deneme

26 Nisan 2011 Salı

DÜNYA EKONOMİSİNDE GÜNCEL DURUM-KRİZİN SEYRİ VE GÜÇLER DENGESİNDE DEĞİŞİM (I)


Dünya ekonomik krizi 2007'den bu yana önce mali sektörde arkasından da maddi değerlerin üretildiği sektörlerde trilyon dolarla hesaplanan farazi ve gerçek sermaye kıyımına neden oldu. Dev bankalar, üretim tekelleri battı; milyonlarca işçi sokağa atıldı, işsiz kaldı. Milyonların alım gücü düştü, bir milyara yakın insan açlık sorunuyla karşı karşıya kaldı. Yıkıcı etkisinden dolayı olsa yaşanmakta olan kriz „bütün krizlerin anası“ olarak tanımlandı. Tabii sorun kriz değerlendirmesi olunca hem nalına hem mıhına vurarak  oldukça iddialı „Marksist“ler de ortalığı kapladı. Kriz 2008'in birinci çeyreğinden itibaren sanayi üretiminde etkisini göstermeye başladı. Krizi kontrol altına alma çabaları sonuç vermedi; en azından mali alandaki yıkımı sınırlandırılabildi veya yoğun müdahale ile frenlendi, ama sanayide krizin engellenmesi için hemen hiçbir tedbir sonuç vermedi. Krizi önleme tedbirleri adı altında dünya çapında sadece 2008-2009 döneminde yapılan bütün harcamaların toplamı 27 trilyon dolara vardı. Krizden dolayı vergi gelirleri düştü; bütçeyi finanse etme olanakları daraldı, hükümetler  „ulusal“ sermayeyi kurtarmak için sosyal hakları tırpanlamanın ötesinde yoğun borçlanmaya yöneldiler. Batan bankaları kurtarmak için bolca farazi para üretildi. Ulusal gelir dağılımındaki adaletsizlik makası sermaye lehine daha da açıldı.

3 Nisan 2011 Pazar

SANAYİ ÜRETİMİ KRİZDEN ÇIKILDIĞINI GÖSTERİYOR

Sanayi üretimindeki artış ekonominin kriz sürecinde olup olmadığı sorusunu da gündeme getirdi. Tabii sorun tartışmalı; kriz ekonomiyi “teğet geçti” anlayışının ötesinde ekonominin krizden çıkamayacağı ve dolayısıyla kendiliğinden çökeceği teorisini yapanlar da var. Bunun ötesinde Türkiye'de mali sektörün krize girmemesi ama aynı zamanda maddi değerlerin üretiminde; sanayi sektöründe krizin oldukça ağır olması, örneğin yıllık üretimin 2009 yılında yüzde 9,6 oranında mutlak gerilemesi, aynı dönemde önde gelen bankaların tarihlerinde en çok kar yapmış olmaları, “sıcak para” kaçışının olmaması vb. alışılagelmiş kriz “ezberi”ni bozdu, birtakım klişeleri yıktı. Kapitalist üretim biçiminin gelişme ve varoluş yasalarını; onun ekonomik nesnel yasalarını hiçe sayarak iradi olarak kapitalizmi çökerten, bunu sanal dünyada havai fişekler patlatarak kutlayan veya birikim ve artı değer olanağı kalmadı tespitlerini yaparak   kapitalizmin tarihi kadar eksi teorileri, yeninin tespiti olarak piyasaya süren narsist “teorisyen”leri de susturdu. Önümüzdeki dönemde dünya ekonomisinin gelişmesini ele alırken bu “teorisyen”lerin yeni diye öne sürdükleri anlayışlarını da ele alacağız. Ama Türk ekonomisinin seyri de birçok konuya açıklık getirmektedir.

