“DÜŞTÜYSEK
KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
“24
AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ
Makale
15
TROÇKİ
VE TROÇKİSTLERİN ÇIKMAZI
SSCB
Troçkistleri bölüyor
“24
ayar” “baş kişi” Troçki!
Mayıs
1951'de Troçki'nin eşi Natalie Trotzki “IV. Enternasyonal”e
meydan okuyan bir açıklama yapar. Bu açıklamasında SSCB'ni ve
II. Dünya Savaşı sorasında Orta ve Doğu Avrupa'da yeni kurulmuş
olan anti-faşist demokratik cumhuriyetleri (“halk demokrasisi”
ülkeleri) kastederek bu ”Stalinist devletler”in hala
“işçi devleti” olarak tanımlanmasına devam edilmesinin
yanlış olduğunu dile getirir. Natalie Trotzki bu sorundan dolayı
“IV. Enternasyonal”i terk eder. Ona göre “Stalinist
devletler”i yozlaşmış da olsa “işçi devleti”
olarak tanımlamak bu ülkelerde “Stalinist bürokrasi”ye
ilericilik atfetmek, hatta devrimci demek anlamına gelir. Hele hele
olası bir III. Dünya Savaşında “IV. Enternasyonal”in, başta
SSCB olmak üzere bu devletleri uluslararası işçi hareketiyle
destekleme anlayışı hiç kabul edilemez görüşündedir. ABD'de
“Sosyalist İşçi Partisi”nin (Socialist Workers Party – SWP)
yaptığı açıklamasında Troçki'nin düşüncelerinin “IV.
Enternasyonal” tarafından savunulduğunu dile getirmesi kendisine
çok dokunur. Bayan Troçki'ye göre Troçki yaşamış olsaydı
Stalin'in sosyalist anavatandan geriye hiçbir şey bırakmadığını
görecekti ve “işçi devleti” kavramını ağzına bile
almayacaktı.
SWP'li
Troçkistler Natalie Troçki'ye cevap vermekte gecikmezler. Onun
açıklamasına ilişkin karşı-açıklamada bu konudaki
görüşlerinin henüz kesinleşmediğini “işçi devleti”
kavramı üzerine tartıştıklarını dile getirirler. Ama aynı
zamanda “planlı ekonomiyi savunduklarını”, Natalie
Troçki'nin görüşlerinin 1939/1940'da Burnham ve Shachtman
önderliğinde “küçük burjuva muhalefet”in, SSCB artık
kapitalist bir devlet olmuştur anlayışının tekrarlanması
olduğunu, SWP'nin ise Troçki'nin düşüncesini savunmaya devam
ettiğini eklemeyi unutmazlar. Bu durumda Amerikalı Troçkistler,
SSCB'nde “Planlı ekonomi”yi savunmaya devam ediyorlar,
ama aynı zamanda “Stalinizme karşı uzlaşmasız muhalefet”i
de sürdürüyorlar.
Peki
sorunun kaynağı neydi, neden bu tartışma hala sürmektedir?
Tartışmanın nasıl başladığına bakalım:
Troçkistlere
göre SBKP(B)'nin “Stalinist
önderlik” “cinayet”ler
işlemiştir. Bu, Troçkistlerin ortak görüşüdür. Bu ortak
görüşten sonuçlar çıkartmak konusunda Troçkistler arasında
görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda SSCB'nin
karakteri yeniden tartışılmalıdır diyen bir kısım Troçkist,
artık SSCB'nin bir “işçi
devleti” olarak
tanımlanamayacağını ve bir savaş durumunda desteklenemeyeceğini
savunurken, Troçki önderliğinde bir kısım Troçkist de her şeye
rağmen SSCB'nin hala bir “işçi
devleti” olduğunu
savunmuştur. Troçki'nin “Marksizmin Savunulması” kitabı bu
tartışmayla ilgili makale ve mektuplarından oluşur. SSCB hem
sosyalizmin inşası sorunlarıyla hem de savaş sorunuyla
uğraşırken, Troçkistlerin nelerle uğraştığını öğrenmek ve
“devrimci”, “Marksist” karşı devrimciliğin ruh halini göz
önünde canlandırmak isteyenler için mutlaka okunması gereken bir
kitaptır.
Tabii söz
konusu tartışma o zaman -1939/1940- sonuçlanmamıştır, tartışma
bölünmeye neden olmuştur. Sonraki dönemlerdeki tartışmalardan
da sonuç alınamamıştır. Sorun SSCB dağılana kadar Troçkistler
arasında en önemli tartışma konularından birisi olmaya devam
etmiştir.
“Stalinist
önderliğin” “cinayet”lerine
rağmen SSCB hala bir “işçi
devleti” miydi, neden
savunulması gerekiyordu? Veya SSCB'nde “totaliter
bir rejim” mi söz
konusuydu? Yani “ulusal
sosyalizm”le,
Almanya'da faşist diktatörlükle karşılaştırılabilecek bir
rejim mi söz konusuydu? Soru buydu.
Troçkistler
açısından SSCB'nin neden savunulamayacağı veya neden savunulması
gerektiği 21. yüzyıl için de temel bir sorun oluyor. Bu konuda
haklılar. Her ne kadar soruna yaklaşım tamamen farklıysa da
SSCB'nde değişim -sosyalizmin inşası ve geriye dönüş-
Marksist-Leninistler açısından da 21. yüzyılda sosyalizmin temel
sorunlarından birisidir.
SSCB'nin
sınıfsal, ekonomik ve toplumsal yapısı ve gelişimiyle bağlam
içinde Troçki'nin kurgusu hazırdı. Troçki, parti önderliğinden
kendi eylemiyle dışlandıkça ve sıradanlaştıkça SSCB'ne,
SBKP(B)'ye, sosyalizmin inşasına ve Stalin'e karşı saldırıları
da giderek şiddetlenmiştir; tek ülkede sosyalizm inşa edilemez,
SSCB yozlaşmaktadır. Yozlaşan SSCB aynı zamanda “Stalinist
rejim”in devrime karşı başlayan karşı devrimidir. Ama
“Stalinist önderlik” 10-15 sene içinde iktidarını
sağlamlaştırmıştır. Bu zaman zarfında Stalin, asarak, keserek
bir korku rejimi yaratmış ve bütün bunları da tamamen tutucu
olan, devrimin ideallerine yabancı olan, sosyal eşitlik ve
enternasyonalizme tepkili olan bir sosyal tabaka ile; yani devlet ve
partide çöreklenmiş olan bürokrasi ile yapmış! Bu durumda
Troçki ve Troçkistler şunu söylüyorlar:
Ekim 1927'de,
XV. Parti Kongresi'nden iki ay öncesinde başlayan tartışmaların
sonucuna göre bizi (Troçkist-Zinovyevist Blokun politikasını)
sadece 4.000, ama SBKP(B)'nin politikasını ise 724.000 üyenin oy
vererek desteklemiş olması SBKP(B)'nin üye sayısının ezici
çoğunluğunun tamamen tutucu, devrimin ideallerine yabancı, sosyal
eşitlik ve enternasyonalizme tepkili olan bir sosyal tabakadan
oluştuğunu; bu tabakanın devlet ve partide çöreklenmiş olan
bürokrasiyi temsil ettiğini göstermektedir! Bir biçimde
Troçkistler bunu söylemektedir. Ama en azından Troçki bu
düşüncededir. Çünkü onun, kendisini desteklemeyen işçiler
için Ekim Devrimi öncesinde ve sonrasında yaptığı değerlendirme
değişmemiştir. Kendisini desteklerlerse komünist, öncü vb.
oluyorlar, ama Lenin'i, Bolşevik Parti'yi, Stalin'i desteklerlerse
öncü olmaktan, komünist olmaktan çıkıyorlar, “akıl
tutulması”
içinde oluyorlar.
Troçki,
parti içi mücadeleyi kaybettikten, demokratik mücadele ile
iktidarı ele geçiremeyeceğini anladıktan ve doğrudan yıkıcı
faaliyetlere yöneldikten ve nihayetinde SSCB'den kovulduktan sonra,
1933'te SBKP(B)'nin ve Komintern'in “yeniden devrimci mücadeleye
döndürülemeyeceği” sonucuna varır ve tam da bu nedenden
dolayı yeni bir enternasyonalin ve yeni bir partinin kurulmasından
bahsetmeye başlar. Parti kuramaz, ama bahsettiği enternasyonal
1938'de Paris'te kurulur.
Troçki'nin
enternasyonali, SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün,
Troçkistlerin tanımlamasıyla “bürokrasi”nin bir “siyasi
devrim”le yıkılması, ama aynı zamanda Ekim Devriminin
doğrudan bir sonucu olan mülkiyet ilişkilerinin savunulması için
mücadele edeceğini açıklar. Troçkistlere göre SSCB'nin tarihsel
yazgısı üzerine son söz henüz söylenmemiştir. Yani SSCB bir
geçiş toplumunu temsil etmektedir; hem sosyalizme doğru hem de
kapitalizme doğru gelişebilir. O dönemin SSCB'nde Bolşevik Parti
“kim kimi” alt edecek sorusunun henüz gündemden kalkmadığını,
sosyalizmde de sınıf düşmanlarına karşı mücadelenin devam
etmesi gerektiğini sürekli gündemde tutar. Yani sosyalizm
komünizme geçişin ilk basamağıdır, ama geriye, kapitalizme
dönüş de olabilir der. Bolşeviklerin bu değerlendirmesini Troçki
alır ve onlara karşı kullanmaya çalışır. Troçkist Sovyetik
“geçiş toplumu”nda rejim ile mülkiyet ilişkileri
-proletarya diktatörlüğü ile sosyalist mülkiyet ilişkileri
demek istiyor- arasında bir çelişki vardır. “IV.
Enternasyonal”in kuruluş programında Troçki şunları yazar:
“Sovyetler
Birliği'nin hakimiyet biçimi tehdit edici çelişkileri
içermektedir. Ama o, hala yozlaşmış bir işçi
devletinin hakimiyet biçimidir. Bu sosyal bir teşhistir.
