deneme

15 Kasım 2017 Çarşamba

TROÇKİZMİN VAR OLUŞ “İKSİRİ”, MARKSİZM-LENİNİZME DÜŞMANLIKTAN İBARETTİR!



TROÇKİZMİN VAR OLUŞ “İKSİRİ”, MARKSİZM-LENİNİZME DÜŞMANLIKTAN İBARETTİR!

SOSYALİZM VE STALİN ÜZERİNE BİR KİTAP” ELEŞTİRİSİNE CEVAP

Devrimci Marksizm”in 23. sayısında (İlkbahar 2015) “SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları” adlı çalışmamda (İbrahim Okçuoğlu; Akademi Yayınevi, 2011) ele alınan bazı konuları eleştiren bir makaleye yer verilmiş. Eleştirinin bir Troçkist cenahtan geldiğini unutarak biraz da heyecanlanmıştım. Ne de olsa, eleştiri öğreticidir kültürüyle yetişmiş birisi olarak, yeni bir şeyler öğrenebileceğimi düşünmüştüm. Sonrasında, bu eleştiri Troçkist bir cenahtan, kullanımını çok sevdikleri kavramla ifade edersek “eğilim”den geldiğine göre Troçki ve bilumum Troçkistlerin yaşam iksiri olan bildik savların tekrarından başka bir şey olamayacağı aklıma geldi. Yanılmamışım. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nde (SSCB) sosyalizmin inşası, proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmle bağlam içinde Troçki'nin görüşleri belli bir Troçkist “eğilim” tarafından bir kez daha sıralanmış.

Marksist-Leninist olmak, değişimi analiz edebilmek ve sürekli, eskinin içinden doğan yeniyi görebilmek ve ona göre hareket edebilmektir. Bu, doğa ve toplumdaki gelişmelere eleştirel ve özeleştirel bir yaklaşımın esas alınmasıdır. Ama Troçkistlerde böyle bir anlayış yoktur; kendilerini var eden, yaşam iksirleri olan Marksizm-Leninizme, SSCB nezdinde sosyalizme, Stalin'e düşmanlıkla siyasal varlıklarını sürdürmekteler. Bu nedenle Troçkistler aynı demagojiyi tekrarlamaktan bıkmıyorlar. Marksist-Leninistler de doğruları söylemekten yorulmayacaklar.

Eleştirisine “mülayim” başlayan yazar (Mehmet İnanç Turan), sonraları hırçınlaşıyor, evet “çirkinleşiyor”; tahrifatta, demagojide sınır tanımıyor. SSCB'ne, Stalin'e eleştirel yaklaşımımı; bence en ağır eleştirilerimi görmek istemiyor; sadece Troçki'nin tezlerinin doğrulanabileceğine inandığı anlayışları, bağlamından kopartarak cımbızlıyor. Bir örnek: “Yazar tıpkı Stalin gibi tek ülkenin sınırları içinde sosyalizmin kurulacağına inanıyor. Sosyalizmin ancak evrensel ölçekte kurulabileceğini kabul etmiyor” (1). Oradan bir cümle, buradan bir cümle alır ve bunları birleştirirseniz, varmak istediğiniz sonuca vardığınıza inanabilirsiniz. Bu yöntemle Marks'ı Marks olmaktan, Engels'i Engels olmaktan, Lenin'i Lenin olmaktan, Stalin'i Stalin olmaktan, evet Troçki'yi de Troçki olmaktan rahatlıkla çıkartabilirsiniz. Mehmet İnanç Turan böyle bir yöntem kullanarak bir yere varabileceğini sanıyor.

Yazar eleştirdiği kitabı gerçekten anlamak için okumuş, analiz etmiş olsaydı “Stalin hayranı” ve “Troçki düşmanı” olmadığımı rahatlıkla anlayabilirdi. Sorunun hayranlık veya karşıtı olarak düşmanlık olmadığını; nesnel gerçekliğin ne olduğunu anlamaya ve bu anlamda da Stalin ve Troçki'nin düşüncelerinin tarihsel açıdan kıymet-i harbisinin ne olduğunu tespit etmeye çalışmak olduğunu görürdü. Yazar böyle bir anlayıştan; kişilerin tarihsel rollerini materyalist açıdan değerlendirmekten oldukça uzaktır; biraz özeleştirel olsaydı Stalin'in dünya proletaryasının bir önderi olduğunu, Marksizm-Leninizmi geliştirmiş, onu zenginleştirmiş bir önder olduğunu; buna karşın Troçki'nin de siyasal yaşamının belli bir aşamasından sonra karşı devrimci olduğunu; emperyalist burjuvazinin “kızıl Napaolyon”u olduğunu ve siyasal varlığını da ancak ve ancak Marksizm-Leninizme, SSSCB'nde sosyalizme ve Stalin nezdinde Bolşevik Partiye karşı mücadele ile sürdürdüğünü görebilirdi. Görmemiş...!

Yazarın söylediklerini, daha doğrusu “cımbızla çekme” maharetini bir kenara bırakalım ve bir Troçkistin Troçkizmi, en azından sosyalizm bağlamında nasıl algıladığına ve anlattığına bakalım. Burada, yazarın eleştirisinde ele aldığı konu başlıklarına göre hareket edeceğim ve eleştirdiği konular bağlamında Marksizm-Leninizmin temel görüşleri ile buna karşı mücadelede Troçkizmin temel savları arasındaki farkları göstermeye çalışalım.

Diğer taraftan şunu da söyleyeyim. Bu yazı, şimdiye kadar bu konu üzerine yaptığım çalışmalardan bir derlemedir (2). Yazardan yapılan alıntılardaki bütün vurgulamalar da yazara aittir.

1-Tek ülkede sosyalizm
Lenin-Stalin önderliğinde Bolşevik Parti ile Troçki arasında sosyalizmin inşası konusunda uzlaşmaz çelişki şuydu: Troçki, Sovyetler Birliği'nin geleceğini; sosyalizmin inşasını dünya çapında sosyalist devrimin gelişmesine bağlıyordu. Bolşevikler ise, Ekim Devrimini dünya devrimin bir bileşeni olarak görüyorlar; Avrupa'da beklenen devrimlerin gerçekleşmesiyle yalnız kalmayacaklarına inanıyorlardı. Olmadı, o zaman “zayıf halka” Rusya, Ekim Devrimiyle kapitalist dünya ekonomisinden koparıldı ve Bolşevikler geri bir ülkede bütün zorluklara rağmen sosyalizmi inşa etme veya geriye dönme ikilemiyle karşı karşıya kaldılar.

Troçki ve Troçkistlerin hiçbir zaman anlamadıkları konulardan birisi de tek ülkede sosyalist devrim ile dünya devrimi arasındaki diyalektik bağdır. Bu diyalektik bağı en iyi kuranların, kavrayanların ve uygulayanların başında Lenin ve Stalin gelir. Kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının işlerliğinin sonucu olan bu diyalektik bağ, açıktan reddedilmese de, Troçki ve Troçkistler tarafından sürekli göz ardı edilmiş, yok sayılmıştır.

Yazar, savunulan tezlerin mantıksal yapısını bir kenara atarak istediği sonuçları doğrulayacak anlayışlar oluşturuyor. Örneğin “Yazar tıpkı Stalin gibi tek ülkenin sınırları içinde sosyalizmin kurulacağına inanıyor. Sosyalizmin ancak evrensel ölçekte kurulabileceğini kabul etmiyor... Demek ki yazara göre 1930’lu yıllarda Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kesin zaferi sağlandı”. Bu kadar basit; hangi anlamda kullanıldığına bakmaksızın yazar tek ülkede sosyalizmi kurduruyor, sosyalizmin evrensel ölçekte kurulabileceğine inanmadığımı açıklıyor ve 1930'lu yıllarda SSCB'de sosyalizmin kesin zaferinden neyin anlaşılması gerektiğini de bir kenara itiyor. Bu da yetmiyormuş gibi bir de “Yukarıdaki görüşten... yazarın tek ülkedeki sosyalist devrim ile tek ülkede kurulacak sosyalizmi (birbirine) karıştırdığını!” anlıyoruz diyor.

Troçki'ye göre tek tek ülkelerde devrim ve sosyalizm, tek tek ülkelerle sınırlı kalındığı müddetçe, yani dünya devrimi gerçekleşmediği müddetçe kapitalizme geri dönüş kaçınılmazdır. Bu anlayışa göre tek tek ülkelerde devrimi gerçekleştirmek, sosyalizmin inşasına girişmek anlamsızdır. 'Bu bir zorunluluktur, ama yine de anlamsızdır. Çünkü eninde sonunda kapitalizme geri dönülecektir' (3).

Lenin ve Stalin önderliğinde Bolşevik Partiden, evet Marksizm-Leninizmden bu konu bağlamında şunu öğreniyoruz: Tek veya birkaç ülkede devrim ve sosyalizmin inşası kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının doğrudan bir sonucudur; bir kaçınılmazlıktır, zorunluluktur. Bu nedenle tek tek ülkelerde devrim ve sosyalizmin inşası, dünya çapında sosyalizme doğru ilerleme sürecinin bir adımı olarak görülmelidir.

Ekim Devriminden sonra Bolşevikler, başka ülkelerde beklenen devrimlerin gerçekleşmemesinden dolayı sosyalizmi inşa etmeye, tek ülkede inşa etmeye başlamak zorunda kalmışlardı. Bolşeviklerin, Ekim Devrimini dünya devriminin başlangıcı, ilk adımı olarak görmeleri, Troçkizmi hiç ilgilendirmemiştir, ilgilendirmiyor. Bolşevikler, Troçki ve yandaşları gibi, mücadelenin önüne dikilip, yaptığımız gericiliktir, buharlaşıp yok olmaktır, yeniden kapitalizmle bütünleşmektir dememişler; sosyalizm uluslararası sonlanır diye mücadeleden vazgeçmemişlerdi. Evet, evet, buharlaşmayı göze almışlardı! Buharlaşmadılar ama sonraki dönemde, tek ülkede sosyalizm olmazdan dolayı değil, kendi hatalarından dolayı yenilmişlerdi.

Yazarın ve bilumum Troçkist “eğilmler”in tek ülkede devrim ve dünya devrim konusunda sürekli unuttukları veya bilinçli olarak göz ardı ettikleri en önemli olgu şudur: Eşitsiz gelişme yasası geçerli olduğu müddetçe dünya devrimi, tek tek ülkelerde -“zayıf halka” veya “halkalar”da- devrimlerin ve bölgesel devrimlerin ürünü olacaktır.
Proleter Devrimin Askeri Programı” yazısında (1916) Lenin, “sosyalizm bütün ülkelerde aynı zamanda zafere ulaşamaz. Önce bir veya birkaç ülkede zafere ulaşacaktır, diğer ülkeler belli bir dönem burjuva veya burjuva öncesi (koşullarda) kalacaktır” diyordu.

[Yeri gelmişken: Mehmet İnanç Turan, “1930’lu yıllarda Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kesin zaferi sağlandı“yla beni eleştireceğine daha 1916'da, Ekim Devriminden bir sene önce “sosyalizm bütün ülkelerde aynı zamanda zafere ulaşamaz. Önce bir veya birkaç ülkede zafere ulaşacaktır” diye “hayal gören” Lenin'i eleştirse daha doğru yapmış olmaz mıydı?]

Lenin'in, kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasından hareketle formüle ettiği bu anlayıştan Troçki ve Troçkistler hangi sonuçları çıkartıyorlar? Troçki'ye göre bu durum geçicidir, yani tek ülkede proleter devrim, ancak ve ancak geçici olabilir. Bu geçicilik durumu birkaç denklemi beraberinde getiriyor:

Birinci denklem: Ya başka ülkelerde devrimler olmazsa ne olacak?

İkinci denklem: Ya Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi “geçici durum” uzun süre devam eden sürece dönüşürse ne olacak?

Üçüncü denklem: Başka ülkelerde proleter devrimler olmazsa geriye mi dönülecek, yani yeniden kapitalizme mi dönülecek?

Troçkizmin cevabı hazır: Kapitalizmin hakim olduğu dünyada, hele hele sermayenin tamamen uluslararasılaştığı günümüz koşullarında geçici de olsa ulusal çerçevede kalan bir sosyalizm olamaz. Bu durumda tek ülkede sosyalist devrim yapanın anlamı yoktur. O halde başka ülkelerde de devrimin koşulları hazır olana kadar beklenmesi gerekir!

Troçki ve Troçkistler, Ekim Devriminin dünya devrimi açısından önemini anlamamakta ısrarlılar.
Ekim Devriminin uluslararası önemiyle ilgili olarak konumuzla bağlam içinde şu tespit yapılmalıdır:

-Ekim Devrimi, dünya devriminin ilk aşamasını, ilk basamağını oluşturur; dünya devriminin yolunu açmış ve bu anlamda dünya devriminin gelişmesi için devasa bir üs olmuştur.

-Ekim Devrimi, kapitalist dünya sistemine kafa tutmanın, o devasa kapitalist/emperyalist okyanus içinde dünya emperyalist sisteminin yıkamadığı tek ülkede mücadele sonucunda kurulan yeni sistemi, sosyalizmi ifade eder.

Ekim Devriminin bu önemini Troçkistler göz ardı ederler. Neden göz ardı ederler? Ekim Devriminin salt bu özellikleri Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin zaferi mümkün değildir teorisini ve aynı zamanda tek ülkede sosyalizmin zaferi salt ulusal bir gelişmeyi ifade eder anlayışını çürütmektedir.
Ekim Devrimini anlamsızlaştırmak için Troçki aktif mücadele etmiştir. Troçki'nin Leninist devrim teorisine, SSCB'ye, tek ülkede sosyalizmin inşasına karşı mücadelesi aslında Ekim Devrimini anlamsızlaştırma mücadelesidir.

RKP(B)'nin XIV. Konferansı Çalışmalarının Sonuçları Üzerine” konuşmasında Stalin diğer şeylerin yanı sıra Ekim Devrimiyle tek ülkede sosyalizmin diyalektik bağını kurar ve hangi koşullarda Ekim Devriminin anlamsızlaşacağını açıklar (4).

Troçki ve Troçkistler, tek ülkede devrim ile dünya devrimi arasındaki bağı kurmaktan da acizdiler. Bu acizlik belli bir noktadan sonra bilinçli eyleme dönüştü; SSCB'de sosyalimin inşasına karşı, proletarya diktatörlüğüne karşı uluslararası burjuvazinin saflarında mücadele ederek karşı devrimci olmuşlardır.
Ulusal ve uluslararası burjuvaziye karşı mücadele sorununun başta Stalin olmak üzere Bolşevik Parti tarafından sık sık ele alınmış olması, Troçki ve yandaşlarını hiç ilgilendirmemiştir. Bu tartışmalara Troçki ve Troçkistler de katıldılar, ama hiçbir şey öğrenmediler. Bu mücadeleden neden yenik çıktıkları üzerine dahi düşünmediler.

Komünist Enternasyonal'in Yürütme Komitesi'nin VII. Genişletilmiş Plenumu'nda Stalin “ulusal burjuvaziye, uluslararası burjuvaziye karşı mücadele sorununu bir daha ele alır ve muhalefeti eleştirir. Şunları söyler:
SSCB'de sosyalizmi kurma sorunu, kendi, "ulusal" burjuvazimizi yenmenin bir sorunu iken, sosyalizmin nihai zaferi sorunu, uluslararası burjuvaziyi yenmenin bir sorunudur. Parti, tek ülkenin proletaryasının, kendi gücüyle, uluslararası burjuvaziyi yenecek durumda olmadığını söylemektedir. Parti, tek ülkede sosyalizmin nihai zaferi için, uluslararası burjuvaziyi yenmenin veya en azından tarafsızlaştırmanın zorunlu olduğunu söylemektedir. Parti, bu görevin ancak birçok ülkenin proletaryası tarafından çözülebileceğini söylemektedir. O nedenle, şu ya da bu ülkede sosyalizmin nihai zaferi, en azından birkaç ülkede proleter devrimin zaferi anlamına gelir.

Parti, SSCB proletaryasının "ulusal" ve uluslararası görevlerinin bütün ülkelerin işçilerinin kapitalizmden kurtuluşu ortak göreviyle kaynaştığından, ülkemizde sosyalizmin inşasının çıkarlarının bütün ülkelerin devrimci hareketinin çıkarlarıyla tümüyle ve bütünüyle ortak bir çıkar halinde —bütün ülkelerde sosyalist devrimin zaferi— kaynaştığından yola çıkmaktadır”.