Sadece sanayi üretimi verilerine dayanarak ekonomi çevriminin hangi aşamasında (kriz, canlanma, durgunluk) açıklamak ne derece isabetlidir, ne derece doğrudur diye de sorabiliriz. Marksist-Leninist politik ekonomiye göre ekonomik büyüme veya küçülme; ulusal gelirin artması veya azalması sadece ve sadece maddi değerlerin üretimine bağlıdır. Buna toplam toplumsal ürün denir ve bu ürün artı değer üretimin içerir. Bu hesaplama içinde borsaların, üretimden kopuk sermaye hareketinin yeri yoktur.
Marksist teoriye göre ekonomik kriz, diğer adıyla fazla üretim krizi sadece ve sadece sermaye çevriminin ikinci aşamasında -üretim aşaması- oluşur ve üçüncü aşamasında -meta sermayenin dolaşım aşaması- açığa çıkar. Başka alanlarda, örneğin borsalarda, genel anlamda mali sektörde, para hareketinde fazla üretim krizi oluşumu aramak Marksist kriz teorisini reddetmekle eş anlamlıdır. Para,  kredi, borsa krizleri; bir bütün olarak  mali krizler olmadan da kapitalizm var olur veya ekonomik kriz oluşur ve patlak verir. Ama çoğu kez genel anlamda mali alandaki krizler yaklaşan fazla üretim krizlerinin birer işaretidir. Bu illa öyledir diye bir kural da yoktur. Kapitalizmin tarihinde fazla üretim krizi patlak vermeksizin borsa krizlerinin patlak verdiği olmuştur (örneğin 1987 borsa krizi). Genel anlamda mali sektör krize girmemesine rağmen fazla üretim krizinin patlak verdiği olmuştur. Buna Türk ekonomisi bir örnektir. 2008'den bu yana bir fazla üretim krizi yaşanıyor ve bu dönem zarfında Türkiye'de ne bir banka iflas etmiş, ne devlet borcunu ödeyemez duruma düşmüş, ne sermaye sıkıntısı yaşanmış ve ne de her biçimde, özellikle de portföy biçiminde (“sıcak para”) yabancı sermaye tasını tarağını toplayıp kaşmıştır. Yani  Yunanistan'ın, İspanya'nın, İrlanda'nın, ABD'nin, AB'nin; ekonomik kriz içinde olan   ülkelerin yaşadığı mali kriz; banka iflasları vb. Türkiye'de yaşanmamıştır. Salt bu durum dahi kriz açıklamasının sadece ve sadece maddi değerlerin üretim seyriyle yapılabileceğini göstermeye yeter. Belirttiğimiz bu nedenlerden dolayı kapitalist ekonomide, bu yazı somutunda da Türkiye ekonomisinde sermaye çevriminin aşamalarını maddi değerlerin üretim hareketine bakarak tespit ediyoruz; yani sanayi üretiminin seyri bize ekonominin sermaye çevriminin hangi aşamasında olduğunu gösterir. Öyleyse:

1-Mali sektöre sermaye çevrimi yeteneği verenler, mali sektördeki her krizi fazla üretim krizi olarak algılayanlar, mali sektörde kriz olmaksızın sanayide kriz olamaz diyenler, mali sektörde kriz-sanayide kriz ayrımı yapmayanlar; bu yönlü burjuva ekonomi teorilerini savunanlar, her seferinde olduğu gibi bu sefer de yanıldılar. Bu narsist “teorisyen”ler pratikten bir şeyler öğrenirler mi, burasını bilmiyorum, ama en azından Türkiye'de yaşanan mali krizsiz fazla üretim krizini açıklamak zorundadırlar. Mali sektöre, spekülatif sermayeye sermaye çevrim yeteneği verenler Amerikan ekonomisi krizde olmasına rağmen 2008'de batan dev bankalarının bugün yeniden milyarlarca “kar” elde edecek duruma gelmelerini açıklamak zorundadırlar.

2-Maddi değerlerin üretim süreci krizin yegane oluşum yeridir; kriz oluşumu  başka yerde aranamaz.

3-Ekonomide büyümenin veya küçülmenin yegane kıstası maddi değerlerin üretimidir, somutta da sanayi üretimidir.
Bu nedenlerden dolayı sanayi üretiminin seyri ekonominin seyri için belirleyicidir.

4-Ekonominin krizden çıkması, hele hele  krizden çıkışın başlangıcında yaşam koşullarında iyileşmenin hemen hissedileceği anlamına gelmez; böyle bir beklenti hayaldir. Krizden çıkışın toplumsal yaşama etkisi süreç içinde hissedilir.

