deneme

26 Ağustos 2010 Perşembe

KRİZ KARŞILAŞTIRMASI - DÜNYA EKONOMİSİ ÜZERİNE NOTLAR


Burjuvazinin ekonomi üzerine değerlendirmeleri bir yana, ekonomiyi Marksist teori ışığında ele aldığını iddia edenler cephesinde durum gerçekten karışık. Öyle ki, müneccim misin dedirtecek derecede iddialı anlayışlar ortaya atıldı. Bu cephe uluslararasıdır; uluslararası alanda, emperyalist burjuvazinin şu veya bu “düşünce fabrikası”nda; üniversitesinde vb. üretilen ürünler, liberal, Marksist kavramlarla paketlenerek piyasaya sürülür. Örnek olsun diye belirteyim; Leninist emperyalizm analizinin karşısına Kautsky'nin “Ultra-emperyalizm”i; ekonomik kriz konusunda Marsk'ın karşısına R. Luksemburg; Marksist kriz teorisi karşısına kapitalizmin kendiliğinden çökeceği anlayışı çıkartılır. Bu arada emperyalizmin çelişkilerinin yumuşamadığının, barışçıllaşmadığının; yani “Ultra-emperyalizm”e doğru bir çizgide gelişme göstermediğinin; ekonomide yaşanan krizin de aynen kitaplarda yazıldığı gibi klasik bir kriz olduğunun açığa çıkmış olması hiç önemli değildir.

Kriz ve kapitalizmin geleceği bağlamında uluslararası alanda ekonomik kriz konusunda iddialı yazılardan geriye iddia denecek fazla bir şey kalmadı. Dün, kapitalizmin sonunun geldiği, resmen çöktüğü ilan ediliyordu; sonra “ne olur ne olmaz, çökmeyebilir” kaygısından dolayı olsa gerek, iddia yumuşatıldı ve üçüncü şahısların ağzından daha ne kadar sürer türünden soruya çevrildi. Şimdilerde ise çöküşten falan bahseden yok. Düşünce kaynağındaki gelişmeden haberi olmayanlar aynı anlayışı tekrarlıyorlar. Demek ki, düşünce kaynağındaki görüş değişimi etkisini çevre alanlarda henüz göstermemiş. Şimdi, kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunanların bütün sorunları, dünkü iddialarını bugün de haklı çıkartacak formülasyonlar bulmak. Daha önceki bir yazıda bunları “ayrık otu” olarak tanımlamıştım; bu otun mevsimi geçiyor. Krizin başlangıç aşamasında bayağı yeşildi; kriz geliştikçe, derinleştikçe ve kapitalizmin kendiliğinden çökmeyeceği anlaşıldıkça bu otun rengi de soldu; yaz sıcağında ayrık otu ne hale gelirse o hale geldi. Şimdi bir dahaki kriz başlangıcında yeniden ortaya çıkmak için yer altına çekilmeye hazırlanıyor; daha ne kadar sürer sorusunu da sorarak çekiliyor. Sanki hiçbir şey olmamış gibi!

Kavramlar olmasaydı, düşünceler nasıl ifade edilirdi, bunu bilemem. Bu anlamda bildiğim tek şey, kavramların düşünce ifade etmekte ne denli önemli olduğudur. Ekonomik kriz konusunda da böyle bir kavram sorunuyla karşı karşıyayız. Marksist teori, kriz konusunda kullanılan kavramların içeriğine uygun olmasını talep eder, kriz türleri arasında, kapitalizmin içsel yapısına özgün olanla olmayan krizler arasında kesin ayrım yapar. Örneğin her borsa, para, banka krizinin; genel anlamda her mali krizin mutlaka bir fazla üretim krizi olmayacağını vurgular. Marksizm, kapitalizmin içsel yapısına özgün olan; onun içsel yapısından/çelişkilerinden kaynaklanan tek bir kriz tanır; o da fazla üretim krizidir. Diğer krizler; genel anlam diye belirttiğimiz krizler olmasa da kapitalizm olur, ama fazla üretim krizi olmaksızın kapitalizm olmaz. Bu, kapitalizmde mali krizler olmaz anlamına gelmez. Hemen her fazla üretim krizi döneminde, genellikle başlangıç aşamasında borsa, banka, para, kredi krizleri patlak verir. Bunlar bazen fazla üretim krizlerinin başlangıç aşamasındaki görünüm biçimi oldukları gibi bazen de olmayabilirler; yani sonrasında bir fazla üretim krizi patlak vermeyebilir. Veya borsa, banka, para, kredi krizi patlak vermeden de doğrudan fazla üretim krizi patlak verebilir. Buna Türkiye'de patlak veren ve yaşanmakta olan fazla üretim krizi bir örnektir.

Uluslararası kaynaklardan alınmış anlayışlara şöyle bir bakın, Marksizmin ekonomik kriz konusunda temel anlayışlarından birisinin (Kapitalizme özgü yegane kriz, fazla üretim krizidir; fazla üretim krizi olmaksızın kapitalizm olmaz; her mali kriz mutlaka ve mutlaka yeni bir fazla üretim krizinin başlangıcı değildir vb.) nasıl çarpıtıldığını; aynen liberal burjuvazinin anlayışına indirgendiğini göreceksiniz. Bu iki anlayış arasında sermayenin genel hareketi sürecini doğrudan ilgilendiren; spekülatif sermayeye; üretimden kopuk sermayeye konjonktür oluşturma yeteneği veren çok önemli farklar vardır.

Bu neden önemlidir? Şöyle düşünmek gerekir: Uluslararası alanda birtakım aklı evveller (bunlar her şeyi çok önceden görenlerdir! Burjuva basında Nouriel Roubini kahindir; ekonomide gelişmeleri çok önceden görür deniyor. Anlaşıla o ki, burjuva basının “Marksist” kahinlerden haberi yok) spekülatif sermayeye; daha doğrusu maddi değerlerin üretiminden kopmuş ve azami kar için sürekli dünya borsalarını dolaşan, akıl almaz mali araçlar oluşturarak kağıt üzerinde sürekli çoğalan “sermaye”ye kendi konjonktür hareketini oluşturma yeteneği verirler: Yani bir taraftan sanayi üretiminde sermayenin konjonktür hareketi ve diğer taraftan da sanayi üretiminden kopmuş olan “sermaye”nin konjonktür hareketiyle karşı karşıya kalırız. Şimdi deniyor ki, sanayi; maddi değerlerin üretimi kökenli sermayenin- Marks'ın deyimiyle bütün sermaye türlerinin anasının- artık bağlayıcı bir önemi kalmamıştır; onun yerini ondan kopan ve tamamen kendine özgü bir çevrim oluşturan ve böylece kapitalist üretimin seyrini belirleyen spekülatif sermaye almıştır. Bu da emperyalizm ötesi bir evreye geçişin; küreselleşme veya emperyalist küreselleşme denen bir sistemin oluşmuş olduğunun ifadesidir.

20. yüzyılın sonuna doğru bu anlayışlar çok yaygındı. 2000-2004 dünya ekonomik krizi bu görüşü savunanların süngüsünü düşürdü, ama umutlarını kıramadı. Şimdi yaşanmakta olan kriz ise o düşünceleri güneş altında kalmış kar gibi eritti. Ama hala ısrarcı olanlar var; belki de tarihe geçmek istiyorlar. Niçin olmasın, örneğin Nelte, 4 Mart 2009'da kapitalizmin kendiliğinden çöktüğünü ilan etmedi mi ve bu çöküş “yasası”nın adını da “Norbet Nelte-Fazla Üretim Yasası” koymadı mı? (Bkz.: Norbert Nelte; “İktisadi Çöküş: 'Geriye Dönüşümü Olmayan Nokta' Şimdi Aşıldı”, 04.03.2009). Böylece kapitalizm, artık art değer üretecek durumda değildir, yani sömürecek durumda değildir; genişletilmiş yeniden üretim yapacak durumda değildir denmiş ve kapitalizm kapitalizm olmaktan çıkartılmış olmuyor mu?

Her halükarda bu anlayışlarla kapitalizm, kapitalizm olmaktan çıkartılıyor; artı değer üretimi ve sömürüsü, gerçekleştirme kanalları tıkandığı için ortadan kaldırılıyor. Artı değer üretimini ortadan kaldırınca kaçınılmaz olarak işçi sınıfını da ortadan kaldırmış olursunuz. İşçi sınıfını kaldırınca sınıf örgütlenmesine, sınıf iktidarı için mücadeleye de gerek kalmaz; artık Negri'nin “çokluk”unu örgütleyebilirsiniz, “çokluk” iktidarı için mücadele edebilirsiniz. Nesnel gerçeklikten kopunca, düşüncede ve pratik ayaklar yere değmeyince insanın nerelere savrulabileceğini görmek istiyorsanız yapmanız gereken şudur: Artı değer üretimi ve sömürünün kanallarını tıkayın; böylece işçi sınıfını ve bildik kapitalizmi yok etmiş ve kapitalizmi spekülatif sermayeye dayanan bir üretim biçimine çevirmiş olursunuz. Bu durumda kaçınılmaz olarak karşınızda toplumun bütün kesimlerini aynılaştırarak; “çokluk”a dönüştürerek baskı altında tutan, “sömüren” bir sermaye oligarşisi görürsünüz.
Bunların olup olmayacağı önemli değil, önemli olan, bu hayali gerçeklik olarak algılamanızdır; çünkü geriye dönüşü engellemek için gemileri yakmışsınız; kapitalizmi başkalaştırmaktan başka var olma, siyaset yapma şansınız yok.