Siyasi
öngörü alternatif olarak (şunu) gündeme getiriyor: Ya işçi
devletinde giderek daha ziyade dünya burjuvazisinin aracı olan
bürokrasi yeni mülkiyet biçimlerini bir kenara iter ve ülkeyi
yeniden kapitalizme atar ya da işçi sınıfı bürokrasiyi
paramparça eder ve yolu sosyalizme açar” (1).
Troçki'nin
tespit etiği söz konusu bu çelişkiden hareketle “IV.
Enternasyonal”, savaş durumunda SSCB'ni savunmanın doğru
olacağını söyler. Troçki bu tespiti için iki temel neden öne
sürer: “Birincisi,
SSCB'nin yenilgisi emperyalizme devasa kaynaklar sunabilir ve
kapitalist toplumun ölüm mücadelesini yıllarca uzatabilir.
İkincisi, kapitalist temeller devam eden çöküşten başka
olanaklar göstermezken, SSCB'nin asalak bürokrasiden kurtarılmış
toplumsal temelleri, sınırsız ekonomik ve kültürel ilerleyişi
güvenceleyecek durumdadır”.
Açık
ki Troçkistlere göre SSCB'nin “IV. Enternasyonal” tarafından
savunulması, inşa edilen sosyalizmin, proletarya diktatörlüğünün,
onların tanımlamasıyla “Stalinist
rejim”in
savunulması anlamına gelmiyordu; tersine bu, bu “rejim”e
karşı mücadeleyi içeriyordu. “Devlet
mülkiyetinin muhafazası için SSCB'nde bürokrasinin devrilmesi
elzemdir. Sadece bu anlamda SSCB'nin savunulmasından yanayız”
diyen Troçki'dir (2).
1939'un
sonbaharında M. Shachtman (Amerika'da Troçkist örgütlenmenin
kurucularından biri) ve J. Burnham (felsefe profesörü)
önderliğinde SWP içinde bir hizip oluşur. Bu hizip, Stalin,
Hitler ile “müttefiklik” ilişkisine girdiği için “IV.
Enternasyonal” programını değiştirmeli ve artık SSCB “işçi
devleti” olmadığı
için savaş durumunda savunulmamalıdır görüşündedir. Troçki
bu anlayışa şiddetle karşı gelir ve başta SWP'in başkanı J.
P. Cannon olmak üzere üyelerin çoğunluğu tarafından da
desteklenir.
Troçki,
SSCB yozlaşmış da olsa bir “işçi
devleti”dir
anlayışında ısrar eder. Ama bu konudaki farklı görüş, SWP
içinde ve sonra da uluslararası alanda kapsamlı bir hizip
mücadelesinin patlak vermesi için yeter. Bu görüş ayrılığından
hareketle Troçki önderliğinde Troçkistler işi, biz “Marksizmi”
savunuyoruz, hizip ise sağa kayıyor atışlarına kadar uzatırlar.
Troçki önderliğindeki Troçkistler, Shachtman ve Burham
önderliğindeki hizbin “Stalinist
bürokrasi”yi
savunmamakla, görünüşte radikal bir iş yapmış olur ama bu,
esasen emperyalizm önünde teslimiyetçiliktir anlayışındadır.
Kendileri ise “Stalinist
bürokrasi”nin
yaptığına bakmaksızın -yani SSCB'nde sosyalizmin inşasına ve
sosyalist demokrasinin uygulanışına bakmaksızın- Ekim Devriminin
bir sonucu olan mülkiyet ilişkilerini savunacaklarını dile
getirirler.
“Marksizmin
Savunulması” -SSCB Savaşta” yazısında Troçki'nin, faşist
rejimlerle SSCB'nde proletarya diktatörlüğü arasında kurduğu
ilişki oldukça ilginçtir. Okumadan geçmeyelim:
“Bütün
bu rejimler şüphesiz ki, son kertede modern ekonominin kolektif
eğilimlerini belirleyen ortak özellikler göstermekteler. Hatta
Lenin de daha Ekim Devriminden önce emperyalist kapitalizmin temel
özelliğini üretici güçlerin devasa yoğunlaşması, tekelci
kapitalizmin devletle güçlü kaynaşması, bu kaynaşmanın sonucu
olarak çıplak diktatörlüğe organik eğilim diye tanımlar.
Kolektifleştirme ve
merkezileştirme gibi özellikler hem devrimin hem de karşı
devrimin politikasını belirlerler. Ama bu, asla, devrimi,
Thermidor'u, faşizmi ve Amerikan 'reformizmi'ni eşit tutmak
anlamına gelmez... Mussolini ve Hitler sadece mülk sahiplerinin
çıkarlarını “koordine ediyorlar” ve kapitalist ekonomiyi,
dahası esasen savaş amaçları için “düzenliyorlar”. Buna
karşın Kremlin oligarşisi tamamen farklı bir şeydir: Rusya'nın
işçi sınıfı tarihte mülkiyet ilişkilerinin en büyük altüst
oluşunu gerçekleştirdiği için Kremlin oligarşisi, sadece bundan
dolayı bir bütün olarak ekonomiyi yönlendirebiliyor. Bu fark göz
ardı edilmemelidir”
(3).
Troçki
bir noktayı unutuyor: Lenin rejimin sınıfsal karakterini hiçbir
zaman göz ardı etmiyor. Ama Troçki'nin böyle bir derdi yok.
Faşist rejimi proletarya diktatörlüğü ile eş anlamlı
görebiliyor. Anladık, Mussolini ve Hitler İtalya'da ve Almanya'da
emperyalist burjuvazinin en gerici, en şoven kesiminin çıkarlarını
koordine ediyorlar ve düzenliyorlar. Peki SSCB'nde proletarya
diktatörlüğü veya Troçki'nin deyimiyle “Kremlin
oligarşisi” hangi
sınıf adına ekonomiyi koordine ediyor ve düzenliyor? İşçi
sınıfı adına mı yoksa “bürokrasi” adına mı veya da Sovyet
“emperyalist burjuvazisinin en gerici, en şoven kesimi” adına
mı ekonomiyi koordine ediyor ve düzenliyor?
Troçki
bu soruya cevap veremeden bu dünyadan ayrıldı. Onun bu soruya
cevap vermemesi de, sonrasında Troçkistler arasında derin
tartışmalara ve yeni parçalanmalara neden olmuştur.
Troçki,
tek ülkede sosyalizmin inşasını, SSCB'nde “rejim”in ilerici
olduğunu savunuyor
Stalin
önderliğinde SBKP(B) sosyalizmin inşasında bahsettikçe ve bu
doğrultuda adımlar atıldıkça Troçki'nin, sosyalizmin inşası,
SSCB'nin ekonomik yapısı ile ilgili görüşlerinde değişmelerin
olduğunu görüyoruz. Örneğin 1928'de Komintern'in VI.
Kongresinden sonra Komintern programıyla bağlam içinde Stalin'in
değerlendirmesini kastederek “Daha şimdiden
sosyalizmin onda dokuzunu gerçekleştirdik diye işçiye yalan
söyleme yerine ona, şimdiki durumda iktisadi seviyemize, varoluş
ve kültür koşullarımıza göre sosyalist bir toplumdan ziyade
kapitalist bir topluma -hem de geri ve medeniyetten uzak (kapitalist-
İ.O.)- daha yakın olduğumuz
söylenmelidir” diyordu
(4).
Troçki,
Bolşevik Parti'ye ve sosyalizmin inşasına karşı mücadelesinde
bu değerlendirmesini daha da ileriye götürmüş, kendi yenilgisini
sadece tutucu, bürokratik ve ulusal eğilimlerin zaferi olarak
değil, aynı zamanda “özel
mülkiyetin taraftarlarının zaferi”
olarak göstermiştir (5).
Troçki,
Stalin önderliğinde Bolşevik Parti karşısındaki yenilgisinin
nihai olduğunu anladıkça teorik alandaki saçmalıklarında
derinlikte sınır tanımaz olmuştur. Tek ülkede sosyalizmin
inşasını “Stalinist ulusal sosyalizm”
olarak tanımlaması yetmemiş olacak ki, Bolşevik Parti'nin
sosyalizmin inşası politikasıyla Alman Sosyal Demokrat Partinin
savaş ve yurtseverlik (1914) karşısındaki tavrını son kertede
aynılaştırmıştır. “Bu karşılaştırma
tesadüfi karakter taşımamaktadır. Stalin'in 'yanılgı'sı ile
Alman Sosyal demokrasisinin 'yanılgı'sı ulusal sosyalizm anlamına
gelmektedir” diye yazan Troçki'den başkası
değildi (6).
Stalin
önderliğinde Bolşevik Parti'nin tek ülkede sosyalizmi inşa
politikasının Alman Sosyal Demokrat Partisinin savaş ve
yurtseverlik politikasıyla karşılaştırarak bundan “ulusal
sosyalizm” eşitlemesi yapması bakımından
Troçki'ye “sitem” etmenin bir anlamı yoktur. Sonra bu o kadar
önemli de değil. Nihayetinde SBKP(B) ile Almanya Sosyal Demokrat
Partisi arasındaki sınıfsal farkı bilmeyen yoktur. Ama bu kadar
keskiliğine rağmen Troçki “Sürekli Devrim” kitabının
Almanca baskısına önsözünde garip bir değerlendirme yapıyor.
Orada şöyle diyor: “Sovyet ekonomisinin
gücü üretim araçlarının ulusallaştırılmasında ve onların
planlı kullanımında yatmaktadır. Buna karşın Sovyet
ekonomisinin zayıflığı, geçmişten devraldığı geriliğin
dışında, şimdiki, devrim sonrası tecrit edilmişliğinde; yani
sadece sosyalist tarzda değil, kapitalist tarzda; yani geri kalmış
ülkeler için oldukça önemli olan uluslararası krediler ve
“finanse etmek” biçiminde dünya ekonomisinin yardım
kaynaklarını kendisi için kullanma imkansızlığında
aranmalıdır” (7).
