deneme

12 Şubat 2011 Cumartesi

DANIŞIKLI DARBE! MAĞRİP VE MAŞRIK'TA AYAKLANMALAR- ESAS NEDENİ VE KARAKTERİ


Mağrip'te ayaklanmalar üzerine bir kısım devrimci-burjuva basında ortaklaşan iki görüş ortaya çıkıyor: Ayaklanmaların esas nedeni açlıktır ve Mağrip ve Maşrık ülkelerinde gerçekleşen devrimdir.
Dünyanın bu bölgesindeki ayaklanmaların veya genel olarak sosyal patlamaların, ama en azından Tunus ve Mısır'daki gelişmelerin esas veya tek nedeni olarak açlık gösterilemez. Aşağıdaki harita ve grafiklerde bölge ülkelerini ve son iki yıl için reel GSH'nın büyüme oranlarını görüyoruz. Fas'tan Pakistan'a uzanan bu bölge, Amerikan emperyalizminin Genişletilmiş Ortadoğu Projesini uygulamaya çalıştığı alandır. Bölge genel anlamda, revizyonist Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Balkanlarda ve Kafkasya'da olduğu gibi, dar alanda “it dalaşı”nın görülmediği bir alandır. Bunun nedeni bölgenin önemsizleştiği değildir, tersine bölge genelde Amerikan emperyalizminin hegemonyası altındadır ve diğer emperyalist güçler ancak ve ancak ABD'nin işine geldiği oranda bölge sorunlarına müdahil olabilmekteler. Dolayısıyla bölge halklarının özgürlük hareketi içeriksel olarak doğrudan emperyalizme, somutta da öncelikle Amerikan emperyalizmine karşı bir mücadele olarak görülmelidir. Bölgedeki halk ayaklanmalarının başarıya ulaşması ve giderek başka ülkelere yayılması sonucunda Amerikan emperyalizminin içine girdiği çöküş süreci hızlanacaktır; İngiliz emperyalizminin II. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığını Amerikan emperyalizmi yaşayacaktır.

6 Şubat 2011 Pazar

MAĞRİP'TE AYAKLANMA ZAMANI...


Tunus, Cezayir, Mısır, Sudan, Ürdün, Yemen, Suriye...!

Dünya işçi sınıfını, emekçilerini, ezilen, talan edilen halkları, sömürgeciliğe karşı mücadele eden ulusları heyecanlandıran gelişmeler oluyor Mağrip'te. Aklıma Che ve „bir, iki, üç, daha fazla Vietnam“ sloganı geliyor. Kuzey Afrika'dan Ortadoğu'ya uzanan şerit karışıyor; karıştıkça güzelleşiyor, güzelleştikçe çekici oluyor. Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikasının önemli bir ayağını oluşturan BOP'u (Büyük Ortadoğu Projesi) Irak halkının direnişiyle hayal oldu, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ise Mağrip halklarının ayakları altında ezildi.
Giderek daha çok sayıda Arap ülkelerinde kitlesel gösteriler artmakta; on binler, yüz binler, milyonlar değişim istemekte. Her tarafta yükseltilen talepler hep aynı: İş, ekmek ve özgürlük. Yani işsizliğe karşı ve demokrasi için mücadele.

17 Aralık 2010'da işsiz akademisyen Muhammed Buzizi'nin kendini yakması bütün bölgeyi tutuşturan kıvılcım oldu. Tunus'ta Zeynel Abidin bin Ali diktatörlüğü yıkıldı; mücadele günlerinde kitleler yıkılan diktatörlüğün faşizan kolluk güçlerine ve talancılara karşı mücadele eden milisler kurmaya, ana caddelerde barikatlar oluşturmaya başladılar. Korku yaymak için nedensiz insan öldürmenin yanı sıra ayaklanmanın önderlerine ve aktivistlerine karşı sürdürülen intikam eylemleri de sonuç vermedi. Halk hareketinin baskısı sonucunda siyasal tutuklular serbest bırakıldı, ülke dışındaki muhalefet güçleri ülkeye döndüler.
Emperyalist ülkelerin durumu kurtarmak için sorunu polis gücüne atması ve Tunus ordusunu “güvenilir” ve “demokratik” bir güç olarak lanse etmeye çalışması da sonuç vermedi. Tunus halkı, generallerini eğittikleri Tunus ordusunun ancak emperyalistler açısından “güvenilir” olduğunu ve bu ordunun son yıllarda Tunus'ta her türden ilerici hareketlenmeyi acımasızca bastırdığını ve dolayısıyla Zeynel Abidin bin Ali diktatörlüğünün bir dayanağı olduğunu biliyor.

