deneme

23 Ağustos 2014 Cumartesi

TROÇKİ VE TROÇKİSTLERİN ÇIKMAZI



DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ


Makale 15

TROÇKİ VE TROÇKİSTLERİN ÇIKMAZI


SSCB Troçkistleri bölüyor
24 ayar” “baş kişi” Troçki!

Mayıs 1951'de Troçki'nin eşi Natalie Trotzki “IV. Enternasyonal”e meydan okuyan bir açıklama yapar. Bu açıklamasında SSCB'ni ve II. Dünya Savaşı sorasında Orta ve Doğu Avrupa'da yeni kurulmuş olan anti-faşist demokratik cumhuriyetleri (“halk demokrasisi” ülkeleri) kastederek bu ”Stalinist devletler”in hala “işçi devleti” olarak tanımlanmasına devam edilmesinin yanlış olduğunu dile getirir. Natalie Trotzki bu sorundan dolayı “IV. Enternasyonal”i terk eder. Ona göre “Stalinist devletler”i yozlaşmış da olsa “işçi devleti” olarak tanımlamak bu ülkelerde “Stalinist bürokrasi”ye ilericilik atfetmek, hatta devrimci demek anlamına gelir. Hele hele olası bir III. Dünya Savaşında “IV. Enternasyonal”in, başta SSCB olmak üzere bu devletleri uluslararası işçi hareketiyle destekleme anlayışı hiç kabul edilemez görüşündedir. ABD'de “Sosyalist İşçi Partisi”nin (Socialist Workers Party – SWP) yaptığı açıklamasında Troçki'nin düşüncelerinin “IV. Enternasyonal” tarafından savunulduğunu dile getirmesi kendisine çok dokunur. Bayan Troçki'ye göre Troçki yaşamış olsaydı Stalin'in sosyalist anavatandan geriye hiçbir şey bırakmadığını görecekti ve “işçi devleti” kavramını ağzına bile almayacaktı.


SWP'li Troçkistler Natalie Troçki'ye cevap vermekte gecikmezler. Onun açıklamasına ilişkin karşı-açıklamada bu konudaki görüşlerinin henüz kesinleşmediğini “işçi devleti” kavramı üzerine tartıştıklarını dile getirirler. Ama aynı zamanda “planlı ekonomiyi savunduklarını”, Natalie Troçki'nin görüşlerinin 1939/1940'da Burnham ve Shachtman önderliğinde “küçük burjuva muhalefet”in, SSCB artık kapitalist bir devlet olmuştur anlayışının tekrarlanması olduğunu, SWP'nin ise Troçki'nin düşüncesini savunmaya devam ettiğini eklemeyi unutmazlar. Bu durumda Amerikalı Troçkistler, SSCB'nde “Planlı ekonomi”yi savunmaya devam ediyorlar, ama aynı zamanda “Stalinizme karşı uzlaşmasız muhalefet”i de sürdürüyorlar.

Peki sorunun kaynağı neydi, neden bu tartışma hala sürmektedir? Tartışmanın nasıl başladığına bakalım:
Troçkistlere göre SBKP(B)'nin “Stalinist önderlik” “cinayet”ler işlemiştir. Bu, Troçkistlerin ortak görüşüdür. Bu ortak görüşten sonuçlar çıkartmak konusunda Troçkistler arasında görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda SSCB'nin karakteri yeniden tartışılmalıdır diyen bir kısım Troçkist, artık SSCB'nin bir “işçi devleti” olarak tanımlanamayacağını ve bir savaş durumunda desteklenemeyeceğini savunurken, Troçki önderliğinde bir kısım Troçkist de her şeye rağmen SSCB'nin hala bir “işçi devleti” olduğunu savunmuştur. Troçki'nin “Marksizmin Savunulması” kitabı bu tartışmayla ilgili makale ve mektuplarından oluşur. SSCB hem sosyalizmin inşası sorunlarıyla hem de savaş sorunuyla uğraşırken, Troçkistlerin nelerle uğraştığını öğrenmek ve “devrimci”, “Marksist” karşı devrimciliğin ruh halini göz önünde canlandırmak isteyenler için mutlaka okunması gereken bir kitaptır.
Tabii söz konusu tartışma o zaman -1939/1940- sonuçlanmamıştır, tartışma bölünmeye neden olmuştur. Sonraki dönemlerdeki tartışmalardan da sonuç alınamamıştır. Sorun SSCB dağılana kadar Troçkistler arasında en önemli tartışma konularından birisi olmaya devam etmiştir.

Stalinist önderliğin” “cinayet”lerine rağmen SSCB hala bir “işçi devleti” miydi, neden savunulması gerekiyordu? Veya SSCB'nde “totaliter bir rejim” mi söz konusuydu? Yani “ulusal sosyalizm”le, Almanya'da faşist diktatörlükle karşılaştırılabilecek bir rejim mi söz konusuydu? Soru buydu.

Troçkistler açısından SSCB'nin neden savunulamayacağı veya neden savunulması gerektiği 21. yüzyıl için de temel bir sorun oluyor. Bu konuda haklılar. Her ne kadar soruna yaklaşım tamamen farklıysa da SSCB'nde değişim -sosyalizmin inşası ve geriye dönüş- Marksist-Leninistler açısından da 21. yüzyılda sosyalizmin temel sorunlarından birisidir.

SSCB'nin sınıfsal, ekonomik ve toplumsal yapısı ve gelişimiyle bağlam içinde Troçki'nin kurgusu hazırdı. Troçki, parti önderliğinden kendi eylemiyle dışlandıkça ve sıradanlaştıkça SSCB'ne, SBKP(B)'ye, sosyalizmin inşasına ve Stalin'e karşı saldırıları da giderek şiddetlenmiştir; tek ülkede sosyalizm inşa edilemez, SSCB yozlaşmaktadır. Yozlaşan SSCB aynı zamanda “Stalinist rejim”in devrime karşı başlayan karşı devrimidir. Ama “Stalinist önderlik” 10-15 sene içinde iktidarını sağlamlaştırmıştır. Bu zaman zarfında Stalin, asarak, keserek bir korku rejimi yaratmış ve bütün bunları da tamamen tutucu olan, devrimin ideallerine yabancı olan, sosyal eşitlik ve enternasyonalizme tepkili olan bir sosyal tabaka ile; yani devlet ve partide çöreklenmiş olan bürokrasi ile yapmış! Bu durumda Troçki ve Troçkistler şunu söylüyorlar: Ekim 1927'de, XV. Parti Kongresi'nden iki ay öncesinde başlayan tartışmaların sonucuna göre bizi (Troçkist-Zinovyevist Blokun politikasını) sadece 4.000, ama SBKP(B)'nin politikasını ise 724.000 üyenin oy vererek desteklemiş olması SBKP(B)'nin üye sayısının ezici çoğunluğunun tamamen tutucu, devrimin ideallerine yabancı, sosyal eşitlik ve enternasyonalizme tepkili olan bir sosyal tabakadan oluştuğunu; bu tabakanın devlet ve partide çöreklenmiş olan bürokrasiyi temsil ettiğini göstermektedir! Bir biçimde Troçkistler bunu söylemektedir. Ama en azından Troçki bu düşüncededir. Çünkü onun, kendisini desteklemeyen işçiler için Ekim Devrimi öncesinde ve sonrasında yaptığı değerlendirme değişmemiştir. Kendisini desteklerlerse komünist, öncü vb. oluyorlar, ama Lenin'i, Bolşevik Parti'yi, Stalin'i desteklerlerse öncü olmaktan, komünist olmaktan çıkıyorlar, “akıl tutulması” içinde oluyorlar.

Troçki, parti içi mücadeleyi kaybettikten, demokratik mücadele ile iktidarı ele geçiremeyeceğini anladıktan ve doğrudan yıkıcı faaliyetlere yöneldikten ve nihayetinde SSCB'den kovulduktan sonra, 1933'te SBKP(B)'nin ve Komintern'in “yeniden devrimci mücadeleye döndürülemeyeceği” sonucuna varır ve tam da bu nedenden dolayı yeni bir enternasyonalin ve yeni bir partinin kurulmasından bahsetmeye başlar. Parti kuramaz, ama bahsettiği enternasyonal 1938'de Paris'te kurulur.

Troçki'nin enternasyonali, SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün, Troçkistlerin tanımlamasıyla “bürokrasi”nin bir “siyasi devrim”le yıkılması, ama aynı zamanda Ekim Devriminin doğrudan bir sonucu olan mülkiyet ilişkilerinin savunulması için mücadele edeceğini açıklar. Troçkistlere göre SSCB'nin tarihsel yazgısı üzerine son söz henüz söylenmemiştir. Yani SSCB bir geçiş toplumunu temsil etmektedir; hem sosyalizme doğru hem de kapitalizme doğru gelişebilir. O dönemin SSCB'nde Bolşevik Parti “kim kimi” alt edecek sorusunun henüz gündemden kalkmadığını, sosyalizmde de sınıf düşmanlarına karşı mücadelenin devam etmesi gerektiğini sürekli gündemde tutar. Yani sosyalizm komünizme geçişin ilk basamağıdır, ama geriye, kapitalizme dönüş de olabilir der. Bolşeviklerin bu değerlendirmesini Troçki alır ve onlara karşı kullanmaya çalışır. Troçkist Sovyetik “geçiş toplumu”nda rejim ile mülkiyet ilişkileri -proletarya diktatörlüğü ile sosyalist mülkiyet ilişkileri demek istiyor- arasında bir çelişki vardır. “IV. Enternasyonal”in kuruluş programında Troçki şunları yazar:

Sovyetler Birliği'nin hakimiyet biçimi tehdit edici çelişkileri içermektedir. Ama o, hala yozlaşmış bir işçi devletinin hakimiyet biçimidir. Bu sosyal bir teşhistir.

