deneme

5 Ağustos 2014 Salı

SOSYALİZMDE ÜCRET POLİTİKASI, SOVYET PRATİĞİ ve TROÇKİ


DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ


Makale 14


SOSYALİZMDE ÜCRET POLİTİKASI, SOVYET PRATİĞİ ve TROÇKİ

Emeğin (işin/çalışmanın) toplumsal karakteri,
Emeğin (işin/çalışmanın) toplumsal örgütlemesi,
Emeğin (işin/çalışmanın) toplumsal ücretlendirilmesi ve
İşgücünün yeniden üretimi ve dağıtımıyla ilgili ekonomik yasalar, söz konusu tarihsel süreçte hakim konumda olan üretim biçimi tarafından belirlenirler.


Sosyalizmde emeğin temel özelliklerinden birisi, doğrudan toplumsal olmasıdır. Sosyalizmde her bir bireyin/çalışanın emeği, bilinçli ve planlı olarak toplam çalışmaya/emeğe dahil edilir; her birey, dolaysız olarak toplum için çalışır. Sosyalizmde bir bütün olarak toplum, her bir bireyin enerjisinin/işinin azami başarılı olmasına ilgi duyar.
Sosyalizmde çalışma, Stalin’in dediği gibi “bir onur meselesidir”.

SSCB'nde Ücret Politikasının El Yordamıyla Geliştirilmesi

Sosyalist üretim biçimi bir geçiş formasyonudur. Kapitalist sistemden komünist sisteme ancak sosyalist sistem yaşanarak geçilebilir. Sosyalist toplum, “kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur” (1).

Sosyalist düzende ücret sorunu, “emeğinin karşılığını alma süreci”, sosyalizm bir geçiş toplumu olduğu için oldukça karmaşıktır. Bu sorun birtakım burjuva ögeler dışlanarak ele alınamaz. Bu nedenle bu konuda Marks'ın öğretisinin doğru kavranması gerekir. Marks, sosyalist düzende ücretlendirme sorununu şöyle anlatır:

Birey olarak üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve bu belge ile, toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır.
Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynıdır. İçerik ve biçim değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir.
Demek ki, meta değişiminde eşdeğer değişimi yalnızca ortalama olarak var olduğu, tek tek durumlarda olmadığı halde, ilke ile pratiğin ortak çekişme içerisinde olmamasına karşın, eşit hak, burada, hâlâ -ilke olarak- burjuva haktır.
Ama bu ilerlemeye karşın, eşit hak, hâlâ burjuva sınırlar içerisinde kalmaktadır. Üreticinin hakkı, sunmuş olduğu emekle orantılıdır; buradaki eşitlik, ölçümün eşit bir ölçüt ile, emek ile yapılması olgusudur. Ama bir insan, bedensel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir, böylece aynı süre içerisinde daha fazla emek sağlayabilir ya da daha uzun süre çalışabilir ve emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır, yoksa bir ölçü birimi olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri gibi yalnızca bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır. Niteliği gereği hak, ancak aynı ölçüt kullanıldığında söz konusu olabilir; ama eşit olmayan bireyler (ve bunlar eşit olsalardı ayrı ayrı bireyler olamazlardı) yalnızca aynı açıdan değerlendirildiklerinde, yalnızca belirli bir yönden ele alındıklarında, örneğin, bu durumda olduğu gibi, geri kalan her şeyden tecrit ederek yalnızca işçi olarak hesaba katıldıklarında, aynı bir ölçütle ölçülebilirler. Ayrıca, bir işçi evlidir, öteki değildir; birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır, vb., vb. Bu durumda eşit emek sarf ettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri gerçekten ötekinden çok alacaktır, biri ötekinden daha zengin olacaktır vb. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için hak, eşit olacak yerde, eşit olmamalıydı.
Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz” (2).

Demek oluyor ki sosyalizmde ücret sorunu hiç de Troçki'nin savunduğu gibi -bundan önceki makalede bunu gösterdik- eşitlemecilik temelinde ele alınmıyor. Ama sosyalizmin inşası ilerledikçe; üretici güçler geliştikçe ve toplumun kültür seviyesi yükseldikçe sosyalizme özgü olan ücrette eşitsizlik; sosyalizmde emeğe göre dağıtım ilkesi, yerini komünizmde dağıtım ilkesine bırakacaktır. Bu toplumda; “komünist toplumun daha yüksek … evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emeğin, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!” (3).

Muzaffer Ekim Devrimiyle birlikte hayaller yayılıyordu. Devrim sonrasının ilk günlerinde işçiler, iktidarda olduklarını hissetmeye başladıklarında yaşam koşullarının iyileştirilmesini talep etmeye başlamışlardı. Bu, anlaşılır bir istekti. İlk taleplerinden birsi, bazı çalışma mekanizmaları hızının yüzde 10 ila yüzde 20 oranında yavaşlatılması olmuştu. Nitekim yaklaşık aynı oranlara tekabül edecek şekilde günlük çalışma saati düşürüldü. Bir saatlik çalışma yoğunluğunu ikiye katlayan akort tarifeleri tasfiye edildi. İşletmecilerin ve yardımcılarının otoritesi neredeyse sıfırlandı. Mühendisler ve ustalar kapı dışarı edildiler. Çalışma disiplini bozuldu. İş verimliliği düştü.

İşçiler, ücret sorununu bildikleri gibi çözüyorlardı, çalışma koşulunu bildikleri gibi düzenlemeye çalışıyorlardı. Ücret sorununu spontane biçimde ele alıyorlardı.

Bolşevikler açısından sorun, komünist toplumun ilk evresinde, yani sosyalizmde ücretlendirmenin nasıl olması gerektiğiydi. Bolşeviklerin elinde yararlanabilecekleri, onlara ilham kaynağı olabilecek herhangi bir tecrübe yoktu. Teoriyi pratikte sınamaya başladılar. Bu konuda belli bir politika oluşturmaları da zaman aldı.

Aralık 1917’de demiryollarında çalışanların ücretlendirilmesi için bir ücret tarifesi yürürlüğe konur. Demiryolu, savaştan dolayı yıkıma uğramış olan ulusal ekonominin yeniden inşasında önemli bir rol oynadığı için ücretlendirme sistemi öncelikle bu sektörde oluşturulur.

Temmuz 1918’de Halk Komiserleri Konseyi, ülkenin büyük sanayi ve idare merkezlerinde çalışan işçilerin ve ücretli memurların ücretlendirilmesi üzerine ücret cetveli oluşturma kararı alır. Kalifiyelik durumu, üretim tecrübesi, işin (“emeğin”) karmaşıklığı, kapsamı ve sorumluluk göz önünde tutularak işçiler ve ücretli memurlar dört ücret grubuna ayrılır. Her bir grup da çok sayıda alt gruplardan oluşur. En düşük ve en yüksek ücret tarifesi arasındaki fark 1’e 2,3’tür: 1:2,3.
Bu ücret tarifesi bazı değişikliklerden sonra bütün SB için geçerli kabul edilir.

1919’da Sovyet Sendikaları Merkez Konseyi’nin önerisi üzerine 35 ücret grubundan oluşan bütünlüklü bir ücret tarifesi uygulanmaya konur. Bu gruplardan ilk 14’ü işçiler için, geriye kalanları da mühendislik-teknik alanda çalışanlar için geçerlidir. En düşük ve en yüksek grup arasındaki fark 1’e 5’ti.
Bu ücret tarifesi bütün ulusal ekonomi, bütün ülke için geçerliydi. Bu tarifeyle cinsiyet, yaş, milliyet farklarından kaynaklanan bütün ücret farkları tasfiye edilir.
Aynı nitelikte ve nicelikte olan iş için aynı ödeme; eşit işe eşit ücret güvence altına alınır.

İşgücünün genişletilmiş yeniden üretimini -artan ihtiyaçlar bazında yeniden üretimini- teminat altına almak için temel gıda maddelerinin fiyat seviyeleri göz önünde tutularak, bölgelere göre miktarı farklı olan asgari ücret tespiti yapılır.

İşçi ve ücretli memur ücretlerinin bölgelere göre düzenlenmesi için ilk tedbirler daha Aralık 1917’de alınmıştı. Arkasından demiryolu için ücret tarifesi yürürlüğe kondu. Böylece devrimin ilk iki yılında ülke, ücret tarifesine göre 10 ücret bölgesine ayrıldı. Petrograd ve Kuzey Kutbu bölgesi, en yüksek ücret bölgesiydi. Buna karşın Uzak Doğu ve Sibirya en düşük ücret bölgesiydi (Bunun nedeni o dönemde Sibirya ve Uzak Doğuda temel gıda maddelerinin ucuz olmasıydı).
Eylül 1918’de bölgelere göre ücret düzenlemesi, bütün ekonomide geçerli kılındı.
Mart 1919’da en düşük ve en yüksek tarife bölgesi arasındaki ücret tarife farkı, 10 tarife bölgesine göre yüzde 80 idi.

Ekim Devriminden birkaç ay önce, Nisan 1917’de Lenin, ücretlerle ilgili olarak, “Şimdiki Devrimde Proletaryanın Görevleri Üzerine” makalesinde (“Nisan Tezleri”) şu tespiti yapıyordu:

Seçime ve her an görevden geri alınmaya tabi olması gereken tüm görevlilerin, iyi bir işçinin ortalama ücretinden daha fazla ücretlendirilmemesi gerekir” (4).
Devlet ve Devrim“ yapıtında kurulmakta olan Sovyet düzenini, Marks’ın tanımladığı gibi; ”her bakımdan ekonomik, ahlaki ve düşünce olarak halen rahminden çıktığı toplumun damgasını taşıyan” toplum olarak tanımlıyor ve böyle bir toplumda ücret sorununa çözüm arıyordu (5).

Vardığı sonuç şöyle:
Demokrasi, eşitlik demektir. Proletaryanın, sınıfların ortadan kalkması anlamında olmak koşuluyla, eşitlik ve eşitlik sloganı için proletaryanın mücadelesinin taşıdığı çok büyük önem kolay anlaşılır. Ama demokrasi yalnızca biçimsel eşitlik anlamına gelir. Ve bütün toplum üyelerinin üretim araçları mülkiyetine göre eşitliği, yani emek eşitliği, ücret eşitliği gerçekleşir gerçekleşmez, biçimsel eşitlikten gerçek eşitliğe, yani "herkesten yeteneklerine göre, herkese gereksinimlerine göre" ilkesinin gerçekleşmesine geçmek için, insanlığın karşısına tamamlanması gereken yeni bir ilerleme sorununun dikildiği görülecektir. İnsanlık bu yüce ereğe doğru hangi evrelerden, hangi pratik önlemlerden geçerek gidecektir, bilmiyoruz, bilemeyiz de” (6).

Bu demektir ki, Bolşevik Parti ücretlendirme konusunda el yordamıyla, deneyerek, yanlış yapmayı göze alarak doğru çözümü pratik içinde bulmaya çalışacaktır.

Lenin burada yeni insandan; sosyalist toplumun yarattığı yeni insanlardan bahsetmektedir. Burada, “eşit çaba gösterme”yi, “çalışma kurallarına tamamen uymayı” bilince çıkartmış insanlardan oluşan toplum söz konusu. Lenin burada böyle bir gelişme seviyesine ulaşmış sosyalist toplumda “eşit ücret”in gerçekleştirilmesi gerektiğinden bahsediyor.
Bütün toplum, işin ve ücretin eşit olduğu tek bir büro ve tek bir fabrika olacaktır” derken de gelişmiş bir sosyalist toplumu göz önüne alıyordu (7).

Lenin, gözünde canlandırdığı sosyalist toplumda acil görev olarak “Ulusal ekonominin tümünün, posta gibi, teknisyenlerin, gözetimcilerin, muhasebecilerin, silahlı proletaryanın denetim ve yönetimi altındaki bütün memurlar gibi, "işçi ücretleri"ni geçmeyen bir aylık alacakları biçimde örgütlenmesi” tespitin yapıyor ve bu işin üstesinden gelinmesini de “ivedi ereğimiz” diye tanımlıyordu (8).

RKP(B)-Olağanüstü VII. Parti Kongresinde Lenin (Mart 1918), günlük çalışmanın altı saate indirilmesinin yanı sıra “bütün mesleklerden ve kategorilerden tüm ücret ve maaşların giderek eşitlenmesini” talep eder (9).

Ama koşullar Lenin ve Bolşevik Parti'nin ücret konusundaki düşüncelerinin uygulanmasına hiç de uygun değildi. İlerlemiş bir sosyalist toplumda geçerli olabilecek bir ücret sisteminin, inşasının henüz başında olan bir sosyalist toplumda uygulanamayacağı kısa zamanda anlaşıldı.