Son günlerde emperyalist ülkelerde hükumetlerin en çok kullandıkları kavramlardan birisi de “istikrar” olmuştur. Tunus'ta “istikrar” istemeleri, hareketin başka Arap ülkelerine yayılacağı korkusundan kaynaklanmaktadır; Tunus susturulunca başka ülkeleri etkilemesi engellenmiş olacaktı. Ama olmadı. Bütün Mağrip ülkelerinde gerici diktatörlükler kitlesel gösterilerle protesto edilmeye başlandı.

İslam dünyası ayakta”!

Tunus:
Bugün Tunus yarın Mısır”!
Tunus, emperyalist çıkarları ve IMF dayatmalarını uygulama konusunda, örneğin ulusal işletmeleri devletleştirmede uluslararası sermaye bakımından örnek bir ülkedir. Ağırlıkta gıda maddeleri ve tekstil ürünleri olmak üzere Afrika'nın önde gelen ihracatçı ülkesidir. Böyle ihracatçı bir ülke olmasında düşük ücretlerin, sendikaların baskı altında tutulmasının, her türlü muhalefetin ezilmesinin önemli bir payı vardır. 10 milyon nüfuslu Tunus'ta 80 bin polis görev yapmaktadır.

Tunus'taki ve diğer Mağrip ülkelerindeki sosyal felaketten emperyalizm de sorumludur. Bu ülkelerde yeni sömürgeci yapılar kendiliğinden, salt gerici yerli diktatörler vasıtasıyla kurulmamıştır. Bu Kuzey Afrika ülkesinde AB, Meksika'da ABD'nin oynadığı rolü oynamaktadır ve benzeri sorunlarla karşı karşıyadır; ihracatın yüzde 30,8'ini ve ithalatında yüzde 45,7'sini hammaddeler ve yarı mamul ürünler oluşturmaktadır. Bu ticarette Fransa, İtalya ve Almanya önemli rol oynamaktadır; öyle ki bu üç ülkeye yapılan ihracat toplam ihracatın yüzde 59,4'ünü, ithalatın da yüzde 45,3'ünü oluşturmaktadır. Bütün olarak AB'nin payı da yüzde 80'dir. Ödemeler dengesi ve dış ticaret sürekli açık vermektedir ve konjonktürün seyri AB'ye bağımlıdır. Tunus'u kaybetmek, AB'nin Afrika ayağına vurulmuş bir darbe olur.

Cezayir:
Cezayir'de Tunus'takine benzer bir rejim hakimdir. Sorunlar ve rejim tipleri bütün Mağrip'te aynıdır; faşizan askeri diktatörlükler altında uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda özelleştirmeler, sürekli artan işsizlik ve enflasyon. Bütün bunlar Mağrip ülkelerinin temel sosyal özellikleri ve bu ülkeleri krize sokan nedenlerdir. Cezayir'de petrolün devletleştirilmiş olması sorunun özünde bir şey değiştirmiyor; çünkü bu ulusal zenginlik rüşvetçi, tamahkar bürokrasinin elindedir.
Cezayir'de de birçok insan, Muhammed Buzizi eylemini örnek alarak kendini yakmış, rejim, protestoların zor kullanarak önlemeye çalışmıştır. Kısa zaman önce tahıl fiyatları yüzde 30, yağ fiyatı yüzde 20, şeker fiyatı yüzde 80 arttırılmıştı. Devlet başkanı protestoları önlemek için bu maddelerin vergilerinde indirime gideceğini açıklamasına rağmen protestoları engelleyememiştir.

