deneme

29 Nisan 2004 Perşembe

REFERANDUM HER İKİ TARAF DA STATÜKOYA YARADI

24 Nisanda gerçekleştirilen referandumda Annan Planı’na Kıbrıs Türk kesimi yüzde 64.9 oranında ‘evet’, Kıbrıs Rum kesimi de yüzde 75,8 oranında “hayır” dedi. Böylece Kıbrıslı Türk seçmenlerin üçte birden biraz fazlası Annan Planı’nı kabul ederken, Kıbrıslı Rum seçmenlerin dörtte üçü bu planı reddetti. Bu sonuçlar Annan Planı bazında emperyalist planların bozulduğunu göstermektedir. Emperyalistler, öncelikle de Amerikan emperyalizmi ve AB emperyalistleri açısından bu bir yenilgidir. Her iki kesimden Kıbrıs halkı, referandum sonuçlarının gösterdiği gibi, Adada yeni politikalar için yeni maddi zemini kaçınılmaz kıldı.
Her iki taraftan referanduma katılma oranının yüksek olması, halkın, çıkacak sonuca umut bağladığını da göstermektedir. Bu anlamda Kıbrıs Türk kesimi, geleceğini AB’de, birleşik Kıbrıs’ta gördüğünü dile getirirken, Kıbrıs Rum kesimi de geleceğini, keza AB’de, ama birleşik Kıbrıs’ta görmediğini açıklamış oldu. Bu beyan, isteyip istememeden bağımsız olarak, açık bir şekilde her iki tarafta da statükonun kazandığını veya referandumun her iki tarafta statükonun işine yaradığını göstermektedir. Sanki referandum, her iki tarafta statükoyu onamak için yapılmış gibi bir siyasi durum ortaya çıktı.
Her iki kesimden Kıbrıs halkı, Annan Planı temelinde emperyalist oyunları bozdu, iflas ettirdi. Ama sonuç, yeni emperyalist oyunlara yol açacak maddi koşullar da oluşturdu.
24 Nisan, söz konusu bu referandum, Kıbrıs açısından artık yeni bir milat olmuştur. Karşılıklı katliamlar, adanın kuzey kesiminin işgali ve bu işgal temelinde adanın fiilen ikiye bölünmüşlüğü ve bunun nedenleri artık geride kaldı. Kıbrıs dendiğinde öncelikle bu referandumun sonuçları ile işe başlanacak. Nitekim bunun böyle olacağı daha şimdiden belli oldu.
Referandum, adanın fiili bölünmüşlüğüne hukuksal zemin oluşturan sonuç vermiştir.
Referandum hangi politikaların bir sonucudur? Kıbrıs, sürekli, emperyalist güçler arasındaki rekabetin bir konusu olmuştur. BM çerçevesindeki “çözüm” arayışlarında duruma göre bazen ABD ve bazen de sosyal emperyalist Sovyetler Birliği etkili olarak, “çözüm” arayışlarının çözümsüzlük arayışlarına dönüştürmüşlerdir. Yunanistan’ın Enosis; adanın tamamını ilhak etmek ve Türkiye’nin de taksim politikaları, her zaman emperyalist hegemon güçlerin çıkarlarıyla çakışmasa da “çözüm” arayışlarını çökümsüzlüğe dönüştüren emperyalist politikaların işine yaramıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ise Kıbrıs, ABD’nin (BM’in) AB’ye, AB’nin de ABD’ye attığı bir top olmuştur. Çözümlenmesi gereken onca sorunun olduğu bir dönemde emperyalist rekabet merkezleri, en azından çatışmanın olmadığı bir alanda “çözüme” önem vermişlerdir. Niyet açıktı; Amerikan emperyalizmiyle AB emperyalistleri arasındaki çelişkiler keskinleşiyor ve önemli bir stratejik konuma sahip olan Kıbrıs da rekabet alanlarından birisini oluşturuyor. Salt bu nedenden dolayı Kıbrıs sorunu her dönem güncel olmuştur. AB, Kıbrıs Rum kesimi şemsiyesi altında bütün Kıbrıs’ı kendine bağlamayı amaçlıyordu. Bu durumda, ABD, adadan dışlanmış olacaktı. ABD ise Kıbrıs adasını batmayan bir savaş gemisi olarak görmektedir. Kıbrıs, her iki emperyalist rekabet merkezi açısından Yakın ve Ortadoğu’nun, Kuzey Afrika’nın ve Hazar petrollerinin Ceyhan’a akması durumunda bu hattın kontrolünde mutlaka elde edilmesi gereken bir alan olarak görülmektedir.
Yunanistan Enosis anlayışının bir sonucu olarak adanın tamamına hâkim olma amacını güderken, Türkiye de adanın Türk kesiminde hâkimiyetini korumayı amaçlamaktadır.