Yaşanmakta olan klasik kapitalizm gerçekliği, hayal dünyasında yaşayanlar için büyük sorun oluyor; her geçen gün, her gelişme kapitalizmin nesnel yasalarının geçerliliğini bir kez daha doğruluyor. Nelte ve onun gibileri de kurtuluşu demagojide arıyorlar; 4 Mart 2009'da kapitalizmin genişletilmiş yeniden üretim kanallarını tıkayarak onu çökerten Nelte, şimdilerde ona “10 sene daha” var olma şansı tanıyor.
*
Yaşanmakta olan krizi engellemek ve engellenemediği için de tahribatını sınırlandırmak için uluslararası alanda sermayenin IMF gibi kurumları, AB, G-7 ve G-20 çerçevesinde bir araya gelen ülkelerin bütün çabaları sonuç vermemiştir veya umulan sonuç alınamamıştır. Ekonomik kriz konusunda ABD ve AB arasında uzlaşma değil, görüş ayrılığı yön verici olmuştur.

Bu toplantılarda krizin esas nedeni üzerinde durulmamış, görünümlerine; yansımalarına karşı mücadele esas alınmıştır. Zaten başka türlü de beklenemezdi.

Krizi önlemek veya tahribatını sınırlandırmak için şimdiye kadar dünya çapında devletlerin yapmış oldukları harcamaların toplamı yaklaşık 27 trilyon dolar civarındadır. Dünya üretiminin yaklaşık yarısı kadar olan bu miktar, bütçe açığı olarak işçi sınıfı ve emekçi yığınların sırtına yıkılmıştır.

Uluslararası alanda krizi önleme veya tahribatını sınırlandırma çabaları, dünya çapında spekülasyonu tetiklemiş ve bir çok alanda spekülasyon köpükleri oluşmuştur; bu balonlar ödemeler trafiğinde herhangi bir tıkanmanın gündeme gelmesiyle patlayabilir; krizi önleme çabaları, krizi önlememiş, aksine kapitalist dünya sisteminin olduğundan daha çok kırılgan yapmıştır.

Söz konusu bu devasa miktar, borçlanmadan dolayı devlet iflaslarını gündeme getirmiştir. Son olarak Yunanistan'ın başına gelen bir çok ülkenin geleceği konusunda fikir vericidir. Yunanistan'ın 273 milyar Avroluk borcundan dolayı neredeyse birbirine girecek duruma gelen AB'nin Fransa ve Almanya gibi önde gelen emperyalist ülkeleri, AB'nin toplam 8,7 trilyon Avroluk borcunun nasıl ödeneceği gündeme geldiğinde ne yaparlar, bunu bilemeyiz, ama bir biçimde AB-Duyun-u Umumiye'si kurarlar. On yıllarca, ama özellikle II. Dünya Savaşından sonra alacağını tahsil etmekle de uğraşan ABD, şimdi 12 trilyon dolara varan borcun altında. 21. yüzyılın bu “hasta adamı” için de bir Duyun-u Umumiye kurulur mu, bilinmez. Ama ABD'nin durumu Osmanlı'dan daha kötü dersek abartmış olmayız.

Uluslararası alanda krizi önleme veya tahribatını sınırlandırma çabaları sonuç vermediği için şimdi bu çabaların yerini her bir ülkenin devlet maliyesini istikrarlaştırması almaya başlamıştır. Ama bu da boşuna bir çaba olacaktır; çünkü krizden dolayı devasa boyutlara varan kamu açıklarını kapatmak için devletlerin, iç borçlanma olanağını tükettikten sonra uluslararası alanda borç arama çabasına girmesi daha çok sayıda Yunanistan'ın gündeme geleceğini gösterir.

Dünya ekonomisi (sanayi üretimi) genel anlamda 2009'un 2. çeyreğinde dibe vurmuş, sonraki süreçte üretim belli bir canlanma sürecine girmiştir; yaklaşık bu tarihten beri dünya ekonomisi durgunluk aşamasındadır. Sanayi üretimindeki kıpırdanma, kriz çevriminin canlanma aşamasına doğru gelişmesinin bir ifadesi midir, yoksa bu kıpırdanma, üretimi durgunluk aşamasında canlanma aşamasına çıkartamayacak kadar zayıf bir üretim artışı mıdır; yoksa bir depresyon mudur, bunu önümüzdeki süreçte göreceğiz: Her halükarda dünya ekonomisi ve önde gelen, özellikle Amerikan ve Japon ekonomisi depresyona (nispeten uzun süren durgunluk) doğru eğilimlidir. Açık ki, krizden hızlı bir çıkış gerçekleşmemiş, ama nasıl çıkılabileceği konusunda geriye iki eğilim kalmıştır: „Klasik“ anlamda çıkış; durgunluk aşamasının daha fazla uzamadan 2010'da krizden çıkış veya „özel tipte durgunluk“ sürecine giriş; yaşanmakta olan durgunluğun birkaç yıl devam etmesi. Hangi ihtimallerin söz konusu olduğunu aşağıda ele alacağız.

I-Dünya Fazla Üretim Krizinde Güncel Durum

IMF'nin sürekli düzelttiği; bazen aşağıya, bazen yukarıya çektiği dünya ekonomisinin seyri üzerine tahminlerine, burjuva medyada yer alan „umut verici“ haberlere bakacak olursak ekonomik krizin sonlandığı, sonlanmadıysa da sonlanmak üzere olduğu görüşüne varırız. Gerçekten de 2009'un ikinci yarısından itibaren sanayi üretiminde belli bir kıpırdanma olmuş; çoğu ülkede üretim artışı kaydedilmiş, ötesinde büyük bankalar yeniden kar etmeye başlamışlar. Sanayi üretimindeki artışı anladık ama bankaların kar açıklamalarını anlayamadık. Batık kredileri, değeri kalmamış „değerli kağıtları“ devlete satmakla-devretmekle kağıt üzerinde karın gerçekten kar olup olmadığı üzerine düşünmek gerekir.

Ekonominin krizde olmadığı dönemlerde maddi değerlerin üretiminden kopmuş spekülatifleşmiş sermayenin hacmine ve borsalardaki hareketine, kağıt üzerindeki devasa „kar“ına bakarak bu sermayenin sermaye hareketinde belirleyici olduğunu; konjonktür oluşturma yeteneğine sahip olduğunu veya sanayi sermayesinden daha önemli olduğunu söylemek ve bunun üzerine teoriler oluşturmak nispeten kolaydı. Uluslararası alanda bunun adı „mali pazar tarafından yönlendirilen kapitalizm“dir. Kimileri de bu durumdan yeni bir evre oluşturur. Ama bir kriz, uluslararası bankaları ve üretim tekellerini de vuran bir kriz, örneğin yaşanmakta olan kriz, böylesi teorileri güneş altında kalmış kar gibi eritir. Öyle olmadı mı? Konjonktür hareketinin hangi aşamasında olunduğunun; krizden çıkılıp çıkılmadığının tespiti için IMF bile banka karlarını veya spekülatif sermayeyi; kağıt üzerindeki devasa karları değil de sanayi üretiminin seyrini temel kıstas olarak alıyorsa bu konuda söylenecek fazla bir şey yok demektir.
Her halükarda ekonomik kriz için temel ölçek ne bankalardır ve ne de hisse senedi kurlarıdır; yani genel anlamda ne borsa hareketidir ne de spekülatif sermayedir. Kriz için temel ölçek maddi değerlerin üretimidir; sanayi üretimdir. Sanayi üretiminin seyri ise, her ne kadar belli bir artış söz konusuysa da, sermaye açısından hiç iç açıcı değil.
Sanayi üretiminde belli bir artış var, ama bu, krizdeki ülkelerde üretimin, kriz öncesi seviyeyi aştığı anlamına gelmez; üretim artmasına rağmen kriz önceki seviye henüz aşılmamıştır, bu nedenle de kriz devam etmektedir.

Dünya ekonomisinin krizde olması bütün ekonomilerin mutlaka krizde olduğu anlamına gelmez. Öyle ki bölgesellik özelliği ağır basan dünya krizlerinin yanı sıra dünya ekonomisini derinden etkileyen krizler de vardır. Bunun ötesinde özellikle kriz dönemlerinde kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının ne denli geçerli olduğunu da görürüz; bazı ülkeler nesnel nedenlerden dolayı daha hızlı büyüme olanağına sahip olurlarken, bazı ülkeler bu olanaktan yoksun kalırlar. Bu konuların ayrı bir yazının konusu olduğunu belirterek, büyüme oranları temelinde ülkelerin gruplaşmasını gösterelim:














Klasik anlamda ifade edecek olursak: gelişen kapitalist ülkelerde ekonomi, gelişmiş kapitalist ülkelere nazaran daha hızlı büyümektedir; bunun nedeni kar oranlarının gelişen kapitalist ülkelerde, gelişmiş kapitalist ülkelere nazaran daha yüksek olmasıdır.