Mısır:
Uçak seni de bekliyor Mübarek”!
Temel gıda maddeleri kıtlığı ve fiyatlarının yüksek olması Mısır'da yıllardan beri bir protesto konusudur. Bu alandaki mücadeleye “orta tabakalar” da katılmaktalar. İşsizlik de büyük bir sosyal sorun olarak Mısır toplumunu gündeminde. Muhalefetin baskı altında tutulduğu, seçimlerde birçok adayın yasaklandığı bu ülkede rejim, ordunun ve Amerikan emperyalizminin desteğiyle ayakta durmaktadır. Mısır zindanları siyasi tutuklularla doludur. Oldukça geniş bir örgütlenme ağına dayanan sivil polis her türden muhalefeti bastırmada önemli bir rol oynamaktadır. Bütün yasaklamalara rağmen “Müslüman Kardeşler” parlamentoda da temsil edilen en güçlü muhalif parti konumundadır.

Mısır, Amerikan askeri yardımlarını alan ülkeler arasında üçüncü sırada yer alıyor. Mübarek diktatörlüğünün baş destekçisi ABD'dir, aynı zamanda AB'nin bir kısmı tarafından da desteklenmektedir. Emperyalist güçler açısından Mısır, çok önemli bir jeostratejik konuma sahiptir, bu anlamda mutlaka kontrol altında tutulması gereken bir ülkedir. Bu nedenledir ki, Mübarek'in devrileceğini hesaba katan emperyalist güçler, “Uluslararası Atom Enerji Dairesi”nde emperyalistlere önemli hizmetler sunan El Baradey'ı çözüm olarak piyasaya sürdüler; bu nedenledir ki, ABD'den Almanya'ya emperyalist merkezler “barışçıl” geçişten bahsediyorlar.
Durumu kurtarmak için Amerikan emperyalizmi Mübarek'e gitmelisin demeye başladı; nitekim Obama, Mübarek’in “mevcut durumun sürdürülemez olduğunu kabul ettiğini” açıkladı. Şimdi başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler için önemli olan İsrail faktörünü göz önünde tutarak emperyalist çıkarları savunabilecek yeni bir düzenin kurulması olacaktır. Obama'nın “hemen şimdi başlaması gereken değişimin ülkeyi barışçıl bir geçişe ve adil seçimlere” götürmesi gerekir açıklamasının ardında yatan budur.

1 Şubatta 2 milyonluk kitle eylemi Mübarek'e sonunun geldiğini, kesin olarak gitmesi gerektiğini gösterdi. Mübarek'in Eylül'deki seçimlerde tekrar aday olmayacağını açıklaması, protestoların önünü almaya yetmedi.

Aralarında “Müslüman Kardeşler” ve Muhammed El Baradey önderliğindeki “Değişim İçin Ulusal Birlik”in de bulunduğu koalisyonun açıklamasında “İnsanlara Tahrir Meydanı'ndaki protestolara devam etmeleri için çağrıda bulunuyoruz ve herkesi Veda Cuması'na katılmaya davet ediyoruz” denildi.

Ürdün:
Ürdün'de hükümetin kriz politikasına karşı kitlesel protestolar gelişmiş, ama durumu kontrol altında tutmak isteyen Ürdün krallığı, rejimin sonlanmasını talep eden yığınları gıda maddeleri ve benzin fiyatlarını sübvanse ederek yatıştırmaya çalışmaktadır. Ama bu da çare olmadığı için kral hükumeti görevden almıştır.
Henüz kitlesel protesto olmasa da Suriye reform talepleriyle toplumsal yaşamı kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.

