deneme

9 Ocak 2001 Salı

IMF VE TÜRK EKONOMİSİ

IMF, Türkiye’ye 11,4 milyar dolar tutarında yeni bir kredi açtı. Emperyalizm, Türkiye’ye ilk defa bu kapsamda bir kredi veriyor. Dışa borçlanmanın başladığı ‘40’lı yılların ikinci yarısından bu yana Türkiye, emperyalist devletlerden ve özel yabancı sermaye çevrelerinden ancak az miktarlarda kredi alabilmişti. Şimdi ise 11,4 milyar dolar tutarında kredi alabiliyor. Bunun nedeni, Türkiye’nin emperyalist jeopolitika ve strateji bazında artan siyasi, askeri ve de ekonomik “kredi”sinde aranmalıdır. Bu neden ifadesini parasal(sermaye) miktara da yansıtıyor.

IMF, Türkiye’ye ek kredi açmak zorundaydı. Aksi taktirde bütün dünyada güvenirliği sorgulanacaktı. IMF, Türkiye’ye ek kredi açmak zorundaydı. Çünkü “istikrar” programının aksamadan uygulanmasını istiyor. İşte birbirini tamamlayan bu iki nedenden dolayı IMF, Türkiye’ye yeni kredi vermekte gecikmedi.

Türkiye’de “istikrar” programının uygulanamamasının önünde iki temel neden vardır; Bunlardan birisi, burjuva içi çıkar çatışmaları ve bunun ekonomiye yansıması. İkincisi de duyarlı kamuoyu muhalefetinden sendikal muhalefete ve devrimci mücadeleye kadar uzanan oldukça farklı siyasi yönleri olan geniş yelpaze dinamikleri.

IMF’nin “yardım” ettiği ülkelerin ekonomilerini krize sokacağı veya krize sokmayı amaçladığı anlayışı tamamen yanlış bir anlayıştır. Kontrol ettiği ekonominin krizde olması yabancı sermayeye bir çıkar sağlamaz. Krizde olan ekonominin kendine hayrı yoktur ki yabancı sermayeye hayrı olsun! Krizde olan bir ekonomide emperyalizm ne gibi bir yarar sağlayabilir, verdiğini nasıl geri alabilir? Bağımlı hangi ülkede olursa olsun IMF programı, “yardım”ı alan ülkenin değil, yabancı sermayenin çıkarını gözettiği için “yardım”, sonuçta, ülke ekonomisini yabancı sermayenin çıkarlarına en kapsamlı tekabül edecek bir şekilde düzenlenmesini öngörür. Bu da er veya geç ekonominin daha derin ve kapsamlı bağımlılığa sürüklenmesini, dayanıksız olmasını ve önemsiz de olsa iç ve dış olumsuz gelişmelere açık olmasını beraberinde getirir. IMF’nin “yardım” ettiği bütün ülkelerde müdahalesinin sonuçları hep böyle olmuştur. Bu anlamda Türkiye, bir istisna değildir.

IMF, DB ve dolayısıyla Amerikan emperyalizmi, stratejik ortak Türkiye’nin, kendisinden bekleneni yapabilmesi için siyasi ve ekonomik açıdan belli bir istikrara kavuşmasını talep ediyorlar. Türk burjuvazisine, ‘bunu tek başına yapmazsınız ancak bizim önerilerimiz doğrultusunda yapabilirsiniz’ diyorlar. Bu nedenle IMF, her şeyden önce, geniş yığınların yeniden düzene kazanılması için bilinen yolsuzlukların üzerine gidilmesini şart koştu. Bu anlamda, çeşitli isimler altında sürdürülen sayısız operasyonlar, rejimin geniş yığınlar nezdinde güven tazelemesine hizmet etmektedir.

IMF, daha kapsamlı talanın bir koşulu olarak da enflasyonun üstüne gidilmesini şart koşmuştur. Bu hükümet de, ciddi ciddi enflasyonun üstüne gitmiştir. Enflasyonun devamından çıkarı olan burjuva kesimler, mali sektörde faal olanlar, rantçılar, programın aksaması için her yola başvurmuşlardır. Avanak küçük burjuvazi ise enflasyon düşmeyecek fetvasını vermiştir. Ama enflasyon düştü. Hedefe ulaşılmadı, ama bir sene içinde yarı yarıya geriledi. Hükümetin, enflasyonu belli oranlarda da olsa düşüreceği, “istikrar” programının içeriğinden anlaşılıyordu. Program, milyonlarca emekçiyi açlığa ve sefalete mahkûm ederek enflasyonun düşürüleceğini öngörüyordu. Öyle de oldu. Ancak avanak küçük burjuvazi, enflasyonun ne pahasına düşürülebileceğini tartışmadı, hitap ettiği kitleyi bu doğrultuda aydınlatmadı.

IMF, özelleştirmeye ağırlık verin dedi. Özelleştirme, yabancı sermayenin şimdiye kadar giremediği sektörleri yerli ortaklarıyla birlikte ele geçirmesi, ulusal zenginlikleri talan etmesi, dolayısıyla ekonomiyi dolaysız kontrol etmesi anlamına gelir. Yabancı sermaye, özelleştirme alanında bugüne kadar atılan adımları hep yetersiz buldu.