Bu kısa değerlendirmede, açıklanan son sanayi üretimi verilerine göre bir güncel durum tespiti yapacağız. Bakalım veriler bizi nereye götürecek.

1-Sanayi Üretiminin Gelişme Seyri

1.1-Kriz öncesi en yüksek üretim değerine göre aylık sanayi üretiminin 
      seyri


Kriz öncesi üretimin en yüksek olduğu aya göre sanayi üretimin gelişmesi, 2005= 100:



Yukarıdaki grafik “mevsim ve takvim etkilerinden” arındırılmamış verilerden hazırlanmıştır. Üstteki  veriler 2005=100 hesaplamasının (Tuik), alttaki veriler ise  Mayıs 2008=100 (123,4=100) hesaplamasının sonuçlarıdır. Aynı verilerden kaynaklandığı için sonuçların da aynı paralelde olması doğaldır. Bu veriler temelinde grafik bize sanayi üretiminin Şubat 2009'da dibe vurduğunu (-31,4) ve sonraki dönemde ise üretimin, belli düşüşün olmasına rağmen sürekli arttığını göstermektedir; 2010'un Ekim ayındaki yüzde 4,5 oranındaki üretim artışını Kasım ayındaki yüzde 9,4 oranında (Mayıs 2008=100'e göre yüzde 5,3 oranında) mutlak gerileme ve Aralık ayında da yüzde 10,5'e varan bir artış takip ediyor.
Bu veriler, üretimin seyri bakımından fazla bir şey ifade etmiyor diyemeyiz; üretimin kriz öncesi en yüksek artış seviyesinden (2005=100'e göre 2008 Mayıs ayı) Aralık 2010'a kadar sanayi üretimi dibe vurduktan sonra ne bir durgunluk ve ne de depresyon eğilimi yansıtmıştır; aksine bazı aylarda belli bir istikrarsızlık  gösterse de sürekli artış içinde olmuştur. Demek ki “çarklar dönüyor” ve önümüzdeki dönemde de dönmeye devam edecektir. Bu nedenle, bu verilere dayanarak Türk ekonomisinin fazla üretim krizinden çıktığını söyleyebiliriz.

Aşağıdaki grafikte mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış (1); mevsim ve takvim etkisinden arındırılmamış (2) ve takvim etkisinden arındırılmış (3) verileri bir arada gösterdik. Her birinin başlangıcı farklı ama kriz öncesinde üretim artışının en üst seviyesinin gerçekleştiği ay olarak çıkış noktasını oluşturuyor. Sonrasındaki üretimin gelişmesini karşılaştırabilmek için başlangıç noktasını 100 olarak aldık.

 
Etkileyen faktörler çıkartılınca krizin dibe vurma ayı da değişiyor, ama önemli olan bu değil. Önemli olan her üç endeksin de üretimin dibe vurmasından sonra sürekli artış eğilimi içinde olmasıdır. Takvim etkisinden arındırılmış endekse göre sanayi üretimi neredeyse Eylül 2010'dan bu yana; 2010'un son dört ayında ve diğer iki endeks de son üç ayından buyana mutlak büyüme sürecinde, yani krizden çıkmış gözükmektedir. Büyüme oranlarının da nispeten yüksek olması mutlak küçülme olasılığını zayıflatmaktadır. Yani üretim bir biçimde hız kazanmıştır ve ancak frenleme ile durdurulabilir.

Sanayi üretiminde mutlak büyümeye geçiş sürecini somutlaştırmak için 20010 yılının son altı ayı verilerini grafikleştirelim.


Yukarıdaki grafikteki her üç durumda da sanayi üretiminin mutlak küçülmeden mutlak büyümeye (üretim artışına) Eylül-Ekim ayları arasında geçtiğini görüyoruz. Bu gelişmeyi açık seçik destekleyen başkaca faktörler olsa, krizden çıkışın daha Eylül ayında gerçekleşmiş olduğu söylenebilir. Her halükarda Ekim ayı sanayi üretiminin   mutlak büyümeye geçtiği dönemi oluşturmaktadır.