Yemen:
Yemen'de öğrenci gençlik başkent San'a'da Tunus elçiliğine yürüyerek Tunus halkın selamlamış ve Yemen'deki toplumsal sorunları dile getirmiştir. 32 yıldır iktidarda olan diktatör Ali Abdullah Salih'e, “seni devirmeden önce defol git” “selamı” gönderilmiştir.
Sonunda Yemen Devlet Başkanı da teslim bayrağını çekti; Tunus ve Mısır'dan sonra Yemen'de de diktatörlüğün sonu göründü. Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih bir dahaki seçimlerde aday olmayacağını açıkladı.

Libya:
Zeynel Abidin bin Ali meslektaşının durumuna çok üzülen Gaddafi, gelişmelerin gerisinde kaldı ve Tunus halkının Zeynel Abidin bin Ali'nin 2014'te seçime katılmayacağım demesini kabul etmemesini anlayamadığını açıkladı! Afrikalı göçmenleri takibatıyla AB politikalarına destekten dolayı birkaç milyar alabilen; emperyalizmle işbirliğini kapsamlaştıran Gaddafi, doğru bir tespit de yapıyor: Anlaşılan o ki, diktatörlerin, “soylular”ın iktidar çağı sona yaklaşmakta ve yeni bir çağ başlamaktadır!

Mağrip'teki ayaklanmaların merkezine giderek sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelesi perspektifi yerleşmektedir. Tunus'ta yeni kurulan geçici hükümet, muhtemelen Mısır'da da kurulacak olan geçici hükümet ve diğer ülkelerdeki olası değişimler, ülkenin yeni sömürge konumunda ve halkın baskı altında tutulması gerçekliğinde hiçbir şey değiştirmeyecektir. Bunun böyle olabilmesi için yaşanmakta olan kendiliğindenci mücadelenin, halk hareketinin antiemperyalist devrim perspektifiyle devrimci, komünist partiler tarafından yönlendirilmesi gerekir.

Mağrip diktatörlerinin işbirlikçileri “demokratik“ devletlerdir, emperyalist ülkelerdir.
Tunus'ta gösterilerin başlamasından bu yana „demokratik” devletler, daha önce yaptıkları gibi bu sefer de “kaygı”larını dile getirdiler, “sükunet” talep ettiler ve diyalog çağrısı yaptılar. Tunus'un bağımsızlığına saygı ve bağımsız bir devletin içişlerine karışmama adına katliamlara göz yumdular ve kullanılan zor karşısında üzüntülerini dile getirmekten öte bir şey yapmadılar. İki hafta öncesine kadar Fransız hükümeti Zeynel Abidin bin Ali diktatörlüğünü savunmaya devam etmiş, güvenlik güçleri arasındaki işbirliğini hatırlatarak ülkedeki durumu düzeltmek için Tunus hükümetine ortak hareket etme önerisinde bulunmuştur. Fransız hükümeti nihayetinde Zeynel Abidin bin Ali'ye sığınma hakkı vermemişse bunu, Tunus halkının haklı davasını savunmak için değil, “Grande Nation”a (“Büyük Ulus”a) yöneltilebilecek eleştirilerin önünü almak için yapmıştır.

Sadece Fransa değil, bir bütün olarak AB ve tabii ki ABD de Tunus halkına yardım etmeye hazır olduklarını açıkladılar; diğer Mağrip ülkelerinde rejimler yıkılırsa o ülke halklarına da yardım elini uzatmak istediklerini açıklayacaklarından emin olabiliriz.

Tunus'ta diktatörlüğün yıkılması ve Mısır'da H. Mübarek'in sonunu yaklaştıran kitlesel eylemler birçok Arap ülkesi hükümetlerini ve her şeyden önce de ABD ve AB'yi şoka sokmuştur.

Bazı sonuçlar:
1-Bu ülkelerde diktatörlüklere karşı mücadelenin nedenleri sadece diktatörlük olgusundan kaynaklanmıyor; sosyal durum genel olarak bütün dünya ülkelerinde aynı: Bu ülkelerde olduğu gibi bütün dünyada işsizlik kronikleşmiş temel bir sorun. Geleceksizlik gençliğin temel sorunu. Sosyal hakların sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, temel gıda maddeleri fiyatlarının artması, özgürlüklerin sınırlandırılması, baskı mekanizmalarının güçlendirilmesi kapitalizm koşullarından kaynaklı sorunlardır. Bu anlamda bugün Mağrip ülkelerindeki yoksulluk ve baskıya karşı ayaklanmalar daha öncesinde, örneğin 2006'dan bu yana Fransa'daki, İtalya'daki, İngiltere'deki ve son olarak da Yunanistan'daki kitlesel mücadelelerin bir devamıdır.

