928'de yüzde 26, 1937'de yüzde 35, 1940'ta yüzde 50,
1950'de yüzde 85 ve 1956'da da yüzde 124 oranında artmış oluyor.
Fransa ve İngiltere gibi diğer ülkelerde sanayide iş verimliliği
artışı ABD'deki artışın da gerisinde kalıyor. Bu seriden başka
bir makalede yer verdiğimiz değerlendirmeyi aktaralım:
Teknolojinin
modernliği, mesleki eğitime verilen önemden dolayı işçilerin
yüksek kalifiyeli olmaları ve nihayetinde rasyonel planlama
sonucunda SB'de işin verimliliği, önde gelen kapitalist ülkelerle
karşılaştırılamayacak bir hızla artmıştır. Bu artış
1913'ten 1956'ya ABD'de 2,2; Fransa'da 1,8; İngiltere'de 1,4 misli
olurken, SSCB'de 9 misli olmuştur. İş verimliliğinin artış hızı
bakımından SB, dünyada ilk sırada yer alıyordu. Sovyet ülkesinde
iş verimliliğinin en hızlı artışı ikinci beş yıllık plan
döneminde gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde Sovyet sanayinin
yapısı adeta tamamen yenilenmiş ve Stahanov Hareketi büyük bir
coşkuyla yaygınlaşmıştı. Örneğin 1937'de 1932'ye nazaran iş
verimliliği, toplam sanayide yüzde 82 oranında artmıştı. Ama
ağır sanayinin çeşitli sektörlerinde iş verimliliğinin artışı
oldukça büyük boyutlara varıyordu: Örneğin 1932'den 1937'ye iş
verimliliği makine imalinde yüzde 212,2; demir döküm sanayinde
yüzde 226,3 ve kömür sanayinde de yüzde 65,4 oranlarında
artmıştı.
Tarımda
da durum sanayidekinde pek farklı değildir (İş verimliliği ile
ilgili veriler için bkz.:İbrahim Okçuoğlu; “SSCB'nde
Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları”,
Akademi Yayın, Temmuz 1911. Bu seriden “Tarihi
Kararlar – Teoriden Pratiğe Sosyalizmin İnşa Sorunları” ve
“İşçi Sınıfı ve Köylülük Arasındaki Çelişkilerin Çözüm
Süreci” başlıklı makaleler).
Bolşevikler,
elde edilmiş olanın yetersiz olduğunu, işçi başına ortalama iş
verimliliğinin kapitalist ülkelerdekinden hala geri olduğunu ve bu
bakımdan da kapitalist ülkelerin geçilmesi için sıkı çalışmaya
devam edilmesi gerektiğini sürekli vurgulamışlardır.
Troçki
1990'larda da Troçkistleri rahat bırakmadı
Troçki,
ölümünden sonra da düşünceleriyle yandaşlarını “perişan”
etmeye devam etti. Troçkistlerin revizyonist sistemin çöküşünü,
sosyal emperyalist SSCB'nin dağılışını değerlendirmeleri,
Troçki'nin yandaşlarını ne denli gerçeklikten uzaklaştırığını
gösterir.
II.
Dünya Savaşından sonra “IV. Enternasyonal”
önderliği, Doğu ve Orta Avrupa ülkelerindeki gelişmeyi; bu
ülkelerdeki anti-faşist demokratik devrimleri ve sosyalizme doğru
evrilmeyi anlayamamıştı. Öyle ki, kapitalist dünyadan gelen
diplomatik bir baskıyla dahi bu ülkelerin yeniden yön
değiştireceğini, kapitalist sisteme entegre olacaklarını, bu
ülkelerde Sovyetleşmenin oldukça zayıf olduğunu düşünebiliyordu.
Çin hakkında da aynı yanılgı içindeydi. Bu yanılgısından
dolayı “halk demokrasisi”
ülkelerini kapitalist ülkeler olarak görüyordu.