Siyasi öngörü alternatif olarak (şunu) gündeme getiriyor: Ya işçi devletinde giderek daha ziyade dünya burjuvazisinin aracı olan bürokrasi yeni mülkiyet biçimlerini bir kenara iter ve ülkeyi yeniden kapitalizme atar ya da işçi sınıfı bürokrasiyi paramparça eder ve yolu sosyalizme açar” (1).

Troçki'nin tespit etiği söz konusu bu çelişkiden hareketle “IV. Enternasyonal”, savaş durumunda SSCB'ni savunmanın doğru olacağını söyler. Troçki bu tespiti için iki temel neden öne sürer: “Birincisi, SSCB'nin yenilgisi emperyalizme devasa kaynaklar sunabilir ve kapitalist toplumun ölüm mücadelesini yıllarca uzatabilir. İkincisi, kapitalist temeller devam eden çöküşten başka olanaklar göstermezken, SSCB'nin asalak bürokrasiden kurtarılmış toplumsal temelleri, sınırsız ekonomik ve kültürel ilerleyişi güvenceleyecek durumdadır”.

Açık ki Troçkistlere göre SSCB'nin “IV. Enternasyonal” tarafından savunulması, inşa edilen sosyalizmin, proletarya diktatörlüğünün, onların tanımlamasıyla “Stalinist rejim”in savunulması anlamına gelmiyordu; tersine bu, bu “rejim”e karşı mücadeleyi içeriyordu. “Devlet mülkiyetinin muhafazası için SSCB'nde bürokrasinin devrilmesi elzemdir. Sadece bu anlamda SSCB'nin savunulmasından yanayız” diyen Troçki'dir (2).

1939'un sonbaharında M. Shachtman (Amerika'da Troçkist örgütlenmenin kurucularından biri) ve J. Burnham (felsefe profesörü) önderliğinde SWP içinde bir hizip oluşur. Bu hizip, Stalin, Hitler ile “müttefiklik” ilişkisine girdiği için “IV. Enternasyonal” programını değiştirmeli ve artık SSCB “işçi devleti” olmadığı için savaş durumunda savunulmamalıdır görüşündedir. Troçki bu anlayışa şiddetle karşı gelir ve başta SWP'in başkanı J. P. Cannon olmak üzere üyelerin çoğunluğu tarafından da desteklenir.

Troçki, SSCB yozlaşmış da olsa bir “işçi devleti”dir anlayışında ısrar eder. Ama bu konudaki farklı görüş, SWP içinde ve sonra da uluslararası alanda kapsamlı bir hizip mücadelesinin patlak vermesi için yeter. Bu görüş ayrılığından hareketle Troçki önderliğinde Troçkistler işi, biz “Marksizmi” savunuyoruz, hizip ise sağa kayıyor atışlarına kadar uzatırlar. Troçki önderliğindeki Troçkistler, Shachtman ve Burham önderliğindeki hizbin “Stalinist bürokrasi”yi savunmamakla, görünüşte radikal bir iş yapmış olur ama bu, esasen emperyalizm önünde teslimiyetçiliktir anlayışındadır. Kendileri ise “Stalinist bürokrasi”nin yaptığına bakmaksızın -yani SSCB'nde sosyalizmin inşasına ve sosyalist demokrasinin uygulanışına bakmaksızın- Ekim Devriminin bir sonucu olan mülkiyet ilişkilerini savunacaklarını dile getirirler.

“Marksizmin Savunulması” -SSCB Savaşta” yazısında Troçki'nin, faşist rejimlerle SSCB'nde proletarya diktatörlüğü arasında kurduğu ilişki oldukça ilginçtir. Okumadan geçmeyelim:
Bütün bu rejimler şüphesiz ki, son kertede modern ekonominin kolektif eğilimlerini belirleyen ortak özellikler göstermekteler. Hatta Lenin de daha Ekim Devriminden önce emperyalist kapitalizmin temel özelliğini üretici güçlerin devasa yoğunlaşması, tekelci kapitalizmin devletle güçlü kaynaşması, bu kaynaşmanın sonucu olarak çıplak diktatörlüğe organik eğilim diye tanımlar. Kolektifleştirme ve merkezileştirme gibi özellikler hem devrimin hem de karşı devrimin politikasını belirlerler. Ama bu, asla, devrimi, Thermidor'u, faşizmi ve Amerikan 'reformizmi'ni eşit tutmak anlamına gelmez... Mussolini ve Hitler sadece mülk sahiplerinin çıkarlarını “koordine ediyorlar” ve kapitalist ekonomiyi, dahası esasen savaş amaçları için “düzenliyorlar”. Buna karşın Kremlin oligarşisi tamamen farklı bir şeydir: Rusya'nın işçi sınıfı tarihte mülkiyet ilişkilerinin en büyük altüst oluşunu gerçekleştirdiği için Kremlin oligarşisi, sadece bundan dolayı bir bütün olarak ekonomiyi yönlendirebiliyor. Bu fark göz ardı edilmemelidir” (3).

Troçki bir noktayı unutuyor: Lenin rejimin sınıfsal karakterini hiçbir zaman göz ardı etmiyor. Ama Troçki'nin böyle bir derdi yok. Faşist rejimi proletarya diktatörlüğü ile eş anlamlı görebiliyor. Anladık, Mussolini ve Hitler İtalya'da ve Almanya'da emperyalist burjuvazinin en gerici, en şoven kesiminin çıkarlarını koordine ediyorlar ve düzenliyorlar. Peki SSCB'nde proletarya diktatörlüğü veya Troçki'nin deyimiyle “Kremlin oligarşisi” hangi sınıf adına ekonomiyi koordine ediyor ve düzenliyor? İşçi sınıfı adına mı yoksa “bürokrasi” adına mı veya da Sovyet “emperyalist burjuvazisinin en gerici, en şoven kesimi” adına mı ekonomiyi koordine ediyor ve düzenliyor?

Troçki bu soruya cevap veremeden bu dünyadan ayrıldı. Onun bu soruya cevap vermemesi de, sonrasında Troçkistler arasında derin tartışmalara ve yeni parçalanmalara neden olmuştur.

Troçki, tek ülkede sosyalizmin inşasını, SSCB'nde “rejim”in ilerici olduğunu savunuyor

Stalin önderliğinde SBKP(B) sosyalizmin inşasında bahsettikçe ve bu doğrultuda adımlar atıldıkça Troçki'nin, sosyalizmin inşası, SSCB'nin ekonomik yapısı ile ilgili görüşlerinde değişmelerin olduğunu görüyoruz. Örneğin 1928'de Komintern'in VI. Kongresinden sonra Komintern programıyla bağlam içinde Stalin'in değerlendirmesini kastederek “Daha şimdiden sosyalizmin onda dokuzunu gerçekleştirdik diye işçiye yalan söyleme yerine ona, şimdiki durumda iktisadi seviyemize, varoluş ve kültür koşullarımıza göre sosyalist bir toplumdan ziyade kapitalist bir topluma -hem de geri ve medeniyetten uzak (kapitalist- İ.O.)- daha yakın olduğumuz söylenmelidir” diyordu (4).

Troçki, Bolşevik Parti'ye ve sosyalizmin inşasına karşı mücadelesinde bu değerlendirmesini daha da ileriye götürmüş, kendi yenilgisini sadece tutucu, bürokratik ve ulusal eğilimlerin zaferi olarak değil, aynı zamanda “özel mülkiyetin taraftarlarının zaferi” olarak göstermiştir (5).

Troçki, Stalin önderliğinde Bolşevik Parti karşısındaki yenilgisinin nihai olduğunu anladıkça teorik alandaki saçmalıklarında derinlikte sınır tanımaz olmuştur. Tek ülkede sosyalizmin inşasını “Stalinist ulusal sosyalizm” olarak tanımlaması yetmemiş olacak ki, Bolşevik Parti'nin sosyalizmin inşası politikasıyla Alman Sosyal Demokrat Partinin savaş ve yurtseverlik (1914) karşısındaki tavrını son kertede aynılaştırmıştır. “Bu karşılaştırma tesadüfi karakter taşımamaktadır. Stalin'in 'yanılgı'sı ile Alman Sosyal demokrasisinin 'yanılgı'sı ulusal sosyalizm anlamına gelmektedir” diye yazan Troçki'den başkası değildi (6).

Stalin önderliğinde Bolşevik Parti'nin tek ülkede sosyalizmi inşa politikasının Alman Sosyal Demokrat Partisinin savaş ve yurtseverlik politikasıyla karşılaştırarak bundan “ulusal sosyalizm” eşitlemesi yapması bakımından Troçki'ye “sitem” etmenin bir anlamı yoktur. Sonra bu o kadar önemli de değil. Nihayetinde SBKP(B) ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi arasındaki sınıfsal farkı bilmeyen yoktur. Ama bu kadar keskiliğine rağmen Troçki “Sürekli Devrim” kitabının Almanca baskısına önsözünde garip bir değerlendirme yapıyor. Orada şöyle diyor: “Sovyet ekonomisinin gücü üretim araçlarının ulusallaştırılmasında ve onların planlı kullanımında yatmaktadır. Buna karşın Sovyet ekonomisinin zayıflığı, geçmişten devraldığı geriliğin dışında, şimdiki, devrim sonrası tecrit edilmişliğinde; yani sadece sosyalist tarzda değil, kapitalist tarzda; yani geri kalmış ülkeler için oldukça önemli olan uluslararası krediler ve “finanse etmek” biçiminde dünya ekonomisinin yardım kaynaklarını kendisi için kullanma imkansızlığında aranmalıdır” (7).