RKP(B)- VIII. Parti Kongresi’nde (Mart 1919) Lenin ücret konusunda şöyle der:
Bu geçiş döneminde onlara, uzmanlara, mümkün olan en iyi yaşam koşullarını sağlamalıyız…Ücret oranları konusunu tartıştığımızda Çalışma Komiseri Yoldaş Schmidt şu gerçeklere dikkati çekti: Ücretleri eşitleme konusunda her yerde yapılandan daha fazlasını ve herhangi bir burjuva devletin on yıllar boyu yapabileceğinden daha fazlasını yaptığımızı söyledi. Savaş öncesi ücret oranlarına bakalım: düz işçi günde 1 ruble –ayda 25 ruble- alırken, bir uzman 500 ruble alırdı…Uzman, işçiden yirmi kat fazlasını alıyordu. Şimdiki ücret oranlarımız 600 ruble ile 3000 ruble arasında değişmektedir. Yani onların arasında beş katlık bir fark var. Eşitleme konusunda çok adım attık” (10).

Bu kongresinde Bolşevik Parti, ücret politikasını şöyle tespit ediyordu:
Hedefi, her türlü emeğe eşit karşılık ve eksiksiz komünizm olsa da, Sovyet iktidarı, kapitalizmden komünizme geçiş yönünde ancak ilk adımların atıldığı şu anda, bu eşitliğin derhal sağlanmasını hedef olarak görmemektedir. Bu nedenle daha belli bir zaman uzmanların, eskiye nazaran daha kötü çalışmamaları için yüksek ücretlendirilmesine devam etmek gerekmektedir; bu bağlamda başarılı ve özellikle örgütsel işlerde prim sisteminden de vazgeçilemez” (11).

Ekim 1921’de, VII. Moskova İl Parti Konferansı’nda Lenin, bir çok alanda geri adım atmak, örneğin ücret politikası konusunda taviz vermek, “burjuva ilişkilere göre ücretlendirme”yi uygulamak zorunda kaldıklarını, bunun bir ”geri adım”, bir ”taviz” olduğunu söylüyordu (12).

X. Parti Kongresi de (1921) ücret konusunda şu kararı alır: “Çeşitli nedenlerden dolayı maddi ücretlerde uzmanlığa göre farklılıkların geçici olarak korunması gerekiyorsa da, her şeye rağmen ücret düzeyi politikası, ücret oranları arasında mümkün olan en büyük eşitlik üzerine kurulmalıdır; burada personel özel ücret grupları sistemi genel ücret sistemine dahil edilmelidir” (13).

Aynı kongrede şu uyarı da yapılır:
Uzmanlarla bir taraftan sorumlu işçiler ve öte taraftan emekçi kitleler arasında var olan, yaşam koşullarındaki, ücretlerdeki vb. eşitsizlik, demokrasiyi zayıflatıyor, partide çürümeye yol açıyor ve komünistlerin otoritesini azaltıyor; Bu nedenle, bu eşitsizliği yok etmek üzere tamamen yeterli yöntemler bulunması” gerekir (14).

Sovyet iktidarının ilk yıllarında, özellikle de savaş komünizmi döneminde ücretlerde ve maaşlarda görece bir eşitlik vardı. Örneğin 1917’de en fazla ücret alan işçilerin ücretleri, en az ücret alanların ücretinden yüzde 232 oranında fazlaydı. Bu oran 1921’in ilk yarısında yüzde 102’ye düşürüldü.

Lenin’in, daha Mayıs 1918’de ücret tarifelerinin ve tedarik normlarının hazırlanması, sendikaların sosyalizmin inşasına ve sanayi yönetimine katılmaları faaliyetinin zorunlu bir bileşenidir, sendikaların eşitçiliğe karşı mücadelesi desteklenmelidir uyarısı üzerine sendikaların ücret eşitçiliğine karşı başlattıkları mücadeleye rağmen 1919-1921 arasında SB’nde dağıtımda veya ücretlendirmede eşitçilik anlayışı hakimdi (15).

NEP’in uygulamaya konmasıyla durum değişir.
1921/1922’de uygulamaya konan bütünlüklü ücret cetveli 17 aşamadan oluşmaktaydı.
Parti üyelerinin uzman bir işçiden daha fazla ücret almasına müsaade edilmez. Bu kural oldukça önemli bir kuraldı. Çünkü sanayi işletmelerinde veya başka alanlarda müdürlük yapanların çoğunluğu parti üyesiydi.

Beş yıllık plan uygulamasına geçildiği dönemde ücretlendirmedeki görece eşitçiliğin yetersizliği bütün çıplaklığıyla görülür ve tartışmalar sonucunda inşa edilen sosyalizm koşullarında dağıtım ilkesi tespit edilir.

Emeğe Göre Sosyalist Dağıtım (Paylaşım) İlkesi

Ürünlerin nasıl dağıtılacağında belirleyici olan, hakim üretim biçimidir. Marks’ın dediği gibi, dağıtım, üretimin bir sonucudur veya ürünüdür. Ürünlerin dağıtım biçimi, toplumsal ürünün ve gelişmesinin tarihsel aşamasına, karakterine uygun olarak değişir. Ama bundan dağıtımın, üretimin pasif bir sonucu olduğu ve üretimin gelişmesi üzerinde bizzat etkide bulunmadığı sonucu çıkartılmamalıdır. Tersine, toplumsal üretime bağımlılık içinde gelişen dağıtım, üretim üzerinde etkide bulunur, yani onun gelişmesini hızlandırır veya yavaşlatır.

Üretim araçlarının özel mülkiyetine ve işgücünün sömürüsüne dayanan kapitalist üretim biçiminde dağıtım, hakim/sömürücü sınıfların çıkarına göre gerçekleşir. Bu, işçiler ve emekçiler tarafından üretilen ürünün büyük kısmına bu sınıfların, artı değer biçiminde el koyması anlamına gelir.
Kapitalist sistemdekinin tam tersi sosyalist sistemde geçekleşir; sosyalist toplumda üretim araçları toplumsal mülkiyettedir, işgücünün sömürüsü söz konusu değildir ve bundan dolayı da toplumsal ürün, emekçi yığınların çıkarlarına göre paylaşılır.

Sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde toplumsal ürünün paylaşımı şöyleydi:
1-Ürünün bir kısmı, çalışma sürecinde tüketilen üretim araçlarını oluşturuyordu.
2-Ürünün diğer bölümü ise yeni yaratılan değeri veya başka bir kavramla ifade edersek, safi üretimi oluşturuyordu.

Toplumsal ürünün yeni yaratılan değer kısmı şu bölümlere ayrılır:
1-Emekçi yığınların şahsi gereksinimlerini gidermeye ayrılan bölüm (Ücret, kolhozlarda iş birimi temelinde ödeme).
1-Birikim fonuna ve toplumsal tüketim fonuna ayrılan bölüm.

Görüldüğü gibi sosyalizmi inşa sürecindeki SSCB'nde yeni yaratılan ürün, sadece ve sadece emekçi yığınların çıkarına göre pay edilmekteydi:
1-Bu ürünün ana kütlesi, emekçi yığınların kişisel ve toplumsal gereksinimlerinin karşılanmasına;
2-Diğer kısmı da üretimin genişletilmesine ayrılıyordu.

Gotha Programının Eleştirisi” yazısında Marks, Lassalle’ın “emeğin tüm geliri” anlayışını eleştirir ve bu vesileyle sosyalist bir toplumun normal işleyebilmesi ve gelişebilmesi için toplumsal toplam ürünün nasıl dağıtılması gerektiğini açıklar.

Buna göre:
-“Birincisi:Tüketilen üretim araçlarının yerine konmasının karşılığı.
-İkincisi: Yeniden üretim için ek kısım.
-Üçüncüsü: Doğa olaylarının vb. neden olduğu sıkıntılar ve aksaklıklar için yedek ya da sigorta fonları” (16).

Toplumsal toplam ürünün diğer bölümü ise tüketim için belirlenmiştir:
Bu da bireyler arasında paylaşılmadan önce, gene şu çıkarmalar da yapılmalıdır:

Birincisi, üretime ait olmayan genel yönetim giderleri.
Bu kısım, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla çok sınırlıdır ve yeni toplum geliştiği ölçüde azalır (17).

İkincisi, okullar, sağlık hizmetleri, vb. gibi, gereksinmelerin ortaklaşa karşılanmasına ayrılan kısım.
Bu kısım da, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla önemli ölçüde artmaktadır ve yeni toplum geliştiği ölçüde de artar.

Üçüncüsü, çalışamayanların vb. geçimi için gerekli fonlar, yani bugün resmi olarak yoksullara yardım diye adlandırılan şeyin kapsamına girenler” (18).

Tabii bu bölüme askeri harcamalar da katılmalıdır. Kapitalist kuşatma koşullarında sosyalizmi inşa etmek, aynı zamanda sosyalizmi savunmak anlamına gelir. Yani iç ve dış düşmanlara karşı proletarya diktatörlüğü, sürekli hazır silahlı güce sahip olmak zorundadır. Bu gücün harcamaları, toplumsal ürünün bir kısmını oluşturur.
Ancak bütün bu harcamaların çıkartılmasından sonra toplumsal ürünün emekçiler arasındaki paylaşımı söz konusu olabilir.

Sosyalist bir ülkede kişisel dağıtıma (tüketime) ayrılan fonun kapsamı;
1-Üretici güçlerin gelişme durumuna ve
2-Somut görevlere bağlıdır.

1950 yılı başı itibariyle SB’nde ulusal gelirin yaklaşık dörtte üçü, emekçi yığınların kişisel ve toplumsal gereksinimlerine ayrılıyordu.

Sosyalist toplumda toplumsal ihtiyaca ayrılan her şey, sonuç itibariyle emekçi yığınların çıkarına kullanılır. Yani, Marks’ın dediği gibi, “özel birey niteliği ile üreticilerin elinden alınan, toplumun bir üyesi niteliği ile ona dolaylı ve dolaysız olarak dönmektedir” (19).

Sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde “herkes yeteneğine göre, herkese emeğine göre” ilkesi gerçekleştirilmiştir. Bu, SB’nde toplumsal yaşamın ana ilkesiydi, sosyalist ekonominin en önemli gelişme yasalarından birisiydi. Bu yasa, sosyalist toplumda emekçi yığınların kişisel ve toplumsal çıkarlarının doğru birleşimini teminat altına alır ve emekçilerde kendi emeğinin (çalışmasının) sonuçlarına maddi ilgi uyandırır ve böylece sosyalist toplumda üretici güçlerin gelişmesini hızlandırır.

Sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde Lenin ve Stalin, dağıtımın doğru örgütlenmesine sürekli önem vermişlerdi. Proletarya diktatörlüğünün daha ilk yıllarında Lenin, çalışmaya yönelik toplumsal teşvikin önemini vurgulamış ve sosyalist üretimin gelişmesine duyulan kişisel maddi ilginin önemine işaret etmiştir.

Emeğin (işin/çalışmanın) miktarı ve ücretlendirilmesi tespit edilmeksizin sosyalizm kurulamaz.

Doğrudan coşku temelinde değil, bilakis büyük devrimden doğan coşkunun yardımıyla, şahsi çıkar, ilgi, iktisadi muhasebe temelinde önce, küçük burjuva bir ülkede devlet kapitalizmi üzerinden sosyalizme götürecek sağlam bir köprü inşa etmeye uğraşın. Aksi taktirde komünizme ulaşamazsınız…” (20).

Stalin, SB’nde sosyalizmin inşa tecrübesine dayanarak sosyalist toplumun gelişme yasalarını bütün yönleriyle araştırmış ve sosyalist dağıtım ilkesini analiz etmiştir:
1-Emekçilerin kendi işlerine (çalışmalarına/emeğine) maddi ilgi duymaları.
2-Kalifiyelik özelliklerinin derinleştirilmesi için çaba.
3-Üretimde tekniğe hakimiyeti güçlendirmek.
4-Toplumsal emeğin (işin/çalışmanın) verimliliğini arttırmak.

Daha 1931’de “Ama kalifiye işçiler elde etmek için kalifiye olmayan işçileri teşvik etmek ve onlara bir ilerleme, yükselme şansı vermek gerekir. Ve bu yolda ne kadar cesaretle yürürsek o kadar iyi olur” diyordu (21).

Emeğe göre paylaşımın sosyalist ilkesi, küçük burjuva eşitçiliğine karşı uzlaşmaz mücadele sonucunda geçerli kılınmıştır (22).

Troçkistler, Buharinciler, Zinovyevciler vb. küçük burjuva eşitçiliğini, dağıtım ilkesi yapmaya çalıştılar ama başarılı olamadılar. Sonuçta Bolşevik Parti'nin mücadelesiyle emeğe göre dağıtım ilkesinin geçerli kılınması için koşullar oluşturuldu.

Bu konuda Stalin:
Bu kişiler besbelli ki sosyalizmin, toplum üyelerinin gereksinimlerinin ve kişisel yaşam tarzlarının eşitçiliğini, eşitlenmesini, tek düzeye getirilmesini talep ettiğini düşünüyorlar. Söylemeye hiç de gerek yok ki, böyle bir varsayımın Marksizmle, Leninizmle hiçbir ortak yanı yoktur. Marksizm, eşitçilikten, kişisel gereksinimler ve yaşam tarzı alanında eşitçilik değil, sınıfların ortadan kaldırılmasını anlar, yani; a) Bir kez kapitalistler devrildikten ve mülksüzleştirildikten sonra, tüm emekçilerin sömürüden kurtuluşunda eşitlik; b) Üretim araçları bir kez tüm toplumun mülkiyeti haline geldikten sonra, herkes için, üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin kaldırılmasında eşitlik; c) Herkes için yeteneklerine göre çalışma yükümlülüğünde eşitlik ve tüm emekçiler için performansına göre ödeme hakkında eşitlik (sosyalist toplum); herkes için yeteneklerine göre çalışma yükümlülüğünde eşitlik ve tüm emekçiler için gereksinimlerine göre alma hakkında eşitlik (komünist toplum). Ve Marksizm burada, insanların zevklerinin ve gereksinimlerinin nitel ya da nicel bakımından ne sosyalizm döneminde ne de komünizm döneminde eşitlik olmadığından ve olamayacağından hareket eder.
Marksist eşitlik anlayışı budur.
Marksizm, başka bir eşitlik tanımamıştır ve tanımaz” (23).