Gelişen kapitalist ülkelerde ekonomik büyüme sonuçta bu ülkelerin dünya ekonomisindeki payının artmasını da beraberinde getirmiştir; OECD'nin açıklamasına göre, gelişen ülkelerin dünya ekonomisindeki payı önümüzdeki dönemde gelişmiş ülkelerin payını geçecek; 2030'da bu ülkelerin payı yüzde 57'ye çıkarken gelişmiş ülkelerin payı yüzde 43'e düşecek. Gelişmiş ülkelerin dünya ekonomisindeki payının 2000 yılından bu yana yüzde 60'dan yüzde 51'e düştüğü; buna paralel olarak da gelişen ülkelerin payının yüzde 40'dan yüzde 49'a çıktığı göz önünde tutulursa gelişen ülkelerin dünya ekonomisindeki mevcut konumunun ne denli önemli olduğu anlaşılır.

Tabii bu da tartışmalı bir konu; bazılarına göre emperyalizme bağımlı, „yarı sömürge, yarı feodal“ ülkelerde veya yeni sömürge ülkelerde emperyalizm kapitalizmi geliştirmez! Kapitalizmi geliştirmezse neyi geliştirir? Bunu eskimiş teorik bir sorun olarak görelim. Her halükarda bu kriz daha ziyade emperyalist merkezleri, gelişmiş kapitalist ülkeleri vurduğu için gelişen ülkeler daha hızlı büyüme olanağı yakalamış oldular. Bu nedenle önümüzdeki dönemde emperyalist merkezlerin dünya ekonomisinde alışılagelmiş hakimiyetlerini yeniden elde edebilecekleri soru götürür olmuştur; G-7'lerin yerini G-20 ülkelerinin alması esprisi bu açıdan da değerlendirilmelidir.

Bu krizin sonuçları birçok iddiayı daha şimdiden boşa çıkartmış, birçok teorinin ne denli temelsiz olduğunu göstermiştir. Sırası geldikçe bunların üzerinde duracağız. Şimdilik belirtmekle yetinelim.

II- Güncel Verilere Göre 1929-32 Krizi İle Şimdiki Krizin Karşılaştırması

Haziran 2009 tarihli yazıda (1929-1932 ve 2007/2008 Dünya Krizleri Karşılaştırması) 1929-32 kriziyle şimdiki krizin ilk 14-15 aylık dönemini karşılaştırmıştık. 18.12.2009, 16 Ocak 2010 ve 24 Şubat 2010 tarihli makalelerde de (Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları I, II ve III) 1929-32 krizi ile şimdiki krizin ilk 20-21 aylık dönemini karşılaştırmıştık. Bu makalede ise şimdiki krizin ilk 27-28 aylık dönemini 1929-32 kriziyle karşılaştıracağız. Bakalım nasıl bir sonuçla karşı karşıya kalacağız.

1- Sanayi üretiminde durum

1.2-2007'den 2010'a yılın çeyrekleri bazında toplam sanayi üretimi


Toplam sanayi üretimi, 2005=100
2007
Fransa
Almanya
Japonya
İngiltere
ABD
1. çeyrek
101,8
111,5
105,7
100,1
104
2.çeyrek
101,8
112,4
106,4
100,5
105,2
3. çeyrek
102,6
114,5
108,1
100,1
105,5
4. çeyrek
102,8
115,5
108,8
100,6
105,3
2008










1. çeyrek
103,3
117,4
109,3
100,4
104,9
2.çeyrek
101,7
116,1
107,9
99,1
103,3
3. çeyrek
100,2
115
104,7
97
100,7
4. çeyrek
93,6
106,5
93,2
92,5
97,2
2009




1. çeyrek
87
91,8
75,2
87,7
92,6
2. çeyrek
85,9
91,5
79,7
87,2
90,2
3. çeyrek
88,7
94,7
83,8
86,4
92
4. çeyrek
89,2
96,1
88,6
86,9
93,5
2010





1. çeyrek
90,9
97,5
94,7
88,1
95,1
Kaynak: OECD, Temmuz 2010.

Yukarıdaki tabloda ve aşağıdaki grafikte Fransız, Alman ve Amerikan sanayi üretiminin 2009'un 2. çeyreğinden; Japon sanayi üretiminin 2009'un 1. ve İngiliz sanayi üretiminin de 3. çeyreğinden itibaren yeniden artış sürecine girdiğini; aynı zamanda üretimin kriz öncesinde en üst seviyesiyle krizde dip noktasını görüyoruz. Bu ülkelerde sanayide üretim artışı 2010'un ilk çeyreğinde de devam ediyor. Üretim artışının arka arkaya birkaç çeyrek boyunca devam etmesi üretimin dibe vurmasının ve yeniden yükselişe geçmesinin temel bir göstergesidir. Ama bu gelişmeden krizden çıkıldığı sonucu çıkartılmamalıdır. Krizden çıkmak için üretimin, kriz öncesi en yüksek değerine yeniden ulaşması ve aşması gerekir. Bu ise şimdilik bir mümkün değil.

Grafikte ayrıca, söz konusu bu ülkelerin krize neredeyse gerçek anlamada eşzamanlı girdiklerini; üretimin eş zamanlı dibe vurduğunu ve canlanmanın da eşzamanlı olduğunu görüyoruz.





 1.3-Aylar bazında toplam sanayi üretimi


Üretiminin doruk noktasına göre sanayi üretiminin gelişmesi (27-29 aylık gelişme)
Almanya
Fransa
Japonya
ABD
İngiltere
Şubat 2008
Şubat 2008
Şubat 2008
Ocak 2008
Şubat 2008
100
100
100
100
100
99,6
98,8
98,6
99,8
99,4
99,5
100,5
97,9
99,5
99,2
98
96,5
99,3
98,7
98,5
98,7
96,7
97,3
98,2
97,4
97,1
97,4
97,2
97,9
96,4
99,4
96,5
94,2
97,8
96,2
96,8
95,4
94,3
96,7
96,3
94,7
93
91,2
92,9
93,7
90,6
89,4
85
93,8
91,7
86,5
87,8
78
92,9
90,1
79,7
84,7
72,2
91
87,7
77
84,2
65,7
91,6
87,1
77,5
82,4
67,1
88,4
86,6
75
81,5
70,7
87,1
86,8
78,9
83,2
73,2
86,4
86,2
79,3
83,4
74,2
85,1
86,7
78,4
84,4
75
85,4
87
80,1
86,3
76,1
86,6
84,6
83
85,3
77,4
87,6
85,7
81,5
85,3
78,5
88,3
85,8
82,3
86,3
80,4
88,5
86,3
81,3
86,5
82,5
89
86,9
81,8
87
86,4
89,4
86,3
81,8
87,1
85,5
90,4
87,2
86
88,3
86,4
90,4
88,9
85,5
88
87,4
90,7
88,6
-
-
87,4
91,2
-
-
-
-
92,5
-
Kaynak: OECD, Temmuz 2010.

Yukarıdaki verileri, sanayi üretiminin en üst seviyesi=100 bazında çıkış noktası alarak grafiğe dönüştürdüğümüzde Ocak-Şubat 2008'den bu yana üretimin gelişme seyrinin fotoğrafını çıkartmış oluruz.










Üretimin doruk noktasına göre (Şubat 2008) Japon sanayi üretimi 13. ayda (Şubat 2009) dibe vuruyor; yüzde 34,7 oranında gerileme. Sanay, üretimi Şubat 2009'dan Nisan 2010'a yüzde 33 oranında artarak Şubat 2008'deki seviyesine göre 28. ayda yüzde 87,4'e çıkıyor.

Alman sanayi üretimi, Şubat 2008=100 bazında Nisan 2009'da yüzde 75'e düşerek (yüzde 25 oranında gerileme) 15. ayda (Nisan 2009) dibe vuruyor ve sonraki aylarda yükselmeye başlıyor. Mart 2010'da Şubat 2008'e göre 27. ayda yüzde 85,5 oranına ulaşıyor. Üretim Nisan 2009'dan Mart 2010'a yüzde 14 oranında artıyor, ama Şubat 2008'deki seviyesinden yüzde 14,5 oranında geride kalıyor.

Fransız sanayi üretimi, Şubat 2008'deki seviyesine göre 15. ayda (Nisan 2009) yüzde 81,5'e düşerek dibe vuruyor. Sonraki dönemde üretim Mart 2010'da Şubat 2008'deki seviyesine göre yüzde 88'e çıkıyor. Üretim Nisan 2009'dan Mart 2010'a yüzde 7,4 oranında artıyor, ama Şubat 2008'deki seviyesine göre yüzde 12 oranında geride kalıyor.