Troçki devletçi değildir, ulusal devletçi hiç değildir, hele hele ulusallaştırma, ulusal sosyalizm kurma konusunda hiç şakası yoktur. Ama nedense “Sovyet ekonomisinin gücünü üretim araçlarının ulusallaştırılmasında ve onların planlı kullanımında” görmektedir. Ne oldu şimdi? Ulusal sosyalist ekonomiye karşısın, ulusal temelde, tek ülkede sosyalizm kurulamaz diyorsun, ama diğer taraftan da olmaz, gericidir, ütopyadır, kapitalizme götürür vb. türden sıfatlarla yerden yere vurduğun ekonomide üretim araçlarının ulusallaştırılmasında “Sovyet ekonomisinin gücünü” görüyorsun. Bu çelişki değil mi?

Bu arada tek ülkede sosyalizm mümkün değildir diyen Troçki'nin sosyalizmi kapitalist dünyadan alınacak, kapitalist tarzda alınacak “yardım kaynakları”yla, kredilerle vs. kurmak istediğini de öğrenmiş oluyoruz. Troçki, iç kaynakların yanı sıra kapitalist ülkelerden de krediler vb. alınabilir demiyor. SSCB tecrit edildiği için bu kaynaklardan yararlanamıyor diyor. Sanki SSCB kendi kendini tecrit etmek istemiş, sanki, onca kapitalist devlet SSCB'ne saldırmamış, sanki SSCB kendi gücüyle kapitalist dünyanın tecridini paramparça etmemiş ve Troçki'nin bunlardan hiç haberi yokmuş!
SSCB, Stalin önderliğinde öncelikle iç kaynaklara dayanarak, ama belirleyici olmasa da kapitalist dünyadan da kredi alarak sosyalizmi inşa etti.

Troçki önderliğinde SSCB, iç kaynakların yanı sıra, kendini tecrit etmeyerek, yani kapitalist dünyaya teslim olarak oradan alacağı kaynaklarla sosyalizmi kuracaktı. Herhalde böyle olacaktı! Peki bu durumda bizzat Troçki, iç kaynaklardan başka kapitalist ülkelerden alınacak “yardımcı kaynaklar”la tek ülkede sosyalizmi inşa etmiş olmayacak mıydı? Evet, aynen öyle olacaktı. Demek ki, Stalin'in yerinde Troçki olsaydı, tek ülkede sosyalizm mümkün olacaktı. Stalin'in yerinde Troçki olmadığı için de tek ülkede sosyalizm mümkün değildir, gerici ütopyadır!

Tek ülkede sosyalizmin inşası konusunda Troçki'nin kafası karışık, bizim kafamızı da karıştırıyor! Bu konuda Troçki'nin kafasının karışık olduğunu anlamak için onun düşüncesine bakalım: 1932'de de Troçki, Ekim Devrimi ve Sovyet iktidarı SSCB'nde “sosyalist planlı ekonomisinin ön koşullarını” oluşturduğu anlayışındadır. Her ne kadar tek ülkede sosyalizmi inşa etmek mümkün olmasa da sosyalist inşanın ön koşulları oluşturulmuş oluyor Troçki'ye göre. Ön koşullar “bir dizi yılların seyri içinde oluşmuş ve işlevsel olan ekonominin merkezi yönetiminin devletsel organları”nın varlığından dolayı oluşmuş oluyor. Bu durumda bu “işlevsel olan ekonominin merkezi yönetiminin devletsel organları” ya bürokratik değildir ve bundan dolayı “sosyalist planlı ekonomisinin ön koşullarını” oluşturabiliyorlar ya da Troçki'nin dediği gibi bürokratiktir; bu durumda da “sosyalist planlı ekonomisinin ön koşullarını” oluşturamamaları gerekir. Yukarıdaki anlayışıyla Troçki, “işlevsel olan ekonominin merkezi yönetiminin devletsel organları” “sosyalist planlı ekonomisinin ön koşullarını” oluşturdu anlayışını savunduğu için doğrudan, tartışmasız olarak tek ülkede sosyalizmin inşa edilebileceğini, pratikte inşa ediliyor olduğunu savunmuş oluyor. Dahası da var: İnşa edilen sosyalizmin “verimli üstünlükleri”ni “yöneten iradenin merkezileşmesinde, yoğunlaşmasında ve bütünselliğinde” arıyor (8).

Bu durumda, 1932'de SSCB'nde sosyalizmin inşa edildiğini Troçki kabul ediyor.“Yöneten iradenin merkezileşmesi, yoğunlaşması ve bütünselliği” sayesinde SSCB'nde, tek ülkede sosyalizmin inşa edildiğini bu sözleriyle Troçki doğruluyor. Buradaki “Yöneten iradenin merkezileşmesi, yoğunlaşması ve bütünselliği” ifadesini proletarya diktatörlüğünde, Stalin önderliğinde SBKP(B)'de buluyor. Troçki bu gerçekleri kabul etmiş oluyor.

SSCB'nde “yöneten iradenin merkezileşmesi, yoğunlaşması ve bütünselliği” sayesinde sosyalist inşanın göstergelerini şöyle sıralıyor:
1. Esas itibariyle devletsel organlar, yani merkezde ve tekil yerlerde plan komisyonlarının hiyerarşik sistemi.
2. Pazarın düzenlenmesi için ticaret.
3. Sovyet demokrasisi, iktisadi yapı üzerine kitlelerin canlı etkisinin sistemi” (9).

Bunların hiçbirisi Troçki'ye yakışmıyor, ama onun sözleri. Kitleler canlı bir biçimde planlı ekonominin iktisadi yapısı üzerinde etkide bulunuyor; yani SSCB'de sosyalist demokrasi geçerlidir. Proletarya diktatörlüğü hakimdir vs.
Sonra ne yapıyor? Bir taraftan “işçi devleti”nden, “devlet içinde örgütlenmiş proletarya”dan bahsetmeye devam ediyor, ama diğer taraftan da “bürokrasinin sürekli protesto ve talepleri yasaklaması”ndan bahsediyor. Öyle ki sonunda geriye “işçilerin yegane hakkının, işletmelerde uygulamada olan üretim programını (hedefleri, çn.) aşma hakkı” kaldığını yazıyor (10).

Böylece “işçiler siyasi bağımsızlıklarını kaybetmiş” oluyorlar, “yakın gelecekteki ve belirleyici sosyalist başarıların beklentisi içinde” rejimle uzlaşıyorlar.
Devamla “Planlı düzenlemenin yöntemlerine henüz hiç de hakim değiliz. Sadece ilk ham hipotezi icra ediyoruz, kötü icra ediyoruz, üstelik bir de söndürülmüş ışıklarla icra ediyoruz. Bizde kriz sadece mümkün değildir, aksine kaçınılmazdır. Önümüzdeki krizi bürokrasi zaten hazırladı” (11).

Troçki, önce sosyalist planlı ekonominin ön koşullarını sıraladı, ama sonra da geri almaya başladı: Kitlelerin iktisadi yapı üzerindeki canlı etkide bulunmasını geri aldı; böyle bir şey yok diyor. Pazarın kontrol edilmesini de geçersiz kalıyor; yani bürokrasinin eline geçiyor. Geriye sadece üçüncü ön koşul “plan komisyonlarının hiyerarşik sistemi” kalıyor.
Bu durumda SSCB'nde sosyalist inşanın tek ön koşulu ve garantisi planlı ekonomidir, üretimin siyasi kontrolüdür. Ama bu da bürokratik diktatörlüğün elindedir. Yoksa değil mi?

Troçki, SSCB'nin yazgısı nihayetinde dünyadaki gelişmelerle kopmaz ilişkiler içinde belirlenecektir demesine rağmen SSCB'nin “işçi devleti” olarak ve “dünya devriminin üssü” olarak görmeye devam eder.

Sovyetler Birliği'nin devasa önemi, sosyalizmi inşa edip etmemesinden tamamen bağımsız olarak dünya devriminin üssünü oluşturmasıdır (12).

Şimdi Troçki'yi nasıl anlamamız gerekir? Troçki, SSCB'ni veya bu ülkede üretim araçlarının mülkiyetini, sahibi olan işçi sınıfı sahiplenemediği için sınıfsal sahipsiz ilan ediyor. Bürokrasi sınıf değildir dediği için bürokrasinin de bu mülkiyeti sınıf olarak sahiplenmesini kategorik olarak kabul etmiyor. Peki bu durumda bu mülkiyet temelinde yükselen Sovyet toplumunun nasıl bir gelişme şansı var? Sosyalizme doğru ilerlemesi için “Stalinist bürokrasi”nin “siyasi devrim”le yıkılması gerekiyor. SSCB kapitalizme de geri dönemez. Troçki bu imkansız diyor. Dönse de “küçük kapitalizm”e, “derme çatma kapitalizm”e dönmüş olacak diyor. Zaten “İhanete Uğrayan Devrim”inde “herkesten yeteneklerine göre herkese ihtiyaçlarına göre” ilkesini gerçekleştirme ilişkileri bağlamında “Sovyet devleti komünizmden ziyade geri bir kapitalizme oldukça daha yakındır” diyen de Troçki'den başkası değildir (13).

Başka bir örnek:

Sovyet devletinin tartışma götürmez ve derin bürokratik yozlaşması, dış politikasının ulusal – muhafazakar karakteri, ilk işçi devleti olarak Sovyetler Birliği'nin sosyal doğasını değiştirmez. Üretim ilişkilerinin yön itibariyle sosyalist karakterini inkar eden ve SSCB ve burjuva devletler arasındaki sınıf mücadelesini inkar eden veya örtbas eden her türden demokratik, idealist, uç sol, anarşist teori kaçınılmaz olarak, özellikle savaş durumunda karşı devrimci politik sonuçlara neden olur.
Kapitalist düşmanların vuruşlarına karşı Sovyetler Birliği'nin savunulması, koşullardan ve çatışmanın dolaysız nedenlerinden bağımsız olarak her dürüst işçi örgütünün temel ve zorunlu görevidir”(14).

