TROÇKİZMİN
VAR OLUŞ “İKSİRİ”, MARKSİZM-LENİNİZME DÜŞMANLIKTAN
İBARETTİR!
“SOSYALİZM VE STALİN
ÜZERİNE BİR KİTAP” ELEŞTİRİSİNE CEVAP
“Devrimci
Marksizm”in 23. sayısında (İlkbahar 2015) “SSCB’de
Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları”
adlı çalışmamda (İbrahim Okçuoğlu; Akademi Yayınevi, 2011)
ele alınan bazı konuları eleştiren bir makaleye yer verilmiş.
Eleştirinin bir Troçkist cenahtan geldiğini unutarak biraz da
heyecanlanmıştım. Ne de olsa, eleştiri öğreticidir kültürüyle
yetişmiş birisi olarak, yeni bir şeyler öğrenebileceğimi
düşünmüştüm. Sonrasında, bu eleştiri Troçkist bir cenahtan,
kullanımını çok sevdikleri kavramla ifade edersek “eğilim”den
geldiğine göre Troçki ve bilumum Troçkistlerin yaşam iksiri olan
bildik savların tekrarından başka bir şey olamayacağı aklıma
geldi. Yanılmamışım. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nde
(SSCB) sosyalizmin inşası, proletarya diktatörlüğü ve
sosyalizmle bağlam içinde Troçki'nin görüşleri belli bir
Troçkist “eğilim” tarafından bir kez daha sıralanmış.
Marksist-Leninist
olmak, değişimi analiz edebilmek ve sürekli, eskinin içinden
doğan yeniyi görebilmek ve ona göre hareket edebilmektir. Bu, doğa
ve toplumdaki gelişmelere eleştirel ve özeleştirel bir yaklaşımın
esas alınmasıdır. Ama Troçkistlerde böyle bir anlayış yoktur;
kendilerini var eden, yaşam iksirleri olan Marksizm-Leninizme, SSCB
nezdinde sosyalizme, Stalin'e düşmanlıkla siyasal varlıklarını
sürdürmekteler. Bu nedenle Troçkistler
aynı demagojiyi tekrarlamaktan bıkmıyorlar. Marksist-Leninistler
de doğruları söylemekten yorulmayacaklar.
Eleştirisine
“mülayim” başlayan yazar (Mehmet İnanç Turan), sonraları
hırçınlaşıyor, evet “çirkinleşiyor”; tahrifatta,
demagojide sınır tanımıyor. SSCB'ne, Stalin'e eleştirel
yaklaşımımı; bence en ağır eleştirilerimi görmek istemiyor;
sadece Troçki'nin tezlerinin doğrulanabileceğine inandığı
anlayışları, bağlamından kopartarak cımbızlıyor. Bir örnek:
“Yazar tıpkı Stalin gibi tek ülkenin sınırları içinde
sosyalizmin kurulacağına inanıyor. Sosyalizmin ancak evrensel
ölçekte kurulabileceğini kabul etmiyor” (1). Oradan bir
cümle, buradan bir cümle alır ve bunları birleştirirseniz,
varmak istediğiniz sonuca vardığınıza inanabilirsiniz. Bu
yöntemle Marks'ı Marks olmaktan, Engels'i Engels olmaktan, Lenin'i
Lenin olmaktan, Stalin'i Stalin olmaktan, evet Troçki'yi de Troçki
olmaktan rahatlıkla çıkartabilirsiniz. Mehmet İnanç Turan böyle
bir yöntem kullanarak bir yere varabileceğini sanıyor.
Yazar
eleştirdiği kitabı gerçekten anlamak için okumuş, analiz etmiş
olsaydı “Stalin hayranı” ve “Troçki düşmanı”
olmadığımı rahatlıkla anlayabilirdi. Sorunun hayranlık veya
karşıtı olarak düşmanlık olmadığını; nesnel gerçekliğin
ne olduğunu anlamaya ve bu anlamda da Stalin ve Troçki'nin
düşüncelerinin tarihsel açıdan kıymet-i harbisinin ne olduğunu
tespit etmeye çalışmak olduğunu görürdü. Yazar böyle bir
anlayıştan; kişilerin tarihsel rollerini materyalist açıdan
değerlendirmekten oldukça uzaktır; biraz özeleştirel olsaydı
Stalin'in dünya proletaryasının bir önderi olduğunu,
Marksizm-Leninizmi geliştirmiş, onu zenginleştirmiş bir önder
olduğunu; buna karşın Troçki'nin de siyasal yaşamının belli
bir aşamasından sonra karşı devrimci olduğunu; emperyalist
burjuvazinin “kızıl Napaolyon”u olduğunu ve siyasal
varlığını da ancak ve ancak Marksizm-Leninizme, SSSCB'nde
sosyalizme ve Stalin nezdinde Bolşevik Partiye karşı mücadele ile
sürdürdüğünü görebilirdi. Görmemiş...!
Yazarın
söylediklerini, daha doğrusu “cımbızla çekme” maharetini bir
kenara bırakalım ve bir Troçkistin Troçkizmi, en azından
sosyalizm bağlamında nasıl algıladığına ve anlattığına
bakalım. Burada, yazarın eleştirisinde ele aldığı konu
başlıklarına göre hareket edeceğim ve eleştirdiği konular
bağlamında Marksizm-Leninizmin temel görüşleri ile buna karşı
mücadelede Troçkizmin temel savları arasındaki farkları
göstermeye çalışalım.
Diğer
taraftan şunu da söyleyeyim. Bu yazı, şimdiye kadar bu konu
üzerine yaptığım çalışmalardan bir derlemedir (2). Yazardan
yapılan alıntılardaki bütün vurgulamalar da yazara aittir.
1-Tek
ülkede sosyalizm
Lenin-Stalin
önderliğinde Bolşevik Parti ile Troçki arasında sosyalizmin
inşası konusunda uzlaşmaz çelişki şuydu: Troçki, Sovyetler
Birliği'nin geleceğini; sosyalizmin inşasını dünya çapında
sosyalist devrimin gelişmesine bağlıyordu. Bolşevikler ise, Ekim
Devrimini dünya devrimin bir bileşeni olarak görüyorlar;
Avrupa'da beklenen devrimlerin gerçekleşmesiyle yalnız
kalmayacaklarına inanıyorlardı. Olmadı, o zaman “zayıf
halka” Rusya, Ekim Devrimiyle kapitalist dünya ekonomisinden
koparıldı ve Bolşevikler geri bir ülkede bütün zorluklara
rağmen sosyalizmi inşa etme veya geriye dönme ikilemiyle karşı
karşıya kaldılar.
Troçki
ve Troçkistlerin hiçbir zaman anlamadıkları konulardan birisi de
tek ülkede sosyalist devrim ile dünya devrimi arasındaki
diyalektik bağdır. Bu diyalektik bağı en iyi kuranların,
kavrayanların ve uygulayanların başında Lenin ve Stalin gelir.
Kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının işlerliğinin sonucu olan
bu diyalektik bağ, açıktan reddedilmese de, Troçki ve Troçkistler
tarafından sürekli göz ardı edilmiş, yok sayılmıştır.
Yazar,
savunulan tezlerin mantıksal yapısını bir kenara atarak istediği
sonuçları doğrulayacak anlayışlar oluşturuyor. Örneğin
“Yazar tıpkı Stalin
gibi tek ülkenin sınırları içinde sosyalizmin kurulacağına
inanıyor. Sosyalizmin ancak evrensel ölçekte kurulabileceğini
kabul etmiyor... Demek ki yazara göre 1930’lu yıllarda Sovyetler
Birliği’nde sosyalizmin kesin zaferi sağlandı”.
Bu kadar basit; hangi anlamda kullanıldığına bakmaksızın yazar
tek ülkede sosyalizmi kurduruyor, sosyalizmin evrensel ölçekte
kurulabileceğine inanmadığımı açıklıyor ve 1930'lu yıllarda
SSCB'de sosyalizmin kesin zaferinden neyin anlaşılması gerektiğini
de bir kenara itiyor. Bu da yetmiyormuş gibi bir de “Yukarıdaki
görüşten... yazarın tek ülkedeki sosyalist devrim ile tek ülkede
kurulacak sosyalizmi (birbirine) karıştırdığını!” anlıyoruz
diyor.
Troçki'ye
göre tek tek ülkelerde devrim ve sosyalizm, tek tek ülkelerle
sınırlı kalındığı müddetçe, yani dünya devrimi
gerçekleşmediği müddetçe kapitalizme geri dönüş
kaçınılmazdır. Bu anlayışa göre tek tek ülkelerde devrimi
gerçekleştirmek, sosyalizmin inşasına girişmek anlamsızdır.
'Bu bir zorunluluktur, ama yine de anlamsızdır. Çünkü eninde
sonunda kapitalizme geri dönülecektir' (3).
Lenin
ve Stalin önderliğinde Bolşevik Partiden, evet
Marksizm-Leninizmden bu konu bağlamında şunu öğreniyoruz: Tek
veya birkaç ülkede devrim ve sosyalizmin inşası kapitalizmde
eşitsiz gelişme yasasının doğrudan bir sonucudur; bir
kaçınılmazlıktır, zorunluluktur. Bu nedenle tek tek ülkelerde
devrim ve sosyalizmin inşası, dünya çapında sosyalizme doğru
ilerleme sürecinin bir adımı olarak görülmelidir.
Ekim
Devriminden sonra Bolşevikler, başka ülkelerde beklenen
devrimlerin gerçekleşmemesinden dolayı sosyalizmi inşa etmeye,
tek ülkede inşa etmeye başlamak zorunda kalmışlardı.
Bolşeviklerin, Ekim Devrimini dünya devriminin başlangıcı, ilk
adımı olarak görmeleri, Troçkizmi hiç ilgilendirmemiştir,
ilgilendirmiyor. Bolşevikler, Troçki ve yandaşları gibi,
mücadelenin önüne dikilip, yaptığımız gericiliktir, buharlaşıp
yok olmaktır, yeniden kapitalizmle bütünleşmektir dememişler;
sosyalizm uluslararası sonlanır diye mücadeleden vazgeçmemişlerdi.
Evet, evet, buharlaşmayı göze almışlardı! Buharlaşmadılar ama
sonraki dönemde, tek ülkede sosyalizm olmazdan dolayı değil,
kendi hatalarından dolayı yenilmişlerdi.
Yazarın
ve bilumum Troçkist “eğilmler”in tek ülkede devrim ve dünya
devrim konusunda sürekli unuttukları veya bilinçli olarak göz
ardı ettikleri en önemli olgu şudur: Eşitsiz gelişme yasası
geçerli olduğu müddetçe dünya devrimi, tek tek ülkelerde
-“zayıf halka” veya “halkalar”da- devrimlerin
ve bölgesel devrimlerin ürünü olacaktır.
“Proleter
Devrimin Askeri Programı” yazısında (1916) Lenin, “sosyalizm
bütün ülkelerde aynı zamanda zafere ulaşamaz. Önce bir veya
birkaç ülkede zafere ulaşacaktır, diğer ülkeler belli bir dönem
burjuva veya burjuva öncesi (koşullarda)
kalacaktır” diyordu.
[Yeri
gelmişken: Mehmet İnanç Turan, “1930’lu yıllarda
Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kesin zaferi sağlandı“yla
beni eleştireceğine daha 1916'da, Ekim Devriminden bir sene önce
“sosyalizm bütün ülkelerde aynı zamanda zafere ulaşamaz.
Önce bir veya birkaç ülkede zafere ulaşacaktır” diye
“hayal gören” Lenin'i eleştirse daha doğru yapmış olmaz
mıydı?]
Lenin'in,
kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasından hareketle formüle ettiği
bu anlayıştan Troçki ve Troçkistler hangi sonuçları
çıkartıyorlar? Troçki'ye göre bu durum geçicidir, yani tek
ülkede proleter devrim, ancak ve ancak geçici olabilir. Bu
geçicilik durumu birkaç denklemi beraberinde getiriyor:
Birinci
denklem: Ya başka ülkelerde devrimler olmazsa ne olacak?
İkinci
denklem: Ya Sovyetler Birliği'nde olduğu gibi “geçici
durum” uzun süre devam eden sürece dönüşürse ne olacak?
Üçüncü
denklem: Başka ülkelerde proleter devrimler olmazsa geriye mi
dönülecek, yani yeniden kapitalizme mi dönülecek?
Troçkizmin
cevabı hazır: Kapitalizmin hakim olduğu dünyada, hele hele
sermayenin tamamen uluslararasılaştığı günümüz koşullarında
geçici de olsa ulusal çerçevede kalan bir sosyalizm olamaz. Bu
durumda tek ülkede sosyalist devrim yapanın anlamı yoktur. O halde
başka ülkelerde de devrimin koşulları hazır olana kadar
beklenmesi gerekir!
Troçki
ve Troçkistler, Ekim Devriminin dünya devrimi açısından önemini
anlamamakta ısrarlılar.
Ekim
Devriminin uluslararası önemiyle ilgili olarak konumuzla bağlam
içinde şu tespit yapılmalıdır:
-Ekim
Devrimi, dünya devriminin ilk aşamasını, ilk basamağını
oluşturur; dünya devriminin yolunu açmış ve bu anlamda dünya
devriminin gelişmesi için devasa bir üs olmuştur.
-Ekim
Devrimi, kapitalist dünya sistemine kafa tutmanın, o devasa
kapitalist/emperyalist okyanus içinde dünya emperyalist sisteminin
yıkamadığı tek ülkede mücadele sonucunda kurulan yeni sistemi,
sosyalizmi ifade eder.
Ekim
Devriminin bu önemini Troçkistler göz ardı ederler. Neden göz
ardı ederler? Ekim Devriminin salt bu özellikleri Troçki'nin tek
ülkede sosyalizmin zaferi mümkün değildir teorisini ve aynı
zamanda tek ülkede sosyalizmin zaferi salt ulusal bir gelişmeyi
ifade eder anlayışını çürütmektedir.
Ekim
Devrimini anlamsızlaştırmak için Troçki aktif mücadele
etmiştir. Troçki'nin Leninist devrim teorisine, SSCB'ye, tek ülkede
sosyalizmin inşasına karşı mücadelesi aslında Ekim Devrimini
anlamsızlaştırma mücadelesidir.
“RKP(B)'nin
XIV. Konferansı Çalışmalarının Sonuçları Üzerine”
konuşmasında Stalin diğer şeylerin yanı sıra Ekim Devrimiyle
tek ülkede sosyalizmin diyalektik bağını kurar ve hangi
koşullarda Ekim Devriminin anlamsızlaşacağını açıklar (4).
Troçki
ve Troçkistler, tek ülkede devrim ile dünya devrimi arasındaki
bağı kurmaktan da acizdiler. Bu acizlik belli bir noktadan sonra
bilinçli eyleme dönüştü; SSCB'de sosyalimin inşasına karşı,
proletarya diktatörlüğüne karşı uluslararası burjuvazinin
saflarında mücadele ederek karşı devrimci olmuşlardır.
Ulusal
ve uluslararası burjuvaziye karşı mücadele sorununun başta
Stalin olmak üzere Bolşevik Parti tarafından sık sık ele alınmış
olması, Troçki ve yandaşlarını hiç ilgilendirmemiştir. Bu
tartışmalara Troçki ve Troçkistler de katıldılar, ama hiçbir
şey öğrenmediler. Bu mücadeleden neden yenik çıktıkları
üzerine dahi düşünmediler.
Komünist
Enternasyonal'in Yürütme Komitesi'nin VII. Genişletilmiş
Plenumu'nda Stalin “ulusal”
burjuvaziye, uluslararası burjuvaziye karşı mücadele sorununu bir
daha ele alır ve muhalefeti eleştirir. Şunları söyler:
“SSCB'de
sosyalizmi kurma sorunu, kendi, "ulusal" burjuvazimizi
yenmenin bir sorunu iken, sosyalizmin nihai zaferi sorunu,
uluslararası burjuvaziyi yenmenin bir sorunudur. Parti, tek ülkenin
proletaryasının, kendi gücüyle, uluslararası burjuvaziyi yenecek
durumda olmadığını söylemektedir. Parti, tek ülkede sosyalizmin
nihai zaferi için, uluslararası burjuvaziyi yenmenin veya en
azından tarafsızlaştırmanın zorunlu olduğunu söylemektedir.
Parti, bu görevin ancak birçok ülkenin proletaryası tarafından
çözülebileceğini söylemektedir. O nedenle, şu ya da bu ülkede
sosyalizmin nihai zaferi, en azından birkaç ülkede proleter
devrimin zaferi anlamına gelir.
Parti,
SSCB proletaryasının "ulusal" ve uluslararası
görevlerinin bütün ülkelerin işçilerinin kapitalizmden
kurtuluşu ortak göreviyle kaynaştığından, ülkemizde
sosyalizmin inşasının çıkarlarının bütün ülkelerin devrimci
hareketinin çıkarlarıyla tümüyle ve bütünüyle ortak bir çıkar
halinde —bütün ülkelerde sosyalist devrimin zaferi—
kaynaştığından yola çıkmaktadır”.
SSCB'de
sosyalizmi inşa etmek, bütün ülkelerin işçilerinin ortak
davasını savunmak demektir, sermaye üzerinde zaferi sadece SSCB'de
değil, bütün kapitalist ülkelerde de kazanmak demektir, çünkü
SSCB'de devrim, dünya devriminin bir parçasıdır, onun başlangıcı
ve gelişmesi için temeldir” (5).