SSCB'de sosyalizmi inşa etmek, bütün ülkelerin işçilerinin ortak davasını savunmak demektir, sermaye üzerinde zaferi sadece SSCB'de değil, bütün kapitalist ülkelerde de kazanmak demektir, çünkü SSCB'de devrim, dünya devriminin bir parçasıdır, onun başlangıcı ve gelişmesi için temeldir” (5).
Durum böyleydi. Troçki ise kendi görüşünü doğrulamak için; yani tek ülkede devrimci güçlerin mücadelesiyle uluslararası burjuvazinin üstesinden gelinemeyeceğini, dolayısıyla tek ülkede sosyalizmin zaferinin mümkün olmayacağı teorisini kanıtlamak için Lenin'den topladığı alıntılarla “Tek Ülkede Sosyalizm yazısını hazırladı (“Ekim Devrimi kitabının eki, ayrıca kitapçık olarak da basılmıştır). Bu kitapçığı okumanızı öneririm. Troçki, Lenin'in görüşleriyle Lenin'i çürütmeye çalışıyor. Lenin'in tek ülkede sosyalizm teorisine karşı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor, tek ülkede sosyalizmin hangi nedenlerden dolayı bir zorunluluk olduğunu atlıyor. Anlamından, konunun esas içeriğinden kopartılarak toplanan alıntılar, o halleriyle dahi, Lenin'in ve dolayısıyla da Stalin'in tek ülkede sosyalizmin zaferiyle sosyalizmin dünya çapında nihai zaferi arasındaki farkı göz ardı etmediklerini göstermektedir. Öyle ki, topladığı alıntılarda bir taraftan SSCB'de sosyalizmin zaferinden söz edilirken, diğer taraftan da sosyalizmin dünya çapında zaferinden -nihai zaferinden- bahsedilmesine rağmen Troçki, kendi görüşünü doğrulamak için desteksiz atmaya devam ediyor.
Troçki, ancak Lenin'in ölümünden sonra tek ülkede devrim ve dünya devrimi; tek ülkede sosyalizmin inşası konusunda; tek ülkede sosyalizmin inşası ile diğer ülkelerde devrimlerin diyalektik bağı konusunda Lenin'in de kendisi gibi düşündüğü yalanını uydurmuştur. Troçki'nin hezeyanlarının tersine Lenin'in dünya devrimi teorisinde SSCB'de sosyalizmin zaferinin dünya devrimci hareketine büyük bir itilim kazandıracağı anlayışı çok önemli bir yere sahiptir. Ve SSCB sosyalist ülke olduğu dönemde bu doğrultuda mücadele etmiştir.

Lenin, SSCB'yi kapitalist dünyadan bağımsız yapmak ve böylece proletarya diktatörlüğünü iç ve dış sınıf düşmanlarına karşı güçlü bir savunma mekanizmasıyla korumak için bütün güçlerin seferber edilmesini talep etmiştir. Sosyalizmi inşa eden SSCB'nin varlığı, “diğer ülkelerde devrimin gelişmesi, desteklenmesi ve sürdürülmesi için bir ülkenin yapabileceğinin azamisidir diyen de Lenin'dir. Lenin, Rus devrimini proleter dünya devriminin önemli bir bileşeni, “yegane uluslararası taktiği olarak görüyordu. Bütün ülkelerde işçi kitleleri bilmelidir ki, Rusya'da bütün dünya devriminin yazgısı belirleniyor diyen de Lenin'den başkası değildir. Yine SSCB'de sosyalizmin zaferi kendine yeterlilik, amaç değildir; bu ülkede proletarya zafer kazanınca, kapitalistler mülksüzleştirilince, sosyalist üretim örgütlenince başka ülkelerde işçi sınıfı ve emekçilere yardıma koşan, onları her bir duruma uygun araçlarla destekleyen ülke olacaktır diyen de Lenin'dir.

SSCB'de sosyalizmin inşası ve dünya devrimi diyalektik bir bütündür; biri diğerini dışlamıyor, yadsımıyor. Bunun böyle olduğunu Lenin ve Stalin sürekli vurgulamışlardır. Ne Lenin ve ne de Stalin, SSCB'de sosyalizmin inşası uğruna dünya devriminden vazgeçmişlerdir. Ne Lenin ne de Stalin tek ülkede devrimi ve sosyalizmin inşasını -somutta da Rusya'da devrimi ve sosyalizmin inşasını- 'kendine yeterli bir değer' olarak görmüşlerdir. Aksine Rusya'da devrimi ve SSCB'de sosyalizmin inşasını diğer ülkelerde devrimlerin hızlandırılması için bir üs olarak görmüşlerdir. Hatta Troçki bile SSCB'nin kapitalist dünyada mücadele edenler için, dünya devrimi için bir üs olduğunu inkar etmez (6).

Gerek Lenin, gerekse de Stalin, tek ülkede sosyalizmin inşasının, diğer ülkelerde devrimler gerçekleşmediği için bir zorunluluk olduğunu ve tek ülkede inşa edilen sosyalizmden sadece o ülke işçi sınıfı ve emekçilerinin çıkarı olmadığını, aksine bütün ülkelerde işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarı olduğunu sürekli vurgulamışlardır.

Başta Troçki olmak üzere o dönemdeki “sol” muhalefeti devrime kazanmak için mücadele edenlerin, çaba harcayanların başında Stalin gelir; Bolşevik Parti, Troçki ve yandaşlarının yıkıcı faaliyetlerini bilmelerine rağmen Stalin'in telkinleriyle affedici, öğretici, kapsayıcı olmuştur. Öyle ki, tek ülkede devrim ve sosyalizmle dünya devrimi arasındaki diyalektik bağı açıklamak için denenmedik yöntem bırakmamışlardır. Bolşevikler, dış müdahale tehlikesinden kaynaklı güçlükleri, karşı karşıya kalınan zorlukları; bunların inşa çalışmasını ne deni zorlaştırdığını döne döne anlatmışlardır. Bu güçlükleri tek başımıza aşamayız; onları aşmak sadece bize bağlı değildir; bunlar “ancak ülkemizin ve tüm diğer ülkelerin devrimci hareketinin ortak çabalarıyla bertaraf edilebilecek olmasıdır” (7) diyerek Stalin bir ilkokul çocuğunun anlayabileceği sadelikle tek ülkede devrim, sosyalizmin inşası ve dünya devrimi arasındaki diyalektik bağı anlatmaya çalışmıştır 1925'te Swerdlow-Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada. Stalin'in tek hatası, Troçki'nin bir ilkokul öğrencisi ve başkalarından öğrenme diye bir derdinin olmadığını anlamamış olmasıydı! 

Diğer şeylerin yanı sıra ne diyor Stalin bu konuşmasında? Stalin diyor ki, müdahale tehlikesinin dayattığı silahlanmadan dolayı sosyalist inşa için olanaklarımız azalıyor, müdahale tehlikesi olmasa sosyalizmin inşası daha da fırtınalı olur. Devamla Stalin, sosyalist inşanın tamamlanması için bütün imkanların hazır olmasına, diğer ülkelerdeki sosyalist devrimlerin zaferinden sonra müdahale tehlikesinin ortadan kalkmasına bağlıdır diyor. Görüyoruz ki, SSCB'de sosyalizmin inşasıyla diğer ülkelerde proleter devrimlerin gerçekleştirilmesi diyalektik bir bütünü oluşturmaktadır.
SSCB'de sosyalizmin inşasının dünya devrimine, diğer ülkelerdeki sınıf mücadelesine hizmet etmektedir düşüncesi Stalin'in pek çok açıklamasında yer alır.

Kapitalist gelişmesi geri bir ülkede gerçekleştirilen Ekim Devrimi, Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinde beklenen devrimlerin gerçekleşmemesinden dolayı o zamana kadar tarihte yaşanmış her toplumsal altüst oluşta gündeme gelen zorluklardan daha kapsamlı ve karmaşık zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmıştı.

Devrimi, sosyalist inşayı sürekli yükselen düz bir hat üzerinde geliştirmek imkansızdı. Bu nedenle bazen geri adım atmak, uzlaşmak, tavizler vermek kaçınılmazdı. Bolşevik Parti, kapitalist toplumun sosyalist topluma bir günde dönüştürülemeyeceği, bunun uzun bir süreç olduğu ve bu süreçte saymakla bitmez sorunların üstesinden gelinmesi gerektiği bilinciyle hareket ediyordu. Bolşevik Parti, Ekim Devriminin yanı sıra başka ülkelerde de devrimlerin gerçekleşmesi durumunda kapitalist toplumun sosyalist topluma dönüştürülmesinin bir anda kolaylaşmayacağını, yine de zor ve uzun süren bir süreçten geçileceğini de sürekli vurgulamıştır. Her halükarda sosyalist toplumu oluşturma süreci, kapitalist toplumdan kalma olguları tamamen ortadan kaldırma ve yeni insanın yetişmesi sürecidir.
Başta Troçki ve Troçkistler olmak üzere SSCB içindeki ve dışındaki her türden revizyonist ve oportünist çevre, SSCB'de sosyalizmin inşasını uluslararası devrimin bir sorunu olarak görmemek için adeta yemin etmiş, bu inşa sürecinde ortaya çıkan hata ve eksiklikleri abartarak ve acımasızca karşı propaganda olarak kullanmıştır.

Sonuçta, Bolşeviklerin başka ülkelerde proleter devrim beklentisi gerçekleşmedi ve Sovyetler Birliği'nde proleter devrim uzun süren geçici bir durum oldu veya geçicilik süreklilik arz eden sürece dönüştü. Aynı zamanda Troçki'nin beklediği “Sovyet Cumhuriyeti'nde proletarya diktatörlüğü belki askeri bir müdahale ile bağlam içinde kaçınılmaz olarak kendi iktisadi çelişkilerinin kurbanı olacaktır” da gerçekleşmedi. Ve nihayetinde Bolşevikler -isteseler de istemeseler de- sosyalizmi tek ülkede ulusal sınırlar çerçevesinde inşa etmek zorunda kaldılar. 1917'den II. Dünya Savaşı sonuna kadarki dünya sosyalizm tarihi böyle bir süreçten geçmiştir. Buna Troçki'nin bile itirazı olamaz.

Tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisi kapitalizme geri dönüş teorisidir.
 
Gerçekler, en iyi açıklamalardan daha güçlüdür. Gerçek yaşamdan kopuk teori olmaz. Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisi de yaşamdan kopuk bir teoriydi. Bu teorinin günlük yaşamda uygulanmasının nasıl olabileceğini düşünmek gerekir. Hadi, diyelim ki Troçki ve o zamanki hempaları, SSCB'de -tek ülkede- sosyalizmin inşasına karşı mücadelelerinden dolayı başlarını kaşıyacak zaman bulamadıkları için kendi teorilerinin -tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmayacağı teorisinin- pratik uygulamasının nasıl olacağını düşünmemiş olabilirler. Ama ya günümüzdeki Troçkistler, imkansızlığını kanıtlamak için mücadele edecekleri bir devrim olmadığına göre, düşünmek için ömür boyu zamanları var. Neden bunun sonuçları üzerine kafa yormuyorlar?
Tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisinin mantıksal sonucunun ne olacağını anlatmaya çalışalım. Bu teorinin uygulanması sonucunda siyasi iktidarı ele geçiren ve kendi diktatörlüğünü kuran proletarya ve müttefikleri, geri çekilmek ve siyasi iktidarı devirdikleri eski hakim, sömürücü sınıflara geri vermek zorunda kalacaklardı. Burada “kem küm” etmenin, geçiş programından, dünya devriminden bahsetmenin hiçbir anlamı yok. Tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmayacağı teorisine göre -mücadeleye bu teorinin savunucularının önderlik etmeleri durumunda- “kazara siyasi iktidarı eline alan proletarya, bu iktidardan kaynaklanan gücünü iktidardan uzaklaştırdığı sömürücü sınıfların sınıfsal yapısını, varlık nedenlerini; kapitalist sistemi yıkmak için kullanmazsa; yani tek ülkede sosyalizmin inşası için mücadele etmezse, geriye dönmekten, yıktığı kapitalist düzene geri dönmekten başka yapacağı bir şey, yürüyeceği bir yol kalmaz. İsterseniz durumu biraz Troçkistlerin lehine yontalım ve muzaffer proletaryanın belli bir süre iktidarda kalarak beklemeye geçtiğini; işleri “rölantiye alarak dünya devimini kollamaya; dört gözle dışarıdan gelecek yardımı beklemeye başladığını düşünelim. Ama bu durumda olan proletarya sonsuza dek -abartmayalım, ülkenin ve uluslararası koşulların seyrine bağlı olarak en fazlasıyla bir, iki sene diyelim- bekleyemez. Somutlaştırmak için de Ekim Devrimine Lenin'in değil de bizzat Troçki'nin önderlik ettiğini ve devrim teorisinin de tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olamayacağı teorisi olduğunu düşünelim. Bu durumda Ekim Devrimi, Troçki'ye rağmen yapılmış olacaktı. Ama sonra ne olacaktı? Troçki tek ülkede sosyalizm inşa edilmez, bu bir “ulusal sosyalizmdir, “gericiliktir, “ütopyadır diyerek dışarıda, Avrupa'nın birkaç ileri ülkesinde gerçekleşecek proleter devrimleri; dünya devrimini bekleyelim önerisini yapacaktı. Diyelim ki, dediği kabul edildi ve proletarya diktatörlüğü beklemeye başladı. Hala bekliyor olması gerekmez miydi? Evet, evet Troçki rahmete kavuşur, onun yerine başka Troçki'ler geçerdi ve toplum birkaç nesil değiştirirdi, ama bekleme sürüyor olurdu! Tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir, Rusya gibi geri bir ülkede sosyalizm ancak diğer ülkelerden gelecek destekle, dünya devriminin gerçekleşmesiyle mümkün olur anlayışının somut sonucu işte budur.

Ekim Devriminden sonra kurulmakta olan SSCB'de somut durum nasıldı? Dünya devrimi bir yana, diğer ülkelerde beklenen proleter devrimler gerçekleşmedi. Bunun ötesinde dünya çapında gerici güçler, I. Dünya Savaşının sarsıntılarını atlatmaya başladılar. Bu gelişmeler olurken SSCB, Troçki'nin aklına uyarak bekleseydi, kendi konumunu güçlendirmek için adımlar atmasaydı acaba ne olurdu? Kurulmakta olan Sovyet iktidarı sadece geri çekilmek zorunda kalmazdı, gerici güçler -kapitalist dünya- tarafından ezici bir yenilgiye uğratılırdı. Her iki durumda da -beklemek ve yenilgi- eski sömürü koşullarına geri dönmek demektir; bekleme durumunda gönüllü, yenilgi durumunda da acı bir geri dönüş söz konusu olurdu. Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir teorisinin pratik sonucu budur.
Yoksa değil midir Mehmet İnanç Turan ?

2-Geçiş toplumu ve sosyalizm

Şimdi Troçki'nin en ilginç; eşi endamı görülmemiş teorisine gelelim. Onun bu teorisi pek bilinmez; en azından Troçkizmi genel anlamda eleştirenler tarafından bilinmez. Sanılır ki, Troçki de aynen Marks, Engels, Lenin ve Stalin gibi düşünür; Marksizm-Leninizm ile yoğrulmuştur, III. Enternasyonal ve Bolşevik Parti çizgisindedir ve proletarya diktatörlüğü ile sosyalizmin inşasını bir ve tek süreç olarak görür. Bu konuda Troçki'nin dünya proletaryasının önderleri; Marksizm-Leninizm öğretisi ile hiçbir ilişkisinin olmadığını açıklamaya çalışalım.

Yazar M. İ. Turan şöyle diyor:
Yazar (İ. Okçuoğlu kastediliyor) kapitalizm ile sosyalizm arasındaki geçiş toplumu ile sosyalizmi karıştırıyor. Önce Marksizmin soruna nasıl baktığını ortaya koyalım.

Kapitalizmle sosyalizm arasında bir geçiş döneminin olması ve bunun proletarya iktidarına denk düşmesi kaçınılmaz bir olgu. Her ülke için bu süre değişik olsa da, tüm uluslar için geçerli. Bu dönemi atlayıp sosyalizme direkt ulaşmak mümkün değil.

Sosyalizmin ustalarının kapitalizmden sosyalizme geçişle ilgili olarak bir geçiş döneminden ve yeni toplumun ‘uzun doğum sancıları’ndan söz etmiş olmaları nedensiz değildi.

Marx ve Engels, kapitalizmden sosyalizme geçişin kaçınılmaz olarak uzun doğum sancıları eşliğinde yaşanacağını sürekli söylemişlerdir (8).

Bu geçiş dönemine ne diyeceğiz? Bu dönem içinde hem sosyalist üretim ilişkileri, hem de kapitalist üretim ilişkileri var. Komünist üretim ilişkileri doğuyor, kapitalist üretim ilişkileri ölüyor. Bu toplum, iki temel üretim tarzı arasında (kapitalist ve komünist) bir geçiş oluşturuyor. İkisinden de parçaları içeriyor. Proletarya erkte olduğu için, komünist üretim ilişkileri daha önde. Komünizme ilerleyebilmek için kapitalist ekonomik parçanın tasfiyesi gerekiyor.

Bu geçiş döneminde; üretim araçları sermayeden koparılmış, meta üretim ilişkileri var, ama planlama egemen, özgür-birleşik üreticilerin toplumsal mülkiyeti yaratılmaya, sınıflar kaldırılmaya çalışılıyor. Bu geçiş toplumu için sosyalist üretim tarzı ya da kapitalist üretim tarzı demek mümkün değil. Spesifik bir üretim ilişkisi görüyoruz. Kapitalist ve sosyalist ekonomik biçimler uyuşmuyorlar, ama birlikteler. Spesifik üretim ilişkisinde bir çelişki var. Bu geçiş toplumuna, komünist üretim tarzı anlamında “sosyalist düzen” diyemeyiz. Olsa olsa sosyalizme yönelmiş, komünist üretim tarzını hâkim üretim biçimi yapmaya çalışan bir toplumsal formasyondan bahsedebiliriz. Geçiş toplumuna sosyalizm demek teorik olarak yanlış. Bunu böyle görenlerin sosyalizm teorisini karmakarışık etmesi mümkün” (9).