Herkese yeteneklerine göre, herkese emeğine göre” sosyalist ilkesi, emeğin miktarı/ölçüsü ve toplumsal ürünün dağıtımı üzerine sıkı bir kontrolü gerekli kılar. Bu kontrol, toplum tarafından yapılır. Sosyalist devlet, bu kontrolü, çalışma normlarını ve ücretlendirmenin düzenlenmesini tespit ederek gerçekleştirir.

Komünizmin "üst" evresinin gelmesini beklerken, sosyalistler, toplumdan ve devletten, çalışma ve tüketim ölçüsü üzerinde en sıkı denetimi uygulamalarını isterler; bu denetim kapitalistlerin mülksüzleştirilmesinden, işçilerin kapitalistler üzerindeki denetiminden başlamalı ve memurlar devleti tarafından değil, silahlı işçiler devleti tarafından uygulanmalıdır….Kayıt ve denetim: komünist toplumun, ilk evresinde, hem "yoluna konması", hem de düzenli işlemesi için özsel olan, işte budur” (24).

Sosyalizmde emeğe göre dağıtımın zorunluluğu, üretici güçlerin gelişme seviyesinden ve toplumun hizmetine sunulan maddi varlıkların miktarından kaynaklanır.

Engels’in dediği gibi, dağıtım tarzı, ne kadar dağıtılacağına bağlıdır ve dağıtılması gereken de tabii ki üretimin ve toplumsal örgütlenmenin ilerlemesiyle değişir. Yani dağıtım tarzı da değişir.

Sosyalizmde, komünist toplumun ilk aşamasında üretici güçlerin gelişmesi, bütün tüketim araçlarında tam bolluğu teminat altına alacak seviyede değildir. Tam da bu nedenden dolayı sosyalist toplum, tüketim araçlarını insanların gereksinimlerine göre dağıtamaz; komünizmde dağıtım ilkesi olan “herkese gereksinimlerine göre”yi uygulayamaz.

Komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmde bu ilkeyi uygulama olanağı olmadığı için tüketim araçları, emeğin (işin, çalışmanın) niceliğine ve niteliğine göre dağıtılır.

Sosyalizm, sömürüyü ortadan kaldırır ve sosyalist toplumda iş, insanların doğal gereksinimi olur. Ama bu, her çalışabilir vatandaş için geçerli değildir. Her çalışabilir vatandaş, işin/çalışmanın bilinçli bir yaşam gereksinimi olduğunu kavramaz. Bu nedenle her bir emekçinin kendi işinin/çalışmasının sonuçlarına –emeğine/ürününe- şahsi maddi ilgi duyması, güçlü bir itici gücü oluşturur. Bu ilgi, sosyalist toplumun gelişmesi için en önemli motiflerden veya da koşullardan birisidir.

Sosyalist toplum, devlet işletmelerindeki ve kolhozlardaki iş/çalışma arasında, zihni ve fiziki iş arasında, kalifiye ve kalifiye olmayan iş arasında hala farklılıkların olduğu anlamına da gelir. Her bir emekçinin, iş birimi başına farklı miktarda ürün üretmesi bu farklılıktan dolayıdır. Tam da bu nedenden dolayı, onların emeği, değere dayanan toplumsal zorunlu emekle aynı değildir. Bu nedenden dolayı ortaya bir zorunluluk çıkmıştır; İşin/çalışmanın çeşitli türlerini bütünlüklü bir paydada –değerde- birleştirmek ve işçilerin ve ücretli memurların işini/çalışmasını nicelik ve niteliğine uygun olarak para biçiminde ödemek. Bu nedenden dolayıdır ki sosyalizmde, örneğin kalifiye iş, daha büyük değer yaratır ve yüksek nitelikli iş olarak ücretlendirilir.

Komünist aşamada “herkes yeteneklerine göre, herkese gereksinimlerine göre” ilkesi gerçekleştirilmiş olur. Toplumsal gelişmenin bu aşamasında;
1-Üretici güçler, bu ilkenin gerçekleştirilebilmesini sağlayacak kadar gelişmiştir.
2-Tarımda çalışma ve sanayide çalışma aynı türden çalışmaya dönüşmüştür.
3-Zihni ve fiziki iş arasındaki fark yok olmuştur.
4-İnsanların bilincinde var olan kapitalist topluma özgü kalıntılar vs. yok olmuştur (25).

Toplumun bu aşamaya gelmesine kadar sosyalist dağıtım ilkesi geçerlidir.
Kapitalizmden sonra geldiği için sosyalist toplum, kaçınılmaz olarak kapitalizmin benlerini, artıklarını, burjuva topluma özgü alışkanlıkları bağrında taşır. Bir çok vatandaşın çalışma ve toplumsal mülkiyete karşı sosyalist olmayan tutumundan, toplumun genel çıkarlarının göz önünde tutulmamasından vs. dolayı proletarya diktatörlüğü, bu kalıntılara karşı acımasız mücadele eder, etmek zorundadır. Bu nedenden dolayı, emeğe göre dağıtımın kararlı bir şekilde gerçekleştirilmesi, aynı zamanda, sosyalist disiplinin ve işin örgütlenmesinin yerleştirilmesi ve pekiştirilmesi için önemli araçlardan birisidir.

Emeğin (işin) nitelik ve niceliğe göre ücretlendirilmesi her bir emekçide;
1-çalışma yöntemlerini daha da iyileştirmek için,
2-işgücünden daha iyi yararlanmak için,
3-teçhizatları daha iyi kullanmak için,
4-kendi kalifiye durumunu yükseltmek için,
5-nihayetinde üretimi mükemmelleştirmek ve
6-işin verimliliğini arttırmak için ilgi uyandırır.

Niceliğe ve niteliğe göre dağıtımın sosyalist ilkesi, sosyalizmi inşa etme sürecindeki SB’nin bütün devlet ve kooperatif işletmelerinde gerçekleştirilmiştir. Ama uygulanması, devlet ve kolhozlarda (kooperatiflerde) olmak üzere birbirinden farklıydı:
1-Devlet işletmelerinde ve idari kurumlarda işçiler ve ücretli memurlar işlerinin karşılığı olarak ücret alıyorlardı.
2-Kolhozlarda ise ücretlendirme iş birimine göre yapılıyordu.

Ücret, ulusal gelirin veya yeni yaratılan değerin, sosyalist işletmelerdeki işçilerin ve ücretli memurların, emeklerinin nitelik ve niceliğine uygun olarak doğrudan kişisel tüketimleri için ayrılan kısımdır. Ulusal gelirin bu bölümü, işçilerin ve ücretli memurların kişisel tüketim fonlarının parasal ifadesidir. Bu fon, Sovyet devleti tarafından oluşturulmuş ve yönetilmiştir.

Sosyalizmde ücret, kapitalizmdeki ücretten tamamen farklıdır:
1-Kapitalizmde işgücü metadır, satın alınır ve satılır.
2-Sosyalizmde işgücü meta değildir ve onun alınıp satılması için pazar da yoktur.
3-Sosyalizmde “eşit işe eşit ücret” ilkesi gerçekleştirilir.
4-Kapitalizmde ise bu ilkenin gerçekleştirilme koşulu yoktur.

Sosyalizmde işgücü meta olmadığı için değeri de yoktur. Sosyalizmde ücret, kapitalizmde olduğu gibi, pazarın elemanter (ögesel) yasaları tarafından belirlenmez.
1-Sosyalizmde devlet, ücretin miktarını, üretici güçlerin gelişmesine ve emekçi yığınların yaşam standardının sürekli yükseltilmesine uygun olarak tespit eder.
2-Ücretin tespitinde işin kalifiye iş olup olmadığı dikkate alınır.

SB’nde ücret, aynı zamanda, sanayi sektörlerinin ve tek tek işletmelerin ulusal ekonomi açısından önemine göre de tespit ediliyordu. Ücretin yüksekliğine göre sırayla, kömür sanayi, metalürji, petrol sanayi vs. önde gelen sanayi sektörleriydi.

Sosyalizmi inşa etme sürecindeki SB’nde ücretin seviyesinin tespitinde, sektörlerin ve emekçilerin kalifiye durumunun öneminin göz önünde tutulmasının yanı sıra, işin zorluğu da dikkate alınıyordu. Örneğin yer altında çalışanlar, sıcak ortamlarda çalışanlar veya sağlığa zararlı işlerde çalışanlar, normal koşullarda çalışanlardan daha fazla ücret alıyorlardı. Bu nedenle savaş sonrası beş yıllık plan, zor işler için –kömür, metalürji ve petrol sanayileri- daha yüksek ücretler ön görüyordu.

Sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde kömür, metalürji, petrol sanayilerinde, nakliyat gibi bazı başka sanayi dallarında mühendis-teknik personel ve yöneticiler, bir dizi avantajlara ve imtiyazlara sahiptiler.

Ücretlerin tespitinde devlet, çeşitli bölgelerdeki emekçi yığınların çalışma ve yaşam koşullarını, tekil bölgelerin siyasi ve ekonomik önemini de göz önünde tutuyordu.

Sosyalizmde ücretlendirmenin nasıl olması gerektiği konusunda Stalin şöyle der:
İşgücü dalgalanmasının nedeni nerede yatıyor?
İşçi ücretinin yanlış örgütlenmesinde, yanlış ücret cetveli sisteminde, işçi ücreti alanında ‘solcu’ eşitçilikte yatıyor. Bir dizi işletmemizde ücret tarifesi, kalifiye işle kalifiye olmayan iş arasındaki, zor işle kolay iş arasındaki fark neredeyse yok olacak biçimde saptanmıştır. Eşitçilik, kalifiye olmayan işçinin meslek içi eğitimle kalifiye işçi haline gelmeye ilgi duymamasına, böylece ilerleme perspektifine sahip olmamasına, bu yüzden işletmede kendisini, sadece ‘biraz para kazanmak’ için geçici olarak çalışan ve sonra başka bir yerde ‘şansını deneyecek’ olan, ‘sayfiyeye çıkmış biri’ olarak hissetmesine yol açar. Eşitçilik, kalifiye işçinin, sonunda kalifiye işçiye layık olduğu değeri veren bir işletme bulana dek, işletmeden işletmeye dolaşmak zorunda kalmasına yol açar.
Bir işletmeden diğerine ‘genel’ göç, işgücü dalgalanması bundandır. Bu kötülüğe son vermek için, eşitçiliği ortadan kaldırmak ve eski ücret sistemini parçalamak gereklidir. Bu kötülüğe son vermek için, kalifiye işle kalifiye olmayan iş arasındaki, ağır ile hafif iş arasındaki farkın hakkını veren bir ücret sistemi yaratmak gerekir. Demir sanayinde merdane başındaki bir işçiyle, ortalığı temizleyen hademenin aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır. Bir makinistle bir katibin aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır” (26).

Sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde ücretin temel biçimi parça başına ücretti (akorttu). Sosyalist toplumda parça başına ücret (akort) kapitalist sistemdeki akorttan tamamen farklıdır: Kapitalizmde akort, işçilerin sömürülmesini güçlendirir; iş yoğunluğuna neden olur ve ücret üzerinde baskıda bulunur.

Sosyalist sistemde ise parça başına ücret, emeğe göre ödeme sosyalist ilkesinin gerçekleştirilmesinde; işin verimliliğinin arttırılmasında ve emekçi yığınların maddi koşullarının daha da iyileştirilmesinde en uygun araçlardan birisidir.

Parça başına ücrette esas olan, işçinin, işletmede geçirdiği çalışma süresine göre değil de üretilen ürünlerin miktarına göre, yani nihai çalışma sonucuna göre ücretlendirilmesidir.

Kolhozlarda (kolektif çiftliklerde) ücretlendirme durumu:
Kolhozlarda emeğe göre ücretin sosyalist ilkesi, gelirlerin iş birimi temelinde dağıtımı çerçevesinde gerçekleştiriliyordu.
İş birimi, sosyalist tarımda yeni bir ekonomik kategoridir ve sadece kolhozculuğa özgüdür. Bu kavram, sosyalist tarımda yeni sosyalist üretim ilişkilerini ifade eder.
Bu, emeğin (çalışmanın) nitelik ve niceliğinin ve kolhozda tüketim miktarının belirlenmesi için kullanılan bir ölçü birimidir. Bu ölçü birimi vasıtasıyla çeşitli iş türleri bir paydada toplanır ve her bir kolhoz üyesinin tarım kooperatifinin toplumsal ekonomisindeki payı belirlenir.