Troçki içerik ile biçim; altyapı ile üst yapı arasındaki diyalektik bağı reddediyor. İçerik ile biçimin pekala uyumsuzluk içinde sürekli var olabileceğini; altyapının üst yapıyı veya üst yapının altyapıyı etkilemeyeceğini; birinin diğerini değişime uğratmayacağını savunmaktadır. SSCB'nde üst yapı, yani devlet, bürokrasi karşı devrimci olabilir, tamamen, “özü itibariyle yozlaşmış” olabilir, ama bu SSCB'nde altyapıyı, ekonomiyi; üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olmasındaki ilerici, sosyalist özelliği; bu bakımdan da “İşçi devleti Sovyetler Birliği'nin sosyal doğasını değiştirmez”.

Bu durumda ortaya şu çıkıyor: Altyapı (ekonomi); üretim araçlarının mülkiyet biçimi ilerici, devrimci, sosyalist olabilir, buna karşın üst yapı tamamen yozlaşmış, karşı devrimci olabilir.

Troçki, SSCB'nde “üretim ilişkilerinin yön itibariyle sosyalist karakterini inkar ve örtbas eden” her anlayışa karşı mücadele edecek derecede SSCB'ni savunuyor. Bu anlamda “her türden demokratik, idealist, uç sol, anarşist teori” savunucularını yaptıkları işin “kaçınılmaz olarak, özellikle savaş durumunda karşı devrimci politik sonuçlara neden” olacağı konusunda uyarma gereğini duyuyor.

Tabi bu savununun, özellikle de “Kapitalist düşmanların vuruşlarına karşı Sovyetler Birliği'nin savunulması, koşullardan ve çatışmanın dolaysız nedenlerinden bağımsız olarak her dürüst işçi örgütünün temel ve zorunlu görevidir” çağrısının eksik bir yanı var. O da Troçki ve Troçkistlerin pratikte, fiilen yazıp-çizdiklerinin tam tersini yapmış olmalarıdır; SSCB'ne saldıran düşmanla ortak hareket etmeleridir.


Bir dizi önceki çalışmalarda Sovyet toplumunun üretim araçlarının ulusallaştırılmasıyla mümkün kılınan iktisadi başarılarına rağmen çelişkili geçiş karakterini tamamen muhafaza ettiğini ve işçilerin durumu, yaşam koşullarının eşitsizliği ve bürokrasinin imtiyazları bakımından gelecekteki komünizmden ziyade kapitalist rejime daha çok yakın durduğunu tespit etmiştik.

Aynı zamanda Sovyet devletinin korkunç bürokratik yozlaşmaya rağmen hala, bilimin ve kültürün ulusallaştırılmış üretim araçları temelinde güvencelediğince işçi sınıfının tarihsel bir aracı olmaya devam ettiğini ve böylece bürokrasinin ve sosyal eşitsizliğin bertaraf edilmesiyle işçilerin gerçek kurtuluşu için koşulları hazırladığını tespit etmiştik” (15).

Troçki, Marksist felsefeyi katletme pahasına da olsa SSCB'ni savunmakta kararlı olduğunu yukarıdaki anlayışıyla da gösteriyor. Troçki, her ne kadar “ulusal” kavramından hoşlanmasa da “üretim araçlarının ulusallaştırılması”nı doğru bulur. Troçki'nin yanlış anlaşılmasını asla istemem; tek ülkede devrim, tek ülkede sosyalizmi inşa koşullarında “üretim araçlarının ulusallaştırılması”ndan bahsediyor Troçki. “İktisadi başarılar” tek ülkede “üretim araçlarının ulusallaştırılması” sayesinde elde ediliyor. Doğrudur, sosyalizm bir geçiş toplumudur; kapitalizmden komünizme geçiş veya komünizmin ilk aşamasıdır. Bu toplumda kapitalizme özgü olguların olması doğaldır ve devrim yapan ülke kapitalist gelişme bakımından geriyse komünizmden oldukça uzakta olacağını görmek büyük bir marifet olmasa gerekir. Ama Troçki, sosyalizmi inşa eden veya “üretim araçlarını ulusallaştıran” ülkenin komünizmden ziyade kapitalizme daha çok yakın olmasının nedenini 'işçilerin durumunda, yaşam koşullarının eşitsizliğinde ve bürokrasinin imtiyazlarında' arıyor? Yani işçilerin durumu iyi olursa, yaşam koşullarının eşit olursa ve bürokrasinin imtiyazları olmazsa toplum kapitalizmden ziyade komünizme daha çok yakın olurdu diyor. Ama diğer taraftan da “tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir” diyor. Komünizme daha yakın olmak, sosyalizmi inşa etmek, inşayı derinleştirmek ve kapsamlaştırmak anlamına gelmez mi? Gelir.
Eklektizm ustası Troçki'nin böyle birbiriyle çelişen düşünceleri alt alta yazıp savunmasını normal görmek gerekir.

Sormadan geçmeyelim: Stalin'in yerinde Troçki olsaydı ne yapardı? Troçki talep etti diye dünya devrimi olmayacağına göre “tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir” diye ya kapitalizme geri dönecekti ya da Stalin önderliğinde SBKP(B)'nin yaptığını yapacaktı; tek ülkede sosyalizmi inşa edecekti.

Troçki'nin SSCB'ni ilerici, devrimci, hatta sosyalist gördüğünü ve bundan dolayı da onu savunduğunu başka yazılarında da görüyoruz.

Troçki “Marksizmin Savunulması – SSCB Savaşta” yazısında “eleştirmenleri” karşısında SSCB'nin ilerici olduğunu savunur:

Üretici güçlerin çeşitli iktisadi alanlara dağıtımının ve esasen planın bütün içeriğinin -şayet bu plan bürokrasinin değil de üreticilerin çıkarları tarafından bizzat belirlenirse- çok etkili değişeceğini söylemeye bile gerek yok.
Ama asalak oligarşinin yıkılması sorusunun ulusallaştırılmış (devlet) mülkiyeti sorusuyla bağ içinde olması bakımından gelecek devrimi siyasi (devrim) olarak tanımlıyoruz...

Eleştirmenlerimiz yozlaşmış işçi devletini, işçi devleti olarak tanımlamayı reddediyorlar. Totaliter bürokrasinin hakim sınıf olarak tanımlanmasını talep ediyorlar. Bu bürokrasiye karşı, devrimi, siyasi devrim olarak değil, sosyal devrim olarak ele alıyorlar” (16).

Troçki, “eleştirmenleri” karşısında SSCB'ni gerçekten çok ileri bir aşamada savunuyor; SSCB'nde üretim ilişkilerinin sınıfsal karakterini ilerici, devrimci, belki de sosyalist görüyor. Üretim araçlarının devlet mülkiyetine (toplumsal mülkiyet) dayanan bu ilişkilerinin Ekim Devriminin doğrudan bir sonucu olduğunu bir çok yerde ve burada da dolaylı olarak söylüyor. Ekim Devrimi ise başka ülkelerde proleter devrimler gerçekleşmediği için tek ülkede sosyalizmin inşasına yol açmış, dünya devriminin bir üssü, dayanağı olmuş bir devrimdir. Bu anlamda Troçki, kaçınılmaz olarak, tek ülkede sosyalizmin inşasının, üretim araçlarının mülkiyetini devletleştirmiş olmasını savunuyor. Bu anlamda SSCB'ni toptan reddeden “eleştirmenleri” karşısında dimdik ayakta duruyor. Her ne kadar Troçki ve Troçkistler kabul etmeseler de bu da bir gerçekliktir.
Yukarıdaki ifadelerinde aynen bunu savunmuyor mu?

Aynı yazısında devamla şunları söyler:

Her hakim sınıf için tarihsel haklılık nedeni, uyguladığı sömürü sisteminin üretici güçlerin gelişmesini yeni bir aşamaya yükseltmesiydi. Hiç şüphesiz ki, Sovyet rejimi, ekonomiye oldukça güçlü bir itilim vermiştir. Ama bu itilimin kaynağı, üretim araçlarının ulusallaştırılması ve planlamanın ilk başlangıcıydı, ama asla bürokrasinin ekonomi üzerine hakimiyeti ele geçirmesi gerçeği değildi” (17).

Burada Troçki'nin altyapı-üst yapı, içerik-biçim arasındaki diyalektik bağı görmemesi bakımından yapmış olduğu saçmalığı bir kenara koyarak savunusunu ele alalım. Söylediği oldukça açık: Sovyet rejimi ekonomik gelişmenin önünü açmıştır; sorunları doğru ele alarak başarılar elde etmiştir. Bütün bunlarda başarının kaynağı “üretim araçlarının ulusallaştırılması”dır, “planlamanın ilk başlangıcı”dır. Yani “bürokrasi”ye, onun “ekonomi üzerinde hakimiyeti ele geçirmesine” rağmen ekonomi kendi kendine ilerliyor; başarılar elde ediliyor. Yani ekonominin başarılı gelişmesinde, üretim araçlarının ulusallaştırılmasında ve planlı ekonominin uygulanmasında üst yapının; devletin hiçbir rolü yok!
Troçki, Marksist felsefeyi katletme pahasına SSCB'ni savunuyor, “bürokrasi”yi eleştiriyor!

Aynı yazısında Troçki, şaşırtıcı değerlendirmesine devam eder:
SSCB'nde devlet mülkiyetinin muhafaza edilmesi için bürokrasinin yıkılması elzemdir. Sadece bu anlamda SSCB'nin savunulmasından yanayız” (18).