Troçki
devletçi değildir, ulusal devletçi hiç değildir, hele hele
ulusallaştırma, ulusal sosyalizm kurma konusunda hiç şakası
yoktur. Ama nedense “Sovyet ekonomisinin gücünü
üretim araçlarının ulusallaştırılmasında ve onların planlı
kullanımında” görmektedir. Ne oldu
şimdi? Ulusal sosyalist ekonomiye karşısın, ulusal temelde, tek
ülkede sosyalizm kurulamaz diyorsun, ama diğer taraftan da olmaz,
gericidir, ütopyadır, kapitalizme götürür vb. türden sıfatlarla
yerden yere vurduğun ekonomide üretim araçlarının
ulusallaştırılmasında “Sovyet
ekonomisinin gücünü” görüyorsun. Bu
çelişki değil mi?
Bu
arada tek ülkede sosyalizm mümkün değildir diyen Troçki'nin
sosyalizmi kapitalist dünyadan alınacak, kapitalist tarzda alınacak
“yardım kaynakları”yla,
kredilerle vs. kurmak istediğini de öğrenmiş oluyoruz. Troçki,
iç kaynakların yanı sıra kapitalist ülkelerden de krediler vb.
alınabilir demiyor.
SSCB tecrit edildiği için bu kaynaklardan yararlanamıyor diyor.
Sanki SSCB kendi kendini tecrit etmek istemiş, sanki, onca
kapitalist devlet SSCB'ne saldırmamış, sanki SSCB kendi gücüyle
kapitalist dünyanın tecridini paramparça etmemiş ve Troçki'nin
bunlardan hiç haberi yokmuş!
SSCB,
Stalin önderliğinde öncelikle iç kaynaklara dayanarak, ama
belirleyici olmasa da kapitalist dünyadan da kredi alarak sosyalizmi
inşa etti.
Troçki
önderliğinde SSCB, iç kaynakların yanı sıra, kendini tecrit
etmeyerek, yani kapitalist dünyaya teslim olarak oradan alacağı
kaynaklarla sosyalizmi kuracaktı. Herhalde böyle olacaktı! Peki bu
durumda bizzat Troçki, iç kaynaklardan başka kapitalist ülkelerden
alınacak “yardımcı kaynaklar”la
tek ülkede sosyalizmi inşa etmiş olmayacak mıydı? Evet, aynen
öyle olacaktı. Demek ki, Stalin'in yerinde Troçki olsaydı, tek
ülkede sosyalizm mümkün olacaktı. Stalin'in yerinde Troçki
olmadığı için de tek ülkede sosyalizm mümkün değildir, gerici
ütopyadır!
Tek
ülkede sosyalizmin inşası konusunda Troçki'nin kafası karışık,
bizim kafamızı da karıştırıyor! Bu konuda Troçki'nin kafasının
karışık olduğunu anlamak için onun düşüncesine bakalım:
1932'de de Troçki, Ekim Devrimi ve Sovyet iktidarı SSCB'nde
“sosyalist planlı ekonomisinin ön koşullarını”
oluşturduğu anlayışındadır. Her ne kadar tek ülkede sosyalizmi
inşa etmek mümkün olmasa da sosyalist inşanın ön koşulları
oluşturulmuş oluyor Troçki'ye göre. Ön koşullar “bir
dizi yılların seyri içinde oluşmuş ve işlevsel olan ekonominin
merkezi yönetiminin devletsel organları”nın
varlığından dolayı oluşmuş oluyor. Bu durumda bu “işlevsel
olan ekonominin merkezi yönetiminin devletsel organları” ya
bürokratik
değildir ve bundan dolayı “sosyalist
planlı ekonomisinin ön koşullarını” oluşturabiliyorlar
ya da
Troçki'nin dediği gibi bürokratiktir; bu durumda da “sosyalist
planlı ekonomisinin ön koşullarını” oluşturamamaları
gerekir. Yukarıdaki
anlayışıyla Troçki, “işlevsel
olan ekonominin merkezi yönetiminin devletsel organları”
“sosyalist planlı ekonomisinin ön koşullarını”
oluşturdu anlayışını savunduğu için doğrudan, tartışmasız
olarak tek ülkede sosyalizmin inşa edilebileceğini, pratikte inşa
ediliyor olduğunu savunmuş oluyor.
Dahası da var: İnşa edilen sosyalizmin “verimli
üstünlükleri”ni “yöneten
iradenin merkezileşmesinde, yoğunlaşmasında ve bütünselliğinde”
arıyor (8).
Bu
durumda, 1932'de SSCB'nde sosyalizmin inşa edildiğini Troçki kabul
ediyor.“Yöneten iradenin merkezileşmesi,
yoğunlaşması ve bütünselliği” sayesinde
SSCB'nde, tek ülkede sosyalizmin inşa edildiğini bu sözleriyle
Troçki doğruluyor. Buradaki “Yöneten
iradenin merkezileşmesi, yoğunlaşması ve bütünselliği”
ifadesini
proletarya diktatörlüğünde, Stalin önderliğinde SBKP(B)'de
buluyor. Troçki bu gerçekleri kabul etmiş oluyor.
SSCB'nde
“yöneten iradenin merkezileşmesi,
yoğunlaşması ve bütünselliği”
sayesinde sosyalist inşanın göstergelerini şöyle sıralıyor:
“1.
Esas itibariyle devletsel organlar, yani merkezde ve tekil yerlerde
plan komisyonlarının hiyerarşik sistemi.
2.
Pazarın düzenlenmesi için ticaret.
3.
Sovyet demokrasisi, iktisadi yapı üzerine kitlelerin canlı
etkisinin sistemi” (9).
Bunların
hiçbirisi Troçki'ye yakışmıyor, ama onun sözleri. Kitleler
canlı bir biçimde planlı ekonominin iktisadi yapısı üzerinde
etkide bulunuyor; yani SSCB'de sosyalist demokrasi geçerlidir.
Proletarya diktatörlüğü hakimdir vs.
Sonra
ne yapıyor? Bir taraftan “işçi
devleti”nden, “devlet
içinde örgütlenmiş proletarya”dan
bahsetmeye devam ediyor, ama diğer taraftan da “bürokrasinin
sürekli protesto ve talepleri yasaklaması”ndan
bahsediyor. Öyle ki sonunda geriye “işçilerin
yegane hakkının, işletmelerde uygulamada olan üretim programını
(hedefleri,
çn.) aşma hakkı”
kaldığını yazıyor (10).
Böylece
“işçiler siyasi bağımsızlıklarını
kaybetmiş” oluyorlar, “yakın
gelecekteki ve belirleyici sosyalist başarıların beklentisi
içinde” rejimle uzlaşıyorlar.
Devamla
“Planlı düzenlemenin yöntemlerine henüz
hiç de hakim değiliz. Sadece ilk ham hipotezi icra ediyoruz, kötü
icra ediyoruz, üstelik bir de söndürülmüş ışıklarla icra
ediyoruz. Bizde
kriz sadece mümkün değildir, aksine kaçınılmazdır. Önümüzdeki
krizi bürokrasi zaten hazırladı” (11).
Troçki,
önce sosyalist planlı ekonominin ön koşullarını sıraladı, ama
sonra da geri almaya başladı: Kitlelerin iktisadi yapı üzerindeki
canlı etkide bulunmasını geri aldı; böyle bir şey yok diyor.
Pazarın kontrol edilmesini de geçersiz kalıyor; yani bürokrasinin
eline geçiyor. Geriye sadece üçüncü ön koşul “plan
komisyonlarının hiyerarşik sistemi” kalıyor.
Bu
durumda SSCB'nde sosyalist inşanın tek ön koşulu ve garantisi
planlı ekonomidir, üretimin siyasi kontrolüdür. Ama bu da
bürokratik diktatörlüğün elindedir. Yoksa değil mi?
Troçki,
SSCB'nin yazgısı nihayetinde dünyadaki gelişmelerle kopmaz
ilişkiler içinde belirlenecektir demesine rağmen SSCB'nin “işçi
devleti” olarak ve “dünya devriminin üssü” olarak
görmeye devam eder.
“Sovyetler
Birliği'nin devasa önemi, sosyalizmi inşa edip etmemesinden
tamamen bağımsız olarak dünya devriminin üssünü
oluşturmasıdır”
(12).
Şimdi
Troçki'yi nasıl anlamamız gerekir? Troçki, SSCB'ni veya bu ülkede
üretim araçlarının mülkiyetini, sahibi olan işçi sınıfı
sahiplenemediği için sınıfsal sahipsiz
ilan ediyor. Bürokrasi sınıf değildir dediği için bürokrasinin
de bu mülkiyeti sınıf olarak sahiplenmesini kategorik olarak kabul
etmiyor. Peki bu durumda bu mülkiyet temelinde yükselen Sovyet
toplumunun nasıl bir gelişme şansı var? Sosyalizme doğru
ilerlemesi için “Stalinist bürokrasi”nin
“siyasi devrim”le
yıkılması gerekiyor. SSCB kapitalizme de geri dönemez. Troçki bu
imkansız diyor. Dönse de “küçük
kapitalizm”e, “derme
çatma kapitalizm”e dönmüş olacak diyor.
Zaten “İhanete Uğrayan Devrim”inde “herkesten
yeteneklerine göre herkese ihtiyaçlarına göre”
ilkesini gerçekleştirme ilişkileri bağlamında “Sovyet
devleti komünizmden ziyade geri bir kapitalizme oldukça daha
yakındır” diyen de Troçki'den başkası
değildir (13).
Başka
bir örnek:
“Sovyet
devletinin tartışma götürmez ve derin bürokratik yozlaşması,
dış politikasının ulusal – muhafazakar karakteri, ilk işçi
devleti olarak Sovyetler Birliği'nin sosyal doğasını değiştirmez.
Üretim ilişkilerinin yön itibariyle sosyalist karakterini inkar
eden ve SSCB ve burjuva devletler arasındaki sınıf mücadelesini
inkar eden veya örtbas eden her türden demokratik, idealist, uç
sol, anarşist teori kaçınılmaz olarak, özellikle savaş
durumunda karşı devrimci politik sonuçlara neden olur.
Kapitalist
düşmanların vuruşlarına karşı Sovyetler Birliği'nin
savunulması, koşullardan ve çatışmanın dolaysız nedenlerinden
bağımsız olarak her dürüst işçi örgütünün temel ve zorunlu
görevidir”(14).