Durum
böyleydi. Troçki ise kendi görüşünü doğrulamak için; yani
tek ülkede devrimci güçlerin mücadelesiyle uluslararası
burjuvazinin üstesinden gelinemeyeceğini, dolayısıyla tek ülkede
sosyalizmin zaferinin mümkün olmayacağı teorisini kanıtlamak
için Lenin'den topladığı alıntılarla “Tek Ülkede
Sosyalizm” yazısını
hazırladı (“Ekim Devrimi”
kitabının eki, ayrıca kitapçık olarak da basılmıştır). Bu
kitapçığı okumanızı öneririm. Troçki, Lenin'in görüşleriyle
Lenin'i çürütmeye çalışıyor. Lenin'in tek ülkede sosyalizm
teorisine karşı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor, tek ülkede
sosyalizmin hangi nedenlerden dolayı bir zorunluluk olduğunu
atlıyor. Anlamından, konunun esas içeriğinden kopartılarak
toplanan alıntılar, o halleriyle dahi, Lenin'in ve dolayısıyla da
Stalin'in tek ülkede sosyalizmin zaferiyle sosyalizmin dünya
çapında nihai zaferi arasındaki farkı göz ardı etmediklerini
göstermektedir. Öyle ki, topladığı alıntılarda bir taraftan
SSCB'de sosyalizmin zaferinden söz edilirken, diğer taraftan da
sosyalizmin dünya çapında zaferinden -nihai zaferinden-
bahsedilmesine rağmen Troçki, kendi görüşünü doğrulamak için
desteksiz atmaya devam ediyor.
Troçki,
ancak Lenin'in ölümünden sonra tek ülkede devrim ve dünya
devrimi; tek ülkede sosyalizmin inşası konusunda; tek ülkede
sosyalizmin inşası ile diğer ülkelerde devrimlerin diyalektik
bağı konusunda Lenin'in de kendisi gibi düşündüğü yalanını
uydurmuştur. Troçki'nin hezeyanlarının tersine Lenin'in dünya
devrimi teorisinde SSCB'de sosyalizmin zaferinin dünya devrimci
hareketine büyük bir itilim kazandıracağı anlayışı çok
önemli bir yere sahiptir. Ve SSCB sosyalist ülke olduğu dönemde
bu doğrultuda mücadele etmiştir.
Lenin,
SSCB'yi kapitalist dünyadan bağımsız yapmak ve böylece
proletarya diktatörlüğünü iç ve dış sınıf düşmanlarına
karşı güçlü bir savunma mekanizmasıyla korumak için bütün
güçlerin seferber edilmesini talep etmiştir. Sosyalizmi inşa eden
SSCB'nin varlığı, “diğer ülkelerde devrimin gelişmesi,
desteklenmesi ve sürdürülmesi için bir ülkenin yapabileceğinin
azamisidir”
diyen de Lenin'dir. Lenin, Rus devrimini proleter dünya
devriminin önemli bir bileşeni, “yegane uluslararası taktiği”
olarak görüyordu. Bütün ülkelerde işçi kitleleri bilmelidir
ki, Rusya'da bütün dünya devriminin yazgısı belirleniyor
diyen de Lenin'den başkası değildir. Yine SSCB'de sosyalizmin
zaferi kendine yeterlilik, amaç değildir; bu ülkede proletarya
zafer kazanınca, kapitalistler mülksüzleştirilince, sosyalist
üretim örgütlenince başka ülkelerde işçi sınıfı ve
emekçilere yardıma koşan, onları her bir duruma uygun araçlarla
destekleyen ülke olacaktır diyen de Lenin'dir.
SSCB'de
sosyalizmin inşası ve dünya devrimi diyalektik bir bütündür;
biri diğerini dışlamıyor, yadsımıyor. Bunun böyle olduğunu
Lenin ve Stalin sürekli vurgulamışlardır. Ne Lenin ve ne de
Stalin, SSCB'de sosyalizmin inşası uğruna dünya devriminden
vazgeçmişlerdir. Ne Lenin ne de Stalin tek ülkede devrimi ve
sosyalizmin inşasını -somutta da Rusya'da devrimi ve sosyalizmin
inşasını- 'kendine yeterli bir değer' olarak
görmüşlerdir. Aksine Rusya'da devrimi ve SSCB'de sosyalizmin
inşasını diğer ülkelerde devrimlerin hızlandırılması için
bir üs olarak görmüşlerdir. Hatta Troçki bile SSCB'nin
kapitalist dünyada mücadele edenler için, dünya devrimi için bir
üs olduğunu inkar etmez (6).
Gerek
Lenin, gerekse de Stalin, tek ülkede sosyalizmin inşasının, diğer
ülkelerde devrimler gerçekleşmediği için bir zorunluluk olduğunu
ve tek ülkede inşa edilen sosyalizmden sadece o ülke işçi sınıfı
ve emekçilerinin çıkarı olmadığını, aksine bütün ülkelerde
işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarı olduğunu sürekli
vurgulamışlardır.
Başta
Troçki olmak üzere o dönemdeki “sol” muhalefeti devrime
kazanmak için mücadele edenlerin, çaba harcayanların başında
Stalin gelir; Bolşevik Parti, Troçki ve yandaşlarının yıkıcı
faaliyetlerini bilmelerine rağmen Stalin'in telkinleriyle affedici,
öğretici, kapsayıcı olmuştur. Öyle ki, tek ülkede devrim ve
sosyalizmle dünya devrimi arasındaki diyalektik bağı açıklamak
için denenmedik yöntem bırakmamışlardır. Bolşevikler, dış
müdahale tehlikesinden kaynaklı güçlükleri, karşı karşıya
kalınan zorlukları; bunların inşa çalışmasını ne deni
zorlaştırdığını döne döne anlatmışlardır. Bu güçlükleri
tek başımıza aşamayız; onları aşmak sadece bize bağlı
değildir; bunlar “ancak ülkemizin ve tüm diğer ülkelerin
devrimci hareketinin ortak çabalarıyla bertaraf edilebilecek
olmasıdır” (7) diyerek Stalin bir ilkokul çocuğunun
anlayabileceği sadelikle tek ülkede devrim, sosyalizmin inşası ve
dünya devrimi arasındaki diyalektik bağı anlatmaya çalışmıştır
1925'te Swerdlow-Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada. Stalin'in
tek hatası, Troçki'nin bir ilkokul öğrencisi ve başkalarından
öğrenme diye bir derdinin olmadığını anlamamış olmasıydı!
Diğer
şeylerin yanı sıra ne diyor Stalin bu konuşmasında? Stalin diyor
ki, müdahale tehlikesinin dayattığı silahlanmadan dolayı
sosyalist inşa için olanaklarımız azalıyor, müdahale tehlikesi
olmasa sosyalizmin inşası daha da fırtınalı olur. Devamla
Stalin, sosyalist inşanın tamamlanması için bütün imkanların
hazır olmasına, diğer ülkelerdeki sosyalist devrimlerin
zaferinden sonra müdahale tehlikesinin ortadan kalkmasına bağlıdır
diyor. Görüyoruz ki, SSCB'de sosyalizmin inşasıyla diğer
ülkelerde proleter devrimlerin gerçekleştirilmesi diyalektik bir
bütünü oluşturmaktadır.
SSCB'de
sosyalizmin inşasının dünya devrimine, diğer ülkelerdeki sınıf
mücadelesine hizmet etmektedir düşüncesi Stalin'in pek çok
açıklamasında yer alır.
Kapitalist
gelişmesi geri bir ülkede gerçekleştirilen Ekim Devrimi,
Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinde beklenen devrimlerin
gerçekleşmemesinden dolayı o zamana kadar tarihte yaşanmış her
toplumsal altüst oluşta gündeme gelen zorluklardan daha kapsamlı
ve karmaşık zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmıştı.
Devrimi,
sosyalist inşayı sürekli yükselen düz bir hat üzerinde
geliştirmek imkansızdı. Bu nedenle bazen geri adım atmak,
uzlaşmak, tavizler vermek kaçınılmazdı. Bolşevik Parti,
kapitalist toplumun sosyalist topluma bir günde dönüştürülemeyeceği,
bunun uzun bir süreç olduğu ve bu süreçte saymakla bitmez
sorunların üstesinden gelinmesi gerektiği bilinciyle hareket
ediyordu. Bolşevik Parti, Ekim Devriminin yanı sıra başka
ülkelerde de devrimlerin gerçekleşmesi durumunda kapitalist
toplumun sosyalist topluma dönüştürülmesinin bir anda
kolaylaşmayacağını, yine de zor ve uzun süren bir süreçten
geçileceğini de sürekli vurgulamıştır. Her halükarda sosyalist
toplumu oluşturma süreci, kapitalist toplumdan kalma olguları
tamamen ortadan kaldırma ve yeni insanın yetişmesi sürecidir.
Başta
Troçki ve Troçkistler olmak üzere SSCB içindeki ve dışındaki
her türden revizyonist ve oportünist çevre, SSCB'de sosyalizmin
inşasını uluslararası devrimin bir sorunu olarak görmemek için
adeta yemin etmiş, bu inşa sürecinde ortaya çıkan hata ve
eksiklikleri abartarak ve acımasızca karşı propaganda olarak
kullanmıştır.
Sonuçta,
Bolşeviklerin başka ülkelerde proleter devrim beklentisi
gerçekleşmedi ve Sovyetler Birliği'nde proleter devrim uzun süren
geçici bir durum oldu veya geçicilik süreklilik arz eden sürece
dönüştü. Aynı zamanda Troçki'nin beklediği “Sovyet
Cumhuriyeti'nde proletarya diktatörlüğü belki askeri bir
müdahale ile bağlam içinde kaçınılmaz olarak kendi iktisadi
çelişkilerinin kurbanı olacaktır” da
gerçekleşmedi. Ve nihayetinde Bolşevikler -isteseler de
istemeseler de- sosyalizmi tek ülkede ulusal sınırlar çerçevesinde
inşa etmek zorunda kaldılar. 1917'den II. Dünya Savaşı sonuna
kadarki dünya sosyalizm tarihi böyle bir süreçten geçmiştir.
Buna Troçki'nin bile itirazı olamaz.
Tek
ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisi kapitalizme geri
dönüş teorisidir.
Gerçekler,
en iyi açıklamalardan daha güçlüdür. Gerçek yaşamdan kopuk
teori olmaz. Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı
teorisi de yaşamdan kopuk bir teoriydi. Bu teorinin günlük yaşamda
uygulanmasının nasıl olabileceğini düşünmek gerekir. Hadi,
diyelim ki Troçki ve o zamanki hempaları, SSCB'de -tek ülkede-
sosyalizmin inşasına karşı mücadelelerinden dolayı başlarını
kaşıyacak zaman bulamadıkları için kendi teorilerinin -tek
ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmayacağı teorisinin-
pratik uygulamasının nasıl olacağını düşünmemiş
olabilirler. Ama ya günümüzdeki Troçkistler, imkansızlığını
kanıtlamak için mücadele edecekleri bir devrim olmadığına göre,
düşünmek için ömür boyu zamanları var. Neden bunun sonuçları
üzerine kafa yormuyorlar?
Tek
ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisinin mantıksal
sonucunun ne olacağını anlatmaya çalışalım. Bu teorinin
uygulanması sonucunda siyasi iktidarı ele geçiren ve kendi
diktatörlüğünü kuran proletarya ve müttefikleri, geri çekilmek
ve siyasi iktidarı devirdikleri eski hakim, sömürücü sınıflara
geri vermek zorunda kalacaklardı. Burada “kem küm” etmenin,
geçiş programından, dünya devriminden bahsetmenin hiçbir anlamı
yok. Tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmayacağı
teorisine göre -mücadeleye bu teorinin savunucularının önderlik
etmeleri durumunda- “kazara”
siyasi iktidarı eline alan proletarya, bu iktidardan kaynaklanan
gücünü iktidardan uzaklaştırdığı sömürücü sınıfların
sınıfsal yapısını, varlık nedenlerini; kapitalist sistemi
yıkmak için kullanmazsa; yani tek ülkede sosyalizmin inşası için
mücadele etmezse, geriye dönmekten, yıktığı kapitalist düzene
geri dönmekten başka yapacağı bir şey, yürüyeceği bir yol
kalmaz. İsterseniz durumu biraz Troçkistlerin lehine yontalım ve
muzaffer proletaryanın belli bir süre iktidarda kalarak beklemeye
geçtiğini; işleri “rölantiye alarak”
dünya devimini kollamaya; dört gözle dışarıdan gelecek yardımı
beklemeye başladığını düşünelim. Ama bu durumda olan
proletarya sonsuza dek -abartmayalım, ülkenin ve uluslararası
koşulların seyrine bağlı olarak en fazlasıyla bir, iki sene
diyelim- bekleyemez. Somutlaştırmak için de Ekim Devrimine
Lenin'in değil de bizzat Troçki'nin önderlik ettiğini ve devrim
teorisinin de tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün
olamayacağı teorisi olduğunu düşünelim. Bu durumda Ekim
Devrimi, Troçki'ye rağmen yapılmış olacaktı. Ama sonra ne
olacaktı? Troçki tek ülkede sosyalizm inşa edilmez, bu bir
“ulusal sosyalizm”dir,
“gericilik”tir,
“ütopya”dır
diyerek dışarıda, Avrupa'nın birkaç ileri ülkesinde
gerçekleşecek proleter devrimleri; dünya devrimini bekleyelim
önerisini yapacaktı. Diyelim ki, dediği kabul edildi ve proletarya
diktatörlüğü beklemeye başladı. Hala bekliyor olması gerekmez
miydi? Evet, evet Troçki rahmete kavuşur, onun yerine başka
Troçki'ler geçerdi ve toplum birkaç nesil değiştirirdi, ama
bekleme sürüyor olurdu! Tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün
değildir, Rusya gibi geri bir ülkede sosyalizm ancak diğer
ülkelerden gelecek destekle, dünya devriminin gerçekleşmesiyle
mümkün olur anlayışının somut sonucu işte budur.
Ekim
Devriminden sonra kurulmakta olan SSCB'de somut durum nasıldı?
Dünya devrimi bir yana, diğer ülkelerde beklenen proleter
devrimler gerçekleşmedi. Bunun ötesinde dünya çapında gerici
güçler, I. Dünya Savaşının sarsıntılarını atlatmaya
başladılar. Bu gelişmeler olurken SSCB, Troçki'nin aklına uyarak
bekleseydi, kendi konumunu güçlendirmek için adımlar atmasaydı
acaba ne olurdu? Kurulmakta olan Sovyet iktidarı sadece geri
çekilmek zorunda kalmazdı, gerici güçler -kapitalist dünya-
tarafından ezici bir yenilgiye uğratılırdı. Her iki durumda da
-beklemek ve yenilgi- eski sömürü koşullarına geri dönmek
demektir; bekleme durumunda gönüllü, yenilgi durumunda da acı bir
geri dönüş söz konusu olurdu. Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin
inşası mümkün değildir teorisinin pratik sonucu budur.
Yoksa
değil midir Mehmet İnanç Turan ?
2-Geçiş
toplumu ve sosyalizm
Şimdi
Troçki'nin en ilginç; eşi endamı görülmemiş teorisine gelelim.
Onun bu teorisi pek bilinmez; en azından Troçkizmi genel anlamda
eleştirenler tarafından bilinmez. Sanılır ki, Troçki de aynen
Marks, Engels, Lenin ve Stalin gibi düşünür; Marksizm-Leninizm
ile yoğrulmuştur, III. Enternasyonal ve Bolşevik Parti
çizgisindedir ve proletarya diktatörlüğü ile sosyalizmin
inşasını bir ve tek süreç olarak görür. Bu konuda Troçki'nin
dünya proletaryasının önderleri; Marksizm-Leninizm öğretisi ile
hiçbir ilişkisinin olmadığını açıklamaya çalışalım.
Yazar
M. İ. Turan şöyle diyor:
“Yazar
(İ. Okçuoğlu kastediliyor)
kapitalizm ile sosyalizm arasındaki geçiş toplumu ile sosyalizmi
karıştırıyor. Önce Marksizmin soruna nasıl baktığını ortaya
koyalım.
Kapitalizmle
sosyalizm arasında bir geçiş döneminin olması ve bunun
proletarya iktidarına denk düşmesi kaçınılmaz bir olgu. Her
ülke için bu süre değişik olsa da, tüm uluslar için geçerli.
Bu dönemi atlayıp sosyalizme direkt ulaşmak mümkün değil.
Sosyalizmin
ustalarının kapitalizmden sosyalizme geçişle ilgili olarak bir
geçiş döneminden ve yeni toplumun ‘uzun doğum sancıları’ndan
söz etmiş olmaları nedensiz değildi.
Marx
ve Engels, kapitalizmden sosyalizme geçişin kaçınılmaz olarak
uzun doğum sancıları eşliğinde yaşanacağını sürekli
söylemişlerdir (8).
Bu
geçiş dönemine ne diyeceğiz? Bu dönem içinde hem sosyalist
üretim ilişkileri, hem de kapitalist üretim ilişkileri var.
Komünist üretim ilişkileri doğuyor, kapitalist üretim ilişkileri
ölüyor. Bu toplum, iki temel üretim tarzı arasında (kapitalist
ve komünist) bir geçiş oluşturuyor. İkisinden de parçaları
içeriyor. Proletarya erkte olduğu için, komünist üretim
ilişkileri daha önde. Komünizme ilerleyebilmek için kapitalist
ekonomik parçanın tasfiyesi gerekiyor.
Bu
geçiş döneminde; üretim araçları sermayeden koparılmış, meta
üretim ilişkileri var, ama planlama egemen, özgür-birleşik
üreticilerin toplumsal mülkiyeti yaratılmaya, sınıflar
kaldırılmaya çalışılıyor. Bu geçiş toplumu için sosyalist
üretim tarzı ya da kapitalist üretim tarzı demek mümkün değil.
Spesifik bir üretim ilişkisi görüyoruz. Kapitalist ve sosyalist
ekonomik biçimler uyuşmuyorlar, ama birlikteler. Spesifik üretim
ilişkisinde bir çelişki var. Bu geçiş toplumuna, komünist
üretim tarzı anlamında “sosyalist düzen” diyemeyiz. Olsa olsa
sosyalizme yönelmiş, komünist üretim tarzını hâkim üretim
biçimi yapmaya çalışan bir toplumsal formasyondan bahsedebiliriz.
Geçiş toplumuna sosyalizm demek teorik olarak yanlış. Bunu böyle
görenlerin sosyalizm teorisini karmakarışık etmesi mümkün”
(9).
Yazar
burada adını yanlış koyarak proletarya diktatörlüğü altında
sosyalizmin inşa edilme sürecini anlatıyor, ama bunun sosyalizm
olmadığını, ancak sosyalizme bir geçiş olduğunu söylüyor. Bu
tespitini neyle açıklıyor, kanıtlamaya çalışıyor diye soracak
olursak, önümüzde -aslında yazarın önünde- kocaman bir boşluk
görüyoruz. Burada -Engels, Lenin ve Stalin'i bir kenara bırakalım-
en çok Marks'a sarılması gerekir. Ama Marks'tan da yararlanamıyor;
örneğin bir Gotha Programı'ndan bahsetmiyor vs.