Troçki altyapı-üst yapı arasındaki diyalektik bağı hiçe sayıyor. İkisi arasındaki karşılıklı etkileme-etkilenme ilişkisini yok sayıyor ve “SSCB'nde devlet mülkiyetinin muhafaza edilmesi için” mücadele ediyor. Yıkmak istediği, “yıkılması elzemdir” dediği de Troçki'nin ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek için mücadele ettiği “SSCB'nde devlet mülkiyetini” kuran güçtür; yani proletarya diktatörlüğü, Troçki'nin deyimiyle “bürokrasi”.

Troçki, SSCB'ni büyük bir coşkuyla savunmaya başlar:

İşgal edilmiş bölgelerde mülkiyetin devletleştirilmesinin ilerici bir tedbir olması özel gerçeği, Kremlin ve Komintern üzerine genel görüşümüzü değiştirmeyecektir. Açıkça kabul etmeliyiz: Mümkün olan en yakın zamanda Hitler, Doğu Polonya'da “düzeni yeniden tesis etmek” için ordularını Doğuya sevk ederse, ilerici işçiler, Bonapartist Sovyet bürokrasisi tarafından kurulan yeni mülkiyet biçimlerini Hitler'e karşı savunacaklardır” (19).

Nasıl yani? Yıkmak istediğin güç, yani “Kremlin” “işgal edilmiş bölgelerde” mevcut mülkiyet ilişkilerini devletleştirerek değiştiriyor ve Troçki bunu ilerici bir tedbir olarak görüyor. Üstelik bir de Alman orduları Doğu Polonya'yı işgale kalkışırsa “Bonapartist Sovyet bürokrasisi”nin kurmuş olduğu yeni mülkiyet ilişkileri Troçkistler tarafından savunuluyor.

Troçki, yeni mülkiyet ilişkilerinin ilerici bir tedbir olmanın ötesinde “sosyalist gelişmenin temeli” olabileceğini de savunuyor.

Söylediğimiz gibi, üretim araçlarının devletleştirilmesi ilerici bir tedbirdir...SSCB'nde olduğu gibi işgal edilmiş bölgelerde de ulusallaştırılmış mülkiyet, gerçekten ilerici, yani sosyalist gelişmenin temeli olması için Moskova bürokrasisi yıkılmalıdır” (20).
Tabii bütün bunlar, bana göre anlaşılması biraz zor anlatımdır, savunmadır. Bir taraftan karşı devrimci, gerici, baskıcı diyorsun, diğer taraftan da karşı devrimci dediğin ve kesinlikle yıkmak istediğin devleti, üretim araçlarının mülkiyeti söz konusu olduğunda sonuna kadar savunuyorsun. İşte bunu anlamak biraz zor.

Aşağıdaki anlayışıyla Troçki durumu daha da zorlaştırıyor. Bir taraftan “IV. Enternasyonal'in taraftarları Hitler ordularına karşı savaşacaktır” diyerek olmayan güçlerden kağıt üzerinde bir ordu oluşturarak hayal yayıyorsun, diğer taraftan da yıkmak istediği devletin -bu durumda SSCB- “boyunduruk altına aldığı” başka bir ülkenin -bu durumda Ukrayna- o boyunduruk altında kalması için işgale yeltenenlere -Alman ordularına- karşı savaşıyorsun! O zaman SSCB'nde hakim güce, yani proletarya diktatörlüğüne, Troçki'nin ifadesiyle “Stalinist bürokrasi”ye neden karşısın?

Alman ordularının Ukrayna'ya saldırması “durumunda IV. Enternasyonal'in taraftarları Hitler ordularına karşı savaşacaktır...Bütün kalbimizle bağımsız Sovyet-Ukrayna'dan yanayız (Hitler'den olduğu gibi Stalin'den de bağımsız). Ama Hitler, Stalinist hakimiyet altında olan Ukrayna'yı, bağımsızlığını elde etmeden önce işgal etmeye çalışırsa ne yapılmalıdır? IV. Enternasyonal cevap veriyor: Stalin tarafından boyunduruk altına alınan bu Ukrayna'yı Hitler'e karşı savunacağız” (21).

Bu durumda SSCB nasıl bir ülke? Troçki'nin çelişkisi tam da budur. Bu soruya bilimsel cevap verememiştir, savunduğu anlayışından dolayı da cevap verecek durumda değilidir; sübjektivisttir, somut durumun somut analizini yapma yeteneğinden yoksundur; gözünü iktidar hırsı bürümüştür. Lenin'in dediği gibi Troçki “hırs, hırs ve hırs”tan başka bir şey değildir.

Troçki, tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmadığını yazar, ama SSCB'nin sınıfsal bakımdan nasıl bir karaktere sahip olduğunu bir tülü açıklayamaz. Troçki proletarya diktatörlüğünü “dejenere olmuş işçi devleti”, “Stalin diktatörlüğü” vb. kavramlarla tanımlar, ama aynı zamanda “Sovyet sisteminin ulusallaştırılmış sanayisi ve dış ticaret tekeliyle, bütün çelişkilerine ve zorluklarına rağmen tarımın ve ulusal ekonominin bağımsızlığının korunması için bir sistem” olduğunu da düşünür. “Sosyalist amaçlarından bağımsız olarak Sovyet sistemi, bağımsız, yani sömürge olmayan gelişme için güvencedir” diye yazan da Troçki'den başkası değildir (22).

Bu durumda SSCB'nde, yani tek ülkede sosyalizm inşa edilmese de SSCB ve “rejimi” gerici olamaz; en azından “planlı ekonomi”siyle “bağımsız, sömürge olmayan gelişmeyi güvence altına aldığı” için gerici olamaz. Bu anlamda en azından ilerici bir ülkedir; ilerici bir “rejim” söz konusudur. Bu tespitleriyle Troçki bunu kabul etmiş oluyor. Yoksa değil mi?

Troçkistleri zor durumda bırakan bizzat Troçki'dir. “Stalinist bürokrasi”, “karşı devrimci Stalinist bürokrasi”ye dönüştürülmüştür. Sonra “Stalinist bürokrasi”nin sınıf olup olamayacağı tartışılmıştır. Ama bu tartışmalara Troçki kendisi açısından son noktayı koymuştur.
“Marksizmin Savunulması” kitabından okuyalım:
Şayet Bonapartist ayak takımı bir sınıf ise, bu, düşük değil tarihin canlı bir çocuğudur. Onun talan eden asalaklığı kelimenin bilimsel anlamıyla “sömürü” ise bu, bürokrasinin, mevcut iktisadi sistem için elzem olan hakim sınıf olarak tarihsel bir geleceğe sahip olduğu anlamına gelir” (23).

Zor bir durum: Asalaklık, sömürü olamıyor, aksi taktirde bürokrasi geleceği olan bir sınıf oluyor! Bürokrasi sınıf olamıyor, aksi taktirde düşük yerine tarihin canlı bir çocuğu oluyor!

Troçki, SSCB ve sosyalizmin inşası söz konusu olduğunda giderek çocuklaşıyor, daha doğrusu zavallılaşıyor. SSCB'ni zarar görmüş ama tamir edilebilir bir otomobile benzetiyor. Ama bu durumda tamir edebilmek için bozulmuş olanın ve sağlam olanın ne olduğunun bilinmesi gerekmez mi?
“Marksizmin Savunulması” kitabından okuyalım:
Sınıf bilinçli işçi, SSCB karşısında benzer tavır alacaktır. Bürokrasi haydutlarının işçi devletini “ne olduğunu şeytan bilir” hale getirdiklerini bilme hakkına tamamen sahiptir. Ama patlayıcı bu tepkiden siyasi problemin çözümüne geçtiğinde hasar görmüş bir işçi devletiyle karşı karşıya olduğunu bilmek zorundadır; ekonominin motoru hasar görmüş, ama hala çalışıyor ve bazı parçalarının tamamen değiştirilmesiyle yeniden (tam) çalışacaktır” (24).

Troçki, biraz da hangi parçaları değiştirdiğinden veya değiştirmek istediğinden bahsetse daha iyi olmaz mıydı?

Troçki gerçekten şaşırmış: Kendi safındaki muhalefete ateş püskürüyor. Bir “işçi devleti”nin uluslararası alanda sadece karşı devrimci bir rol oynamayacağını, mecazi anlamda da olsa emperyalist olabileceğini de yazıyor. Aynı kitaptan okuyalım:

Moskova bürokrasisinin arkasındaki itici güç şüphesiz ki, kendi iktidarını, kendi eğilimini, kendi prestijini ve kendi gelirlerini büyütmektedir. Bu, kelimenin en geniş anlamıyla geçmişte bütün monarşilerin, oligarşilerin, hakim kastların, ortaçağ zümrelerinin ve sınıfların sahip oldukları “emperyalizm”in bileşenidir” (25).

Troçki, “24 ayar” kişiselleştirilmiş çelişki

Kapitalizmin yeniden inşası imkansız mı? Bu konuda hem Lenin hem de Stalin uyarılarda bulunmuşlardır. Dünya proletaryasının her iki önderi de sosyalizmde geriye dönüşün kurulmuş sosyalizm koşullarında ve hele hele bu tek veya birkaç ülkeyle sınırlıysa pekala mümkün olduğunu söylemişlerdi. Her zaman ve her konuda olduğu gibi Troçki bu konuda da farklı düşünüyordu. Troçki'ye göre burjuvazinin silahlı bir ayaklanması ve iç savaş olmaksızın sosyalizmden geriye dönüş olamazdı. Demek oluyor ki, bu koşullar olmaksızın geriye dönüş olamayacağına göre geriye dönüşün başka faktörlerine gözler kapanmış oluyordu. Bu göz kapalılığı kaçınılmaz olarak sosyalizmin Troçki tarafından görülmeyen düşmanlarını teşvik etmekten başka bir işe yaramıyordu.

