deneme

11 Ekim 2006 Çarşamba

EMPERYALİST KÜRESELLEŞME, REKABET VE DÜNYANIN TALANI



Son 20-30 yılında sermaye hareketinin gelişmesini inceleyen kitapların ve makalelerin sayısında dikkate çeken bir artış olmuştur. Bunun ötesinde devletler açısından ulusal ve uluslararası kurumların (BM, OECD, DB, IMF, stratejik araştırma enstitüleri, başka çeşitli araştırma kurumları, sendikalar, üniversiteler vs.) sürekli ele aldıkları konulardan birisi de sermaye hareketinin gelişme seyri, rekabet ve neoliberalizmdir.

Dünya ekonomisinin bileşenleri tek tek ülke ekonomileridir. Daha kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde görüldüğü gibi, o zaman dünya pazarında ve ticaretinde, emperyalist çağda da dünya ekonomisinde belli ülkelerin ekonomik, siyasi ve askeri ağırlığı söz konusuydu. Bugün de öyle, ama eskisi gibi değil. Bugün tek tek ülkelerin dünya ekonomisini yönlendirebilmeleri için oldukça güçlü olmaları gerekiyor. Örnek; dünya ekonomisi açısından önemli olmalarına rağmen tek başına Alman ekonomisinin veya Fransız ekonomisinin yönlendirici bir konumları yoktur. Ama tek başına bir ABD ekonomisi böyle bir konuma sahiptir. Kapitalizmde eşit olmayan gelişmenin bugünkü sonuçları böyle. Eşitsiz gelişme sürecinde gelecekte başka güçler ortaya çıkartacaktır. Çin buna aday bir ülkedir. Amerikan emperyalizminin bütün saldırganlığının altında yatan, bu gelişmenin önünü alabilmek ve en azından mevcut konumunu koruyabilmektir.

Bugün dünya ekonomisinin seyrini belirleyen, dünya ekonomisi dendiğinde akla gelen ABD, AB ve Japonya’dan oluşan üçlüdür. Diğer bir deyişle Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya merkezli Pasifik alanıdır.

Kapitalist üretimin ve sermayenin, dolayısıyla kapitalist üretim biçiminin uluslararasılaşmasında ve uluslararası örgütlenmesinde esas rolü uluslararası tekeller oynamaktadır. Lenin’in deyimiyle bunlar, “süper tekel”lerdir. Bu tekeller, üretimin, pazarlamanın, hammadde kaynaklarının nasıl ve nerede kullanılması gerektiğini belirleyecek güce ulaşmışlardır.

Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, sermaye ve üretimin bütün yeryüzüne, bütün ülkelere şu veya bu biçimde eşit dağılması anlamına gelmez. Kapitalist üretim biçiminin uluslararasılaşması, şüphesiz ki, sermayenin, dünyanın en ücra köşesine de nüfuz etmesi anlamına gelir. Buna sermayenin yatay uluslararasılaşması deniyor. Bunun ötesinde sermaye, derinlemesine de uluslararasılaşmaktadır. Derinlemesine uluslararasılaşma, sermaye ve üretimin belli merkezlerde yoğunlaşması anlamına gelir. Bu anlamda sermaye, belli bölgelerde yoğunlaşarak –ABD, AB ve Japonya- uluslararasılaşmaktadır.

Uluslararasılaşmış kapitalizm, üretimin de uluslararası toplumsallaşmasını beraberinde getirmiştir. Yani kapitalist üretim ne kadar uluslararasılaşırsa, üretim de o derece uluslararası toplumsallaşma koşullarına sahip olur ve aynı şekilde uluslararası tekeller de, üretici güçlerin uluslararası gelişmesini tetiklemiş olurlar. Bunun anlamı şudur: sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasıyla birlikte kapitalist üretim biçiminin bütün çelişkileri de uluslararasılaşır. Genel olarak geçen yüzyılın son çeyreğinden bu yana “küresel sorunlar” kavramıyla kastedilen bütün sorunlar, kapitalist üretim biçiminin uluslararasılaşmasından doğan sorunların sonuçlarıdır.