Örneğin
RCP (“Devrimci Komünist Parti”)
“halk demokrasisi”
ülkelerinde kapitalizm yıkılmıştır, ama sosyalizm
kurulmamıştır, bu ülkelerde “Stalinist
diktatörlük”
hakimdir değerlendirmesi yapıyordu. Aynen Troçki'nin SSCB
değerlendirmesi gibi. Bu nedenle de bu ülkelerde sosyalizmin
kurulması için “siyasi devrim”in
gerçekleştirişmesi gereklidir diyordu. Troçki de böyle bir
“devrimi”
SSCB'nde gerekli görüyordu.
“IV.
Enternasyonal”
önderliği, RCP'nin bu değerlendirmesinde “Stalinizm”e
karşı eleştirel olmayan bir tavır görüyordu.
Troçkist
grupların “halk demokrasisi”
ülkeleri üzerine kafaları açık değildi. Örneğin
“Enternasyonal Sekretarya”
1960'lı yıllarda sık sık “bürokratikleşmiş
işçi devletleri”nden
bahsediyordu. Bu tanımlamayı muğlak bulanlar da vardı. Bununla
“bürokratik deformasyona uğramış”
işçi devletleri mi kastediliyor diye soruluyordu. Buradan varılmak
istenen sonuç şuydu: Şayet söz konusu olan “bürokratik
deformasyona uğramış devletler” ise
deformasyon reformlarla giderilebilir. Şayet söz konusu olan,
“deforme olmuş işçi devletleri”
ise gerekli olan “politik devrim”dir.
Troçkistler bu sorunu yıllarca tartıştılar, bu nedenle
bölündüler veya bu kavram tartışması bölünmelerine vesile
olan bir konu oldu.
Troçki,
ölümünden sonra da Troçkistleri birbirine düşürmeye, bölmeye,
parçalamaya devam etmiştir. Ama temel düşüncede değişim
olmamıştır. Bu da “Stalinizm”dir.
Troçki'ye göre “Stalinizm”
tarihsel bir “kaza”dır;
insanlık tarihinin ortaya çıkardığı zorunlu bir toplum
formasyonu değildir. Sanki “Stalinci”ler,
yani Marksist-Leninistler böyle bir değerlendirme yapıyorlar!
Troçki'ye göre “Stalinizm”
“kazası”ndan
bir geçiş toplumu doğmuştur.
Troçkistler
de “halk demokrasisi”
ülkelerini Troçki'nin bu düşünce modeline göre değerlendirmeye
çalışmışlardır. Bunlara göre “Stalinist
devletler”de
kapitalizm yok edilmiştir, ama sosyalizm kurulmamıştır. SSCB'nde
de Troçki'ye göre kapitalizm yok edilmişti, ama sosyalizm
kurulmamıştı. Troçkistlere göre bu ülkelerde halkı inim inim
inleten bürokrasi, işçi demokrasisi zemininde sosyalizme doğru
ahenkli bir gelişmeyi engellemiştir. Bu nedenle Troçkistler şöyle
bir ikilemle karşı karşıya kaldıklarına inanıyorlardı: Ya
işçi sınıfı “Stalinizm”i
yıkarak işçi demokrasisini kurar ve sosyalizme giden yolu açar ya
da kapitalist karşı devrim gerçekleşir.
Bu
ikilemden hareketle Troçkistler bir çifte görevle karşı karşıya
olduklarını sanıyorlardı: Bir taraftan bu ülkelerde devrimci
kazanımları, üretim araçlarının devlet mülkiyetini, planlı
ekonomiyi karşı devrimin iç ve dış düşmanlarına; yani
“Stalinist bürokrasi”ye
ve emperyalistlere karşı savunmak; diğer taraftan da “Stalinizm”e
karşı “siyasi devrim”i hazırlamak.
Troçki,
“politik devrim”inin SSCB'nin savunulmasına tabi olduğunu
söyler. Ama bu yalandır. Bu konu üzerinde durmuştuk. Troçki,
“Stalinizm”in
devrilmesi sonucunda SSCB'nde kapitalizmin yeniden inşa edilmesi
istenmeyen bir amaç olur der. Ama burada da yalan söyler. Bu konu
üzerinde de durmuştuk.
