deneme

1 Kasım 1998 Pazar

75. YILINDA CUMHURİYET, HANGİ CUMHURİYET?



75. YILINDA CUMHURİYET

HANGİ CUMHURİYET?

Burjuvazi, cumhuriyetinin 75. yılını kutluyor. 75 yıllık cumhuriyet, 75 yıllık burjuva iktidar demektir. Bu anlamda burjuvazi 75. doğum gününü kutluyor. 75. yıl kutlamalarının, şimdiye kadarki yıllık kutlamaların hepsini gölgede bırakacak derecede “görkemli” olması için harcamalardan da kaçınmıyor. Başta Türk kökenli ülkelerden olmak üzere bir dizi devlet ve hükümet başkanları ve devi eti temsil eden “zevat” davet edilmiş.

TONY BLAIR’IN “ÜÇÜNCÜ YOL”U


TONY BLAIR’IN “ÜÇÜNCÜ YOL”U

“Third Way” (Üçüncü Yol) hikayesi aslında hiç de yeni değildir. Adı üçüncü yol konmasa da iki yol arasında yeni bir yol arayanlar hep olagelmiştir. Bernstein, revizyonizmini üçüncü yol olarak tanımlamadı, ama marksizme ihanet ederek, burjuva ve proleter ideoloji arasında bir ucube oluşturdu. Bu, revizyonizmdi ve marksizme ihanetti. Sonra sosyal demokratlar şekillendi, Bernstein’in yolunda ilerleyerek, onlar da, adını koymasalar da üçüncü bir yoldan yürüdüklerini lanse etmeye çalıştılar. Güya sermaye ile emek arasında yer alıyorlardı. Sonra bir Finlandiya politikası çıktı ortaya, SB ile kapitalist dünya arasında ayrı bir yol olarak. Sonra, adı konmasa da “Prag ilkbaharı” Dubçek “üçüncü yol”un yolcusuydu, ama revizyonist blokun tankları onu yolundan alıkoydu. Demek oluyor ki politik ve ideolojik alanda üçüncü bir yol arayışı hiç de yeni değil. Yeni olan, T. Blair’in kendi üçüncü yolunu adeta bir devrim diye yansıtmayı ve dünyanın önde gelen devlet adamları tarafından tartışılmasını talep etmesidir. “Üçüncü yol”, reformcu Blair’in kendi dünya görüşünü ifade eden bir kavram. Bu yolun izahına baktığımızda “başarı”nın sırrı görülüyor: Önce sol, sonra sağ ve sonra da sağ şerit üzerinde ileri!! Veya şöyle de diyebiliriz: Önce “sosyalizm”, sonra kapitalizm ve sonra da üçüncü yol adı altında kapitalizm kulvarında ilerlemek. T. Blair, sosyal demokratların başka ülkelere hükümet olmalarıyla “üçüncü yol”cuların çoğalacağına ve dünya politikasını yönlendirecek güce sahip olacaklarına inanıyor. Aslında AB içinde 12 ülkenin böyle olması gerekir. Ne de olsa bu 12 ülkenin çoğunda sosyal demokratlar hükümetteler. Bunların sonuncusu G. Schröder, “üçüncü yol”a yatkın. Öyle ki, uçkuru yüzünden zor günler geçiren Clinton da bu yola ilgi duyuyor. “Üçüncü yol”, ne de olsa “doğal düşmanları olmayan bir politika”, yani “ideolojisiz” bir politika, ideolojisiz bir politikaya da burjuvazi her dönem ihtiyaç duymuştur, yığınları ideolojisizleştirmek ve politik mücadeleyi sınıfsal içeriğinden kop artmak için. “Üçüncü yol” veya da “Blairizm”, belli bir ideolojik anlayış üzerinde yükselmiyor! Bu yol, “değer”ler üzerinde yükseliyor. Doğru veya yanlış, toplumun yarattığı değerler, sanki şu veya bu ideolojiden kopuk! Bay Blair’e göre ideolojilerin düşmanı vardır, modası geçmiştir. İdeolojinin düşmanı kim olabilir ki? Tabii ki diğer ideoloji. Örneğin burjuva ideolojinin düşmanı, proleter ideolojidir ve proleter ideolojinin düşmanı da tabii ki burjuva ideolojidir. “Blairizm”e göre böylesi ideolojilerin artık modası geçmiştir. Şimdi esas olan “değer”lerdir. Blair’in açıklamasına göre değerler, her şeyi kapsamına alırlar, yani ideolojilerin modası geçtiğine göre ve değerler de her şeyi kapsamına aldığına göre burjuva toplum da aynı değerler üzerine yükselmelidir; ideolojiye paydos, sınıf mücadelesine paydos, yaşasın sınıf işbirliği, sınıf uzlaşmacılığı! İşte Blair efendi bunu vaaz ediyor. Blair’e haksızlık etmeyelim: Tabii ki değerlerin de düşmanları var: “Kinizm, kadercilik, önyargı ve toplumsal dışlanma”! Buna karşın “yetenek, hırs, çaba ve umut” “değer”lerin “dostu” olan kavramlardır. Bay Blair’in “değer”leri üzerine yükselen toplumda bireycilik esastır. O, bireye kaderci, önyargılı olma, dışlanma, ama yetenekli, hırslı ol, çaba harca ve umutlu ol diyor. Blair’in değerleri toplumu atomize ediyor, örgütlenmeyi ve örgütsel mücadeleyi, sınıfsal ve grupsal çıkarların savunulmasının yerine kişisel çıkarlar için çabayı, mücadeleyi ön plana çıkartıyor. “Adaletli toplum” bu yolun anahtar kavramlarından birisidir. Bu toplumun veya “üçüncü yol”un “değer”leri üzerinde yükselen toplumun kurulması için Blair’in yöntemleri hiç de yeni değil: elastiki, akılcı, pragmatik. Yani işçi sınıfını ve emekçi yığınları “üçüncü yol” adı altında “adaletli toplumu” kurmak için sermayenin çıkarlarına koşmakta; yığınları kandırmakta nazik olacaksın, rafine olacaksın. Aksi takdirde emekçi yığınlar, o “halk” kavramı içine girenler “üçüncü yol”un daha önce uygulanan “yol”lardan hiç de farkının olmadığını anlayabilirler. “Üçüncü yol” broşüründe şöyle deniyor:

