deneme

31 Aralık 2006 Pazar

Amerikan Emperyalizminin Yeni Bir Savaşı


 
Afrika’da kartlar yeniden karıştırılıyor. Belli bir dönem sessizliğin hakim olduğu kara kıtada emperyalistler arası çelişkiler, savaş ve işgale neden olacak derecede keskinleşmiştir. Etiyopya, Amerikan emperyalizmi adına Somali’ye saldırdı ve başkent Mogadişu’ya kadar ilerledi. Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Etiyopya’nın saldırısını İslamistlerin saldırganlığına tepki olarak değerlendirmektedir. Amaç, başka ülkelerden İslamistler için gönderilen silahların yerine ulaşmasını engellemekmiş. Amerikan Dışişleri Bakanlığına göre başka bir neden de Somali’deki gelişmelerden dolayı Etiyopya’nın ciddi güvenlik kaygılarının olmasıymış. Bu nedenle de uluslararası alandan tanınan “Geçiş Hükümeti”nin ricası üzerine bu ülkeye yardıma koşmuş!

Somali’deki çatışmalar, bu ülkeyle sınırlı kalmama, bölgeselleşme potansiyeline sahiptir. Amerikan yanlısı güçlerle mücadele eden „İslam Mahkemeleri Konseyi“, ülkenin büyük bir bölümünü kontrolü altına almıştı. Ancak Baidoa “Geçiş Hükümeti”nin kontrolü altındaydı. 2004’te BM tarafından göreve getirilen bu hükümet, ABD ve İngiltere tarafından desteklenmektedir. Kontrol alanı ancak Baidoa ile sınırlı olan bu hükümet, Etiyopya’nın desteğine muhtaç durumdaydı.

Amerikan emperyalizmi, stratejik önemi olan bu bölgede, kendi çıkarlarına ters düşen İslamistlerin güçlenmesini engellemek için Etiyopya’yı Somali’ye saldırması için açıktan teşvik etmiştir. Kulelere saldırıdan sonra (11 Eylül 2001) Etiyopya, ABD’nin en önemli müttefikleri arasına girmişti. Temmuzun ortasında İslamistlerin Mogadişu’yu kontrolleri altına almalarından hemen sonra, 20 Temmuzda Amerika’nın Afrika’dan sorumlu komutanlığının şefi olan general J. Abizaid Etiyopya’yı ziyaret etmişti. Etiyopya’nın Somali’ye saldırı için askeri hazırlıkları bu ziyaretten hemen sonra başlar.

Amerikan emperyalizmi, rakiplerini bölgeden uzak tutmak veya şimdilik Etiyopya üzerinden müdahalesine karışmalarını engellemek için AB’nin „İslam Mahkemeleri Konseyi“ ile uzlaşma talebini kesinkes reddetmektedir. Afrika’yı işgal yarışında rakiplerinden daha erken davranan Amerikan emperyalizmi, Etiyopya’yı, AB özcüsü L. Michel, „İslam Mahkemeleri Konseyi“ ve “Geçiş Hükümeti” ile Somali’de iktidar paylaşımı üzerine görüşmeler yaparken bu ülkeye saldırmaya yöneltmiştir. Böylece AB’nin girişimi boşa çıkartılmış oldu.

Etiyopya’nın Somali’ye saldırısı, Afrika için emperyalist hegemonya yarışını yeniden hızlandırmıştır. Çatışmaların Sudan’da başlama olasılığının daha yüksek olduğu bir dönemde Amerikan emperyalizminin Etiyopya’yı öne sürerek Somali’de uşağı konumunda olan güçleri yeniden iktidara getirmesiyle bölge üzerine hakimiyette rakiplerine göre bir adım ileri konumuna geçmiştir.