1920'li ve 1930'lu yıllarda bu konu üzerine defalarca tartışma yapılmış ve sonunda da kılıçlar çekilmişti: Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, Zinovyevciliğin, Kamenevciliğin ve Buharinciliğin kaçınılmaz olarak SSCB'nde kapitalizmin yeniden inşasına götüreceğini göstermiştir. Bunların düşünceleri parti tarafından reddedilmiştir. Ancak ondan sonra sosyalizmin inşasında önemli parti içi engeller aşılmış oldu.

Bu konuda Troçki farklı düşünüyordu. Ona göre durum şundan ibaret: “Ancak açıkça ahmak olanlar, kapitalist ilişkilerin, yani toprak da dahil olmak üzere üretim araçlarının özel mülkiyetinin SSCB’de barışçı yoldan iktidarı ele geçirebileceğine ve burjuva demokrasisini kurabileceğine inanabilir. Gerçekte ise, kapitalizm diğer ülkelerde bunu başarsa bile Rusya’da Ekim Devriminin ve iç savaşın toplamının on katı kadar kayıp veren kanlı bir karşı devrimci darbe olmaksızın, yeniden doğamaz”(26).

Gerçi Troçki bu anlayışının ne denli yanlış olduğunu bizzat görme olanağına sahip olamadı, ama en azından Troçkistler, 1956'da SBKP(B)'nin XX. Kongresinde Kruşçev revizyonistlerinin hiç de “iç savaşın toplamının on katı kadar kayıp veren kanlı bir karşı devrimci darbe olmaksızın” siyasi iktidarı ele geçirdiklerini ve SSCB'nde kapitalizmin yeniden inşasının doğrudan yolunu açtıklarını gördüler.

Bu anlayışıyla Troçki ve ondan sonra da Troçkistler, sosyalizm koşullarında sınıf mücadelesini sadece ve sadece “kanlı bir karşı devrimci darbe” ile sınırlandırmış ve sınıf mücadelesinin başka biçimlerde de devam edebileceğini reddetmiş oluyorlar. Onların bu anlayışı, mutlaka “kanlı bir karşı devrimci darbe”den bahsetmeyen ama eyleyişiyle sosyalizmin yıkılması için mücadele eden oportünist, yıkıcı unsurları ve onların mücadelesini korumaya hizmet etmiştir.

Troçki, sosyalizm koşullarında sınıf mücadelesinin devam ettiğini öğreten Lenin ve Stalin'den öğrenememiştir.

“IV. Enternasyonal ve SSCB (1933) kitapçığında Troçki, “bugünkü Sovyet devletinin proleter olmayan karakteri için en yaygın, en popüler ve ilk bakışta çürütülmesi imkansız argüman, proleter örgütlerin özgürlüğünü boğan göstergedir diyor. Sonraki dönemlerde Troçki, SSCB ve Stalin'e saldırılarında daha da dizginsizleşmiştir, adeta ne dediğini bilmeyen ruhsal yorgunluk içinde olan bir düşünce ihtiyarına dönüşmüştür. “Yaşam boyu önderin yanılmazlığının yeni bonapartist ilkesi, “Stalin fraksiyonu parti üstünde ve hatta bürokrasi üstünde duruyor sözleri ve daha bu türden nice karalamalar Troçki'ye aittir.

SSCB'nde eski hakim sınıfların ifade ve hareket özgürlüğü ellerinden alınmıştır. Bu doğrudur. Aynı zamanda, eski hakim sınıfların ve kapitalist dünyada burjuvazinin SSCB'ne karşı yıkıcı faaliyetlerinden farklı bir faaliyet sürdürmemeye başladığında Troçki'nin de ifade ve hareket özgürlüğü elinden alınmış ve ülkenden kovulmuştur. Bu da doğrudur. Eski hakim sınıflar gibi Troçki de sosyalizmin inşası için gereksiz ve zararlıydı. Bu, sosyalist demokrasinin bir yönüdür, diğer yönü ise tamamen başkadır: SSCB'nde işçiler ve kolhoz köylüleri işletmelerinde işlerinin nasıl şekillendirileceği ve bütün ulusal ekonomide gelişmelerin nasıl olması gerektiği üzerine tartışma ve belirleme hakkına sahiplerdi. SSCB'nde işçi ve köylülerin, bütün halkın sahip olduğu ve kullandığı demokrasi hiçbir burjuva ülkede yoktu ve olamazdı da. Çünkü demokrasinin de sınıfsal karakteri var; burjuva ülkelerde demokrasi hakim sınıflar ve sermaye için özgürlük ve sömürme özgürlüğü, işçi sınıf, emekçi yığınlar için de baskı ve en fazlasıyla sömürülme özgürlüğüdür. Sosyalizmde ise tam tersi söz konusudur; proletarya diktatörlüğünde demokrasi eski düzenin kalıntıları üzerinde baskıdır, ama işçi sınıfı ve emekçi yığınlar için ekonomik ve toplumsal yaşama doğrudan katılımdır.

Ama Troçki bu düşüncede değil. Zaten Troçki, siyasi yaşamının hiçbir evresinde ne parti içi demokrasi ne de genel anlamda sosyalist demokrasi kurallarına göre hareket etmiştir; Bolşevik Parti'ye katılmasından sonra onun yaşamı hep parti ilkelerini ihlalle doludur. Ama bu bir kenara. Troçki de çok iyi biliyordu ki, SSCB'nde tek kişi, yani Stalin diktatörlüğü hiçbir zaman olmamıştır. Troçki de SSCB'nde ve SBKP(B)'de kararların nasıl alındığını ve nasıl uygulandığını çok iyi biliyordu. Bir zamanlar o da bu çalışmanın, mekanizmanın yürütücü bir parçasıydı. Dışlanınca orada işlerlik değişmiş olmuyor, değişen, dışlanandır, yani Troçki'dir. Troçki, önderlerin parti kararlarında etkili olabileceklerini, ama kendi iradelerini partiye ve ülkeye dayatamayacaklarını da çok iyi bilir. Troçki, “kankası Lenin'in doğru görüşlerin kabulü için ne denli sert mücadele verdiğini, ama hiçbir zaman kendi iradesini dayatmadığını da çok iyi bilir, en azından bizzat yaşadığı için bilir. Onun öğrencisi olan Stalin'in de aynen Lenin gibi hareket ettiği Troçki'nin gözünden kaçmış olamaz.

SSCB'nde, ülkenin kuruluşundan bu yana kararların istisnasız olarak kongre ve MK'da çoğunluk kararları olarak alındığı, Stalin'in önderliğinin “Stalin diktatörlüğü olarak damgalanmasının bir saptırma olduğu, SSCB'ni bir parça da olsa tanıyan herkes tarafından bilinir. Sovyet demokrasisinin işleyişini kişi diktatörlüğüne indirgemek ancak ve ancak sosyalizm, sosyalist demokrasi ve SSCB düşmanlarının işi olabilir. Ve bu türden unsurların sayısı hiç de az değildi. Bunların arasında dünya burjuvazisinin yanı sıra Troçki ve Troçkistler de var. SSCB'nde parti, belirleyici güçtür. Bolşevik Parti'nin önderlik yetenekleri oldukça gelişmiş güçlü önderleri vardı ve bunlar alınan kararlar üzerinde oldukça etkili olabiliyorlardı. Bunlardan birisi Lenin, diğeri de Stalin'dir. Ama Troçki, parti kararları üzerinde bırakalım oldukça etkili olmayı hiç etkili olmamıştır. Şu veya bu konudaki tartışmalar Bolşeviklerin ve Troçki'nin savundukları ve alınan kararlar bunun böyle olduğunu göstermektedir. Bolşevik Parti'nin hangi önemli veya önemsiz bir veya birkaç konuda Troçki'nin aklına göre hareket etmiştir? Bunun örneği var mı? Şayet “Stalin diktatörlüğünden tartışmalarda ve kararların alınmasında ve uygulanmasında engel tanımaz irade kastediliyorsa, dünya komünist hareketinde gelmiş geçmiş en büyük “diktatör Lenin'dir. Stalin'in “diktatörlüğü Lenin'in “diktatörlüğü”nün yanında oldukça masumdur. “Kankasından sonra onun gibi “diktatör olmak isteyen -hani Lenin'in yolunda yürüyorum diyordu ya!- Troçki, bu gerçekleri bilmiyor muydu? Elbette biliyordu.

Ama Troçkistler zehirli oklarını Lenin'e yöneltmekle bir şey elde edemeyeceklerini çok iyi biliyorlardı. Diğer taraftan, artık yaşamadığı için Lenin'in de söylenene itiraz etme durumu yoktu. Ortada Troçki'nin planlarını bozan, Leninizmi, kendi tanımlamasıyla ve dünya komünist hareketine mal ettiği Marksizm-Leninizm tanımlamasıyla Lenin'in düşüncelerini savunan ve uygulayan Stalin ve onun önderliğinde Bolşevik Parti vardı. Öyleyse zehirli oklar Stalin'e ve partiye yöneltilmeliydi. Öyle de oldu.