Neoliberalizm, sermaye ve üretimin yeni veya en son, en gelişmiş örgütlenme aşamasına, yani uluslararası örgütlenme aşamasına tekabül eden politikadır. Neoliberal politik ekonomi anlayışının özellikle ‘70’li yıllardan bu yana revaçta olması ve bugün hemen bütün belli başlı ülkelerde uygulanması ve IMF tarafından da bağımlı ve yeni sömürge ülkelere dayatılması, uluslararası tekellerin uluslararasılaşmışlıklarının ve uluslararası örgütlenmiş olmalarının doğrudan bir ifadesidir.

Neoliberalizm, sermaye ve üretimin dünya çapında tamamen serbest hareketi önündeki bütün engellerin yıkılmasını ve sermayenin tamamen serbest hareketinin yasalarla korunmasını; sermayenin tamamen serbest hareketi önündeki bütün ulusal sınırların yıkılmasını, sermayenin giremeyeceği hiçbir alanın kalmamasını talep etmektedir.

Uluslararası tekellerin sermaye ve üretimi, kendi çıkarları doğrultusunda uluslararası örgütlemeleri ve neoliberalizm, kaçınılmaz olarak dünya çapında kutuplaşmayı derinleştirmiştir: Dünya piramidinin tepesinde birkaç emperyalist ülke yer alıyor. İkinci basamakta sayıları belli sanayileşmiş ülkeler; üçüncü basamağın üst kısmında nispeten gelişmiş, emperyalizme bağımlı, yeni sömürge ülkeler yer alıyorlar. Piramidin en altı ise en fakir ülkelerden oluşmaktadır. Her halükarda uluslararasılaşmış ve uluslararası örgütlenmiş sermaye ve üretim, ülkeler bazında dünyayı ikiye bölmüştür: Bir taraftan bütün maddi zenginlikleri kendinde toplayan emperyalist ülkeler, diğer taraftan da talan edilen, fakirleştirilen bağımlı ve yeni sömürge ülkeler.

SB ve revizyonist bloğun yıkılmasından sonra dünyamız iki kutupluluktan çok rekabet merkezli bir sürece girdi. Henüz paylaşılmamış alanların kalmaması, sermaye ve üretimin uluslararası yatay örgütlenmiş olması ve süper tekellerin sermaye ve üretimi uluslararası planda yeniden örgütlemeye çalışmaları, rekabet merkezleri arasındaki çelişkiyi de keskinleştirmektedir.

Sermayenin ve üretimin uluslararası örgütlenmesinin boyutları, fiziki dünyanın tamamen paylaşıldığını göstermektedir. Bu koşullar altında rekabet, doğal olarak keskinleşecektir ve keskinleşmiştir de. Günümüz koşullarında yeniden paylaşım talebi, ülke olarak özellikle Almanya ve Japonya’dan gelmektedir ve entegre pazar olarak da AB’den gelmektedir. Bugün açısından Rusya ve Çin, potansiyel dünya gücü konumundalar. Bütün bu ülkeler, Amerikan emperyalizmiyle dünya hâkimiyeti için rekabet içindeler. Bu rekabetin nasıl geliştiğini uluslararası tekellerin gelişmesinde de görmekteyiz.

Emperyalist ülkeler ve aynı zamanda uluslararası tekeller arasındaki rekabet ve bu tekellerin gelişme seyri, emperyalist ülkelerde ulus devletin güçlendirilmesini beraberinde getirmektedir. Dünya hegemonyası için mücadele, emperyalist ülkeler arası rekabet bunu kaçınılmaz kılmaktadır. Sermaye ve üretim ne kadar uluslararasılaşmış olursa olsun, ne denli uluslararası örgütlenmiş olursa olsun, bu gelişmenin tetikleyicisi olan uluslararası tekellerin, bu faaliyetlerini sürdürmek için merkezi bir üsse ihtiyaçları vardır. Bu merkezi üs de o sermayenin, o uluslararası tekelin ülkesidir. Her tekel ve sermaye için en emin, en güvenilir liman, ülkesidir. Uluslararası tekellerin pervasızlığının, dayatmalarının ardındaki güç, devlet gücüdür.

Emperyalistler arası güçler dengesi:

Bugün açısından dünya, emperyalist ülkeler, uluslararası tekeller tarafından paylaşılmıştır. Bu nedenle günümüzde emperyalistler arası rekabet, bu paylaşılmışlık durumunu değiştirmek, yani dünyayı yeniden paylaşmak için sürdürülen mücadelenin ifadesidir. Eşit olmayan gelişme sonucunda güçler dengesinin bozulması kaçınılmazdır.