Amerikan emperyalizminin bölge ve bütün kıta üzerine hakimiyeti, diğer emperyalist güçler tarafından kabul edilmemektedir. Amerikan emperyalizmi, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi, İngiltere hariç diğer emperyalist güçleri kendine müttefik yaparak kara kıtanın hammadde kaynaklarını ve önemli stratejik alanlarını işgale girişemeyecektir. ABD’nin Irak’taki zor durumundan yararlanmaya çalışan diğer emperyalist ülkeler, Afrika’da kendi çıkarları doğrultusunda hareket edeceklerini gösteriyorlar. Sorunun ne denli güncelleştiğini, Amerikan Başkanlarından R. Reagan döneminde Afrika görevlisi olan Ch. A. Crocker BBC’ye yaptığı bir açıklamada şu sözlerle ifade ediyor: „Sıra Afrika’da. Çok sert mücadele edilen bir alan. Bu alan, ABD’nin diplomatik etkisi için Afrikalı önderlere ve muhtemel rakiplere veya ‚karşıt güçlere’ büyük bir hareket imkanı vermektedir. Bu, sadece Çin ile sınırlı değildir, Brezilya, Avrupalılar, Malezya, Kore, Rusya ve Hindistan da işin içindeler“.

Fransa, Rusya ve Çin gibi emperyalist ülkeler, ABD’nin önünü kesmek için, ABD ve İngiltere’nin BM Güvenlik Konseyi’nin Somali’de Barış Gücü gönderme çabasını bloke etmede başarılı olamadılar. Sonuçta BM Güvenlik Konseyi, Somali’ye Barış Gücü gönderme talebini onadı. ABD önderliğindeki bu güç, Amerikan emperyalizminin Afrika’daki savaşını meşrulaştırmaya hizmet edecektir.

Somali’de başlayan çatışmalar, uzun süren ve bütün bölgeye yayılan bir savaşın başlangıcı olabilir. „İslam Mahkemeleri Konseyi“, Mısır, İran, Libya, S. Arabistan, Suriye, Eritrea, Cibuti gibi ülkeler tarafından desteklenmektedir. Özellikle Eritrea, ezeli düşmanı Etiyopya’nın Somali’de nüfuz sahibi olmasına kolay kolay göz yummayacaktır. Arap Ligi, Etiyopya’nın saldırısını mahkum etti. Afrika Birliği, Etiyopya’yı şimdilik destekliyor. Etiyopya’nın Somali’ye saldırısı konusunda Afrika devletleri bölünmüş durumda. Etiyopya ve Uganda “Geçiş Hükümeti”ni desteklerken, Libya ve muhtemelen de Sudan, „İslam Mahkemeleri Konseyi”ni desteklemekteler.

19 Aralık 2006 Salı

KİMİN BÜTÇESİ?


 
2007 yılı bütçesinde giderler 204.9 milyar YTL ve gelirler de 188,2 milyar YTL olarak belirlendi. Gelirlerin içinde vergi gelirlerinin payı yüzde 84 oranında. Yani 158,2 milyar YTL. Bütçe açığı da 16,7 milyar YTL.

2006 yılı gerçekleşme tahminleri üzerinden yapılan hesaplamaya göre 2007 yılı bütçesinde merkezi yönetim bütçe giderleri yüzde 16.9, merkezi yönetim bütçe gelirleri ise yüzde 9.3 oranında artıyor. Merkezi yönetim bütçesinde; 1) Personel giderlerine 43.7 milyar YTL; 2) Sosyal güvenlik kurumlarına devlet primi ödemelerine 10.1 milyar YTL; 3)Mal ve hizmet alım giderlerine 15.6 milyar YTL; 4)Faiz giderlerine 52.9 milyar YTL; 5) Cari transferlere 60.9 milyar YTL; 6) Sermaye giderlerine 12.1 milyar YTL; 7) Sermaye transferlerine 3.6 milyar YTL; 8)Borç verme ödeneklerine 3.7 milyar YTL; 9)Yedek ödeneklere 2.3 milyar YTL tutarında ödenek ayrılıyor.

Yapılan tahminlere göre, 2007 yılı merkezi yönetim bütçesinde, vergi iadeleri sonrasında 158.2 milyar YTL tutarında haraç, vergi geliri adı altında toplanacak.