Referandumun, taraflardan bazılarının istemediği, bazılarının da beklemediği, ama işine yarayan bir sonuç ortaya koymuştur.

Türk tarafında statüko, Kıbrıs Türk kesiminin mevcut statükoyu reddetmesine rağmen, referandum sonucundan dolayı, statüko politikasının devam ettirme olanaklarına sahip olmuştur. Artık “işgalci Türk ordusu” tarihe karışıyor. Bunun ötesinde Türk ordusunun orada kalması meşrulaşıyor. Türk tarafı adada barışı engelleyen taraf olmaktan çıkıyor ve barışı isteyen taraf oluyor. ABD ve AB, Türk tarafında temsilcilikler açıyorlar. Mali yardıma hazırlanıyorlar. Referandumdan sonra ABD ve AB’nin açıklamaları böyle.
Statüko açısından bundan daha iyisi can sağlığı!

Kıbrıs Türk kesiminde statüko referandumdan yenilerek kazançlı çıktı! Dolayısıyla “gökte aradığını yerde buldu”, istediği oldu. İşgalden buyana gerçekleştirmek istediği politikanın, referandumdan sonra gerçekleşmesinin maddi zemini oluştu.

Kıbrıs Türk kesimi birleşik Kıbrıs, AB dedi. Rum kesimi isi, AB dedi, ama birleşik Kıbrıs demedi. Kıbrıs Türk kesimi, gerçekten birleşik Kıbrıs için mi, yoksa AB için mi oy verdi, bu pek bilinmiyor. Ama Kıbrıs Rum kesimi, nedeni ne olursa olsun, Kıbrıs Türk kesimiyle birleşme niyetinde olmadığını açıkladı. Nasıl yorumlandığından ve yorumlanması gerektiğinden bağımsız olarak referandum sonucu, Kıbrıs Türk kesiminin Kıbrıs Rum kesimiyle birlikte yaşamak istediği ve Kıbrıs Rum kesiminin, Kıbrıs Türk kesimiyle birlikte yaşamak istemediğini ortaya koydu. Bu nesnel durum, bundan sonra Kıbrıs politikasının tamamen yeni nesnel gerçekler temelinde oluşacağını göstermektedir. Çıkış noktası, birlikte yaşamayı isteyenler ve istemeyenler olacaktır. Nitekim bütün taraflar da bu yönde açıklama yapıyorlar.
Bu durumda:
AB, Kıbrıs Türk kesimini de yedeklemek için verdiği sözleri tutmak zorunda kalacak. Bu da Türk kesiminin hukuken de bağımsız olma çabasına besleyecek.
ABD ve BM de verdikleri sözü tutmak zorunda kalacaklar ve bu da Türk kesiminde bağımsızlık politikasına nesnel zemin oluşturacak.

Rusya, BM’de Türk kesimine kolaylıklar sağlayan kararların alınmasını engellemekle Kıbrıs sorununda taraf olduğunu göstermeye başladı ve onun bu politikası Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin işine yarayacak.