İngiliz sanayi üretimi Şubat 2008'deki seviyesine göre 19. ayda (Ağustos 2009) dibe vuruyor; Şubat 2008'den Ağustos 2009'a üretim yüzde 84,6'ya düşüyor. Ağustos 2009'dan Mart 2010' üretim ancak yüzde 4,7 oranında artarak Şubat 2008'deki seviyesine göre yüzde 88,6'ya çıkıyor.

Amerikan sanayi üretimi Ocak 2008'deki seviyesine göre 17. ayda (Mayıs 2009) dibe vuruyor; Ocak 2008'den Mayıs 2009'a üretim yüzde 85,1'e düşüyor. Sanayi üretimi Mayıs 2009'dan Mayıs 2010'a 92,5 çıkarak yüzde 8,7 oranında artıyor.

Bu verilerden çıkartılması gereken sonuç:
Önde gelen bu emperyalist ülkelerde sanayi üretimi, üretimin doruk noktası Ocak/Şubat 2008'den sonra 13.-19. aylar arasında dibe vuruyor. Üretimin dibe vurmasından sonra, aynı seviyede kalma anlamında bir durgunluk yaşanmıyor; üretim yeniden artmaya başlıyor. Mart/Mayıs 2010'a gelindiğinde sanayi üretimi, en düşük noktasından mutlak büyümeye doğru gelişiyor. Ama gelinen noktada Ocak/Şubat 2008'deki seviye yakalanamadığı veya aşılamadığı için krizden de çıkılmamış oluyor; bu durumda kriz, sanayi üretimi bazında şiddeti hafifleyerek devam etmektedir.

Benzer gelişmeyi AB, OECD-Toplam, OECD-Avrupa ülkeleri ekonomileri toplamında da görmekteyiz.

2- Kriz karşılaştırması

2.1-Dünya sanayi üretimi açısından:

Şimdiki kriz için OECD-Toplamı değerlerini, dünya ekonomisi değerleri olarak aldık. Her halükarda ölçek yanlışlığı yok. Diğer taraftan, karşılaştırmada kolaylık olsun diye 2005=100 bazında elde edilen aylık verileri, OECD ve ABD Ocak 2008=100'e; Almanya, Fransa ve Japonya Şubat 2008=100'e çevirdik.
Ayrıca belirtelim: Aşağıdaki grafiklerde her iki kriz döneminde sanayi üretimi bazında önde gelen emperyalist ülke ekonomilerini de krizin seyri bakımından karşılaştırdık. Her iki kriz için de üretimin kriz öncesindeki en yüksek seviyesi (1929 krizi için Haziran ayı ve şimdiki kriz için de Ocak-Şubat 2008) esas alınmıştır.
(Kullanılan kaynaklar konusunda:1929 kriziyle ilgili 50 ayı içeren grafikler Kevin H. O’Rourke ve Barry Eichengreen'in çalışmasından alındı. Şimdiki kriz ile ilgili bütün grafikleri OECD-Temmuz 2010 verilerine göre hazırladık).









1929-32 krizinde krizin ilk 28 ayında üretim, kriz öncesi en yüksek seviyesine göre yüzde 25-30 mutlak küçülme bandı içinde seyrediyor. Şimdiki krizde ise üretim 28. ayında yüzde 10 mutlak gerileme bandında kalıyor; daha doğrusu en derin noktasından (Mart 2009, yüzde 82,6) Mart 2010'da yüzde 90,7'ye çıkıyor.
1929-32 krizinde üretim, krizin 50. ayında bile şimdiki krizin dibe vurduğu seviyeye çıkamıyor.
1929-32 krizinin 28. ayında dünya sanayi üretimi dibe vurmuyor; üretimde mutlak gerileme yaklaşık bir sene daha devam ediyor. Şimdiki krizde ise üretim krizin 15. ayında (Mart 2009) dibe vuruyor ve sonrasında artmaya başlıyor. Bu veriler, ilk 28 ayı içinde her iki kriz sanayi üretiminin gelişmesi bakımından karşılaştırıldığında şimdiki krizin 1929-32 krizinden daha ağır olmadığını gösteriyor.

2.2-Önde gelen emperyalist ülkelerde sanayi üretimi açısından:

Her iki kriz döneminde Amerikan sanayi üretimi:









Her iki krizin 29. ayındaki durumunu karşılaştırırsak:
1929-32 krizinin 29. ayında sanayi üretimi yüzde 40 oranında mutlak gerilemiş ve üretimde gerileme devam ediyor; ancak krizin 35.-50. ayları içinde W biçiminde gelişiyor.
2008 krizinin ilk 29 ayı içinde sanayi üretimi 18. ayda (Haziran 2009) dibe vurarak yüzde 14,8 oranında mutlak veriliyor; sonraki aylarda üretim artıyor ve 29. ayda (Mart 2010) Ocak 2008'deki değerin yüzde 97,2'sine ulaşıyor. Ama kriz öncesi en yüksek değere göre sanayi üretimi 29. ayda hala yüzde 2,8 oranında mutlak küçülmüş durumdadır.

Her iki kriz döneminde Amerikan sanayi üretiminin seyrini yılın çeyreklerine göre karşılaştırdığımızda verili dönem içinde krizin devam ettiğini, ama şimdiki krizin 1929-32 krizi yanında oldukça hafif kaldığını görüyoruz. Aşağıdaki grafik bunu gösteriyor.










Yıllık üretim de aynı eğilimi göstermektedir: 1928=100 bazında Amerikan sanayi üretimi krizin 2. yılında yüzde 27 oranında mutlak gerilerken, şimdiki krizin 2. yılında bu gerileme ancak yüzde 7,9 oranında kalmıştır.

Her iki kriz döneminde Fransız sanayi üretimi:










1929-32 krizine Fransa gecikmeli olarak (1931) giriyor. Bu krizin ilk 15 ayı içinde Fransız sanayi krizde değildi. 1929-32 krizinin 27. ayında Fransız sanayi yüzde 12 civarında mutlak küçülüyor. 2008 krizinin 27. ayında ise mutlak küçülme keza yüzde 12 oranında.
Ancak krizin 36.-37. aylarında Fransız sanayi üretimi yüzde 35 civarında mutlak küçülüyor. Krizin 30.-50. ayları içinde sanayi üretimi V biçiminde bir seyir izliyor. 2008 krizinde ise sanayi üretimi 15. ayda dibe vuruyor (Nisan 2009, yüzde 84,7) ve sonra artmaya başlıyor.

Aşağıdaki grafikte her iki kriz döneminde yılın çeyrekleri bazında sanayi üretiminin ilk 3 çeyrekte tamamen farklı geliştiğini ancak 3. çeyrekten itibaren büyüme oranlarında yakınlaşma olduğunu ve 6.-7. çeyrekler arasında ise mutlak küçülmenin yaklaşık aynı oranlarda olduğunu görüyoruz.











1928=100 bazında Fransız sanayi üretimi 1929'da yüzde 9,4 ve 1930'da da yüzde 10,2 oranında büyüyor, ancak 1932'de yüzde 2,4 oranında mutlak küçülüyor. 2009''da ise Fransız sanayi yüzde 12,3 oranında mutlak küçülüyor. Fransız ekonomisinde krizin gecikmeli patlak vermesinden dolayı 1929-32 krizi döneminde üretimde daralma verili dönem içinde önemsiz gözükmektedir. 1932'de sanayi üretimindeki mutlak gerileme yüzde 20,5 oranındaydı.

Her iki kriz döneminde Alman sanayi üretimi:









1929-32 krizinin 27. ayında sanayi üretiminde mutlak küçülme yüzde 40 civarında; üretim krizin 38.-39. aylarında dibe vuruyor ve sonrasında artmaya başlıyor.
2008 krizinde ise üretim Nisan 2009'da dibe vuruyor (krizin 15. ayı) ve sonrasında artmaya başlıyor. Krizin 27. ayında (Nisan 2010) üretim Şubat 2008'deki en yüksek değerinin yüzde 85,5'ine ulaşıyor; yani hala mutlak gerileme bandı içinde kalıyor.

Aşağıdaki grafik Alman sanayi üretimi açısından 1929-32 krizinin 2008 krizine nazaran ne denli ağrı geçtiğini göstermektedir.









1928=100 bazında Alman sanayi üretimi 1929'da yüzde 0,4 oranında büyüyor, 1930 yüzde 9,9 ve 1931'de de yüzde 26,4 oranında mutlak küçülüyor. 2005=100 bazında ise Alman sanayi üretimi 2007'de yüzde 113,5 ve 2008'de de yüzde 13,7 oranında büyüyor, 2009'da ise yüzde 5,9 oranında mutlak küçülüyor.

Her iki kriz döneminde Japon sanayi üretimi:










1929-32 krizinin 28. ayında Japon sanayi üretimi yüzde 20 civarında ve 2008 krizinin 28. ayında ise sanayi üretimi yüzde 12,6 oranında mutlak küçülmüş durumda. Her halükarda Japon sanayi üretimi 1929-32 krizinin 20.-22. aylarında yüzde 31-32 oranında mutlak gerileyerek dibe vurmuş ve sonraki aylarda dengesiz de olsa (20.-25. aylar arasında W biçimi de alarak) sürekli artmıştır.

