deneme

1 Ekim 2007 Pazartesi

DÜNYA EKONOMİSİNİN DURUMU




 


Burjuva propagandaya ve bazı borsalardaki geçici yükselişe inanacak olursak son aylarda dünya borsalarında yaşanan dalgalanmaların, mali sektördeki krizin sona ermiş olması gerekir. Aslında borsalardaki dönem dönem şiddeti artan ve sık aralıklarla gelen dalgalanmalar bir yıldan fazla bir süreden beri devam etmekteydi. Bir şeylerin yolunda gitmediği borsa hareketinde belli oluyordu. Sorun önce likidite yetersizliğiyle açıklanmaya çalışıldı. Ama olmadı. Merkez bankalarının piyasaya sürdükleri miktarlarla borsalardaki dalgalanmalar durdurulamadı. Sonra Amerikan ipotek piyasasında baş gösteren sorunlar diğer bütün açıklamaların üstünü örttü ve borsalardaki dalgalanmaların salt likidite yetersizliğiyle açıklanamayacağı kabul edildi.

Private Equity şirketlerinde ve Hedge-Fonlarda kriz devam etmektedir. Büyük fonlar, örneğin sadece 2006 yılında yaklaşık 740 milyar dolar karşılığında işletme satın almışlardı. Bu miktarın büyük bir kısmı krediden oluşmaktaydı. Bu fonlar 2006’dan kalma 400 milyar doları ve 2007’nin ilk yarısında birikmiş olan 260 milyar doları, yani toplam 760 milyar doları yatırım aracı olarak kullanamıyorlar.

Firma satın almak için planlanmış milyarlarla ifade edilen krediler kullanılamamaktadır. 2007’nin Ocak-Eylül ayları arasında açıklanan birleşmeler ve devralmaların tutarı 2006’nın aynı dönemine göre yüzde 46 oranında artarak 2,5 trilyon Avroya çıkmıştı. Ama bu yılın üçüncü çeyreğinde mali şirketlerde kredi hacmi üçte iki; yaklaşık yüzde 65 oranında azaldı. Çünkü bankalar, Amerikan emlak piyasasındaki krizin patlak vermesinden bu yana birleşmeleri ve devralmaları finanse etmeleri için „çekirge“ diye tanımlanan şirketlere, Private Equity’lere artık kredi vermiyor. Açık ki yatırım alanı arayan bol miktarda sermaye var. Ama kar marjı oldukça düşük. Bu nedenle Private Equity şirketleri oldukça pahalı firmaları devralma yerine firmalara katılıma ağırlık vermeye başlamışlardır. Yani daha az karla yetinmek zorunda kalmışlardır.

Bu yeni durumdan dolayı Private Equity şirketleri, geleneksel yatırım alanlarını terk ederek Rusya, Doğu Avrupa gibi „yükselen pazarlara“ ağırlık vermeye başlamışlardır. Bu pazarlar Amerikan emlak krizinden şimdilik az etkilenmiş durumdalar.
Mali piyasalarda genel kanıya göre, artık „ucuz para devri“ kapanmıştır.

Çekirge“ firmalar krizi besliyorlar. Private Equity şirketleri ellerindeki firmaları satmak zorundalar. Hedge-Fonlar yatırımcılara rentide (getirim, yatırılan paranın karşılığı olarak belli bir miktar) vermek zorundalar, ama ellerinde nakit yok.
Dünya para bolluğu içinde boğuluyor. Ama nakit sıkıntısı çekiliyor. Ödeme yapılması için önemli merkez bankalarının Ağustos ayında 300 milyar dolar tutarında bir miktarı kullanıma sunması da yeterli olmadı.
Mali pazarların çeşitli alanlarındaki krizin boyutları tahmin dahi edilemiyor. Buz dağının görünen kısmı dahi kontrol altına alınamıyor. Sadece ABD’de 100’den fazla ipotek bankası iflas etti. Hedge-Fonlar arka arkaya kapılarını kapattılar. Yatırım fonları sessiz sedasız kapılarına kilit vuruyorlar. Merkez bankalarının faizleri düşürmeleri, nakit yetmezliğini aşmaya katkıda bulunmaları sonucunda borsalarda yaşanan geçici yükseliş, bazı çevreler tarafından mali piyasalardaki krizin açıldığı biçiminde yorumlanıyor. Bu, korkuyu yenmek içim ıslık çalmaya benziyor. Bu krizin çıkış noktasını oluşturan Amerikan emlak piyasasında durum oldukça vahim: Gayrimenkul fiyatları düşüyor, ama faizler yükseliyor. İpotek borçluları iflas ediyorlar, kredi üzerinden satın aldıkları konutlar icraya veriliyor.