Son 20 seneyi göz önünde tutarsak:

§ ABD, dünya üretimindeki payını 1980’de yüzde 24,5’ten yüzde 26,4’e çıkartarak, konumunu biraz daha güçlendirmiştir.

§ Aynı dönemde Japonya’nın dünya üretimindeki payı yüzde 17’den yüzde 16,7’ye; Almanya’nın payı yüzde 8,3’ten yüzde 7,9’a; Fransa’nınki yüzde 5,9’dan yüzde 5,1’e; İngiltere’ninki yüzde 4,1’den yüzde 3,8’e; İtalya’nınki yüzde 2,3’ten yüzde 1’e düşerken Çin’in payı yüzde 0,8’den yüzde 3,6’ya çıkarak 4,5 misli bir artmıştır.

§ ABD, Japonya, Almanya ve Fransa, dünya sıralamasındaki yerlerini koruyorlar: 1980 ve 2000’de de 1., 2., 3. ve 4. sırayı paylaşıyorlar. İngiltere, 1980’de 6. sıradan 2000’de 5. sıraya çıkıyor. İtalya 1980’de 5. sıradan 2000’de 7. sıraya düşüyor. Ama esas gelişme Rusya ve Çin’de. Rusya 1980’de 7. sıradayken 2000’de 12. sıraya düşerken, 1980’de 16. sırada olan Çin 10 basamak atlayarak 6. sıraya yükseliyor.

Dünya Ekonomisinde Uluslararası Tekellerin Konumu ve Yoksulluğun Boyutu:

Unctad’ın tanımına göre uluslararası tekel, bir ana işletmeden ve yurtdışında faal olan en azından bir bağımlı işletmeden oluşmaktadır. Ana işletmenin, bağımlı işletmedeki payı en azından yüzde 10’dur.

Unctad verilerine göre (WIR 2005) bu tanımlama kapsamına giren 69.727 uluslararası tekel var. Bunlara bağımlı işletmelerin sayısı da 690.391. 2005 verileri ana tekellerin sayısının arttığını, bağımlı işletmelerin sayısının ise azaldığını göstermektedir: 1969’da uluslararası tekel sayısı 7200’den 1990’da 37.000’e, 1995’te 44.000’e, 2001’de 65.000’e ve 2005’te de 69.391’e çıkıyor. Bu tekellere bağımlı işletmelerin sayısı da 1969’da 27.000’den 1990’da 170.000’e, 1995’te 280.000’e ve 2001’de de 850.000’e çıkıyor. 2005’te ise bu türden işletmelerin sayısı 690.391’e düşüyor.

Uluslararası tekellerin 50.520’sinin ve bağımlı işletmelerin de 247.241’inin merkezi sanayi ülkelerinde bulunuyor. Bunların arasında Avrupa’da olan uluslararası tekel sayısı 41.461 ve bunlara bağımlı işletme sayısı da 209.788. ABD ve Kanada merkezli olan uluslararası tekel sayısı 3.857 ve bunlara bağımlı işletme sayısı da 28.332. Japonya ve Avustralya’da olanların sayısı da sırayla 5.202 ve 9.121.

Merkezi “gelişen” ülkelerde bulunan uluslararası tekel sayısı 18.029 ve bunlara bağımlı olan işletme sayısı da 335.338.

Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde bulunanların sayısı da sırayla 1.178 ve 107.812.

Bu tekeller arasında en büyük olanlar, onbinlerce küçük tekelin toplamından daha güçlü konumdalar.

En büyük 100 uluslararası tekelin gücü:

En büyük 100 uluslararası tekel içinde 90 tekelin her birinin yurtdışındaki kendine bağımlı işletme sayısı 100’den fazladır (Hisse senedi çoğunluğu ana tekelde olan bağımlı işletmeler dikkate alınıyor).

Her bir uluslararası tekelin kendine bağımlı işletme sayısı ortalama olarak 342. Bunların yüzde 66’sı, yani 225’i yurtdışındadır.

Her bir uluslararası tekel, ortalama olarak 40 ülkede temsil edilmektedir.

En büyük 100 uluslararası tekel içinde “liman”ı “gelişen” ülkeler olanların sayısı sadece 4. (Hutchinson, Hongkong, 16. sırada; Singtel, Singapur, 66. sırada; Petronas, Malezya, 72. sırada ve Samsung, Kore, 99. sırada).