Yazar burada adını yanlış koyarak proletarya diktatörlüğü altında sosyalizmin inşa edilme sürecini anlatıyor, ama bunun sosyalizm olmadığını, ancak sosyalizme bir geçiş olduğunu söylüyor. Bu tespitini neyle açıklıyor, kanıtlamaya çalışıyor diye soracak olursak, önümüzde -aslında yazarın önünde- kocaman bir boşluk görüyoruz. Burada -Engels, Lenin ve Stalin'i bir kenara bırakalım- en çok Marks'a sarılması gerekir. Ama Marks'tan da yararlanamıyor; örneğin bir Gotha Programı'ndan bahsetmiyor vs.

Yazara göre kapitalizmle sosyalizm arasında bir geçiş dönemi var ve bu da proletarya iktidarına denk düşüyor. Yani henüz daha sosyalizme gelmedik ve anlaşılan o ki, o tarafa doğru proletarya diktatörlüğü altında ilerleyeceğiz. İlerleyelim...

Yazarın mantığına göre devam edelim:
Lenin, haklı olarak şöyle diyor, 1921’de yazdığı makalede:
Sanırım, Rusya’nın iktisadi düzeni sorununu tartışan hiç kimse, bu ekonominin geçiş ekonomisi olma niteliğini yadsımamıştır. Ne de, sanırım, herhangi bir komünist, ‘Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ teriminin bugünkü ekonomi düzeninin sosyalist bir düzen olduğunu değil, Sovyet hükümetinin sosyalizme geçişi başarma azmini ifade ettiğini yadsımıştır.
Ama geçiş sözcüğü ne anlama gelir? Bir ekonomiye uygulandığı şekliyle, bugünkü düzenin hem kapitalizmin hem de sosyalizmin unsurlarını, parçalarını, kırıntılarını kapsadığı anlamına gelmez mi? Bu anlama geldiğini herkes kabul edecektir” (10).

1921'de sosyalizmin inşasından bahseden yoktu ve Bolşevikler iktidarda kalabilme mücadelesi veriyorlardı (iç savaş). O zaman Yeni Ekonomi Politika'dan (NEP) bahsediliyordu; ekonomiyi nasıl canlandırabiliriz üzerine tartışlıyordu.

Olsun, biz yine de yazarın mantığına göre hareket edelim. Bakalım nereye varacağız.
Lenin, bu geçiş toplumunu, komünist üretimin egemen olduğu bir toplum olarak görmüyor. Yine Lenin, bu geçiş toplumunun kaçınılmazlığını, her ülke için uzun ya da daha kısa evrensel olarak geçerli olduğunu kabul ediyor. Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı isimli eserinde, bu geçiş toplumunu kimsenin atlayamayacağını, İngiltere gibi ileri kapitalist ülkelerde daha kısa olacağını söylüyor. Orada da, küçük meta üreticilerini ortadan kaldırmak için bir geçiş dönemine ihtiyaç olacağını belirtiyor” (11).

Ve yazar M. İ. Turan bir tespit yapıyor:
Gerek uluslararası planda, gerekse ülkemizde komünist hareket içinde, “geçiş toplumu” anlayışında bir karışıklık var. En önemlisi şöyle: Geçiş süreci devrimden sonra başlar, komünizmin ikinci aşamasına kadar sürer.
Tüm bu dönem komünizmin ilk aşaması (sosyalizm) olarak adlandırılır. Dolayısıyla, proletarya diktatörlüğü devrimden sonra başlar, komünizmin ikinci aşamasına kadar sürer.

Bu düşünce yanlış bir düşüncedir. Sosyalist üretim tarzının komünist üretim tarzıyla aynı temelde olduğu görülmüyor. O zaman ne oluyor? Kapitalizmden sosyalizme geçiş + sosyalizm = geçiş toplumu olarak kabul ediliyor. Bu ise teoriyi karıştırmaktan başka bir şeye yaramıyor

Bu görüş şöyle de söylenebilir: Kapitalizm ile komünizmin ikinci aşaması arasında bir dönem
var. Buna “geçiş toplumu” deniyor. Bu görüş neden doğru değil?

Bir kez, kapitalizmle komünizmin birinci aşaması arasında var olmak zorunda olan proletarya diktatörlüğünü, sosyalizme de taşımış oluyor. Kapitalizmle sosyalizm arasındaki geçiş toplumunun sınırını, komünizmin ikinci aşamasına kadar genişletmiş oluyor. Kapitalizm-sosyalizm arasındaki geçiş toplumu sınıflı bir toplum, sosyalizm ise sınıfsız bir toplum. Bu iki yapıyı yanlış olarak birleştirmiş oluyor. İlginç olan nokta, bu tezi savunanlardan bir kısmı, sosyalizmi sınıfsız toplum olarak da formüle ediyorlar. Bu kafa karışıklığının içinden teorik olarak çıkmak mümkün gözükmüyor.

Halbuki doğru olan Marksist tez şudur: Geçiş toplumu, kapitalizm ile komünizmin birinci aşaması arasındadır. Geçiş toplumu, egemen bir üretim tarzını anlatmaz, sınıflı bir toplumsal formasyondur. Sosyalizm ise, komünist üretim tarzından ayrılamayacak bir üretim tarzıdır ve sınıfsız toplumdur.
Geçiş toplumunun devleti proletarya diktatörlüğüdür; sosyalizmde ise proletarya diktatörlüğü olamaz” (12).

Ve sonrasında o denli ayrıntılı çalışma içinde “geçiş dönemi”- sosyalizm konusunda “yanılğımı” kanıtlamak için sayfa 455'ten iki cümleyi ve sayfa 119'dan da keza iki cümleyi alıyor ve bu konuda ne denli yanlış düşündüğümü kanıtlamış oluyor! İşte o dört cümle:

Demek oluyor ki sosyalizm, başlı başına bir sosyo-ekonomik formasyon (üretim biçimi) değildir. Tersine sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçişi ifade eden bir dönemdir. Dolayısıyla sosyalizmde hem kapitalizmin ve hem de komünizmin emareleri/özellikleri vardır”.

O halde sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçişte yaşanılması mutlak olan bir geçiş dönemidir. Öyleyse bu geçiş dönemine tekabül eden devlet ve hukuk da geçicidir” (13).

İşin açığı ben öyle düşünmeyi sonradan öğrendim ve bu düşünce bana da ait değil. Bu düşünceyi önce Marks geliştirmiş, teoriletirmişti. Engels benimsemişti. Sonrasında Lenin ve Stalin tarafından da teorik olarak güncellenmiş ve özelikle Stalin tarafından da pratikte geliştirilmiştir. Yani işin açığı benim yaptığı bu konuda dünya proletaryasının önderlerinin kapitalizmden komünizme geçiş bağlamında söylediklerini tekrar etmekten ibarettir. Bu anlamda yazar, aslında Marks’ı, Lenin'i, Stalin'i; bir bütün olarak Marksizm-Leninizmi eleştirmektedir. Ben sadece bu düşüncenin doğru olduğunu savunuyorum, bu nedenle de eleştiriye cevap vermek istiyorum. Aksi taktirde yazarı Marks'a havale eder, sorununu onunla hallet de diyebilirdim!

Bu eleştirisinden sonra yazar şu değerlendirmeyi yapar:
Görüldüğü üzere yazar, kapitalizmden sosyalizme kadar süren geçiş toplumuyla sosyalizmi birleştiriyor ve ikisinin toplamına “geçiş toplumu” diyor. Bu nedenle sosyalizmde proletarya diktasının varlığını kabul etmek zorunda kalacaktır. Sosyalizmin sınıflı toplum olduğunu söylemek zorunda kalacaktır. Sosyalizmde meta üretiminin varlığını kabul edecektir. Sosyalizmde paranın varlığını savunacaktır...
Özetle yazar, geçiş toplumunu devrimden, komünizmin ikinci aşamasına kadar uzatmakla çok büyük bir teorik yanlış yapmaktadır. Doğru görüş şudur: Geçiş toplumu, devrimden komünizmin birinci aşamasına (sosyalizme) kadar sürer” (14).

Yanılıyorsunuz. Bu konuda sadece ve sadece Troçki ve Troçkistlerin kafası karışıktır; hem de onulmayacak derecede karışıktır; Marksizm-Leninizme “din düşmanlığı” yapacak derecede karışıktır. M. İ. Turan “Bu kafa karışıklığının içinden teorik olarak çıkmak mümkün gözükmüyor” diyor. Ama bu konuda daha Troçki yokken de kafası karışanlar vardı. Örneğin o zamanki Alman Sosyal Demokratları arasında proletarya diktatörlüğü, sosyalizm konularında farklı düşünenler vardı. Marks, aşağıda da göstereceğimiz gibi onları bir güzel aydınlattı. Bu nedenle yazar veya bilumum Troçkistler bu konuda Marks'ı biraz incelerlerse söz konusu umutsuzluktan bizzat kurtulmuş olurlar.

Akıllara durgunluk veren başka bir nokta da doğrudan proletarya diktatörlüğüyle ilgilidir. Şimdiye kadar proletarya diktatörlüğünün sosyalizmde işçi sınıfının iktidar biçimi olduğunu; sosyalizmde devletin proletarya diktatörlüğünde vücut bulduğunu ve bu diktatörlüğün komünizme geçene kadar var olacağını biliyordum. Marks'tan, Engels'ten, Lenin'den, Stalin'den, E. Hoca'dan, hatta Mao'dan böyle öğrenmiştik. Yanılmışım. Bizi yanıltmışlar. Meğersem proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden sosyalizme geçişin zorunlu bir aşamasıymış veya noktasıymış.

Marks'ın “Fransa'da Sınıf Mücadeleleri” yapıtında geçen “Sosyalizm...zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür anlayışının nasıl bir katakulli ile kapitalizmden sosyalizme zorunlu bir geçiş noktasına çevrildiğini mutlaka araştırmak gerekir. Marks, sosyalizmin kendisini zorunlu bir geçiş noktası olarak, bu zorunlu geçişin iktidarını da proletarya diktatörlüğü olarak görüyor. Yakıştırmacılar ise kapitalizmden sosyalizme geçişi, zorunlu bir geçiş olarak görüyorlar; sosyalizmin kendisini olarak görmüyorlar.
Troçki'yi doğrulamak için Marks'ı yanlış anlamaya gerek yok!

Troçki, proletarya diktatörlüğünde komünizmin ilk aşamasını; sosyalizmin devletsel örgütlenmesini değil, sosyalizmin bir ön aşamasını görüyor: “Proletarya diktatörlüğü Bolşevikler açısından Batıda devrim için köprüydü. Toplumun sosyalist biçimlendirilmesi görevi, öz itibariyle uluslararası görev olarak ilan edildi”. Bu durumda Batıda devrimler olsaydı, Sovyetler Birliği'nde veya devrim yapan başka ülkelerde de proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç kalmayacaktı; proletarya diktatörlüğü sosyalizmin inşası sürecinde gerekli bir araç değildi (15) deniyor. Yani proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden sosyalizme geçişte zorunlu bir nokta olarak görülüyor. Peki bu durumda, diyelim ki, tek ülkede değil de birkaç ülkede sosyalist devrim gerçekleştirilmiş olsun, örneğin Avrupa'nın 5 ülkesinde, Latin Amerika'nın 4 ülkesinde, Afrika'nın 10 ülkesinde, Asya'nın da 8 ülkesinde devrimler gerçekleşsin, bu durumda bu ülkelerde sosyalizm sürecinde proletarya diktatörlüğü olmayacak mı? Troçki ve takipçileri olmaz diyorlar. Peki ne olacak, bu ülkelerde sosyalist toplum nasıl kurulacak, örgütlenecek ve kapitalizme karşı nasıl savunulacak? Anlaşılan o ki, F. Engels'in A. Bebel'e yazdığı 28 Mart 1875 tarihli mektubunda “Proletarya, devrimden sonra da devlete... düşmanlarını baskı altında tutmak için gereksinim duyacaktır” tespitini yapmış olması pek önemli değil! Engels de yanılmış!

Tek ülkede devrim-dünya devrimi-geçiş toplumu, iyi güzel de, yazar neden tek kelimeyle de olsa bütün bu sorunları kapsayan Troçki'nin sürekli devriminden bahsetmiyor?
Yazarın “geçiş dönemi”nden-sosyalizmden, dünya devriminden bahsederken sürekli devrimden bahsetmemesi dikkati çekici. Unutmamak gerekir ki, sürekli devrimle eşitsiz gelişme yasası arasında diyalektik bir bağ vardır ve Troçki ve Troçkistler bu bağı görmek istemezler.

Troçki'nin sürekli devrim teorisiyle Marks-Engels ve Lenin'in sürekli devrim teorisi arasında ortak bir nokta yoktur. Troçki'nin sürekli devrim kavramını Marks'tan aldığı doğrudur. “Devrimi sürekli kılmak” kavramını Marks ve Engels, “Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı” makalesinde kullanırlar. O makalede söz konusu olan, demokratik küçük burjuva ile mücadelede proletaryanın devrimi sürekli kılmasıdır. O makalede söz konusu olan, proletarya partisini demokratik küçük burjuvaziden ayıran çizginin açık ve seçik olması için devrimin sürekli kılınmasıdır.
Peki, Troçki bundan nasıl bir sonuç çıkartmıştır? 'Her zaman ve her yerde devrim' sonucunu çıkartmıştır!

Marks, Engels ve Lenin'in sürekli devrim teorisi, eşitsiz gelişme yasasını çıkış noktası olarak görür. Bu anlamda Marks, Engels ve Lenin'in sürekli devrim teorisiyle kapitalizmde eşitsiz gelişme yasası arasında diyalektik bir bağ vardır. Troçki'nin sürekli devrim teorisi ise bu diyalektik bağın reddi üzerine kurulmuştur. Her zaman ve her yerde devrim anlayışında bu yasanın fiilen yeri yoktur.

Fransa'da Sınıf Mücadeleleri” yazısında Marks konuya ilişkin olarak şunu diyordu:
Bu sosyalizm genel olarak, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ilânıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür” (16).

Marks'ın proletarya diktatörlüğü üzerine söylediği oldukça açık: Proletarya diktatörlüğü kapitalizmden komünizme geçene kadar; yani bütün sosyalizm boyunca devam eden bir “geçiş noktası”dır.

M. İ. Turan, anlaşılmadıysa şöyle açıklayalım:
-Sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması,
-Sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması,
-Bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması,
-Bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesi.
Bütün bunlar sosyalizmin inşasının içeriğini oluşturur ve bunların gerçekleşmesi için devrim sürekli kılınır ve bu sürekliliğin iktidar biçimi de proletarya diktatörlüğüdür.

Anlaşılmadı mı? O halde bir hamle daha yapalım:
Marks, J. Weydemeyer'e yazdığı 5 Mart 1852 tarihli mektubunda aynı konuyla ilgili olarak şunu der:
Benim yeni olarak yaptığım,...sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını; bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını göstermekten ibarettir” (17).

Demek ki, proletarya diktatörlüğü, Troçki'nin ve Troçkistlerin iddia ettikleri gibi, kapitalizmden sosyalizme geçişin değil, “bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişe” kadar -yani komünizme kadar- devam eden sürecin, dönemin -yani sosyalizmin- iktidardır.

Bu sefer de anlaşılmadıysa bir hamle daha yaparak kapitalizmden komünizme geçerken proletarya diktatörlüğüne bakalım. Bu konuda “Gotha Programının Eleştirisi”nde Marks şöyle der: “Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrim yolu ile geçiş dönemi yer alır. Buna bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz” (18).

Sanırım şimdi yazar M. İ. Turan da Marks'ı anlamıştır. Söylenen oldukça açık: Burada Marks, kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinden değil, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinden bahsediyor, tam da bu süreci sosyalizm olarak tanımlıyor ve bu süreçte de sosyalist devletin proletarya diktatörlüğü olarak örgütlendiğini açıklıyor.
Herhalde sorun şimdi çözülmüştür!

Troçki ne diyor?
Bütün sosyalizm boyunca değil, kapitalizmden sosyalizme geçmek için proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır. Marks, proletarya diktatörlüğünü sosyalizmi inşa etmek için; komünizme geçene kadar ihtiyaç duyulan bir araç olarak görüyor. Troçki ise proletarya diktatörlüğünü “Batıda devrim” için bir “köprü” olarak görüyor. Aslında SSCB'de sosyalizmin inşasına inanmıyor, “Batı yakası”nı kurtarıcı olarak görüyor. Batıda devrim olursa, SSCB'de proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç kalmaz diyor.