İddiaya göre 2007 yılı bütçesinin önemli özelliklerinden birisi, sosyal boyutunun güçlü olmasıymış. Veriler, 2007 bütçesinde Sağlık, Ulaştırma, Bayındırlık bakanlıkları ile Karayollarına ayrılan payların azaldığını, buna karşın Milli Eğitim, Enerji, Çalışma, Sanayi ve Tarım bakanlıklarına ayrılan payların arttığını göstermektedir. “İcracı” bakanlıklar içinde Milli Eğitim Bakanlığı 2007 merkezi yönetim bütçesinden en büyük payı alıyor: 21.4 milyar YTL. Sağlık Bakanlığının 2006'da 7.4 milyar YTL olan başlangıç ödeneği 6,6 milyar YTL’na düşürülüyor, yani yüzde 12 oranında bir azalma söz konusu. Diğer taraftan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına 15.5 milyar YTL, Tarım Bakanlığına 6.6 milyar YTL, Kültür ve Turizm Bakanlığına 809.4 milyon YTL ve Çevre ve Orman Bakanlığına 968.6 milyon YTL kaynak ayrılıyor.
Üst kurullara ayrılan miktar 1 milyar 437 milyon 179 bin 58 YTL. Bunlar içinde aslan payını 906 milyon 180 bin YTL ile Telekomünikasyon Kurumu (TK) alıyor.

Veriler göstermektedir ki, 2007 bütçesi yatırımları hesaba katan bir bütçe değildir. IMF’nin emriyle, küçülme adına kamu altyapı yatırımları ve hizmetler yerinde sayıyor. 2007’de bu alanlardaki faaliyet (mal ve hizmet alımları, yatırımlar) 2006 bütçesinin gerisinde kalıyor.

Neresinden bakılırsa bakılsın 2007 bütçesi de, daha önceki dönemlerdeki bütçeler gibi IMF’nin direktifi temelinde hazırlanmış ve öncelikle, Türkiye’deki yabancı sermayenin çıkarlarını dikkate alan bir bütçedir. Türkiye’de bütçeler 24 Ocak 1980’den bu yana IMF’nin öneri adı altında yaptığı dayatmalara göre hazırlanmaktadır.

Yapılan propagandaya göre, “2007 bütçesi fakire, fukaraya sahip çıkan” ve “sosyal yönü ağır basan” bir bütçeymiş. Oysa yapılan, söylenenin tam tersi: Bütçede yerli-yabancı sermayenin çıkarları ön planda tutulurken sosyal harcamalara ayrılan kısımda hiçbir iyileşme yok. Başka türlü de olamaz. Çünkü kapitalizmde, üretim araçlarının özel mülkiyette olduğu koşullarda bütçe, ulusal gelirin sömürücü sınıflar lehine yeniden dağıtımından başka bir anlam taşımaz. Burjuvazinin, kendisi ve yabancı sermaye adına her yıl bütçe adı altında belirlediği gelirler ve giderler, o yıl içinde ulusal gelirin nasıl pay edileceğinin açıklamaktan başka bir anlam taşımaz. Kapitalizm koşullarında bütçe, sınıfsal karakter taşır. Bu nedenle kapitalizm koşullarında bütçenin sınıfsal karakterini değiştirmek imkansızdır. Bunun ötesinde kapitalizm koşullarında adaletli bütçe de olamaz. Çünkü kapitalizm, adaletsizlik ve sömürü üzerine kurulmuş bir sistemdir. Adaleti, mülkiyetin sınıfsal karakterinden kopartmak ancak burjuvazinin işine yarar. Bu sistemde gerçekleştirilemez olanın, gerçekleştirilebileceği hayalini yayar.
Ama bütçe bazında da olsa ulusal gelirin paylaşımında işçi sınıfı ve emekçi yığınlar lehine bir gelişme, ancak ve ancak toplumsal mücadelenin doğrudan bir sonucu olur. Bu mücadelede bir taraftan işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, diğer taraftan da kapitalist sınıf karşı karşıya gelir. Bu çatışmada sömürülenlerin talep ettiği adalet gerçekleşmez. Ancak, karşı karşıya gelen sınıflar arasındaki güç dengesi, işçi sınıfı ve emekçi yığınların lehine değiştiği oranda bütçe bazında da olsa ulusal gelirde bu sınıfların aldıkları pay görece artar.