1.2-Bir  önceki yılın aynı ayına göre sanayi üretimin seyri




Yukarıdaki grafikte sanayi üretiminin bir önceki yılın aynı ayına göre Ağustos 2008'den itibaren kesintisiz olarak 2009'un Eylül ayına kadar (14 ay) mutlak küçülme ve 2010 yılının bütün aylarında da artış içinde olduğunu görüyoruz. Bir bakıma burada sanayi üretiminin 14 ay boyunca istikrarlı bir biçimde küçüldüğünü ve son 12 ay boyunca da istikrarlı bir biçimde arttığını görüyoruz. Tabii bu üretim artışı ancak 2010 yılının son 3-4 ayı içinde mutlak büyümeye dönüşmüştür.

1.2-21 yüzyılda toplam sanayi üretiminin yıllık büyüme oranı


Yıllar bazında Türkiye'de ekonomi 21. yüzyılın ilk fazla üretim krizinde yüzde 8,7 oranında  (2001) ve ikinci krizinde de 2008'de yüzde 2,1 ve 2009'da da yüzde 9,6 oranında mutlak küçülüyor. Bu durumda  yıllar bazında ilk krizden bir sene içinde, ikinci krizden de iki sene içinde çıkılıyor.

Aşağıdaki grafik yukarıdakinin başka bir görünümüdür. Burada 2005=100 bazında büyüme oranları  2000-2010 arasında hem endeks hem de zincirleme endeks olarak verilmiştir. Sonuç aynı; 2010'da sanayi üretimi sadece 2008'e ve 2009'a göre değil, 2007'ye göre de daha fazla büyümüştür; üretim artışı 2010'da 2007'ye göre yüzde 1,4; 2008'e göre yüzde 1,9 ve 2009'a göre de yüzde 13,1 oranındadır.




2-GSYİH'nın Büyüme Seyri

2.1-Yılın çeyreklerine göre GSYİH'nın büyüme seyri


2001 krizinde arka arkaya üç çeyrek küçülen ekonomi şimdiki krizde arka arkaya dört çeyrek küçülüyor ve son beş çeyrek boyunca da büyüyor.

2.2-Yıllara göre GSYİH'nın büyüme seyri


GSYİH verileri de 2010 yılı itibariyle ekonominin krizden çıktığını  göstermektedir. Oransal verilerin ifade ettiği büyüme (1998 yılı sabit fiyatıyla):

-Kriz öncesinde (2008) GSYİH tutarı:101,9 milyar TL . (Daha önceki yıllarda sabit fiyat üzerinden GSYİH'nın artışı:2000; 72,4, 2001; 68,3, 2002; 72,5, 2003; 76,3, 2004; 83,5, 2005; 90,5, 2006; 96,7, 2007; 101,3 milyar TL).
-Kriz yılında (2009) GSYİH tutarı: 97 milyar TL.
-2010 yılında GSYİH tutarı: 105,6 milyar TL.
GSYİH 2009'da 2008'e göre yüzde 4,8 oranında mutlak geriliyor . 2010'da da 2009'a göre yüzde 8,9 ve 2008'e göre de yüzde 3,6  oranında artıyor. Böylece kriz yılı öncesinin seviyesi de aşılmış oluyor.
2010'da GSYİH, kriz öncesine (2008) göre 3,7 milyar TL daha fazla: 105,6-101,9=3,7.

Büyümenin lokomotifi: Sanayi, somutta da imalat sanayi üretimi. Yani ekonominin büyümesi üretimden kaynaklanıyor.
Lokomotif olmak başka sektörleri de peşine takmak demektir; sanayi üretimi kaçınılmaz olarak ticareti, ulaşımı, yatırımları doğrudan etkilemiştir. 2010 itibariyle yüzde 13,6 oranında büyüyen imalat sanayi (ekonomideki payı yüzde 24,2), örneğin  ticaret sektörünün yüzde 12,7; ulaştırma sektörünün yüzde 10,5; inşaat sektörünün yüzde 17,1 oranında büyümesine neden olmuştur.
Tüketim artışının büyümeye katkısı 4,7 ve yatırımların katkısı da 5,4 puan olmuştur.
2010'da yatırımlar 2009'a göre yüzde 33,5 oranında artmıştır. Yapılan ithalata bakarsak büyümenin daha ziyade özel sektör yatırımları ve iç tüketim talebinden kaynaklanıyor olduğunu görürüz. Tabii artan ithalat, artan cari açık demektir.