Yazara
göre kapitalizmle sosyalizm arasında bir geçiş dönemi var ve bu
da proletarya iktidarına denk düşüyor. Yani henüz daha
sosyalizme gelmedik ve anlaşılan o ki, o tarafa doğru proletarya
diktatörlüğü altında ilerleyeceğiz. İlerleyelim...
Yazarın
mantığına göre devam edelim:
“Lenin,
haklı olarak şöyle diyor, 1921’de yazdığı makalede:
“Sanırım,
Rusya’nın iktisadi düzeni sorununu tartışan hiç kimse, bu
ekonominin geçiş ekonomisi olma niteliğini yadsımamıştır. Ne
de, sanırım, herhangi bir komünist, ‘Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti’ teriminin bugünkü ekonomi düzeninin sosyalist bir
düzen olduğunu değil, Sovyet hükümetinin sosyalizme geçişi
başarma azmini ifade ettiğini yadsımıştır.
Ama
geçiş sözcüğü ne anlama gelir? Bir ekonomiye uygulandığı
şekliyle, bugünkü düzenin hem kapitalizmin hem de sosyalizmin
unsurlarını, parçalarını, kırıntılarını kapsadığı
anlamına gelmez mi? Bu anlama geldiğini herkes kabul edecektir”
(10).
1921'de
sosyalizmin inşasından bahseden yoktu ve Bolşevikler iktidarda
kalabilme mücadelesi veriyorlardı (iç savaş). O zaman Yeni
Ekonomi Politika'dan (NEP) bahsediliyordu; ekonomiyi nasıl
canlandırabiliriz üzerine tartışlıyordu.
Olsun,
biz yine de yazarın mantığına göre hareket edelim. Bakalım
nereye varacağız.
“Lenin,
bu geçiş toplumunu, komünist üretimin egemen olduğu bir toplum
olarak görmüyor. Yine Lenin, bu geçiş toplumunun
kaçınılmazlığını, her ülke için uzun ya da daha kısa
evrensel olarak geçerli olduğunu kabul ediyor. Sol Komünizm, Bir
Çocukluk Hastalığı isimli eserinde, bu geçiş toplumunu kimsenin
atlayamayacağını, İngiltere gibi ileri kapitalist ülkelerde daha
kısa olacağını söylüyor. Orada da, küçük meta üreticilerini
ortadan kaldırmak için bir geçiş dönemine ihtiyaç olacağını
belirtiyor” (11).
Ve
yazar M. İ. Turan bir tespit yapıyor:
“Gerek
uluslararası planda, gerekse ülkemizde komünist hareket içinde,
“geçiş toplumu” anlayışında bir karışıklık var. En
önemlisi şöyle: Geçiş süreci devrimden sonra başlar,
komünizmin ikinci aşamasına kadar sürer.
Tüm
bu dönem komünizmin ilk aşaması (sosyalizm) olarak adlandırılır.
Dolayısıyla, proletarya diktatörlüğü devrimden sonra başlar,
komünizmin ikinci aşamasına kadar sürer.
Bu
düşünce yanlış bir düşüncedir. Sosyalist üretim tarzının
komünist üretim tarzıyla aynı temelde olduğu görülmüyor. O
zaman ne oluyor? Kapitalizmden sosyalizme geçiş + sosyalizm = geçiş
toplumu olarak kabul ediliyor. Bu
ise teoriyi karıştırmaktan başka bir şeye yaramıyor
Bu
görüş şöyle de söylenebilir: Kapitalizm ile komünizmin ikinci
aşaması arasında bir dönem
var.
Buna “geçiş toplumu” deniyor. Bu görüş neden doğru değil?
Bir
kez, kapitalizmle komünizmin birinci aşaması arasında var olmak
zorunda olan proletarya diktatörlüğünü, sosyalizme de taşımış
oluyor. Kapitalizmle sosyalizm arasındaki geçiş toplumunun
sınırını, komünizmin ikinci aşamasına kadar genişletmiş
oluyor. Kapitalizm-sosyalizm arasındaki geçiş toplumu sınıflı
bir toplum, sosyalizm ise sınıfsız bir toplum. Bu iki yapıyı
yanlış olarak birleştirmiş oluyor. İlginç olan nokta, bu tezi
savunanlardan bir kısmı, sosyalizmi sınıfsız toplum olarak da
formüle ediyorlar. Bu kafa karışıklığının içinden teorik
olarak çıkmak mümkün gözükmüyor.
Halbuki
doğru olan Marksist tez şudur: Geçiş toplumu, kapitalizm ile
komünizmin birinci aşaması arasındadır. Geçiş toplumu, egemen
bir üretim tarzını anlatmaz, sınıflı bir toplumsal
formasyondur. Sosyalizm ise, komünist üretim tarzından
ayrılamayacak bir üretim tarzıdır ve sınıfsız toplumdur.
Geçiş
toplumunun devleti proletarya diktatörlüğüdür; sosyalizmde ise
proletarya diktatörlüğü
olamaz” (12).
Ve
sonrasında o denli ayrıntılı çalışma içinde “geçiş
dönemi”- sosyalizm konusunda “yanılğımı” kanıtlamak için
sayfa 455'ten iki cümleyi ve sayfa 119'dan da keza iki cümleyi
alıyor ve bu konuda ne denli yanlış düşündüğümü kanıtlamış
oluyor! İşte o dört cümle:
“Demek
oluyor ki sosyalizm, başlı başına bir sosyo-ekonomik formasyon
(üretim
biçimi) değildir. Tersine sosyalizm, kapitalizmden komünizme
geçişi ifade eden bir dönemdir. Dolayısıyla sosyalizmde hem
kapitalizmin ve hem de komünizmin emareleri/özellikleri vardır”.
“O
halde sosyalizm, kapitalizmden komünizme geçişte yaşanılması
mutlak olan bir geçiş dönemidir. Öyleyse bu geçiş dönemine
tekabül eden devlet ve hukuk da geçicidir” (13).
İşin
açığı ben öyle düşünmeyi sonradan öğrendim ve bu düşünce
bana da ait değil. Bu düşünceyi önce Marks geliştirmiş,
teoriletirmişti. Engels benimsemişti. Sonrasında Lenin ve Stalin
tarafından da teorik olarak güncellenmiş ve özelikle Stalin
tarafından da pratikte geliştirilmiştir. Yani işin açığı
benim yaptığı bu konuda dünya proletaryasının önderlerinin
kapitalizmden komünizme geçiş bağlamında söylediklerini tekrar
etmekten ibarettir. Bu anlamda yazar, aslında Marks’ı, Lenin'i,
Stalin'i; bir bütün olarak Marksizm-Leninizmi eleştirmektedir. Ben
sadece bu düşüncenin doğru olduğunu savunuyorum, bu nedenle de
eleştiriye cevap vermek istiyorum. Aksi taktirde yazarı Marks'a
havale eder, sorununu onunla hallet de diyebilirdim!
Bu
eleştirisinden sonra yazar şu değerlendirmeyi yapar:
“Görüldüğü
üzere yazar, kapitalizmden sosyalizme kadar süren geçiş
toplumuyla sosyalizmi birleştiriyor ve ikisinin toplamına “geçiş
toplumu” diyor. Bu nedenle sosyalizmde proletarya diktasının
varlığını kabul etmek zorunda kalacaktır. Sosyalizmin sınıflı
toplum olduğunu söylemek zorunda kalacaktır. Sosyalizmde meta
üretiminin varlığını kabul edecektir. Sosyalizmde paranın
varlığını savunacaktır...
Özetle
yazar, geçiş toplumunu devrimden, komünizmin ikinci aşamasına
kadar uzatmakla çok büyük bir teorik yanlış yapmaktadır. Doğru
görüş şudur: Geçiş toplumu, devrimden komünizmin birinci
aşamasına (sosyalizme) kadar sürer” (14).
Yanılıyorsunuz.
Bu konuda sadece ve sadece Troçki ve Troçkistlerin kafası
karışıktır; hem de onulmayacak derecede karışıktır;
Marksizm-Leninizme “din düşmanlığı” yapacak derecede
karışıktır. M. İ. Turan “Bu kafa karışıklığının
içinden teorik olarak çıkmak mümkün gözükmüyor” diyor.
Ama bu konuda daha Troçki yokken de kafası karışanlar vardı.
Örneğin o zamanki Alman Sosyal Demokratları arasında proletarya
diktatörlüğü, sosyalizm konularında farklı düşünenler vardı.
Marks, aşağıda da göstereceğimiz gibi onları bir güzel
aydınlattı. Bu nedenle yazar veya bilumum Troçkistler bu konuda
Marks'ı biraz incelerlerse söz konusu umutsuzluktan bizzat
kurtulmuş olurlar.
Akıllara
durgunluk veren başka bir nokta da doğrudan proletarya
diktatörlüğüyle ilgilidir. Şimdiye kadar proletarya
diktatörlüğünün sosyalizmde işçi sınıfının iktidar biçimi
olduğunu; sosyalizmde devletin proletarya diktatörlüğünde vücut
bulduğunu ve bu diktatörlüğün komünizme geçene kadar var
olacağını biliyordum. Marks'tan, Engels'ten, Lenin'den,
Stalin'den, E. Hoca'dan, hatta Mao'dan böyle öğrenmiştik.
Yanılmışım. Bizi yanıltmışlar. Meğersem proletarya
diktatörlüğü, kapitalizmden sosyalizme geçişin zorunlu bir
aşamasıymış veya noktasıymış.
Marks'ın
“Fransa'da Sınıf Mücadeleleri” yapıtında geçen
“Sosyalizm...zorunlu
bir geçiş noktası olarak proletaryanın
sınıf
diktatörlüğüdür”
anlayışının nasıl bir katakulli ile kapitalizmden sosyalizme
zorunlu bir geçiş noktasına çevrildiğini mutlaka araştırmak
gerekir. Marks, sosyalizmin kendisini zorunlu bir geçiş noktası
olarak, bu zorunlu geçişin iktidarını da proletarya diktatörlüğü
olarak görüyor. Yakıştırmacılar ise kapitalizmden
sosyalizme geçişi,
zorunlu bir geçiş olarak görüyorlar; sosyalizmin kendisini olarak
görmüyorlar.
Troçki'yi
doğrulamak için Marks'ı yanlış anlamaya gerek yok!
Troçki,
proletarya diktatörlüğünde komünizmin ilk aşamasını;
sosyalizmin devletsel örgütlenmesini değil, sosyalizmin bir ön
aşamasını görüyor: “Proletarya
diktatörlüğü Bolşevikler açısından Batıda devrim için
köprüydü. Toplumun sosyalist biçimlendirilmesi görevi, öz
itibariyle uluslararası görev olarak ilan edildi”.
Bu durumda Batıda devrimler olsaydı, Sovyetler Birliği'nde veya
devrim yapan başka ülkelerde de proletarya diktatörlüğüne
ihtiyaç kalmayacaktı; proletarya diktatörlüğü sosyalizmin
inşası sürecinde gerekli bir araç değildi (15) deniyor. Yani
proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden
sosyalizme geçişte zorunlu
bir nokta olarak görülüyor. Peki bu durumda, diyelim ki, tek
ülkede değil de birkaç ülkede sosyalist devrim gerçekleştirilmiş
olsun, örneğin Avrupa'nın 5 ülkesinde, Latin Amerika'nın 4
ülkesinde, Afrika'nın 10 ülkesinde, Asya'nın da 8 ülkesinde
devrimler gerçekleşsin, bu durumda bu ülkelerde sosyalizm
sürecinde proletarya diktatörlüğü olmayacak mı? Troçki ve
takipçileri olmaz diyorlar. Peki ne olacak, bu ülkelerde sosyalist
toplum nasıl kurulacak, örgütlenecek ve kapitalizme karşı nasıl
savunulacak? Anlaşılan o ki, F. Engels'in A. Bebel'e yazdığı 28
Mart 1875 tarihli mektubunda “Proletarya,
devrimden sonra da devlete... düşmanlarını baskı altında tutmak
için gereksinim duyacaktır”
tespitini yapmış olması pek önemli değil! Engels de yanılmış!
Tek
ülkede devrim-dünya devrimi-geçiş toplumu, iyi güzel de, yazar
neden tek kelimeyle de olsa bütün bu sorunları kapsayan
Troçki'nin sürekli devriminden bahsetmiyor?
Yazarın
“geçiş dönemi”nden-sosyalizmden, dünya devriminden
bahsederken sürekli devrimden bahsetmemesi dikkati çekici.
Unutmamak gerekir ki, sürekli devrimle eşitsiz gelişme yasası
arasında diyalektik bir bağ vardır ve Troçki ve Troçkistler bu
bağı görmek istemezler.
Troçki'nin
sürekli devrim teorisiyle Marks-Engels ve Lenin'in sürekli devrim
teorisi arasında ortak bir nokta yoktur. Troçki'nin sürekli
devrim kavramını Marks'tan aldığı doğrudur. “Devrimi
sürekli kılmak” kavramını Marks ve Engels, “Merkez
Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı” makalesinde
kullanırlar. O makalede söz
konusu olan, demokratik küçük burjuva ile mücadelede
proletaryanın devrimi sürekli kılmasıdır. O makalede söz konusu
olan, proletarya partisini demokratik küçük burjuvaziden ayıran
çizginin açık ve seçik olması için devrimin sürekli
kılınmasıdır.
Peki,
Troçki bundan nasıl bir sonuç çıkartmıştır? 'Her zaman ve her
yerde devrim' sonucunu çıkartmıştır!
Marks,
Engels ve Lenin'in sürekli devrim teorisi, eşitsiz gelişme
yasasını çıkış noktası olarak görür. Bu anlamda Marks,
Engels ve Lenin'in sürekli devrim teorisiyle kapitalizmde eşitsiz
gelişme yasası arasında diyalektik bir bağ vardır. Troçki'nin
sürekli devrim teorisi ise bu diyalektik bağın reddi üzerine
kurulmuştur. Her zaman ve her yerde devrim anlayışında bu yasanın
fiilen yeri yoktur.
“Fransa'da
Sınıf Mücadeleleri” yazısında Marks konuya ilişkin olarak
şunu diyordu:
“Bu
sosyalizm genel olarak, sınıf farklılıklarının
ortadan kaldırılması,
sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim
ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine
uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan
kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün
düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin
sürekliliğinin ilânıdır,
zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf
diktatörlüğüdür” (16).
Marks'ın
proletarya diktatörlüğü üzerine söylediği oldukça açık:
Proletarya diktatörlüğü
kapitalizmden komünizme geçene kadar;
yani bütün sosyalizm boyunca devam eden bir “geçiş
noktası”dır.
M.
İ. Turan, anlaşılmadıysa şöyle açıklayalım:
-Sınıf
farklılıklarının ortadan kaldırılması,
-Sınıf
farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin
ortadan kaldırılması,
-Bu
üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların
ortadan kaldırılması,
-Bu
toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst
edilmesi.
Bütün
bunlar sosyalizmin inşasının içeriğini oluşturur ve bunların
gerçekleşmesi için devrim sürekli kılınır ve bu sürekliliğin
iktidar biçimi de proletarya diktatörlüğüdür.
Anlaşılmadı
mı? O halde bir hamle daha yapalım:
Marks,
J. Weydemeyer'e yazdığı 5 Mart 1852 tarihli mektubunda aynı
konuyla ilgili olarak şunu der:
“Benim
yeni olarak yaptığım,...sınıf mücadelesinin zorunlu olarak
proletarya diktatörlüğüne vardığını; bu
diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan
kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma
geçişten başka bir şey olmadığını göstermekten ibarettir”
(17).
Demek
ki, proletarya diktatörlüğü, Troçki'nin ve Troçkistlerin iddia
ettikleri gibi, kapitalizmden
sosyalizme geçişin
değil, “bütün
sınıfların
ortadan
kaldırılmasına
ve sınıfsız
bir
topluma
geçişe”
kadar -yani komünizme kadar- devam eden sürecin, dönemin -yani
sosyalizmin- iktidardır.
Bu
sefer de anlaşılmadıysa bir
hamle daha yaparak kapitalizmden
komünizme geçerken proletarya diktatörlüğüne bakalım. Bu
konuda “Gotha Programının Eleştirisi”nde Marks şöyle der:
“Kapitalist toplum ile
komünist toplum arasında, birinden ötekine devrim yolu ile geçiş
dönemi yer alır. Buna bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki,
burada devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka
bir şey olamaz” (18).
Sanırım
şimdi yazar M. İ. Turan da Marks'ı anlamıştır. Söylenen
oldukça açık: Burada Marks, kapitalizmden sosyalizme geçiş
sürecinden değil, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinden
bahsediyor, tam da bu süreci sosyalizm olarak tanımlıyor ve bu
süreçte de sosyalist devletin proletarya diktatörlüğü olarak
örgütlendiğini açıklıyor.
Herhalde
sorun şimdi çözülmüştür!
Troçki
ne diyor?
Bütün
sosyalizm boyunca değil, kapitalizmden
sosyalizme geçmek için
proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır. Marks, proletarya
diktatörlüğünü sosyalizmi inşa etmek için; komünizme geçene
kadar ihtiyaç duyulan bir araç olarak görüyor. Troçki ise
proletarya diktatörlüğünü “Batıda
devrim” için bir
“köprü”
olarak görüyor. Aslında
SSCB'de sosyalizmin inşasına inanmıyor, “Batı yakası”nı
kurtarıcı olarak görüyor. Batıda devrim olursa, SSCB'de
proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç kalmaz diyor.
Hala
anlaşılmadı diyorsanız M. İ. Turan, bir hamle daha yapabilir ve
sorunu şöyle açabiliriz: Troçkistler, devrimin sürekli
kılınmasını, proletarya diktatörlüğünü Marks'ın anladığı
gibi anlayan ve uygulayan Bolşevikleri, başta da Lenin ve Stalin'i,
Marks gibi anladıkları ve anladıklarını uyguladıkları için
eleştiriyorlar. (Aslında bu durumda Marks'ın bu konudaki
anlayışını eleştirmiş oluyorlar). Neden eleştirmiş oluyorlar?