Her kolektif köylünün tarım kooperatifinin (artel, çn.) toplumsal iktisadından gelen geliri iki etkene bağlıdır: 1- kolektif köylü tarafından çalışılan iş birimlerinin sayısı; 2- iş birimi için ödenen ücretin miktarı. Yıl boyunca çalışılan iş biriminin miktarı, her tek tek kolektif köylünün emeği tarafından belirlenmektedir. İş birimi için ücret miktarı, yani kolektif köylünün iş birimi başına elde ettiği ürünün ve paranın miktarı, kolhozun bütün üyelerinin emeğine bağlıdır. Kolhoz, bir bütün olarak ne kadar iyi çalışırsa, toplumsal iktisadı ne kadar başarıyla gelişirse, hem kolhozun gelirinin toplam hacmi ve hem de iş birimlerine göre dağıtılan bölümün hacmi o kadar büyük olmaktadır. Kolhozun salt gelirinin devlete karşı yükümlülükler yerine getirildikten ve saptanmış toplumsal fonlar oluşturulduktan sonra kalan bölüm de iş birimlerine göre dağıtılmaktadır. Bunun dışında kolektif köylülerin toplumsal iktisattan gelirleri, alınan toplumsal tüketim fonları yoluyla büyümektedir. Bütün bunlar, her bir kolektif köylünün kolhozun toplumsal iktisadının gelişmesine olan maddi ilgisini uyandırmaktadır” (27).

Demek ki, kolhoz köylüsünün emeği (işi), onun kalifiye durumu, tarım kooperatifinde gerçekleştirdiği iş biriminin önemi ve zorluğu göz önünde tutularak değerlendiriliyor. İş birimi, aynı zamanda, her bir kolhoz üyesinin tarım kooperatifi gelirlerinin dağıtımındaki payını da belirler. Bu pay, söz konusu kolhoz üyesinin şahsi tüketimini ifade eden paydır.
Kim daha çok çalışırsa, yani kolhozun üretimini arttırırsa, buna uygun olarak da daha çok para ve ayni maddeler alır.

Ücret ve kolhozlarda iş birimi, tüketim maddelerinin emeğe göre dağıtımının iki biçimidir. Ama ücret ve iş birimi arasında farklar vardı:
-Bu farklar, sosyalist mülkiyetin her iki biçiminden –devlet/halk mülkiyeti ve kolhoz/kooperatif/grup mülkiyeti- kaynaklanmaktadır.

Devlet işletmelerinin ürünü (sanayi ürünü) bütün toplumun tasarrufundadır. Bu işletmelerde ücret, doğrudan işletme gelirlerine bağlı değildir. Bu alanda ücret, devlet organları tarafından ücret cetveline ve çalışma normlarına göre önceden tespit edilen ve düzenlenen bir miktardır.

Kolhozlarda ise durum değişiktir. Kolhoz üretimi tarım kooperatifine aittir.
Kolhoz, devlete karşı bütün yükümlülüklerini yerine getirdikten ve saptanmış toplumsal fonları oluşturduktan sonra, geriye kalan bütün ürünleri ve para araçlarını iş birimlerine göre tarım kooperatifinin üyeleri arasında dağıtır. Kolektif köylüler tarafından iş birimlerine göre elde edilen gelirler vergiden muaftır” (28).

Demek ki kolhozlarda, önce, devlete karşı yükümlülükler yerine getiriliyor, tüzüğün öngördüğü toplumsal fonlar için pay ayrılıyor ve ancak bundan sonra tarımsal kooperatif, kolhoz köylülerinin gelirlerini gerçekleştirdikleri iş birimine göre dağıtıyor.

Ders Kitabı”ndan yaptığımız alıntıda belirtildiği gibi, kolhoz köylüsünün gelirleri;
a-toplumsal gelirlerin yüksekliğine ve
b-köylünün gerçekleştirdiği iş birimi miktarına bağlıydı.

Belli bir iş için zorunlu olan iş birimi sayısı ve iş birimi çerçevesindeki emeğin (çalışmanın) değerlendirilmesi, tarımsal kooperatif yönetimi tarafından tespit edilir ve genel kolhoz toplantılarında, devlet tarafından önerilen iş birimine göre çalışma normları ve işin değerlendirilmesi listelerine uygun olarak onanırdı.

Başka bir fark da şudur:
Devlet işletmelerinde ücret, para biçiminde ödenirken, kolhoz üyeleri gelirlerini hem para biçiminde, hem de ayni olarak alırlardı. Bunun ötesinde kolhoz köylüsü, iş birimi karşılığında aldığı ayni ürünleri ve şahsi bahçesinde elde ettiği ürünleri kolhoz pazarında satma hakkına da sahipti.

Gelirlerin iş birimine göre dağıtımı, kolhozlarda işin örgütlenmesinin temel ilkesiydi. Bu türden dağıtım kolhoz köylülerinin işin verimliliğinin arttırılmasına ilgi duymalarını sağlıyor ve küçük burjuva eşitçiliğinin gelişmesi önünde engel oluyordu.

Gelirlerin dağıtımında sadece iş birimi sayısı değil, aynı zamanda işin sonucu da dikkate alınıyordu:
Yapılan işe göre dağıtım ekonomik yasasının gerekliliklerini tutarlı bir şekilde gerçekleştirmek amacıyla kolhozlardaki emeğin (işin/çalışmanın, çn.) ödenmesi, daha yüksek üretim sonuçları elde eden kolektif köylülerin, görece olarak daha az sonuç elde eden kolektif köylülere göre daha fazla ücret alacağı şekilde düzenlenmiştir” (29).

Kolhozlarda emeğin (işin) örgütlenmesinde ve ödenmesinde parça başı ücretin kullanımı önemliydi. Çünkü parça başı ücret, emeğin (işin) nicelik ve niteliğe göre ödenmesi ilkesini gerçekleştirmenin en uygun biçimiydi.
Bu biçim, işin verimliliğinin, kolhozların ve üyelerinin ayni ve parasal gelirlerinin artmasına ve kolhozların örgütsel ve iktisadi olarak güçlenmelerine katkıda bulunuyordu.

Sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde ücret sisteminin gelişmesi üzerine bazı notlar

Sosyalizmin inşa tecrübesi, emeğe (işe) göre ücretlendirme sisteminin oluşmasının ve nispeten eksiksiz bir sisteme dönüşmesinin zor ve uzun bir süreç olduğunu göstermiştir. Böyle bir sistem, sadece devletin alacağı tedbirlerle ve partinin yönlendirmesiyle kurulamaz. Bu sistemin kurulması için bütün toplumun, bütün emekçilerin katkısı gereklidir.

Bütün ücret biçimleri arasında sosyalist dağıtım ilkesine en uygun olanı, emeğe (işe) göre parça başı ürettir (akorttur).

Lenin, “Sosyalist İktidarın En Yakın Görevleri” (Nisan 1918) makalesinde Taylor sistemine atıfta bulunarak parça başı ücretlendirme (akort) üzerine görüşünü açıklamıştır(30).

Sovyet iktidarının ilk yıllarında hem temel ücret ve hem de primler sadece para biçiminde ödenmiştir.
1918’in son aylarından itibaren “ücretin aynileştirilmesi” propagandası yapılmaya başlanmıştır. Bu propaganda, ücretin ayni ödenmesini içermekteydi. Gıda maddelerinin olağanüstü yetersizliğinden dolayı ancak bu tedbirlerle emeğe (işe) göre ödeme ilkesi bu ilk biçimlerinde gerçekleştirilebiliyordu. İşletmede çalışan bazı işçiler ve ücretli memurlar için bir öğle yemeği vermek bu tedbirlerden birisiydi. Buna ilaveten 1920’de (Nisan) özellikle iyi iş yapma durumunda şeker, tuz, tekstil, kibrit vs. biçiminde ayni primler verilmeye başlandı.

NÖP’e (Yeni Ekonomi Politika) geçişle ücretin ayni biçiminin yerini para biçimi aldı.

NÖP’e geçişle birlikte ayni ücretin yerini para (biçiminde) ücret aldı ve ücret seviyesi oldukça yükseldi. Günlük ücret, Ekim 1922’den Ocak 1924’e işçilerin üretime katkılarından daha hızlı arttı. Bu kaçınılmazdı…İşçilerin en acil yaşam gereksinimlerinin karşılanması gerekliydi” (31).

Bu koşullarda harcanan işin (emeğin) miktarına göre ücretlendirme ilkesi, ancak sınırlı uygulanabilirdi. İktisadi tahribattan, üretimin en geri seviyesinde olmasından, çok sayıda işsizin olmasından dolayı Sovyet iktidarının ilk yıllarında kalifiye ve kalifiye olmayan iş için ücreti yeterli derecede farklılaştırma olanağı yoktu.

Emeğe göre ilkesini geliştirmek için 1921/1922 yıllarında IV. Bütün Rusya Sendikalar Kongresi’nin tavsiyesi üzerine 17 dereceli bütünlüklü bir ücret cetveli (tarifesi) hazırlanmıştır (32).

Ama bu derecelendirmenin önemli eksikliklerinin olduğu görüldü.

Böyle bir tarife derecelendirmesi, mesleki ilerlemeye, kalifiye olmaya ilgiyi köreltiyordu. 17 dereceli tarifenin eksikliklerinden dolayı 1927/1928 döneminde tarife reformu yapıldı. Ama bu reformun da bir dizi ciddi zayıf yönleri vardı ve eşitlemecilik için kapıları ardına kadar açıyordu; kalifiye ve kalifiye olmayan işçiler arasındaki ücret farkı azalmıştı. Böylece en iyi ve en kalifiye işçiler haksızlığa uğramış oluyorlardı.
Bunun ötesinde parça başı ücret için zamlar sınırlandırılmıştı. Böylece de emeğe (işe) göre ücret sisteminin gelişmesi kösteklenmiş oluyordu (33).
Bu nedenledir ki Stalin 1931’de “Yeni İlişkiler-İktisadi İnşanın Yeni Görevleri” konuşmasında o zamanki ücret pratiğini eleştirir. Söz konusu olan, 1927/1928’de gerçekleştirilen tarife (cetvel) reformudur. Bu reform, işçilerin kalifiye olmaya ilgilerini azaltmış ve güçlü işgücü dalgalamasına neden olmuştu.

Stalin’in, “Marks ve Engels, kalifiye işle kalifiye olmayan iş arasındaki farkın sosyalizmde bile, hatta sınıfların ortadan kalkmasından sonra bile süreceğini, bu farkın ancak komünizmde ortadan kaybolacağını, bu nedenle sosyalizmde de ‘ücret’in gereksinimlere göre değil, yapılan işe göre ölçülmesi gerektiğini söylerler” (34) eleştiri ve yönlendirmesiyle ücret sistemi, MK ve Halk Komiserleri Konseyi’nin kararıyla 1931’de, sanayin önemli sektörlerinde ve ulaşım sektöründe temelden yeniden düzenlendi.

Yeni ücret sistemi, önder işçi gruplarının yaptıkları, gerçekleştirdikleri işe uygun ücretlendirilmelerini sağlıyordu. Aynı şekilde, kalifiye ve kalifiye olmayan işçiler arasındaki faklar da artmıştı. Keza tarife dereceleri çerçevesinde ücret ölçüleri de sistematik olarak yükseliyordu.

Bütün yeniden düzenleme, ödemenin emeğe göre sosyalist ilkesiyle sıkı uyumluluk içinde gerçekleştirildi. Ücret yüksekliği, doğrudan işin niceliğine ve niteliğine bağlıydı” (35).

1931/1932’de uygulamaya konan yeni ücret sistemi, çalışma disiplininin pekiştirilmesini, işin örgütlenmesinin daha da iyileştirilmesini, emekçilerin kalifiye olma isteklerinin güçlenmesini ve sonuç itibariyle işin verimliliğinin artmasını sağlamıştı.

1931’deki ücret sistemi ve reformu, emekçi yığınların maddi durumunu oldukça iyileştirmişti. Ortalama ücret İkinci Beş Yıllık Plan döneminde yaklaşık yüzde 67 oranında yükseldi.

Emeğe (işe) göre ücret ilkesi, harekete geçiren, teşvik eden, ilerleten bir güçtür:
Çalışmayla (işle, emekle) ilgili sorunların ele alındığında sürekli olarak ideolojik eğitim vurgulanır. Emeğe göre ilkesini, doğrudan, işin verimliliği ile bağlam içinde ele alırsak, soruna bilinç açısında da yaklaşmanın kaçınılmazlığı daha anlaşılır olur.

Yeni bir çalışma disiplininin oluşturulması, insanlar arasında toplumsal ilişkilerin yeni biçimlerinin oluşturulması, insanların çalışmaya çekilmesi için yeni yöntemlerin oluşturulması, bugünden yarına; birkaç sene içinde gerçekleştirilebilecek bir iş değildir. Lenin’in dediği gibi bu, “yıllarca ve on yıllarca sürecek bir iştir”.