1 Eylül 1998 Salı

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE TOPLUMSAL TOPLAM ÜRÜN VE ULUSAL GELİR HESAPLAMALARI



TÜRKİYE EKONOMİSİNDE TOPLUMSAL TOPLAM ÜRÜN 

VE ULUSAL GELİR HESAPLAMALARI 
 
(17. sayıdan devam)


DÜNYA EKONOMİSİNİN GELİŞME EĞİLİMİ


DÜNYA EKONOMİSİNİN GELİŞME EĞİLİMİ

Asya ‘da patlak veren mali kriz, belli bir zaman sonra bazı ülkelerde (Japonya ve “Asya kaplanları” denen ülkelerde) fazla üretim krizine “dönüştü”. Yaklaşık 14 ay sonra, yani Ağustos’un 20’sinden itibaren Rusya’da beklenen mali kriz patlak verdi ve bütün dünya borsalarını etkiledi. Zaten oldukça istikrarsız ve dengesiz bir gelişme, daha doğrusu var oluş içinde olan dünya ekonomisi, bu durumdan dolayı Rusya‘daki mali krizden oldukça etkilendi.

1 Temmuz 1998 Çarşamba

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE TOPLUMSAL TOPLAM ÜRÜN VE ULUSAL GELİR HESAPLAMALARI



TÜRKİYE EKONOMİSİNDE TOPLUMSAL TOPLAM

 ÜRÜN 
 
VE ULUSAL GELİR HESAPLAMALARI


1-Burjuva Politik Ekonomi Açısından

Her toplumsal sınıfın; her üretim biçiminin kendine özgü bir politik ekonomisi vardır. Ve her bir politik ekonomide, ekonominin gelişme seyrini gösteren kıstaslarda da belli farklılıklar söz konusudur. Örneğin kapitalizmde –burjuva politik ekonomide– ekonominin gelişme seyrini gösteren bir dizi kıstas, hakim sınıf olan burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder. Burjuvazi, rakamlarla/verilerle oynamanın ötesinde, ekonominin gelişme seyrini ele veren göstergeleri kendi sınıfsal çıkarına hizmet edecek bir şekilde düzenler. Bu türden bir düzenlemeyi Toplumsal Toplam Ürün (TTÜ) ve Ulusal Gelir (UG) hesaplamalarında da görmekteyiz.