Troçki'nin
aynı yalanlarını Troçkistler de söylemeye devam ederler.
RCP
(İngiltere, CWI'nin önceli) II. Dünya Savaşından sonraki
yıllarda bu savaşın “Stalinizm”i
geçici de olsa güçlendirdiğini, Çin de dahil “halk
demokrasisi”
ülkelerinde SSCB örnek alınarak Sovyetik devletler kurulduğunu
savunur. Troçkistlere göre sonraki yıllarda revizyonist SSCB'ne
yakınlık içinde kurulan her yeni devlet -örneğin Küba, Vietnam,
Angola vs.- artık birer “Stalinist
devlet”tir.
Troçkistlere göre bu ülkelerde kapitalizmin ortadan kaldırılması
ve planlı ekonomiye geçiş, üretici güçlerin gelişmesine neden
olmuştur; “Stalinist devletler”
güçlenmiştir. Bu nedenden dolayı da bu ülkelerde kapitalizmin
yeniden inşası belli bir dönem için söz konusu olamaz.
Troçkistlere
göre bu söz konusu olmayan, 1980'li yıllarda söz konusu olmaya
başlamıştır. SSCB'nde kapitalist restorasyonun 1956'da XX.
Kongre'de siyasi iktidarı gasp eden Kruşçev revizyonistleri
tarafından başlatıldığına Troçkistlerin aklı bir türlü
ermediği için, revizyonist sistem ölüm döşeğindeyken adeta
korkuya kapılmış durumda SSCB ve diğer revizyonist ülkelerdeki
gelişmeleri analiz etmeye başladılar.
Bu
analizde de Troçki, yapacağını yine yaptı; takipçilerini
birbirine düşürdü, böldü, parçaladı ve hemen hepsini
düşüncede çıkmaz sokakta bıraktı.
Gorbaçov
ile birlikte (1985) SSCB'nde açıklık, reform, demokrasi eğiliminin
güçlenmesi; diğer bir deyişle o zamana kadar kuşa çevrilmiş,
sosyalist planlı ekonomiden hiçbir iz kalmamış, 1960'lardaki
tartışmalarla birlikte bürokratik kapitalizmin çıkarlarına
göre düzenlenmiş “planlı ekonomi”yi
bürokrasinin de artık istememesi; yani klasik kapitalizmin
koşullarının olgunlaşmış olması Troçkistlerin aklına bir
türlü yatmadı. Onlara göre planlı ekonomi bürokrasinin
varoluşunu sağlıyor. Nasıl olur da bürokrasi planlı ekonomiden
vazgeçer? Troçkistlere göre Sovyet bürokrasisi intihar ediyordu.
Alman
Demokratik Cumhuriyeti'ndeki gelişmelerden dolayı Alman
Troçkistleri de hem birbirlerine düşmüşler hem de kafaları
karışmıştı. Troçki bunların da kafasını karıştırmıştı.
Örneğin CWI'in Almanya seksiyonunda Doğu Almanya ve diğer Doğu
ve Orta Avrupa ülkelerinde (revizyonist ülkelerde) kapitalizmin
restorasyonu imkansızdır, Doğu Almanya, Batı Almanya ile
kapitalist zeminde birleşemez diyenler vardı. Her iki Almanya'nın
ancak ve ancak Doğu'da “Stalinizm”in
yıkılması ve sosyalizmin kurulması ve Batı'da da kapitalizmin
yıkılması ve sosyalizmin kurulması sonrasında sosyalist bir
birleşme olacağı savunuluyordu. Bu düşünceleri tekil
Troçkistler değil, CWI'nin Batı Alman yönetiminin bir bölümü
savunuyordu.
CWI'ciler
Ekim 1989'da da Doğu Almanya'da politik devrimden
bahsedebiliyorlardı.
Sonuçta
iki Almanya'nın birleşme sorunu CWI'cileri bölmeye yetti;
abartmayalım 1991/1992'deki fraksiyon mücadelesinin vesilesi oldu
ve Ted Grant ve Alan Woods grubu CWI'den koptu ve bu kopuş
Almanya'da, Avusturya'da -veya CWI'olduğu her ülke de diyelim-
gerçekleşti.