2-Bu ayaklanmalar, hem Arap ülkelerinde hakim sınıflar ve hem de onların destekçisi emperyalist güçler için bir ders olmuştur; dışarından bakıldığında çok sağlam yapılanmış görünen baskı rejimlerini, faşizan diktatörlüklerini kitlesel hareketle yıkmanın çok da zor olmadığını anlamışlardır. Bu mücadelelerden Mağrip halklarının iradesi muzaffer çıkmıştır; bütün dünya halkları kazanmış, emperyalist güçler ve işbirlikçileri kaybetmiştir.

3-Bundan sonrası nasıl olur? Kendiliğindenci hareket mücadeleyi buraya kadar sonuç alarak getirdi. Bu eylemlerde başka bir dünya arayışı, kapitalist sisteme karşı mücadelenin önplanda olmaması ayaklanmalarla elde edilen kazanımların yeni yönetim tarzıyla eritileceği, etkisizleştirileceği tehlikesinin çok büyük olduğunu göstermektedir. Bu ayaklanmalarda mücadeleyi kapitalizme karşı sürdürecek, antiemperyalist devrimi sonuçlandıracak öznelerin olmaması veya oldukça zayıf olması elde edilen kazanımların ilerletilemeyeceğinin en büyük göstergesidir.

4-Bölge ülkelerinin çoğu 1980'li yıllardan bu yana iktisadi bakımdan Dünya Bankası ve IMF'nin kontrolü altındadır. Uluslararası sermayenin bu kurumlarının program adı altındaki dayatmaları sonucunda bu ülkelerde hükümetler sübvansiyonları kaldırmak zorunda kaldılar; böylece halkın yoksul kesimleri daha da yoksullaştı, bundan „orta kesim“ler de etkilendi. Bunun ötesinde özelleştirme ve yerel pazarların dünya pazarına göre hareket etmekle karşı karşıya kalmaları, yerel ve bölgesel üretimi ve iktisadi yapıları yıkmıştır; özellikle bu yıkım tarım sektöründe gündeme gelmiştir. Fas'tan Suriye'ye kadar hemen bütün bölge ülkelerini uluslararası işletmeler ucuz ücretli sektör olarak kullandılar. Pazarlar yabancı ürünlerle dolup taştı, yerli üreticiler ise iflas etmekten kurtulamadılar.

Revizyonist sistemin yıkılmasından bu yana çoğu Arap ülkesi, başta ABD olmak üzere batılı emperyalist güçler tarafından köşeye sıkıştırıldılar, bazen “yağlandılar”, şımartıldılar, bazen de kulakları çekildi. Böylece uluslararası sermayenin ve bölgede hakim olan emperyalist güçlerin çıkarlarına uyum sağlamalarına çalışıldı. İsrail ile iyi ilişki karşılığında Ürdün ve Mısır kapsamlı iktisadi ve askeri yardım aldılar. Avrupa'yı göçmenlerden korumak, “uluslararası teröre, somutta da “İslami terör”e karşı mücadele etmek için bu ülkelerde polis güçleri ve ordu, batı standartlarına göre donatıldı ve eğitildi; bu donatım ve eğitimin sonuçlarını en yoğun olarak göstericiler yaşadılar. Böyle bir yolun sonuna gelinmiş olması başta ABD olmak üzere AB ve hala ayakta duran diktatörler için bir şok olmuştur.