2003 yılı itibariyle uluslararası tekellerin dünya ekonomisindeki konumları:

En büyük 100 uluslararası tekel açısından:

En büyük 100 tekelde çalışanların toplam sayısı:…………………… 14.626.000.

Yurtdışında çalışanların sayısı:…………………………………………7.242.000.

Yurtdışında çalışanların payı:……………………………% 49,5.

Sermaye varlığı:………………………………………..………………8.023 milyar dolar.

Yurtdışındaki varlık:………………………………………………...….3.993 milyar dolar.

Yurtdışının payı:…………………………………………% 49,8.

Bütün uluslararası tekeller (69.727) açısından:

Yurtdışında çalışanların sayısı:……………………………………….53.196.000.

69.727 uluslararası tekel içinde en büyük 100’ün payı:…% 13,6.

69.727 uluslararası tekelin sermaye varlığı toplamı:………………….32.186 milyar dolar.

Bunda en büyük 100’ün payı:………………………..…% 12,4.

69.727 uluslararası tekelin ihracat miktarı:……………………………. 3.073 milyar dolar.

69.727 uluslararası tekelin yarattığı yeni değer miktarı:………...…...…3.573 milyar dolar.

Dünya ekonomisi:

Toplam ihracat:…………………………………………………………9.216 milyar dolar.

Toplam yeni değer üretimi:…………………………………………...36.327 milyar dolar.

Uluslararası tekellerin yurtdışı acentelerinin dünya ekonomisindeki payı:

Dünya ihracatındaki payı:……………………………………………………% 33,3.

Yeni değer üretimindeki payı:………………………………………………..% 9,8.

En büyük 100 uluslararası tekel, 69.727 tekelin ancak yüzde 0,143’ünü oluşturmasına rağmen, bütün tekellerin yurtdışı toplam üretim potansiyelinin yüzde 12 ila yüzde 14’ünü kontrol ediyor.

Bütün tekellerin sadece yurtdışı acenteleri, toplam dünya ihracatının üçte birini yapıyorlar ve dünya GSH’ının da onda birini üretiyorlar. 20 sene önce bu pay yüzde 5 civarındaydı (WIR 2000).

Dünya üretiminin dörtte biri uluslararası tekeller tarafından üretilmektedir. Mali sektör dışındaki, sanayi ve ticaret alanındaki bu tekellerin toplam ekonomik gücü, neredeyse ABD’nin ekonomik gücüne eşittir.

‘90’lı yılların ortasından itibaren olağanüstü gelişen uluslararası tekeller, üretimin ve sermayenin uluslararasılaşmasını; uluslararası örgütlenmesini oldukça hızlandırmışlardır.

En büyük 100 tekelden her birinin yurtdışındaki sermaye varlığı ortalama olarak 40 milyar dolardır ve her birinde çalışanların sayısı da 70 binden fazladır.

Bütün uluslararası tekellerin yurtdışındaki sermaye varlığı toplamı 32.000 milyar dolardır. Bu miktar, yurtdışı doğrudan yatırım miktarından (9.000 milyar dolar) üç misli fazladır. Bu veriler, yurtdışı doğrudan yatırımlarının uluslararası tekellerin gerçek gücünü, etkisini tam anlamıyla yansıtmadığını göstermektedir.

Sanayi üretiminin/sermayenin “gelişen” ülkelere kaydırılmasında ve böylece üretimin uluslararası örgütlenmesinde uluslararası tekeller belirleyici bir rol oynamaktalar. Sermaye ve üretimi uluslararasılaştıranlar ve uluslararası örgütleyenler, emperyalist devletler değil, uluslararası tekellerdir.

Dünya çapında brüt yeni değer (üretim) oluşumunda (imalat sanayi) bölgelerin payı:

Bu değer oluşumunda sanayi ülkelerinin payı, 1980’de yüzde 67,0; 1990’da yüzde 76,6 ve 2001’de de yüzde 73,6 oranındaydı.

Eski Sovyetler Birliği dâhil Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin payı 1980’de yüzde 19,3’ten 1990’da yüzde 8,9’a ve 2001’de de yüzde 2,7’ye düşer.

“Gelişen” ülkelerin toplam payı 1980’de yüzde 13,7’den 1990’da yüzde 14,4’e ve 2001’de de yüzde 23,7’ye çıkar.