Troçki
içerik ile biçim; altyapı ile üst yapı arasındaki diyalektik
bağı reddediyor. İçerik ile biçimin pekala uyumsuzluk içinde
sürekli var olabileceğini; altyapının üst yapıyı veya üst
yapının altyapıyı etkilemeyeceğini; birinin diğerini değişime
uğratmayacağını savunmaktadır. SSCB'nde üst yapı, yani devlet,
bürokrasi karşı devrimci olabilir, tamamen, “özü
itibariyle yozlaşmış”
olabilir, ama bu SSCB'nde altyapıyı, ekonomiyi; üretim araçlarının
devlet mülkiyetinde olmasındaki ilerici, sosyalist özelliği; bu
bakımdan da “İşçi devleti Sovyetler Birliği'nin
sosyal doğasını değiştirmez”.
Bu
durumda ortaya şu çıkıyor: Altyapı (ekonomi); üretim
araçlarının mülkiyet biçimi ilerici, devrimci, sosyalist
olabilir, buna karşın üst yapı tamamen yozlaşmış, karşı
devrimci olabilir.
Troçki,
SSCB'nde “üretim ilişkilerinin yön itibariyle
sosyalist karakterini inkar ve örtbas eden” her
anlayışa karşı mücadele edecek derecede SSCB'ni savunuyor. Bu
anlamda “her türden demokratik, idealist, uç sol,
anarşist teori” savunucularını
yaptıkları işin “kaçınılmaz olarak, özellikle
savaş durumunda karşı devrimci politik sonuçlara neden” olacağı
konusunda uyarma gereğini duyuyor.
Tabi
bu savununun, özellikle de
“Kapitalist düşmanların vuruşlarına karşı
Sovyetler Birliği'nin savunulması,
koşullardan ve çatışmanın dolaysız nedenlerinden bağımsız
olarak her dürüst işçi örgütünün temel ve zorunlu görevidir”
çağrısının
eksik bir yanı var. O da Troçki ve Troçkistlerin pratikte, fiilen
yazıp-çizdiklerinin tam tersini yapmış olmalarıdır; SSCB'ne
saldıran düşmanla ortak hareket etmeleridir.
“Bir
dizi önceki çalışmalarda Sovyet toplumunun üretim araçlarının
ulusallaştırılmasıyla mümkün kılınan iktisadi başarılarına
rağmen çelişkili geçiş karakterini tamamen muhafaza ettiğini ve
işçilerin durumu, yaşam koşullarının eşitsizliği ve
bürokrasinin imtiyazları bakımından gelecekteki komünizmden
ziyade kapitalist rejime daha çok yakın durduğunu tespit etmiştik.
Aynı
zamanda Sovyet devletinin korkunç bürokratik yozlaşmaya rağmen
hala, bilimin ve kültürün ulusallaştırılmış üretim araçları
temelinde güvencelediğince işçi sınıfının tarihsel bir aracı
olmaya devam ettiğini ve böylece bürokrasinin ve sosyal
eşitsizliğin bertaraf edilmesiyle işçilerin gerçek kurtuluşu
için koşulları hazırladığını tespit etmiştik” (15).
Troçki,
Marksist felsefeyi katletme pahasına da olsa SSCB'ni savunmakta
kararlı olduğunu yukarıdaki anlayışıyla da gösteriyor. Troçki,
her ne kadar “ulusal” kavramından hoşlanmasa da “üretim
araçlarının ulusallaştırılması”nı
doğru bulur. Troçki'nin yanlış anlaşılmasını asla istemem;
tek ülkede devrim, tek ülkede sosyalizmi inşa koşullarında
“üretim
araçlarının ulusallaştırılması”ndan
bahsediyor Troçki. “İktisadi
başarılar”
tek ülkede “üretim
araçlarının ulusallaştırılması”
sayesinde elde ediliyor. Doğrudur, sosyalizm bir geçiş toplumudur;
kapitalizmden komünizme geçiş veya komünizmin ilk aşamasıdır.
Bu toplumda kapitalizme özgü olguların olması doğaldır ve
devrim yapan ülke kapitalist gelişme bakımından geriyse
komünizmden oldukça uzakta olacağını görmek büyük bir marifet
olmasa gerekir. Ama Troçki, sosyalizmi inşa eden veya “üretim
araçlarını ulusallaştıran”
ülkenin komünizmden ziyade kapitalizme daha çok yakın olmasının
nedenini 'işçilerin durumunda, yaşam koşullarının
eşitsizliğinde ve bürokrasinin imtiyazlarında' arıyor? Yani
işçilerin durumu iyi olursa, yaşam koşullarının eşit olursa ve
bürokrasinin imtiyazları olmazsa toplum kapitalizmden ziyade
komünizme daha çok yakın olurdu diyor. Ama diğer taraftan da “tek
ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir”
diyor. Komünizme daha yakın olmak, sosyalizmi inşa etmek, inşayı
derinleştirmek ve kapsamlaştırmak anlamına gelmez mi? Gelir.
Eklektizm
ustası Troçki'nin böyle birbiriyle çelişen düşünceleri alt
alta yazıp savunmasını normal görmek gerekir.
Sormadan
geçmeyelim: Stalin'in yerinde Troçki olsaydı ne yapardı? Troçki
talep etti diye dünya devrimi olmayacağına göre “tek
ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir”
diye ya kapitalizme geri dönecekti ya da Stalin önderliğinde
SBKP(B)'nin yaptığını yapacaktı; tek ülkede sosyalizmi inşa
edecekti.
Troçki'nin
SSCB'ni ilerici, devrimci, hatta sosyalist gördüğünü ve bundan
dolayı da onu savunduğunu başka yazılarında da görüyoruz.
Troçki
“Marksizmin Savunulması – SSCB Savaşta” yazısında
“eleştirmenleri” karşısında SSCB'nin ilerici olduğunu
savunur:
“Üretici
güçlerin çeşitli iktisadi alanlara dağıtımının ve esasen
planın bütün içeriğinin -şayet bu plan bürokrasinin değil de
üreticilerin çıkarları tarafından bizzat belirlenirse- çok
etkili değişeceğini söylemeye bile gerek yok.
Ama
asalak oligarşinin yıkılması sorusunun ulusallaştırılmış
(devlet) mülkiyeti sorusuyla bağ içinde olması bakımından
gelecek devrimi siyasi (devrim) olarak tanımlıyoruz...
Eleştirmenlerimiz
yozlaşmış işçi devletini, işçi devleti olarak tanımlamayı
reddediyorlar. Totaliter bürokrasinin hakim sınıf olarak
tanımlanmasını talep ediyorlar. Bu bürokrasiye karşı, devrimi,
siyasi devrim olarak değil, sosyal devrim olarak ele alıyorlar”
(16).
Troçki,
“eleştirmenleri” karşısında SSCB'ni gerçekten çok ileri bir
aşamada savunuyor; SSCB'nde üretim ilişkilerinin sınıfsal
karakterini ilerici, devrimci, belki de sosyalist görüyor. Üretim
araçlarının devlet mülkiyetine (toplumsal mülkiyet) dayanan bu
ilişkilerinin Ekim Devriminin doğrudan bir sonucu olduğunu bir çok
yerde ve burada da dolaylı olarak söylüyor. Ekim Devrimi ise başka
ülkelerde proleter devrimler gerçekleşmediği için tek ülkede
sosyalizmin inşasına yol açmış, dünya devriminin bir üssü,
dayanağı olmuş bir devrimdir. Bu anlamda Troçki, kaçınılmaz
olarak, tek ülkede sosyalizmin inşasının, üretim araçlarının
mülkiyetini devletleştirmiş olmasını savunuyor. Bu anlamda
SSCB'ni toptan reddeden “eleştirmenleri” karşısında dimdik
ayakta duruyor. Her ne kadar Troçki ve Troçkistler kabul etmeseler
de bu da bir gerçekliktir.
Yukarıdaki
ifadelerinde aynen bunu savunmuyor mu?
Aynı yazısında devamla şunları söyler:
“Her
hakim sınıf için tarihsel haklılık nedeni, uyguladığı sömürü
sisteminin üretici güçlerin gelişmesini yeni bir aşamaya
yükseltmesiydi. Hiç şüphesiz ki, Sovyet rejimi, ekonomiye oldukça
güçlü bir itilim vermiştir. Ama bu itilimin kaynağı, üretim
araçlarının ulusallaştırılması ve planlamanın ilk
başlangıcıydı, ama asla bürokrasinin ekonomi üzerine hakimiyeti
ele geçirmesi gerçeği değildi” (17).
Burada
Troçki'nin altyapı-üst yapı, içerik-biçim arasındaki
diyalektik bağı görmemesi bakımından yapmış olduğu saçmalığı
bir kenara koyarak savunusunu ele alalım. Söylediği oldukça açık:
Sovyet rejimi ekonomik gelişmenin önünü açmıştır; sorunları
doğru ele alarak başarılar elde etmiştir. Bütün bunlarda
başarının kaynağı “üretim
araçlarının ulusallaştırılması”dır,
“planlamanın ilk başlangıcı”dır.
Yani “bürokrasi”ye, onun “ekonomi üzerinde hakimiyeti ele
geçirmesine” rağmen ekonomi kendi kendine ilerliyor; başarılar
elde ediliyor. Yani ekonominin başarılı gelişmesinde, üretim
araçlarının ulusallaştırılmasında ve planlı ekonominin
uygulanmasında üst yapının; devletin hiçbir rolü yok!
Troçki,
Marksist felsefeyi katletme pahasına SSCB'ni savunuyor,
“bürokrasi”yi eleştiriyor!
Aynı
yazısında Troçki, şaşırtıcı değerlendirmesine devam eder:
“SSCB'nde
devlet mülkiyetinin muhafaza edilmesi için bürokrasinin yıkılması
elzemdir. Sadece bu anlamda SSCB'nin savunulmasından yanayız”
(18).
Troçki
altyapı-üst yapı arasındaki diyalektik bağı hiçe sayıyor.