Hala anlaşılmadı diyorsanız M. İ. Turan, bir hamle daha yapabilir ve sorunu şöyle açabiliriz: Troçkistler, devrimin sürekli kılınmasını, proletarya diktatörlüğünü Marks'ın anladığı gibi anlayan ve uygulayan Bolşevikleri, başta da Lenin ve Stalin'i, Marks gibi anladıkları ve anladıklarını uyguladıkları için eleştiriyorlar. (Aslında bu durumda Marks'ın bu konudaki anlayışını eleştirmiş oluyorlar). Neden eleştirmiş oluyorlar? Proletarya diktatörlüğü ve devrimin sürekli kılınması konusunda Marks'ı, Lenin, Stalin, Bolşevikler; bütün Marskist-Leninistler, ek olarak Maocular, hatta ve hatta bir zamanların Sovyet modern revizyonistleri de Troçki gibi yorumlamadıklarından dolayı eleştirmiş oluyorlar.
Troçkist ve Troçkistler sosyalizmde; toplumun komünizme geçene kadarki sürecinde proletarya diktatörlüğü olmaz diyorlar. Ama bir taraftan Marks, Engels, Lenin, Stalin, Marksizm-Leninizm; diğer taraftan Mao, Kruşçev, Brejnev; bilumum Sovyet mordern revizyonistleri olur diyorlar.
Ne dersiniz M. İ. Turan? Olur mu, olmaz mı?

Dünya devriminden “her zaman ve her yerde devrim” anlayan Troçki'yi ve Troçkistleri başka ülkelerde proletaryanın sistemi yıkma bilincine ve örgütlenmesine varmış olup olmadığı hiç ilgilendirmiyor; başka ülkelerde devrimin nesnel ve öznel koşullarının olgunlaşmış olup olmadığı önemsiz görülüyor. Her halde bir darbeyle birçok ülkede burjuva iktidarlar yıkılıyor! Bu durumda “devrim düğmesi”ne basıyorsunuz ve gerisi kendi kendine halloluyor!

Troçki'nin sürekli devrimden anladığı bu. Tabii ki Troçki bir darbeyle burjuva iktidarların yıkılamayacağının bilincinde; bu nedenle devrimi öncelikle “Batının birkaç ileri ülkesine” havale ediyor...

Troçki'nin bu sürekli devrim anlayışının devrimi nerelere götürebileceğine biraz daha bakalım:
Lenin, işçi-köylü ittifakından bahseder; proletaryanın emekçi köylülük ile ittifakında proletarya diktatörlüğünün temelini görür.
Troçki ise, “proleter öncü” ile “köylülüğün geniş kesimleri” arasında “düşman çatışmalar”dan bahseder.

Lenin, proletaryanın sömürülen emekçi yığınlara önderliğinden bahseder.
Troçki ise “ezici çoğunluğu köylü nüfustan oluşan geri bir ülkede işçi hükumetinin konumundaki çelişkileri”nden bahseder.

Lenin, devrimin, gücünü Rusya'nın işçilerinden ve köylülerinden aldığından bahseder.
Troçki ise, gerekli gücü “proletaryanın dünya devrimi arenası”nda arar.

Lenin ve Troçki'deki bütün bu bahsetmelerin-aramaların toplamını Stalin şöyle izah eder:
Ama eğer uluslararası devrim gecikecek olursa ne olacak? Bu durumda devrimimiz için herhangi bir umut ışığı var mı? Troçki'de hiç umut ışığı yoktur, çünkü 'işçi hükumetinin konumundaki çelişkiler ... ancak... proletaryanın dünya devrimi arenasında çözümünü bulabilecektir'. Bu plana göre devrimimiz için yalnızca tek perspektif kalıyor: Kendi öz çelişkileri içinde bitkisel bir hayat sürdürmek ve dünya devrimini beklerken çürüyüp gitmek” (19).
Ama devrim diye bir sorunları olmadığı için Troçkistlerin, Stalin kadar “karamsar” olabileceklerini pek sanmıyorum!

Sonuç itibariyle:
Kapitalizmden komünizme geçişte Troçki, sosyalizmi farklı yorumlamaktadır. Ona göre sosyalizmde proletarya diktatörlüğüne gerek yoktur. Proletarya diktatörlüğü kapitalizmden sosyalizme geçerken gereklidir. Bu nedenle tek ülkede devrimle karşı karşıya kalındığında -örneğin Rusya'da olduğu gibi- devrim sonrası süreç, başka ülkelerde de devrimler gerçekleştirilene kadar proletarya diktatörlüğü ile bekleyerek geçen süreçtir. Bu dönemde sosyalizm kurulmaz, çünkü sosyalizm ancak ve ancak bütün dünyada gerçekleştirilen devrimler sonucunda kurulur. Sosyalizmin kurulma sürecinde ise proletarya diktatörlüğüne gerek kalmaz. Proletarya diktatörlüğü sürecinde üretim araçları devletleştirilir, ama bu gerçek anlamda sosyalist mülkiyet değildir; sosyalist mülkiyetin önünü açan mülkiyettir.
Troçki, bazen kafası karışıyor olmasından kaynaklı olarak -öyle sanıyorum- SSCB'de mülkiyetin sınıfsal karakteri üzerine farklı düşünceler savunur; öyle ki, bu mülkiyetin sosyalist olduğu anlamına gelen görüşleri de vardır.

Demek oluyor ki, Troçki'nin anlayışına göre kapitalizmden komünizme geçebilmek için farklı iki aşamadan geçmek gerekmektedir:
1-Proletarya diktatörlüğü aşaması.
2-Sosyalizm aşaması.
Bunlar birbirini tamamlayan aşamalardır; proletarya diktatörlüğünün olduğu yerde sosyalizm olmaz, sosyalizmin olduğu yerde de proletarya diktatörlüğü olamaz.

Troçki'ye göre proletarya diktatörlüğü koşullarında sınıflar vardır, paylaşım, ücretlendirme burjuva normlara göre gerçekleştirilir. Bu nedenle Troçki, proletarya diktatörlüğü koşullarında farklı sınıfların kendi siyasal partilerinde örgütlenmelerini savunur.
Her halükarda proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden sosyalizme geçmek için bir geçiş rejimidir ve bu geçiş rejiminde sınıflar, dolayısıyla devlet var olduğu için, sosyalizmden farklı bir siyasal rejimdir. “IV. Enternasyonal”in manifestosu olan “Geçiş Programı”, tam da bu geçiş rejimi için hazırlanmıştır.

Yukarıda da gösterdiğimiz gibi bu konuda Marks'ın, Engels'in, Lenin'in ve Stalin'in ne dedikleri Troçki ve Troçkistler için önemli değildi. Marks'in, “Benim yeni olarak yaptığım,...sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını; bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığını göstermekten ibarettir” değerlendirmesinin Troçki'nin kapitalizmden komünizme geçişi iki aşamaya ayırmasının tam bir reddi olduğu ne Troçki'yi ne de dün ve bugün Troçkistleri ilgilendirmiştir.

3-Sosyalizm ve sınıflı toplum

Yazar sosyalizm ve sınıflı toplum bağlamında Lenn'in ne denli doğru tespitler yaptığını; buna karşın Stalin'in ne denli farklı görüşler savunduğunu, ama bir zamanlar Lenin gibi ne denli doğru görüşleri savunduğunu alıntılayarak anlattıktan; böylece Lenin ile Stalin'i çelişkili duruma getirdikten sonra söylenecek fazla bir şey kalmıyor. Hakkımda kararını veriyor: Okçuoğlu, sosyalizmin sınıflı bir toplum olduğunu kabul edince, zorunlu olarak sosyalizmde proletarya diktasının varlığını kabul etmiş oluyor: “Sosyalizmde işçi sınıfının devletsel örgütlenmesine proletarya diktatörlüğü denir” (20).

Devamla şöyle diyor M. İ. Turan:
Demek ki yazarımız tıpkı Stalin gibi “dost” sınıfların var olduğu ve proletarya diktasının devam ettiği bir sosyalizm anlayışını savunmuş oluyor.
Sosyalizm sınıfsız toplum olduğuna göre, bu üretim tarzında proletarya diktası olamaz. Proletarya diktası, kapitalizmle sosyalizm arasında geçerlidir. Proletarya diktası geçiş döneminde sınıfları ortadan kaldırır, sınıfsız toplumu (sosyalizmi) yaratır” (21).

M. İ. Turan'ın bu konuda neden beni eleştirdiğini anlayamıyorum. Ama yöntemini çok iyi anlıyorum: Aslında yazar hiç de beni eleştirmiyor. Eleştirdiği konu üzerine, söz konusu çalışmamda bıktıracak derecede kapsamlı açıklamalar ve “sıkıcı” derecede “sürekli tekrarla dolu” anlayış ve alıntılar var. Bunları geçmiş. Yaptığım sadece ve sadece sosyalizm ve sınıflar sorununa Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in; Marksizm-Lennizmin ne denli doğru çözümleme getirdiğini açıklamaya çalışmış olmamdır.

Sosyalizm-komünizm ve sınıflı-sınıfsız toplum konusunda Marksizm-Leninizmin teorik derinliğine ve SSCB'de uygulanmasına yeryüzünde Marksizm kavramını kullananlar arasında bildiğim kadarıyla Troçki ve Troçkistlerden gayri karşı çıkan olmamıştır.
Yazar, Troçki'nin, çok ve yaygın bilinen, kaynakları konusunda bir muammanın olmadığı bu konuda ne denli haklı olduğunu göstermek için demagojiye başvurmaktan da çekinmiyor:
Sosyalizmi, sınıflı bir toplumsal şekillenme olarak düşünmek Marksizmin teorisinde yoktur. Stalin, komünizmin birinci aşaması olan sosyalizme Sovyetlerde geçildiğini göstermek için teoriyi revize etmiştir. Bu anlayış, Stalin’den sonra da sürdürülmüştür” (22).

Sosyalizm sınıfları ortadan kaldırma mücadelesidir; komünizme geçiş mücadelesidir. Bu anlayışı Marks, Engels, Lenin ve Stalin'de sürekli bulabilirsiniz. Yazarın bunun böyle olduğunu bilmediğini düşünemiyorum.

Yazar ısrarcı. Lenin'den yaptığı alıntının hiç de işine yaramadığının farkında bile değil. Lenin, “Proletarya diktatörlüğü olacaktır. Sonra sınıfsız bir toplum olacaktır” (23) diyor. Ne güzel. Önce sosyalizm ve onun devletsel biçimi olarak proletarya diktatörlüğü olacaktır, sonrasında da bu diktatörlüğün sönümlenmesinden -Engels'in deyimiyle “ölüp gitmesi“nden sonra sınıfsız toplum olan komünizm kurulacaktır diyor.

Ve yazar noktayı koyuyor:
Sınıflar varsa proletarya diktası vardır, sınıflar yoksa proletarya diktası yoktur. Yazarımızın, sosyalizmi, sınıflı-proletarya diktalı bir üretim tarzı olarak düşünmesi yanlıştır. Tıpkı Stalin gibi!”(24).

Açıklama gerektiren “üretim tarzı” kavramını bir kenara bırakırsak, aynen böyle düşünüyorum. Neden böyle düşündüğümün izahı da şöyle:
SSCB, sosyalizmin temellerinin atıldığı, ama henüz tamamlanmadığı sosyalist bir ülkeydi. 1936 Anayasasında da tespit edildiği gibi SSCB'de sömürücü sınıflar kalmamıştı, ama farklı sınıflar (işçi sınıfı-köylülük) vardı ve o haliyle Sovyet toplumu sınıfsız bir toplum değildi. Böylesi koşullarda; sosyalizmin nihai zaferinin henüz elde edilmediği, farklı sınıfların olduğu sosyalist bir toplumda devletin ölüp gitmesinden, idare mekanizmasının (bürokrasi) yok olmasından, polisin, jandarmanın, mahkemenin vb. artık gereksizliğinden veya az gerekli olmasından bahsedilemez. Komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmde bunlar olacaktır. Yani sosyalizm, sosyalist toplum, proletarya diktatörlüğü olmadan düşünülemez. Şüphesiz ki, proletarya diktatörlüğünün de bürokrasisi vardır, kendine özgü; proletarya diktatörlüğüne özgü bir bürokrasi. Proletarya diktatörlüğünde, somutta da SSCB'de bürokrasi, Sovyet insanına yabancı olan, onu dışlayan bir bürokrasi değildi, tam tersine, ilk yıllar hariç Sovyet insanından oluşan bir bürokrasiydi. Burjuva ülkelerde olduğunun aksine SSCB'de yürütme ve yasamanın -kuvvetler ayrımının- olmaması halkın bürokrasiyi kontrol etme, ülkenin geleceği üzerine söz sahibi olma hakkını kullanmasını sağlıyordu. Proletarya diktatörlüğü budur.

Komünist toplumun ilk aşamasının, yani sosyalist toplumun özellikleri üzerine Marks, Gotha Programı eleştirisinde şunları söyler:

Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve bu belge ile toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır” (25).

Gerçekten de SSCB'de öyle olmuştur. Ama Troçki bunu anlamaktan oldukça uzaktı. Nasıl ki, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşasını dünya devrimin bir basamağı, bir aşaması, bir parçası olduğunu anlamadıysa, kapitalist toplumun kalıntıları üzerinde yükselen komünizmin ilk aşamasının son aşamasından farklı olacağını da anlamamıştır. Bu aşamada, sosyalizmde paylaşımın nasıl olacağını yine Marks yukarıya aktardığımız görüşünün devamında şöyle açıklar:

Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynısıdır. İçerik ve biçim değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: Bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir(26).
Evlilik, çocuk sayısı, işgücünün değerlendirilmesi (harcanmasındaki nicel ve nitel farklılıklar) gibi olgular, komünizmin ilk aşamasında ürünlerin paylaşımında eşitsizliği yaygınlaştırır. Bu türden olgular, Marks'ın deyimiyle “kusurlar veya “istenmeyen durumlar komünist toplumun ilk aşamasında -sosyalizmde- kaçınılmazdır. Çünkü bu toplum, kapitalizmin yıkıntıları üzerine kurulan toplumdur ve kaçınılmaz olarak onun birtakım özelliklerini taşıyacaktır. Marks'ın kaçınılmaz gördüğünü SBKP(B), SSCB'de sosyalizmin inşasında hesaba katmıştır. Aynı yazısında Marks “Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz diyor (27).

Geçiş Programı”nda Troçki şöyle yazıyor: “SSCB'de devrimin yeni bir yükselişi açık ki, toplumsal eşitsizliğe ve siyasi baskıya karşı mücadele bayrağı altında başlayacaktır...Her türlü emek için eşitlenmiş (denkleştirilmiş- İ.O.) ücret!” (28).

Demek ki, Troçki'nin sosyalizmde “emek” ve ücretlendirme konusunda anladığı bu kadar! “Her türlü emek”, ücret bakımından eşitlendirilecek. Ağır iş, hafif iş, karmaşık iş veya bir bütün olarak çalışmanın niteliğine bakmayacaksın, en fazlasıyla niceliğine bakacaksın ve o niceliği de ücret bağlamında denkleştireceksin, eşitleyeceksin. Hepsi bu kadar!

Komünist toplumun ilk aşamasında, yani sosyalizmde, sosyalist inşa tehlikeye atılmak istenmiyorsa, ürünlerin paylaşımı ancak ve ancak harcanan iş gücüne (yani “emeğe”) göre olabilirdi. Troçki, Marks'ın bu öğretisini bilmiyordu diyemeyiz. Demek ki, mevcut ürünlerin paylaşımında ölçü harcanan iş gücüdür, yani “emek”tir.

Yukarıda adı geçen yazısında Marks bu konuda şunu söyler:
Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!” (29).

Yazar Troçki'yi kılavuz aldığı için proletarya diktatörlüğü (sınıflı toplum), sosyalizm (sınıfsız toplum) kavramlarını anlamaktan uzaklaşıyor; ele aldığı konu bakımından sıkça baş vurması gereken Marks'ın Gotha Programı'ndan ancak bir defa bahsediyor ve atıfta bulaması gereken yerlerde Troçki'nin görüşlerine sarılıyor ve sonuç itibariyle de kendini zor durumda bırakıyor, yukarıda gösterdiğimiz gibi.

4-Sosyalizm ve meta üretimi

Yazar bütün cımbızlama ve çelişkili görüş oluşturma marifetini “sosyalizmde meta üretimi” ve “değer yasası” alt başlıkları çerçevesinde sergilemiş. Öyle bir anlatıyor ki, sanırsınız yedi düvelde sayısız devrimlere sadece katılmamış, önderlik etmiş; bu devrimler sonucunda oluşan yeni yapılarda ekonominin sınıfsal değişimini analiz etmiş ve ona göre de yeni durumu analiz ederek bazı sonuçlara varmış. Kim (Marks-Engels-Lein-Stalin) ne zaman, hangi koşullarda öyle söylemiş ve başka koşullarda başa söylemişe bakmaksızın kafasını Troçki'nin sapkın görüşüne gömerek düz bir hat üzerinden ya öyledir ya da böyledir demekten kendini alamıyor.
Yazarın bu polemik anlayışıyla yol alınamaz; belki iyi bir iş yaptığını sanıyordur, ama okurların bir şeyler öğrenmesi ise bu yöntemle olmaz.

M. İ. Turan şöyle diyor:
Şimdi yazarın bu konudaki görüşlerini ele alabiliriz. Hemen belirtelim ki, bu konuda yazarın kafası epeyce karışıktır. Yazar önce sosyalizmde meta üretiminin varlığını sürdürdüğünü kabul eder. Meta üretimini kabul etmek, meta-değer-fiyat-para, vb. kategorileri kabul etmek demektir” (30).