Amerika kıtasında “gelişen” ülkelerin payı 1980’de yüzde 7,1’den 1990’da yüzde 5,6’ya düşer ve 2001’de de yüzde 5,7 oranında gerçekleşir.

Batı Asya ve Afrika’daki “gelişen” ülkelerin payı 1980’de yüzde 2,5’ten 1990’da yüzde 2,7’ye çıkar, ama 2001’de yüzde 2’ye düşer.

Güney ve Doğu Asya’da “gelişen” ülkelerin payı 1980’de yüzde 4,1’den 1990’da yüzde 6,1’e ve 2001’de de yüzde 16’ya çıkar.

Sadece Çin’in payı ise 1980’de yüzde 3,9’dan 1990’da yüzde 2,6’ya düşer, ama 2001’de yüzde 7,2’ye çıkar.

Böylece dünya çapında brüt yurtiçi üretimde “gelişen” ülkelerin payı 1980’de yüzde 16,4’ten 1990’da yüzde 17,2’ye ve 2001’de de yüzde 21’e çıkar.

Brüt yeni değer üretiminde sanayi ülkelerinin payı, “gelişen” ülkelerin payından 1980’de yaklaşık 14 misli fazlaydı. 2001’de ise sadece üç misli fazlaydı. Diğer bir ifadeyle: Sanayi ülkelerinde brüt yeni değer üretimi 1980’den 2001’e ancak yüzde 9,8 oranında bir hızla artarken, “gelişen” ülkelerde bu, yüzde 73 oranında bir hızla artmıştır. Yani ancak ‘90’lı yıllardan itibaren “gelişen” ülkelerde sanayi, sanayi ülkelerinden daha hızlı gelişmeye başlamıştır. Bu sürecin itici gücünü uluslararası tekeller oluşturmaktadır.

Sanayi üretimi büyük olan ülkeler (2004 yılı itibariyle):

ABD ekonomisinde sanayi üretiminin payı:………. % 23 (2.500 milyar dolar).

Japon ekonomisinde sanayi üretiminin payı:……… % 30 (1.390 milyar dolar).

Çin ekonomisinde sanayi üretiminin payı:………… % 51 (840 milyar dolar).

Alman ekonomisinde sanayi üretiminin payı: ……...% 29 ( 710 milyar dolar).

B. Britanya ekonomisinde sanayi üretiminin payı:…% 27 (510 milyar dolar).

Fransa ekonomisinde sanayi üretiminin payı:………% 24 (430 milyar dolar).

İtalyan ekonomisinde sanayi üretiminin payı: ……..% 28 (420 milyar dolar).

İspanya ekonomisinde sanayi üretiminin payı:……..% 30 (270 milyar dolar).

Kanada ekonomisinde sanayi üretiminin payı:……..% 27 (250 milyar dolar).

Güney Kore ekonomisinde sanayi üretiminin payı:...% 35 (210 milyar dolar).

Ekonomide sanayi üretiminin en yüksek paya sahip olduğu ülke Çin’dir. Sadece imalat sanayinin Çin ekonomisindeki payı yüzde 35 oranındadır. İstisnasız diğer bütün ülkelerde bu pay yüzde 30’un altındadır. Diğer sanayi sektörleriyle birlikte Çin’de bu pay yüzde 51’e çıkmaktadır.

Kore, Tayvan ve Hindistan gibi ülkelerde imalat sanayin ekonomideki payı yüzde 16’dır. Afrika’da, Batı Asya ve Güney Asya’da yüzde 17 ila yüzde 18 oranındadır. Çin hariç Doğu Asya’da bu pay yüzde 27’dir. Sanayi ülkelerinde ise imalat sanayin ekonomideki payı yüzde 19’dur. ABD’de ekonomisinde ise bu pay ancak yüzde 13’tür. (Unctad, TDR, 2003).

Toplumsal toplam ürün (maddi değerlerin üretimi) hesaplaması bazında Türkiye’de sanayin toplam ekonomideki payı 1950’de yüzde 20,2’den 1995’te yüzde 45,6’ya çıkmıştır. İmalat sanayinin payı ise aynı yıllarda yüzde 16,7’den yüzde 38,3’e çıkmıştır. GSMH bazında toplam ekonomide sanayi üretiminin payı 1970’de yüzde 22’den 1984’te yüzde 30’a ve imalat sanayinin payı da keza aynı yıllarda yüzde 19’dan yüzde 25’e çıkmıştır (Bkz.: Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi, Üçüncü kitap, 2. baskı, s. 392 ve 395).