11 Aralık 2006 Pazartesi

NATO ZİRVESİ VE PROTEKTORAT AFGANİSTAN (II)



Afganistan’ın Yıkımı

Afganistan’da devlet yapısının tahribatı daha 1979’da başlamıştı. O zamanki CIA-Direktörü ve şimdiki Amerikan Dışişleri Bakanı R. M. Gate, Hatıralarında CIA’nin, Sovyetler Birliği’nin (SB), Afganistan’ı işgalinden (1979 sonu) aylar öncesi Afganlı islamistleri desteklemeye başladığını yazar. Dönemin Başkanı J. Carter’ın güvenlik danışmanı olan Z. Brezezinski de başkanının Temmuz 1979’da hükümete karşı İslamcı muhalefeti destekleme talimatını imzaladığını doğrular. 15 Ocak 1998’de bir Fransız gazetesiyle yaptığı söyleşide Z. Brezezinski, “Müdahale etmeleri için Sovyetleri zorlamadık, ama onların müdahale etme olanağını bilerek arttırdık” diyecekti. Böylece SB, Amerikan emperyalizmi tarafından “Afgan tuzağı”na düşürülmüş oluyordu. SB’nin Afganistan’ı işgal etmesi, Afgan sorununu doğrudan doğruya uluslararası bir soruna dönüştürmüştü. Artık SB’nin de bir “Vietnam”ı vardı. Amerikan emperyalizmi açısından önemli olan da buydu. Ne SB’ni ne de Amerikan emperyalizmini ilgilendiren, Afganistan’ın kendisi değildi; her iki tarafı da ilgilendiren, her iki süper gücün dünya hegemonyası stratejisini gerçekleştirmede Afganistan’ın yeriydi. Afganistan bu günde bu sorunla karşı karşıyadır.

Taliban rejimi yıkıldıktan sonra (2001) işgalci güç Amerikan emperyalizmi, özellikle İngiltere’nin desteklemesiyle BM şemsiyesi altında Almanya’da (Petersburg/Bonn) uluslararası bir konferans örgütledi. 2001 sonunda düzenlenen bu konferans, sömürgecilik tarihinde görülen konferanslara benziyordu. Ülkeyi işgal eden ve işgalde yer almak isteyen veya buna karşı olan güçlü devletler, söz konusu ganimetin nasıl paylaşılması ve yönetilmesi üzerine tartışıyorlar. Petersburg Konferansında olan da buydu. Konferansa katılan 20’den fazla Amerikan temsilcisinin yoğun baskısı sonucunda üç İslamcı ve bir monarşist grubun da katılımıyla geçici bir Afgan hükümeti oluşturuldu. CIA’nin adamı Abdul Hamid Karsai hükümet başkanlığına getirildi. Afgan halkıyla hiçbir ilişkisi olmayan ve dolayısıyla halktan destek almayan bu hükümet, uluslararası koruma altında başkent Kabil’e getirildi ve güvenliği sağlandı. Bu tarihten itibaren Afganistan, işgalci güçlerin protektoratı olmuştu.

Protektorat Afganistan, Amerikan emperyalizminin eseriydi. Amerikan emperyalizminin temsilcileri bu protektoratı oluştururken ne Avrupalı „dost”larının ne de genel olarak NATO üyesi ülkelerin görüşlerini almışlardı. Ama ülkelerinin çıkarlarını Hindikuş’ta savunmak isteyen emperyalist ülkeler, Amerikan emperyalizminin Afganistan işgalini destekleyenlerin başında yer aldılar. İşgalci güçler Afganistan’ı, yeni silahların ve işgalci orduların yeteneklerinin denendiği bir alana dönüştürdüler.