Aynı kitapta Stalin'i “acımasızca” eleştirmemi nedense görmez, ama “...yazarımız sosyalizm ile meta üretiminin uyumlu olduğunu düşünmektedir. Yazar Sovyetler Birliği’nde sosyalizmi kurduğunu söyleyen Stalin ile uyumlu olmak için böyle yazıyor” der (31).
Örneğin şöyle yazar: “Sosyalizmde meta üretimi zorunludur, çünkü mülkiyet farklılığı söz konusudur. Mülkiyet farklılığı kaldırılmadığı müddetçe de meta üretimi var olacaktır” (32).

Şimdi de sosyalizmde meta üretiminin olabileceğini yeniden öğreniyoruz. Hani sosyalizmde meta üretimi olmazdı? Marx-Engels böyle söylemişti. Yazar da bunu kabul etmişti.

Sonuç olarak yazarın uzlaşmaz iki çelişkiyi uzlaştırmaya çalıştığını görüyoruz.
1) Sovyetler Birliği’nde meta üretimi vardı. Sosyalizmde meta üretimi olur.
2) Marx-Engels’e göre sosyalizmde meta üretimi olmaz.

Yazar aslında bu çelişkinin farkında değil mi? Şüphesiz ki farkında. Bu çelişkiyi gidermek için akıldan gerekçeler bulmaya çalışır. Sovyetler Birliği’nde meta üretiminin sınırlı olduğunu söyler. Der ki: “Marks ve Engels’e göre sosyalizmde meta ve değerinin yeri yoktur. Ama SB’de
sınırlı da olsa vardı” (33).

Arkasından “Neden” sorusu gelir, ama M. İ. Turan o “Neden” sorusunun cevabını atlayarak devam eder:

Azıcık gebelik olur mu? Gebelikte ölü veya diri çocuk doğar. Meta üretimi, toplumun bir kesiminde sürüyorsa, o topluma sosyalist toplum denmez. Peki, ne denir? Marx-Engels-Lenin’in dediği gibi, kapitalizmden sosyalizme geçiş toplumu! Bu geçici toplum biçimiyle sosyalizm eşitlenemez. Stalin eşitlediği için yazar da eşitlemeye çalışıyor, çelişkinin içine saplanıyor.

Doğru görüşü özet olarak yazalım: Sosyalizmde meta, meta üretimi olmaz. Sovyetler Birliği’nde meta üretiminin olması, Sovyetler Birliği’nin henüz sosyalizme geçmediğini gösterir. Stalin Marksizmin teorisini tahrif etmiştir. Yazar da bu tahrifata katılmaktadır” (34).
Değer yasası kapitalizmin bir yasasıdır. Engels’in sözleriyle söylersek:
Değer yasası, meta üretiminin ta kendisinin, öyleyse bu üretimin en yüksek biçiminin, kapitalist üretimin de temel yasasıdır” (35).

Böyle bir yasanın sosyalizmle uyuşmayacağı çok açıktır. Ama Sovyetler Birliği’nde sınırlı ölçüde bu yasanın işlediğini Stalin kabul etmiştir. Tabii ki yazarımız da bunu kabul eder ve şöyle der: “Sovyet pratiği, sosyalizmde de meta ve değer yasası olgusunu, sınırlandırılmış da olsa bu kategorilerin etkide bulunduğunu; meta üretiminin ve değer yasasının geçerli olduğunu göstermiştir” (36).

Oysa Marksizm böyle bir toplumu sosyalizm olarak adlandıramaz, çünkü sosyalizmle birlikte hem meta üretimi yok olur, hem de değer yasası. Engels çok açık söyler: “Üretim araçlarına toplum tarafından el konulmasıyla meta üretimi ve bunun sonucu ürünün üretici üzerindeki egemenliği ortadan kalkar. Toplumsal üretim içindeki anarşi yerine, bilinçli planlı örgüt geçer” (37).

Meta üretimi ile değer yasası birbirinin ikiz kardeşidir. Birlikte yaşarlar, birlikte yok olurlar. Stalin ve yazarımız değer yasasının Sovyetler Birliği’nde işlediğini kabul ettiklerine göre, bu toplumun sosyalizme uzak olduğunu söylemeleri gerekirdi. Aksine her ikisi de tersini söyler: Sovyetler
Birliği’nde sosyalizmin olduğunu iddia ederler” (38).

Sözün kısası:
Sosyalist toplumda meta üretimi ve değer yasası sorunu, sosyalist politik ekonominin en önemli sorunlarından birisidir. Bu sorunun ne denli teorik-pratik bir anlam taşımış olduğunu da SSCB'de sosyalizmin inşası, bu alanda elde edilen tecrübeler göstermektedir. Bu alanda yegane teorik çalışma, Stalin tarafından kaleme alınan “SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” yapıtıdır. Stalin, bu eserinde Marks, Engels ve Lenin’in teorik öngörülerini Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin inşa pratiğiyle birleştirerek sonuçlar çıkartmıştır.

Marks ve Engels’in çalışmalarında, bütün üretim araçlarının değil de onların bir kısmının toplumsallaştırıldığı koşullarda, yani kapitalizmden sosyalizme geçiş koşullarında veya sosyalizmin inşa koşullarında; üretim araçlarının halk mülkiyetinde olmasının yanı sıra kolektif mülkiyetin; grup mülkiyetinin de var olduğu koşullarda meta üretiminin geleceği konusunda doğrudan bir cevap yoktur. Bu gerçeklik M. İ. Turan'ı ilgilendirmediği için Marks ve Engels’e göre sosyalizmde meta ve değerinin yeri yoktur” söylemim ile “ama SB’de sınırlı da olsa vardı” söylemim arasındaki nesnel gerçekliği analiz etme, düşüme ihtiyacı duymamaktadır. Sovyet gerçekliği; bu ülkede sosyalist inşanın ortaya çıkardığı sosyalist ekonominin nesnel yasaları yazarı pek ilgilendirmemektedir.

Soruna Sovyet pratiği açısından bakalım:

İlk aşama:
Kapitalizmin gelişmişlik, evet olgunluk derecesi sosyalizmin inşasında önemli bir rol oynar. Geri Rusya’da kapitalizmin gelişmişlik derecesi bazılarını bu ülkede sosyalizmin inşa edilebilirliği konusunda şüpheye düşürmüştü. Sadece Bolşevikler, böyle bir şüphe içinde değillerdi. Amaç, sadece eski düzeni yıkmak değil, yenisini kurmak için mücadeleydi. Bu, üstesinden gelinmesi gereken devasa bir görevdi.
Ne yapılması gerektiğini, sosyalizmin nasıl kurulabileceğini Marks, Engels, Lenin ve Stalin genel hatlarıyla belirlemişlerdi. Onların belirlemeleri, aslında bir krokiden öte bir anlam da taşımıyordu.

İkinci aşama ve ekonomik yasaların önemi:
İnşa edilen sosyalizme; Sovyet sosyalist sistemine içten saldırılar yoğunlaşmıştı:
-Tartışmalarda meta üretimi, değer yasası ve para derhal tasfiye edilmelidir ve ürün mübadelesine geçilmelidir görüşünü savunanlar vardı (39).

-Meta üretimi sosyalizmle bağdaşmaz tespiti yapanlar vardı. Bu tespit, tek bir ülkede sosyalizm inşa edilir mi, edilmez mi teorisinin yeni bir versiyonuydu. Bu tespitin arkasından gelen öneri oldukça ilginçtir: Kapitalizme özgü ekonomik kategoriler yeniden geçerli kılınmalıdır; meta olarak iş gücü, artı değer, sermaye, kar, ortalama kar vs.
-Artı değer yasası ekonomide düzenleyici olmalıdır tespitini yapanlar vardı. Burada devlet planlamasına saldırı söz konusuydu. Yani düzenleyici rolünü oynayan merkezi planlama kaldırılmalıdır deniyordu. 

-Tarımsal alandaki teknoloji; makineler vs. (üretim araçları) kolhozlara satılmalıdır tespitini yapanlar vardı. Bu da kırsal alanda toplumsal mülkiyete yönelik bir saldırıydı.

Sosyalizmin inşa pratiğiyle doğrudan ilişkili olan bu soruna; bu koşularda meta üretimi ne olacak sorusuna Marks ve Engels’in çalışmalarında kesin bir cevap yok. Olamazdı da. Çünkü bu, tecrübe analizini gerekli kılıyor. Ve bu tecrübeyi, Marks, Engels ve de Lenin yaşamamışlardı.

Konuya ilişkin olarak Engels, “Anti-Dühring”de şöyle der:
Üretim araçlarının toplum tarafından ele geçirilmesiyle meta üretimi ve böylece de ürünün üreticiler üzerindeki hakimiyeti yok edilir” (40).

Ve Marks da “Gotha Programı Eleştirisi”nde aynı anlayışı şu sözlerle dile getirir:
Üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu ortaklaşa toplum içinde üreticiler, ürünlerini mübadele etmezler. Aynı biçimde, ürünler için kullanılmış iş, burada, bu ürünlerin değeri olarak, onların taşıdığı maddi bir nitelik olarak pek görünmez. Çünkü, şimdi, kapitalist toplumun tersine, bireysel çalışmalar, artık dolaylı bir biçimde değil, toplam çalışmanın bir kısmı olarak doğrudan vardır” (41).

Burada üretim araçlarının hepsinin mi veya bir kısmının mı kastedildiği bilinmiyor. Ama Engels, aynı eserinin başka bir yerinde “üretim araçlarının hepsinin” toplumsallaştırılmasından bahsetmektedir. Bu anlayışına göre Engels, sadece sanayide değil, aynı zamanda tarımda da bütün üretim araçlarının halkın genel mülkiyetine geçmesinden bahsediyor.
Peki Engels, bütün ülkeleri mi kastediyor? Yoksa kapitalizmin tarımda da yeterli derecede gelişmiş olduğu, üretimin yeterli derecede yoğunlaşmış olduğu ülkeleri mi, yani o zaman için gelişmiş kapitalist ülkeleri mi kastediyor? Açık ki, bu türden ülkeleri kastediyor. Çünkü ancak bu türden ülkelerde sosyalist devrimle bütün üretim araçlarına el konabilir.

Anlaşılan o ki, Marks ve Engels, bütün üretim araçlarının toplumsallaşmasını göz önünde tutuyorlardı (42). Yani kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde sosyalizmi göz önünde tutuyorlardı. Ama M. İ. Turan bunu göz önünde tutmuyor; 'Bak, Marks-Engels böyle diyor Stalin ve yazarımız onlar gibi düşünmüyor' demeye getiriyor; Marks-Engels-Lenin ve Stalin arasında bu konuda çözülmesi imkansız bir çelişki keşfediyor!

Peki, o dönemin Rusya’sında ne yapılmalıydı ve bugünkü Türkiye gibi ülkelerde ne yapılmalıdır?
Ekim Devriminin gerçekleştirildiği dönemde Rusya, kapitalizmin çok gelişmiş olduğu bir ülke değildi. Kırsal alanda devasa bir küçük üreticiler yığını vardı. Bu üreticilerin derhal mülksüzleştirilmesi söz konusu olamazdı.
Ama karşımıza şu soru çıkmaktadır: şu ya da bu ülkede ve özellikle bizim ülkemizde, koşullar proletaryanın iktidara geçmesine ve kapitalizmin devrilmesine elverişli ise; eğer kapitalizm, sanayide, üretim araçlarını, bunlara el konulmasının ve topluma devredilmesinin mümkün olduğu noktaya kadar yoğunlaştırmışsa, ancak, kapitalizmin hızlı gelişmesine karşın, tarım, hala, tarım üreticilerinin mülkten tecridinin mümkün görünmediği ölçüde küçük ve orta mülk sahibi üreticiler arasında parçalanmış durumdaysa, proletarya ve onun partisi ne yapmalıdır?
Engels'in formülü bu soruya yanıt vermemektedir. Zaten bu soruya yanıt vermesi gerekmezdi de, çünkü bu formül başka bir soruya karşılık olarak ortaya çıkmıştır, bütün üretim araçları toplumsallaştırıldıktan sonra meta üretimi ne olmalıdır sorusunu yanıtlamaktadır. Böyle olunca, proletaryanın iktidarı ele geçirmesi koşulları olgunlaştığı zaman, bütün üretim araçları değil, yalnızca bir kısmı toplumsallaşmışsa — proletaryanın iktidarı eline alması gerekir mi ve iktidarı ele aldıktan hemen sonra meta üretimini yok etmesi gerekir mi?“ (43).

Sosyalizmde meta üretimi ve buna bağlı olarak değer yasası sorusu ve sorunu budur.

II. Enternasyonal oportünistleri, revizyonizmin babası Bernstein ve Kautsky ve bunların yandaşları, kapitalizmin sanayi ve tarımda farklı gelişmesinden kaynaklanan bu sorundan yararlanarak, kapitalizm, tarımda da yeterli derecede gelişene kadar proletaryanın siyasal iktidardan; sosyalist devrimden vazgeçmesini ve böylece devrimi ertelemesini vaazettiler.

Bu oportünistlerin ötesinde Troçkistler de küçük ve orta köylülüğün; bir bütün olarak küçük üreticilerin mülksüzleştirilmesini savundular. Böylece Troçkistler, proletaryayı en temel müttefiklerinden yoksun kılmanın teorisini geliştirdiler.

Bolşevik Parti, bu her iki yolu; sosyalist devrimi bilinmeyen bir geleceğe erteleyen yolu ve Troçkistlerin sosyalist devrimi imkansızlaştıran cani yolunu reddetti.

Lenin, “Doğal Vergi” ve “Kooperatif Planı” yazılarında nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine ışık tutuyordu.

Kısaca:
1)Proletarya iktidarı ele geçirmek için uygun koşullardan yararlanmalıdır; iktidarı ele geçirmesine hizmet edecek uygun fırsatları değerlendirmeli; devrimi bilinmeyen bir geleceğe ertelememelidir.

2)İktidarı ele geçiren proletarya, sanayide üretim araçlarını halkın genel mülkiyetine geçirmelidir.

3)Kırsal alanda ise proletarya, küçük ve orta köylü üreticileri mülksüzleştirmemelidir; onları tedrici ilerleyen bir süreçte büyük tarım işletmelerinde; kolhozlarda birleştirmelidir.

4)Sosyalist sanayi, mutlaka ve her alanda kurulmalıdır ve böylece kolhozlar da büyük üretimin modern teknik temeliyle donatılmalıdır.

5)Kolhozlar veya grup mülkiyeti bazında birleşen köylü üreticiler mülksüzleştirilmemelidir. Tersine genel halk mülkiyetine geçecek derecede geliştirilmelidir.

6)Şehir ve kırın; sanayi ve tarımın ekonomik birliği için meta üretimi, köylülerin şehir ile ekonomik bağının yegane kabul edilebilir biçimi olarak kavranmalıdır.

7)Bu ilişki biçimi, belli bir dönem sürdürülmelidir.

8)Sovyet ticareti; devlet ticareti ve kolhoz ticareti (kooperatifsel kolektif iktisadi ticaret), bütün kapitalistler meta dolaşımı sürecinden dışlanarak mutlaka geliştirilmelidir.

9)Bu yol, şu veya bu şekilde geniş küçük ve orta köylülüğü olan bütün kapitalist ülkeler için de geçerlidir; Böylesi ülkelerde sosyalizmin zaferi için yegane mümkün yol, bu yoldur (44).

Lenin’in işaret ettiği gibi, köylülük ve işçiler arasında; yani tarım ve sanayi arasında “mübadele”den, “ticaret”ten başka “ekonomik bir bağ” yoktur, olamaz da. Veya Stalin’in dediği gibi, “Kolhozlar, bugün, kent ile ilişkilerinde, metaların alış verişinden, meta değişiminden başka ekonomik ilişkiler kabul etmemekteler”.

SB’de sosyalizmin inşa tecrübesi, bu inşanın, meta üretimi, meta dolaşımı ve değer yasası hesaba katılmadan gerçekleştirilemeyeceğini göstermiştir. Sosyalist inşanın tecrübeleri, “meta üretimi ve meta dolaşımının bir zorunluluk” olduğunu göstermiştir.
Başka türlü ifade edersek: Proletarya diktatörlüğünün, sosyalizmi inşa etmek için para ve ticaretten sistematik olarak yararlanması bir zorunluluktur.

SB’de üretim araçları toplumsal mülkiyetteydi ve iş gücü de meta olmaktan çıkmıştı. Meta üretimi ise kapitalizmden önce de vardı.
Peki sosyalizmde meta üretimi nasıl olmalıydı?
  • SB’de ”özel cinsten meta üretimi“ vardı. Bu, kapitalistlerin olmadığı ortamda bir meta üretimiydi. SB’de ”birleşik üreticilerin -devletin ve kooperatiflerin- metaları“ vardı.
  • SB’de meta üretimi kişisel ihtiyaç maddeleriyle –kişisel tüketim maddeleriyle- sınırlıydı.
  • Meta üretimi, ancak, genel halk mülkiyetinin tam hakimiyeti koşullarında; tüketim maddeleri üzerinde merkezi ve kapsamlı tasarrufun sağlandığında metaya ve paraya ihtiyaç kalmayacağı için kaldırılır.
Özel cinsten meta üretimi“, iki koşuldan dolayı özeldi, özgündü:
Birincisi: kapitalistler olmadığı için kapitalist olmayan meta üretimi.
İkincisi: Metalar, birleşik üreticilerin ürünleriydi.

Tabii ki bu anlayış Marks’ın şu anlayışıyla çelişiyordu:
Kullanım değerleri, birbirinden bağımsız olan özel çalışmanın ürünleri oldukları için meta olurlar” (45).