Salt bu veriler, sanayi üretimi ve dolayısıyla sermayenin ne denli uluslararasılaştığını, uluslararası örgütlendiğini göstermektedir.

Dünya çapında işsizlik ve sefalet patlaması:

Emperyalist burjuvaziye göre “küreselleşme”, herkese iş olanağı sağlıyor ve refah getiriyor. Gerçek durum ise tamamen başka: 2004 yılı itibariyle kayıtlı (resmen bildirilmiş) işsiz sayısı ILO verilerine (2005) göre 185 milyon. İşsizlerin sayısını olduğundan daha az göstermek için işsizlik istatistikleri üzerine ne denli oynandığı biliniyor. Buna rağmen dünya çapında işsizlerin sayısı son 15 sene içinde ikiye katlanmıştır. Ama kayıtlı işsiz sayısı, gerçeği yansıtmaktan oldukça uzaktır. Sadece Çin’de işsizlerin sayısı 200 milyondan fazladır. Emperyalizme bağımlı, yeni sömürge ülkelerin hemen hepsinde kayıtlı işsizlik, sorunun sadece görünen tarafıdır. Kayıt dışı ekonomide çalıştığı için veya çalışıyor kategorisinde olduğu işin işsizlik istatistikleri dışında kalanların sayısı bir milyarın çok üstündedir.

Dünya çapında çalışan 2,8 milyar insanın yarısı günde iki dolardan daha az kazanıyor. Bunların içinde 550 milyonu günde bir dolardan daha az bir miktarla geçinmek zorunda kalıyor. (Tarımda (köylüler) ve şehirlerde “serbest meslek” sahipleri bu kategori dışında).

Günlük kazanç bakımından:

Günde bir dolardan daha az kazanan 550 milyon insanın bölgesel dağılımı:

Latin Amerika’nın payı:………………………1990’da yüzde 16,1 ve 2003’te yüzde 13,5.

Doğu Asya’nın payı:………………………….1990’da yüzde 35,9 ve 2003’te yüzde 17.

Güneydoğu Asya’nın payı: …………………..1990’da yüzde 19,9 ve 2003’te yüzde 11,3.

Batı Sahra ve Kuzey Afrika’nın payı:………...1990’da yüzde 3,9 ve 2003’te 2,9.

Sahranın güneyi ve Afrika’nın payı:………….1990’da yüzde 55,8 ve 2003’te yüzde 55,8.

Ortadoğu, Avrupa ve eski SSCB’nin payı:…...1990’da yüzde 1,7 ve 2003’te 5,2.

Dünya toplamındaki pay:……………………..1990’da yüzde 27,5 ve 2003’te yüzde 19,7.

Günde iki dolardan daha az kazanan 1.387 milyar insanın bölgesel dağılımı:

Latin Amerika’nın payı:………………………1990’da yüzde 39,3 ve 2003’te yüzde 133,1.

Doğu Asya’nın payı:………………………….1990’da yüzde 79,1 ve 2003’te yüzde 49,2.

Güneydoğu Asya’nın payı:…………………...1990’da yüzde 69,1 ve 2003’te yüzde 58,8.

Batı Sahra ve Kuzey Afrika’nın payı:………..1990’da yüzde 33,9 ve 2003’te 30,4.

Sahranın güneyi ve Afrika’nın payı:…………1990’da yüzde 89,1 ve 2003’te yüzde 89,0.

Ortadoğu, Avrupa ve eski SSCB’nin payı:…...1990’da yüzde 5,0 ve 2003’te 23,6.

Dünya toplamındaki pay:……………………..1990’da yüzde 57,2 ve 2003’te yüzde 49,7.

Dünya nüfusunun geliri en yüksek yüzde 10’unun geliri, en fakir yüzde 10’un gelirinden 103 misli daha fazladır.

Bugün dünyanın en zengin 500 insanının geliri, 416 milyon en fakir insanın gelirinden daha fazladır.

Araştırma yapılan 73 ülkenin 53’ünde (dünya nüfusunun yüzde 80’inin yaşadığı ülkeler) gelir dağılımındaki eşitsizlik son 20 sene içinde daha da derinleşmiştir. Bu alandaki eşitsizlik eski revizyonist ülkelerde uçurum boyutlarına varmıştır.

Sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının bazı sonuçları böyle.