Proletarya diktatörlüğü ve devrimin sürekli kılınması
konusunda Marks'ı, Lenin, Stalin, Bolşevikler; bütün
Marskist-Leninistler, ek olarak Maocular, hatta ve hatta bir
zamanların Sovyet modern revizyonistleri de Troçki gibi
yorumlamadıklarından dolayı eleştirmiş oluyorlar.
Troçkist
ve Troçkistler sosyalizmde; toplumun komünizme geçene kadarki
sürecinde proletarya diktatörlüğü olmaz diyorlar. Ama bir
taraftan Marks, Engels, Lenin, Stalin, Marksizm-Leninizm; diğer
taraftan Mao, Kruşçev, Brejnev; bilumum Sovyet mordern
revizyonistleri olur diyorlar.
Ne
dersiniz M. İ. Turan? Olur mu, olmaz mı?
Dünya
devriminden “her zaman ve her yerde devrim” anlayan Troçki'yi ve
Troçkistleri başka ülkelerde proletaryanın sistemi yıkma
bilincine ve örgütlenmesine varmış olup olmadığı hiç
ilgilendirmiyor; başka ülkelerde devrimin nesnel ve öznel
koşullarının olgunlaşmış olup olmadığı önemsiz görülüyor.
Her halde bir
darbeyle birçok ülkede burjuva iktidarlar yıkılıyor!
Bu durumda “devrim düğmesi”ne basıyorsunuz ve gerisi kendi
kendine halloluyor!
Troçki'nin
sürekli devrimden anladığı bu. Tabii ki Troçki bir darbeyle
burjuva iktidarların yıkılamayacağının bilincinde; bu nedenle
devrimi öncelikle “Batının
birkaç ileri ülkesine”
havale ediyor...
Troçki'nin
bu sürekli devrim anlayışının devrimi nerelere götürebileceğine
biraz daha bakalım:
Lenin,
işçi-köylü ittifakından bahseder; proletaryanın emekçi
köylülük ile ittifakında proletarya diktatörlüğünün temelini
görür.
Troçki
ise, “proleter
öncü” ile
“köylülüğün geniş kesimleri” arasında
“düşman çatışmalar”dan
bahseder.
Lenin,
proletaryanın sömürülen emekçi yığınlara önderliğinden
bahseder.
Troçki
ise “ezici
çoğunluğu köylü nüfustan oluşan geri bir ülkede işçi
hükumetinin konumundaki çelişkileri”nden
bahseder.
Lenin,
devrimin, gücünü Rusya'nın işçilerinden ve köylülerinden
aldığından bahseder.
Troçki
ise, gerekli gücü “proletaryanın
dünya devrimi arenası”nda
arar.
Lenin
ve Troçki'deki bütün bu bahsetmelerin-aramaların toplamını
Stalin şöyle izah eder:
“Ama
eğer uluslararası devrim gecikecek olursa ne olacak? Bu durumda
devrimimiz için herhangi bir umut ışığı var mı? Troçki'de hiç
umut ışığı yoktur, çünkü 'işçi hükumetinin konumundaki
çelişkiler ... ancak... proletaryanın dünya devrimi arenasında
çözümünü bulabilecektir'. Bu plana göre devrimimiz için
yalnızca tek perspektif kalıyor: Kendi öz çelişkileri içinde
bitkisel bir hayat sürdürmek ve dünya devrimini beklerken çürüyüp
gitmek” (19).
Ama
devrim diye bir sorunları olmadığı için Troçkistlerin, Stalin
kadar “karamsar” olabileceklerini pek sanmıyorum!
Sonuç
itibariyle:
Kapitalizmden
komünizme geçişte Troçki, sosyalizmi farklı yorumlamaktadır.
Ona göre sosyalizmde proletarya diktatörlüğüne gerek yoktur.
Proletarya diktatörlüğü kapitalizmden sosyalizme geçerken
gereklidir. Bu nedenle tek ülkede devrimle karşı karşıya
kalındığında -örneğin Rusya'da olduğu gibi- devrim sonrası
süreç, başka ülkelerde de devrimler gerçekleştirilene kadar
proletarya diktatörlüğü ile bekleyerek geçen süreçtir. Bu
dönemde sosyalizm kurulmaz, çünkü sosyalizm ancak ve ancak bütün
dünyada gerçekleştirilen devrimler sonucunda kurulur. Sosyalizmin
kurulma sürecinde ise proletarya diktatörlüğüne gerek kalmaz.
Proletarya diktatörlüğü sürecinde üretim araçları
devletleştirilir, ama bu gerçek anlamda sosyalist mülkiyet
değildir; sosyalist mülkiyetin önünü açan mülkiyettir.
Troçki,
bazen kafası karışıyor olmasından kaynaklı olarak -öyle
sanıyorum- SSCB'de mülkiyetin sınıfsal karakteri üzerine farklı
düşünceler savunur; öyle ki, bu mülkiyetin sosyalist olduğu
anlamına gelen görüşleri de vardır.
Demek
oluyor ki, Troçki'nin anlayışına göre kapitalizmden komünizme
geçebilmek için farklı iki aşamadan geçmek gerekmektedir:
1-Proletarya
diktatörlüğü aşaması.
2-Sosyalizm
aşaması.
Bunlar
birbirini tamamlayan aşamalardır; proletarya diktatörlüğünün
olduğu yerde sosyalizm olmaz, sosyalizmin olduğu yerde de
proletarya diktatörlüğü olamaz.
Troçki'ye
göre proletarya diktatörlüğü koşullarında sınıflar vardır,
paylaşım, ücretlendirme burjuva normlara göre gerçekleştirilir.
Bu nedenle Troçki, proletarya diktatörlüğü koşullarında farklı
sınıfların kendi siyasal partilerinde örgütlenmelerini savunur.
Her
halükarda proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden sosyalizme
geçmek için bir geçiş rejimidir ve bu geçiş rejiminde sınıflar,
dolayısıyla devlet var olduğu için, sosyalizmden farklı bir
siyasal rejimdir. “IV. Enternasyonal”in manifestosu olan “Geçiş
Programı”, tam da bu geçiş rejimi için hazırlanmıştır.
Yukarıda
da gösterdiğimiz gibi bu konuda Marks'ın, Engels'in, Lenin'in ve
Stalin'in ne dedikleri Troçki ve Troçkistler için önemli değildi.
Marks'in, “Benim yeni olarak yaptığım,...sınıf
mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne
vardığını; bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların
ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka
bir şey olmadığını göstermekten ibarettir” değerlendirmesinin
Troçki'nin kapitalizmden komünizme geçişi iki aşamaya
ayırmasının tam bir reddi olduğu ne Troçki'yi ne de dün ve
bugün Troçkistleri ilgilendirmiştir.
3-Sosyalizm
ve sınıflı toplum
Yazar
sosyalizm ve sınıflı toplum bağlamında Lenn'in ne denli doğru
tespitler yaptığını; buna karşın Stalin'in ne denli farklı
görüşler savunduğunu, ama bir zamanlar Lenin gibi ne denli doğru
görüşleri savunduğunu alıntılayarak anlattıktan; böylece
Lenin ile Stalin'i çelişkili duruma getirdikten sonra söylenecek
fazla bir şey kalmıyor. Hakkımda kararını veriyor: Okçuoğlu,
sosyalizmin sınıflı bir toplum olduğunu kabul edince, zorunlu
olarak sosyalizmde proletarya diktasının varlığını kabul etmiş
oluyor: “Sosyalizmde işçi sınıfının devletsel
örgütlenmesine proletarya diktatörlüğü denir” (20).
Devamla
şöyle diyor M. İ. Turan:
“Demek
ki yazarımız tıpkı Stalin gibi “dost” sınıfların var
olduğu ve proletarya diktasının devam ettiği bir sosyalizm
anlayışını savunmuş oluyor.
Sosyalizm
sınıfsız toplum olduğuna göre, bu üretim tarzında proletarya
diktası olamaz. Proletarya diktası, kapitalizmle sosyalizm arasında
geçerlidir. Proletarya diktası geçiş döneminde sınıfları
ortadan kaldırır, sınıfsız toplumu (sosyalizmi) yaratır”
(21).
M.
İ. Turan'ın bu konuda neden beni eleştirdiğini anlayamıyorum.
Ama yöntemini çok iyi anlıyorum: Aslında yazar hiç de beni
eleştirmiyor. Eleştirdiği konu üzerine, söz konusu çalışmamda
bıktıracak derecede kapsamlı açıklamalar ve “sıkıcı”
derecede “sürekli tekrarla dolu” anlayış ve alıntılar var.
Bunları geçmiş. Yaptığım sadece ve sadece sosyalizm ve sınıflar
sorununa Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in; Marksizm-Lennizmin ne
denli doğru çözümleme getirdiğini açıklamaya çalışmış
olmamdır.
Sosyalizm-komünizm
ve sınıflı-sınıfsız toplum konusunda Marksizm-Leninizmin teorik
derinliğine ve SSCB'de uygulanmasına yeryüzünde Marksizm
kavramını kullananlar arasında bildiğim kadarıyla Troçki ve
Troçkistlerden gayri karşı çıkan olmamıştır.
Yazar,
Troçki'nin, çok ve yaygın bilinen, kaynakları konusunda bir
muammanın olmadığı bu konuda ne denli haklı olduğunu göstermek
için demagojiye başvurmaktan da çekinmiyor:
“Sosyalizmi,
sınıflı bir toplumsal şekillenme olarak düşünmek Marksizmin
teorisinde yoktur. Stalin, komünizmin birinci aşaması olan
sosyalizme Sovyetlerde geçildiğini göstermek için teoriyi revize
etmiştir. Bu anlayış, Stalin’den sonra da sürdürülmüştür”
(22).
Sosyalizm
sınıfları ortadan kaldırma mücadelesidir; komünizme geçiş
mücadelesidir. Bu anlayışı Marks, Engels, Lenin ve Stalin'de
sürekli bulabilirsiniz. Yazarın bunun böyle olduğunu bilmediğini
düşünemiyorum.
Yazar
ısrarcı. Lenin'den yaptığı alıntının hiç de işine
yaramadığının farkında bile değil. Lenin, “Proletarya
diktatörlüğü olacaktır. Sonra sınıfsız bir toplum olacaktır”
(23)
diyor. Ne güzel.
Önce sosyalizm ve onun devletsel biçimi olarak proletarya
diktatörlüğü olacaktır, sonrasında da bu diktatörlüğün
sönümlenmesinden -Engels'in deyimiyle “ölüp gitmesi“nden
sonra sınıfsız toplum olan komünizm kurulacaktır diyor.
Ve
yazar noktayı koyuyor:
“Sınıflar
varsa proletarya diktası vardır, sınıflar yoksa proletarya
diktası yoktur. Yazarımızın, sosyalizmi, sınıflı-proletarya
diktalı bir üretim tarzı olarak düşünmesi yanlıştır. Tıpkı
Stalin gibi!”(24).
Açıklama
gerektiren “üretim tarzı” kavramını bir kenara bırakırsak,
aynen böyle düşünüyorum. Neden böyle düşündüğümün izahı
da şöyle:
SSCB,
sosyalizmin temellerinin atıldığı, ama henüz tamamlanmadığı
sosyalist bir ülkeydi. 1936 Anayasasında da tespit edildiği gibi
SSCB'de sömürücü sınıflar kalmamıştı, ama farklı sınıflar
(işçi sınıfı-köylülük) vardı ve o haliyle Sovyet toplumu
sınıfsız bir toplum değildi. Böylesi koşullarda; sosyalizmin
nihai zaferinin henüz elde edilmediği, farklı sınıfların olduğu
sosyalist bir toplumda devletin ölüp gitmesinden, idare
mekanizmasının (bürokrasi) yok olmasından, polisin, jandarmanın,
mahkemenin vb. artık gereksizliğinden veya az gerekli olmasından
bahsedilemez. Komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmde bunlar
olacaktır. Yani sosyalizm, sosyalist toplum, proletarya diktatörlüğü
olmadan düşünülemez. Şüphesiz ki, proletarya diktatörlüğünün
de bürokrasisi vardır, kendine özgü; proletarya diktatörlüğüne
özgü bir bürokrasi. Proletarya diktatörlüğünde, somutta da
SSCB'de bürokrasi, Sovyet insanına yabancı olan, onu dışlayan
bir bürokrasi değildi, tam tersine, ilk yıllar hariç Sovyet
insanından oluşan bir bürokrasiydi. Burjuva ülkelerde olduğunun
aksine SSCB'de yürütme ve yasamanın -kuvvetler ayrımının-
olmaması halkın bürokrasiyi kontrol etme, ülkenin geleceği
üzerine söz sahibi olma hakkını kullanmasını sağlıyordu.
Proletarya diktatörlüğü budur.
Komünist
toplumun ilk aşamasının, yani sosyalist toplumun özellikleri
üzerine Marks, Gotha Programı eleştirisinde şunları söyler:
“Burada
ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan
değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir
komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel,
bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun
damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak
üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş
olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey,
birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü,
bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin
birey olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş
olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan,
şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif
fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve
bu belge ile toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin
eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde
sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde
geri alır”
(25).
Gerçekten
de SSCB'de öyle olmuştur. Ama Troçki bunu anlamaktan oldukça
uzaktı. Nasıl ki, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşasını
dünya devrimin bir basamağı, bir aşaması, bir parçası olduğunu
anlamadıysa, kapitalist toplumun kalıntıları üzerinde yükselen
komünizmin ilk aşamasının son aşamasından farklı olacağını
da anlamamıştır. Bu aşamada, sosyalizmde paylaşımın nasıl
olacağını yine Marks yukarıya aktardığımız görüşünün
devamında şöyle açıklar:
“Besbelli
ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde,
meta değişimini düzenleyen ilkenin aynısıdır. İçerik ve biçim
değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse
emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin
mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey
geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların
dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine
hükmeden ilkeden farksızdır: Bir biçimdeki belli bir miktar emek,
başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir”
(26).
Evlilik,
çocuk sayısı, işgücünün değerlendirilmesi (harcanmasındaki
nicel ve nitel farklılıklar) gibi olgular, komünizmin ilk
aşamasında ürünlerin paylaşımında eşitsizliği
yaygınlaştırır. Bu türden olgular, Marks'ın deyimiyle
“kusurlar”
veya “istenmeyen
durumlar”
komünist toplumun ilk aşamasında -sosyalizmde- kaçınılmazdır.
Çünkü bu toplum, kapitalizmin yıkıntıları üzerine kurulan
toplumdur ve kaçınılmaz olarak onun birtakım özelliklerini
taşıyacaktır. Marks'ın kaçınılmaz gördüğünü SBKP(B),
SSCB'de sosyalizmin inşasında hesaba katmıştır. Aynı yazısında
Marks “Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir
doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile
komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk,
hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı
kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz”
diyor (27).
Geçiş
Programı”nda Troçki şöyle yazıyor: “SSCB'de
devrimin yeni bir yükselişi açık ki, toplumsal eşitsizliğe ve
siyasi baskıya karşı mücadele bayrağı altında
başlayacaktır...Her türlü emek için eşitlenmiş
(denkleştirilmiş-
İ.O.)
ücret!” (28).
Demek
ki, Troçki'nin sosyalizmde “emek” ve ücretlendirme konusunda
anladığı bu kadar! “Her
türlü emek”,
ücret bakımından eşitlendirilecek. Ağır iş, hafif iş,
karmaşık iş veya bir bütün olarak çalışmanın niteliğine
bakmayacaksın, en fazlasıyla niceliğine bakacaksın ve o niceliği
de ücret bağlamında denkleştireceksin, eşitleyeceksin. Hepsi bu
kadar!
Komünist
toplumun ilk aşamasında, yani sosyalizmde, sosyalist inşa
tehlikeye atılmak istenmiyorsa, ürünlerin paylaşımı ancak ve
ancak harcanan iş gücüne (yani “emeğe”) göre olabilirdi.
Troçki, Marks'ın bu öğretisini bilmiyordu diyemeyiz. Demek ki,
mevcut ürünlerin paylaşımında ölçü harcanan iş gücüdür,
yani “emek”tir.
Yukarıda adı geçen yazısında Marks
bu konuda şunu söyler:
“Komünist
toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece
boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği
arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca
yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline
gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte,
üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik
kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o
zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak
ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten
yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre!” (29).
Yazar Troçki'yi kılavuz aldığı
için proletarya diktatörlüğü (sınıflı toplum), sosyalizm
(sınıfsız toplum) kavramlarını anlamaktan uzaklaşıyor; ele
aldığı konu bakımından sıkça baş vurması gereken Marks'ın
Gotha Programı'ndan ancak bir defa bahsediyor ve atıfta bulaması
gereken yerlerde Troçki'nin görüşlerine sarılıyor ve sonuç
itibariyle de kendini zor durumda bırakıyor, yukarıda
gösterdiğimiz gibi.
4-Sosyalizm
ve meta üretimi
Yazar
bütün cımbızlama ve çelişkili görüş oluşturma marifetini
“sosyalizmde meta üretimi” ve “değer yasası” alt
başlıkları çerçevesinde sergilemiş. Öyle bir anlatıyor ki,
sanırsınız yedi düvelde sayısız devrimlere sadece katılmamış,
önderlik etmiş; bu devrimler sonucunda oluşan yeni yapılarda
ekonominin sınıfsal değişimini analiz etmiş ve ona göre de yeni
durumu analiz ederek bazı sonuçlara varmış. Kim
(Marks-Engels-Lein-Stalin) ne zaman, hangi koşullarda öyle söylemiş
ve başka koşullarda başa söylemişe bakmaksızın kafasını
Troçki'nin sapkın görüşüne gömerek düz bir hat üzerinden ya
öyledir ya da böyledir demekten kendini alamıyor.
Yazarın
bu polemik anlayışıyla yol alınamaz; belki iyi bir iş yaptığını
sanıyordur, ama okurların bir şeyler öğrenmesi ise bu yöntemle
olmaz.
M.