Sovyet tecrübesinin de gösterdiği gibi, sosyalizmi inşa eden toplumlarda insanların bilincinde derin değişimler, önemli oranda emeğe göre ücret ilkesinin uygulanmasıyla gerçekleştirilmiştir.
Bilinç ve maddi gerçeklik/ilgi arasındaki bağı kuramazsak veya doğru kuramazsak, sosyalist toplumu, Kuzey Kore’de olduğu gibi ya sadece ideolojik eğitimle kurarız (!) ya da salt maddi çıkarları ön plana çıkartarak sosyalizm adına, aynen XX. Parti Kongresi’nden sonra SB’nde olduğu gibi, kapitalizmi yeniden inşa etmiş oluruz veya Troçki gibi anlamsızlaşırız.

Lenin ve Stalin, çalışma coşkusunun sadece siyasal inançtan/bilinçten kaynaklanamayacağına birçok kez işaret etmişlerdir. Ekim 1921’de Bolşevik kadrolara seslenirken sadece coşkuyla sosyalizmin kurulamayacağını bunda şahsi çıkarın, şahsi ilgili olmanın da bir rol oynadığını söylüyordu Lenin (36).
Sosyalizmin inşasında, özellikle de ilk inşa evresinde; Stalin’in deyimiyle “yeni insan”ın oluşumunda; bir bütün olarak çalışma/iş karşısında sosyalist ahlak anlayışının geliştirilmesinde maddi ilgi önemlidir. Emeğe göre ücret ilkesi, bu her iki faktörü içerir:
1-Kadroların/sorumluların, sorunu, bilinç perspektifiyle emekçilerle tartışmaları: Bilinç faktörü ve
2-Kadroların/sorumluların, doğrudan maddi ilgi üzerine emekçilerle tartışmaları: Maddi çıkar/ilgi faktörü.

Sosyalizmi inşa etme sürecindeki toplumlarda partinin ve kitle örgütlerinin (örneğin sendikaların) daha yüksek, daha gelişmiş bilinç için sürdürdükleri ideolojik mücadele tek başına yeterli olamaz. Eğitim çalışması, ideolojik mücadele küçümsenemez. Ama tek başına yeterli değildir. Özellikle de sosyalist inşanın ilk dönemlerinde yeterli değildir. Böyle olsaydı Kuzey Kore’de sosyalizmin en azından “s”si inşa edilmiş olurdu.

Sosyalist toplumda komünistler azınlıktadır (“Komünist toplumu komünistlerin elleriyle inşa etmeyi istemek, saf, tamamen saf (çocuksu, çn.) bir düşüncedir. Halk denizi içinde komünistler,…bir damladır” (Lenin: XI. Parti Kongresi). Hele sosyalist toplumun ilk yıllarında bir avuç kadardır. Komünistlerin dünya görüşü, devasa örgütlü gücüyle maddi güce dönüşür. Ancak, maddi güce dönüştürmek, emekçi yığınları; burjuva bilincin, kapitalizmin kalıntılarını kafasında taşıyan o geniş yığınları harekete geçirmekle mümkün olabilir. İşte burada emeğe göre ücret, maddi ilgi, maddi çıkar çok önemli, komünist bilinçlenmeyi destekleyen veya ona yol açan bir rol oynar.

Sovyet deneyiminin gösterdiği gibi, milyonlarca emekçinin ideolojik gelişmesinde maddi çıkar ilk dürtüyü oluşturmuştur. İyi, içtenlikli, yaratıcı çalışmayı, daha yüksek ücretin takip etmesi, öncelikle, sınıf bilinçli olmayan emekçi yığınların sosyalist topluma karşı güven ilişkisini geliştirir. Bu güven, partiye ve kitle örgütlerine (örneğin sendikalara) karşı daha açık olmayı, onları sahiplenmeyi ve giderek de yeni toplumu sahiplenmeyi beraberinde getirir.

Emeğe (işe) göre ücret ilkesi, işin verimliliğini doğrudan etkiler:
Emeğe göre ücret ilkesinin dolaysız etkisi öncelikle işletmelerde görülür. Emeğe göre ilkesi işin verimliliğinin arttırılması için:
-Çalışma normları üzerinde etkide bulunur.
-Nitel iş (çalışma) değerlendirmesi vasıtasıyla mesleki ilerleme (kalifiye olma) üzerinde teşvik edici etkide bulunur.
-Üretim gruplarının, müdür fonlarıyla rasyonel çalışma tarzı için teşvik üzerinde etkide bulunur.

Emeğe göre ücret ilkesi emekçiyi aynı anda çok yönlü ilgilendirir:
-İşini daha iyi örgütlemek.
-Mesleğinde daha da uzmanlaşmak.
-Kapasiteleri tam değerlendirmek.
-Tekniği daha da iyileştirmek vs.

Böylece üretici güçlerin en önemli unsuru olarak işgücü, sürekli ve geniş kapsamlı olarak aktifleştirilir. Burada emeğe göre ilkesi, toplumsal işlevini yerine getirir. Bu işlev, işin verimliliğinin arttırılmasında temel yöntemdir.

Emeğe göre ücret ilkesi, işgücünün yönlendirilmesinde önemli bir araçtır: Emeğe göre ücret ilkesi, işgücünün planlanmasında ve dağıtımında çok önemli bir rol oynar. Bu nedenle de toplumsal üretici gücün genişlemesinde devasa öneme sahiptir.

Emeğe göre ücret ilkesi bazında ücretin planlı şekillenmesi için ulusal ekonominin genel çıkarları mutlaka göz önünde tutulmalıdır. Yani sektörlerin ulusal ekonomideki önemleri, yapılan işin kalitesi, düz iş veya zor iş olup olmadığı mutlaka göz önünde tutulmalıdır. Ancak böylece işgücü, ulusal ekonominin bütünü, işin niteliği göz önünde tutularak planlanmış ve yönlendirilmiş olur.

İşgücü yönlendirmesinin planlı düzenlenmesinde maddi çıkar ilkesinin kullanılması konusunda Sovyet tecrübesi oldukça zengindir. Bu konuda Stalin’in uyarıları eşsiz değer taşır (37).

Eşitçilik yıkılmaksızın, her bir işe (emeğe) kalitesi ve ulusal ekonomideki yeri göz önünde tutularak hakkı verilmeksizin ücret, işgücü yönlendirmesinde araç olamaz.
Aşağıda da göreceğimiz gibi, sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nin bu alandaki başarılı tecrübeleri, XX. Parti Kongresi sonrası SB’nde kuşa çevrilmiştir.

Emeğe göre ücret ilkesi, emekçilerin kendilerini mesleki alanda yetiştirmelerinde (kalifiyelik) bir teşviktir:
Bir taraftan ideolojik eğitim ve diğer taraftan da maddi ilgi, emekçi yığınlarda mesleki ilerlemede, kalifiye olmada veya kalifiye seviyesinin geliştirilmesinde itici, teşvik edici faktör olur. Emeğe (işe) göre ücret ilkesinin tutarlı uygulanması, mesleki gelişme çabaları üzerinde önemli etki demektir. Bu anlamda ücret (maddi çıkar), işgücünü harekete geçirir ve üretici güçlerin serpilip gelişmesinde dolaysız ve güçlü etkide bulunur.

Marks, işgücünün kalifiye durumunun işin verimliliğinin arttırılmasında önemli bir faktör olduğunu belirtir. Örneğin, “işçilerin ortalama yetenek derecesinin” işin verimliliği üzerindeki etkisi.
Sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde ücret, emekçilerin mesleki eğitimi üzerinde teşvik edici rol oynamıştır. Çeşitli vesilelerle belirttiğimiz gibi ücret grupları, emeğin (işin) kalitesine göre ücretlendirilmesi bunu gösterir.

Sosyalizmi inşa sürecindeki SB açısından bazı sonuçlar

Marks’ın istenmeyen durum diye tanımladığı şey, yani eşit olmayan ücretlendirmeyle işçilerin eşit olmayan bireysel hünerlerinin ve çalışma yeteneklerinin aktifleştirilmesi, sosyalizmin inşa döneminde ekonomik ve daha geniş anlamda toplumsal gelişmenin devasa bir motoru olmuştur.

Sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde ücret sistemi ve işin verimliliği:
Sosyalizmi inşa sürecindeki SB’nde ücret politikası, emeğe göre ilkesinin tutarlı bir şekilde uygulanması üzerinde yükseliyordu. Ama Sovyet iktidarının ilk yıllarında bu politika istenildiği gibi uygulanamadı. 1931’e kadar Sovyet ücret politikasında eşitçilik eğilimi vardı. Kalifiye işçi-kalifiye olmayan işçi, nitelikli iş-basit iş, ağır iş-hafif iş ve ulusal ekonomide sektörlerin önemi arasındaki farklılık, ücret politikasına pek yansımıyordu. Özellikle Stalin’in iktisatçılarla müzakere toplantısında, (23 Haziran 1931) yaptığı konuşmayla ücret politikasında eşitçiliğe karşı mücadele başlatıldı.
SSCB vatandaşları, işin nicelik ve niteliğine göre ücretlendirilmiş garantili çalışma hakkına sahiptir” (1936 Sovyet anayasası –o zamanki adıyla Stalinist Anayasa- madde 118). Bu madde, kararlı mücadele sonucunda uygulanmıştır. Burada söz konusu olan, eşitçiliğe karşı mücadeledir.
Bütün çalışanların, mesleki konumlarından, işlerinin nicelik ve niteliğinden bağımsız olarak eşit ücretlendirilmelerinin sosyalizmin Marksist-Leninist kavranışıyla hiçbir ilişkisi yoktur.
Sonra, her Leninist —eğer o gerçek bir Leninistse— bilir ki, gereksinimler ve kişisel yaşam tarzı alanında eşitlikçilik, Marksist tarzda düzenlenmiş sosyalist bir topluma değil, herhangi bir asketler tarikatına yaraşır gerici, küçük burjuva bir ahmaklığıdır (Troçki bu ahmaklığı savunanlardan biridir- İ. O.), çünkü tüm insanlardan, hepsinin aynı gereksinimleri duymaları ve aynı zevkleri taşımaları, tüm insanların kişisel yaşam tarzlarında bir ve aynı örneğe uymaları talep edilemez. Ve nihayet, acaba işçiler arasında, gerek gereksinimlerinde ve gerekse kişisel yaşam tarzlarında farklar yok mudur? Bu, işçilerin, sosyalizme, tarım komünü üyelerinden daha mı uzak oldukları anlamına gelir?
Bu kişiler besbelliki, sosyalizmin, toplum üyelerinin gereksinimlerinin ve kişisel yaşam tarzlarının eşitçiliğini, eşitlenmesini, tek düzeye getirilmesini talep ettiğini düşünüyorlar.
Böyle bir varsayımın Marksizmle, Leninizmle hiçbir ortak yanı yoktur…
Sosyalizm, toplum üyelerinin gereksinimlerinin eşitlikçiliğini, eşitleştirilmesini, aynılaştırılmasını, onların beğenilerinin ve kişisel yaşam tarzlarının aynılaştırılmasını talep (etmez), Marksistlerin planına göre herkesin aynı giysiyi giymesi ve her birinin, aynı yemekleri aynı miktarda yemesi (gerekmez). (Böyle sonuçlar) çıkarmak— birtakım yavan şeyler, bayağılıklar söylemek ve Marksizme kara çalmak demektir.
Marksizmin, eşitlikçiliğin düşmanı olduğunu anlamanın zamanıdır. Marx ve Engels, daha "Komünist Manifesto"da, "genel bir asketizmi ve kaba bir eşitlikçiliği" öğütlediği için ilkel ütopik sosyalizmi gerici diye nitelendirerek damgalıyorlardı” (38).

İnsanların aynı ücreti aldığı, eşit miktarda et, eşit miktarda ekmek aldığı, aynı elbiseleri giydiği, aynı ürünleri aynı miktarda elde ettiği bir sosyalizmi — Marksizm böyle bir sosyalizmi tanımaz.
Marksizm sadece şunu söyler: Sınıflar kesin olarak ortadan kaldırılmadıkça iş, yaşamak için bir araç olmaktan çıkıp insanların ilk yaşam gereksinimi, toplum için gönüllü bir iş haline gelmedikçe, insanlara çalışmaları karşılığında yaptıklar işe uygun ücret ödenecektir. "Herkesten yeteneğine göre herkese emeğine göre" sosyalizmin Marksist formülü budur. Yani komünizmin birinci aşamasının, komünist toplumun birinci, aşamasının formülü budur.
Anacak komünizmin bir üst aşamasında,… herkes yeteneğine göre çalışacak ve çalışması karşılığında gereksinimine uygun alacaktır. “Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre" (39).

Eşitçilik emekçilerde, çalışmalarının daha da iyileştirilmesi, verimli olması için maddi teşviki köreltir, toplumsal üretici güçlerin gelişmesi önünde engel olur ve böylece emekçi yığınların; bütün toplumun yaşam koşullarını olumsuz etkiler, yaşam standardının yükselmesini engeller.
Bu nedenden dolayı sosyalizmi inşa etme sürecindeki SB’nde eşitçiliğe karşı çetin mücadele verilmiş ve emeğe göre ücret, bu sosyalist ilke kararlılıkla uygulanmıştır.