Stalin'in “entrikacı”, “kana susamış bir diktatör” olarak bütün dünya burjuvazisine tanıtılmasında Troçkistlerin kışkırtmalarının payı belirleyicidir. Ne yani Lenin'den sonra partinin önderi olarak Stalin'in SSCB'nde sosyalizmin inşasına katkısı olmadı mı, bütün o gelişmeler, o zaferler Stalin'e rağmen mi elde edildi? Bir gün, belki de 30-33 sene öncesi TKP'nin bir toplantısına katıldım. Neden oradaydım ve neden “ne yapıyorsun burada diye sormadıklarına şaşırarak konuşmaları dinledim. Konu SSCB'nde sosyalizmin inşasıydı. Ne denli başarılı bir inşa olduğu bir güzel anlatıldı. Bu başarılı inşada Stalin nerede diye sordum. “Bön bön bakarak “tarihsel görevini yaptı dediler. (Yıllar sonrasında -1992-1994 arasında olsa gerek- bir kafeteryada otururken arka masada iki kişinin konuşması dikkatimi çekti. Tanıdık sesler ve ilginç kavramlar. “Daha fazla kesecekti, daha fazla asacaktı diyorlardı. Bu bitkin insanları merak ettim ve “çaktırmadan baktım. Ne göreyim, arkamda “Maocu faşistler diye saldırıp sopalarla kafamı kıran “kadim dostlarım, aynı zamanda o toplantının katılımcılar oturuyorlar ve müthiş bir Stalin hayranlığı ve sevdasıyla “neden daha fazla öldürmedi diye Stalin'i yad ediyorlardı). TKP'ye göre SSCB'nde sosyalizm inşa edilirken Stalin sadece “tarihsel görevini yapan öndermiş. Bundan neyi anlamak gerekir bilmiyorum. Troçkistlere göre de SSCB'de olumlu ne yapıldıysa, örneğin üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve ülkenin sosyalist bir toplum olması, Stalin'e rağmen yapılmıştır! Stalin bir biçimde görevinde bırakılıyor, başarılarda payı olmuyor, ama bütün “kötülükler” ona mal ediliyor! Ne kadar doğru, ne kadar materyalist tarih anlatımı veya değerlendirmesi değil mi?

Bolşeviklerin kendi hatalarına karşı da acımasız oldukları bilinen bir gerçektir. Her ne kadar Troçki, diğer makalelerde de gösterdiğimiz gibi kendi hatalarını sonradan yumuşatarak kabul etse de Bolşeviklerin bu konudaki tavrını çok iyi bilmesi gerekir. SSCB'nde sosyalizmin inşasının başarıyla sürdürülmesi ve göz kamaştırıcı, dünya burjuvazisinin bile reddetmediği sonuçların elde edilmesi birçok yöneticide rehavete, bu işi başardık anlayışına neden olmuş, devlet işleyişinde, parti çalışmasında birçok hatalar ve eksiklikler ortaya çıkmıştı. Mart 1937'de MK Plenumu'nda bu konu ele alınır ve oldukça açık eleştiriler yapılır ve parti içi demokrasinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesi için mücadele en güncel görev olarak görülür. Nitekim Troçki'nin “diktatörü bu hata ve eksikliklerin üzerine gider. Örneğin Stalin SBKP(B)-MK Plenumu'nda “Parti Çalışmasının Eksikliği ve Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak Önlemler Üzerine yaptığı konuşmada diğer şeylerin yanı sıra şunları anlatır:

Ama başka türden tehlikeler de var. Başarılarla, kazanımlarla bağlantılı tehlikeler bunlar. Evet, evet yoldaşlar, başarılarla bağlantılı, kazanımlarla bağlantılı tehlikeler. Bu tehlikeler, politikada az deneyimli insanlarda, çok fazla şey yaşamamış insanlarda, başarı durumunun -başarı başarı üstüne, kazanım kazanım üstüne, planların birbiri ardına aşılması- bir kayıtsızlık ve kendini beğenmişlik ruh hali, bir törensellik ve karşılıklı kutlama atmosferi yaratmasında, bu atmosferdeki doğru ölçü duygusunu öldürmesinde, politik içgüdüyü köreltmesinde ve insanların kendilerini boş bırakmalarında, başarıları üzerine yan gelip yatmalarında kendisini gösterir.

Bu uyuşturucu kibir ve kendini beğenmişlik, bu törensellik ve gürültülü kendini övme atmosferi içinde insanların, ülkemizin kaderi için birinci derecede önemli olan gerçekleri unutmaları, kapitalist kuşatma, zararlı faaliyetlerin yeni biçimleri, başarılarımızla bağlantılı tehlikeler vs. gibi olumsuz gerçekleri görmezden gelmeye başlamaları şaşırtıcı değildir. Kapitalist kuşatma! Ne kadar saçma! Ekonomik planlarımızı gerçekleştirdiğimiz ve hatta aştığımız süreç böyle bir kapitalist kuşatmanın ne önemi olabilir ki?(27).

Aynı konuşmasında bu tehlikelerin üstesinden gelmek için bir dizi öneride bulunur. Okuyalım:
Önemleri tartışılmaz olan ve bundan sonra da her gün, her yıl sürdürmek zorunda olduğumuz ekonomik başarılarımızın, sosyalist inşanın bütün özü olmadığı yoldaşlarımıza kavratılmalıdır.

Kendini beğenmişlik, kayıtsızlık, politik içgüdülerin körleşmesinde ifadesini bulan ekonomik başarıların diğer yüzünün, sadece ve sadece, ekonomik başarıların, parti inşasında ve partinin politik çalışmasının geliştirilmesinde elde edilecek başarılarla birlikte yürüdüğü koşullarda ortadan kaldırılabileceği açıkça ortaya konulmalıdır.

Ekonomik başarıların sürekliliği ve sağlamlılığının, tamamen partinin örgütsel ve politik çalışmasının başarılarına bağlı olduğu, bu koşul olmaksızın ekonomik başarıların temelden yoksun olduğu açıkça ortaya konmalıdır.

Kapitalist kuşatmanın, Sovyetler Birliği'nin uluslararası durumunu belirleyen temel olgu olduğu hiç unutulmamalıdır, her zaman anımsanmalıdır...

Yoldaşlarımıza, ne kadar büyük olursa olsun hiçbir ekonomik başarının, kapitalist kuşatma olgusunu ve bu olgunun sonuçlarını dünya yüzünden kaldıramayacağı kavratılmalıdır...

Ülkemizde sınıf mücadelesinin, ileriye doğru attığımız her adımla, giderek sönmek zorunda olduğu, sınıf düşmanının, elde ettiğimiz her zaferle uysallaşacağı türünden çürük teori parçalanmalı ve bir yana itilmelidir” (28).

Stalin'in çıkardığı sonuç oldukça açıktır. Her tarafta, en üst yapısına kadar bütün parti örgütlerinde sistematik, yoğun siyasi eğitim çalışmasının yürütülmesi gerekmektedir. Tam da bu nedenden dolayı Stalin, artık günümüzde “Şahti-dönemine uygun olan tekniği kotarma eski şiarı şu yeni şiarla tamamlanmalıdır: Kadroların politik eğitimi, Bolşevizmin kavranması ve körü körüne politik güvenin tasfiyesi. Bu şiar, içinde yaşadığımız döneme son derece uygun bir şiardır diyordu (29).

Troçki'yi anlamak gerekir, ama Troçki'nin de -birazcık da olsa- Bolşevikleri anlaması gerekir. Ekonomik inşanın daha üst bir seviyeye doğru gelişmesi, diyelim ki sosyalist inşanın tamamlanması, parti ve bütün kamu yaşamının tamamen demokratikleştirilmesini gerekli kılar. Bu nasıl doğruysa, burjuva bir toplumun sosyalist bir topluma dönüşmenin de düz bir hat izlemeyeceği, farklı gelişme aşamalarından geçeceği ve her bir aşamanın da sorunlarının, insanların önüne koyduğu görevlerin farklı olacağı o derece doğrudur. Troçki'nin anlamadığı da budur. Sosyalist ekonominin ve ona tekabül eden demokrasinin gelişmesine ayak uyduramayan, kendini geliştiremeyen ve dolayısıyla karşı karşıya olduğu görevlerin üstesinden gelemeyen her kadro, her yönetici artık ayak bağı olmuş demektir. Ekonominin ve toplumsal kurumların bu türden yöneticilerden, kadrolardan temizlenmesi gerekir. Demokratikleştirmenin pratik anlamı aynı zamanda bürokratikleşmiş böylesi unsurların görevden uzaklaştırılmasıdır. Troçki, öncelikle parti, devlet, ordu ve iktisadi kurumların böylesi unsurlardan temizlenmesini ileri bir adım olarak değil, despotluk, susturma, diktatörlük olarak görüyor.

Aynı Plenumda (Stalin'in konuştuğu Plenum) Shdanow da konuşur. MK adına Shdanow, parti içinde demokratik merkeziyetçiliğin eksiksiz uygulanmasını, tam uyulmasını talep eder. Demek ki, bir eksiklik vardı. Demek ki, mevcut tüzük ya yetersizdi ya da uygulanmıyordu, duruma göre esnekleştiriliyordu. Açık ki, demokratikleşme konusunda geride kalınmışlık söz konusuydu. Tam da bu nedenlerden dolayı Shdanow, bir dizi parti örgütünün parti tüzüğünü ve parti içi demokrasinin ilkelerini pratikte çiğnediğini söylüyordu. Shdanow, hata ve eksilikleri eleştirirken oldukça sertti. Özelikle tüzüğün 18. maddesinin uygulanması gerektiği gibi uygulanmadığı üzerinde duruyordu:

Partinin örgütsel inşasının yöneten ilkesi, demokratik merkeziyetçiliktir. Bunun anlamı şudur:
a) Yukarıdan aşağıya partinin yöneten organlarının seçilebilirliği.
b) Parti organlarının kendi parti örgütlerine dönemsel rapor sunması.
c) En sıkı parti disiplini ve azınlığın çoğunluğa tabi olması.
Alt organların ve bütün parti üyelerinin daha üst parti organlarının kararlarını yerine getirmede mutlak yükümlülükler...