28.6.2004 tarihinde İstanbul’da yapılan NATO toplantısında BM’in kontrolünde olan ISAF’ın (“International Security Assistance Force”) NATO komutanlığına tabi kılınması kararı alındı. Afganistan, hazırlanan bir NATO-Operasyon Planına göre, hemen hemen aynı büyüklükte olan dört sektöre bölündü. Böylece BM’in gözlemci konumu, ülkenin hükümranlığı ve devlet olarak varlığı ortadan kaldırılmış oldu.

Amerikan emperyalizmi, Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirmek; dünya hâkimiyeti kurmak için Afganistan’da uzun bir dönem kalmak zorunda olduğunu biliyor. Afganistan işgalinde şimdilik NATO’yu kullanıyor. Afganistan’ın mevcut durumu, ABD ve NATO’nun bu ülkede uzun bir dönem kalmak için siyasal ve askeri önkoşulları oluşturmuş olduklarını göstermektedir. 2005’te, seçimlerden önce Karsai’nin „ulusal konferans“ adı altında bir araya getirdiği 100 „şahsiyet“, bu uşağa, Amerikan ordularının sonsuza dek Afganistan’da kalabilmeleri için anlaşma yapma yetkisi verdi.

Afganistan, serbest rekabetçi kapitalizm ve emperyalizm çağının başlangıcında görülen protektoratçılığın tipik bir örneğini oluşturmaktadır 21. yüzyılın başında. Afganistan’ın hükümranlığından ve bağımsız bir hükümetin iş başında olmasından bahsedilemez. Mevcut kabinenin yarıdan fazlası Amerikalı Afganlardan oluşmaktadır. Geriye kalan kısmını ise Avrupalı Afganlar ve birkaç savaş ağası oluşturmaktadır. Bileşimi böyle olan hükümete, hemen her resmi dairede faaliyet sürdüren ve karar alma yetkisi olan Amerikalı uzmanlar „yardımcı“ olmaktalar.

Emperyalist işgal, protektorat statüsü Afganistan’da ekonomik alt yapının tahribatına neden olmuştur. Ekonomi Bakanı Muhammed Amin Farhang, Afgan pazarlarında alınıp-satılan metaların yüzde 99’unun ithal malı olduğunu söylüyor. Bu anlamda Afganistan, sanayi ürünleri üreten ülkeler için bir cennet olmuştur. Devlet mekanizmasına entegre olmuş eroin ağaları, olanaklarını kara para yıkamak için kullanıyorlar ve sadece, oldukça az sayıda ödeme gücü olan Afgan zenginleri için lüks mallar üretiliyor. İşgalci güçlerin kontrolünde Afganistan bir „Uyuşturucu Maddeler Mafyası Devleti“ olmuştur.

Afgan halkının diğer bir düşmanı da „hükümet dışı örgütler”dir. Bu türden 2500 örgütün Kabil’de büroları var. Çeşitli uluslararası „verenler konferansı”nda toplanan milyarlarca dolar, her türlü yetkiye sahip bu 2500 örgüt üzerinden yeniden „verici“ ülkelere akmaktadır. Para içinde yüzen bu örgütler, Afganistan’da başlı başına bir güçtür, adeta yedek hükümettir. Fransa Afganı Planlama Bakanı Ramazan Başardost’a göre hükümet dışı örgütler, Afganistan’ın „yeni El-Kaide“sidir. Bu bakan bu örgütlerin sipariş defterlerine bakmak istediği için Karsai tarafından görevinde alınmıştır.

Afgan seçkinler tabakası, işgalci güçler tarafından satın alınmış durumda. Bu ülkede cirit atan uluslararası vakıflar, aydın avındalar. Her bir emperyalist ülke, işgalci güç, daha şimdiden sonraki Afganistan’da siyasal nüfuzunu devam ettirmek için kullanacağı unsurları, vakıfları vasıtasıyla kendine bağlamak, kendi çıkarlarını savunacak şekilde eğitmek çabası içinde. Bunun adı, yerli uşak yetiştirmektir.