Aralık ayındaki ekonomik ve siyasi gelişmeler çok öğretici olmuştur: Gücü kırılan rant ekonomisinin hamlesiyle patlak veren yapay mali “kriz”, çabuk boğuldu. Bu “kriz”in maddi nedeni yoktu (Ekonomide krizin maddi nedeni sanayi üretiminde aranır. Sanayi üretimi de, düşüş değil artış trendi içinde). İşi sağlama almak ve uluslar arası planda prestijini de kurtarmak isteyen IMF, kredi musluğunu açtı. Toplam 11,4 milyar dolar tutarında kredi sağlarım, ama daha sıkı ve sık kontrol ederim dedi. Ek niyet mektubuyla hükümet, IMF dayatmasını kabul etti.

Aslında bir yıldan bu yana uygulanan “istikrar” programının içeriğinde herhangi bir değişme yok. Önceliklerde belli bir değişme var. Örneğin, illa da enflasyon şu orana düşecek denmiyor. Ama denen şu: bankacılık sistemini, yabancı sermayenin işine yarayacak derecede temizleyin. Rant ekonomisine fırsat vermeyin, üzerine gidin. Memura-işçiye refah payından, enflasyona endeksli ücret artırımından vazgeçin. Özelleştirme konusunda verilen güvence yeterli değil. Tüketimi ve cari açığı kısın vs. Bu talepleri tasnif ettiğimizde karşımıza şu çıkıyor:

  1. Türk ekonomisi bu gidişiyle yabancı sermayeye en az yararlıdır. En çok yararlı hale getirilmesi için, kapsamlı talan ve halkın güvenini yeniden kazanmak için iktisadi ilişkide temizlik şart. Bu nedenden dolayı hükümet, neredeyse her gün yeni bir operasyonla bilinen soygunun, devlet olanaklarını talan etmenin üstüne gidiyor.

  2. 2001 yılı bütçe ve genel olarak ekonomik hedeflere varmak için muhalefetin susturulması gerekiyor. Hükümet, kendi içindeki muhalefeti, rantçı muhalefeti susturmak için operasyonlarını sürdürüyor. Sendikalardan gelen muhalefeti ise susturmakta hiç de zorlanmadı. Özellikle yapay mali “kriz“i kullandı. Bu, gerçek bir krizdir dedi. İşi, ‘az kalsın batıyorduk’ demagojisine kadar uzattı. Yani iyi ki IMF yardım etti, yoksa çökmüştük dedi! Böylece hükümet, geniş yığınlara, sendikalara, susun, önce düze çıkalım mesajı verdi. Memura refah payından, işçiye enflasyona göre ücret artırımından bahsetti. Sarı sendika ağalarının katkısıyla IMF ve hükümete karşı işçi ve ücretli memur yığınlarının, dönem dönem on binlerle ifade edilen kitlesel protestoları söndürüldü.

Geriye devrimci muhalefet, iktidara alternatif mücadele kalmıştı. IMF, yabancı sermaye, Türkiye’de “mezar suskunluğu” talep ediyor. Emperyalizm, Kürt ulusal direnişini boğdu, kendine zararsız hale getirdi. Hükümet, sendikal-yığınsal hareketi yedekledi, en azından yönlendiriyor. Faşist diktatörlük ve hükümeti açısından tek sorun, devrimci mücadele ve onun siyasi yapılarıydı. Bu cephenin susturulması gerekiyordu. Yıllardan beri hazırlığı yapılan saldırı ve imha programı uygulamaya kondu. F Tipi Cezaevi kavramında ifadesini bulan bu saldırı, tutsak devrimcilerin, sosyalistlerin ve komünistlerin fiziki ve zihni imhasını hedef alıyordu. Amaç, zindanları mücadele okulu/alanı olmaktan çıkartmaktı. Bunun için saldırdılar. Bunun için katlettiler.

Bu saldırıyla verilen kredi arasındaki bağ, ancak böyle açıklanabilir. Kredi veriyorum, devrimcileri imha et anlayışı yanlıştır, ucuz politikadır.

F Tipi Cezaevi olgusu, devrimci tutsaklara saldırı ve verilen kredi arasındaki bağ, emperyalizmin Türkiye ve bölgemiz üzerindeki stratejik çıkarları göz önünde tutulduğunda bir anlam kazanır.

Kısaca:

Olaganüstü bir durum olmazsa hükümet, “istikrar” programını uygulayacak. Belirlenen hedefe ulaşılmasa da enflasyon düşecek. Bu, kendini fiyat artışındaki yavaşlama -avanak küçük burjuvazinin sandığı gibi fiyatların düşmesinde değil- olarak hissettirecek. Her halükarda enflasyon, emekçi yığınların 2000 yılında olandan daha fazla yoksullaştırılmasıyla düşürülecek. Ekonomide (reel ekonomi=sanayi üretimi) büyüme devam edecek. Bu anlamda tüketimi kısma olanağı pek olmayacak veya amaçlandığı gibi olmayacak. Yerli ve yabancı tekeller karlarına kar katacaklar. Hükümet, özelleştirme konusunda verdiği sözü yerine getirmeye çalışacak. Anlaşılan o ki, yabancı sermaye girişi artışının önündeki yegâne önemli neden, özelleştirme konusunda verilen güvenin yeterli bulunmamasıdır.

IMF ve hükümetin, Türkiye’yi emperyalizm açısından, özellikle de Amerikan emperyalizmi açısından istikrarlı duruma getirme programını işçi ve emekçi yığınlar mücadelesiz kabullenmeyeceklerdir. Bu biliniyor. Bu mücadeleyi örgütleyecek ve düzeni yıkma mücadelesine çevirecek yegâne gücün devrimci örgütler olduğu da biliniyor. Emperyalist burjuvazinin susarak onayladığı mevcut imha, bunun önünü alma hareketinden başka bir anlam taşımıyor.