Tüzük üzerine yemin etmemize, çevrelerde ezbere öğrenmemize ve parti üyelerinden parti belgelerinin sınav ve değişiminde tüzüğü tanımalarını talep etmemize rağmen partimizin yasaları ayaklar altına alındı. Bir sınavda bizzat kendimizin parti yasaları karşısında uygunsuz liberal tavır içinde olduğumuz açığa çıkıyor...

Parti komitelerine,...şehir komitelerine,...bölge komitelerine…ve ulusal komünist partilerin merkez komitelerine çeşitli önder görevlilerin atanmasının hiçbir şekilde haklı çıkarılamayacak yaygınlaşması, seçim ilkesi bağlamında partimizin tüzüğünün böyle oldukça ciddi çiğnenmesidir.
SBKP(B)-MK'nın elinde olan dokümanlar atamanın zararlı pratiğinin oldukça yerleştiğini gösteriyor. Atama pratiği, parti üyelerinin kendi yürütme organlarının seçimine katılmasının yasal hakkını zedeliyor. Atama ile parti üyelerinin seçimlere katılma ve uygun olmayan adayları reddetme imkanı elinden alınıyor; atama Plenumda yapıldığı için artık onların düşünceleri sorulmuyor.

Açık ki, parti içi demokrasinin zedelenmesi, demokratik merkeziyetçiliğin uygulanmaması, tüzüğün çiğnenmesi karşısında Bolşevik Parti kendisine karşı acımasız olmuş, hataların üzerine gitmekten çekinmemiştir.
Atamanın demokrasi ile çelişmesi daha açık dile getirilemezdi. Sadece atama değil, kayırmacılığın önünü açan, eleştirinin önünü alan, üyelerin seçme ve seçilme hakkını fiilen elinden alan pratikler üzerine gidilmiştir.

Shdanow devamla bu konuda şunları söyler:
Kolektif katkı ilkelerinin çiğnenmesinin bir örneğini vermek istiyorum. Söz konusu olan, 'üçgenler' denen şey. 'Üçgenler' görünümü -parti komitesi sekreterinden, işletme veya kurum yöneticisinden ve yerel sendika örgütü başkanından oluşmaktadır- bizde bir dizi örgütlerde normal seçilmiş organlardan (Parti komitesi ve işletme komitesi) ayrı olarak kendine özgü, resmi ve düzenli faal olan, hiçbir parti ve Sovyet yasasında öngörülmeyen örgüttür. Toplanıyor, kararlar alıyor, icraat için emirler veriyor vs. Kolektif önderlik açısından, parti, ekonomi ve sendika örgütleri arasındaki doğru ilişkiler açısından üçgen tamamen yasalara aykırı bir biçimi temsil ediyor. Bu, kayırmacılıktır, eleştirmeyi zorlaştırmak için bir anlaşmadır. Bu üçlü anlaştıktan sonra, sıkıysa birisi onu eleştirmeye kalkışsın! Sendika ve parti örgütleri böylece sorumluluktan el çektirilmiş oluyorlar. İktisadi önderliğin eksikliklerine karşı mücadelede silahsızlandırılıyorlar ve diğer taraftan da üçgen sanki kolektif idare organı oluştururken bizim iktisat yönetimi tamamen başka inşa edildiği için ekonomi önderleri bizzat silahsızlandırılıyorlar.
Üçgenler, kolektif yönetimin bir gülünçlemesini, bir karikatürünü, bir yedeğini oluşturuyor... Görüşüme göre üçgenlerin tasfiye edilmesini düşünme zamanı gelmiştir.

Şüphesiz ki, “üçgenler gibi tüzük ve yasa dışı pratiklere karşı mücadele engelsiz yürütülmemiştir. Kişisel çıkarlara dokunulduğu yerlerde direnç ve mücadeleyi saptırma pratikleri görülmüştür. Ama demokratikleştirme süreci içinde bu unsurlar görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Bunların bir kısmının Troçkistler olduğu da bilinmiyor değil. MK Plenumu'nda Shdanow'un konuşmasından sonra kabul edilen bildirgede diğer şeylerin yanı sıra şunlara da yer alıyordu:

SBKP(B)-MK Plenumu, aşağıdaki tedbirlerin gerçekleştirilmesini gerekli görmektedir ve bütün parti örgütlerini bu tedbirleri gerçekleştirmekle sorumlu kılmaktadır:

1- Üyelerin parti komitelerine atanma pratiğinin parti tüzüğüyle uyumluluk içinde ortandan kaldırılması, parti örgütlerinin önder organlarının seçilebilirliğinin eski haline getirilmesi.

2- Parti örgütleri seçimlerinde listeye göre oylamanın yasaklanması. Oylama her bir adaya göre yapılmalıdır; bu yapılırken bütün parti üyelerinin adayı reddetme ve onları eleştirmede sınırsız hakkı güvencelenmelidir.

3- Parti organları seçimlerinde adaylar üzerine kapalı (gizli) oylamanın yürürlüğe konması...

Söz konusu Plenum sonuçları, kabul edilen bildirge, nihayetinde bütün parti örgütlerinde demokratikleşme mücadelesinde katedilen birer mesafe olmuştur. Bu Plenum aynı zamanda bir özeleştiri yeri olmuştur.

Lenin'in 28 Mart 1923'te XI. Parti Kongresinde kapanış konuşmasında söylediği oldukça öğreticidir:
Şimdiye kadar çürüyüp gitmiş bütün devrimci partiler, kendini beğenmiş oldukları, güçlerinin nereden kaynaklandığını göremedikleri, kendi zayıflıkları üzerine konuşmaktan çekinikleri için çürüyüp gitmişlerdir(30).

Yeri gelmişken burada belirtmekte yarar var: SBKP(B) XIX. Kongresinde Bolşeviklerin kendi hatalarını dile getirmeleri gecikmiş bir özeleştiriydi. SBKP(B)-XX. Parti Kongresinde ise Lenin'in yukarıdaki uyarısının gerçeklik olduğu görüldü, yaşandı.

Kaynaklar:

1) L. Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale, (Das Übergangsprogramm)” - “Geçiş Programı”, Trotzki-Archiv Trotzkismus, Wordpress.Com, Internet s. 22.

2) L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus”, “Die UdSSR im Krieg” “Außenpolitik – Fortsetzung der Innenpolitik” kısmından, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

3) L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus”, “Die Theorie des ”bürokratischen Kollektivismus” kısmından. www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

4) L. Trotzki; “Die internationale Revolution und die Kommunistische Internationale", Verlag Die Vierte Internationale 1929, 1970, s. 67.

5) L. Trotzki, “Mein Kampf mit Stalin”, in “Das Tagebuch”, X. Jhg., Heft 10, 9. März 1929, s. 381. Aktaran: Willy Huhn, “Trotzki - der gescheiterte Stalin”- İnternet.

6) L. Trotzki; “Die permanente Revolution”. “Vorwort zur deutschen Ausgabe”, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/permrev/vorwort.html.

7) L. Trotzki; “Die permanente Revolution”. “Vorwort zur deutschen Ausgabe”, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/permrev/vorwort.html.

8) L. Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “The Crisis of the Soviet Economy”, www.marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.

9) L. Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “Conditions and Methods of Planned Economy” alt başlığı altında, www.marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.

10) L. Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “Suppression of the NEP, Monetary Inflation, and Liquidation of Soviet Democracy”, www.marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.

11) L. Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “The Crisis of the Soviet Economy” ara başlığı altında, www.marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.

12) L. Trotzki; “Die internationale Revolution und die Kommunistische Internationale", Verlag Die Vierte Internationale 1929, 1970, s. 65.

13) L. Troçki; “Verratene Revolution”, “X. Die UdSSR im Spiegel der neuen Verfassung” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap10.htm.

14) Leo Trotzki; Leon Trotsky; “War and the Fourth International”, “The USSR and Imperialist War” ara başlığı altında, www.marxists.org/archive/trotsky/1934/06/warfi.htm.

15) L. Trotzki; “Arbeiterstaat, Thermidor und Bonapartismus - Diktatur des Proletariats und Diktatur der Bürokratie” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1935/02/arbstaat.htm#k05.

16) Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”. “Handelt es sich um politische oder begriffliche Unterschiede?” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

17) Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die frühe Degenerierung der Bürokratie” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

18) Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Außenpolitik, Fortsetzung der Innenpolitik” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

19) Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die Frage der besetzten Gebiete” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

20) Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Wir ändern unseren Kurs nicht!” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

21) Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Wieder und immer wieder über den Charakter der UdSSR”, 1939-1940, “Aufstand an zwei Fronten” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/10/vdm-wieder.html.

22) Aktaran: Willy Huhn, “Trotzki - der gescheiterte Stalin”- İnternet.

23) L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus, Wieder und immer wieder über den Charakter der UdSSR”, “Psychoanalyse und Marxismus” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/10/vdm-wieder.html.

24). L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus, Wieder und immer wieder über den Charakter der UdSSR”, “Psychoanalyse und Marxismus” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/10/vdm-wieder.html.

25) L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus, Wieder und immer wieder über den Charakter der UdSSR”, “Imperialismus?” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/10/vdm-wieder.html.


27) Stalin; C. 14, s. 131-132, “Parti Çalışmasının Eksikliği ve Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak Önlemler Üzerine.

28). Stalin; C. 14, s. 132-134, “Parti Çalışmasının Eksikliği ve Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak Önlemler Üzerine.

29) Stalin; C. 14, s. 134, “Parti Çalışmasının Eksikliği ve Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak Önlemler Üzerine.

30) Lenin; C. 33, s. 297.