Hindikuş, Enver Paşaya mezar olmuştu. Dünyanın en güçlü ordularından olan Kızıl Ordu da Hindikuş’tan kovulmuştu. Tarihte hiçbir emperyalist, işgalci güç Hindikuş’ta zafer elde edemedi ve eninde sonunda kahraman Afgan halkının direnişine teslim olup ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Sıra şimdiki işgalcilerde. Onları da aynı akıbet beklemektedir. Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti stratejisi, hem Afganistan’da hem de Irak’ta yenilgiye uğramıştır.

„Barışı güvenlik altına almak için“ Afganistan’a „istikrar“ götürmek isteyen işgalciler, direnen Afgan halkına karşı savaşmakla karşı karşıya kalmışlardır. Irak’ta olduğu gibi Afganistan’da da direniş, belli bölgelerde sürdürülen direniş olmaktan çıkarak ülke çapında yaygınlaşmaktadır. İşgalciler, Afganistan’da da işlerinin zor olduğunu kabul etmeye ve durumu „felaket“ olarak değerlendirmeye başladılar. Daha fazla asker çağrısının ötesinde Amerikan Dışişleri Bakanı C. Rice, Afganistan’da yenilgiye uğrayabiliriz uyarısında bulunurken, NATO eski Başkomutanı W. Clark da „kazanmak durumunda değiliz“ değerlendirmesini yapıyordu.

3 Aralık 2006 Pazar

NATO ZİRVESİ VE PROTEKTORAT AFGANİSTAN (I)



28-29 Kasımda Riga’da (Letonya) gerçekleştirilen NATO-Zirvesine bir taraftan ABD ve diğer taraftan da AB’nin Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya gibi önde gelen ülkeleri arasında Afganistan’a ilişkin görüş ayrılıkları ve NATO’nun geleceğiyle ilgili olarak da çelişkiler damgasını vurmuştur.

Şu anda Afganistan’da işgalci güçlerin toplam 32 bin askeri var. Isaf (International Security Assistance Force) komutasında emperyalist işgali temsil eden, emperyalist çıkarlar için savaşan bu askerler 26 NATO üyesi ülkeden ve bu ittifaka üye olmayan başka onbir ülkeden gelmekte. Sadece ABD’nin Afganistan’daki asker sayısı 12 bindir.

Isaf’ın başlangıçta görevi, başkent Kabil’de işgalci güçlerin kukla hükümetinin güvenliğini sağlamakla sınırlıydı. Ama sonra, zorlanan işgalciler İsaf’ın faaliyetini bütün ülkeye yaydılar. Afganistan’ın özellikle güney ve doğu bölgelerinde NATO, direnişçilerle sürekli sıcak çatışma içinde. Sadece 2006 yılı içinde direnişçiler tarafından öldürülen asker sayısı 150’dir. En çok da Amerikan, Kanada, İngiliz ve Hollanda askerleri öldürülmüştür. Asker sayısına göre hesaplandığında işgalcilerin kayıpları Irak’takinden daha fazladır.

ABD, İngiltere, Kanada, Hollanda ve Danimarka, Afganistan'ın güneyinde direnişçi güçlere karşı sürdürdükleri çatışmalara diğer ülkeleri de çekmek istiyorlar. Özellikle Amerikan emperyalizmi, askerleri doğrudan sıcak çatışmalara katılmayan ve görev alanları da savaşın sürdüğü güney ve doğu bölgelerinin dışında kalan Almanya, Fransa, İspanya, İtalya ve Türkiye'nin, ülkenin güney ve doğu bölgelerine asker göndermeme çekincesini kaldırmalarını talep ediyor. Örneğin Almanya’nın İsaf çerçevesinde Afganistan’da bulunan asker sayısı 3 bin (en çok asker gönderen 3. ülke). Ama faaliyet alanı kuzey Afganistan’la sınırlı. Fransa’nın 1100 askeri var ve sadece Kabil’de konuşlanmış durumda. İtalyan ve İspanyol askerleri de sıcak çatışmalara katılmıyorlar.