5-Bölgenin hakim güçleri (ABD ve AB) bakımından durum oldukça tehlikeli; kitle hareketleri bir taraftan emperyalist savaş ve işgalin aksine demokrasi ve özgürlüğün ne olduğunu gösterirlerken, diğer taraftan da yerli uşaklarını, işbirlikçilerini kaybetme tehlikesinin olduğunu göstermektedir. Eli kanlı bu diktatörler, emperyalizmin sadık işbirlikçileriydiler ve efendilerinin desteği olmaksızın ayakta kalmaları mümkün değildi. İşçi sınıfını, emekçi yığınları, bütün halkı baskı altında tutan, katleden, muhalefeti acımasızca bastıran bu diktatörler yaptıkları iş karşılığında uluslararası mali sermaye tarafından sürekli desteklendiler. Şimdi durum değişti; eskisi gibi yönetmenin, sömürme ve tala etmenin olanağı kalmadı ve bütün sorun “kuralları içinde“ iktidar değişimini gerçekleştirebilmektir. Bu geçişin ne denli tehlikeli olabileceğini Pakistan'da askeri rejimin yıkılmasından sonraki gelişmeler göstermektedir.

6-Ayaklanmalar kitlesel ve sonuç alıcı, ama sonuçlarının ne denli radikal bir değişimi ifade edeceği henüz bilinmiyor veya mevcut muhalif güçlerin yıkılan düzene nazaran ne derece radikal demokratik adımlar atacağı konusunda bir dizi soru işareti var. Ayaklanmalar içinde yer alan veya yıkılan diktatörlüklerin temsilcilerinin muhatap aldıkları partilerde eksi rejim unsurlarıyla ve emperyalist güçlerle uzlaşma eğiliminin olduğu biliniyor. Bunların bu ülkelerde rejim değişikliğine katkılarının ne olacağı soru götürür. Sorun iktidardaki kişilerin yer değiştirmesiyle; iktidar partisinin gitmesi ve muhalif partilerin hükumet olmasıyla sınırlandırılırsa ayaklanmalardan kalıcı sonuçlar alınamaz. Şüphesiz hiç kimse ayaklanmalarda yer alan burjuva partilerden -ne kadar demokratik olurlarsa olsunlar- sömürü sistemini değiştireceğini, emperyalizmi kovacağını, kapitalizmi yıkacağını beklememelidir. Bu ancak devrimle gerçekleşebilir. Ama en azından yeni sömürgeci yapılara dokunan, demokratik bir düzeni savunan bir iktidarın gelmesi beklenir. Ama örneğin Tunus'ta geçici hükümetin böyle bir açılım yapmasını beklemek hayal olur.

Mısır'da ise ordu sorunu nasıl ele aldığını dolaylı olarak açıkladı. Devlet televizyonunda açıklama yapan Mısır ordu sözcüsü halka şöyle diyor: “Mesajınız ulaştı. Talepleriniz anlaşıldı. Şimdi Mısır'a normal hayatı geri getirecek olan sizlersiniz”.
Yani, bizi, karıştırmadan Mübarek'i devirdiniz, bundan sonrası sizin işiniz değil!

7-Mağrip ayaklanmaları bölgesel devrim olanaklarının ne denli nesnel ve güçlü olduğunu gösterdi. Emperyalizm, uluslararasılaşmış sermaye, emperyalist küreselleşme koşullarında işçi sınıfı ve emekçi yığınların sorunlarını aynılaştırıyor; her tarafta yoksulluğa, talana, sömürüye, gericiliğe, faşizme, emperyalizme karşı mücadele yükseliyor. Tunus halkının sorunlarıyla, Yemen, Suriye, Mısır halklarının sorunları pek farklı değil. Tunus'ta başlayan ayaklanmanın yankısı boşta kalmadı. Gerçi her bir ülkedeki ayaklanmalar arasında örgütsel bir ilişki yoktu, ama etki ortadaydı. Tek tek ülkelerdeki ayaklanmalar, bölgesel kurtuluşun, bölgesel devrimin yolunu açıyor. Bu gerçek ve bölgesel antiemperyalist koordinasyon çalışmaları; mücadeleyi ortaklaştırma çabaları güçlendirilmelidir.