SB’de ise özel çalışma ancak kolhoz köylülerinin kendi bahçelerinde söz konusuydu. Ama bu, birleşik üreticilerin çalışmasının yanında “devede kulak” bile değildi. Yani SB’nde gerçekten de “özel cinsten bir meta üretimi” söz konusuydu.

5-Sosyalizmde ve değer yasası

Meta ve meta üretiminin olduğu yerde değer yasası da olmalıdır” (Stalin).
Değer yasası, meta üretiminin var olduğu yerde etkide bulunur. Bu yasa, meta mübadelesinin, metada var olan toplumsal zorunlu emeğe tekabül ederek gerçekleştirilmesi demektir.
Diğer ekonomik yasalar gibi değer yasası da, insanların iradesinden bağımsız olarak var olan ve etkide bulunan nesnel bir ekonomik yasadır (46).
Ekonomik gelişmenin yasaları, ekonomi politik yasaları için —ister kapitalist dönem, ister sosyalist dönem söz konusu olsun— aynı şeyi söylemek gerekir. Burada da, doğa bilimlerinde olduğu gibi, ekonomik gelişmenin yasaları, insan iradesinden bağımsız olarak etkilerini sürdüren ve ekonomik gelişme süreçlerini yansıtan nesnel yasalardır. Bu yasaları keşfetmek, onları bilmek ve onlara dayanarak, onları toplumun yararına kullanmak, bazı yasaların yıkıcı etkilerine başka bir yön vermek, etki alanını sınırlamak, kendilerine yol arayan başka yasalara yol açmak mümkündür, ancak, ne var olan yasalar yok edilebilir, ne de yeni ekonomik yasalar yaratılabilir” (47).

Demek ki, bu nesnel yasaları keşfedebiliriz, tanıyabiliriz, belli yasaların yıkıcı etkilerine farklı, başka bir yön verebiliriz, etki alanını sınırlandırabiliriz ve onları toplumun çıkarı için kullanabiliriz.
Bolşevik Parti, dünyada sosyalizmi ilk kez inşa eden toplumun siyasi önder gücü olarak sosyalizmin ekonomik yasalarını keşfetmiş ve sosyalizmin inşasında onları bilinçli olarak kullanmıştır. Bu anlamda sosyalizmde değer yasası sorunu, Stalin tarafından incelenen devasa teorik ve pratik anlamı olan bir sorundur. Stalin, Marksist-Leninist politik ekonomiyi bu alanda da geliştirmiştir.

Kapitalizm koşullarında; üretim araçlarının özel mülkiyette olduğu, üretimde rekabet ve anarşinin hakim olduğu koşullarda değer yasası, üretimde düzenleyicidir. Değer yasasının etkisinin doğrudan sonucudur ki, rekabet içinde sermayenin ve toplumsal emeğin farklı işletmelere ve sektörlere kendiliğinden (spontane) dağılımı gerçekleşir.

Değer yasası kapitalizmde periyodik fazla üretim krizlerine ve üretici güçlerin kıyımına neden olur.
Belirttiğimiz gibi, sosyalizmde meta üretimi, mülkiyetin karakterine bağlı olarak bir zorunluluk olduğu için onun olduğu yerde var olan değer yasası da bir zorunluluktur. Ama etkisi kapitalizmde olduğu gibi değildir.

Sosyalizmde değer yasası, “olamazsa olmaz” koşul değildir ve olamaz da. Çünkü sosyalizmde değer yasasının etki alanı oldukça sıkı bir şekilde sınırlandırılmıştır:

1)Üretim araçlarının özel mülkiyette olmayışı;
2)Sanayide ve tarımda üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olması;
3)Ulusal ekonominin planlı (orantılı) gelişmesi yasasının etkide bulunması ve
4)Planlı ekonomi nedeniyle; bir bütün olarak bu saydıklarımızdan dolayı değer yasasının etki alanı sınırlanır.

Troçki ve Troçkistlerin hiçbir zaman anlamadıkları, değer yasasının SSCB koşullarında geçerli olmasının bir zorunluluk olması ve aynı zamanda kapitalizmde olduğu gibi yaygın bir biçimde etkide bulunmamasıdır. Bu yasa kapitalist ekonomide düzenleyiciydi, ama sosyalist ekonomide düzenleyici olamaz. Bunun nedeni sosyalist ekonomide meta üretiminin yaygın olmamasında; genel anlamda kişisel tüketim sektörüyle sınırlı olmasında aranmalıdır; değer yasası, meta üretiminin olduğu yerde etkide bulunduğu ve sosyalizmde de meta üretimi, tüketim maddeleri üretimi ile sınırlı olduğu için değer yasasının etki alanı, tüketim maddelerinin üretim alanıyla sınırlanmış olur. Sosyalizmde değer yasasının etkisi, sosyalizmin temel ekonomik yasasına ve ulusal ekonominin planlı gelişme yasasına tabidir (48). Diğer bir deyişle: Sosyalizmde meta üretimi alanı ne kadar genişse, değer yasasının etki alanı da o kadar geniştir veya da tersi; sosyalizmde meta üretimi alanı ne kadar sınırlıysa, değer yasasının etki alanı da o kadar sınırlıdır (49).

Sonuç itibariyle tespit edelim:
Sosyalizmde meta üretimi, sosyalist topluma belli bir dönem hizmet eder. Meta üretimi, sosyalist üretimde tali/yardımcı bir rol oynar; sosyalist inşanın sadece bir yardımcısıdır. Sosyalizmde meta üretiminin etki alanı, sosyalizmin ekonomik koşulları, öncelikle de üretim araçlarının toplumsallaşması tarafından sınırlanır. Yani sosyalist inşanın derinleşmesi, meta üretiminin etki alanının giderek daralması anlamına gelir. Ama meta üretimi ve değer yasasının etki alanının sınırlı olması, bunların, sosyalist gelişmenin verili aşamasında zorunlu olmadığı anlamına gelmez.

Mülkiyetin sosyalist kolhoz biçimi (grup mülkiyeti biçimi), küçük köylü özel mülkiyetinden genel halk mülkiyetine (sosyalist devlet mülkiyetine) geçişin tarihsel zorunlu bir biçimidir. Sosyalist inşa sürecinin devam etmesi, derinleşmesi, bu mülkiyet biçiminin ömrünü henüz doldurmadığını gösterir. Bu mülkiyet biçiminin ömrü, sosyalist inşanın derinleşmesine, komünist topluma doğru yaklaşmaya paralel olarak dolar. Bu ömrün dolması, toplumun komünist aşamaya geçmesi anlamına gelir.

Demek ki, toplumsal üretimin iki biçiminden -devlet mülkiyeti ve kolhoz (grup) mülkiyeti- dolayı sosyalist toplumda meta üretimi ve değer yasası vardır ve etkide bulunur. Bu iki temel üretim sektörünün/mülkiyetin yerini, ülkenin bütün tüketim maddelerinin üzerinde tasarruf hakkıyla bütün üretimi kapsayan sektör gerçeklik olduğunda meta üretimi ve onunla birlikte değer yasası da yok olacaktır.

Meta üretimi ve değer yasasının yok olabilmesi için proletarya diktatörlüğü, devlet ve kolhozlar arasındaki ürün mübadelesi sisteminde kolhoz mülkiyetini genel halk mülkiyeti seviyesine çıkaracak ve mülkiyet farklılığını ortadan kaldıracak belirleyici araçlar keşfetmek ve uygulamak göreviyle karşı karşıyadır.
Kolhoz mülkiyetinin ve bu mülkiyetten dolayı söz konusu olan meta üretiminin komünist aşamaya geçişle; üretimin ihtiyaçlara göre paylaşılması ilkesiyle bağdaşmayacağı unutulmamalıdır: SB’nde üretim araçları ülke çerçevesinde (dış ticaret hariç) meta değildi; devlet bunları işletmelere dağıtıyordu. Komünizmde ise bütün ürünler, dolaylı ve dolaysız dağıtıma girerler, yani toplum tarafından tüketilen bütün ürünler, meta olmaktan çıkarlar.

Sosyalizmde meta üretimi var mıydı, yok muyduyu sorusuna verilmesi gereken cevap şudur: Evet vardır, ama mutlaka olmak zorunda değildir. Kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde devrim koşullarında; kırsal alanda küçük üretimin yaygın olmadığı koşullarda sosyalizmde meta üretimi sorunu, kısa zamanda halledilebilecek bir sorundur. Ama Türkiye gibi ülkelerde veya o zamanın Rusya'sında kırsal alanda küçük üretim oldukça yaygındı/yaygındır. Bunun sonucu sosyalizmde sınırlandırılmış meta üretiminin kaçınılmaz olduğudur. Veya sosyalizmde meta üretimi olmaz diyorsanız, örneğin Türkiye'de devrim yapmaya kalkışmanıza gerek yok. Küçük üretim önemsizleşene kadar beklersiniz! Sorun bu kadar açık.

Sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçiş aşamasıdır. Ne diyordu Marks “Gotha Programı Eleştirisi”nde?“Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur“. Açık ki sosyalist toplum, kapitalist toplumun benlerini; birtakım özelliklerini taşıyan toplumdur. Bu anlamda sosyalizmde bu benler, özellikler yok edilir; geçmişe, sınıflı topluma özgü bir şey kalmaz. Sosyalizm bu sürecin; toplumun komünizme geçişinin hazırlığını ifade eden dönemin adıdır. Bu anlamda sosyalist aşamadaki toplum, kapitalizme özgü olan her şeyin yok edildiği toplumdur. Salt bu nedenle SSCB'de sınırlandırılmış bir meta üretiminin olmasında şaşılacak bir yan yoktur.
Troçki ve Troçkistler, koşulların dayatmasının bir sonucu olarak sosyalizmin inşası sürecinde sınırlandırılmış bir meta üretiminin kaçınılmaz olmasını, Marksizm-Leninizmin sosyalizmde meta üretimin varlığını olmazsa olmaz, nesnel bir ekonomik yasa seviyesine çeken bir öğretisi olarak kavrıyorlar. Onların bu kavrayışsızlığı, diğer şeylerin yanı sıra, Bolşevizmle Troçkizm arasında temel bir ayrımdır.

Sosyalizmde meta üretimi ve dolaşımı, değer yasası ve “para ekonomisi” aynı ekonomik yasaların yansıması olduğu için burada “sosyalizmde para” sorunu üzerinde durmaya gerek yok.

Yine de yazarın bu konudaki hezeyanına bir örnek verelim. Şöyle diyor M. i. Turan:
Demek ki Marksizm’e göre sosyalizmde para olmaz. Ama yazarımız tıpkı Stalin gibi Marksizm’le aynı görüşte değildir. Bunu onun şu sözlerinden çıkarıyoruz: “Sosyalizmde meta üretimi ve dolaşımı, para iktisadının (meta-para ilişkilerinin) zorunluğunu da belirler. Meta üretiminin varlığı,
çeşitli biçimlerde değerin de -bu durumda paranın- varlığını ifade eder” (52).
Yazar burada sosyalizmde meta üretiminin varlığını bir kez daha kabul etmektedir. Bunun yanlışlığını göstermiştik. Yazar ayrıca paranın da sosyalizmde işlevini sürdüreceğini söylemektedir. Sosyalizmdeki para ile kapitalizmdeki paranın amacının farklı olduğunu iddia ederek Marksizm’e
karşı çıkmaktadır. Para, paradır. Kapitalizmdeki paradan başka para yoktur.

Marx’ın kapitalizmdeki para ile sosyalizmdeki para gibi bir ayrım yaptığını yazar bize gösterebilir mi? Gösteremez. Çünkü Marx’ın böyle saçma bir görüşü yoktur” (53).

M. İ. Turan ne Marks'ın teorik söylemini ne de Ekim Devrimi ile başlayan pratiği ve bu pratiğin dayatmış olduğu zorunlulukları anlıyor. Yazarın anlamadığı, teorinin ancak ve ancak pratikte doğrulanacağıdır. Bolşevikler, meta sorununda olduğu gibi para sorununda da Ekim Devriminin “vatanı” Rusya koşullarında -Marks'ın öngördüğü gelişmiş kapitalizm koşullarında değil- devrimi ilerletmenin; yani sosyalizmi inşa etmenin yaratıcı uygulamasını gerçekleştirmişlerdir. Bolşevikler, Rusya gerçekliğine sıkı sıkıya sarılarak, Marks'ın teorik saptamasına varana kadar para konusunda hangi süreçlerden geçmek zorunda olduklarını görmüşler ve ona göre hareket etmişlerdir. Aynı durum meta üretimi için de geçerlidir.

M. İ. Turan yukarıya aktardığı sözlerimin üst ve alt kısmına bakmış olsaydı şunları görürdü:
Üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçmesi, sosyalizmin temel ekonomik yasasının oluşmasının ve etkide bulunmasının olmazsa olmaz temel ön koşuludur. Bu ön koşulun gerçekleşmesinin olmazsa olmaz temel ön koşulu da proletarya diktatörlüğüdür.
Proletarya diktatörlüğünün varlığı, sosyalizmin ekonomik yasalarının bir anda oluşması ve etkide bulunmaya başlaması anlamına gelmez. Bu yasalar, sosyalist üretim geliştikçe oluşurlar ve etkide bulunurlar. Bu gelişmeye SB'de meta üretimi ve değer yasası bir örnek oluşturur.

Ekim Devriminden sonra meta üretimini ve dolaşımını, dolayısıyla meta-para ilişkilerini muhafaza etmek bir zorunluluktu. Bunun nedeni, kırsal alanda mülkiyetin toplumsal mülkiyete geçmesinin koşullarının henüz olmamasıydı; küçük üretici olarak köylülüğün ve buna bağlı olarak da pazar, pazar ilişkilerinin; meta üretimi, meta-para ilişkilerinin kaçınılmazlığıydı. Şehir ile kır, sanayi ile tarım arasındaki ilişkide meta üretimi, ekonomik ilişkilerin köylüler açısından yegâne kabul edilebilir biçimiydi.

SB'de, sosyalizmin bütün inşası boyunca bu zorunluluk önemli tartışmalara (Buharin, Troçki) neden olmuştur. Ama her seferinde Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, bu zorunluluğun nesnelliğini gözden kaçırmaksızın hareket etmiş ve bu zorunluluğun sınırlarını, etki alanını daraltmaya çalışmıştır” (54).

6-Sovyetler Birliği’de karşı devrim

Yazarın “Sovyetler Birliği’nde bozulma” başlığı altında ele aldığı bölüm eleştiri yazısının herhalde en “çirkin”, en “demagojik”, tahrifatın en bol olduğu bölüm olsa gerek. Yazarın eleştirdiği, kendi deyimiyle “Kapsamlı bir kitap, büyük boy, 500 sayfa”lık çalışma yedi bölümden oluşmaktadır. Sadece ilk bölümde SSCB'de sosyalizmin sorunları ele alınırken, diğer bölümlerde SSCB'de sosyalizmin inşa sürecinde işlenen hatalar ve bunların sonuçları ele alınmaktadır (55).

Bu çalışma SSCB'de kapitalizmin yeniden inşa sorunları, ekonomide, partide ve toplumda yozlaşma, hatalı gidiş eğilimleri bu bölümlerde oldukça ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Sorunların özellikle 1930'lu yılların ikinci yarısında baş gösterdiği, bunda Stalin'in rolü, yazarın dediği gibi ”Stalin hayran”lığıma rağmen acımasızca eleştirilmiştir. Bu çalışmada nesnel zeminde kalarak Stalin'e yönelik en ağır eleştiriler var. Ama bu, Stalin'i dünya proletaryasının son önderi olmaktan; Marksizm-Leninizme katkı yapmış olmaktan çıkartmaz.

Yazar, SSCB'de kapitalizmin yeniden inşası ile bağlam içinde ele alınan, analiz edilen gerçekleri bir çırpıda yok sayıyor ve Troçki'nin sapkın görüşlerini doğrulamak için her türden çarpıtmayı yapıyor. Bu denli eleştiri dürüstlüğünden yoksunlukla “Sovyetler Birliği’nde bozulma” başlığı altında yöneltilen “eleştiri”lere cevap vermem bekleniyorsa bu, bir yanılgıdır. Yazar “Sovyetler Birliği’nde bozulma” başlığı altında sarf ettiği sözlerin, yaptığı cımbızlamaların bir muhasebesini yapmalı ve o bölümü, içeriğinin ağırlığından hiçbir şey değiştirmeden yeniden yazmalı. İşte o zaman gereken cevabı veririm.

Sonuç itibariyle:
Yazarı kutlamak gerekir. Doğrudan Troçki'yi konuşturmadan SSCB'de sosyalizmin inşası ve geriye dönüş konularında Troçki'nin görüşlerine göre analiz yapmak bir yetenek meselesi olsa gerek. Soruyorum: Neden Tony Cliff'i, şunu bunu öne sürerek Troçkist görüşlere göre değerlendirme yapılıyor da doğrudan Troçki'nin görüşlerine göre yapılmıyor?