İ. Turan şöyle diyor:
“Şimdi
yazarın bu konudaki görüşlerini ele alabiliriz. Hemen belirtelim
ki, bu konuda yazarın kafası epeyce karışıktır. Yazar önce
sosyalizmde meta üretiminin varlığını sürdürdüğünü kabul
eder. Meta üretimini kabul etmek, meta-değer-fiyat-para, vb.
kategorileri kabul etmek demektir” (30).
Aynı
kitapta Stalin'i “acımasızca” eleştirmemi nedense görmez, ama
“...yazarımız sosyalizm ile meta üretiminin uyumlu
olduğunu düşünmektedir. Yazar Sovyetler Birliği’nde sosyalizmi
kurduğunu söyleyen Stalin ile uyumlu olmak için böyle yazıyor”
der (31).
“Örneğin
şöyle yazar: “Sosyalizmde meta üretimi zorunludur, çünkü
mülkiyet farklılığı söz konusudur. Mülkiyet farklılığı
kaldırılmadığı müddetçe de meta üretimi var olacaktır”
(32).
Şimdi
de sosyalizmde meta üretiminin olabileceğini yeniden öğreniyoruz.
Hani sosyalizmde meta üretimi olmazdı? Marx-Engels böyle
söylemişti. Yazar da bunu kabul etmişti.
Sonuç
olarak yazarın uzlaşmaz iki çelişkiyi uzlaştırmaya çalıştığını
görüyoruz.
1)
Sovyetler Birliği’nde meta üretimi vardı. Sosyalizmde meta
üretimi olur.
2)
Marx-Engels’e göre sosyalizmde meta üretimi olmaz.
Yazar
aslında bu çelişkinin farkında değil mi? Şüphesiz ki farkında.
Bu çelişkiyi gidermek için akıldan gerekçeler bulmaya çalışır.
Sovyetler Birliği’nde meta üretiminin sınırlı olduğunu
söyler. Der ki: “Marks ve Engels’e göre sosyalizmde meta ve
değerinin yeri yoktur. Ama SB’de
sınırlı
da olsa vardı” (33).
Arkasından
“Neden” sorusu gelir, ama M. İ. Turan o “Neden” sorusunun
cevabını atlayarak devam eder:
“Azıcık
gebelik olur mu? Gebelikte ölü veya diri çocuk doğar. Meta
üretimi, toplumun bir kesiminde sürüyorsa, o topluma sosyalist
toplum denmez. Peki, ne denir? Marx-Engels-Lenin’in dediği gibi,
kapitalizmden sosyalizme geçiş toplumu! Bu geçici toplum biçimiyle
sosyalizm eşitlenemez. Stalin eşitlediği için yazar da eşitlemeye
çalışıyor, çelişkinin içine saplanıyor.
Doğru
görüşü özet olarak yazalım: Sosyalizmde meta, meta
üretimi olmaz. Sovyetler Birliği’nde meta üretiminin olması,
Sovyetler Birliği’nin henüz sosyalizme geçmediğini gösterir.
Stalin Marksizmin teorisini tahrif etmiştir. Yazar da bu tahrifata
katılmaktadır” (34).
“Değer
yasası kapitalizmin bir yasasıdır. Engels’in sözleriyle
söylersek:
“Değer
yasası, meta üretiminin ta kendisinin, öyleyse bu üretimin en
yüksek biçiminin, kapitalist üretimin de temel yasasıdır”
(35).
Böyle
bir yasanın sosyalizmle uyuşmayacağı çok açıktır. Ama
Sovyetler Birliği’nde sınırlı ölçüde bu yasanın işlediğini
Stalin kabul etmiştir. Tabii ki yazarımız da bunu kabul eder ve
şöyle der: “Sovyet pratiği, sosyalizmde de meta ve değer yasası
olgusunu, sınırlandırılmış da olsa bu kategorilerin etkide
bulunduğunu; meta üretiminin ve değer yasasının geçerli
olduğunu göstermiştir” (36).
Oysa
Marksizm böyle bir toplumu sosyalizm olarak adlandıramaz, çünkü
sosyalizmle birlikte hem meta üretimi yok olur, hem de değer
yasası. Engels çok açık söyler: “Üretim araçlarına toplum
tarafından el konulmasıyla meta üretimi ve
bunun sonucu ürünün üretici üzerindeki egemenliği ortadan
kalkar. Toplumsal üretim içindeki anarşi yerine,
bilinçli planlı örgüt geçer” (37).
Meta
üretimi ile değer yasası birbirinin ikiz kardeşidir. Birlikte
yaşarlar, birlikte yok olurlar. Stalin ve yazarımız değer
yasasının Sovyetler Birliği’nde işlediğini kabul ettiklerine
göre, bu toplumun sosyalizme uzak olduğunu söylemeleri gerekirdi.
Aksine her ikisi de tersini söyler: Sovyetler
Birliği’nde
sosyalizmin olduğunu iddia ederler” (38).
Sözün
kısası:
Sosyalist
toplumda meta üretimi ve değer yasası sorunu, sosyalist politik
ekonominin en önemli sorunlarından birisidir. Bu sorunun ne denli
teorik-pratik bir anlam taşımış olduğunu da SSCB'de sosyalizmin
inşası, bu alanda elde edilen tecrübeler göstermektedir. Bu
alanda yegane teorik çalışma, Stalin tarafından kaleme alınan
“SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları” yapıtıdır. Stalin,
bu eserinde Marks, Engels ve Lenin’in teorik öngörülerini
Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin inşa pratiğiyle birleştirerek
sonuçlar çıkartmıştır.
Marks
ve Engels’in çalışmalarında, bütün üretim araçlarının
değil de onların bir kısmının toplumsallaştırıldığı
koşullarda, yani kapitalizmden sosyalizme geçiş koşullarında
veya sosyalizmin inşa koşullarında; üretim araçlarının halk
mülkiyetinde olmasının yanı sıra kolektif mülkiyetin; grup
mülkiyetinin de var olduğu koşullarda meta üretiminin geleceği
konusunda doğrudan bir cevap yoktur. Bu gerçeklik M. İ. Turan'ı
ilgilendirmediği için “Marks
ve Engels’e göre sosyalizmde meta ve değerinin yeri yoktur”
söylemim
ile “ama SB’de
sınırlı da olsa vardı” söylemim
arasındaki nesnel gerçekliği analiz etme, düşüme ihtiyacı
duymamaktadır. Sovyet gerçekliği; bu ülkede sosyalist inşanın
ortaya çıkardığı sosyalist ekonominin nesnel yasaları yazarı
pek ilgilendirmemektedir.
Soruna
Sovyet pratiği açısından bakalım:
İlk
aşama:
Kapitalizmin
gelişmişlik, evet olgunluk derecesi sosyalizmin inşasında önemli
bir rol oynar. Geri Rusya’da kapitalizmin gelişmişlik derecesi
bazılarını bu ülkede sosyalizmin inşa edilebilirliği konusunda
şüpheye düşürmüştü. Sadece Bolşevikler, böyle bir şüphe
içinde değillerdi. Amaç, sadece eski düzeni yıkmak değil,
yenisini kurmak için mücadeleydi. Bu, üstesinden gelinmesi gereken
devasa bir görevdi.
Ne
yapılması gerektiğini, sosyalizmin nasıl kurulabileceğini Marks,
Engels, Lenin ve Stalin genel hatlarıyla belirlemişlerdi. Onların
belirlemeleri, aslında bir krokiden öte bir anlam da taşımıyordu.
İkinci
aşama ve ekonomik yasaların önemi:
İnşa
edilen sosyalizme; Sovyet sosyalist sistemine içten saldırılar
yoğunlaşmıştı:
-Tartışmalarda
meta üretimi, değer yasası ve para derhal tasfiye edilmelidir ve
ürün mübadelesine geçilmelidir görüşünü savunanlar vardı
(39).
-Artı değer yasası
ekonomide düzenleyici olmalıdır tespitini yapanlar vardı. Burada
devlet planlamasına saldırı söz konusuydu. Yani düzenleyici
rolünü oynayan merkezi planlama kaldırılmalıdır deniyordu.
-Tarımsal alandaki
teknoloji; makineler vs. (üretim araçları) kolhozlara
satılmalıdır tespitini yapanlar vardı. Bu da kırsal alanda
toplumsal mülkiyete yönelik bir saldırıydı.
Sosyalizmin inşa
pratiğiyle doğrudan ilişkili olan bu soruna; bu koşularda meta
üretimi ne olacak sorusuna Marks ve Engels’in çalışmalarında
kesin bir cevap yok. Olamazdı da. Çünkü bu, tecrübe analizini
gerekli kılıyor. Ve bu tecrübeyi, Marks, Engels ve de Lenin
yaşamamışlardı.
Konuya
ilişkin olarak Engels, “Anti-Dühring”de şöyle der:
“Üretim
araçlarının toplum tarafından ele geçirilmesiyle meta üretimi
ve böylece de ürünün üreticiler üzerindeki hakimiyeti yok
edilir” (40).
Ve
Marks da “Gotha Programı Eleştirisi”nde aynı anlayışı şu
sözlerle dile getirir:
“Üretim
araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu ortaklaşa toplum
içinde üreticiler, ürünlerini mübadele etmezler. Aynı biçimde,
ürünler için kullanılmış iş, burada, bu ürünlerin değeri
olarak, onların taşıdığı maddi bir nitelik olarak pek görünmez.
Çünkü, şimdi, kapitalist toplumun tersine, bireysel çalışmalar,
artık dolaylı bir biçimde değil, toplam çalışmanın bir kısmı
olarak doğrudan vardır”
(41).
Burada
üretim araçlarının hepsinin mi veya bir kısmının mı
kastedildiği bilinmiyor. Ama Engels, aynı eserinin başka bir
yerinde “üretim araçlarının hepsinin”
toplumsallaştırılmasından bahsetmektedir. Bu anlayışına göre
Engels, sadece sanayide değil, aynı zamanda tarımda da bütün
üretim araçlarının halkın genel mülkiyetine geçmesinden
bahsediyor.
Peki
Engels, bütün ülkeleri mi kastediyor? Yoksa kapitalizmin tarımda
da yeterli derecede gelişmiş olduğu, üretimin yeterli derecede
yoğunlaşmış olduğu ülkeleri mi, yani o zaman için gelişmiş
kapitalist ülkeleri mi kastediyor? Açık ki, bu türden ülkeleri
kastediyor. Çünkü ancak bu türden ülkelerde sosyalist devrimle
bütün üretim araçlarına el konabilir.
Anlaşılan
o ki, Marks ve Engels, bütün üretim araçlarının
toplumsallaşmasını göz önünde tutuyorlardı (42).
Yani
kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde sosyalizmi göz önünde
tutuyorlardı. Ama M. İ. Turan bunu göz önünde tutmuyor; 'Bak,
Marks-Engels böyle diyor Stalin ve yazarımız onlar gibi
düşünmüyor' demeye getiriyor; Marks-Engels-Lenin ve Stalin
arasında bu konuda çözülmesi imkansız bir çelişki keşfediyor!
Peki,
o dönemin Rusya’sında ne yapılmalıydı ve bugünkü Türkiye
gibi ülkelerde ne yapılmalıdır?
Ekim
Devriminin gerçekleştirildiği dönemde Rusya, kapitalizmin çok
gelişmiş olduğu bir ülke değildi. Kırsal alanda devasa bir
küçük üreticiler yığını vardı. Bu üreticilerin derhal
mülksüzleştirilmesi söz konusu olamazdı.
“Ama
karşımıza şu soru çıkmaktadır: şu ya da bu ülkede ve
özellikle bizim ülkemizde, koşullar proletaryanın iktidara
geçmesine ve kapitalizmin devrilmesine elverişli ise; eğer
kapitalizm, sanayide, üretim araçlarını, bunlara el konulmasının
ve topluma devredilmesinin mümkün olduğu noktaya kadar
yoğunlaştırmışsa, ancak, kapitalizmin hızlı gelişmesine
karşın, tarım, hala, tarım üreticilerinin mülkten tecridinin
mümkün görünmediği ölçüde küçük ve orta mülk sahibi
üreticiler arasında parçalanmış durumdaysa, proletarya ve onun
partisi ne yapmalıdır?
Engels'in
formülü bu soruya yanıt vermemektedir. Zaten bu soruya yanıt
vermesi gerekmezdi de, çünkü bu formül başka bir soruya karşılık
olarak ortaya çıkmıştır, bütün üretim araçları
toplumsallaştırıldıktan sonra meta üretimi ne olmalıdır
sorusunu yanıtlamaktadır. Böyle olunca, proletaryanın iktidarı
ele geçirmesi koşulları olgunlaştığı zaman, bütün üretim
araçları değil, yalnızca bir kısmı toplumsallaşmışsa —
proletaryanın iktidarı eline alması gerekir mi ve iktidarı ele
aldıktan hemen sonra meta üretimini yok etmesi gerekir mi?“ (43).
Sosyalizmde
meta üretimi ve buna bağlı olarak değer yasası sorusu ve sorunu
budur.
II.
Enternasyonal oportünistleri, revizyonizmin babası Bernstein ve
Kautsky ve bunların yandaşları, kapitalizmin sanayi ve tarımda
farklı gelişmesinden kaynaklanan bu sorundan yararlanarak,
kapitalizm, tarımda da yeterli derecede gelişene kadar
proletaryanın siyasal iktidardan; sosyalist devrimden vazgeçmesini
ve böylece devrimi ertelemesini vaazettiler.
Bu
oportünistlerin ötesinde Troçkistler de küçük ve orta
köylülüğün; bir bütün olarak küçük üreticilerin
mülksüzleştirilmesini savundular. Böylece Troçkistler,
proletaryayı en temel müttefiklerinden yoksun kılmanın teorisini
geliştirdiler.
Bolşevik
Parti, bu her iki yolu; sosyalist devrimi bilinmeyen bir geleceğe
erteleyen yolu ve Troçkistlerin sosyalist devrimi imkansızlaştıran
cani yolunu reddetti.
Lenin,
“Doğal Vergi” ve “Kooperatif Planı”
yazılarında nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine ışık
tutuyordu.
Kısaca:
1)Proletarya iktidarı
ele geçirmek için uygun koşullardan yararlanmalıdır; iktidarı
ele geçirmesine hizmet edecek uygun fırsatları değerlendirmeli;
devrimi bilinmeyen bir geleceğe ertelememelidir.
2)İktidarı ele
geçiren proletarya, sanayide üretim araçlarını halkın genel
mülkiyetine geçirmelidir.
3)Kırsal alanda ise
proletarya, küçük ve orta köylü üreticileri
mülksüzleştirmemelidir; onları tedrici ilerleyen bir süreçte
büyük tarım işletmelerinde; kolhozlarda birleştirmelidir.
4)Sosyalist sanayi,
mutlaka ve her alanda kurulmalıdır ve böylece kolhozlar da büyük
üretimin modern teknik temeliyle donatılmalıdır.
5)Kolhozlar veya grup
mülkiyeti bazında birleşen köylü üreticiler
mülksüzleştirilmemelidir. Tersine genel halk mülkiyetine geçecek
derecede geliştirilmelidir.
6)Şehir ve kırın;
sanayi ve tarımın ekonomik birliği için meta üretimi, köylülerin
şehir ile ekonomik bağının yegane kabul edilebilir biçimi olarak
kavranmalıdır.
7)Bu ilişki biçimi,
belli bir dönem sürdürülmelidir.
8)Sovyet ticareti;
devlet ticareti ve kolhoz ticareti (kooperatifsel kolektif iktisadi
ticaret), bütün kapitalistler meta dolaşımı sürecinden
dışlanarak mutlaka geliştirilmelidir.
9)Bu
yol, şu veya bu şekilde geniş küçük ve orta köylülüğü olan
bütün kapitalist ülkeler için de geçerlidir; Böylesi ülkelerde
sosyalizmin zaferi için yegane mümkün yol, bu yoldur (44).
Lenin’in
işaret ettiği gibi, köylülük ve işçiler arasında; yani tarım
ve sanayi arasında “mübadele”den, “ticaret”ten
başka “ekonomik bir bağ” yoktur, olamaz da. Veya
Stalin’in dediği gibi, “Kolhozlar, bugün, kent ile
ilişkilerinde, metaların alış verişinden, meta değişiminden
başka ekonomik ilişkiler kabul etmemekteler”.
SB’de
sosyalizmin inşa tecrübesi, bu inşanın, meta üretimi, meta
dolaşımı ve değer yasası hesaba katılmadan
gerçekleştirilemeyeceğini göstermiştir. Sosyalist inşanın
tecrübeleri, “meta üretimi ve meta dolaşımının bir
zorunluluk” olduğunu göstermiştir.
Başka
türlü ifade edersek: Proletarya diktatörlüğünün, sosyalizmi
inşa etmek için para ve ticaretten sistematik olarak yararlanması
bir zorunluluktur.
SB’de
üretim araçları toplumsal mülkiyetteydi ve iş gücü de meta
olmaktan çıkmıştı. Meta üretimi ise kapitalizmden önce de
vardı.
Peki
sosyalizmde meta üretimi nasıl olmalıydı?
-
SB’de ”özel cinsten meta üretimi“ vardı. Bu, kapitalistlerin olmadığı ortamda bir meta üretimiydi. SB’de ”birleşik üreticilerin -devletin ve kooperatiflerin- metaları“ vardı.
-
SB’de meta üretimi kişisel ihtiyaç maddeleriyle –kişisel tüketim maddeleriyle- sınırlıydı.
-
Meta üretimi, ancak, genel halk mülkiyetinin tam hakimiyeti koşullarında; tüketim maddeleri üzerinde merkezi ve kapsamlı tasarrufun sağlandığında metaya ve paraya ihtiyaç kalmayacağı için kaldırılır.
”Özel
cinsten meta üretimi“, iki koşuldan dolayı özeldi, özgündü:
Birincisi:
kapitalistler olmadığı için kapitalist olmayan meta üretimi.
İkincisi:
Metalar, birleşik üreticilerin ürünleriydi.
Tabii
ki bu anlayış Marks’ın şu anlayışıyla çelişiyordu:
“Kullanım
değerleri, birbirinden bağımsız olan özel çalışmanın
ürünleri oldukları için meta olurlar”
(45).