ABD, İngiltere, Kanada, Hollanda ve Danimarka dışındaki diğer işgalci güçlerin sınırlandırılmış görevine son verilmesi zirve öncesinde dile getirildi ve zirvede de talep edildi. Amerikan emperyalizmi, bu sınırlandırmanın kaldırılması için söz konusu bu ülkelere dozajı giderek artan baskıda bulundu. Ayrıca NATO, 2500 askere daha ihtiyacın olduğunu açıkladı.

Zirvenin açılış konuşmasında Bush, üye ülkeler, komutanlığın ihtiyaç duyduğu kadar asker verirlerse NATO Afganistan’da başarılı olur, ittifak, „birimize yapılan saldırı hepimize yapılan saldırıdır“ ilkesi üzerine kurulmuştur anlayışını dile getirdi.

NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer de konuşmasında bu ülkelerin, ülkenin güneyine ve doğusuna asker göndermelerini talep etti.

Bush’un daha fazla angajman, daha fazla asker, Afganistan’ın güneyine ve doğusuna asker gönderin talebi karşısında Avrupalı ülkeler, özellikle de Almanya ve Fransa duvar oldular. Bush, talepleriyle bu duvara çarptı. Alman Başbakanı A. Merkel, Alman askerlerinin kuzeyde “iyi bir inşa çalışması” yaptığından bahsederken, İtalyan Başbakanı R. Prodi de “Görüşümüz, Fransa’nın, Almanya’nın ve İspanya’nın da görüşü kesinlikle değişmemiştir” diyerek Bush’un taleplerini yanıtladı.

Zirvede, Amerikan emperyalizminin görüşleri temelinde NATO tarafından hazırlanan ve üye ülkelerin dışişleri bakanlarının da kabul ettiği “önümüzdeki 15 yıl içinde kapsamlı politik ilkeler” raporu, yani “küresel NATO”yu şekillendirmesi için düşünülen rapor ortada kaldı. Bu raporda NATO’nun görev alanının, hammaddelerin küresel güvenliğini ve “terörizm”le mücadeleyi içerecek şekilde genişletmesi anlayışına ve aynı zamanda bazı Avrupalı üye ülkelerin, özellikle de Almanya’nın, enerji temini bakımından Rusya’ya bağımlı olabileceği ve Rusya’nın da petrol ve doğal gazı siyasal silah olarak kullanabileceği uyarısına yer verilmekte.

“Acil mücadele gücü” oluşturma konusunda da istenilen sonuç alınamamıştır. NATO’nun 2002’de Prag toplantısında Amerikan emperyalizmi tarafından önerilen 25 bin askerden oluşması düşünülen “NATO Acil Müdahale Gücü”ne üye ülkeler fazla ilgi göstermemişlerdir.

Amerikan emperyalizmiyle, AB’nin emperyalist ülkeleri veya bir bütün olarak AB arasında dünya hegemonyası için rekabette askeri güç kullanma konusunda; şu veya bu ülkeyi veya bölgeyi işgal etme konusunda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Görüş ayrılığı, ABD’nin şimdiye kadar olduğu gibi AB’yi yedeklemeye çalışmasından ve AB’nin de artık buna yanaşmamasından, ABD’ye karşı dünya pazarlarında rekabet ederken kendi adına askeri güç kullanma eğiliminden kaynaklanmaktadır. Riga’daki toplantının arifesinde Fransa Cumhurbaşkanı J. Chirac bu konuda AB’nin politikasını şu sözlerle ifade ediyordu: “Avrupalılar, Amerikan müttefiklerine çok uzun zaman güvendiler. Şimdi onlar, yükün kendilerine düşen kısmını üstlenmek ve Avrupa Birliği için kendi amaçlarına uygun düşen bir ulusal savunma çabasını kabul etmek zorundadırlar”. Chirac, NATO’nun geleceği konusunda veya ABD ile AB arasındaki askeri müttefiklik konusunda AB’nin görüşünü böyle dile getiriyordu. ABD ile AB arasındaki bu temel çelişki, Riga’da ele alınan bütün konulara farklı boyutlarda da olsun yansımıştır veya Riga’da sorunlar bu çelişki çerçevesinde ele alınmıştır.