Yazar Mehmet İnanç Turan, dünyada sayısız Troçkist “eğilimler”den birisinin anlayışına uygun bir biçimde “SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları” kitabını eleştiriyor. Yazar iki gerçeklikten hareket ediyor: Birincisi, bilumum Troçkist “eğilim”leri bağlayan bir Troçki ve Troçkizm olmadığı için Troçki'yi doğrudan referans almıyor. İkincisi, ne Troçki'nin ne de bilumum Troçkistlerin SSCB üzerine bütünlüklü bir değerlendirmesi vardır. SSCB söz konusu olduğunda daha “IV. Enternasyonal”in kuruluş döneminde birbirlerine düşmüşler, kanlı-bıçaklı olmuşlardır. SSCB değerlendirmesi nedeniyle bölünüp parçalanmışlardır. M. İ. Turan bu gerçeği biliyor ve bu nedenle doğrudan Troçki'yi referans alamıyor, T. Cliff'i, kendi “Troçki”si olarak öne sürüyor. Ama bu durumda da en fazlasıyla T. Cliff “eğilimi” doğrultusunda bir değerlendirme yapmış oluyor. SSCB üzerine Troçkizmin değerlendirmesi budur deme cüretini gösteremiyor. Derse veya aksi taktirde yedi düvelden Troçkist “eğilimler”in acımasız saldırısına maruz kalacaktır (56). Hatta yedi düvelden Troçkist “eğilimler” arasında bu konuyla bağlam içinde bir meydan muharebesine neden/vesile olabilir. Troçkist “eğilimler”in tarihinde bu türden meydan muharebelerinin; 'benim Troçki öyle demiyor, senin Troçkin böyle diyor'un örnekleri çoktur.

Her bir Troçkist “eğilim”, siyaset aleminde egzotik bir topluluğu oluşturur. Etrafınıza şöyle bir bakın. Her bir Troçkist “eğilim”in, grupçuğun; öyle ki, Avrupa'dan Somali'ye Troçkist parti kurmak için gidenlerin de, Troçki'nin Marksizm-Leninizme, SSCB'ye, sosyalizmin inşasına, SBKP(B) ve Stalin'e karşı ürettiği çürük silahları karıştıra karıştıra kendi Troçki'sini bulduğunu ve kendi Troçkizmini oluşturduğunu görürsünüz; Troçkistler, bir Troçki'den çok Troçki; bir Troçkizmden bin bir Troçkizm ortaya çıkartma yeteneğine sahiptirler. Her “eğilim”in kendine göre bir Troçki'si ve Troçkizmi vardı/vardır.

Her bir Troçkist “eğilim”in kendi “24 ayar” Troçki'sini yaratmak için verdiği mücadele, bizzat Troçki'nin “sürekli devrim”i için verdiği mücadeleden kat kat daha önemlidir. Nihayetinde her bir Troçki'nin de yorumlanması gerekir. Bu nedenle her bir Troçkist “eğilim” için önemli olan, Troçki'nin şu veya bu konuda ne düşündüğünden ziyade kendisidir. Önce kendi Troçki'ni oluşturacaksın ve Troçki'nin “eser”lerine -yani orijinal Troçki'ye- kendi Troçki-pencerenden bakacaksın. Gerçeklik böyle. Tam da bu nedenden dolayı günümüzde Troçkizmi tanımlamak, onun bütünselliğinden bahsetmek oldukça zordur. Ama her bir Troçkist “eğilim”in kendi Troçki'sini araması ve oluşturması, sadece bu “eğilim”lerin bir sorunu değildir. Bu “eğilim”ler bu sorunu miras olarak devralmışlardır. O miras, bizzat çelişkinin kendisi olan Troçki'den başkası değildir. Troçki'nin yaşamı bunu göstermektedir. Yani, bir Troçki'den çok Troçki üretmenin maddi zemini bizzat Troçki'nin kendisi olmuştur. Nasıl olmuştur? Troçki'nin ilkesizliği, tutarsızlığı, şu veya bu konudaki yanlışını gecikmeli olarak ve kendini haklı çıkartıcı tarzda düzeltmesi; pişkince yalan söylemesi yeteri karar bilinmektedir. Bir Troçki'den birçok Troçki çıkartılmasının nedeni budur (57).

Troçki dendiğinde Troçkist “eğilim”leri ortaklaştırabilecek noktaların oldukça az olduğunu görüyoruz. Bu durumda Troçki'yi istediğin gibi yorumlayabilirsin, istediğin Troçki'yi dizayn edebilirsin, hatta “orijinal” Troçki'ye karşı kendi Troçki'ni yaratıp sahaya sürebilirsin. Troçkist “eğilim”ler arasındaki görüş ayrılıkları, kendi aralarındaki kıran kırana Troçki-yorumlama mücadelesi bundan başka nasıl açıklanabilir?
Kaç Troçkist “eğilim” varsa, o kadar da “eğilim” başı Troçki vardır. Her bir grup, “24 ayar” Troçkist olduğunu savunur.

Bir Troçkist olarak Mehmet İnanç Turan, bu gerçekleri çok iyi biliyor ve bu gerçeklerden dolayı bizzat Troçki'yi referans almadan kendi Troçkizmi doğrultusunda “SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve
Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları” çalışmamı eleştiriyor. Ama yazarın bu yöntemi Troçki hakkında bir değerlendirme yapmamız önünde bir engel değildir.
Burada “DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!” - TROÇKİ - “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ“ makale dizisinden bir derleme sunacağım:

Troçki Hakkında Ne Biliyoruz?
Troçki ve Troçkizm hakkında ne biliyoruz diye kendime çok defa sormuşumdur. Lenin ve Stalin'in yazılarından, SBKP(B)-Tarihi'nden anlatılanların ötesinde Troçki ve Troçkizm hakkında pek fazla bilgimizin olmadığı açıktır. Troçki ve Troçkizmi dolaylı biçimde öğrendik, eğer buna öğrenme denirse. Troçki, kendi yazıları okunarak, analiz edilerek, eğitim çalışmalarının konusu yapılarak ele alınmamıştır. Öyle ki, teorik dergilerimizde Troçki ve Troçkizm üzerine şu veya bu biçimde kapsamlı, en azından bir teorik dergi çerçevesinde kapsamlı bir araştırma ve analiz de hatırlamıyorum. Kendi çabasıyla konu üzerine çalışanların olması; bilenin, bilmeyene bir parça anlatması da sorunun özünde bir şey değiştirmez. Birçok konuda olduğu gibi Troçki ve Troçkizm konusunda da “yarım yamalak” bilgilerle siyasi olarak büyüdük...

Yöntemsel ve felsefi açıdan dünkü Troçkizmle bugünkü Troçkizm arasında bir fark yoktur. Dün de bugün de Troçkizmin temel özelliği iradeci subjektivizmdir. Varoluşunun her döneminde Troçkizm, nesnel koşulları analiz etme yeteneğinden yoksun olduğunu sergilemiştir; bu nedenle ulusal ve dünya çapında devrimlerin gelişme koşullarını, devrimlerin farklı gelişme aşamalarını görme yeteneğine sahip değildir. Dün olduğu gibi bugün de Troçkizm, ilkesizlik abidesi olduğunu sergilemiştir; yalpalamak, bir uçtan diğerine savrulmak, eklektizm Troçkizmin temel özelliklerindendir.

Siyasi ve ideolojik alanda dünkü ve bugünkü Troçkizm arasında hiçbir fark yoktur: Marksizm-Leninizme karşı mücadele Troçkizmin var oluş iksiridir. Dün olduğu gibi bugün de Troçkizm, Lenin ve Leninizme, sonrasında da Stalin'e, onun öğretisine ve SSCB'de sosyalizmin inşasına karşı düşmanlık içinde varlığını sürdürmüştür. Bu düşmanlık bugün bütün şiddetiyle sürdürülmektedir. Troçkizm, Marksizm-Leninizme ve onu kendinde simgeleştiren Stalin ve SSCB'de sosyalizmin inşasına karşı düşmanlığıyla işçi sınıfı ve emekçi yığınları revizyonizme ve oportünist, sınıf uzlaşmacı anlayışlara karşı mücadelesinde silahsızlandırmayı amaçlamaktadır. Troçkizmin revizyonizme karşı mücadele diye bir derdinin olmaması, her koşul altında ve hemen her konuda Marksizm-Leninizm ve Stalin'le uğraşıyor olması, onun esas amacının ne olduğu konusunda oldukça öğreticidir.
Leninizm olmasaydı, Troçkizm olmazdı ve Stalin olmasaydı Troçkizm de gelişemezdi; yani Stalin önderliğinde SBKP(B)'nin mücadelesi, SSCB'de sosyalizmin inşası olmasaydı Troçkizm de gelişemezdi. Burada önemli olan, Stalin'in Troçkizmi işçi hareketi içinde bir akım olmaktan çıkarak yabancı ülkelerin istihbarat örgütlerine hizmet eden, yıkıcı, zarar verici faaliyette bulunan bir çeteye dönüştü değerlendirmesi değildir. Troçkistler bundan alınmışlardır diye düşünüyorsanız fena halde yanılmış olursunuz. Onları ilgilendiren, var oluşlarının ve gelişmelerinin Stalin'in varoluşuna ve SSCB'de sosyalizmin inşasına bağlı olduğudur. Aradan on yıllar geçmesine rağmen Troçkizmin hala bütün şiddetiyle devam eden bu düşmanlığının nedeni ne olabilir? Neden Troçkizmi geliştiremiyorlar? Neden dönüp olaşıp aynı hikayeleri anlatıyorlar ve yenilenemedikleri için de sürekli bölünüp parçalanıyorlar? Bunların üzerine düşünmek lazım.

SSCB'de revizyonizmin iktidara gelmesinden bu yana Troçkizm, sınıf mücadelesinin temel sorunlarında, Marksizm-Leninizmi çarpıtmada Sovyet modern revizyonizmden pek farklı şeyler söylememiş, revizyonist hareketleri desteklemiştir.

İdeolojik bakımdan Troçkizm kime daha yakındır, kim ile akrabadır diye soracak olursak, bu sorunun cevabı sosyal demokratizmdir denebilir. Troçki, Lenin'e karşı mücadele ederek ve aynı zamanda Menşevikleri destekleyerek Rus işçi hareketi içinde boy göstermişti. Onun bu anlayışında, dolayısıyla Troçkizmin bu ideolojik özelliğinde değişen bir şey olmamıştır. Sosyal demokrat burjuvazinin, ideologlarının Troçki hayranlığı da Troçkzmin bu özelliğini bildiklerinden dolayıdır. Sosyal demokratlar Troçki'yi sevimli, en iyi “Bolşevik olarak lanse ederler. Sosyal demokratların gözünde Troçki “kadri bilinmemiş, “ihanete uğramış, “mağdur “Bolşevik önderdir. Sürgündeki Troçki'nin en büyük destekçileri, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı olmamıştır. Onun en büyük destekçileri arasında sosyal demokratlar başta gelmekteydi. Menşeviklerden arta kalanlar da onun yanındaydı. Bu unsurlar yurt dışında “Troçki'nin kurtarılması için fon oluşturmuşlar, ülkeden kovulmasına bayağı üzülmüşlerdi. Öyle ki, Troçki'nin sürgüne gönderilmesine “Robespierr'in idamıyla eş anlamlıdır demişlerdi. Emperyalist burjuvazi Troçki'yi “Avrupa demokrasisinin şövalyesi olarak değerlendirdi. Emperyalist burjuvazi, bir kullanma aracı olduğu için bir gün işe yarar diye Troçkizmin yeniden doğuşunun yolunu açtı. Troçki, o “yudas” sevimlileştirildi. Burjuva ve revizyonist basın, haini “büyük bir devrimci”ye, “Ekim'in mimarı”na, “ciddi bir anti-stalinist”e dönüştürdü.

Troçki'nin “politik devrim” anlayışı kapitalist dünyada yankısını buldu. Emperyalist dünya burjuvazisi için sosyalizmi yıkmaya soyunan, bunun için “devrim” teorisi geliştiren birisi ortaya çıkmıştı. Troçki'nin bu yönlü, SSCB'de “devrimin ihanete uğradığını” ele alan yazıları taktirle karşılandı.

Burjuva tarih yazımında Troçki, Ekim Devriminin birinci önderi gösterilmediği durumda Lenin ile aynı seviyede önder olarak gösterilmektedir. Dünya burjuvazisine göre Rusya'da devrimci mücadelenin sahnesine Troçki gibi bir şahsiyet çıkıyordu; “Ekim Devriminin son derece önemli önderi”. Sanırsınız bunu Troçkistler söylüyor. Hayır, bu değerlendirme gerici Andenauer hükümetine (Almanya) aittir. Batı Alman burjuvazisine göre Troçki, “komünizmin en önemli teorisyeni”dir (58).
Burjuva tarih çarpıtıcıları için komünizme, sosyalizme, Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde Troçki, bitmez tükenmez bir kaynak olmuştur. Bir örnek: “Kızıl Ordu'nun yaratıcısı” Troçki; “Kendi yaratımı olan Kızıl Ordu'nun başkomutanı” Troçki (59).

Troçki, bir eklektizm klasiğidir, bir ideolojik karmaşadır. Onun görüşlerinde bütünsellik yoktur. Troçki'de bir parça oradan bir parça buradan; bir parça Marksizmden, bir parça -ama daha çok- Menşevizmden, sosyal demokratizmden; burjuva ideolojiden bulabilirsiniz. Troçki'yi bugün sağda -örneğin Menşeviklerin (oportünistlerin) yanında- görebileceğiniz gibi yarın en uç solda görebilirsiniz.

Troçki'nin siyasi çizgisi devşirmedir; oradan bundan alınmış anlayışlardır; bu nedenle Troçki baştan beri eklektizmin bir “ustası”ydı. Marksizmden bahsederken dahi, görüşlerine oportünist düşünceler damgasını vururdu. Lenin'den bahsederken de Menşevikçe düşünürdü. Ondaki “Bolşevizmi” birazcık kaşırsanız karşınıza Menşevizm çıkar. Ondaki Marksizm, Leninizm sadece ve sadece söylemdeydi ve onu da işine yarıyorsa dillendirirdi; ona düşüncede ve eylemde oportünizm yol göstermekteydi. Troçki'nin tutarsızlığı, ilkesizliği, savrulması başka nasıl açıklanabilir?

Çelişkinin bizzat kendisi olan Troçki'nin bu özellikleri kaçınılmaz olarak 1920'li yıllarda çizgileşti. Ve Troçki, Troçkizme dönüştü. Bu siyasi çizgi, komünist ideoloji olamazdı; Marksizm-Leninizm olamazdı. Bu siyasi çizgi Marksizm-Leninizme karşı mücadele sonucunda gelişmiştir. Bu nedenle Troçkizmin varoluş iksiri Marksizm-Leninizme düşmanlıktır.

Troçkizm nesiz olamaz diye sorarsanız, bunun cevabının iki olgudan oluştuğunu görürsünüz: Troçkizm, Marksizm-Leninizm olmaksızın, Stalin ve sosyalizmin inşası olmaksızın olamaz. Troçkizm, Marksizm-Leninizme, Stalin'e, SSCB'de sosyalizmin inşasına düşmanlık temelinde vardır. Bu, onun varoluşunun iki olgusundan biridir. İkincisi ise Troçkizm burjuva ideoloji, özellikle de sosyal demokratizm, reformculuk olmaksızın var olamaz. Troçkizm ideolojik gıdasını buradan almaktadır. Bu demektir ki, kapitalizm var olduğu müddetçe, sosyal demokratizm; burjuva ideoloji var olduğu müddetçe ve Marksizm-Leninizm de mücadelesini sürdürdüğü müddetçe Troçkizm de var olacaktır. Bunu kafamıza koymalıyız. Ve bu anlamda Marksizm-Leninizmle her türden burjuva ideoloji arasındaki mücadelede olduğu gibi, Troçkizm -bu küçük burjuva ideoloji- arasındaki mücadelenin tarihin gerilerinde kalması ancak ve ancak dünya çapında kapitalist sistemin yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıyla mümkün olacaktır.

Troçki'nin en belirgin özelliği ilkesizliktir. Onun bütün yaşamı ilkesizlik üzerine kurulmuştur. Onun bu özelliğini bilmek için mutlaka onunla yakın ilişkide olmaya gerek yoktu. Yazılarını okumak da yeterlidir. Bütün yazılarında, otobiyografik olduğu için Troçki'yi ve ilkesizliğini görebilirsiniz. Tabii ki, onu yakından tanıyanların, izleyenlerin anlatımları da var. Örneğin bunlardan biri de eski “Bundcu” Libor, ikinci parti kongresinden sonra şu değerlendirmeyi yapar: “Çeşitli ilkeleri, duruma uygunluğuna bağlı olarak etiket gibi çekip çıkartır”. Bunun Türkçesi, “nabza göre şerbet” vermektir; ortama göre “ilke” değiştirmektir. Demek ki Lenin, Troçki'ye boşuna “hain”, “hergele” dememiş (60).
Troçki ve Troçkistlere, Troçkizm kavramını veya olgusunu kim buldu diye sorsanız, en azından “dil alışkanlı”ğından dolayı düşünmeden Stalin derler. Stalin, Troçki ve Troçkistlerin ruhudur, canıdır, en değerli varlıklarıdır, var oluş nedenidir; evet, yaşam iksiridir. 
 