Son olarak her iki kriz döneminde söz konusu bu ülkelerde yılın çeyrekleri bazında sanayi üretimin seyrini toplu olarak grafikleştirerek verelim. Grafik her bir ülke açısında sanayi üretimi bazında krizin nasıl geçtiğini canlandırmaktadır. (2008 kriziyle ilgili grafik OECD, Temmuz 2010 verilerinden hazırlanmıştır. Japonya açısından veriler 1928=100 bazında ve 1932/I=1930; 32/II=1931; 32/III=1932; 32/IV=1932/II; 33/I=1932/III ve 33/II= 1932/IV olarak hazırlanmıştır).










Bu grafiğe göre, Japonya hariç, sanayi üretimi bazında şimdiki krizin 1929-32 krizinden daha şiddetli olduğunu söylenemez.
Durumun böyle olduğunu yıllık sanayi üretiminin seyrinde de görüyoruz:




1929=100 bazında kapitalist dünya sanayi üretimi 1930'da yüzde13,7, 1931'de yüzde 25,2 ve 1931'de de yüzde 37 oranında mutlak küçülürken 2009'da ancak yüzde 7,4 oranında mutlak küçülüyor.

2.3-Borsa hareketi bakımından:

Dünya borsa hareketinde belirleyici önemi olduğu için DowJones-İndeksi hareketine bakalım:

Şimdiki krizin 17. ayında Dow İndeksi dibe vuruyor; yüzde 56,8 oranında geriliyor. Şimdiki krizin 33.-34. ayında ise değer kaybı yüzde 30,8 oranında; yani krizin 17. ayından sonra Dow İndeksi değer kazanmaya başlıyor, ama bu, krizin 33. ayında da kriz öncesi en yüksek değerine ulaşmasına yetmiyor.

1929-32 krizinde ise Dow İndeksi, krizin 34. ayında yüzde 89,2 oranında değer kaybetmiş durumdaydı. Yaşanmakta olan krizin, en azından bugüne kadarki gelişmesi bakımından ve borsa değerleri bazında 1929-32 krizinden daha derin olduğu nasıl söylenebilir, bunu bilmiyorum.
Grafikte diğer krizlerde de borsa hareketini görüyoruz. Krizin ilk aylarında sert düşüş sadece Dow İndeksinde görülüyor. Krizin yaklaşık 10. ayına kadar1929-32 krizi hariç verili diğer krizlerde borsalarda değer kaybı hemen hemen aynı boyutlarda. Değer kaybı bakımından ayrışma 11.-12. aylarda başlıyor.
1973 „petrol krizi“ ve 2000 „teknoloji krizi“, 1929 ve şimdiki kriz yanında hafif kalıyor.

Hayali sermaye; değerli kağıtlar ve başka biçimleri tüketilmez; yenip içilmez. Bu „ürünler“in yegane dayanağı, faiz biçiminde, toplam üründen pay alma hakkıdır. Hiçbir şey üretmeyen bu gelir biçimleri (değerli kağıtlar vb.) toplamı, paylaşılabilir ekonominin; maddi değerlerin üretiminin toplamını birkaç misli aştı. 2007'in başında bu hayali sermayenin toplamı dünya çapında gerçek değerlerin toplamından yaklaşık dört misli daha fazlaydı. Bu aşırı birikmiş hayali sermayenin tasfiye edilmesi gerekiyordu. Yaşanmakta olan kriz sürecinde bu sermayenin bir kısmı gerçekten tasfiye edildi: Bu anlamda 31 Mart 2009 itibariyle DJ Euro/Stoxx 50'nin yüzde 53,03; Nikkei'ın yüzde 51,86; Dax'ın yüzde 48,44 ve Dow'un da yüzde 45,99 oranında değer kaybettiğini; dünya borsalarının, en yüksek seviyesine ulaştığı 31.10.2007'den 2009 Şubat sonuna yüzde 59 oranında değer kaybettiğini veya 35,681 trilyon doların buharlaşmış olduğunu, aynı dönemde Amerikan borsalarında buharlaşan değer miktarının 10,016 trilyon dolar olduğunu (değerin yüzde 53,4'ü) hatırlatalım.

III-Kriz Çevriminin Gelişme Aşaması ve „Özel Tipte Durgunluk“ İhtimali

OECD ülkeleri toplam sanayi üretimini dünya sanayi üretimi olarak alıyoruz. Kriz çevrimi açısından Ocak 2008'den Nisan 2010'a toplam 28 aylık sanayi üretimindeki gelişmenin özelliklerini aşağıdaki grafikte görüyoruz.



Yaşanmakta olan krizin dibe vurma sürecinde kriz dibe vurduktan sonra nasıl bir seyir izler, krizden çıkış nasıl olur üzerine birçok ihtimal söz konusuydu. Bundan önceki konuya ilişkin yazıda bu ihtimaller üzerinde durmuştuk. Şimdi krizin dibe vurmasından sonra 13 ay geçti. Geçen bu zaman zarfında sanayi üretiminin seyri bazı ihtimallerin maddi temelinin kalmadığını göstermektedir.

Sanayi üretiminin V çizerek krizden çıkma olasılığının maddi nedeni kalmamıştır. Bunun olabilmesi için üretimin dibe vurmasından sonra -kısa zamanda- dik bir yükselişe geçmesi gerekirdi. Ama yukarıdaki grafiklerin de gösterdiği gibi sanayi üretiminde böyle bir gelişme olmamıştır. V biçiminde gelişme kısa zamanda krizden çıkılacağı anlamına gelir ki, nesnel durum böyle bir gelişmenin olamayacağını göstermektedir.

Sanayi üretiminin W biçiminde gelişme olasılığı da giderek zorlaşıyor.
Sanayi üretimin W biçiminde bir seyir izlemesi, dibe vurduktan sonra artışa geçmesi, belli bir zaman sonra yeniden gerilemesi ve sonra yükselmeye başlaması (W biçimi) artık pek olanaklı gözükmüyor. Mart 2009'dan sonra artan üretim mutlak büyüme sınırına varmadan (grafikte Nisan 2010) veya geçtikten sonra da yeniden düşer; Mart ayındaki seviyesinin gerisine de düşebilir ve sonra üretim yükselişe geçer ve krizden çıkılır. Böyle bir gelişme kesinkes olamaz düşüncesinde değilim, ama sanayi üretiminin genel seyri bu ihtimalin gerçekleşmeyeceği yönünde.

Geriye sanayi üretiminin durgunluk içinde gelişmesi kalıyor. Üretimde durgunluğun üç biçimi var. Bunların neler olduğuna Ocak 2010 tarihli makalede (Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları-2) değindiğimiz için burada ayrıca üzerinde durmayacağız. Her üç durgunluk senaryosunun da gerçekleşmesi mümkün.

1-Özel tipte durgunluk ve dünya ekonomisi

Evet, sanayi üretiminde belli bir artış var, ama bunun yanıltıcı olabileceği; ekonominin kısa bir zaman zarfında yükselişe geçemeyeceği, uzun süren bir durgunluğa girebileceği üzerine emperyalist burjuvazinin ekonomistleri de dikkati çekiyorlar. Buna da 1873 ve 1929 krizlerini örnek olarak gösteriyorlar. Engels ve Stalin tarafından incelenen bu olgu üzerine burjuva ekonomistler de doğru örnekler veriyorlar. Gerçekten de yaşanmakta olan krizden hızlı bir çıkışın maddi temeli yok. Şüphesiz ki üretim önümüzdeki dönemde -belki de 2010 yılı ortalaması itibariyle- mutlak küçülmeden mutlak büyümeye geçmiş olacak. Ama bu, ekonominin kısa zamanda yeniden dolu dizgin üreteceği, çevrimin yükseliş aşamasına varacağı anlamına gelmez. Bunun böyle olmadığını 1873 ve 1929 krizlerinde gördük. Şimdi de böyle bir durumla karşı karşıya kalmanın maddi nedenleri var.
Stalin'in „özel tipten durgunluk“ dediği bu olgu neyi ifade ediyor.

13 Kasım 1885’te Engels, Danielson’a yazdığı mektubu şu paragrafla noktalar:
„1870’den beri Almanya ve özellikle de Amerika modern sanayide İngiltere’nin rakipleri oldular. Bunun sonucu, fazla üretim sürecinin, İngiltere’yle sınırlı oluşundan daha büyük bir sahaya yayılması ve en azından şimdiye kadar had (akut -çn.) yerine kronik karakter almasında önceleri on senede bir atmosferi temizleyen bu fırtınanın gecikmesi sayesinde bu uzun devam eden kronik buhran (depresyon -çn.), şimdiye kadar eşi görülmemiş güçte ve genişlikte bir krizi hazırlayacaktır. Bu, yazarın bahsettiği ve bütün Avrupa ülkelerine sirayet eden tarım krizinin şimdiye kadar devam etmesiyle daha da kaçınılmaz olacaktır. Ve tarım krizi Amerika’nın batısındaki bakire siyah topraklar yorgunlaşana kadar devam edecektir” (Marks-Engels; Toplu Eserleri; C. 36, s. 386).