CWI'den
farklı olarak çok sayıda başka Troçkist gruplar revizyonist
ülkelerde klasik kapitalizmin inşa edildiğini bir türlü
kavramamışlardı. Örneğin Nahuel Moreno'nun kurduğu LIT
(“Enternasyonal İşçi Ligi”)
1995'de revizyonist sistemin çöküşünü “oldukça
olumlu bir gelişme”,
“işçi sınıfının stratejik bir zaferi”
olarak değerlendiriyordu. Ama bir sene sonra, 1996'da Rusya'nın
kapitalist bir ülke olduğunu kabul edecekti. CWI'ci Troçkistlere
göre LIT, devrim ve karşı devrimi birbirine karıştırmıştı,
üyelerini 1990'lı yılların zor dönemeçlerine tamamen yanlış
hazırlamıştı ve bundan dolayı da birkaç kez bölünmüştü.
T.
Grant, CWI'den koptuktan sonra IMT'nin en önemli teorisyeni olarak
1997'de “Rusya'da Devrim ve Karşı Devrim”
kitabını yayımlar. Ve bu kitabında Rusya'da kapitalizmin değil
de “çelişkili bir hibrid (karışık,
melez- İ.O.) durumun olduğunu (ve)
Jelsin'in burjuva hükümetinin emperyalizmin baskısıyla
kapitalizme tamamen geçişi amaçladığını”
yazar. Sene 1997 ve T. Grant Rusya'da geriye dönüşümü olmayan
bir kapitalist restorasyondan bahsediyor. Günaydın Ted Grant,
günaydın!
Troçkistlerin
baş belası Troçki!
Geriye
dönüş bağlamında biraz da Mandel'cı Troçkistlerden bahsedelim.
Troçkistler Marksizm-Leninizme, Stalin'e, sosyalist SSCB'ne ve SBPK
(B)'ye karşı mücadelelerinde her yöntemi ve aracı kullandılar.
Bunu Lenin ve Stalin dönemi SSCB tarihinden biliyoruz. Sonrası
dönemde de bu “huy”larından
vazgeçmediler. 1956'da Batı burjuvazisi ile birlikte Kruşçev
revizyonizminin darbesini, Kruşçev'in “cesur
anti-stalinizmini”
alkışlayanlar arasında Troçkistler de vardı, örneğin
resmi “Dördüncü Enternasyonal” olarak bilinen Ernest Mandel’in
önde gelen sözcüsü olduğu “eğilim”. Çar
yanlısı, tam soytarı Solyenitsin'i baş tacı edenler ve onun
yayıncılığına soyunanlar Troçkistlerden başkası değildi.
“Stalin bürokrasisi”ne
karşı olsa gerek Gorbaçov takımının bütün anti-komünist
düşüncelerini gazetelerinde çarşaf çarşaf yayınlayanlar
Troçkistlerden başkası değildi. Gobraçov'u neredeyse Troçkist
lider ilan edeceklerdi. Gazetelerinin yarıdan çoğunu “Moskova
Haberleri”
ve “Sputnik”
gazetelerinden aldıkları haberlerle, görüşlerle doldurdular.
Troçkistlerin
bütün derdi kapitalizmin yeniden inşasının mümkün olmadığını
kanıtlamaktı.
Dünya
burjuvazisi Gorbaçov ile SSCB'nin klasik kapitalizme geçiş
sürecinde olduğunu kabul ediyordu. Ama E. Mandel Gorbaçov'u
neredeyse ikinci Troçki ilan edecekti; onun Troçki'nin tezlerine
döndüğünü anlatıyordu. Mandel'a göre “şimdi
dünyadaki bütün komünistler kimlerin gerçek devrimci ve kimlerin
gerçek karşı-devrimci olduğunu daha iyi anlıyordu”.
Mandel'ın denklemi şöyleydi: Troçki ve Gorbaçov (ve tabii ki
Troçkistler ve Gorbaçovcular) devrim cephesini oluşturuyor ve
Stalin de (“Stalinci”
diye tanımladığı bürokrasi ile birlikte) karşı devrim
cephesini oluşturuyordu.