SB’de
ise özel çalışma ancak kolhoz köylülerinin kendi bahçelerinde
söz konusuydu. Ama bu, birleşik üreticilerin çalışmasının
yanında “devede kulak” bile değildi. Yani SB’nde gerçekten
de “özel cinsten bir meta üretimi” söz konusuydu.
5-Sosyalizmde
ve değer yasası
“Meta
ve meta üretiminin olduğu yerde değer yasası da olmalıdır”
(Stalin).
Değer
yasası, meta üretiminin var olduğu yerde etkide bulunur. Bu yasa,
meta mübadelesinin, metada var olan toplumsal zorunlu emeğe tekabül
ederek gerçekleştirilmesi demektir.
Diğer
ekonomik yasalar gibi değer yasası da, insanların iradesinden
bağımsız olarak var olan ve etkide bulunan nesnel bir ekonomik
yasadır
(46).
“Ekonomik
gelişmenin yasaları, ekonomi politik yasaları için —ister
kapitalist dönem, ister sosyalist dönem söz konusu olsun— aynı
şeyi söylemek gerekir. Burada da, doğa bilimlerinde olduğu gibi,
ekonomik gelişmenin yasaları, insan iradesinden bağımsız olarak
etkilerini sürdüren ve ekonomik gelişme süreçlerini yansıtan
nesnel yasalardır. Bu yasaları keşfetmek, onları bilmek ve onlara
dayanarak, onları toplumun yararına kullanmak, bazı yasaların
yıkıcı etkilerine başka bir yön vermek, etki alanını
sınırlamak, kendilerine yol arayan başka yasalara yol açmak
mümkündür, ancak, ne var olan yasalar yok edilebilir, ne de yeni
ekonomik yasalar yaratılabilir” (47).
Demek
ki, bu nesnel yasaları keşfedebiliriz, tanıyabiliriz, belli
yasaların yıkıcı etkilerine farklı, başka bir yön verebiliriz,
etki alanını sınırlandırabiliriz ve onları toplumun çıkarı
için kullanabiliriz.
Bolşevik
Parti, dünyada sosyalizmi ilk kez inşa eden toplumun siyasi önder
gücü olarak sosyalizmin ekonomik yasalarını keşfetmiş ve
sosyalizmin inşasında onları bilinçli olarak kullanmıştır. Bu
anlamda sosyalizmde değer yasası sorunu, Stalin tarafından
incelenen devasa teorik ve pratik anlamı olan bir sorundur. Stalin,
Marksist-Leninist politik ekonomiyi bu alanda da geliştirmiştir.
Kapitalizm
koşullarında; üretim araçlarının özel mülkiyette olduğu,
üretimde rekabet ve anarşinin hakim olduğu koşullarda değer
yasası, üretimde düzenleyicidir. Değer yasasının etkisinin
doğrudan sonucudur ki, rekabet içinde sermayenin ve toplumsal
emeğin farklı işletmelere ve sektörlere kendiliğinden (spontane)
dağılımı gerçekleşir.
Değer
yasası kapitalizmde periyodik fazla üretim krizlerine ve üretici
güçlerin kıyımına neden olur.
Belirttiğimiz
gibi, sosyalizmde meta üretimi, mülkiyetin karakterine bağlı
olarak bir zorunluluk olduğu için onun olduğu yerde var olan
değer yasası da bir zorunluluktur. Ama etkisi kapitalizmde olduğu
gibi değildir.
Sosyalizmde
değer yasası, “olamazsa olmaz” koşul değildir ve olamaz da.
Çünkü sosyalizmde değer yasasının etki alanı oldukça sıkı
bir şekilde sınırlandırılmıştır:
1)Üretim
araçlarının özel mülkiyette olmayışı;
2)Sanayide
ve tarımda üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olması;
3)Ulusal
ekonominin planlı (orantılı) gelişmesi yasasının etkide
bulunması ve
4)Planlı
ekonomi nedeniyle; bir bütün olarak bu saydıklarımızdan dolayı
değer yasasının etki alanı sınırlanır.
Troçki
ve Troçkistlerin hiçbir zaman anlamadıkları, değer yasasının
SSCB koşullarında geçerli olmasının bir zorunluluk olması ve
aynı zamanda kapitalizmde olduğu gibi yaygın bir biçimde etkide
bulunmamasıdır. Bu yasa kapitalist ekonomide düzenleyiciydi, ama
sosyalist ekonomide düzenleyici olamaz. Bunun nedeni sosyalist
ekonomide meta üretiminin yaygın olmamasında; genel anlamda
kişisel tüketim sektörüyle sınırlı olmasında aranmalıdır;
değer yasası, meta üretiminin
olduğu yerde etkide bulunduğu ve sosyalizmde de meta üretimi,
tüketim maddeleri üretimi ile sınırlı olduğu için değer
yasasının etki alanı, tüketim maddelerinin üretim alanıyla
sınırlanmış olur. Sosyalizmde değer yasasının etkisi,
sosyalizmin temel ekonomik yasasına ve ulusal ekonominin planlı
gelişme yasasına tabidir (48). Diğer
bir deyişle: Sosyalizmde meta üretimi alanı ne kadar genişse,
değer yasasının etki alanı da o kadar geniştir veya da tersi;
sosyalizmde meta üretimi alanı ne kadar sınırlıysa, değer
yasasının etki alanı da o kadar sınırlıdır (49).
Sonuç itibariyle
tespit edelim:
Sosyalizmde meta
üretimi, sosyalist topluma belli bir dönem hizmet eder. Meta
üretimi, sosyalist üretimde tali/yardımcı bir rol oynar;
sosyalist inşanın sadece bir yardımcısıdır. Sosyalizmde meta
üretiminin etki alanı, sosyalizmin ekonomik koşulları, öncelikle
de üretim araçlarının toplumsallaşması tarafından sınırlanır.
Yani sosyalist inşanın derinleşmesi, meta üretiminin etki
alanının giderek daralması anlamına gelir. Ama meta üretimi ve
değer yasasının etki alanının sınırlı olması, bunların,
sosyalist gelişmenin verili aşamasında zorunlu olmadığı
anlamına gelmez.
Mülkiyetin
sosyalist kolhoz biçimi (grup mülkiyeti biçimi), küçük köylü
özel mülkiyetinden genel halk mülkiyetine (sosyalist devlet
mülkiyetine) geçişin tarihsel zorunlu bir biçimidir. Sosyalist
inşa sürecinin devam etmesi, derinleşmesi, bu mülkiyet biçiminin
ömrünü henüz doldurmadığını gösterir. Bu mülkiyet biçiminin
ömrü, sosyalist inşanın derinleşmesine, komünist topluma doğru
yaklaşmaya paralel olarak dolar. Bu ömrün dolması, toplumun
komünist aşamaya geçmesi anlamına gelir.
Demek
ki, toplumsal üretimin iki biçiminden -devlet mülkiyeti ve kolhoz
(grup) mülkiyeti- dolayı sosyalist toplumda meta üretimi ve değer
yasası vardır ve etkide bulunur. Bu iki temel üretim
sektörünün/mülkiyetin yerini, ülkenin bütün tüketim
maddelerinin üzerinde tasarruf hakkıyla bütün üretimi kapsayan
sektör gerçeklik olduğunda meta üretimi ve onunla birlikte değer
yasası da yok olacaktır.
Meta
üretimi ve değer yasasının yok olabilmesi için proletarya
diktatörlüğü, devlet ve kolhozlar arasındaki ürün mübadelesi
sisteminde kolhoz mülkiyetini genel halk mülkiyeti seviyesine
çıkaracak ve mülkiyet farklılığını ortadan kaldıracak
belirleyici araçlar keşfetmek ve uygulamak göreviyle karşı
karşıyadır.
Kolhoz
mülkiyetinin ve bu mülkiyetten dolayı söz konusu olan meta
üretiminin komünist aşamaya geçişle; üretimin ihtiyaçlara göre
paylaşılması ilkesiyle bağdaşmayacağı unutulmamalıdır:
SB’nde üretim araçları ülke çerçevesinde (dış ticaret
hariç) meta değildi; devlet bunları işletmelere dağıtıyordu.
Komünizmde ise bütün ürünler, dolaylı ve dolaysız dağıtıma
girerler, yani toplum tarafından tüketilen bütün ürünler, meta
olmaktan çıkarlar.
Sosyalizmde
meta üretimi var mıydı, yok muyduyu sorusuna verilmesi gereken
cevap şudur: Evet vardır, ama mutlaka olmak zorunda değildir.
Kapitalizmin gelişmiş olduğu ülkelerde devrim koşullarında;
kırsal alanda küçük üretimin yaygın olmadığı koşullarda
sosyalizmde meta üretimi sorunu, kısa zamanda halledilebilecek bir
sorundur. Ama Türkiye gibi ülkelerde veya o zamanın Rusya'sında
kırsal alanda küçük üretim oldukça yaygındı/yaygındır.
Bunun sonucu sosyalizmde sınırlandırılmış meta üretiminin
kaçınılmaz olduğudur. Veya sosyalizmde meta üretimi olmaz
diyorsanız, örneğin Türkiye'de devrim yapmaya kalkışmanıza
gerek yok. Küçük üretim önemsizleşene kadar beklersiniz! Sorun
bu kadar açık.
Sosyalizm,
kapitalizmden komünizme geçiş aşamasıdır. Ne diyordu Marks
“Gotha Programı Eleştirisi”nde?“Burada ele almamız
gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş
olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu
şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi,
entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski
toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur“. Açık ki
sosyalist toplum, kapitalist toplumun benlerini; birtakım
özelliklerini taşıyan toplumdur. Bu anlamda sosyalizmde bu benler,
özellikler yok edilir; geçmişe, sınıflı topluma özgü bir şey
kalmaz. Sosyalizm bu sürecin; toplumun komünizme geçişinin
hazırlığını ifade eden dönemin adıdır. Bu anlamda sosyalist
aşamadaki toplum, kapitalizme özgü olan her şeyin yok edildiği
toplumdur. Salt bu nedenle SSCB'de sınırlandırılmış bir meta
üretiminin olmasında şaşılacak bir yan yoktur.
Troçki
ve Troçkistler, koşulların dayatmasının bir sonucu olarak
sosyalizmin inşası sürecinde sınırlandırılmış bir meta
üretiminin kaçınılmaz olmasını, Marksizm-Leninizmin sosyalizmde
meta üretimin varlığını olmazsa olmaz, nesnel bir ekonomik yasa
seviyesine çeken bir öğretisi olarak kavrıyorlar. Onların bu
kavrayışsızlığı, diğer şeylerin yanı sıra, Bolşevizmle
Troçkizm arasında temel bir ayrımdır.
Sosyalizmde
meta üretimi ve dolaşımı, değer yasası ve “para ekonomisi”
aynı ekonomik yasaların yansıması olduğu için burada
“sosyalizmde para” sorunu üzerinde durmaya gerek yok.
Yine
de yazarın bu konudaki hezeyanına bir örnek verelim. Şöyle diyor
M. i. Turan:
“Demek
ki Marksizm’e göre sosyalizmde para olmaz. Ama yazarımız tıpkı
Stalin gibi Marksizm’le aynı görüşte değildir. Bunu onun şu
sözlerinden çıkarıyoruz: “Sosyalizmde meta üretimi ve
dolaşımı, para iktisadının (meta-para ilişkilerinin)
zorunluğunu da belirler. Meta üretiminin varlığı,
çeşitli
biçimlerde değerin de -bu durumda paranın- varlığını ifade
eder” (52).
Yazar
burada sosyalizmde meta üretiminin varlığını bir kez daha kabul
etmektedir. Bunun yanlışlığını göstermiştik. Yazar ayrıca
paranın da sosyalizmde işlevini sürdüreceğini söylemektedir.
Sosyalizmdeki para ile kapitalizmdeki paranın amacının farklı
olduğunu iddia ederek Marksizm’e
karşı
çıkmaktadır. Para, paradır. Kapitalizmdeki paradan başka para
yoktur.
Marx’ın
kapitalizmdeki para ile sosyalizmdeki para gibi bir ayrım yaptığını
yazar bize gösterebilir mi? Gösteremez. Çünkü Marx’ın böyle
saçma bir görüşü yoktur” (53).
M.
İ. Turan ne Marks'ın teorik söylemini ne de Ekim Devrimi
ile başlayan pratiği ve bu pratiğin dayatmış olduğu
zorunlulukları anlıyor. Yazarın anlamadığı, teorinin ancak ve
ancak pratikte doğrulanacağıdır. Bolşevikler, meta sorununda
olduğu gibi para sorununda da Ekim Devriminin “vatanı” Rusya
koşullarında -Marks'ın öngördüğü gelişmiş kapitalizm
koşullarında değil- devrimi ilerletmenin; yani sosyalizmi inşa
etmenin yaratıcı uygulamasını gerçekleştirmişlerdir.
Bolşevikler, Rusya gerçekliğine sıkı sıkıya sarılarak,
Marks'ın teorik saptamasına varana kadar para konusunda hangi
süreçlerden geçmek zorunda olduklarını görmüşler ve ona göre
hareket etmişlerdir. Aynı durum meta üretimi için de geçerlidir.
M.
İ. Turan yukarıya
aktardığı sözlerimin üst ve alt kısmına bakmış olsaydı
şunları görürdü:
“Üretim
araçlarının toplumsal mülkiyete geçmesi, sosyalizmin temel
ekonomik yasasının oluşmasının ve etkide bulunmasının olmazsa
olmaz temel ön koşuludur. Bu ön koşulun gerçekleşmesinin
olmazsa olmaz temel ön koşulu da proletarya diktatörlüğüdür.
Proletarya
diktatörlüğünün varlığı, sosyalizmin ekonomik yasalarının
bir anda oluşması ve etkide bulunmaya başlaması anlamına gelmez.
Bu yasalar, sosyalist üretim geliştikçe oluşurlar ve etkide
bulunurlar. Bu gelişmeye SB'de meta üretimi ve değer yasası bir
örnek oluşturur.
Ekim
Devriminden sonra meta üretimini ve dolaşımını, dolayısıyla
meta-para ilişkilerini muhafaza etmek bir zorunluluktu. Bunun
nedeni, kırsal alanda mülkiyetin toplumsal mülkiyete geçmesinin
koşullarının henüz olmamasıydı; küçük üretici olarak
köylülüğün ve buna bağlı olarak da pazar, pazar ilişkilerinin;
meta üretimi, meta-para ilişkilerinin kaçınılmazlığıydı.
Şehir ile kır, sanayi ile tarım arasındaki ilişkide meta
üretimi, ekonomik ilişkilerin köylüler açısından yegâne kabul
edilebilir biçimiydi.
SB'de,
sosyalizmin bütün inşası boyunca bu zorunluluk önemli
tartışmalara (Buharin, Troçki) neden olmuştur. Ama her seferinde
Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, bu zorunluluğun nesnelliğini
gözden kaçırmaksızın hareket etmiş ve bu zorunluluğun
sınırlarını, etki alanını daraltmaya çalışmıştır”
(54).
6-Sovyetler
Birliği’de karşı devrim
Yazarın
“Sovyetler Birliği’nde bozulma” başlığı altında ele
aldığı bölüm eleştiri yazısının herhalde en “çirkin”,
en “demagojik”, tahrifatın en bol olduğu bölüm olsa gerek.
Yazarın eleştirdiği, kendi deyimiyle “Kapsamlı bir kitap,
büyük boy, 500 sayfa”lık çalışma yedi bölümden
oluşmaktadır. Sadece ilk bölümde SSCB'de sosyalizmin sorunları
ele alınırken, diğer bölümlerde SSCB'de sosyalizmin inşa
sürecinde işlenen hatalar ve bunların sonuçları ele alınmaktadır
(55).
Bu
çalışma SSCB'de kapitalizmin yeniden inşa sorunları, ekonomide,
partide ve toplumda yozlaşma, hatalı gidiş eğilimleri bu
bölümlerde oldukça ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
Sorunların özellikle 1930'lu yılların ikinci yarısında baş
gösterdiği, bunda Stalin'in rolü, yazarın dediği gibi ”Stalin
hayran”lığıma rağmen acımasızca eleştirilmiştir. Bu
çalışmada nesnel zeminde kalarak Stalin'e yönelik en ağır
eleştiriler var. Ama bu, Stalin'i dünya proletaryasının son
önderi olmaktan; Marksizm-Leninizme katkı yapmış olmaktan
çıkartmaz.
Yazar,
SSCB'de kapitalizmin yeniden inşası ile bağlam içinde ele alınan,
analiz edilen gerçekleri bir çırpıda yok sayıyor ve Troçki'nin
sapkın görüşlerini doğrulamak için her türden çarpıtmayı
yapıyor. Bu denli eleştiri dürüstlüğünden yoksunlukla
“Sovyetler Birliği’nde bozulma” başlığı altında
yöneltilen “eleştiri”lere cevap vermem bekleniyorsa bu, bir
yanılgıdır. Yazar “Sovyetler Birliği’nde bozulma” başlığı
altında sarf ettiği sözlerin, yaptığı cımbızlamaların bir
muhasebesini yapmalı ve o bölümü, içeriğinin ağırlığından
hiçbir şey değiştirmeden yeniden yazmalı. İşte o zaman gereken
cevabı veririm.
Sonuç
itibariyle:
Yazarı
kutlamak gerekir. Doğrudan Troçki'yi konuşturmadan SSCB'de
sosyalizmin inşası ve geriye dönüş konularında Troçki'nin
görüşlerine göre analiz yapmak bir yetenek meselesi olsa gerek.
Soruyorum: Neden Tony Cliff'i, şunu bunu öne sürerek Troçkist
görüşlere göre değerlendirme yapılıyor da doğrudan Troçki'nin
görüşlerine göre yapılmıyor?
Yazar
Mehmet İnanç Turan, dünyada sayısız Troçkist “eğilimler”den
birisinin anlayışına uygun bir biçimde “SSCB’de Sosyalizmin
Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları” kitabını
eleştiriyor. Yazar iki gerçeklikten hareket ediyor: Birincisi,
bilumum Troçkist “eğilim”leri bağlayan bir Troçki ve Troçkizm
olmadığı için Troçki'yi doğrudan referans almıyor. İkincisi,
ne Troçki'nin ne de bilumum Troçkistlerin SSCB üzerine bütünlüklü
bir değerlendirmesi vardır. SSCB söz konusu olduğunda daha “IV.