Zirvenin ana gündemini oluşturması gereken NATO’nun genişletilmesi tartışması da havada kaldı. Sadece Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya ile üyelik görüşmelerine 2008’de başlanması üzerine konuşuldu. Özellikle ABD’nin üye olmalarını istediği Gürcistan ve Ukrayna ile „diyalog“un devamı kararlaştırılırken, Avustralya ve Japonya gibi ülkelerin üyelik durumu anılmadı bile.

Amerikan emperyalizminin, belli bir zamandan beri Almanya, Fransa, İspanya, İtalya ve Türkiye gibi ülkeleri, Afganistan’ın güney ve doğusunda sıcak savaşa doğrudan katılmaları ve daha fazla asker göndermeleri talebiyle sıkıştırmasından ve başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupalı bazı müttefiklerinin buna yanaşmamasından kaynaklanan görüş ayrılığı, ABD ile AB arasında NATO konusunda buzdağını andıran çelişki yumağının sadece görünen yanıdır. Riga toplantısında, NATO’nun geleceği konusunda ABD ile AB arasında görüş birliğinin olmadığı bir kez daha görülmüştür.

Varşova Paktı’nın feshinden sonra adeta işlevsiz kalan NATO’nun geleceğini Amerikan emperyalizmi, onu transatlantik bir ittifak çerçevesinden çıkartarak küresel bir askeri ittifak çerçevesine oturtmakta görmeye başladı. ABD’nin amacı, Gürcistan, Avustralya, Japonya, İsrail, Güney Kore, Güney Afrika, Ukrayna gibi ülkelerin katılımıyla NATO’yu küresel bir askeri ittifaka dönüştürmektir. Böylece Amerikan emperyalizmi, “yeni” NATO’yu, dünya hâkimiyeti için şu veya bu ülkeyi veya bölgeyi işgalde yedek ordu olarak kullanmayı planlıyor. ABD’nin bu görüşüne karşı Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, "İttifak, askeri olmayan misyonlara, iptidai ortaklıklara ya da yeterince hazırlanmamış genişlemeye müdahil edilirse amacından saptırılır" diyerek Fransız emperyalizminin NATO’nun nasıl olması veya kalması konusundaki anlayışını dile getirdi. Fransa, küresel NATO’dan yana değil. Daha doğrusu, Amerikan emperyalizminin güdümünde küresel bir askeri ittifak, AB-ordusunu anlamsız kılacağından dolayı uluslararası işgallerde Fransız emperyalizminin hareket alanı daraltılmış olacaktır. Fransa bu nedenle “küresel NATO’”ya karşıdır. Fransa’nın bu anlayışı, aynı zamanda, bir bütün olarak AB’nin anlayışıdır.

Diğer taraftan zirveye hâkim olan görüş ayrılığı, barışçıl dış politika, zor kullanımına dayanan dış politika farklılığına da indirgenemez. ABD ve AB arasında dünya pazarları üzerinde rekabetten kaynaklanan stratejik farklılık vardır. AB, bütün gücüyle kendi askeri kapasitesini geliştiriyor ve bunu da kısmen NATO ile rekabet içinde yapıyor.

AB’nin Almanya, Fransa, İtalya gibi önde gelen ülkeleri, Amerikan dış politikasına göre hareket etmek ve Irak’ta olduğu gibi bir yenilgi durumuyla karşı karşıya kalmak istemiyorlar. NATO’da Amerikan hâkimiyetine boyun eğmenin bu anlama geldiğini biliyorlar. Bu nedenle ezilen ulusları ve işgal edilmiş ülkeleri Amerikan vahşetiyle baş başa bırakarak, kendilerinin farklı olduğunu göstermeye ve işgal edilmiş ülkelerle geliştirilen yoğun iktisadi ilişkileri ve ABD’nin güç kaybını, kendi emperyalist çıkarlarını hâkim kılmak için kullanmaya çalışıyorlar.

(Gelecek yazıda Afganistan’ın işgalci güçler tarafından talan ve yıkımını ele alacağız).