Kriz yılı   2009'da özel sektör yatırımları yüzde 17,7 oranında geriliyor. 2010'da ise cari fiyatlarla yüzde 31,1 oranında artıyor. 2010 yılı itibariyle özel sektörün makine teçhizat yatırımları yüzde 35,3 ve aynı yılın son çeyreği itibariyle de  61,1 oranında artıyor.

İhracatta olağanüstü bir artışın olmadığını göz önünde tutarsak iç talebin büyümedeki rolü açığa çıkar.

Umarım Nelte'yi unutmamışsınızdır. Kapitalizmi kendiliğinden çökerten, artı değer elde etme olanaklarını ortadan kaldıran; kapitalizmi kapitalizm yapan sömürü kanallarını yok sayan (Bkz.: İ. Okçuoğlu (http://www.ibrahimokcuoglu.blogspot.com); „Emeğin“ Geleceği ve Kapitalizmin Sonu-Nelte ve Kurz Fantezileri Veya da Nelte ve Kurz “Harikalar Diyarında”!, Mayıs 2009) ve başka bir dünyada yaşadığını sanan iradeci. Yaşanmakta olan ekonomik krize başka bir rol biçmişti; aynen kitaplarda yazıldığı gibi, verili koşulları içinde patlak veren ve sonlanan klasik bir fazla üretim kriziyle karşı karşıya olduğumuzu kabul etmemişti. Dünyanın sonunu getirmişti, işçi sınıfını cesaretlendirmemiş, ama kapitalistleri kendi kendinize çöktünüz diye korkutmuştu! Aşağıdaki grafik üretimin durmadığını; artı değer elde etme kanallarının tıkanmadığını gösteriyor; yukarıdaki oransal hesapların başka görünümü.
Kapitalist neden makine ve teçhizat alır? Kişisel tüketimi için mi? Yoksa üretmek ve satmak için mi? Makine ve teçhizat kişisel tüketilmeyeceğine göre üretmek için alınır. Kapitalizmde de üretimin olduğu her yerde sömürü vardır; artı değer vardır. Demek ki kapitalizm krizini sömürü ve artı değer kanallarını yeniden düzenleyerek aşıyor.



3-Sanayi Üretiminde Kapasite Kullanım Oranının Seyri

3.1- Aylara göre imalat sanayiinde kapasite kullanımı


Verili dönem içinde imalat sanayinde kapasite kullanımının en yüksek olduğu ay 2008'in Haziran ayıdır (yüzde 80,3). Bu oran bir ay sonra yüzde 79,8'e düşüyor ve Ağustos ayında da yüzde 80 oluyor. Sonrasında ise Mart 2009'a kadar sürekli düşüyor. 2009'un Mart ayı verili dönem içinde kapasite kullanımının dibe vurduğu aydır, yüzde 64; yani üretim olanaklarının yüzde 36'sının kullanılamadığı ay. Mart 2009'dan  Mart 2010'a kadar nispeten dengesiz kapasite kullanım artışı, sonrasında nispeten süreklilik arz eden bir artışa geçiyor. Mart 2009'dan Kasım 2010'a kapasite kullanım oranı her ne kadar 11,9 puan artmışsa da 2010'un Kasım ayı itibariyle  2008'in Haziran ayındaki seviyene ulaşamamıştır.

3.2- Yıllara göre imalat sanayiinde kapasite kullanımı
 

Yıllar bazında kapasite kullanımı 2001 kriz yılında yüzde 70,9 oranına kadar düşüyor ve kapasite yeteneğinin yüzde 29,1'i kullanılamıyor. 2001-2007 arasında, 2005'teki önemsiz düşme hesaba katılmazsa kapasite kullanım oranı istikrarlı bir biçimde artıyor. 2008-2009 kriz yıllarında kapasite kullanım oranı 2008'de yüzde 78,1'e ve 2009'da da yüzde 65,2'ye kadar düşüyor; 2008'de kapasite yeteneğinin yüzde 21,9'u ve 2009'da da yüzde 34,8'i kullanılamıyor. Kapasite kullanımı 2010 yılında yeniden artıyor (6,1 puan ) ve 2001'deki kullanım oranı seviyesini önemsiz oranda aşıyor (0,4 puan).