KİTAP İNCELEMESİ: “EKONOMİNİN TERÖRÜ”


KİTAP İNCELEMESİ: “EKONOMİNİN TERÖRÜ”

Viviane Forester’in “Ekonominin Terörü” adını taşıyan kitabı bestseller oldu. Sadece Fransa’da değil. Basımından sonra kısa zamanda ondan fazla dile çevrildi. Bu kitabı Almanca çevirisinden (Paul Zsolmey Yayınevi, 1997, Viyana) değerlendirdik. V. Forester, kendini kapitalizmin “eleştirmeni” olarak gösteriyor. Eleştirisi gerçekten de biçimde radikal, ama öze ilişkin olarak ise oldukça reformist. Kitap, “sol”culuk iddiasında, ama “sol”lar arasında değil, burjuva medyada oldukça övgüye layık görülüyor.

Küçük Burjuva Radikalizminin Hayal Kırıklığı

1 Mayıs 1998 Cuma

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN ORTADOĞU POLİTİKASI


TC'NİN ORTADOĞU POLİTİKASI

Bir ülkenin iç ve dış politikası ayrılmaz bir bütünün, diyalektik birliğin ifadesidir. Bu diyalektik birliğin nesnel temelini, hakim sınıfın ekonomi eksenli çıkarları belirler. Ekonomi eksenli çıkarlar da iç ve dış politikanın karakterini belirlerler. İç politikanın aksine dış politik çıkarlar, söz konusu devletin gücüne, mevcut enternasyonal koşullara, somut ve tarihsel güç dengelerine bağlı olarak gerçekleştirilir veya gerçekleştirilmesi bu faktörler tarafından etkilenir.

TÜRKİYE İMALAT SANAYİNDE İŞÇİLERİN ÜCRETLERİ VE KAPİTALİSTLERİN KARLARI (1950-1991)


Bir Deneme


TÜRKİYE İMALAT SANAYİNDE İŞÇİLERİN ÜCRETLERİ 
 
VE KAPİTALİSTLERİN KARLARI (1950-1991)


Bu yazımızda devletin resmi verilerine dayanarak imalat sanayinde işçilerin ücretlerini, kapitalistlerin karlarını, artı değer ve kar oranlarını hesaplayacağız. Dönem olarak 1950-1991 arasını ele alıyoruz. Kaynak olarak "TC Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü"nün "İstatistiki Göstergeler 1923-1992" yayınını (1994) esas aldık.

TOPLUMSAL VE SİYASİ BİR GÜÇ OLARAK İŞSİZLER


Marksist-Leninist Politik Ekonominin Sorunları


TOPLUMSAL VE SİYASİ BİR GÜÇ OLARAK İŞSİZLER

Kapitalizmin Gelişme Yolu Sefaletin Yoludur ...”(Stalin)


1- Kapitalist Birikimin Genel Yasası Ve İşçi Sınıfının Durumu

Kapitalist Birikimin Genel Yasasının Anlamı

Kari Marks, Kapital’in birinci cildinde kapitalist birikimin genel veya da mutlak yasasını şöyle formüle eder.
Toplumsal zenginlik, işleyen sermaye, bu sermayenin hacmi ve enerjisi ve dolayısıyla proletaryanın mutlak kitlesi ve işinin üretkenliği ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur. Sermayenin gelişme gücü gibi mevcut işgücü de aynı nedenler vasıtasıyla gelişir. Bundan dolayı sanayi yedek ordusunun görece büyüklüğü, zenginliğin gücüne göre (onunla birlikte -PD) artar. Anıcı bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyükse, sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artı-nüfusun kitlesi de o kadar büyük olur. Nihayet, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak, genel yasasıdır. (Aç. Marks, Marks-Engels Toplu Eserler, C. 23, Kapital C. I, s. 673-674, Alm.)