Sosyalizmin ilkesi, sosyalist toplumda herkesin yeteneğine göre çalışması ve gereksinimlerine göre değil, toplum için harcadığı emeğe göre tüketim araçları elde etmesinden ibarettir. Bu, işçi sınıfının kültürel ve teknik düzeyinin hala yeterince yüksek olmadığı, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkinin hala sürdüğü, iş üretkenliğinin, bir tüketim araçları bolluğu yaratmak için hala yeterince yüksek olmadığı, bundan dolayı toplumun tüketim araçlarını, toplumun üyelerinin gereksinimlerine göre değil, toplum için harcadıkları emeğe göre paylaştırmak zorunda olduğu anlamına gelir” (40).

SB’nde ücret planlaması veya politikası, işin verimliliğinin ücretten daha hızlı artması ilkesi üzerinde yükseliyordu. Bu anlayışın uygulanmamasının sonuçları şunlar olacaktır:
-Yeniden üretimin devamı için belirlenen araçlar/olanaklar azalır.
-Üretici güçlerin büyümesi durur.
-Tekniğin gelişmesi durur.
-İşin verimliliğinin artışı durur ve
-Reel ücretlerin artış temposu da düşer.

Daha Ağustos 1924’te RKP(B) MK-Plenumu, “Ücret Politikası Üzerine” kararında üretici güçlerin büyümesinin ücretlerin artmasına nazaran daha hızlı olması gerektiğini tespit ediyordu (41).

Belirdiğimiz gibi sosyalizmi inşa eden SB’nde emeğe göre ücretin sosyalist ilkesi, ancak 1931’den sonra kararlı bir şekilde uygulamaya konabilmiştir.
Bu ilkenin; Sovyet ücret sisteminin temel özellikleri şunlardı:
-Bu ücret sistemi, herkes yeteneğine göre, herkese emeğine göre sosyalist ilkesine tekabül ediyordu.
-Bu sistem, SB’nde emekçi yığınların yükselen yaşam standardını teminat altına alıyordu. Bu nedenle de her bir emekçinin emeğinin (işinin) sonuçlarının daha da iyileşmesine maddi ilgi uyandırıyordu.
-Bu sistem, işin verimliliğinin artması ve ürünlerin kalitesinin daha iyi olması için teşviki ifade ediyordu.
-Bu sistem, işin (emeğin) ve ürünlerin niteliğinin ve niceliğinin kontrolünü sağlıyordu.

(SSCB'nde ücret sorunun ele alınışı, gelişmesi ve XX. Parti Kongresi'nden sonra işgücünün metalaştırılması süreciyle ilgili veriler için bkz.: İbrahim Okçuoğlu; “SSCB'nde Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayın, Temmuz 2011, s. 67-84).

Troçki'nin SSCB'nde sosyalizmin inşasına beslediği düşmanlığı en açık bir biçimde gösterdiği konulardan birisi de çalışmanın (“emeğin”) toplumsal örgütlenmesi, ücretlendirilmesi ve elde edilen sonuçlardır. Bu konuda ne söylediğini kendi ifadeleriyle aktaralım:

Geçiş Programı'nda Troçki şöyle yazıyor: “SSCB'nde devrimin yeni bir yükselişi açık ki, toplumsal eşitsizliğe ve siyasi baskıya karşı mücadele bayrağı altında başlayacaktır... Kahrolsun Stahanovizm! ... Her türlü emek için eşitlenmiş (denkleştirilmiş- İ.O.) ücret!” (42).

Ücretlendirme konusunda Bolşeviklerin tecrübelerinin bir kısmını, en azından 1925'e kadar Troçki bizzat yaşamıştır. 1920/1921 döneminde “eşitçilik” anlayışının uygulanmasının yıkıcı sonuçlarını da görmüştür. Troçki teorik olarak sosyalizmde çalışmanın nitel ve nicel farklılığından dolayı ücretlerde bir eşitlemenin olamayacağını en azından Marks'tan ve Lenin'den öğrenmiş olması gerekirdi. O, bu öğrenmeyi de becerememişidir. Troçki, “Gotha Programı Eleştirisi”ni tanımıyor olamaz. Troçki'nin, Marks'ın orada sosyalist toplumun birtakım tekil özelliklerinden bahsederken burjuva toplumdan devraldığı “benler”in sosyalist toplumda ücretlendirmeyi doğrudan etkilediğini ve bu nedenden dolayı da sosyalizmde “herkesten yeteneğine göre herkese emeğine göre” ilkesinin kaçınılmaz olduğunu, ancak komünizmde “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” ilkesinin uygulanabileceğini bilmesi gerekirdi. Ama Troçki, tek ülkede sosyalizm inşa edildikçe saldırılarını şiddetlendirmeyi marifet saymıştır. SSCB, komünizmden daha çok kapitalizme yakındır derken, o kapitalizme daha yakın ülkede ücret eşitlemeciliğin nasıl uygulanacağına kafa yormaksızın, SSCB'de ancak 1930'lu yılların başında sistemleştirilen ücretlendirme politikasına saldırmıştır; bunun pespaye bir burjuva sistem olduğunu açıklamaya kalkışmış, “Kahrolsun Stahanovizm” derken bir sistemi lanetlediğini sanmıştır, oysa lanetlediği canla başla çalışan ve sosyalizmi inşa eden işçi sınıfıdır; yani “Bolşevik-Leninistler” önderliğinde örgütleyip de “politik devrim” yapmak istediği kitleye saldırmıştır. İşçilerin para nedeniyle ücretlendirme sistemini onadıklarını söyleyecek kadar alçalmıştır. Şüphesiz soruna para açısından da bakanlar mutlaka vardı, ama sınıfın kendisi soruna nasıl bakıyordu? Bu, Troçki'yi hiç ilgilendirmemiştir. Şu sözlerde hiç dostça eleştirinin en ufak bir emaresini görebiliyor musunuz?
İhanete Uğrayan Devrim”inde şunları yazabiliyordu:

Sosyalizmin gerçek heyecanlılarının Stahanov Hareketine katılımları tartışma götürmez. Özellikle idari alanda bunların sayısının kariyeristlerden ya da sahtekarlardan daha fazla olup olmadığını bilmek güç. Ama işçilerin büyük bir kesimi yeni ödeme tarzına rublenin bakış açısından yaklaşıyor...Sosyalist mülkiyet biçimleri temelinde olsa bile ruble emeğin ödüllendirilmesinde kapitalist ilkenin “tek gerçek aracı”dır”(43).

Üstteki ve alttaki anlayışlarıyla Troçki, SSCB'nde ücretlendirme sistemini eleştirmiyor. Troçki doğrudan işçi sınıfına saldırıyor; onu paracı yapıyor, yüz binlerin, milyonların katıldığı kampanyaları küçümsüyor, katılımcıların büyük bir kısmını kariyerist, sahtekar ilan etmekten çekinmiyor. İşte Troçki budur; örgütleyeceği sınıfı böyle değerlendiriyor. Ona göre Sovyet işçi sınıfı kendini takip etmediği için “akıl tutması” içindedir. Burada da bir biçimde bunu ifade etmektedir.

...Stahanov hareketi...Şimdi çok gerçek bir anlam ifade etmeye başlayan rubleleri kazanmak isteyen işçiler, makinelerine daha çok ilgi göstermeye ve zamanlarını daha dikkatli kullanmaya yöneldiler. Stahanov hareketi oldukça büyük ölçüde (“oldukça büyük ölçüde” Türkçeye “bir ölçüde” diye çevrilmiş- İ. O.) emeğin yoğunlaşmasından ve hatta işgününün uzatılmasından ibarettir... Sosyalizmin gerçek heyecanlılarının Stahanov Hareketine katılımları tartışma götürmez” (44).
Bir taraftan “Sosyalizmin gerçek heyecanlılarının Stahanov Hareketine katılımları tartışma götürmez” diyor, ama diğer taraftan da “sosyalizmin (bu) heyecanlılarının” önemli bir kesimini “rubleci”, “kariyerist”, “sahtekar” ilan ediyor.

Troçki, bazen ölçüyü kaçırdığını anlıyor ve sosyalizmde “emek ve tüketim miktarı üzerinde” sıkı denetim gereklidir diyor. Ama hemen arkasından saldırıya geçiyor.
İhanete Uğrayan Devrim”inde yazıyor:
Sosyalizm ya da komünizmin alt aşaması, elbette emek miktarı ve tüketim miktarı üzerinde daha sıkı bir denetimi gerektirir, ama herhalde sermayenin sömürücü dehasının icat ettiklerinden daha insani olan denetim biçimlerinin varlığını var sayar. Oysa günümüzde Sovyetler Birliği'nde olan, vasıfsız insan malzemesinin kapitalizmden ödünç alınmış teknolojinin içine acımasızca sert bir biçimde yerleştirilmesidir” (45).

Burada Troçki, yanlışlıkla olsa gerek SSCB'nde sosyalizmin inşa edildiğini kabule diyor. “Sosyalizm ya da komünizmin alt aşaması, elbette emek miktarı ve tüketim miktarı üzerinde daha sıkı bir denetimi gerektirir” anlayışı bu gösteriyor. Ama önemli olan bu değil. Önemli olan, sıkı bir denetim gereklidir diyor, ama denetlersen hem de sıkı denetlersen bunu vahşet olarak görüyor. Ve SSCB'nde yapılanları aşağılamaya devam ediyor:
Tamam, Ekim Devriminden 10-15 sene sonra da SSCB'nde çok sayıda vasıfsız insan vardı. Ama vasıflı olanların sayısı da çığ gibi artıyordu. Bu da bir gerçekliktir. Teknolojinin sınıfsal karakteri yoktur; kim, hangi sınıf kullanıyorsa onun teknolojisidir. SSCB, kapitalizmden teknoloji almıştır, ama aldığından çok da bizzat geliştirmiştir. Küçümsediği o toplum, “vasıfsız insan”ıyla modern Sovyet teknolojisini geliştirmiştir. Troçki, bu gerçekleri görmeyi kendine yasaklıyor.

İhanete Uğrayan Devrim”iyle devam edelim:
Stahanov hareketinin bilançosunu çıkartmak için vakit henüz oldukça erkendir. Ama sadece bu hareket için değil, bir bütün olarak rejim için karakteristik olanı daha şimdiden fark etmek olanaklıdır. Tekil işçilerin bazı başarıları, yalnızca sosyalizme açık olan bazı olanakların kanıtları olarak kuşkusuz son derece ilginçtir. Ne var ki, bütün ekonomide bu olanaklardan onların gerçekleştirilmesine kadar geriye oldukça büyük bir adım kalıyor” (46).

1936'da, “İhanete Uğrayan Devrim”inde “Stahanov hareketinin bilançosunu çıkartmak için vakit henüz oldukça erkendir” ama iki sene sonra, 1938'de, bir bilanço çıkartmış olacak ki, “Geçiş Programı”nda “Kahrolsun Stahanovizm” diyor. Anlaşıldı, “kahrolsun” diyebileceği bir sonuç çıkartmış. Ama yukarıdaki anlayışında belli bir umutsuzluk var. Troçki'nin umutsuzluğu, sosyalizmin inşa edilmemesi değil, tam tersine inşa ediliyor olmasıdır. Bir taraftan sonuç çıkartmak için erkendir diyor, ama diğer taraftan da mevcut verilere dayanarak “Stahanov hareketinin” olumlu bir “bilançosunu” çıkartıyor: “Tekil işçilerin bazı başarıları, yalnızca sosyalizme açık olan bazı olanakların kanıtları olarak kuşkusuz son derece ilginçtir”. Olsun, “bu hareket ve rejim için karakteristik” olumlu gelişmeler görüyor. Tekil de olsa görüyor!

Ne var ki, bütün ekonomide bu olanaklardan onların gerçekleştirilmesine kadar geriye oldukça büyük bir adım kalıyor” derken de çok doğru söylüyor. Hiç kimse sosyalizmin bugünden yarına inşa edileceğini söylemedi.

Sovyet devleti, bütün bu ilişkilerinde (herkesten yeteneklerine göre, herkese ihtiyaçlarına göre” ilkesini gerçekleştirme ilişkileri bağlamında- İ. O.) komünizmden ziyade geri bir kapitalizme oldukça daha yakındır. Devlet, henüz, herkese “gereksinimlerine göre” vermeyi düşünemez bile. Ama tam da bu nedenden dolayı vatandaşlarının “yeteneklerine göre” çalışmasına da izin vermez. Parça başı ödeme sistemini yürürlükte tutmak zorundadır; bu sistemin ilkesi şöyle ifade edilebilir: “Her insandan alabildiğin kadar çok al ve karşılığında mümkün olduğu kadar az ver”. Kuşkusuz Sovyetler Birliği'nde hiç kimse, kelimenin mutlak anlamıyla, kendi “yetenekleri”nin üzerinde çalışmamaktadır -yani kendi fiziksel ve ruhsal potansiyelinin üzerinde. Ama bu, kapitalizm koşullarında da böyledir: En vahşileri gibi en ince sömürü yöntemleri de doğanın koyduğu sınırlara gelir dayanır. Kamçı altındaki katır bile “yeteneğine göre” çalışır ama bundan çıkartılacak sonuç, kamçının katırlar için sosyalist bir ilke olduğu değildir. Sovyet rejimi altında da ücretli emek, köleliğin alçaltıcı etkilerini taşımaktan kurtulamaz. “İşe göre” ödeme -gerçekte fiziksel ve özellikle vasıfsız iş zararına “entelektüel” iş yararına ödeme- çoğunluk için haksızlığın, baskı ve zorlamanın, birkaç kişi içinse ayrıcalıkların ve “mutlu yaşam”ın kaynağıdır” (47).