E.
Mandel Temps Nouveaux dergisinde yayımlanan açıklamasında şöyle
diyordu:
“Temps
Nouveau: Mikhail Gorbaçov, perestroyka’nın hakiki yeni bir
devrim olduğunu ilan ediyor değil mi?
Ernest
Mandel: Evet, bunu özellikle vurguluyor ve bu daha da iyi. Bizim
hareketimiz aynı tezi 55 yıldır savunuyor, bu yüzden karşı
devrimci olarak damgalanıyorduk. Bugün her şey, SSCB’de, içinde
gerçek karşı devrimcilerin de gerçek devrimcilerin de bulunduğu
uluslararası komünist hareketin bir partisinin içinde
daha açık anlaşılıyor”
(44).
“IV.
Enternasyonal”in diğer bir önde geleni de -Catherine Samary-
Gorbi'nin Troçki'nin programını uyguladığını açıklayarak
“Glasnost”u göklere çıkartıyordu: “Ülkenizde
Stalin’e karşı savaşan Sol Muhalefetin Platform’unu hiçbir
zaman yayınlamadılar. Aslında bugün onların fikirlerini
benimsiyorsunuz: Gerçek sosyalist demokrasiyi ve özyönetimi
kurmak”
(45).
Troçkistler
gerçekten garipler, anlaşılması oldukça zor insanlar.
“Stalinizm”e
karşı önce Gorbi'yi desteklediler, sonra Gorbi'ye karşı Yelsin'i
desteklediler; öyle ki Mandel “Mevcut
durumda, reformcu Boris Yeltsin devasa bürokratik aygıtın
küçültülmesini isteyen eğilimi temsil ediyor. Böylelikle o,
Troçki’nin açtığı yolda ilerlemektedir”
diyerek Gorbi'ye söylediğini bu sefer de Yelsin için söyledi
(Bkz.: E. Mandel, Financieel-Ekonomische Tijd, 23 Mart 1990,
´Gorbatchev is te vergelijken met Roosevelt en De Gaulle) ve en
sonunda Yelsin'i de “Boris Yeltsin, Joseph
Stalin’in İzinde” diyerek “Stalinist”
yaptılar (46).
Öğrencilik
yıllarında bu Mandel'ı aklı başında biri kabul ederek, daha
doğrusu Troçkist camianın aklı başında adamı diye okurdum.
Revizyonizmin çöküşüyle ilgili söylediğine bakınız:
“Bürokrasinin
kendi kendisine karşı hazırladığı devrim, Ekim 1917 Devrimi
gibi toplumsal bir devrim olmayacak: toplumun ekonomik temellerini
değiştirmek, bir mülkiyet biçimini başkasıyla değiştirmek söz
konusu olmayacak”(47).
Şu
ideolojik ve siyasi pejmürdeliğe bakınız: Sistem yıkılıyor,
ama E. Mandel hala Troçki'nin tekerlemelerini tekrarlıyor.
Revizyonizmden klasik kapitalizme geçiliyor, ama Mandel hala
“toplumsal devrim olmayacak”ta, “toplumun
ekonomik temelleri” değişmeyecekte
kalmış. Revizyonizm yıkılıyor, klasik burjuva mülkiyet biçimi
hakim kılınıyor ama Mandel hala mülkiyet biçiminin
değişmeyeceğinden bahsediyor. Bu anlayışsızlık karşısında
Troçki, Troçkistlerin
baş belası olmaya devam ediyor demekte haksız mıyız?
E.
Mandel Doğu Almanya'da da “gerçek
bir devrim başlamıştır”
görüşündeydi. “DAC’deki
(Demokratik
Almanya Cumhuriyeti- İ.O.)
kitle hareketi hakiki bir devrim derinliğine ulaştı. Bu hareket
Avrupa’da mayıs 1968’den bu yana gördüklerimizin hepsini,
hatta İspanyol devriminden bu yana gördüklerimizin hepsini
aşmaktadır. DAC’de başlayan devrimin proleter karakteri,
hareketlerin büyük coşkusuyla bir kez daha kanıtlanmıştır”
diyen Mandel'dan başkası değildi (48).