Troçki varlığını önce Lenin'e sonra da Stalin'e borçludur. Stalin olmasaydı, acaba Troçkizm olur muydu? Stalin olmaksızın Troçkizm olmaz. Stalin'siz Troçki, “Stalinizm”siz Troçkizm düşünülemez. Eğer bir “Stalinizm” varsa -Troçkizm var diyor- o da Marksizm-Leninizmdir. Stalin sadece ve sadece bu öğretiyi pratikte uygulamış ve uygulamadan hareketle de teoride geliştirmiştir. Troçki ve Troçkizm nezdinde onun bütün “günahı”, “caniliği” budur; Marksizm-Leninizmi geliştirmektir.

Troçki tarihte gelmiş geçmiş en büyük, en militan “Leninist” ve “Stalinist”tir!
Troçki'nin bütün siyasi yaşamı, başarısızlığın ve hüsranın özetidir.
Yoksa değil mi?

Böylece “Üstâd”ı; hem “Marksist” hem “Leninist” hem de “Bolşevik” Troçki'yi, sürekli devrimci, Ekim Devriminin “özü, çehresi ve ruhu” Troçki'yi, “Mont Blanc'ın aydınlatan zirvesi”, Batı burjuvazisinin “Kızıl Napolyon”u Troçki'yi, “Bolşevik-Leninist”, “esin kaynağı”, “biricik önder” Troçki'yi bir daha “yâd etmek” fırsatını verdiği için yazar Mehmet İnanç Turan'a teşekkür ederim.

Kasım 2015
*

Kaynaklar:

1) “Devrimci Marksizm”, sayı 23, s. 130.

2) Bkz.:
- İbrahim Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayınları, 2011.

- İbrahim Okçuoğlu; “DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA - TROÇKİ - “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ”, Makaleler 1-19, Ekim-Aralık 2012. ibrahimokcuoglu.blogspot.com

-İbrahim Okçuoğlu; “YENİ” DÜŞÜNCELER, Haziran 2012. ibrahimokcuoglu.blogspot.com

3)Bkz.: Troçki; “Die permanente Revolution” - “Sürekl Devrim”, Almanca baskıya önsöz.

4)Stalin;“Aksi halde, Ekim'de iktidarı almanın ve Ekim Devrimini yapmanın bir anlamı olmazdı. Çünkü, şu ya da bu mülahazayla tam sosyalist toplumun kurulması olanağı ve zorunluluğu dışlandığında, Ekim Devrimi de anlamını yitirir. Her kim tek ülkede sosyalizmin kurulma olanağını yadsıyorsa, o zorunlu olarak Ekim Devriminin haklılığını da yadsımak zorundadır. Ve tersine: Her kim Ekim'e inanmazsa, o kapitalist kuşatma koşulları altında sosyalizmin zaferi olanağını da kabul edemez. Ekim'e inançsızlık ile ülkemizde sosyalist olanakları kabul etmeme arasında sıkı ve doğrudan bir bağıntı vardır” (C. 7, s. 101).

5)Stalin; C. 9, Türkçesi; s. 29, 31, 32.

6)Bkz.: L. Trotzki; “Die internationale Revolution und die Kommunistische Internationale", Verlag Die Vierte Internationale 1929, 1970, s. 65.

7 )Stalin; C. 7, s. 178.
Swerdlow-Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada (1925) Stalin dünya devrimini, sosyalizmin inşasını ve müdahale tehlikesini ele alır. Bu bağlamda şunları söyler:
Dolayısıyla, söz konusu olan, dolaysız yüz yüze olduğumuz bir müdahale değil, kapitalist bir çember var olduğu sürece, genelde bir müdahale tehlikesinin de mevcudiyetini koruduğudur. Müdahale tehlikesi olduğu sürece ise, savunmamızın çıkarı için, her yıl yüz milyonlarca ruble harcamak zorunda olduğumuz bir ordu ve bir donanma tutmak zorundayız. Ama ordu ve donanma için her yıl milyonlarca ruble harcamak ne demektir? Kültürel ve ekonomik inşa için harcamalardan bu oranda bir kısıntı yapmak demektir. “Vurgulamaya gerek yok ki, eğer bir müdahale tehlikesi olmasaydı, bu meblağları ya da en azından onların büyük bir kısmını, sanayiyi güçlendirmek için, tarımı ıslah etmek için, örneğin genel ilkokula devam mecburiyeti hakkında bir reformun uygulanması için vs. harcayabilecektik. Müdahale tehlikesiyle bağıntılı olarak inşa çalışması alanında güçlükler bundandır.
Bu güçlüğün, onu tüm diğer güçlüklerden ayıran karakteristik özelliği, onu aşmanın yalnızca bize bağlı olmamasıdır, onun ancak ülkemizin ve tüm diğer ülkelerin devrimci hareketinin ortak çabalarıyla bertaraf edilebilecek olmasıdır”.

8)Lenin, aktaran Tony Cliff, Kuşatılmış Devrim, Cilt 3, çev. Berna Kutluğ, Z Yayınları, 1996, s. 136.

9)Mehmet İnanç Turan , Agd, s. 131/132.

10)Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, s. 422.

11)Mehmet İnanç Turan , Agd, s. 133.

12)Mehmet İnanç Turan , Agd. s. 133/134.

13)İbrahim Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayınları, 2011, s. 455 ve 119.

14)Mehmet İnanç Turan , Agd. s. 134/135.

15)Leo Trotzki, “Geschichte der russischen Revolution”, C. 2, ikinci ek, “Tek ülkede sosyalizm?”.

16)Marks-Engels Toplu Eserleri (Bundan sonra METE); C. 7, s. 89/90.

17)METE; C. 28, s. 507/508.

18)METE; C. 19, s. 28.

19)Stalin; C. 6, s. 330/331- “Die Oktoberrevolution und die Taktik der russischen Kommunisten”.

20)İbrahim Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayınları, 2011, s. 29.

21)Mehmet İnanç Turan , Agd. s. 136.

22)Mehmet İnanç Turan , Agd. s. 136.

23)Lenin, Anarşizm ve Anarkosendikalizm, çev. Sevim Belli, Sol Yayınları, 1979, s. 409.

24)Mehmet İnanç Turan , Agd., s. 137.

25)METE; C. 19, s. 20, “Gotha Programının Eleştirisi”.

26)METE; C. 19, s. 20, “Kritik am Gothaer Programm”.

27)METE; C. 19, s. 21, “Kritik am Gothaer Programm”.

28)L. Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale, (Das Übergangsprogramm)”, s. 24. Türkçesi; s. 42.

29)METE; C. 19, s. 21, “Kritik am Gothaer Programm”.

30)Mehmet İnanç Turan , Agd., s. 138.

31)Mehmet İnanç Turan; Agy.

32)İ. Okçuoğlu;A.g.e., s. 339, 356.

33)İ. Okçuoğlu;A.g.e., s. 340.

34)Mehmet İnanç Turan, Agd., s. 139.

35)Friedrich Engels, Anti Dühring, çev. Kenan Somer, s. 313, 487.

36)İ. Okçuoğlu; A.g.e., s. 219.

37) Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 447.

38)Mehmet İnanç Turan, Agd., s. 140.

39)Bkz.: Stalin; C. 12, “Başarı Sarhoşluğuna Kapılmamak” yazısı.

40)METE (Engels); C. 20, s. 265, “Anti-Dühring”.

41)METE (Marks;Marks; Gotha Programı Eleştirisi); C. 19, s. 19/20.

42)Bu konuda Stalin:
Engels'in formülünü tahlil edelim. Bu formül, toplum tarafından bütün üretim araçlarının mı, ya da yalnızca bir kısmının mı ele geçirilmiş olduğunu, yani bütün üretim araçlarının mı ya da yalnızca bir kısmının mı halkın mülkiyeti altına girdiğini belirtmediğinden, onu tümüyle açık ve belirgin sayamayız. Demek ki, Engels'in bu formülünü iki biçimde anlamak mümkündür.
Engels, Anti-Dühring'in bir başka kısmında "bütün üretim araçlarının", "üretim araçlarının tümünün" ele geçirilmesinden söz etmektedir. Öyleyse Engels, 'formülünde, üretim araçlarının bir kısmının değil, tümünün ulusallaştırılmasından, yani yalnızca sanayide değil, aynı zamanda tarımda da üretim araçlarının halka mal edilmesinden söz etmektedir.
Sonuç olarak, Engels, kapitalizmin ve üretimin yoğunlaşmasının yalnızca sanayide değil, aynı zamanda tarımda da, ülkenin bütün üretim araçlarının kamulaştırılmasına ve bunların halkın mülkiyetine geçmesine olanak sağlayacak ölçüde gelişmiş bulunduğu ülkelerden söz etmektedir. Böylece, Engels, bu ülkelerde bütün üretim araçlarının toplumsallaştırılmasına paralel olarak meta üretiminin de kaldırılması gerektiği kanısındadır. Bu, kuşkusuz, tamamen doğrudur.
Geçen yüzyılın sonunda, Anti-Dühring'in yayınlandığı dönemde, kapitalizmin gelişmesinin ve üretimin yoğunlaşmasının, proletaryanın iktidarı eline geçirmesi halinde, gerek sanayide, gerek tarımda, ülkenin bütün üretim araçlarının halkın mülkiyetine geçmesine ve meta üretiminin tasfiye edilmesine olanak sağlayacak ölçüde geliştiği tek ülke olarak İngiltere vardı” (Stalin; C. 15, s. 263/264, “SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”).

43)Stalin; agk., s. 264/265.

44)Sadece, sanayiye nazaran tarımda kapitalizmin nispeten geri geliştiği ülkelerde değil, gelişmiş kapitalist ülkelerde de Lenin’in bahsettiği “ekonomik bağ”, “ticaret” ve “mübadele” söz konusudur (Bkz.: Stalin; C. 11, s. 125-138, Komintern Programı Üzerine).

45)Karl Marks; Kapital, C. I, s. 87.

46)“Marksizm, —ister doğa yasaları, ister ekonomi politik yasaları olsunlar—bilim yasalarını, insan iradesinden bağımsız olarak etkilerini sürdüren, nesnel süreçlerin yansımaları olarak anlar. Bu yasaları keşfetmek, tanımak, incelemek, onları eylemlerimizde hesaba katmak, toplumun yararına işletmek mümkündür, ancak bunları değiştirmek ya da yok etmek mümkün değildir.
Hele yeni bilimsel yasalar oluşturmak ya da yaratmak tamamen olanaksızdır” (Stalin; C. 15, s. 256, “SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”

47)Stalin; agk., s. 257.

48)Stalin; agk., s. 271, 273/274.
Bu demek midir ki, değer yasası, bizde, kapitalist düzende olduğu kadar yaygın bir biçimde etkide bulunmaktadır, değer yasası bizde üretimin düzenleyicisi olmaktadır? Kuşkusuz hayır. Gerçekte, bizim ekonomik sistemimizde değer yasası etkisini sıkı bir biçimde sınırlanmış bir çerçeve içerisinde gösterir,… bizim düzenimizde meta üretimi, etkisini sınırlı bir çerçeve içerisinde gösterir. Değer yasasının etkisi için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Kuşkusuz, üretim araçlarının özel mülkiyetinin olmayışı ve bunların kentte de, kırda da toplumsallaştırılmış bulunmaları, değer yasasının etki alanını ve üretim üzerindeki etki derecesini sınırlamak zorundadır.
Ulusal ekonomimizde, üretimdeki rekabet ve anarşi yasasının yerini almış bulunan uyumlu (orantılı) gelişme yasası, aynı doğrultuda etkide bulunur.
Yıllık ve beş yıllık planlarımız ve genellikle ulusal ekonominin uyumlu gelişmesi yasasının gereklerine dayanan tüm ekonomik politikamız da aynı doğrultuda etkilerini gösterir.
Bütün bu olgular, birlikte ele alınırsa, değer yasasının etki alanının, bizde, sıkı bir biçimde sınırlı bulunduğunu ve düzenimizde değer yasasının, üretimde bir düzenleyici rol oynayamayacağını tanıtlar”

49) Değer yasası kişisel tüketim maddelerinin mübadelesini (değişimini) etkiler. Emekçi yığınların parasal gelirlerinin miktarı göz önünde tutulursa, satın alabilecekleri tüketim maddelerinin miktarının bu metaların fiyat seviyesine bağlı olduğu görülür. Ama değer yasasının bu etkisi spontane değildir. Kapitalizm koşullarında olduğu gibi değildir. Sosyalist ekonomide değer yasasının spontane etkide bulunma koşulları yoktur. Çünkü sosyalist ekonomide meta sürümünün kapsam ve yapısı devlet ve kooperatif ticaretinde planlı olarak belirlenir.

Sosyalist ekonomide değer yasası, düzenleyici olmamasına rağmen üretim üzerinde etkide bulunur (50). Bunun nedeni, üretim sürecinde işgücü tüketiminin karşılanması için gerekli olan tüketim maddelerinin meta olarak üretilmeleri ve satılmalarıdır. Yani bu maddelerin üretimi ve satımı, meta üretimi ve dolaşımı anlamına gelir. Tam da burası; bu maddelerin üretimi ve dolaşımı, değer yasasının etkide bulunduğu alanlardır.

Değer yasası, meta dolaşımına etkide bulunduğu gibi, tüketim maddeleri bazında üretime de etkide bulunur (51).

Sosyalizmde ürünlerin üretimi için harcanan iş miktarı, değer ve onun biçimleriyle ölçülür. Bu nedenden dolayı sosyalist işletmeler, değer yasasını dikkate almaksızın çalışamazlar. Değer yasasının dikkate alınması, emek ve tüketimin ölçüsü üzerinde kontrol için devletin elinde bir araçtır; bir kontrol aracıdır.
Sosyalist işletmelerde değer yasasının dikkate alınması, hesaplama yapmak için zorunludur. Bu, işletmelerin zarar mı yaptıklarının veya kar mı yaptıklarının tespiti için zorunludur. Bu, maliye organlarının iktisadi planların yerine getirilip getirilmediğini denetlemeleri için zorunludur.

50)“Ancak değer yasasının etkisi, yalnızca metaların dolaşım alanı ile sınırlanmaz. Değer yasası, üretim alanında da etkilidir. Değer yasasının sosyalist üretimimizde düzenleyici bir rol oynamadığı doğrudur. Buna karşın üretimi etkilemektedir ve üretimin yönetiminde onu hesaba katmak gereklidir” (Stalin; agk., s. 271).

51)“Gerçek şudur ki, bizde, üretim sürecinde işgücü sarfiyatını karşılamak için gerekli tüketim ürünleri, değer yasasının etkisine bağlı metalar olarak üretilmekte ve gerçekleştirilmektedir. Değer yasası, özellikle o alanda üretimi etkilemektedir. Böyle olunca, malî özerkliğin ve verimliliğin, maliyet fiyatının, fiyatların vb. işletmelerimizde bugün güncel bir önemi bulunmaktadır. Bu yüzdendir ki, işletmelerimiz, değer yasasından vazgeçemezler ve vazgeçmemelidirler“ (Stalin; agk., s. 271/272).

52)İbrahim Okçuoğlu, a.g.e., s. 333.

53)Mehmet İnanç Turan, Agd., s. 141/142.

54)İbrahim Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları, Akademi Yayınları, 2011 , s. 332/333.

55)
BÖLÜM I
SSCB’DE SOSYALİZMİN İNŞASI

BÖLÜM II
SOVYETLER BİRLİĞİ’NDE SOSYALİZMİN YIKILMASI VE KAPİTALİZMİN YENİDEN İNŞASI ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

BÖLÜM III
SOVYETLER BİRLİĞİ'NDE SOSYALİZMİN ZAFERİNİN ÜÇ YANLIŞ YORUMU

BÖLÜM IV
ADINI DOĞRU KOYALIM!
REVİZYONİZM KAPİTALİZMDİR
REVİZYONİST POLİTİK EKONOMİ
BURJUVA POLİTİK EKONOMİDİR

BÖLÜM V
ADINI DOĞRU KOYALIM!
SOVYET EKONOMİSİNİN SINIFSAL KARAKTERİ
GERÇEKLER VE DEMAGOJİ

BÖLÜM VI
MERKEZİ PLANLAMA VE İKTİSADİ MUHASEBE

BÖLÜM VII
ADINI DOĞRU KOYALIM!REVİZYONİST-BÜROKRATİK KAPİTALİST SİSTEM

56)Bu konuda bkz.: İbrahim Okçuoğlu; “DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA - TROÇKİ - “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ”, özellikle makale 16 ve 19, Ekim-Aralık 2012. ibrahimokcuoglu.blogspot.com).

57)Burada “DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA - TROÇKİ - “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ”çalışması kastedilmektedir, Ekim-Aralık 2012: Bkz.:İbrahim Okçuoğlu; ibrahimokcuoglu.blogspot.com).

58)Bkz.: SBZ von A–Z, “Ein Nachschlagebuch über die sowjetische Besatzungszone Deutschlands”, Yayımlayan: Ministerium für gesamtdeutsche Fragen, Bonn 1963, s. 481.

59)Harry Wild; “Trotzki”, rororo, bildmonographien, 2006, s. 36 ve 86.

60)Bkz.: Lenin; Mektuplar, C. II, 1905-1910, s. 186-187. G. J. Zinovyev’e yazdığı 24 Ağustos 1909 tarihli mektup - “Hergele” Rusçadan Almancaya “Schuft” olarak çevrilmiş. Bunun Türkçe karşılığı da “itoğlu it”, “hergele”, “eşşoğlu eşek”. En uygun olanının “hergele” olduğunu düşünüyorum.