“İngiltere'de Çalışan Sınıfın Durumu” yapıtının Almanca baskısına yazdığı önsözde Engels şöyle der: „...1876'dan bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve sonrasında hak ede geldiğimiz özlenen gönenç. Öldürücü bir sıkıntı, bütün işkollarında ve bütün pazarlarda süreğen bir mal fazlalığı - yaklaşık on yıldır yaşadığımız bu. Bu nasıl oluyor?


…Modern sanayinin koşulları, buhar gücü ve makine donanımı; yakıt, özellikle kömür olan her yerde yerine getirilebilir ve İngiltere'nin yanı sıra başka ülkelerde -Fransa, Belçika, Almanya, Amerika, hatta Rusya'da- kömür vardır. Ve oralardaki insanlar, sırf İngiltere'nin şanı-şerefi ve daha büyük bir zenginlik elde etmesi uğruna, İrlandalı yoksul çiftçilere dönüştürülmenin hiçbir yararı olmadığını gördüler. Kararlı bir biçimde, yalnızca kendileri için değil, ama dünya için mal üretimine giriştiler ve sonuç şu ki, İngiltere'nin neredeyse bir yüzyıldır tadını çıkardığı imalat tekeli geri döndürülemeyecek biçimde kırıldı...


Bu tekel ayakta kaldığı sürede bile pazar, İngiliz sanayinin artan üretkenliğine ayak uyduramıyordu; sonuç, on yıllık bunalımlardı” (Marks-Engels; Toplu Eserleri; C. 22, s. 326/327).

Engels Kapital III’e yaptığı bir ekte şöyle der:
“Daha önceki 10 yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi, yerini –çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer alan- işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun ve belirleyici olmayan, daha kronik ve daha uzun süreli baskıya bırakmıştır. Belki de burada söz konusu olan, döngülerin sürelerinin uzaması sonucudur“(Marks-Engels; Toplu Eserleri; C. 25, s. 506).

26 Ocak 1934’te SBKP- XVII. Kongresine sunduğu siyasi raporda Stalin şöyle diyordu:
“Kapitalizm, işçilerin emek yoğunluğunu arttırma yoluyla sömürülmelerini artırarak işçilerin sırtından; emeklerinin ürünü olan maddeler üzerinde, gıda maddeleri ve kısmen de hammaddeler üzerinde en düşük fiyat politikası uygulayarak çiftçilerin sırtından; emeklerinin ürünlerinin, esasen hammaddelerin ve sonra da gıda maddelerinin fiyatlarını daha da düşürerek sömürge ve ekonomik bakımdan zayıf ülkelerin köylülerinin sırtından, sanayinin durumunu biraz hafifletmeyi başardı.
Bu, sanayinin yeni bir yükselişini ve yeni bir açılıp gelişmesini beraberinde getiren krizden olağan bir durgunluğa geçişin söz konusu olduğu anlamına mı gelir? Hayır, bu anlama gelmez. Her halükarda şu durumda kapitalist ülkelerde sanayinin yeni bir bir yükselişini gösteren ne doğrudan ne de dolaylı emareler vardır. Dahası: öyle geliyor ki, en azından yakın gelecekte böylesi emareler hiç olmayacaktır, olmaz da. Çünkü kapitalist ülkelerin sanayisinin biraz da olsa ciddi bir yükselişe ulaşmasını imkansız kılan bütün o olumsuz koşullar etkilidir. Burada söz konusu olan, kapitalizmin devam eden genel krizidir. Ki bu kriz temelinde, ekonomik (aç. Stalin) kriz cereyan etmektedir; işletmelerin kronikleşmiş düşük kapasite çalışması; tarım krizini sanayi kriziyle iç içe geçmesi; olağan yükselişin başlangıcını haber veren sabit sermayenin biraz da olsa anlamlı bir yenilenmesi için eğilimin yokluğu vs. vs.


Açık ki burada, sanayin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayinin çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunlukla karşı karşıyayız” ( aç. İ.O.).(Stalin; C. 13, s. 258/259).

Daha önceki krizlerde olduğu gibi 1873 krizinde ekonominin kriz döneminden hemen sonra dik bir yükseliş içinde olduğunu görmüyoruz. Tersine, krizden sonra ekonomi, uzun bir dönem durgunluk aşamasına giriyor. Bu olgu, 1825’ten sonra kapitalizmin fazla üretim krizlerinde ilk defa ortaya çıkıyordu.

1873 krizinden sonra kapitalist ekonomilerde uzun süren ve en derin noktasına 1878/79’da varan bir durgunluk dönemi yaşanır. Ancak bu durgunluk (depresyon) dönemi aşıldıktan sonra kapitalist ülkelerde yeniden bir ekonomik canlanma, yükseliş başlar. Yeniden, kapsamlı sabit sermaye yatırımları, yeni işletmeler vs. gündeme gelir.

1929 krizi döneminde görülen özel cinsten depresyonla kast edilen, tek tek kapitalist ülkelerde ve bir bütün olarak kapitalist ülkelerde sanayi üretiminin; sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin hiç gerçekleştirilmediği veya da az boyutlarda gerçekleştirildiği değildir. Soruna bu açıdan baktığımızda hiç de öyle “özel cinsten bir depresyon”dan bahsedemeyiz. Çünkü bu dönemden sanayi üretimi; sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi hem kapitalist dünya hem de tek tek kapitalist/emperyalist ülkeler açısından çeşitli boyutlarda gerçekleştirilmişti. Burada söz konusu olan, sanayi üretiminin, yeniden, en dip noktasından daha geriye düşmeden, ama aynı zamanda yükselişe de geçmeden sergilediği seyirdir.

Sanayi üretimindeki gelişme, dünya ekonomisinin genel durumu ve yapılan tahminler, önümüzdeki dönemde büyümenin küçük oranlarda -diyelim ki yüzde 1-2 mutlak büyüyerek veya dönem dönem de yüzde 1-2 oranlarında mutlak küçülerek devam edeceğini göstermektedir. Aşağıdaki grafikte böyle bir büyüme sürecine girileceğini görüyoruz.
Dünya ekonomisinin yüzde 4'ün üzerinde büyüyeceği tahmini, Çin ve Hindistan olmak üzere “gelişen” ülkelerde ekonominin büyüme oranlarının yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. Bu grupta yer alan ülkeler toplamında ekonomi krize bile girmemiş, 2009 yılı itibariyle ekonomide büyüme oranı sadece küçülmüştür.

Kamu borçları, açık oranı, gelişmiş ülkeler toplamında ve verili emperyalist ülkelerde büyük bir sorun olarak ekonominin seyrinde olumsuz etkisini gösterecektir.



IMF'nin dünya ekonomisinin büyümesi üzerine tahminleri: Ekim 2008'de %3; Kasım 2008'de %2,2; Ocak 2009'da % 0,5 ve Mart 2009'da da % -0,5 ila %-1. Tabii başka tahminler de var. Avrupa Komisyonunun İlkbahar Tahminine göre Avro Alanında 2011 yılında GSH 2010'da yüzde 0,9 ve 2011'de de yüzde 1,5 oranında büyüyecek. AB'de (27 ülke) büyüme oranı yine yüzde 1,5 kadar olacak. Komisyon Almanya'da GSYİH'nın bu yıl yüzde 1,2 ve 2011'de de yüzde 1,6 oranında büyüyeceğini tahmin ediyor.
İşsizlik oranının hem ABD'de ve hem de AB'de ortalama yüzde 10 civarında olduğu günümüz koşullarında bu büyüme oranları, ekonomide büyümenin değil en fazlasıyla durgunluk durumunun ifadesi olabilir.

Var olabilmek için kapitalizm sürekli genişlemek, yaygınlaşmak; yani küreselleşmek zorundadır. Bu zorunluluk da rekabet koşullarında gerçekleştirilir. Rekabet, işletmeleri/sermayeleri sürekli rasyonelleştirmeye zorlar. Rasyonelleştirmeye gitmeyen, sermayeler diğer sermayeler tarafından yutulur, saf dışı bırakılır. Rasyonelleştirme, aynı zamanda sermayenin organik bileşiminin yükselmesi; daha çok teknoloji kullanımı demektir. Daha çok teknoloji, daha çok işçinin sokağa atılması demektir. Dünya çapında her yıl yüzde 3,3 oranında rasyonelleştirme yapılmaktadır. Bu durumda işsizler sayısının daha da artmaması için sürümün de en azından yüzde 3,3 oranında artması gerekir. Bundan dolayı IMF, ekonomik büyüme yüzde 3,3'ün altında kalıyorsa o ülkede ekonomik büyümenin değil, daralmanın olduğu görüşündedir. Bu durumda, yukarıdaki verilerin de gösterdiği gibi bir çok ülkede ekonomik büyümeden ziyade ekonomik daralma söz konusudur.