4-İşsizlik

4.1-Aylara göre işsizlik oranı


İşsizlik oranlarıyla ilgili verilerin gerçeği yansıtmadığını bu verileri hazırlayanlar da biliyor. Buna rağmen bu verilerden başlıca iki sonuç çıkartabiliriz: Kriz döneminde işsizlerin sayısı artar. Ekonominin krizde olmadığı dönemlerde işsizlik oranı mutlaka düşer diye bir kural artık geçersiz. Bunun nedenini sermayenin organik bileşimindeki değişmede; yoğun “emek” (iş gücü) kullanımı yerini yoğun teknoloji kullanımının almasında aramak gerekir. Yukarıdaki grafikte verili dönemde (2007-2009 arası bütün aylar ve 2010'un Ekim ayna kadar olan dönemi) işsizlik oranı 2007'nin Haziran ve Temmuz aylarında yüzde 8,8'e ve 2009'un Mayıs ayında da yüzde 8,9'a kadar düşüyor. İşsizlik oranı 2007'nin Ağustos ayından ekonomi krizde olmamasına rağmen 2009'un Şubat ayına kadar sürekli artıyor. İşsizlik oranı 2008'in Şubat ayında yüzde  11,9'dan ekonominin krize girdiği aylarda sürekli düşüyor ve Mayıs 2008'de  yüzde 8,9'den sürekli artarak 2009'un Şubatında en yüksek seviyesine çıkıyor; yüzde 16,1. Sonrasında aynı yılın Temmuz ayına kadar sürekli düşüyor (Temmuz, yüzde 12,8). Yeniden artan işsizlik oranı Ocak 2010'da yüzde 14,5'e çıkıyor ve yeniden düşmeye başlıyor.
İşsizlik oranlarındaki böyle bir gelişme yukarıda belirttiğimiz iki olguyu doğrular: Her ne kadar kriz döneminde işsizlik oranı belirgin bir şekilde artsa da, işçiler ekonominin krizde olmadığı dönemlerde de sokağa atılıyorlar ve böylece kronikleşmiş kitlesel işsizlik toplumsal yaşamın; günümüzde kapitalizm gerçekliğinin yasal bir görünümü oluyor. 2007'nin ikinci yarısında ekonomi krizde olmamasına rağmen işsizlik oranındaki artış, ekonominin krize giriş süreci olan 2008'in ilk yarısında işsizlik oranındaki düşme bunun böyle olduğunu gösterir.

4.2-Yıllara göre işsizlik oranı


Yıllık işsizlik oranları da yukarıda bahsettiğimiz gelişmeyi doğrulamaktadır. Ekonomi 2002 ve 2003 yıllarında krizde olmamasına rağmen işsizlik oranı giderek artmıştır. 
2008-2009 krizinin 2001 krizine göre daha ağrı geçtiğini işsizlik oranlarından da görüyoruz; 2001 kriz yılında işsizlik oranı yüzde 8,5 oranında kalırken, bu oran 2008 yılında yüzde 11'e, 2009 yılında yüzde 15,8'e çıkmış ve  2010 yılında da yüzde 13,7 oranında kalmıştır. Yıllık işsizlik oranının 2009'da yüzde 15,8'den 2010'da yüzde 13,7'ye düşmesi, 2,1 puanlık bir azalma belli sayıda işsizin iş bulduğu anlamına gelir.

Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz:
Sanayi üretimindeki artışın geçici, dönemsel faktörlerin sonucu olmadığı açık. Süreklilik arz eden inişili-çıkışlı büyüme ve üretimin kriz öncesi en üst seviyesinin aşılması ve aynı zamanda yıllık büyümenin de 2005=100 bazında 2008 ve 2009 yıllarındaki küçülmeyi geride bırakmış olması ekonominin kriz aşamasından çıktığını gösterir.