Yukarıdaki alıntının ilk cümlesi Türkçeye “Sovyet devleti, tüm ilişkilerinde” diye çevrilmiş. Bu durumda Sovyet devleti, her bakımdan, tüm ilişkileri bakımından komünizmden ziyade geri bir kapitalizme oldukça daha yakındır” sonucu çıkıyor. Çevirmen böyle düşünmüş olabilir ama Troçki öyle düşünmüyor. Troçki, bir önceki paragrafta ifade ettiğinden hareketle ”Sovyet devleti, bütün bu ilişkilerinde” diyor. “Bütün bu ilişkilerde” de “herkesten yeteneklerine göre, herkese ihtiyaçlarına göre” ilkesini gerçekleştirme ilişkileri bağlamında görüşünü açıklıyor.

Bu bir yana yukarıya aktardığımız anlayışında Troçki ne anlatmak istiyor. Buna bir bakalım:

Sovyet devleti, bütün bu ilişkilerinde (“herkesten yeteneklerine göre, herkese ihtiyaçlarına göre” ilkesini gerçekleştirme ilişkileri bağlamında- İ. O.) komünizmden ziyade geri bir kapitalizme oldukça daha yakındır”.
Tamam, Troçki bu konuda haklıdır, doğru düşünüyor diyelim ve “komünizmden ziyade geri bir kapitalizme oldukça daha yakın” olan, üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu SSCB'nde ücretlendirmenin nasıl olması gerektiğine bakalım. Bu durumda:

1-”Devlet, henüz, herkese “gereksinimlerine göre” vermeyi düşünemez bile. Ama tam da bu nedenden dolayı vatandaşlarının “yeteneklerine göre” çalışmasına da izin vermez”.
Böyle bir toplumda sosyalist devletin ürünleri “herkesin gereksinimlerine göre” dağıtmasını beklemek aptallık olur veya Troçki'nin deyimiyle “ahmaklık” olur. Ve Troçki bu konuda gerçekten “ahmaklık” yapmaktadır. Komünizmden ziyade kapitalizme, üstelik bir de geri kapitalizme oldukça daha yakın olan bir toplumda üretim araçları toplumsal mülkiyette olduğu için ürünlerin herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar üretilebileceğinin bir garantisi var mı? Troçki'ye göre var olması gerekiyor. Ama Marks'a, Lenin'e ve Stalin'e göre bu imkansız. Troçki'nin tanımladığı gelişme seviyesindeki bir toplum, üretilen ürünlerin ancak sıkı bir denetim altında harcanan işgücüne denk düşecek bir biçimde dağıtılmasına izin verebilir. Marks, “Gotha Programı Eleştirisi”nde “Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve bu belge ile toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır” demiyor mu? SSCB'nde uygulamanın böyle olmadığının bir kanıtı var mı? Veya Troçki, SSCB'nde Marks'ın bu öğretisine göre hareket edilmediğini kanıtlayabilir mi? Yok.
Troçki'nin, bu konuda cüretli olup Marks'ı eleştirmesi gerekirdi.
Sonra, sosyalist devlet “vatandaşlarının “yeteneklerine göre” çalışmasına” neden ”izin vermesin” ki? İnsanların yeteneklerine göre çalışması, üretim bolluğunu da beraberinde getirir; bu da sistemin istikrarlaşması demektir. “Stalinist bürokrasi” bunu neden istemesin ki?

2-”Parça başı ödeme sistemini yürürlükte tutmak zorundadır; bu sistemin ilkesi şöyle ifade edilebilir: “Her insandan alabildiğin kadar çok al ve karşılığında mümkün olduğu kadar az ver”.
Troçki burada da saçmalıyor. Çalışan her insan gücünün yettiği kadar toplumsal üretime katkıda bulunmak zorundadır. Troçki'nin bunu “Her insandan alabildiğin kadar çok al” diye ifade etmesi sorunun özünde bir şey değiştirmiyor. Ama “karşılığında mümkün olduğu kadar az ver” demek de her türlü insani değerleri ayaklar altına alarak yapılmış bir “değerlendirme” olmuyor mu?
Troçki'nin tanımladığı seviyedeki toplumda sosyalist devletin, toplumun var olabilmesi için yapması gereken bir dizi harcama vardır. Bunların neler olabileceğini bizzat Troçki çok iyi bilir; en azından benden daha iyi bilir. Ama unuttuğunu düşünelim ve tekrar pahasına da olsa hatırlatalım:

Gotha Programının Eleştirisi” yazısında Marks, sosyalist bir toplumun normal işler olabilmesi ve gelişebilmesi için toplumsal toplam ürünün nasıl dağıtılması gerektiğini açıklar.
Marks'ın açıklamasına göre:
Birincisi. Tüketilen üretim araçlarının yerine konmasının karşılığı” sağlanmalıdır, yerine konmalıdır.
İkincisi: Yeniden üretim için ek kısım” ayrılmalıdır.
Üçüncüsü: Doğa olaylarının vb. neden olduğu sıkıntılar ve aksaklıklar için yedek ya da sigorta fonları” oluşturulmalıdır.

Toplumsal toplam ürünün tüketim için ayrılan bölümü:
Bu da bireyler arasında paylaşılmadan önce, gene şu çıkarmalar da yapılmalıdır:

Birincisi, üretime ait olmayan genel yönetim giderleri.
Bu kısım, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla çok sınırlıdır ve yeni toplum geliştiği ölçüde azalır”.

İkincisi, okullar, sağlık hizmetleri, vb. gibi, gereksinmelerin ortaklaşa karşılanmasına ayrılan kısım.
Bu kısım da, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla önemli ölçüde artmaktadır ve yeni toplum geliştiği ölçüde de artar.

Üçüncüsü, çalışamayanların vb. geçimi için gerekli fonlar, yani bugün resmi olarak yoksullara yardım diye adlandırılan şeyin kapsamına girenler” .
Ancak bundan sonra birey “Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır”; bu da, Marks'ın “Gotha Programı Eleştirisi”nde dediği gibi kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplum (olan); dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplum” olan sosyalizmde emeğin ücretlendirilmesinden başka bir şey değildir.

3- “En vahşileri gibi en ince sömürü yöntemleri de doğanın koyduğu sınırlara gelir dayanır. Kamçı altındaki katır bile “yeteneğine göre” çalışır ama bundan çıkartılacak sonuç, kamçının katırlar için sosyalist bir ilke olduğu değildir. Sovyet rejimi altında da ücretli emek, köleliğin alçaltıcı etkilerini taşımaktan kurtulamaz”.

Burada söylenebilecek bir şey bulamıyorum. Bu bir siyasi ahlak sorunudur. Troçki, böylesi sorunları olan birisiydi. Herhalde sosyalizmin düşmanlarına karşı alınan tavırla SSCB'nde sosyalist yaşam ve çalışma koşullarını aynılaştırıyor. En iyi niyetli yaklaşım ancak bu olabilir.

4-“İşe göre” ödeme -gerçekte fiziksel ve özellikle vasıfsız iş zararına “entelektüel” iş yararına ödeme- çoğunluk için haksızlığın, baskı ve zorlamanın, birkaç kişi içinse ayrıcalıkların ve “mutlu yaşam”ın kaynağıdır”.

Troçki'nin bu hezeyanlarına, bu demagojisine Marks “Gotha Programı Eleştirisi”nde şu cevabı veriyor:
Sosyalizmde ürünlerin paylaşımı “koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: Bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir.
Sosyalist toplumda eşit hak, burada, hâlâ -ilke olarak- burjuva haktır”.
Ama bu ilerlemeye karşın, eşit hak, hâlâ burjuva sınırlar içerisinde kalmaktadır. Üreticinin hakkı, sunmuş olduğu emekle orantılıdır; buradaki eşitlik, ölçümün eşit bir ölçüt ile, emek ile yapılması olgusudur. Ama bir insan, bedensel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir, böylece aynı süre içerisinde daha fazla emek sağlayabilir ya da daha uzun süre çalışabilir ve emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır, yoksa bir ölçü birimi olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri gibi yalnızca bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır... Bir işçi evlidir, öteki değildir; birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır, vb., vb. Bu durumda eşit emek sarf ettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri gerçekten ötekinden çok alacaktır, biri ötekinden daha zengin olacaktır vb. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için hak, eşit olacak yerde, eşit olmamalıdır.
Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz”.

Peki, Troçki'nin bütün bunlardan bihaber olduğunu söyleyebilir miyiz? Troçki'nin sosyalizmde ücretlendirme konusunda en azından genel bilgilere sahip olduğunu Troçkistler de kabul ederler.

Troçki SSCB'nde toplumsal ürünün paylaşımının “adaletli” olması için verilen mücadeleyi bilmiyor mu? Bu paylaşım ne denli “adaletli” olursa olsun nihayetinde “burjuva hak” çerçevesini aşmadığını ve bunun da sosyalizmi inşa etmek için mücadele eden bir toplumda “normal” olduğunu bilmiyor mu?

Troçki, SSCB'nde toplumsal ürünün bir kısmının, çalışma sürecinde tüketilen üretim araçlarını oluşturduğunu; diğer kısmının da yeni yaratılan değeri veya başka bir kavramla ifade edersek, safi üretimi oluşturduğunu bilmiyor mu?

Troçki, SSCB'nde yeni yaratılan toplusal ürün değerinim veya safi üretimin iki kaleme ayrıldığını; birinin emekçi yığınların şahsi gereksinimlerini gidermeye ayrılan bölümü (Ücret, kolhozlarda iş birimi temelinde ödeme) ve diğerinin de birikim fonu ve toplumsal tüketim fonu bölümünü oluşturduğunu bilmiyor mu?

Troçki, 1936 Sovyet Anayasası'nı “burjuva anayasa” diye eleştirdiğine göre bu anayasada yer alan “SSCB vatandaşları, işin nicelik ve niteliğine göre ücretlendirilmiş garantili çalışma hakkına sahiptir” (madde 118) maddesini bilmiyor olamaz. Buradaki ücretlendirme ilkesinin “katır için bir sosyalist ücretlendirme ilkesi” olmadığını; Bolşeviklerin bir uydurması olmadığını ve bu anlayışın Marks'ın “Gotha Programı Eleştirisi”nden alındığını ve bu nedenle eleştirilmesi gereken birisi varsa onun da Marks olduğunu anlayacak olgunlukta birisiydi diye düşünüyorum. Bu ücretlendirmeyi “sosyalizmin temel ilkesi” ilan etmek, yeni ve daha üstün bir kültür düşüncesini kapitalizmin tanıdık pisliğinin içinde yüzü kızarmadan ayaklar altına almak” demek her şeyden önce Marks'ı ayaklar altına almak demektir.

Bolşevik” Troçki, üstelik bir de “Marksist”! Demek ki böyle hem “Marksist” hem de “Bolşevik-Leninist” olunuyormuş!

Ama Troçki'yi anlamak gerekir; onun Marksizm-Leninizm ile bir ilişkisi yoktur. Gelişmesinin hangi aşamasında olursa olsun sosyalist bir toplumda “ücretlerin eşitlenmesi”nden yanadır; “emeğin” nicelik ve niteliğinden bağımsız olarak eşit ücretlendirilmesinin sosyalizmin Marksist-Leninist kavranışıyla hiçbir ilişkisinin olmaması onu ilgilendirmez. Adı üzerinde Troçki, Troçkizmcidir. Troçkizmde de her koşul altında “ücretlerin eşitlenmesi” ilkesi geçerli olmalıdır. Bu bir Troçki farkıdır.

Troçki, SSCB'nde “eşitçiliğin” uygulanmasını bizzat yaşamış olan birisidir. Toplumu yıkıma götüren bu anlayışın terk edildiğini ve “bir küçük burjuva ahmaklığı” (Stalin) olarak mahkum edildiğini bilmesi gerekirdi.

Troçki, Stalin'in deyimiyle ifade edecek olursak “Marksizmin, eşitlikçiliğin düşmanı olduğunu” anlamıyor; “Marks ve Engels, daha "Komünist Manifesto"da, "genel bir asketizmi ve kaba bir eşitlikçiliği" öğütlediği için, ilkel ütopik sosyalizmi gerici diye nitelendirerek damgaladıklarını” hatırlamak istemiyor.

Troçki, Marksizmin şu ilkesini anlamıyor: “Sınıflar kesin olarak ortadan kaldırılmadıkça, iş, yaşamak için bir araç olmaktan çıkıp insanların ilk yaşam gereksinimi, toplum için gönüllü bir iş haline gelmedikçe, insanlara çalışmaları karşılığında yaptıklar işe uygun ücret ödenecektir. "Herkesten yeteneğine göre herkese emeğine göre" sosyalizmin Marksist formülü budur. Yani komünizmin birinci aşamasının, komünist toplumun birinci, aşamasının formülü budur.
Anacak komünizmin bir üst aşamasında,… herkes yeteneğine göre çalışacak ve çalışması karşılığında gereksinimine uygun alacaktır. “Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinimine göre" (48).