İkisi arasındaki karşılıklı etkileme-etkilenme ilişkisini yok
sayıyor ve “SSCB'nde devlet
mülkiyetinin muhafaza edilmesi için” mücadele
ediyor. Yıkmak istediği, “yıkılması
elzemdir”
dediği de Troçki'nin ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek için
mücadele ettiği
“SSCB'nde devlet mülkiyetini” kuran
güçtür; yani proletarya diktatörlüğü, Troçki'nin deyimiyle
“bürokrasi”.
Troçki,
SSCB'ni büyük bir coşkuyla savunmaya başlar:
“İşgal
edilmiş bölgelerde mülkiyetin devletleştirilmesinin ilerici bir
tedbir olması özel
gerçeği, Kremlin ve Komintern üzerine genel
görüşümüzü değiştirmeyecektir. Açıkça kabul etmeliyiz:
Mümkün olan en yakın zamanda Hitler, Doğu Polonya'da “düzeni
yeniden tesis etmek” için ordularını Doğuya sevk ederse,
ilerici işçiler, Bonapartist Sovyet bürokrasisi tarafından
kurulan yeni mülkiyet biçimlerini Hitler'e karşı savunacaklardır”
(19).
Nasıl
yani? Yıkmak istediğin güç, yani “Kremlin” “işgal
edilmiş bölgelerde” mevcut mülkiyet ilişkilerini
devletleştirerek değiştiriyor ve Troçki bunu ilerici bir tedbir
olarak görüyor. Üstelik bir de Alman orduları Doğu Polonya'yı
işgale kalkışırsa “Bonapartist Sovyet bürokrasisi”nin
kurmuş olduğu yeni mülkiyet ilişkileri Troçkistler tarafından
savunuluyor.
Troçki,
yeni mülkiyet ilişkilerinin ilerici bir tedbir olmanın ötesinde
“sosyalist gelişmenin temeli” olabileceğini
de savunuyor.
“Söylediğimiz
gibi, üretim araçlarının devletleştirilmesi ilerici bir
tedbirdir...SSCB'nde olduğu gibi işgal edilmiş bölgelerde de
ulusallaştırılmış mülkiyet, gerçekten ilerici, yani sosyalist
gelişmenin temeli olması için Moskova bürokrasisi yıkılmalıdır”
(20).
Tabii
bütün bunlar, bana göre anlaşılması biraz zor anlatımdır,
savunmadır. Bir taraftan karşı devrimci, gerici, baskıcı
diyorsun, diğer taraftan da karşı devrimci dediğin ve kesinlikle
yıkmak istediğin devleti, üretim araçlarının mülkiyeti söz
konusu olduğunda sonuna kadar savunuyorsun. İşte bunu anlamak
biraz zor.
Aşağıdaki
anlayışıyla Troçki durumu daha da zorlaştırıyor. Bir taraftan
“IV. Enternasyonal'in taraftarları Hitler
ordularına karşı savaşacaktır” diyerek
olmayan güçlerden kağıt üzerinde bir ordu oluşturarak hayal
yayıyorsun, diğer taraftan da yıkmak istediği devletin -bu
durumda SSCB- “boyunduruk altına aldığı” başka bir ülkenin
-bu durumda Ukrayna- o boyunduruk altında kalması için işgale
yeltenenlere -Alman ordularına- karşı savaşıyorsun! O zaman
SSCB'nde hakim güce, yani proletarya diktatörlüğüne, Troçki'nin
ifadesiyle “Stalinist bürokrasi”ye neden karşısın?
Alman
ordularının Ukrayna'ya saldırması “durumunda IV.
Enternasyonal'in taraftarları Hitler ordularına karşı
savaşacaktır...Bütün kalbimizle bağımsız Sovyet-Ukrayna'dan
yanayız (Hitler'den olduğu gibi Stalin'den de bağımsız). Ama
Hitler, Stalinist hakimiyet altında olan Ukrayna'yı, bağımsızlığını
elde etmeden önce işgal etmeye çalışırsa ne yapılmalıdır?
IV. Enternasyonal cevap veriyor: Stalin tarafından boyunduruk altına
alınan bu Ukrayna'yı Hitler'e karşı savunacağız” (21).
Bu
durumda SSCB nasıl bir ülke? Troçki'nin çelişkisi tam da budur.
Bu soruya bilimsel cevap verememiştir, savunduğu anlayışından
dolayı da cevap verecek durumda değilidir; sübjektivisttir, somut
durumun somut analizini yapma yeteneğinden yoksundur; gözünü
iktidar hırsı bürümüştür. Lenin'in dediği gibi Troçki “hırs,
hırs ve hırs”tan
başka bir şey değildir.
Troçki,
tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmadığını yazar,
ama SSCB'nin sınıfsal bakımdan nasıl bir karaktere sahip olduğunu
bir tülü açıklayamaz. Troçki proletarya diktatörlüğünü
“dejenere olmuş işçi devleti”, “Stalin
diktatörlüğü” vb. kavramlarla tanımlar,
ama aynı zamanda “Sovyet sisteminin
ulusallaştırılmış sanayisi ve dış ticaret tekeliyle, bütün
çelişkilerine ve zorluklarına rağmen tarımın ve ulusal
ekonominin bağımsızlığının korunması için bir sistem”
olduğunu da düşünür. “Sosyalist
amaçlarından bağımsız olarak Sovyet sistemi, bağımsız, yani
sömürge olmayan gelişme için güvencedir” diye
yazan da Troçki'den başkası değildir (22).
Bu
durumda SSCB'nde, yani tek ülkede sosyalizm inşa edilmese de SSCB
ve “rejimi” gerici olamaz; en azından “planlı
ekonomi”siyle “bağımsız, sömürge olmayan gelişmeyi
güvence altına aldığı” için gerici olamaz. Bu anlamda en
azından ilerici bir ülkedir; ilerici bir “rejim” söz
konusudur. Bu tespitleriyle Troçki bunu kabul etmiş oluyor. Yoksa
değil mi?
Troçkistleri
zor durumda bırakan bizzat Troçki'dir. “Stalinist bürokrasi”,
“karşı devrimci Stalinist bürokrasi”ye dönüştürülmüştür.
Sonra “Stalinist bürokrasi”nin sınıf olup olamayacağı
tartışılmıştır. Ama bu tartışmalara Troçki kendisi açısından
son noktayı koymuştur.
“Marksizmin
Savunulması” kitabından okuyalım:
“Şayet
Bonapartist ayak takımı bir sınıf ise, bu, düşük değil
tarihin canlı bir çocuğudur. Onun talan eden asalaklığı
kelimenin bilimsel anlamıyla “sömürü” ise bu, bürokrasinin,
mevcut iktisadi sistem için elzem olan hakim sınıf olarak
tarihsel bir geleceğe sahip olduğu anlamına gelir” (23).
Zor
bir durum: Asalaklık, sömürü olamıyor, aksi taktirde bürokrasi
geleceği olan bir sınıf oluyor! Bürokrasi sınıf olamıyor, aksi
taktirde düşük yerine tarihin canlı bir çocuğu oluyor!
Troçki,
SSCB ve sosyalizmin inşası söz konusu olduğunda giderek
çocuklaşıyor, daha doğrusu zavallılaşıyor. SSCB'ni zarar
görmüş ama tamir edilebilir bir otomobile benzetiyor. Ama bu
durumda tamir edebilmek için bozulmuş olanın ve sağlam olanın ne
olduğunun bilinmesi gerekmez mi?
“Marksizmin
Savunulması” kitabından okuyalım:
“Sınıf
bilinçli işçi, SSCB karşısında benzer tavır alacaktır.
Bürokrasi haydutlarının işçi devletini “ne olduğunu şeytan
bilir” hale getirdiklerini bilme hakkına tamamen sahiptir. Ama
patlayıcı bu tepkiden siyasi problemin çözümüne geçtiğinde
hasar görmüş bir işçi devletiyle karşı karşıya olduğunu
bilmek zorundadır; ekonominin motoru hasar görmüş, ama hala
çalışıyor ve bazı parçalarının tamamen değiştirilmesiyle
yeniden (tam) çalışacaktır”
(24).
Troçki,
biraz da hangi parçaları değiştirdiğinden veya değiştirmek
istediğinden bahsetse daha iyi olmaz mıydı?
Troçki
gerçekten şaşırmış: Kendi safındaki muhalefete ateş
püskürüyor. Bir “işçi devleti”nin uluslararası
alanda sadece karşı devrimci bir rol oynamayacağını, mecazi
anlamda da olsa emperyalist olabileceğini de yazıyor. Aynı
kitaptan okuyalım:
“Moskova
bürokrasisinin arkasındaki itici güç şüphesiz ki, kendi
iktidarını, kendi eğilimini, kendi prestijini ve kendi gelirlerini
büyütmektedir. Bu, kelimenin en geniş anlamıyla geçmişte bütün
monarşilerin, oligarşilerin, hakim kastların, ortaçağ
zümrelerinin ve sınıfların sahip oldukları “emperyalizm”in
bileşenidir” (25).
Troçki,
“24 ayar” kişiselleştirilmiş çelişki
Kapitalizmin
yeniden inşası imkansız mı? Bu konuda hem Lenin hem de Stalin
uyarılarda bulunmuşlardır. Dünya proletaryasının her iki önderi
de sosyalizmde geriye dönüşün kurulmuş sosyalizm koşullarında
ve hele hele bu tek veya birkaç ülkeyle sınırlıysa pekala mümkün
olduğunu söylemişlerdi. Her zaman ve her konuda olduğu gibi
Troçki bu konuda da farklı düşünüyordu. Troçki'ye göre
burjuvazinin silahlı bir ayaklanması ve iç savaş olmaksızın
sosyalizmden geriye dönüş olamazdı. Demek oluyor ki, bu koşullar
olmaksızın geriye dönüş olamayacağına göre geriye dönüşün
başka faktörlerine gözler kapanmış oluyordu. Bu göz kapalılığı
kaçınılmaz olarak sosyalizmin Troçki tarafından görülmeyen
düşmanlarını teşvik etmekten başka bir işe yaramıyordu.