Enternasyonal”in kuruluş döneminde birbirlerine düşmüşler,
kanlı-bıçaklı olmuşlardır. SSCB değerlendirmesi nedeniyle
bölünüp parçalanmışlardır. M. İ. Turan bu gerçeği biliyor
ve bu nedenle doğrudan Troçki'yi referans alamıyor, T. Cliff'i,
kendi “Troçki”si olarak öne sürüyor. Ama bu durumda da en
fazlasıyla T. Cliff “eğilimi” doğrultusunda bir değerlendirme
yapmış oluyor. SSCB üzerine Troçkizmin değerlendirmesi budur
deme cüretini gösteremiyor. Derse veya aksi taktirde yedi düvelden
Troçkist “eğilimler”in acımasız saldırısına maruz
kalacaktır (56). Hatta yedi düvelden Troçkist “eğilimler”
arasında bu konuyla bağlam içinde bir meydan muharebesine
neden/vesile olabilir. Troçkist “eğilimler”in tarihinde bu
türden meydan muharebelerinin; 'benim Troçki öyle demiyor, senin
Troçkin böyle diyor'un örnekleri çoktur.
Her
bir Troçkist “eğilim”, siyaset aleminde egzotik bir topluluğu
oluşturur. Etrafınıza şöyle bir bakın. Her bir Troçkist
“eğilim”in, grupçuğun; öyle ki, Avrupa'dan Somali'ye Troçkist
parti kurmak için gidenlerin de, Troçki'nin Marksizm-Leninizme,
SSCB'ye, sosyalizmin inşasına, SBKP(B) ve Stalin'e karşı ürettiği
çürük silahları karıştıra karıştıra kendi Troçki'sini
bulduğunu ve kendi Troçkizmini oluşturduğunu görürsünüz;
Troçkistler, bir Troçki'den çok Troçki; bir Troçkizmden bin bir
Troçkizm ortaya çıkartma yeteneğine sahiptirler. Her “eğilim”in
kendine göre bir Troçki'si ve Troçkizmi vardı/vardır.
Her
bir Troçkist “eğilim”in kendi “24 ayar” Troçki'sini
yaratmak için verdiği mücadele, bizzat Troçki'nin “sürekli
devrim”i için verdiği mücadeleden kat kat daha önemlidir.
Nihayetinde her bir Troçki'nin de yorumlanması gerekir. Bu nedenle
her bir Troçkist “eğilim” için önemli olan, Troçki'nin şu
veya bu konuda ne düşündüğünden ziyade kendisidir. Önce kendi
Troçki'ni oluşturacaksın ve Troçki'nin “eser”lerine -yani
orijinal Troçki'ye- kendi Troçki-pencerenden bakacaksın. Gerçeklik
böyle. Tam da bu nedenden dolayı günümüzde Troçkizmi
tanımlamak, onun bütünselliğinden bahsetmek oldukça zordur. Ama
her bir Troçkist “eğilim”in kendi Troçki'sini araması ve
oluşturması, sadece bu “eğilim”lerin bir sorunu değildir. Bu
“eğilim”ler bu sorunu miras olarak devralmışlardır. O miras,
bizzat çelişkinin kendisi olan Troçki'den başkası değildir.
Troçki'nin yaşamı bunu göstermektedir. Yani, bir Troçki'den çok
Troçki üretmenin maddi zemini bizzat Troçki'nin kendisi olmuştur.
Nasıl olmuştur? Troçki'nin ilkesizliği, tutarsızlığı, şu
veya bu konudaki yanlışını gecikmeli olarak ve kendini haklı
çıkartıcı tarzda düzeltmesi; pişkince yalan söylemesi yeteri
karar bilinmektedir. Bir Troçki'den birçok Troçki çıkartılmasının
nedeni budur (57).
Troçki
dendiğinde Troçkist “eğilim”leri ortaklaştırabilecek
noktaların oldukça az olduğunu görüyoruz. Bu durumda Troçki'yi
istediğin gibi yorumlayabilirsin, istediğin Troçki'yi dizayn
edebilirsin, hatta “orijinal” Troçki'ye karşı kendi Troçki'ni
yaratıp sahaya sürebilirsin. Troçkist “eğilim”ler arasındaki
görüş ayrılıkları, kendi aralarındaki kıran kırana
Troçki-yorumlama mücadelesi bundan başka nasıl açıklanabilir?
Kaç
Troçkist “eğilim” varsa, o kadar da “eğilim” başı
Troçki vardır. Her
bir grup, “24 ayar” Troçkist olduğunu savunur.
Bir
Troçkist olarak Mehmet İnanç Turan, bu gerçekleri çok iyi
biliyor ve bu gerçeklerden dolayı bizzat Troçki'yi referans
almadan kendi Troçkizmi doğrultusunda “SSCB’de Sosyalizmin
Zaferi ve
Kapitalizmin
Yeniden İnşası Sorunları” çalışmamı eleştiriyor. Ama
yazarın bu yöntemi Troçki hakkında bir değerlendirme yapmamız
önünde bir engel değildir.
Burada
“DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!” -
TROÇKİ - “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ“ makale
dizisinden bir derleme sunacağım:
Troçki
Hakkında Ne Biliyoruz?
Troçki
ve Troçkizm hakkında ne biliyoruz diye kendime çok defa
sormuşumdur. Lenin ve Stalin'in yazılarından, SBKP(B)-Tarihi'nden
anlatılanların ötesinde Troçki ve Troçkizm hakkında pek fazla
bilgimizin olmadığı açıktır. Troçki ve Troçkizmi dolaylı
biçimde öğrendik, eğer buna öğrenme denirse. Troçki, kendi
yazıları okunarak, analiz edilerek, eğitim çalışmalarının
konusu yapılarak ele alınmamıştır. Öyle ki, teorik
dergilerimizde Troçki ve Troçkizm üzerine şu veya bu biçimde
kapsamlı, en azından bir teorik dergi çerçevesinde kapsamlı bir
araştırma ve analiz de hatırlamıyorum. Kendi çabasıyla konu
üzerine çalışanların olması; bilenin, bilmeyene bir parça
anlatması da sorunun özünde bir şey değiştirmez. Birçok
konuda olduğu gibi Troçki ve Troçkizm konusunda da “yarım
yamalak” bilgilerle siyasi olarak büyüdük...
Yöntemsel
ve felsefi açıdan dünkü Troçkizmle bugünkü Troçkizm arasında
bir fark yoktur. Dün de bugün de Troçkizmin temel özelliği
iradeci subjektivizmdir. Varoluşunun her döneminde Troçkizm,
nesnel koşulları analiz etme yeteneğinden yoksun olduğunu
sergilemiştir; bu nedenle ulusal ve dünya çapında devrimlerin
gelişme koşullarını, devrimlerin farklı gelişme aşamalarını
görme yeteneğine sahip değildir. Dün olduğu gibi bugün de
Troçkizm, ilkesizlik abidesi olduğunu sergilemiştir; yalpalamak,
bir uçtan diğerine savrulmak, eklektizm Troçkizmin temel
özelliklerindendir.
Siyasi
ve ideolojik alanda dünkü ve bugünkü Troçkizm arasında hiçbir
fark yoktur: Marksizm-Leninizme karşı mücadele Troçkizmin var
oluş iksiridir. Dün olduğu gibi bugün de Troçkizm, Lenin ve
Leninizme, sonrasında da Stalin'e, onun öğretisine ve SSCB'de
sosyalizmin inşasına karşı düşmanlık içinde varlığını
sürdürmüştür. Bu düşmanlık bugün bütün şiddetiyle
sürdürülmektedir. Troçkizm, Marksizm-Leninizme ve onu kendinde
simgeleştiren Stalin ve SSCB'de sosyalizmin inşasına karşı
düşmanlığıyla işçi sınıfı ve emekçi yığınları
revizyonizme ve oportünist, sınıf uzlaşmacı anlayışlara karşı
mücadelesinde silahsızlandırmayı amaçlamaktadır. Troçkizmin
revizyonizme karşı mücadele diye bir derdinin olmaması, her koşul
altında ve hemen her konuda Marksizm-Leninizm ve Stalin'le uğraşıyor
olması, onun esas amacının ne olduğu konusunda oldukça
öğreticidir.
Leninizm
olmasaydı, Troçkizm olmazdı ve Stalin olmasaydı Troçkizm de
gelişemezdi; yani Stalin önderliğinde SBKP(B)'nin mücadelesi,
SSCB'de sosyalizmin inşası olmasaydı Troçkizm de gelişemezdi.
Burada önemli olan, Stalin'in Troçkizmi işçi hareketi içinde bir
akım olmaktan çıkarak yabancı ülkelerin istihbarat örgütlerine
hizmet eden, yıkıcı, zarar verici faaliyette bulunan bir çeteye
dönüştü değerlendirmesi değildir. Troçkistler bundan
alınmışlardır diye düşünüyorsanız fena halde yanılmış
olursunuz. Onları ilgilendiren, var oluşlarının ve gelişmelerinin
Stalin'in varoluşuna ve SSCB'de sosyalizmin inşasına bağlı
olduğudur. Aradan on yıllar geçmesine rağmen Troçkizmin hala
bütün şiddetiyle devam eden bu düşmanlığının nedeni ne
olabilir? Neden Troçkizmi geliştiremiyorlar? Neden dönüp olaşıp
aynı hikayeleri anlatıyorlar ve yenilenemedikleri için de sürekli
bölünüp parçalanıyorlar? Bunların üzerine düşünmek lazım.
SSCB'de
revizyonizmin iktidara gelmesinden bu yana Troçkizm, sınıf
mücadelesinin temel sorunlarında, Marksizm-Leninizmi çarpıtmada
Sovyet modern revizyonizmden pek farklı şeyler söylememiş,
revizyonist hareketleri desteklemiştir.
İdeolojik
bakımdan Troçkizm kime daha yakındır, kim ile akrabadır diye
soracak olursak, bu sorunun cevabı sosyal demokratizmdir denebilir.
Troçki, Lenin'e karşı mücadele ederek ve aynı zamanda
Menşevikleri destekleyerek Rus işçi hareketi içinde boy
göstermişti. Onun bu anlayışında, dolayısıyla Troçkizmin bu
ideolojik özelliğinde değişen bir şey olmamıştır. Sosyal
demokrat burjuvazinin, ideologlarının Troçki hayranlığı da
Troçkzmin bu özelliğini bildiklerinden dolayıdır. Sosyal
demokratlar Troçki'yi sevimli, en iyi “Bolşevik”
olarak lanse ederler. Sosyal demokratların gözünde Troçki “kadri”
bilinmemiş, “ihanete”
uğramış, “mağdur”
“Bolşevik”
önderdir. Sürgündeki Troçki'nin en büyük destekçileri,
kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı olmamıştır. Onun en büyük
destekçileri arasında sosyal demokratlar başta gelmekteydi.
Menşeviklerden arta kalanlar da onun yanındaydı. Bu unsurlar yurt
dışında “Troçki'nin kurtarılması için fon”
oluşturmuşlar, ülkeden kovulmasına bayağı üzülmüşlerdi.
Öyle ki, Troçki'nin sürgüne gönderilmesine “Robespierr'in
idamıyla eş anlamlıdır”
demişlerdi. Emperyalist burjuvazi Troçki'yi “Avrupa
demokrasisinin şövalyesi”
olarak değerlendirdi. Emperyalist
burjuvazi, bir kullanma aracı olduğu için bir gün işe yarar diye
Troçkizmin yeniden doğuşunun yolunu açtı. Troçki, o “yudas”
sevimlileştirildi. Burjuva ve revizyonist basın, haini “büyük
bir devrimci”ye,
“Ekim'in mimarı”na,
“ciddi bir anti-stalinist”e
dönüştürdü.
Troçki'nin
“politik devrim” anlayışı kapitalist dünyada yankısını
buldu. Emperyalist dünya burjuvazisi için sosyalizmi yıkmaya
soyunan, bunun için “devrim” teorisi geliştiren birisi ortaya
çıkmıştı. Troçki'nin bu yönlü, SSCB'de “devrimin ihanete
uğradığını” ele alan yazıları taktirle karşılandı.
Burjuva
tarih yazımında Troçki, Ekim Devriminin birinci önderi
gösterilmediği durumda Lenin ile aynı seviyede önder olarak
gösterilmektedir. Dünya burjuvazisine göre Rusya'da devrimci
mücadelenin sahnesine Troçki gibi bir şahsiyet çıkıyordu; “Ekim
Devriminin son derece önemli önderi”. Sanırsınız bunu
Troçkistler söylüyor. Hayır, bu değerlendirme gerici Andenauer
hükümetine (Almanya) aittir. Batı Alman burjuvazisine göre
Troçki, “komünizmin en önemli teorisyeni”dir (58).
Burjuva
tarih çarpıtıcıları için komünizme, sosyalizme,
Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde Troçki, bitmez tükenmez
bir kaynak olmuştur. Bir örnek: “Kızıl Ordu'nun yaratıcısı”
Troçki; “Kendi yaratımı olan Kızıl Ordu'nun başkomutanı”
Troçki (59).
Troçki,
bir eklektizm klasiğidir, bir ideolojik karmaşadır. Onun
görüşlerinde bütünsellik yoktur. Troçki'de bir parça oradan
bir parça buradan; bir parça Marksizmden, bir parça -ama daha çok-
Menşevizmden, sosyal demokratizmden; burjuva ideolojiden
bulabilirsiniz. Troçki'yi bugün sağda -örneğin Menşeviklerin
(oportünistlerin) yanında- görebileceğiniz gibi yarın en uç
solda görebilirsiniz.
Troçki'nin
siyasi çizgisi devşirmedir; oradan bundan alınmış anlayışlardır;
bu nedenle Troçki baştan beri eklektizmin bir “ustası”ydı.
Marksizmden bahsederken dahi, görüşlerine oportünist düşünceler
damgasını vururdu. Lenin'den bahsederken de Menşevikçe düşünürdü.
Ondaki “Bolşevizmi” birazcık kaşırsanız karşınıza
Menşevizm çıkar. Ondaki Marksizm, Leninizm sadece ve sadece
söylemdeydi ve onu da işine yarıyorsa dillendirirdi; ona düşüncede
ve eylemde oportünizm yol göstermekteydi. Troçki'nin tutarsızlığı,
ilkesizliği, savrulması başka nasıl açıklanabilir?
Çelişkinin
bizzat kendisi olan Troçki'nin bu özellikleri kaçınılmaz olarak
1920'li yıllarda çizgileşti. Ve Troçki, Troçkizme dönüştü.
Bu siyasi çizgi, komünist ideoloji olamazdı; Marksizm-Leninizm
olamazdı. Bu siyasi çizgi Marksizm-Leninizme karşı mücadele
sonucunda gelişmiştir. Bu nedenle Troçkizmin varoluş iksiri
Marksizm-Leninizme düşmanlıktır.
Troçkizm
nesiz olamaz diye sorarsanız, bunun cevabının iki olgudan
oluştuğunu görürsünüz: Troçkizm, Marksizm-Leninizm olmaksızın,
Stalin ve sosyalizmin inşası olmaksızın olamaz. Troçkizm,
Marksizm-Leninizme, Stalin'e, SSCB'de sosyalizmin inşasına
düşmanlık temelinde vardır. Bu, onun varoluşunun iki olgusundan
biridir. İkincisi ise Troçkizm burjuva ideoloji, özellikle de
sosyal demokratizm, reformculuk olmaksızın var olamaz. Troçkizm
ideolojik gıdasını buradan almaktadır. Bu demektir ki, kapitalizm
var olduğu müddetçe, sosyal demokratizm; burjuva ideoloji var
olduğu müddetçe ve Marksizm-Leninizm de mücadelesini sürdürdüğü
müddetçe Troçkizm de var olacaktır. Bunu kafamıza koymalıyız.
Ve bu anlamda Marksizm-Leninizmle her türden burjuva ideoloji
arasındaki mücadelede olduğu gibi, Troçkizm -bu küçük burjuva
ideoloji- arasındaki mücadelenin tarihin gerilerinde kalması ancak
ve ancak dünya çapında kapitalist sistemin yıkılması ve
sosyalizmin kurulmasıyla mümkün olacaktır.
Troçki'nin
en belirgin özelliği ilkesizliktir. Onun bütün yaşamı
ilkesizlik üzerine kurulmuştur. Onun bu özelliğini bilmek için
mutlaka onunla yakın ilişkide olmaya gerek yoktu. Yazılarını
okumak da yeterlidir. Bütün yazılarında, otobiyografik olduğu
için Troçki'yi ve ilkesizliğini görebilirsiniz. Tabii ki, onu
yakından tanıyanların, izleyenlerin anlatımları da var. Örneğin
bunlardan biri de eski “Bundcu” Libor, ikinci parti kongresinden
sonra şu değerlendirmeyi yapar: “Çeşitli
ilkeleri, duruma uygunluğuna bağlı olarak etiket gibi çekip
çıkartır”. Bunun
Türkçesi, “nabza göre şerbet” vermektir; ortama göre “ilke”
değiştirmektir. Demek ki Lenin, Troçki'ye boşuna “hain”,
“hergele” dememiş (60).
Troçki
ve Troçkistlere, Troçkizm kavramını veya olgusunu kim buldu diye
sorsanız, en azından “dil alışkanlı”ğından dolayı
düşünmeden Stalin derler. Stalin, Troçki ve Troçkistlerin
ruhudur, canıdır, en değerli varlıklarıdır, var oluş
nedenidir; evet, yaşam iksiridir.
Troçki
varlığını önce Lenin'e sonra da Stalin'e borçludur. Stalin
olmasaydı, acaba Troçkizm olur muydu? Stalin olmaksızın Troçkizm
olmaz. Stalin'siz Troçki, “Stalinizm”siz Troçkizm düşünülemez.
Eğer bir “Stalinizm” varsa -Troçkizm var diyor- o da
Marksizm-Leninizmdir. Stalin sadece ve sadece bu öğretiyi pratikte
uygulamış ve uygulamadan hareketle de teoride geliştirmiştir.