Türkiye, referandum sonuçları ortada, verdiğiniz sözleri tutun diyecek –demeye başladı da- taksim politikasını gerçekleştirmeye çalışacak. Keza Kıbrıs Türk kesimi de, bir taraftan birleşik Kıbrıs diyecek, ama aynı zamanda Rumlar bunu istemedi, öyleyse bize uygulanan ambargo kaldırılsın, bağımsızlığımız tanınsın politikasına yönelecek. Bu politika doğrultusunda hareket etmeye başlanıldı bile.
Anlaşılan o ki Kıbrıs üzerinde ABD ve AB arasındaki rekabet, bundan sonra, adanın bölünmüşlüğü zemini üzerinde yürütülecek. Açıklamalar, açıklamalara bağlı olarak oluşturulmak istenen politikalar, Kıbrıs sorununun nasıl ele alınacağını, en azından şimdiye kadar ele alındığı gibi ele alınmayacağını göstermektedir.
Gelişmeler, adanın bölünmüşlüğünü hukuki olarak da kalıcı hale getirme yönündedir.

19 Nisan 2004 Pazartesi

AVRUPA BİRLİĞİ BÜYÜYOR


1 Mayısta AB ülkeleri burjuvazisi bayram mı yapacak, burası bilinmez. Ama her halükarda AB, yeni katılan ülkelerle birlikte genişleyecek. Macaristan, Polonya, Malta, Letonya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Kıbrıs, Lituanya ve Estonya. Bu on ülkenin toplam nüfusu 75 milyona varıyor. Ve ekonomilerinin AB ekonomisindeki (GSMH) payı ise ancak yüzde 6 oranında.
25 ülkeli AB’ye 2007’de Bulgaristan ve Romanya’nın katılması söz konusu. Türkiye ile müzakereler devam ediyor. Hırvatistan ve Makedonya da AB’ye girmek istiyorlar. Böylece Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya ve başak birkaç ülke hariç bütün Avrupa ülkeleri AB üyesi olacaklar.
Avrupa Birliği’nin Doğu Avrupa genişlemesi stratejik bir anlayışın sonucudur. Özellikle Alman tekelci burjuvazisi, eski revizyonist blok ülkelerini kendi genişleme alanı olarak görmekte ve ona göre hareket etmektedir. Yeni katılan ülkeleri, Alman ve Fransız sermayesi önderliğinde AB, kalıcı bir “arka bahçe” olarak görmektedir. Bu ülkeler, daha şimdiden AB’nin ve özellikle de Alman emperyalizminin “yaşam alanı” oldular.
Lizbon Stratejisi”ne göre AB, 2010 yılına kadar “dünyanın azami rekabet yeteneği olan ve en dinamik bilime dayanan bir iktisadi alanı” olmalıdır. Bu stratejinin gerçekleştirilmesi için söz konusu bu on ülkenin AB üyesi olmaları gerekmektedir. Dolayısıyla AB’nin doğu genişlemesi, Lizbon stratejisinin bir parçasıdır. 1 Mayıstan itibaren, tarım sektörü hariç, bu ülkelerde AB ülkeleri sermayesinin serbest hareketi için bütün engeller kaldırılıyor. Daha doğrusu geriye kalan engeller 1 Mayıstan itibaren kalkıyor.
Bu ülkelerde mülkiyet ilişkileri, revizyonist blokun yıkılmasından sonra yeniden ele alınmış ve özel mülkiyet lehine adeta tamamen sonuçlandırılmıştır. Örneğin Macaristan’da eski 2000 devlet işletmesinden sadece 134’ü henüz özelleştirilmemiştir. Ülkenin bütün özel işletmelerinin yüzde 40’ı yabancı sermayenin elindedir.
Bu ülkelerde borçlanma ve ortak işletme kurma faaliyetleri de yeni dönemin bir sorunu değildir. Bunların çoğu, revizyonist blokun yıkılmasından önce IMF üzerinden borçlandılar ve Joint Ventures ilişkilerine girdiler. Bugün bu ülkelerde sanayinin, bankaların ve sigortaların önemli bir kısmı tamamen AB ülkeleri sermayesinin elindedir. Bu nedenle 1 Mayıstan itibaren başlayan süreç, 1990’ın başında atılmış olan adımların bir sonucu olacaktır.