1920'li
ve 1930'lu yıllarda bu konu üzerine defalarca tartışma yapılmış
ve sonunda da kılıçlar çekilmişti: Stalin önderliğinde
Bolşevik Parti, Zinovyevciliğin, Kamenevciliğin ve Buharinciliğin
kaçınılmaz olarak SSCB'nde kapitalizmin yeniden inşasına
götüreceğini göstermiştir. Bunların düşünceleri parti
tarafından reddedilmiştir. Ancak ondan sonra sosyalizmin inşasında
önemli parti içi engeller aşılmış oldu.
Bu
konuda Troçki farklı düşünüyordu. Ona göre durum şundan
ibaret:
“Ancak açıkça ahmak olanlar, kapitalist ilişkilerin, yani
toprak da dahil olmak üzere üretim araçlarının özel
mülkiyetinin SSCB’de barışçı yoldan iktidarı ele
geçirebileceğine ve burjuva demokrasisini kurabileceğine
inanabilir. Gerçekte ise, kapitalizm diğer ülkelerde bunu başarsa
bile Rusya’da Ekim Devriminin ve iç savaşın toplamının on katı
kadar kayıp veren kanlı bir karşı devrimci darbe olmaksızın,
yeniden doğamaz”(26).
Gerçi
Troçki bu anlayışının ne denli yanlış olduğunu bizzat görme
olanağına sahip olamadı, ama en azından Troçkistler, 1956'da
SBKP(B)'nin XX. Kongresinde Kruşçev revizyonistlerinin hiç de
“iç savaşın toplamının on katı kadar kayıp veren kanlı bir
karşı devrimci darbe olmaksızın” siyasi
iktidarı ele geçirdiklerini ve SSCB'nde kapitalizmin yeniden
inşasının doğrudan yolunu açtıklarını gördüler.
Bu
anlayışıyla Troçki ve ondan sonra da Troçkistler, sosyalizm
koşullarında sınıf mücadelesini sadece ve sadece “kanlı
bir karşı devrimci darbe” ile sınırlandırmış ve sınıf
mücadelesinin başka biçimlerde de devam edebileceğini reddetmiş
oluyorlar. Onların bu anlayışı, mutlaka “kanlı bir karşı
devrimci darbe”den bahsetmeyen ama eyleyişiyle sosyalizmin
yıkılması için mücadele eden oportünist, yıkıcı unsurları
ve onların mücadelesini korumaya hizmet etmiştir.
Troçki,
sosyalizm koşullarında sınıf mücadelesinin devam ettiğini
öğreten Lenin ve Stalin'den öğrenememiştir.
“IV.
Enternasyonal ve SSCB”
(1933) kitapçığında Troçki, “bugünkü Sovyet devletinin
proleter olmayan karakteri için en yaygın, en popüler ve ilk
bakışta çürütülmesi imkansız argüman, proleter örgütlerin
özgürlüğünü boğan göstergedir”
diyor. Sonraki dönemlerde Troçki, SSCB ve Stalin'e
saldırılarında daha da dizginsizleşmiştir, adeta ne dediğini
bilmeyen ruhsal yorgunluk içinde olan bir düşünce ihtiyarına
dönüşmüştür. “Yaşam boyu önderin yanılmazlığının
yeni bonapartist ilkesi”,
“Stalin fraksiyonu parti üstünde ve hatta bürokrasi üstünde
duruyor”
sözleri ve daha bu türden nice karalamalar Troçki'ye aittir.
SSCB'nde
eski hakim sınıfların ifade ve hareket özgürlüğü ellerinden
alınmıştır. Bu doğrudur. Aynı zamanda, eski hakim sınıfların
ve kapitalist dünyada burjuvazinin SSCB'ne karşı yıkıcı
faaliyetlerinden farklı bir faaliyet sürdürmemeye başladığında
Troçki'nin de ifade ve hareket özgürlüğü elinden alınmış ve
ülkenden kovulmuştur. Bu da doğrudur. Eski hakim sınıflar gibi
Troçki de sosyalizmin inşası için gereksiz ve zararlıydı. Bu,
sosyalist demokrasinin bir yönüdür, diğer yönü ise tamamen
başkadır: SSCB'nde işçiler ve kolhoz köylüleri işletmelerinde
işlerinin nasıl şekillendirileceği ve bütün ulusal ekonomide
gelişmelerin nasıl olması gerektiği üzerine tartışma ve
belirleme hakkına sahiplerdi. SSCB'nde işçi ve köylülerin, bütün
halkın sahip olduğu ve kullandığı demokrasi hiçbir burjuva
ülkede yoktu ve olamazdı da. Çünkü demokrasinin de sınıfsal
karakteri var; burjuva ülkelerde demokrasi hakim sınıflar ve
sermaye için özgürlük ve sömürme özgürlüğü, işçi sınıf,
emekçi yığınlar için de baskı ve en fazlasıyla sömürülme
özgürlüğüdür. Sosyalizmde ise tam tersi söz konusudur;
proletarya diktatörlüğünde demokrasi eski düzenin kalıntıları
üzerinde baskıdır, ama işçi sınıfı ve emekçi yığınlar
için ekonomik ve toplumsal yaşama doğrudan katılımdır.
Ama
Troçki bu düşüncede değil. Zaten Troçki, siyasi yaşamının
hiçbir evresinde ne parti içi demokrasi ne de genel anlamda
sosyalist demokrasi kurallarına göre hareket etmiştir; Bolşevik
Parti'ye katılmasından sonra onun yaşamı hep parti ilkelerini
ihlalle doludur. Ama bu bir kenara. Troçki de çok iyi biliyordu ki,
SSCB'nde tek kişi, yani Stalin diktatörlüğü hiçbir zaman
olmamıştır. Troçki de SSCB'nde ve SBKP(B)'de kararların nasıl
alındığını ve nasıl uygulandığını çok iyi biliyordu. Bir
zamanlar o da bu çalışmanın, mekanizmanın yürütücü bir
parçasıydı. Dışlanınca orada işlerlik değişmiş olmuyor,
değişen, dışlanandır, yani Troçki'dir. Troçki, önderlerin
parti kararlarında etkili olabileceklerini, ama kendi iradelerini
partiye ve ülkeye dayatamayacaklarını da çok iyi bilir. Troçki,
“kanka”sı
Lenin'in doğru görüşlerin kabulü için ne denli sert mücadele
verdiğini, ama hiçbir zaman kendi iradesini dayatmadığını da
çok iyi bilir, en azından bizzat yaşadığı için bilir. Onun
öğrencisi olan Stalin'in de aynen Lenin gibi hareket ettiği
Troçki'nin gözünden kaçmış olamaz.
SSCB'nde,
ülkenin kuruluşundan bu yana kararların istisnasız
olarak kongre ve MK'da çoğunluk kararları olarak alındığı,
Stalin'in önderliğinin “Stalin diktatörlüğü”
olarak damgalanmasının bir saptırma olduğu, SSCB'ni bir parça da
olsa tanıyan herkes tarafından bilinir. Sovyet demokrasisinin
işleyişini kişi diktatörlüğüne indirgemek ancak ve ancak
sosyalizm, sosyalist demokrasi ve SSCB düşmanlarının işi
olabilir. Ve bu türden unsurların sayısı hiç de az değildi.
Bunların arasında dünya burjuvazisinin yanı sıra Troçki ve
Troçkistler de var. SSCB'nde parti, belirleyici güçtür. Bolşevik
Parti'nin önderlik yetenekleri oldukça gelişmiş güçlü
önderleri vardı ve bunlar alınan kararlar üzerinde oldukça
etkili olabiliyorlardı. Bunlardan birisi Lenin, diğeri de
Stalin'dir. Ama Troçki, parti kararları üzerinde bırakalım
oldukça etkili olmayı hiç etkili olmamıştır. Şu veya bu
konudaki tartışmalar Bolşeviklerin ve Troçki'nin savundukları ve
alınan kararlar bunun böyle olduğunu göstermektedir. Bolşevik
Parti'nin hangi önemli veya önemsiz bir veya birkaç konuda
Troçki'nin aklına göre hareket etmiştir? Bunun örneği var mı?
Şayet “Stalin diktatörlüğü”nden
tartışmalarda ve kararların alınmasında ve uygulanmasında
engel tanımaz irade kastediliyorsa, dünya komünist hareketinde
gelmiş geçmiş en büyük “diktatör”
Lenin'dir. Stalin'in “diktatörlüğü”
Lenin'in “diktatörlüğü”nün yanında oldukça masumdur.
“Kanka”sından
sonra onun gibi “diktatör”
olmak isteyen -hani Lenin'in yolunda yürüyorum diyordu ya!- Troçki,
bu gerçekleri bilmiyor muydu? Elbette biliyordu.
Ama
Troçkistler zehirli oklarını Lenin'e yöneltmekle bir şey elde
edemeyeceklerini çok iyi biliyorlardı. Diğer taraftan, artık
yaşamadığı için Lenin'in de söylenene itiraz etme durumu
yoktu. Ortada Troçki'nin planlarını bozan, Leninizmi, kendi
tanımlamasıyla ve dünya komünist hareketine mal ettiği
Marksizm-Leninizm tanımlamasıyla Lenin'in düşüncelerini savunan
ve uygulayan Stalin ve onun önderliğinde Bolşevik Parti vardı.
Öyleyse zehirli oklar Stalin'e ve partiye yöneltilmeliydi. Öyle de
oldu.