Çin'de spekülasyon balonunun patlamasının maddi nedenleri iyiden iyiye oluşmuş durumda. Balonun patlaması durumunda bundan Çin ve dünya ekonomisi nasıl etkilenir; sert bir mutlak gerileme olur mu, bu bire soru olarak duruyor. Ama Çin ekonomisinin (buna Hindistan ekonomisini de katabiliriz) yüzde 5 veya daha az oranda büyümesi, hammadde fiyatları ve uluslararası nakliyatı oldukça olumsuz etkileyecektir. Amerikan ekonomisinin sefil durumu, yüksek borcu ve AB'de tasarruf eğilimi göz önünde tutulursa, geriye dünya ekonomisinin lokomotifi olarak Çin, Hindistan ve Brezilya kalıyor. Yüzde 5 oranında bir büyümeyle Çin, dünya ekonomisini krizden çıkartamaz; bunun için yüzde 5 oranında bir büyüme oldukça azdır. Ama bu oranda bir büyüme dünya ekonomisini mevcut seviyesinden daha da geriye atmaz; yani durgunluk durumu devam edebilir.

„Baltic Dry Index“ yük taşımacılığında; dünya çapında ekonominin durumunu göstermesi bakımından oldukça önemli bir göstergedir. Bu İndeks, 20 Mayıs 2008'de 11709 puandan 5 Aralık 2008'de 663 puana düşmüş ve böylece indeks değeri 22 sene geriye atılmıştı. Sonraki dönemde yükselse de bugünlerde 2000 puan bandında seyretmektedir (25 Mayıs 2010 itibariyle 1940 puan).
Kömür, demir, çimento, bakır, gübre, yapay maddeler, tahıl vb. Temel üretim ve tüketim maddelerini taşıma ücretinin bu denli düşmesi dünya ekonomisinin ne denli bir durgunluk içinde olduğunu gösterir (Bkz.: Wirtschaftsquerschuss,"Baltic Dry Index fällt massiv", 8 Temmuz 2010).

Sonuç itibariyle:
Üretim, krizin dibe vurduğu noktadaki seviyesinde kalmadı; kısa zamanda yeniden artmaya başladı. Bu artışın konjonktür çevriminin (kriz çevriminin) canlanma aşaması mıdır, yoksa uzun dönem devam edecek olan durgunluk (depresyon) aşaması mıdır, bu henüz belli değil. Engels'in işaret ettiği, Stalin'in “burada, sanayin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa değil,yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayinin çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunlukla karşı karşıyayız” diye tanımladığı uzun dönem sürecek olan bir süreçle mi karşı karşıyayız, bu belli değil. Sanayi üretiminde eğilim canlanma yönünde, ama krizde olan ülke ekonomilerinin genel durumu, canlanma gibi gözüken gelişmenin depresyon olmasını da beraberinde getirecek özellikler taşıyor. Bunun böyle olması durumunda konjonktür çevriminin (kriz çevrimi) uzun süren durgunluk (depresyon, Stalin'in tanımladığı “özel tipte durgunluk”) aşaması devam ediyor demektir. Kriz çevriminin canlanma aşamasına ancak “özel tipten durgunluk” aşamasının aşılmasından sonra varılır. Canlanma aşamasını da yükseliş aşaması (daha ziyade gelişmiş kapitalist ülkelerde geçen yüzyılın son çeyreğinden bu yana yükseliş aşamasının yerini inişli-çıkışlı durgunluk aşaması almıştır) takip eder.

Durgunluğun (depresyonun) genel dışsal görünümü, krizin sonuçlarından dolayı üretimin daha da geriye düşmeden belli bir düşük seviyede kalmasıdır. Bu aşamada meta ve başkaca yedekler hala eritilmemiştir. Depresyon, krizi sonuçlandıran aşamadır: Bu aşamada sanayi üretimi durgunluk içindedir. Çevrimin bu aşamasında kapitalistler, üretim masraflarını düşürerek krizden çıkış yolu ararlar. Bu aşamada, ekonominin canlanma ve yükseliş aşaması için önkoşullar oluşturulur, kısa bir dönem için de olsa ekonomiye ilişkin çelişkilerin çözülmüşlük durumunu istikrarlaştırılır. Sabit sermaye kıyımının gerçekleştirildiği ve yeni yatırımlar için önkoşulların oluşturulduğu bu aşamada, kriz çevriminin takip eden canlanma ve yükseliş (inişli-çıkışlı durgunluk) aşamalarında ekonominin iyileşmesinin embriyonları oluşur.

Kriz sürecinde kar oranı düşer, pazarlar çöker. Bundan dolayı üretim, krizin şiddetine göre yıllarca geriye atılmış olur. Krizin aşılması için, kriz öncesi en yüksek üretim seviyesinin aşılmış olması gerekir. Ama bunun gerçekleşebilmesi için de aşırı birikmiş sermayenin (sabit sermaye, ürün) yok edilmesi ve sömürünün, yeni yatırımlar azami kar getirecek derecede arttırılmış olması gerekir.
Depresyon, ekonominin krizden çıktığı anlamına asla gelmez; şimdi uçlanan depresyonun, belirttiğimiz gibi, geçici mi, yoksa uzun dönem sürecek mi olduğu da pek belli değil. Bu dönemde sanayi üretiminde görülen artış yanıltıcı olabilir; üretim yeniden gerileme trendine girebilir. Burjuvazi bu ihtimalden dolayı korku içinde; ideologları, üretimin yeniden gerilemesine „ikinci dip“ diyorlar.

Mevcut krizin ne zaman sonlanacağını, ikinci bir çöküşün gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini veya uçlanan depresyonun (uzu süren durgunluk) kısa mı yoksa uzun vadeli mi olacağını kesin bir biçimde belirlemek iradecilik olur.

Ekonomik kriz kapitalizme özgüdür, onun içsel çelişkilerinden kaynaklanır. Bu nedenle krizsiz kapitalizm düşünülemez. Kapitalizmde krizler, önceden görülemez değildir, aynı zamanda kapitalizmde sürekli kriz olmadığı gibi kapitalizm kendiliğinden de çökmez. „Konjonktür çevrimi“ (kriz çevrimi) birbirini takip eden kriz, durgunluk, canlama, yükselme aşamalarından geçerek her 8-10 senede bir tamamlanır. Günümüzde çevrimin yükseliş aşamasını inişli-çıkışlı durgunluk almıştır.
1929-32 krizinden de ağır denen şimdiki kriz, en azından bugüne kadarki gelişmesinin de gösterdiği gibi 1929-32 krizinden daha ağır olmamıştır. Öyle ki, burjuvaziyi sevindirecek; krizden çıktık dedirtecek derecede üretim artıyor ve daha düne kadar devletin desteğiyle ancak ayakta kalabilen uluslararası bankalar yeniden devasa kar elde ediyorlar; karları kriz öncesi seviyeye ulaşıyor. Sanayi üretimi ve dünya ticaretinin 2010 yılı sonu itibariyle kriz öncesi en yüksek seviyeye ulaşması da bir ihtimaldir. Yani dünya ekonomisi hem krizden çıkmanın ve hem de kriz çevriminin depresyon aşamasına girmenin özelliklerini taşıyor; birbirini dışlayan, birbirine ters eğilimlerin aynı anda etkide bulunduğu bir süreçten geçiyor.

Kapitalizmin çözülmemiş sorunları, çelişkileri çoğalmaktadır; çelişkiler ötelenmektedir, bölgesel çok farklı gelişmeler etkili olmaktadır; kapitalist dünya ekonomisinin ulusal ekonomilerin toplamından öteye geçen bir bütünselliği yoktur. Bankaların yeniden kar etmeleri başka yerlerde yeni spekülasyon balonlarının şişmesine neden olmaktadır. Rekor karın yanı sıra rekor iflaslar, bir sektörde yaşanan yükselişin yanı sıra başka sektörlerde durgunluk bir birini izlemektedir.

Kriz patlak verdikten sonra dibe vurması hemen bütün ülkeler açısından aynı dönemde gerçekleşmiş; yani kriz süreci krizdeki ülkeler açısından eşzamanlaşmıştır. Keza üretimin yeniden artmaya başlaması, kriz çevriminin canlanma mı, yoksa depresyon mu olduğu henüz belli olmayan mevcut seyri de eşzamanlaşmıştır. Bu eşzamanlılık uzun sürmez. Eşzamanlılık rekabeti şiddetlendirir. Önümüzdeki dönemde emperyalist ülkeler arasında rekabetin şiddetlendiğini de göreceğiz.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

EKONOMİ SİMYACILARI İŞBAŞINDA





Kriz dönemleri, ekonomistler için her bakımdan zor bir dönemdir; birbirini dışlayan, hemen her gün değişen olgulardan; ekonomik verilerden hareketle bütün entelektüel yeteneği kullanarak krizden çıkışın yol ve yöntemleri üzerine sonuçlara varmak kolay değildir. Bunu yapabildiği oranda önemli olurlar; öyle ki „kahin“leştirilirler. Beklenti büyük, işler karışık! Ne yapıyorlar? Artık simyacılık yapıyorlar, ama sonuç alamıyorlar. Aralarındaki tartışma ayrışmaya neden oldu ve burjuva ekonomistler iki kampa bölündüler: Bir taraftan yeni-keynesçiler ve diğer taraftan da neoliberalistler. Yeni-keynesçiler, Keynes'in teorisinden medet umuyorlar. Neoliberalistlere de Ludwig Mises ve özellikle de Friedrich Hayek'in görüşleri yol gösteriyor. Bu iki kampın ötesinde Marksist kavramları kullanan başka bir kamp da var: Bu kampta da kapitalizmin kendiliğinden çökeceği hesabı yapılıyor; ince hesaplar!