E.
Mandel'in Alman Demokratik Cumhuriyeti'ndeki gelişmeler için
söylediği saçmalıktan da öte bir şey. Revizyonist rejime karşı
kitleleri örgütleyenler doğrudan Batı Almanya yanlısı güçlerdi.
Yani şimdi Batı Alman emperyalizmini isteyenler mi devrim
yapıyorlardı ve üstelik bir de “proleter
karakterli”
devrim?
İşin
tuhaf yanı, hiçbir yerde Troçkistlerin esamesi yok, ama dikkatimi
çekiyor hiç kendileri devrim yapma zahmetine katlanmıyorlar, hep
başkalarına devrim yaptırıyorlar ve her devrim yapan da
Troçki'nin programını uyguluyor! Bunun nedeni olsa olsa şu
olabilir: 'Troçki “24 ayar” doğru düşünceler savunmuştur ve
işin pratiğini de Bolşeviklere bırakmıştır. Onun takipçileri
olarak biz Troçkistler de “24 ayar” doğru düşünceler
savunuyoruz ve işin pratiğini yapacak örgütler arıyoruz'!
Herhalde bu nedenden dolayı devrim örgütleme ve gerçekleştirme
zahmetine katlanmıyorlar!
Bu
kadar yeter herhalde!
Kaynaklar:
1)
Leo
Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Der
deutsch-sowjetische Pakt und der Charakter der UdSSR” ara başlığı
altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html
2)Agy.
3)Leo
Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Handelt es sich um politische oder begriffliche Unterschiede?”
ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
4)
Bkz.:
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Handelt es sich um eine krebsartige Wucherung oder um ein neues
Organ?” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
5)
Bkz.:
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Handelt es sich um eine krebsartige Wucherung oder um ein neues
Organ?” ara başlığı altında,www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
6)
Bkz.:
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Die frühe Degenerierung der Bürokratie” ara başlığı
altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
7)
Bkz.:
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Der gegenwärtige Krieg und das Schicksal der modernen
Gesellschaft” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
8)
Bkz.:
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Der gegenwärtige Krieg und das Schicksal der modernen
Gesellschaft” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
9)
Leo
Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die
Theorie des “bürokratischen Kollektivismus” ara başlığı
altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
10)
Leo
Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die
totalitäre Diktatur ist durch die scharfe Krise bedingt und ist kein
dauerhaftes Regime” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
11)
Leo
Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die
Orientierung auf die Weltrevolution und die Wiederherstellung der
UdSSR” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
12)
Leo
Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die
Orientierung auf die Weltrevolution und die Wiederherstellung der
UdSSR” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
13)Leo
Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die
Verteidigung der UdSSR und der Klassenkampf” ara başlığı
altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
14)
Leo
Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”., “Wir
ändern unseren Kurs nicht!” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
15)
L. Trotzki; “Verratene Revolution” - “İhanete Uğrayan
Devrim”), Bölüm IX, alt başlık “Bürokrasi hakim bir sınıf
mıdır?”,
marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap09.htm#s2.
16)L.
Trotzki; “Verratene Revolution” -“İhanete Uğrayan Devrim”,
agy.
17)L.
Trotzki; “Verratene Revolution” - “İhanete Uğrayan Devrim”,
agy.
18)
L. Trotzki; “Verratene Revolution” (“İhanete Uğrayan
Devrim”), Bölüm IX, alt başlık “Tarih, SSCB'nin Karakteri
Sorununu Henüz Karara Bağlamadı”,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap09.htm.
Türkçesi, s. 345.
19)
L. Troçki; “Bolşevizm mi Stalinizm mi?”, s. 4, 12-14,
İnternet.
20)
Leo Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der
IV. Internationale - (Das Übergangsprogramm)”, s. 23. Türkçesi;
s. 41.