Stalin'in
“entrikacı”, “kana susamış bir diktatör” olarak
bütün dünya burjuvazisine tanıtılmasında Troçkistlerin
kışkırtmalarının payı belirleyicidir. Ne yani Lenin'den sonra
partinin önderi olarak Stalin'in SSCB'nde sosyalizmin inşasına
katkısı olmadı mı, bütün o gelişmeler, o zaferler Stalin'e
rağmen mi elde edildi? Bir gün, belki de 30-33 sene öncesi TKP'nin
bir toplantısına katıldım. Neden oradaydım ve neden “ne
yapıyorsun burada”
diye sormadıklarına şaşırarak konuşmaları dinledim. Konu
SSCB'nde sosyalizmin inşasıydı. Ne denli başarılı bir inşa
olduğu bir güzel anlatıldı. Bu başarılı inşada Stalin nerede
diye sordum. “Bön bön”
bakarak “tarihsel görevini yaptı”
dediler. (Yıllar sonrasında -1992-1994 arasında olsa gerek- bir
kafeteryada otururken arka masada iki kişinin konuşması dikkatimi
çekti. Tanıdık sesler ve ilginç kavramlar. “Daha fazla
kesecekti, daha fazla asacaktı”
diyorlardı. Bu bitkin insanları merak ettim ve “çaktırmadan”
baktım. Ne göreyim, arkamda “Maocu faşistler”
diye saldırıp sopalarla kafamı kıran “kadim dostlarım”,
aynı zamanda o toplantının katılımcılar oturuyorlar ve müthiş
bir Stalin hayranlığı ve sevdasıyla “neden daha fazla
öldürmedi”
diye Stalin'i yad ediyorlardı). TKP'ye göre SSCB'nde sosyalizm inşa
edilirken Stalin sadece “tarihsel görevini yapan önder”miş.
Bundan neyi anlamak gerekir bilmiyorum. Troçkistlere göre de
SSCB'de olumlu ne yapıldıysa, örneğin üretim araçlarının
toplumsallaştırılması ve ülkenin sosyalist bir toplum olması,
Stalin'e rağmen yapılmıştır! Stalin bir biçimde görevinde
bırakılıyor, başarılarda payı olmuyor, ama bütün “kötülükler”
ona mal ediliyor! Ne kadar doğru, ne kadar materyalist tarih
anlatımı veya değerlendirmesi değil mi?
Bolşeviklerin
kendi hatalarına karşı da acımasız oldukları bilinen bir
gerçektir. Her ne kadar Troçki, diğer makalelerde de gösterdiğimiz
gibi kendi hatalarını sonradan yumuşatarak kabul etse de
Bolşeviklerin bu konudaki tavrını çok iyi bilmesi gerekir.
SSCB'nde sosyalizmin inşasının başarıyla sürdürülmesi ve göz
kamaştırıcı, dünya burjuvazisinin bile reddetmediği sonuçların
elde edilmesi birçok yöneticide rehavete, bu işi başardık
anlayışına neden olmuş, devlet işleyişinde, parti çalışmasında
birçok hatalar ve eksiklikler ortaya çıkmıştı. Mart 1937'de MK
Plenumu'nda bu konu ele alınır ve oldukça açık eleştiriler
yapılır ve parti içi demokrasinin tam anlamıyla
gerçekleştirilmesi için mücadele en güncel görev olarak
görülür. Nitekim Troçki'nin “diktatör”ü
bu hata ve eksikliklerin üzerine gider. Örneğin Stalin SBKP(B)-MK
Plenumu'nda “Parti Çalışmasının Eksikliği ve Troçkistler ve
Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak Önlemler Üzerine”
yaptığı konuşmada diğer şeylerin yanı sıra şunları
anlatır:
“Ama
başka türden tehlikeler de var. Başarılarla, kazanımlarla
bağlantılı tehlikeler bunlar. Evet, evet yoldaşlar, başarılarla
bağlantılı, kazanımlarla bağlantılı tehlikeler. Bu tehlikeler,
politikada az deneyimli insanlarda, çok fazla şey yaşamamış
insanlarda, başarı durumunun -başarı başarı üstüne, kazanım
kazanım üstüne, planların birbiri ardına aşılması- bir
kayıtsızlık ve kendini beğenmişlik ruh hali, bir törensellik ve
karşılıklı kutlama atmosferi yaratmasında, bu atmosferdeki doğru
ölçü duygusunu öldürmesinde, politik içgüdüyü köreltmesinde
ve insanların kendilerini boş bırakmalarında, başarıları
üzerine yan gelip yatmalarında kendisini gösterir.
Bu
uyuşturucu kibir ve kendini beğenmişlik, bu törensellik ve
gürültülü kendini övme atmosferi içinde insanların, ülkemizin
kaderi için birinci derecede önemli olan gerçekleri unutmaları,
kapitalist kuşatma, zararlı faaliyetlerin yeni biçimleri,
başarılarımızla bağlantılı tehlikeler vs. gibi olumsuz
gerçekleri görmezden gelmeye başlamaları şaşırtıcı değildir.
Kapitalist kuşatma! Ne kadar saçma! Ekonomik planlarımızı
gerçekleştirdiğimiz ve hatta aştığımız süreç böyle bir
kapitalist kuşatmanın ne önemi olabilir ki?”
(27).
Aynı
konuşmasında bu tehlikelerin üstesinden gelmek için bir dizi
öneride bulunur. Okuyalım:
“Önemleri
tartışılmaz olan ve bundan sonra da her gün, her yıl sürdürmek
zorunda olduğumuz ekonomik başarılarımızın, sosyalist inşanın
bütün özü olmadığı yoldaşlarımıza kavratılmalıdır.
Kendini
beğenmişlik, kayıtsızlık, politik içgüdülerin körleşmesinde
ifadesini bulan ekonomik başarıların diğer yüzünün, sadece ve
sadece, ekonomik başarıların, parti inşasında ve partinin
politik çalışmasının geliştirilmesinde elde edilecek
başarılarla birlikte yürüdüğü koşullarda ortadan
kaldırılabileceği açıkça ortaya konulmalıdır.
Ekonomik
başarıların sürekliliği ve sağlamlılığının, tamamen
partinin örgütsel ve politik çalışmasının başarılarına
bağlı olduğu, bu koşul olmaksızın ekonomik başarıların
temelden yoksun olduğu açıkça ortaya konmalıdır.
Kapitalist
kuşatmanın, Sovyetler Birliği'nin uluslararası durumunu
belirleyen temel olgu olduğu hiç unutulmamalıdır, her zaman
anımsanmalıdır...
Yoldaşlarımıza,
ne kadar büyük olursa olsun hiçbir ekonomik başarının,
kapitalist kuşatma olgusunu ve bu olgunun sonuçlarını dünya
yüzünden kaldıramayacağı kavratılmalıdır...
Ülkemizde
sınıf mücadelesinin, ileriye doğru attığımız her adımla,
giderek sönmek zorunda olduğu, sınıf düşmanının, elde
ettiğimiz her zaferle uysallaşacağı türünden çürük teori
parçalanmalı ve bir yana itilmelidir” (28).
Stalin'in
çıkardığı sonuç oldukça açıktır. Her tarafta, en üst
yapısına kadar bütün parti örgütlerinde sistematik, yoğun
siyasi eğitim çalışmasının yürütülmesi gerekmektedir. Tam da
bu nedenden dolayı Stalin, artık günümüzde “Şahti-dönemine
uygun olan tekniği kotarma eski şiarı şu yeni şiarla
tamamlanmalıdır: Kadroların politik eğitimi, Bolşevizmin
kavranması ve körü körüne politik güvenin tasfiyesi. Bu şiar,
içinde yaşadığımız döneme son derece uygun bir şiardır”
diyordu (29).
Troçki'yi
anlamak gerekir, ama Troçki'nin de -birazcık da olsa- Bolşevikleri
anlaması gerekir. Ekonomik inşanın daha üst bir seviyeye doğru
gelişmesi, diyelim ki sosyalist inşanın tamamlanması, parti ve
bütün kamu yaşamının tamamen demokratikleştirilmesini gerekli
kılar. Bu nasıl doğruysa, burjuva bir toplumun sosyalist bir
topluma dönüşmenin de düz bir hat izlemeyeceği, farklı gelişme
aşamalarından geçeceği ve her bir aşamanın da sorunlarının,
insanların önüne koyduğu görevlerin farklı olacağı o derece
doğrudur. Troçki'nin anlamadığı da budur. Sosyalist ekonominin
ve ona tekabül eden demokrasinin gelişmesine ayak uyduramayan,
kendini geliştiremeyen ve dolayısıyla karşı karşıya olduğu
görevlerin üstesinden gelemeyen her kadro, her yönetici artık
ayak bağı olmuş demektir. Ekonominin ve toplumsal kurumların bu
türden yöneticilerden, kadrolardan temizlenmesi gerekir.
Demokratikleştirmenin pratik anlamı aynı zamanda bürokratikleşmiş
böylesi unsurların görevden uzaklaştırılmasıdır. Troçki,
öncelikle parti, devlet, ordu ve iktisadi kurumların böylesi
unsurlardan temizlenmesini ileri bir adım olarak değil, despotluk,
susturma, diktatörlük olarak görüyor.
Aynı
Plenumda (Stalin'in konuştuğu Plenum) Shdanow da konuşur. MK adına
Shdanow, parti içinde demokratik merkeziyetçiliğin eksiksiz
uygulanmasını, tam uyulmasını talep eder. Demek ki, bir
eksiklik vardı. Demek ki, mevcut tüzük ya yetersizdi ya da
uygulanmıyordu, duruma göre esnekleştiriliyordu. Açık ki,
demokratikleşme konusunda geride kalınmışlık söz konusuydu. Tam
da bu nedenlerden dolayı Shdanow, bir dizi parti örgütünün parti
tüzüğünü ve parti içi demokrasinin ilkelerini pratikte
çiğnediğini söylüyordu. Shdanow, hata ve eksilikleri
eleştirirken oldukça sertti. Özelikle tüzüğün 18. maddesinin
uygulanması gerektiği gibi uygulanmadığı üzerinde duruyordu:
“Partinin
örgütsel inşasının yöneten ilkesi, demokratik
merkeziyetçiliktir. Bunun anlamı şudur:
a)
Yukarıdan aşağıya partinin yöneten organlarının
seçilebilirliği.
b)
Parti organlarının kendi parti örgütlerine dönemsel rapor
sunması.
c)
En sıkı parti disiplini ve azınlığın çoğunluğa tabi olması.
Alt
organların ve bütün parti üyelerinin daha üst parti organlarının
kararlarını yerine getirmede mutlak yükümlülükler...
Tüzük
üzerine yemin etmemize, çevrelerde ezbere öğrenmemize ve parti
üyelerinden parti belgelerinin sınav ve değişiminde tüzüğü
tanımalarını talep etmemize rağmen partimizin yasaları ayaklar
altına alındı. Bir sınavda bizzat kendimizin parti yasaları
karşısında uygunsuz liberal tavır içinde olduğumuz açığa
çıkıyor...
