deneme

23 Şubat 2006 Perşembe

YA SOSYALİZM YA BARBARLIK (IV)



EMPERYALİST KÜRESELLEŞME VE İŞÇİ SINIFININ GELECEĞİ

Sanayide verimlilik, dünya çapında istikrarlı bir şekilde artıyor. Aynı zamanda sanayide çalışan işçilerin sayısı da sürekli “istikrarlı” bir şekilde azalıyor.

Sanayide verimliliğin artması ve işçilerin sayısının azalması sadece emperyalist ülkelerde söz konusu değildir. Maddi değerlerin üretiminin bu ülkelerden başka ülkelere; kapitalist gelişme bakımından geri, emperyalizme bağımlı ülkelere taşınmasından dolayı işçi sayısında azalma olmuyor. Benzeri eğilim, Çin, Türkiye gibi ülkelerde de görülmektedir. Örneğin, Çin’de sanayide çalışan işçilerin sayısı 1995-2002 arasında yaklaşık 15 milyon azalmıştır.

Dünya çapında görülen bu sürecin motoru, sürekli, istikrarlı bir şekilde yıllık ortalama olarak yaklaşık yüzde 2 oranında artan verimliliktir: II. Dünya Savaşından bu yana verimlilikteki söz konusu bu artış, savaş, ekonomik kriz vs. den dolayı kesintiye uğramamıştır.

19. yüzyılın başlarına kadar olan dönemde Almanya, İngiltere ve ABD gibi ülkelerde insanların üçte ikisi veya dörtte üçü tarımda çalışıyordu. Ama şimdi çalışabilir yüz insandan ortalama olarak sadece ikisinin tarımda çalışmasıyla yeteri kadar tahıl vb. tarımsal ürün üretilebilmektedir. Teknolojinin gelişmesi göstermektedir ki, sanayi alanında bir yüz sene geçmesine gerek kalmaksızın; bir kaç on yıl sonra çalışabilen her yüz kişinden ikisinin sanayi sektöründeki üretimiyle mobilyadan otomobile; ayakkabıdan gömleğe ihtiyaç duyulan her şey üretilebilecektir.

Daha bugünden Amerikan işçilerinin ve ücretlilerinin yüzde ondan daha azı sanayide çalışmaktadır. Sanayi sektörü çerçevesinde ele alınan bazı hizmetleri (mali planlama, satış, dizayn vb.) dikkate almazsak, bu yüzde onun ancak yarısının maddi değerlerin üretiminde çalıştığı sonucuna varırız. Son 35 yılda sanayide çalışanların sayısı, emperyalist ülkelerin toplamında yarı yarıya azalmıştır.

Almanya’da bir milyon mark değerinde meta ve hizmet üretmek için ihtiyaç duyulan çalışan sayısı, tarımda 1965’te 140’dan 1995’de 23’e; sanayide 22’den 12’ye ve ticaret ve ulaşımda da 29’dan 15’e düşmüştür.

“Ücretli işçi sayısındaki görece azalmaya karşın, mutlak olarak artış, zaten kapitalist üretim biçiminin bir gereksinimidir. İş gücünü günde 12-15 saat çalıştırmak artık zorunlu olmaktan çıkar çıkmaz, bu üretim biçimi için işgücü artık bollaşmış demektir. Üretici güçlerde mutlak işçi sayısının azalmasına yol açabilecek, yani bütün ulusun kendi toplam üretimini daha kısa zamanda yapabilmesini sağlayacak bir gelişme, nüfusun büyük bir kısmını işsiz bıraktığı için, bir devrime neden olabilir. Bu, kapitalist üretimin özgül sınırının bir başka belirtisidir.... Çalışan nüfusun bazen şu, bazen bu kısmının, eski istihdam biçimi altında fazlalık haline gelmesinden doğan devresel krizlerde bu çatışma kısmen görünür duruma gelir. Kapitalist üretimin sınırı, işçilerin fazla zamanıdır”.(Marks; Kapital, C. 3, s. 274)

Marks’ın bu öngörüsü bugün gerçekleşme sürecine girmiştir. Gelişme, henüz “bir devrime neden olabilecek” kapsam ve derinlikte değil. Ama gelişmenin yönü o tarafa doğru.

Marks’ın belirttiği gibi, burada söz konusu olan, devrevi krizlerden dolayı işsizliğin dönemsel artışı değildir. Marks, burada, verimliliğin, üretimden daha hızlı gelişeceği gerçeğine işaret ediyor. Kapitalizmde verimliliğin artması, giderek daha çok sayıda işçinin işsiz kalmasına ve bunun devamlılık arz eden bir görüngü olmasına neden olmaktadır.

Marks’ın bu öngörüsü son yıllarda gerçeklik olmuştur.

Eskiden, işsizlerin sayısıyla ekonominin gelişme durumu arasında aynı yönlü bir orantı söz konusuydu: Yani ekonomi krizdeyse, işsizlerin sayısı artar, ekonomi krizde değilse işsizlerin sayısı azalırdı. Artık böyle bir gelişme, en azından emperyalist ülkelerde ve kısmen de Türkiye gibi orta derecede gelişmiş ülkelerde tarihe karışmaktadır. Bu anlamda “yedek sanayi ordusu” kavramı da anlamını yitiriyor. Yedek sanayi ordusuna anlam veren, bu ordunun, konjonktürün yükselme aşamasında eriyebilmesi ve kapitalistin, yedek sanayi ordusu kapsamından daha çok iş gücüne ihtiyaç duyabilme olasılığının mümkün olmasıydı. Bu anlamda yedek sanayi ordusu tarihe karışıyor.