Troçki ve Troçkizm nezdinde onun bütün “günahı”,
“caniliği” budur; Marksizm-Leninizmi geliştirmektir.
Troçki
tarihte gelmiş geçmiş en büyük, en militan “Leninist” ve
“Stalinist”tir!
Troçki'nin
bütün siyasi yaşamı, başarısızlığın ve hüsranın özetidir.
Yoksa
değil mi?
Böylece
“Üstâd”ı; hem “Marksist” hem “Leninist” hem de
“Bolşevik” Troçki'yi, sürekli
devrimci, Ekim Devriminin “özü,
çehresi ve ruhu” Troçki'yi,
“Mont Blanc'ın aydınlatan zirvesi”, Batı
burjuvazisinin
“Kızıl Napolyon”u
Troçki'yi,
“Bolşevik-Leninist”, “esin
kaynağı”, “biricik önder”
Troçki'yi bir daha “yâd etmek” fırsatını verdiği için
yazar Mehmet İnanç Turan'a teşekkür ederim.
Kasım
2015
*
Kaynaklar:
1)
“Devrimci Marksizm”, sayı 23, s. 130.
2)
Bkz.:
-
İbrahim
Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden
İnşası Sorunları, Akademi Yayınları, 2011.
-
İbrahim Okçuoğlu; “DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA -
TROÇKİ - “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ”, Makaleler
1-19, Ekim-Aralık 2012. ibrahimokcuoglu.blogspot.com
-İbrahim
Okçuoğlu; “YENİ” DÜŞÜNCELER, Haziran 2012.
ibrahimokcuoglu.blogspot.com
3)Bkz.:
Troçki; “Die permanente Revolution” - “Sürekl Devrim”,
Almanca baskıya önsöz.
4)Stalin;“Aksi
halde, Ekim'de iktidarı almanın ve Ekim Devrimini yapmanın bir
anlamı olmazdı. Çünkü, şu ya da bu mülahazayla tam sosyalist
toplumun kurulması olanağı ve zorunluluğu dışlandığında,
Ekim Devrimi de anlamını yitirir. Her kim tek ülkede sosyalizmin
kurulma olanağını yadsıyorsa, o zorunlu olarak Ekim Devriminin
haklılığını da yadsımak zorundadır. Ve tersine: Her kim Ekim'e
inanmazsa, o kapitalist kuşatma koşulları altında sosyalizmin
zaferi olanağını da kabul edemez. Ekim'e inançsızlık ile
ülkemizde sosyalist olanakları kabul etmeme arasında sıkı ve
doğrudan bir bağıntı vardır”
(C. 7, s. 101).
5)Stalin;
C. 9, Türkçesi; s. 29, 31, 32.
6)Bkz.:
L. Trotzki; “Die internationale Revolution und die Kommunistische
Internationale", Verlag Die Vierte Internationale 1929, 1970, s.
65.
7
)Stalin;
C. 7, s. 178.
Swerdlow-Üniversitesi'nde
yaptığı konuşmada (1925) Stalin dünya devrimini, sosyalizmin
inşasını ve müdahale tehlikesini ele alır. Bu bağlamda şunları
söyler:
“Dolayısıyla,
söz konusu olan, dolaysız yüz yüze olduğumuz bir müdahale
değil, kapitalist bir çember var olduğu sürece, genelde bir
müdahale tehlikesinin de mevcudiyetini koruduğudur. Müdahale
tehlikesi olduğu sürece ise, savunmamızın çıkarı için, her
yıl yüz milyonlarca ruble harcamak zorunda olduğumuz bir ordu ve
bir donanma tutmak zorundayız. Ama ordu ve donanma için her yıl
milyonlarca ruble harcamak ne demektir? Kültürel ve ekonomik inşa
için harcamalardan bu oranda bir kısıntı yapmak demektir.
“Vurgulamaya gerek yok ki, eğer bir müdahale tehlikesi olmasaydı,
bu meblağları ya da en azından onların büyük bir kısmını,
sanayiyi güçlendirmek için, tarımı ıslah etmek için, örneğin
genel ilkokula devam mecburiyeti hakkında bir reformun uygulanması
için vs. harcayabilecektik. Müdahale tehlikesiyle bağıntılı
olarak inşa çalışması alanında güçlükler bundandır.
Bu
güçlüğün, onu tüm diğer güçlüklerden ayıran karakteristik
özelliği, onu aşmanın yalnızca bize bağlı olmamasıdır, onun
ancak ülkemizin ve tüm diğer ülkelerin devrimci hareketinin ortak
çabalarıyla bertaraf edilebilecek olmasıdır”.
8)Lenin,
aktaran Tony Cliff, Kuşatılmış Devrim, Cilt 3, çev. Berna
Kutluğ, Z Yayınları, 1996, s. 136.
9)Mehmet
İnanç Turan , Agd, s. 131/132.
10)Lenin,
İşçi Sınıfı ve Köylülük, s. 422.
11)Mehmet
İnanç Turan , Agd, s. 133.
12)Mehmet
İnanç Turan , Agd. s. 133/134.
13)İbrahim
Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden
İnşası Sorunları, Akademi Yayınları, 2011, s. 455 ve 119.
14)Mehmet
İnanç Turan , Agd. s. 134/135.
15)Leo
Trotzki, “Geschichte der russischen Revolution”, C. 2, ikinci ek,
“Tek ülkede sosyalizm?”.
16)Marks-Engels
Toplu Eserleri (Bundan sonra METE); C. 7, s. 89/90.
17)METE;
C. 28, s. 507/508.
18)METE;
C. 19, s. 28.
19)Stalin;
C. 6, s. 330/331- “Die Oktoberrevolution und die Taktik der
russischen Kommunisten”.
20)İbrahim
Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden
İnşası Sorunları, Akademi Yayınları, 2011, s. 29.
21)Mehmet
İnanç Turan , Agd. s. 136.
22)Mehmet
İnanç Turan , Agd. s. 136.
23)Lenin,
Anarşizm ve Anarkosendikalizm, çev. Sevim Belli, Sol Yayınları,
1979, s. 409.
24)Mehmet
İnanç Turan , Agd., s. 137.
25)METE;
C. 19, s. 20, “Gotha Programının Eleştirisi”.
26)METE;
C. 19, s. 20, “Kritik am Gothaer Programm”.
27)METE;
C. 19, s. 21, “Kritik am Gothaer Programm”.
28)L.
Trotzki; “Der
Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale,
(Das Übergangsprogramm)”,
s. 24. Türkçesi; s. 42.
29)METE;
C. 19, s. 21, “Kritik am Gothaer Programm”.
30)Mehmet
İnanç Turan , Agd., s. 138.
31)Mehmet
İnanç Turan; Agy.
32)İ.
Okçuoğlu;A.g.e., s. 339, 356.
33)İ.
Okçuoğlu;A.g.e., s. 340.
34)Mehmet
İnanç Turan, Agd., s. 139.
35)Friedrich
Engels,
Anti Dühring, çev. Kenan Somer, s. 313, 487.
36)İ.
Okçuoğlu; A.g.e., s. 219.
37)
Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 447.
38)Mehmet
İnanç Turan, Agd., s. 140.
39)Bkz.:
Stalin; C. 12, “Başarı Sarhoşluğuna Kapılmamak” yazısı.
40)METE
(Engels);
C. 20, s. 265, “Anti-Dühring”.
41)METE
(Marks;Marks;
Gotha Programı Eleştirisi); C. 19, s. 19/20.
42)Bu
konuda Stalin:
“Engels'in
formülünü tahlil edelim. Bu formül, toplum tarafından bütün
üretim araçlarının mı, ya da yalnızca bir kısmının mı ele
geçirilmiş olduğunu, yani bütün üretim araçlarının mı ya da
yalnızca bir kısmının mı halkın mülkiyeti altına girdiğini
belirtmediğinden, onu tümüyle açık ve belirgin sayamayız. Demek
ki, Engels'in bu formülünü iki biçimde anlamak mümkündür.
Engels,
Anti-Dühring'in bir başka kısmında "bütün üretim
araçlarının", "üretim araçlarının tümünün"
ele geçirilmesinden söz etmektedir. Öyleyse Engels, 'formülünde,
üretim araçlarının bir kısmının değil, tümünün
ulusallaştırılmasından, yani yalnızca sanayide değil, aynı
zamanda tarımda da üretim araçlarının halka mal edilmesinden söz
etmektedir.
Sonuç
olarak, Engels, kapitalizmin ve üretimin yoğunlaşmasının
yalnızca sanayide değil, aynı zamanda tarımda da, ülkenin bütün
üretim araçlarının kamulaştırılmasına ve bunların halkın
mülkiyetine geçmesine olanak sağlayacak ölçüde gelişmiş
bulunduğu ülkelerden söz etmektedir. Böylece, Engels, bu
ülkelerde bütün üretim araçlarının toplumsallaştırılmasına
paralel olarak meta üretiminin de kaldırılması gerektiği
kanısındadır. Bu, kuşkusuz, tamamen doğrudur.
Geçen
yüzyılın sonunda, Anti-Dühring'in yayınlandığı dönemde,
kapitalizmin gelişmesinin ve üretimin yoğunlaşmasının,
proletaryanın iktidarı eline geçirmesi halinde, gerek sanayide,
gerek tarımda, ülkenin bütün üretim araçlarının halkın
mülkiyetine geçmesine ve meta üretiminin tasfiye edilmesine olanak
sağlayacak ölçüde geliştiği tek ülke olarak İngiltere vardı”
(Stalin;
C. 15, s. 263/264, “SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”).
43)Stalin;
agk., s. 264/265.
44)Sadece,
sanayiye nazaran tarımda kapitalizmin nispeten geri geliştiği
ülkelerde değil, gelişmiş kapitalist ülkelerde de Lenin’in
bahsettiği “ekonomik bağ”, “ticaret” ve “mübadele” söz
konusudur
(Bkz.:
Stalin; C. 11, s. 125-138, Komintern Programı Üzerine).
45)Karl
Marks; Kapital, C. I, s. 87.
46)“Marksizm,
—ister doğa yasaları, ister ekonomi politik yasaları
olsunlar—bilim yasalarını, insan iradesinden bağımsız olarak
etkilerini sürdüren, nesnel süreçlerin yansımaları olarak
anlar. Bu yasaları keşfetmek, tanımak, incelemek, onları
eylemlerimizde hesaba katmak, toplumun yararına işletmek mümkündür,
ancak bunları değiştirmek ya da yok etmek mümkün değildir.
Hele
yeni bilimsel yasalar oluşturmak ya da yaratmak tamamen
olanaksızdır” (Stalin;
C. 15, s. 256, “SSCB’de
Sosyalizmin Ekonomik Sorunları”
47)Stalin;
agk., s. 257.
48)Stalin;
agk., s. 271, 273/274.
“Bu
demek midir ki, değer yasası, bizde, kapitalist düzende olduğu
kadar yaygın bir biçimde etkide bulunmaktadır, değer yasası
bizde üretimin düzenleyicisi olmaktadır? Kuşkusuz hayır.
Gerçekte, bizim ekonomik sistemimizde değer yasası etkisini sıkı
bir biçimde sınırlanmış bir çerçeve içerisinde gösterir,…
bizim düzenimizde meta üretimi, etkisini sınırlı bir çerçeve
içerisinde gösterir. Değer yasasının etkisi için de aynı şeyi
söyleyebiliriz. Kuşkusuz, üretim araçlarının özel mülkiyetinin
olmayışı ve bunların kentte de, kırda da toplumsallaştırılmış
bulunmaları, değer yasasının etki alanını ve üretim üzerindeki
etki derecesini sınırlamak zorundadır.
Ulusal
ekonomimizde, üretimdeki rekabet ve anarşi yasasının yerini almış
bulunan uyumlu (orantılı) gelişme yasası, aynı doğrultuda
etkide bulunur.
Yıllık
ve beş yıllık planlarımız ve genellikle ulusal ekonominin
uyumlu gelişmesi yasasının gereklerine dayanan tüm ekonomik
politikamız da aynı doğrultuda etkilerini gösterir.
Bütün
bu olgular, birlikte ele alınırsa, değer yasasının etki
alanının, bizde, sıkı bir biçimde sınırlı bulunduğunu ve
düzenimizde değer yasasının, üretimde bir düzenleyici rol
oynayamayacağını tanıtlar”
49)
Değer yasası kişisel tüketim maddelerinin
mübadelesini (değişimini) etkiler. Emekçi yığınların parasal
gelirlerinin miktarı göz önünde tutulursa, satın alabilecekleri
tüketim maddelerinin miktarının bu metaların fiyat seviyesine
bağlı olduğu görülür. Ama değer yasasının bu etkisi spontane
değildir. Kapitalizm koşullarında olduğu gibi değildir.
Sosyalist ekonomide değer yasasının spontane etkide bulunma
koşulları yoktur. Çünkü sosyalist ekonomide meta sürümünün
kapsam ve yapısı devlet ve kooperatif ticaretinde planlı olarak
belirlenir.
Sosyalist
ekonomide değer yasası, düzenleyici olmamasına rağmen üretim
üzerinde etkide bulunur (50).
Bunun
nedeni, üretim sürecinde işgücü tüketiminin karşılanması
için gerekli olan tüketim maddelerinin meta olarak üretilmeleri ve
satılmalarıdır. Yani bu maddelerin üretimi ve satımı, meta
üretimi ve dolaşımı anlamına gelir. Tam da burası; bu
maddelerin üretimi ve dolaşımı, değer yasasının etkide
bulunduğu alanlardır.
Değer
yasası, meta dolaşımına etkide bulunduğu gibi, tüketim
maddeleri bazında üretime de etkide bulunur (51).
Sosyalizmde
ürünlerin üretimi için harcanan iş miktarı, değer ve onun
biçimleriyle ölçülür. Bu nedenden dolayı sosyalist işletmeler,
değer yasasını dikkate almaksızın çalışamazlar. Değer
yasasının dikkate alınması, emek ve tüketimin ölçüsü
üzerinde kontrol için devletin elinde bir araçtır; bir kontrol
aracıdır.
Sosyalist
işletmelerde değer yasasının dikkate alınması, hesaplama yapmak
için zorunludur. Bu, işletmelerin zarar mı yaptıklarının veya
kar mı yaptıklarının tespiti için zorunludur. Bu, maliye
organlarının iktisadi planların yerine getirilip getirilmediğini
denetlemeleri için zorunludur.
50)“Ancak
değer yasasının etkisi, yalnızca metaların dolaşım alanı ile
sınırlanmaz. Değer yasası, üretim alanında da etkilidir. Değer
yasasının sosyalist üretimimizde düzenleyici bir rol oynamadığı
doğrudur. Buna karşın üretimi etkilemektedir ve üretimin
yönetiminde onu hesaba katmak gereklidir”
(Stalin;
agk., s. 271).
51)“Gerçek
şudur ki, bizde, üretim sürecinde işgücü sarfiyatını
karşılamak için gerekli tüketim ürünleri, değer yasasının
etkisine bağlı metalar olarak üretilmekte ve
gerçekleştirilmektedir. Değer yasası, özellikle o alanda üretimi
etkilemektedir. Böyle olunca, malî özerkliğin ve verimliliğin,
maliyet fiyatının, fiyatların vb. işletmelerimizde bugün güncel
bir önemi bulunmaktadır. Bu yüzdendir ki, işletmelerimiz, değer
yasasından vazgeçemezler ve vazgeçmemelidirler“
(Stalin; agk., s. 271/272).
52)İbrahim
Okçuoğlu, a.g.e., s. 333.
53)Mehmet
İnanç Turan, Agd., s. 141/142.
54)İbrahim
Okçuoğlu; SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden
İnşası Sorunları, Akademi Yayınları, 2011 , s. 332/333.
55)
BÖLÜM
I
SSCB’DE
SOSYALİZMİN İNŞASI
BÖLÜM
II
SOVYETLER
BİRLİĞİ’NDE SOSYALİZMİN YIKILMASI VE KAPİTALİZMİN YENİDEN
İNŞASI ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
BÖLÜM
III
SOVYETLER
BİRLİĞİ'NDE SOSYALİZMİN ZAFERİNİN ÜÇ YANLIŞ YORUMU
BÖLÜM
IV
ADINI
DOĞRU KOYALIM!
REVİZYONİZM
KAPİTALİZMDİR
REVİZYONİST
POLİTİK EKONOMİ
BURJUVA
POLİTİK EKONOMİDİR
BÖLÜM
V
ADINI
DOĞRU KOYALIM!
SOVYET
EKONOMİSİNİN SINIFSAL KARAKTERİ
GERÇEKLER
VE DEMAGOJİ
BÖLÜM
VI
MERKEZİ
PLANLAMA VE İKTİSADİ MUHASEBE
BÖLÜM
VII
ADINI
DOĞRU KOYALIM!REVİZYONİST-BÜROKRATİK
KAPİTALİST SİSTEM
56)Bu
konuda bkz.: İbrahim Okçuoğlu; “DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA
ÖLMEDİK YA - TROÇKİ - “24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN
HİKAYESİ”, özellikle makale 16 ve 19, Ekim-Aralık 2012.
ibrahimokcuoglu.blogspot.com).
57)Burada
“DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA - TROÇKİ - “24 AYAR”
ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ”çalışması kastedilmektedir,
Ekim-Aralık 2012: Bkz.:İbrahim Okçuoğlu;
ibrahimokcuoglu.blogspot.com).
58)Bkz.:
SBZ von A–Z, “Ein Nachschlagebuch über die sowjetische
Besatzungszone Deutschlands”, Yayımlayan: Ministerium für
gesamtdeutsche Fragen, Bonn 1963, s. 481.
59)Harry
Wild; “Trotzki”, rororo, bildmonographien, 2006, s. 36 ve 86.
60)Bkz.:
Lenin; Mektuplar, C. II, 1905-1910, s. 186-187. G. J. Zinovyev’e
yazdığı 24 Ağustos 1909 tarihli mektup - “Hergele” Rusçadan
Almancaya “Schuft” olarak çevrilmiş. Bunun Türkçe karşılığı
da “itoğlu it”, “hergele”, “eşşoğlu eşek”. En uygun
olanının “hergele” olduğunu düşünüyorum.