Parti
komitelerine,...şehir komitelerine,...bölge komitelerine…ve
ulusal komünist partilerin merkez komitelerine çeşitli önder
görevlilerin atanmasının hiçbir şekilde haklı çıkarılamayacak
yaygınlaşması, seçim ilkesi bağlamında partimizin tüzüğünün
böyle oldukça ciddi çiğnenmesidir.
SBKP(B)-MK'nın
elinde olan dokümanlar atamanın zararlı pratiğinin oldukça
yerleştiğini gösteriyor. Atama pratiği, parti üyelerinin kendi
yürütme organlarının seçimine katılmasının yasal hakkını
zedeliyor. Atama ile parti üyelerinin seçimlere katılma ve uygun
olmayan adayları reddetme imkanı elinden alınıyor; atama Plenumda
yapıldığı için artık onların düşünceleri sorulmuyor”.
Açık
ki, parti içi demokrasinin zedelenmesi, demokratik merkeziyetçiliğin
uygulanmaması, tüzüğün çiğnenmesi karşısında Bolşevik
Parti kendisine karşı acımasız olmuş, hataların üzerine
gitmekten çekinmemiştir.
Atamanın
demokrasi ile çelişmesi daha açık dile getirilemezdi. Sadece
atama değil, kayırmacılığın önünü açan, eleştirinin önünü
alan, üyelerin seçme ve seçilme hakkını fiilen elinden alan
pratikler üzerine gidilmiştir.
Shdanow
devamla bu konuda şunları söyler:
“Kolektif
katkı ilkelerinin çiğnenmesinin bir örneğini vermek istiyorum.
Söz konusu olan, 'üçgenler' denen şey. 'Üçgenler' görünümü
-parti komitesi sekreterinden, işletme veya kurum yöneticisinden ve
yerel sendika örgütü başkanından oluşmaktadır- bizde bir dizi
örgütlerde normal seçilmiş organlardan (Parti komitesi ve işletme
komitesi) ayrı olarak kendine özgü, resmi ve düzenli faal olan,
hiçbir parti ve Sovyet yasasında öngörülmeyen örgüttür.
Toplanıyor, kararlar alıyor, icraat için emirler veriyor vs.
Kolektif önderlik açısından, parti, ekonomi ve sendika örgütleri
arasındaki doğru ilişkiler açısından üçgen tamamen yasalara
aykırı bir biçimi temsil ediyor. Bu, kayırmacılıktır,
eleştirmeyi zorlaştırmak için bir anlaşmadır. Bu üçlü
anlaştıktan sonra, sıkıysa birisi onu eleştirmeye kalkışsın!
Sendika ve parti örgütleri böylece sorumluluktan el çektirilmiş
oluyorlar. İktisadi önderliğin eksikliklerine karşı mücadelede
silahsızlandırılıyorlar ve diğer taraftan da üçgen sanki
kolektif idare organı oluştururken bizim iktisat yönetimi tamamen
başka inşa edildiği için ekonomi önderleri bizzat
silahsızlandırılıyorlar.
Üçgenler,
kolektif yönetimin bir gülünçlemesini, bir karikatürünü, bir
yedeğini oluşturuyor... Görüşüme göre üçgenlerin tasfiye
edilmesini düşünme zamanı gelmiştir”.
Şüphesiz
ki, “üçgenler”
gibi tüzük ve yasa dışı pratiklere karşı mücadele engelsiz
yürütülmemiştir. Kişisel çıkarlara dokunulduğu yerlerde
direnç ve mücadeleyi saptırma pratikleri görülmüştür. Ama
demokratikleştirme süreci içinde bu unsurlar görevlerinden
uzaklaştırılmıştır. Bunların bir kısmının Troçkistler
olduğu da bilinmiyor değil. MK Plenumu'nda Shdanow'un konuşmasından
sonra kabul edilen bildirgede diğer şeylerin yanı sıra şunlara
da yer alıyordu:
“SBKP(B)-MK
Plenumu, aşağıdaki tedbirlerin gerçekleştirilmesini gerekli
görmektedir ve bütün parti örgütlerini bu tedbirleri
gerçekleştirmekle sorumlu kılmaktadır:
1-
Üyelerin parti komitelerine atanma pratiğinin parti tüzüğüyle
uyumluluk içinde ortandan kaldırılması, parti örgütlerinin
önder organlarının seçilebilirliğinin eski haline getirilmesi.
2-
Parti örgütleri seçimlerinde listeye göre oylamanın
yasaklanması. Oylama her bir adaya göre yapılmalıdır; bu
yapılırken bütün parti üyelerinin adayı reddetme ve onları
eleştirmede sınırsız hakkı güvencelenmelidir.
3-
Parti organları seçimlerinde adaylar üzerine kapalı (gizli)
oylamanın yürürlüğe konması...”
Söz
konusu Plenum sonuçları, kabul edilen bildirge, nihayetinde bütün
parti örgütlerinde demokratikleşme mücadelesinde katedilen birer
mesafe olmuştur. Bu Plenum aynı zamanda bir özeleştiri yeri
olmuştur.
Lenin'in
28 Mart 1923'te XI. Parti Kongresinde kapanış konuşmasında
söylediği oldukça öğreticidir:
“Şimdiye
kadar çürüyüp gitmiş bütün devrimci partiler, kendini beğenmiş
oldukları, güçlerinin nereden kaynaklandığını göremedikleri,
kendi zayıflıkları üzerine konuşmaktan çekinikleri için
çürüyüp gitmişlerdir”
(30).
Yeri
gelmişken burada belirtmekte yarar var: SBKP(B) XIX. Kongresinde
Bolşeviklerin kendi hatalarını dile getirmeleri gecikmiş bir
özeleştiriydi. SBKP(B)-XX. Parti Kongresinde ise Lenin'in
yukarıdaki uyarısının gerçeklik olduğu görüldü, yaşandı.
Kaynaklar:
1)
L. Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der
IV. Internationale, (Das Übergangsprogramm)” - “Geçiş
Programı”, Trotzki-Archiv Trotzkismus, Wordpress.Com, Internet s.
22.
2)
L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus”, “Die UdSSR im Krieg”
“Außenpolitik – Fortsetzung der Innenpolitik” kısmından,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
3)
L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus”, “Die Theorie des
”bürokratischen Kollektivismus” kısmından.
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
4)
L. Trotzki; “Die internationale Revolution und die Kommunistische
Internationale", Verlag Die Vierte Internationale 1929, 1970, s.
67.
5)
L. Trotzki, “Mein Kampf mit Stalin”, in “Das Tagebuch”, X.
Jhg., Heft 10, 9. März 1929, s. 381. Aktaran: Willy Huhn, “Trotzki
- der gescheiterte Stalin”- İnternet.
6)
L. Trotzki; “Die permanente Revolution”. “Vorwort zur deutschen
Ausgabe”,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/permrev/vorwort.html.
7)
L. Trotzki; “Die permanente Revolution”. “Vorwort zur deutschen
Ausgabe”,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/permrev/vorwort.html.
8)
L. Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “The Crisis of the
Soviet Economy”,
www.marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.
9)
L. Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “Conditions and
Methods of Planned Economy” alt başlığı altında,
www.marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.
10)
L. Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “Suppression of the
NEP, Monetary Inflation, and Liquidation of Soviet Democracy”,
www.marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.
11)
L. Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “The Crisis of the
Soviet Economy” ara başlığı altında,
www.marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.
12)
L. Trotzki; “Die internationale Revolution und die Kommunistische
Internationale", Verlag Die Vierte Internationale 1929, 1970, s.
65.
13)
L. Troçki; “Verratene Revolution”, “X. Die UdSSR im Spiegel
der neuen Verfassung” bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap10.htm.
14)
Leo Trotzki; Leon Trotsky; “War and the Fourth International”,
“The USSR and Imperialist War” ara başlığı altında,
www.marxists.org/archive/trotsky/1934/06/warfi.htm.
15)
L. Trotzki; “Arbeiterstaat, Thermidor und Bonapartismus - Diktatur
des Proletariats und Diktatur der Bürokratie” bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1935/02/arbstaat.htm#k05.
16)
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”.
“Handelt es sich um politische oder begriffliche Unterschiede?”
ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
17)
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Die frühe Degenerierung der Bürokratie” ara başlığı
altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
18)
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Außenpolitik, Fortsetzung der Innenpolitik” ara başlığı
altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
19)
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Die Frage der besetzten Gebiete” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
20)
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”,
“Wir ändern unseren Kurs nicht!” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.
21)
Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Wieder und immer wieder
über den Charakter der UdSSR”, 1939-1940, “Aufstand an zwei
Fronten” bölümünden,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/10/vdm-wieder.html.
22)
Aktaran: Willy Huhn, “Trotzki - der gescheiterte Stalin”-
İnternet.
23)
L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus, Wieder und immer wieder
über den Charakter der UdSSR”, “Psychoanalyse und Marxismus”
ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/10/vdm-wieder.html.
24).
L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus, Wieder und immer wieder
über den Charakter der UdSSR”, “Psychoanalyse und Marxismus”
ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/10/vdm-wieder.html.
25)
L. Trotzki; “Verteidigung des Marxismus, Wieder und immer wieder
über den Charakter der UdSSR”,
“Imperialismus?” ara başlığı altında,
www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/10/vdm-wieder.html.
26)
Aktaran:
Ludo
Martens; “Troçkizm: CIA’in Hizmetinde Sosyalist Ülkelere
Karşı”, 20 Ekim 1992, Etudes Marxistes.
27)
Stalin;
C. 14, s. 131-132, “Parti Çalışmasının Eksikliği ve
Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak
Önlemler Üzerine”.
28).
Stalin;
C. 14, s. 132-134, “Parti Çalışmasının Eksikliği ve
Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak
Önlemler Üzerine”.
29)
Stalin;
C. 14, s. 134, “Parti Çalışmasının Eksikliği ve Troçkistler
ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak Önlemler
Üzerine”.
30)
Lenin;
C. 33, s. 297.