AB’nin önde gelen emperyalist ülkeleri için yeni katılan ülkelerin hepsi aynı değerde ve aynı öneme sahip değildir. Yabancı sermaye, belli ülkeleri tercih etmektedir. Örneğin Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti.
Toplam 90 milyar Euro tutarındaki yabancı doğrudan yatırımların üçte ikisinden fazlası bu üç ülkeye akmıştır. 2002 sonu itibariyle sadece Polonya’ya akan bu türden yatırımların miktarı 40 milyar Euro civarındadır. Çek Cumhuriyeti’ne yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının 2002’ye kadar olanının miktarı 32 milyar Euro ve 2004 yılı itibariyle de Macaristan’a yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımları miktarı 24 Milyar Euro tutmaktadır.
Bu on ülkede ve bunların en önemlisi olan bu üç ülkede AB adına daha ziyade hakim olan Alman sermayesidir.
Bu ülkelerin daha AB’ye girmeden nasıl talan edildiklerine en iyi örneği Çek Cumhuriyeti oluşturmaktadır. Bu ülkenin en büyük on bankasının hepsi yabancı sermayenin elindedir. Çek pazarının yüzde 93’ü yabancı işletmelerin elindedir. Bu ülkedeki yabancı sermaye toplamının yüzde 73’ü de AB kaynaklıdır.
Bu ülkelerde Alman doğrudan yatırımları toplam yatırımların en önemli kısmını oluşturmaktadır. Toptancı ticaretinde ve sanayi sektöründe yabancı sermaye, banka sektöründekine nazaran daha belirleyicidir.
Doğu ve Orta Avrupa’nın bu ülkeleri yabancı sermaye için “cennet “ olmuştur. Yabancı sermaye, rüyasında göremeyeceği koşulları bu ülkede bulmuştur. Sübvansiyonlar, düşük vergiler, ucuz işgücü vs.
Bu ülkelerde AB ülkeleri sermayesi, Amerikan sermayesinden daha etkin nüfuza sahiptir; bunlar ekonomik olarak AB’ye bağımlıdırlar ve bu bağımlılık her geçen gün daha da artmaktadır. Almanya’dan, Avusturya’dan, Benelüks ülkelerinden irili ufaklı işletmeler bu ülkelere yerleşmiş durumdalar. Böylece sanayi üretimi, mali sermaye ve ticaret alanında AB’ye bağlandılar ve sermaye hareketinin seyrini AB sermayesi belirlemektedir.
Ama siyasi ve askeri olarak bu ülkelerde AB’nin hakimiyetinden bahsedilemez. Irak savaşı karşısında AB’nin ikiye bölünmüşlüğü bunun en açık kanıtıdır. Amerikan emperyalizmi, AB ile rekabetini bu ülkelerde de sürdürmektedir. AB’ye katılan hemen her yeni üye aynı zamanda NATO üyesi de olmakta. Her ne kadar bu geniş alanı AB, iktisadi olarak kontrol etse de, siyasi ve askeri kontrol ABD’nin elindedir.
AB’nin büyümesiyle emperyalistler arası rekabet yeni boyutlar kazanacak ve çelişkiler, özellikle de AB-ABD arasında keskinleşecektir.
Tekelci sermaye etkisini sosyal alanda da gösterdi. Daha AB’ye hazırlık döneminde bu ülkelerde işsizlik kronik kitlesel bir karakter kazandı, sosyal hizmetler olabildiğince makaslandı. Hazırlanan ve 1 Mayıstan itibaren yürürlüğe girecek olan ek anlaşmalarla yeni üye ülkelerden Batı Avrupa’ya işgücü göçü engellenmektedir.



1 Nisan 2004 Perşembe

SOSYAL BİR HAREKET OLARAK ATTAC


SOSYAL BİR HAREKET OLARAK ATTAC

Küreselleşme” herkese refah getirecektir sözünün kocaman bir yalan olduğu artık inkar edilemez olmuştur. Bu gelişmenin; emperyalist küreselleşmenin motoru, uluslararası tekellerdir, uluslararası mali pazarlardır. Dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, emperyalist küreselleşmenin bir kader olmadığını kavramaya, bu nedenle, gerçek içeriğinden farklı yorumlansa da "başka bir dünyanın olası” olduğuna inanmaya ve bu doğrultuda mücadele etmeye başlamışlardır.