21)
L. Trotzki; “Verratene Revolution” (“İhanete Uğrayan
Devrim”), Bölüm IX, alt başlık “Devlet Kapitalizmi”,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap09.htm.
22)
Lenin; C. 32, s. 1-2.
23)
Lenin; C. 32, s. 3-4.
24)
Lenin; C. 32, s. 17, 21.
25)
Lenin; C. 32, s. 25.
26)
Lenin; C. 32, s. 26.
27)
Stalin; C. 5, s. 4-5, 11-12.
28)
L. Trotzki; “Arbeiterstaat, Thermidor und Bonapartismus” - “Die
historische Analogie muß überprüft und berichtigt werden”
bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1935/02/arbstaat.htm#k06.
29)
L. Trotzki; “Arbeiterstaat, Thermidor und Bonapartismus” -
“Thermidorianer und Bonapartisten” bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1935/02/arbstaat.htm#k07.
30)Bu
gelişme için bkz.: İ. Okçuoğlu; “SSCB'nde Sosyalizmin Zaferi
ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları”.
31)
METE; C. 4, s. 475.
32)
METE; C. 4, s. 476-477.
33)
Stalin; C. 14, Türkçesi; s. 80.
34)METE;
C. 19, s. 20, “Gotha Programının Eleştirisi”.
35)METE;
C. 19, s. 20, “Kritik am Gothaer Programm”.
36)METE;
C. 19, s. 20-21, “Kritik am Gothaer Programm”.
37)METE;
C. 19, s. 21, “Kritik am Gothaer Programm”.
38)
L.
Trotzki; “Der
Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale,
(Das Übergangsprogramm)”,
s. 24. Türkçesi; s. 42.
39)METE;
C. 19, s. 21-22, “Kritik am Gothaer Programm”.
40)Lenin;
C. 27, s. 308. “Sechs Thesen über die nächsten Aufgaben der
Sowjetmacht”– “Sovyet İktidarının Acil Görevleri Üzerine
Altı Tez”, Mayıs, 1918.
41)
Stalin; C. 13, s. 52.
42)METE;
C. 19, s. 21, “Kritik am Gothaer Programm”.
43)
Plenums des Zentralkomitees der KPR (B), Januar 1934; “Kommunistische
Partei der Sowjetunion in Resolutionen und Beschlüsse der
Parteitage, Konferenzen und Plenen des ZK”. C. V, s. 72, Berlin
1957), “Merkez Komitesi Plenumlarında ve Konferanslarında,
Kongrelerin Bildirgeleri ve Kararlarında Sovyetler Birliği Komünist
Partisi”. C. V, s. 72, Berlin 1957.
44)
Temps Nouveau, n° 38-1990, s. 41-42. Aktaran: Ludo Martens;
“Troçkizm: CIA’in Hizmetinde Sosyalist Ülkelere Karşı”, 20
Ekim 1992, Etudes Marxistes.
45)
Inprecorr,
sayı 302, 9-23 Şubat 1990, s. 27. Aktaran:
Ludo Martens; “Troçkizm: CIA’in Hizmetinde Sosyalist Ülkelere
Karşı”, 20 Ekim 1992, Etudes Marxistes.
46)
Bkz.: Harry Mol, Rood, n°2, 22 Ocak 1992, s. 20. Aktaran: Ludo
Martens; “Troçkizm: CIA’in Hizmetinde Sosyalist Ülkelere
Karşı”, 20 Ekim 1992, Etudes Marxistes.
47)
Mandel: Où va l’URSS de Gorbatchev? - “Gorbaçov SSCB’si
Nereye Gidiyor?”-, Ed. La Brèche, Montreuil, 1989 s. 340.
Aktaran: Ludo Martens; “Troçkizm: CIA'in Hizmetinde Sosyalist
Ülkelere Karşı”, 20 Ekim 1992, Etudes Marxistes.
48)
Mandel, Inprecor, n°297, 13-26 Kasım 1989, s. 3.Aktaran: Ludo
Martens; “Troçkizm: CIA'in Hizmetinde Sosyalist Ülkelere Karşı”,
20 Ekim 1992, Etudes Marxistes.