1 Mart 1998 Pazar

ORTADOĞU VE EMPERYALİST DEVLETLER ARASI REKABET


ORTADOĞU VE EMPERYALİST DEVLETLER ARASI REKABET

Revizyonist blokun dağılmasından sonra (1989/’90) dünyanın, revizyonist blok-kapitalist blok olarak ikiye bölünmüşlük durumu ortadan kalkmış ve bütünselliği sağlanmış oldu. Bloklaşma olgusunun ortadan kalkması, bu bloklaşmaya neden olan başlıca çelişkileri, örgütlenmeleri vb. de ortadan kaldırıyordu. Bu, aynı zamanda dünyanın iki merkezli olmaktan çıkarak, daha çok merkezli olmasının önünü açıyordu. İki süper güç (ABD-SSCB), iki blok (revizyonist/Sovyet emperyalist-kapitalist) olgusu, uluslararası planda bir dizi gelişmenin, yeni oluşumların önünü tıkayan adeta bir cendere rolünü oynuyordu. Ulusal ve enternasyonal alanda politika, ekonomi, militarist yöneliş, iki süper gücün çıkarlarına göre şekilleniyordu. Bu anlamda dünya iki kutupluydu, iki blokluydu. Revizyonist blokun çökmesiyle dünya, her ne kadar iki kutuplu veya çok kutuplu olmaktan çıktıysa da, çok merkezli olma sürecine girmişti. Şüphesiz çok merkezlilik, revizyonist blokun çökmesiyle ortaya çıkmamıştı. Çok merkezlilik, II. Dünya Savaşından sonraki gelişmenin bir sonucuydu. Bir taraftan AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) şekilleniyorken, diğer taraftan Japon emperyalizmi hızlı bir gelişme sürecine giriyordu. ‘70’li yıllara gelindiğinde hegemonya mücadelesi verebilecek, gelişmesini, özellikle ABD emperyalizminin aleyhine sürdüren güçler Japonya ve AET idi. Dolayısıyla (klasik) kapitalist dünyada üç ayrı rekabet merkezi vardı.

“Asya Kaplanları”nı Sarsan Mali Kriz


Asya Kaplanları”nı Sarsan Mali Kriz

 

1- Mali Kriz mi, Fazla Üretim Krizi mi?

Önce, bağıra-çağıra geliyorum diyen Asya’daki mali krizin gelişme seyrini kronolojik olarak verelim:

1 Ocak 1998 Perşembe

ORTADOĞU VE KESKİNLEŞEN EMPERYALİSTLER ARASI ÇELİŞKİLER


ORTADOĞU VE KESKİNLEŞEN EMPERYALİSTLER ARASI ÇELİŞKİLER

Amerikan emperyalizmi haftalardan beri Irak’ı silahlı çatışmayla tehdit ediyor. Bunun için gerekli hazırlıkları aleni olarak yaptı. Savaş narasını sıklaştıran ABD Başkanı Clinton, BM’yi de Irak’a karşı “sert ve belirgin” eyleme geçmeye davet etti. Aslında bu, davetten ziyade açık bir talepti. ABD’nin savı açıktı: “Gizli zehirli gaz depolarını açığa çıkartmak üzereyken, Irak, BM-Teftiş Heyeti’nin belli alanlara girmesini yasakladı”!

“Küreselleşme” Kavramı Üzerine


Küreselleşme” Kavramı Üzerine

Birkaç seneden beri, daha doğrusu revizyonist blokun çökmesinden bu yana emperyalist burjuvazinin dilinden düşürmediği ve empoze ettiği en önemli kavram, “küreselleşme” kavramıdır. Emperyalist çıkarları ifade eden bu kavram giderek devrimci literatürde de kullanılmaya başlandı. Adeta moda oldu. Sanki bu kavramın karşılığı yokmuş gibi, sanki bu kavramın yerine daha önceleri başka kavramlar kullanmıyormuşuz gibi, sanki bu anlamda kendimizi ifade etmede bir eksiklik varmış gibi hareket edilerek burjuvazinin bu kavramı devrimci literatüre yerleştirildi. Aynı kavramdan, burjuvazinin ne anladığı, devrimcilerin ne anladığı da her zaman açıklanmadığı için bilmeyenler açısından, burjuvazi ile devrimcilerin ortak bir lisan buldukları görüşünün doğma tehlikesi gündeme geldi.