İlk iki kamp uluslararası alanda birbirine karşı acımasız bir mücadele sürdürüyor; adeta bir meydan muharebesi veriyor. Neoliberalizmin zaferi karşısında dövüşerek geri çekilen Keynesçiler, şimdi de meydan muharebesi vererek önplana çıkmaya çalışıyorlar.
Neyin kavgasını veriyorlar? Neoliberalistler, sıkı bir para politikasından yanalar; devletin borçlanarak sürdüreceği yüksek faiz ve konjonktür programı uygulamasını kesinlikle reddediyorlar. Paul Krugman'ın temsil ettiği yeni-keynesçiler de tam tersini savunuyorlar. Bu iki kampın arasında kalan ekonomistler de bir o kampa, bir bu kampa bakarak adeta hakemilik yapıyorlar.

Krizin geldiği nokta, her iki kamp nezdinde burjuva ekonomi biliminin iflas ettiğini göstermektedir. Örneğin Amerikan hükümeti ve Fed, Amerikan ekonomisine beş trilyon dolar pompaladı. Ama sonuç alınamadı; şimdi Amerikan ekonomisinin yeniden dibe vuracağından bahsediliyor. Yani Amerikan ekonomisi krizden çıkmadan; belli bir istikrara kavuşmadan yeniden krize girmekle karşı karşıya deniyor. Buna rağmen, örneğin Krugman, ABD, ekonomiye yeniden beş trilyon dolar pompalamalıdır diyor, hem de en kısa zamanda. ABD bütçesinin iki yıl arka arkaya (2009-2010) 1,5 trilyon dolarlık açık vermesi yeni-keynesçileri pek ilgilendirmiyor. Bu para nasıl bulunur sorusuna verilen cevap da oldukça basit: P. Krugman, Amerikan hükümetine ya borç al ya da para bas diyor. Para basmak da, Fed'in Amerikan devlet istikrazlarını satın alması anlamına geliyor. Para basmanın enflasyon olacağı veya enflasyon tehlikesini yükselteceği hesaba katılıyor. Yeni-keynesçiler, ancak, ekonomiye para pompalamakla iki seneden beri devam eden krizden çıkılabileceği görüşündeler. Ama iki seneden beri, yani kriz sürecinde ABD'de yeterli nakitin olmasına, Fed'in bolca kredi vermesine, faizlerin de neredeyse sıfır noktasında olmasına rağmen talepte gelişmenin olmaması; yani ekonomide canlanmanın olmaması yeni-keynesçileri pek ilgilendirmiyor. Krugman'a göre, enflasyonist adım, parasını harcamak istemeyenleri, para değerini yitirir korkusundan dolayı harcamaya zorlayacaktır. Yani enflasyondan dolayı örneğin 100 doları, değerinin 80 dolara düşmesinden önce harcayacaksın ve böylece ekonomi canlanacak! Hani bizde çiklet satın alın ki, ekonomi canlasın diye profesör var ya! İkisinin arasında pek bir fark yok.
Neoliberalistler ise batık bankalar tasfiye edilmeden ve eskimiş sabit sermaye kıyımı (eskimiş sanayi kompleksleri) yok edilmeden Amerikan ekonomisinin yeniden yükselişe geçmeyeceği görüşündeler. Dahası, var olduğu kadarıyla devlet kontrol ve koruma koşullarının da tamamen yok edilmesini talep ediyorlar. Bunlara göre kriz, hız kesmeyen kuralsızlaştırmaların, dizginsizleşmiş pazar ekonomisinin bir sonucu değildir; aksine böylesi özgürlüklerin yeterli olmamasının sonucudur. Neoliberalistlere göre konjonktür programı biçiminde devlet tarafından yönlendirilen talep, özel talep yapılarını çarpıtıyor; kaynakların gerektiği gibi kullanılmasını engelliyor.
Üçüncü cephe, Marksizm de dahil bütün akımlara karşı meydan muharebesi veriyor. Düşünceleri oldukça sadedir: Rosa Luksemburg'un, kapitalizmin var olabilmesi için “kapitalist olmayan bir çevreye” ihtiyacı vardır anlayışından hareket ediyor. Yani merkez kapitalist ülkeler ürünlerini satacak ve hammadde temin edecek bir çevreye (bölgelere, ülkelere) ihtiyaç duyarlar. Böyle bir çevre olduğu müddetçe sorun yoktur; kapitalizm kendiliğinden çökmez. Ama böyle bir çevre kalmamışsa çöker. Çünkü:
1-Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşulları kalmamıştır.
2- Art değer üretme olanağı kalmamıştır.
Bu durumda kapitalizmin krizlerle birtakım çelişkilerini geçici olarak, bir dahaki krize kadar çözerek var olmasını sağlayan kanallar tıkanmıştır.
Demek oluyor ki, “kapitalist olmayan bir çevre” kalmadığı için; sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşulları kalmadığı için; art değer üretme kanalları tıkandığı için kapitalizm kendiliğinden çökecektir.

Kapitalizm ne zaman çökeceği üzerine zaman hesabı yapanlar da var: 1920'li yılların sonunda yapılan bir hesaplamaya göre (Örneğin, Otto Bauer, Henryk Grossmann) kapitalizmin çoktan çökmüş olması gerekirdi. Hesap tutmadı. Wallerstein kapitalizme 30 senelik bir ömür biçiyor. N. Nelte ise 4 Mart 2009'da kapitalizmin çöktüğünü ilan etti, ama buna kendisi de inanmamış olacak ki, şimdilerde 10 senelik bir ömür biçiyor.
Niye 25 sene değil de 30 sene veya neden 15 sene değil de 10 sene, bunu sadece bu hesapları yapanlar biliyor. İnce hesaplar!

Bu üç cephenin yaptığı, ekonomide simyacılıktan başka bir şey değildir. Her üç cephe de ekonominin yasalarının nesnel olduğunu, bu yasaların değiştirilemeyeceğini kabul etmiyor. Her cephe kendi açısında iradi hareket ederek sonuç alabileceğini sanıyor. Ama sonuçlar da ortada: Kapitalizm kendi yasaları doğrultusunda hareket ediyor; yeni-Keynesçilerin ve neoliberalistlerin müdahalesi onun seyrini çarpıtmaktan, geçmekle karşı karşıya olduğu süreci uzatmaktan, bazen de kısaltmaktan ve başkalaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. İki senelik kriz tarihi bunun böyle olduğunu göstermiyor mu?
Üçüncü cephenin; kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisini savunanların, sermayenin artık artı değer elde etme olanağı kalmadı anlayışı mevsimlik bir anlayıştır. Kriz geçine kapitalizmin kendiliğinden çökeceği anlayışı rafa kaldırılır, bir dahaki kriz patlak verdiğinde yeniden raftan indirilir.

Her üç cephe de kendi “Opus Magnum”unu yazamadı; içeriğiyle güncelliğini koruyan, yol gösteren ölmez “büyük eser”ini ortaya koyamadı: Keynescilik, II. Dünya Savaşından sonrasını esas alırsak ancak 20-30 sene dayandı ve neoliberalizm karşısında “meydan muhaberesi” vererek geri çekildi. Onun yerini alan neoliberalizm de 25-30 sene içinde iflas etti. Rosa Luksemburg'u karikatürleştiren üçüncü cephenin “eser”leri ise ancak ve ancak mevsimlik oldu. Her zaman olduğu gibi bu sefer de krizin başlangıç aşamasında düzene sırt çevirmişlerin, umutsuzların, mücadeleden kaçanların, işçi sınıfı ve emekçi yığınların gücüne güvenmeyenlerin ruhuna hitap etti; kapitalizmin kolayca, kendi kendine çökeceği, iradi belirlemelerle düzenin değişebileceği hayalini yaydı.

Kriz, diğer şeylerin yanı sıra Marksizmin ve yönteminin ölümsüzlüğünü bir kere daha gösterdi. Kapitalist ekonomi ne keynesçilerin ne neoliberalistlerin ve ne de kendiliğinden çöküş teorisini savunanların analizleri doğrultusunda hareket ediyor. Kapitalist ekonomi, Marksizmin 1825'ten bu yana kriz çevrimi (konjonktür hareketi) analizi doğrultusunda hareket ediyor; daha doğrusu Marksist ekonomi, kriz analizi, kapitalist ekonominin nesnel yasalarını çıkış noktası aldığı için doğru öngörüde bulunuyor. Aradaki fark bu.