Kapitalist üretim biçimi, dönem dönem emeceği, üretim sürecine sokacağı, dönem dönem (kriz) sokağa atacağı bir iş gücü kitlesiyle değil, sürekli işsiz olan, kitlesel olan bir işsiz iş gücü yığınıyla karşı karşıyadır. Bu, kapitalist gelişmenin ürünüdür.

Artık kapitalist üretim, sadece devrevi hareketinin kriz aşamasında değil, aynı zamanda yükseliş aşamasında da işsizliğe neden olacak boyutlarda gelişmiştir. O, bu anlamda sınırına dayanmıştır.

“Çalışan nüfusun bazen şu, bazen bu kısmının eski istihdam biçimi altında fazlalık haline gelmesinden doğan devresel bunalımlarda bu çatışma kısmen görünür”. Marks, burada ekonomik kriz dönemlerinde daha belirgin olan, yükselen sınıf mücadelesinden bahsediyor. Gerçekten de böylesi dönemlerde grevler, protestolar, işten atılmaya ve sosyal, ekonomik hakların gasp edilmesine karşı mücadeleler, konjonktürün yükseliş aşamasında görülenden daha sık görülür.

Örneğin son dünya ekonomik krizi döneminde, bu krizden kaynaklanan protestoların beklendiği gibi görülmemesi, kriz yok anlayışını canlı tutuyor. İşin gerçeği ise, bu türden, işçilerin özellikle kriz döneminde baş vurdukları mücadelelerin artık her dönem, konjonktür devreviliğinin her aşamasında sürdürülüyor olmasıdır. Nedeni oldukça açık: İşçiler, sadece dönem dönem; kriz dönemlerinde sokağa atılmıyorlar, aksine konjonktürün yükseldiği dönemlerde de sokağa atılıyorlar.

İşçilerin sürekli sokağa atılma durumu, Marks’ın ifadesini kullanacak olursak; “üretici güçlerde mutlak işçi sayısının azalmasına yol açabilecek, yani bütün ulusun kendi toplam üretimini daha kısa zamanda yapabilmesini sağlayacak bir gelişme, nüfusun büyük bir kısmını işsiz bıraktığı için bir devrime neden olabilir” mi, bunu bilmiyoruz. Örgütsüz, kendiliğindenci mücadeleyle işçi sınıfı, kapitalist üretim sistemi sınırının ötesine geçemez. Bunu biliyoruz. Burada esas olan şu: Bu, barbarlığa doğru bir gidiştir. Bu gidiş, kapitalizmi geriletme hayaliyle, reforme etme hayaliyle Uluslararası Protesto Hareketinin tekellere, IMF’ye, DB’na, DTÖ’ne karşı mücadelesiyle durdurulamaz. Bu gidişe dur demenin yegâne yolu devrimdir. Bu nedenle alternatif, kapitalizmi reforme etmek, demokratikleştirmek değil, sosyalizmdir; ya sosyalizm ya barbarlıktır, ya kapitalizm ya da devrimdir.

Bir kaç veriyle Marks’ın yukarıya aktardığımız anlayışının gerçekleşme boyutlarını gösterelim:

Alman sanayinde çalışan sayısı 1991’de 9 milyon 274 binden 1997’de 6 milyon 311 bine düşüyor. Yani yaklaşık yüzde 32 oranında azalıyor.

Ayni dönemde işçi sayısı 6 milyon 246 binden 4 milyon 021 bine düşüyor: Yani yüzde 35,6 oranında azalıyor.

Buna rağmen aynı dönemde çalışan başına ciro 220 600 marktan 346 400 marka çıkıyor. Yani yüzde 157 oranında artıyor.

Aynı dönemde işçi başına ciro 327600 marktan 543700 marka çıkıyor: Yani 167,5 oranında artıyor.

Aynı dönemde işçi başına bir saatlik ciro, 218,40 marktan 347,95 marka çıkıyor. Yani 153,3 oranında artıyor.

Buna rağmen:

Ayni dönemde ciroda ücretin payı, yüzde 11,9’dan yüzde 9.6’ya düşüyor.

Diğer emperyalist ülkelerde de durum, Almanya’dakinden farklı değildir. Hatta Türkiye gibi ülkelerde de bu süreç, göz ardı edilemez boyutlar almaktadır.

Açık ki verimlilik, üretimden daha hızlı artıyor. Bunun anlamı da, Marks’ın dediği gibi “bütün ulusun kendi toplam üretimini daha kısa zamanda yapabilmesini sağlayan bir gelişme”yi yaşıyor olmamızdır.

Giderek az sayıda işçinin, giderek daha çok üretmesi, dolayısıyla işçi sınıfının çalışmayan kesiminin çalışan kesime nazaran daha hızlı artması, “kapitalist üretimin özgül sınırına” vardığının açık ifadesidir. Bu nedenle Marks’ın bahsettiği eğilim bugün yasa olmuştur.

Peki, geriye kalanlar ne olacak? Bunu da başka bir yazıda ele alacağız.