Tamam, anladık, Troçki, Stalin'den ve Bolşeviklerden öğrenmek istemedi. Ama Marks’ın Stirner’i eşitlemecilik eğilimi nedeniyle eleştirisini de mi okumadı? Marks'ın “Gotha Programı” eleştirisini de mi okumadı? Hem “Marksist” hem de “Bolşevik-Leninist” Troçki, Marks, Engels, Lenin'in eşitlemeciliğe nasıl bir şiddetle karşı çıktıklarını da mı bilmiyor?

SSCB'nde ücretlendirme konusunda Troçki, bir köylü gibi düşünüyor; aslında o bu konuda tam bir köylüdür. Troçki, eşitlemeciliğin kaynağının, bireysel köylünün düşünce tarzı olduğu, tüm malların eşit paylaşılması gerektiği görüşündedir. Troçki bu konuda “ilkel köylü "komünizmi"nin mantalitesini sahipleniyor ve eşitlemeciliğin Marksist sosyalizmle hiçbir ortak yanının olmadığını gözardı ediyor (Stalin; agy.).

Kaynaklar:
1) Marks/Engels; Seçilmiş Yazılar, C. II, s. 16, Marks, “Gotha Programı Eleştirisi”.
2) Marks/Engels; Seçilmiş Yazılar, C. II, s. 16/17, Marks, “Gotha Programı Eleştirisi”.
3) Marks/Engels; Seçilmiş Yazılar, C. II, s. 17, Marks, “Gotha Programı Eleştirisi”.
4) Lenin; C. 24, s. 5.
5) Lenin; C. 25, s. 479.
6) Lenin; agk, s. 486.
7) Lenin; Agy.
8) Lenin; agk, s. 440.
9) Lenin; C. 27, s. 144.
10) Lenin; C. 29, s. 166.

11) RKP(B)-VIII. Parti Kongresi kararlarından; “Kommunistische Partei de Sowjetunion in Resolutionen und Beschlüssen der Parteitage, Konferenzen und Plenen des ZK“, C. III, s. 34, Berlin 1957.

12) Lenin; C. 33, s. 68.
13) Agk, s. 207.
14)Agy..

15) Bkz.: Lenin; C. 27, s. 308. “Sechs Thesen über die nächsten Aufgaben der Sowjetmacht” – “Sovyet İktidarının Acil Görevleri Üzerine Altı Tez”, Mayıs, 1918.

16) Marks/Engels; Seçilmiş Yazılar, C. II, s. 15.
17) Marks/Engels; Seçilmiş Yazılar, C. II, s. 15.
18) Marks/Engels; agy.).
19) Marks/Engels; agy.
20) Lenin; C. 33, s. 38, “Zum vierten Jahrestag der Oktoberrevolution-Ekim Devriminin Dördüncü Yıldönümü Üzerine”.

21) Stalin; C. 13, s. 53, “Neue Verhältnisse - Neue Aufgaben des wirtschaftlichen Aufbaus- Yeni Koşullar- İktisadi İnşanın Yeni Görevleri”.

22) Burada Engels’in bir anlayışını eleştirmeden geçmeyelim:
Peki bütün o bileşik emeğe daha yüksek ücret ödenmesi önemli sorunu nasıl çözümlenir? Özel üreticiler toplumunda, nitelikli işçinin yetişme giderlerini özel kişiler ya da aileleri yüklenirler; öyleyse nitelikli iş gücünün daha yüksek fiyatı önce özel kişilere ödenir, usta köle daha pahalıya satılır, usta işçiye daha yüksek ücret ödenir. Sosyalist örgütlenmeli toplumda, bu giderleri toplum yüklenir. Öyleyse meyveler, bir kez üretildikten sonra, bileşik emeğin daha büyük değerleri, toplumundur. İşçinin kendisinin ek bir hakkı yoktur. Ve, bu arada, bu kıssadan alınacak hisse bir de şudur ki, işçinin "emeğinin tam ürünü"ne olan hakkı, buna gösterilen rağbet ne olursa olsun, hiç bir zaman ufak-tefek pürüzler olmaksızın ileri sürülemez”.(Engels: C. 20, Syf., 187 –Anti-Dühring).
Engels, Dühring’in basit (düz) iş ve karmaşık iş, aynı çalışma zamanı içinde aynı değerde ürün üretir anlayışını haklı olarak eleştirir. Ama aynı zamanda yanlış bir tezi de savunur. Engels’in bu tezine göre, sosyalist toplumda basit (düz) iş ile karmaşık iş, eşit ücretledirilmelidir.
Tabii Engels’in inşa edilen sosyalizm üzerine tecrübesi yoktu ve inşa edilen sosyalizm tecrübesi basit (düz) iş ile karmaşık işin eşit değerde ücretlendirilemeyeceğini göstermiştir. Engels’in tezinin geçerli olduğu bir toplumda; sosyalizmi inşa eden bir toplumda işin verimliliğinin artması, işçilerin mesleki olarak ilerlemeleri; uzmanlaşmaları düşünülemez. Çünkü “nasıl olsa aynı ücreti alıyorum” anlayışı hakim olur. Engels’in savı, esas itibariyle sosyalist dağıtım ilkesi ile maddi teşvik arasındaki bağı; sosyalizmi inşa eden bir toplumda sosyalist dağıtım ilkesiyle daha karmaşık, daha kaliteli işin gerçekleştirilmesi için maddi teşvik yöntemleri arasındaki diyalektik bağı koparmaktadır.
Başka türlü ifade edersek: Engels’in bu tezi, ücrette eşitçilik tezidir.

23) Stalin; C. 13, s. 315, “Rechenschaftsbericht an den XVII. Parteitag- XVII. Parti Kongresi’ne Siyasi Faaliyet Raporu”.
24) Lenin; C. 25, s. 484 ve 486/487, “Devlet ve Devrim”.
25) Bkz.: Marks/Engels; Gotha Programı, agk, s. 17.
26) Stalin; C.13, s. 51/52, “Neue Verhaeltnisse…Yeni İlişkiler…”.
27) Politische Ökonomie-Lehrbuch, s. 565 - SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi, Politik Ekonomi Ders Kitabı.
28) Lehrbuch; Agy.
29) Lehrbuch; Agy.

30) “İleri uluslara kıyasla Rus insanı kötü bir işçidir. Ve Çarlık rejimi altında serflik kalıntılarının yaşandığı koşullarda başka türlü de olmaz. Çalışmayı öğrenmek –Sovyet iktidarı bu görevi tüm kapsamıyla halkın önüne koymalıdır. Bu bakımdan kapitalizmin son sözü olan Taylor sistemi, kendinde, -kapitalizmin tüm ilerlemeleri gibi- burjuva sömürünün rafine barbarlığını ve çalışma sırasında mekanik hareketlerin analizi, gereksiz ve falsolu hareketlerin dışlanması, en doğru çalışma yöntemlerinin hazırlanması, en iyi muhasebe ve denetim sistemlerinin yürürlüğe konması vs. ile ilgili bir dizi harika bilimsel kazanımları birleştirir. Sovyet Cumhuriyeti, ne pahasına olursa olsun, bu alanda bilim ve tekniğin tüm değerli kazanımlarını devralmak zorundadır. Sosyalizmi gerçekleştirme olanağı tam da, Sovyet iktidarını ve Sovyet yönetim örgütünü kapitalizmin en modern ilerlemeleriyle birleştirmedeki başarılarımızla belirlenecektir. Rusya’da Taylor sistemini inceleme ve öğretmeye, sistemli olarak sınamaya ve uygulamaya girişmeliyiz. Emek üretkenliğinin arttırılmasına adım atarken aynı zamanda, kapitalizmle sosyalizm arasında bir yandan sosyalist yarışın örgütlenmesi için temelin atılmasını, öte yandan ise proletarya diktatörlüğü şiarının, proleter iktidarın berbat bir durumunun pratiğiyle kirletilmemesi için zor kullanımını gerektiren geçiş döneminin özelliklerini dikkate almalıyız” (Lenin; C. 27, Syf., 249/250).

31) Grosse Sowjet-Enzyklopädie, C. I, Berlin 1952, s. 1172- SSCB, Büyük Sovyet Ansiklopedisi, C. I, “Çalışma” bölümü.

32) Bu tarifeye göre “işçiler 9. dereceye, muhasebe ve büro personeli 13. dereceye ve idarede ve teknik alanda çalışan işçiler 17. dereceye kadar derecelendirilebiliyorlardı. Yüksek kalifiye işçilerin tarife ölçüsü, kalifiye olmayan işçilerinkini 3,5 misli aşıyordu. O zamana kadar geçerli olan tarife derecelendirmesiyle karşılaştırıldığında bu yeni derecelendirme devasa bir ilerlemeydi” (SSCB, Büyük Sovyet Ansiklopedisi; agy.).
33) Bkz.: SSCB, Büyük Sovyet Ansiklopedisi; agy.
34) Stalin: C. 13, s. 52.
35) SSCB, Büyük Sovyet Ansiklopedisi; s. 1173.
36) Lenin; C. 33, s. 38.

37) “Bir işletmeden diğerine ‘genel’ göç, işgücü dalgalanması bundandır. Bu kötülüğe son vermek için, eşitçiliği ortadan kaldırmak ve eski ücret sistemini parçalamak gereklidir. Bu kötülüğe son vermek için, kalifiye emekle kalifiye olmayan emek arasındaki ağır ile hafif iş arasındaki farkın hakkını veren bir ücret sistemi yaratmak gerekir. Demir sanayinde merdane başındaki bir işçiyle, ortalığı temizleyen hademenin aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır. Bir makinistle bir katibin aynı ücreti almasına göz yumulmamalıdır” (Stalin; C. 13, s. 52).

38) Stalin; C. 13, s. 314-315, XVII. Parti Kongresine sunulan Siyasi Rapor.

39) “Farklı insanların sosyalizmde farklı gereksinimlere sahip olacakları ve oldukları açıktır. Sosyalizm zevklerle ilgili olarak, gereksinimlerin niceliği ve niteliğiyle ilgili olarak farklılığı hiçbir zaman inkar etmedi. Marks’ın Stirner’i eşitlemecilik eğilimi nedeniyle nasıl eleştirdiğini okuyun, 1875 yılında Gotha Programı’nın Marks tarafından eleştirisini okuyun. Marks, Engels, Lenin'in sonraki eserlerini okuyun, eşitlemeciliğe nasıl bir şiddetle karşı çıktıklarını göreceksiniz. Eşitlemeciliğin kaynağı, bireysel köylünün düşünce tarzıdır, tüm malların eşit paylaşılması gerektiği görüşüdür, ilkel köylü "komünizmi"nin ruhsalitesidir. Eşitlemeciliğin Marksist sosyalizmle hiçbir ortak yanı yoktur. Ancak Marksizmi tanımayan insanlar, sanki Rus Bolşevikleri tüm malları bir araya yığıp sonra onları eşit biçimde dağıtacakları ilkel düşüncesine sahip olabilirler. Bu tür düşüncelere, ancak Marksizm’le hiç ilgileri bulunmayan insanlar sahiptir. Cromwell'in ve Fransız devriminin zamanında ilkel “komünistler” gibi insanlar, komünizmi böyle düşünmüşlerdi. Ama Marksizm’in ve Rus Bolşeviklerinin bu tür eşitlemeciliğe varan “komünist”lerle hiçbir ortak yanı yoktur” (Stalin; agk, s. 104/105, Alman yazar Emil Ludwig ile görüşme”).

40) Stalin; C. 14, s. 33 –“Stahanovcuların I. Birlik Danışma Toplantısındaki Konuşma”.

41) “Bu süreç; ücretin daha hızlı artması, şimdiye kadar kaçınılmazdı ve genel olarak yasaldı. Ücretin, işçinin zorunlu gereksinimlerinin karşılanabileceği derecede artması gerekiyordu… Ama ücretlerin ve iş verimliliğinin artışı arasındaki bu oran uzun dönem devam ederse bu, sanayinin ve devletin çıkarlarını tehlikeye sokar” (Die kommuistische Partei der Sowjetunion in Resolutionen, Beschlüssen…der Parteitage, Konferenzen und Plenen des ZK”, C. V, s. 144, 1957).

42) L. Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale, (Das Übergangsprogramm)”, s. 24. Türkçesi; s. 42.

43) Leo Trotzki; “Verratene Revolution”, “IV. Kampf um die Arbeitsproduktivität” bölümünde. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap04.htm#s4. Türkçesi; s. 111.

44) Leo Trotzki; “Verratene Revolution”, “IV. Kampf um die Arbeitsproduktivität” bölümünde. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap04.htm#s4. Türkçesi; s. 110.

45) Leo Trotzki; “Verratene Revolution”, “IV. Kampf um die Arbeitsproduktivität” bölümünde. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap04.htm#s4. Türkçesi; s. 112.

46) Leo Trotzki; “Verratene Revolution”, “IV. Kampf um die Arbeitsproduktivität” bölümünde. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap04.htm#s4. Türkçesi; s. 112/113,

47) L. Trotzki; “Verratene Revolution”- “X. Die UdSSR im Spiegel der neuen Verfassung” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap10.htm. Türkçesi; s. 358/359).

48) Stalin; C. 13, s. 104/105, Alman yazar Emil Ludwig ile görüşme.