Amerikan emlak piyasasında fiyatlar düşmeye devam etmektedir. „Associated Press“e göre banka uzmanları Amerikan emlak piyasasında değer artışının ancak 2010’dan itibaren söz konusu olabileceği ve bu alanda krizin en derin noktasına henüz varılmadığı değerlendirmesini yapıyorlar.
Amerikan konut inşası endeksi NAHB Ekim ayında da düşmeye devam etmiş ve faaliyete başladığı 1985 yılından bu yana en derin noktasına varmıştır. Amerikan Maliye Bakanı Henry Paulson, 16 Ekimde konuya ilişkin olarak „Kredi, ipotek ve emlak piyasalarındaki sorunlar beklendiğinden daha da kötüdür“ açıklamasıyla gerçeği teslim etmek zorunda kalmıştır.

Belirttiğimiz gibi Amerikan konut pazarındaki kriz salt likidite sorunuyla açıklanamaz. Bu krizin arka planını kredi krizi oluşturmaktadır. Gelişigüzel verilen konut kredileri geri dönmemektedir. Bu kredileri veren şirketler ödeme sorunuyla karşı karşıya kalmışlar ve arka arkaya iflas etmişlerdir. Bu şirketlerin zor durumda kalmaları ve iflas etmeleri bunlara yatırım yapan fonları da doğrudan etkilemiş ve onların bir kısmı da iflas etmiştir. Sonra sıra konut inşa eden firmalara gelmiştir. Konut satışlarının durması, mevcut olanların fiyatlarının düşmesi, inşaat firmalarını da iflasın eşiğine getirmiş ve küçük kapasiteli bazı inşaat firmaları iflas etmişlerdir. Böylece bu firmalara verilen krediler de batmıştır. Öyle ki emlak krizinden dolayı ABD’de konut inşası Ağustos ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 27 oranında, yıl ortalamasına göre de inşasına başlanan konutların sayısı yüzde 30,8 oranında -2005 yılı ortalamasına göre bu gerileme oranı yüzde 42’ye varıyordu- ve inşat ruhsat sayısı da yüzde 7,3 oranında gerilemiştir.
Amerikan mali piyasasındaki bu gelişme bütün dünya piyasalarını etkilemiştir. Bugün biraz durulmuş gibi gözüken dünya borsalarındaki altüst oluşları tetikleyen olgu Amerikan mali piyasasının durumudur. ABD’de gayrimenkul değerleri, yıllardan beri bankalar, yatırım fonları ve başkaca kredi kurumları tarafından şişirilmiştir. Öyle ki bu alanda fiyatlar iki, üç misline çıkmıştır. Yani konut fiyatlarının artması, ipotek değerlerinin artmasını beraberinde getirmiş ve bu da kaçınılmaz olarak faizlerin yükselmesine neden olmuştur. Sonuçta 2 milyondan fazla Amerikalı ev sahibi borç bataklığına saplanmıştır.
Amerikan merkez bankası FED’in en son olarak 18 Eylülde yaptığı faiz indirimiyle ABD kredi-emlak piyasasındaki krizin sona ereceğine ve çarkın eskisi gibi dönmeye devam edeceğime inananların sayısı hiç de az değildi. Bunlar daha önce yaşananları, FED’in operasyonlarını örnek alıyorlar ve faiz düşürülürse varlıkların/gayrimenkullerin fiyatı artar ve kriz de sona erer düşüncesindeydiler. Ama olmadı. Bu krizden Amerikan menkul piyasasına bulaşmış uluslararası mali kurumlar da etkilendi. Bu nedenle ABD’deki emlak krizi açık ki zincirleme bir tepkiye neden oldu. Bunun sonucu da geçen aylardaki borsalarda, banka sektöründe, bir bütün olarak mali sektörde yaşanan kriz ve çalkantılardır. Ancak bu gelişmeler tekelci mali sermayeye ne türden sorunlarla karşı karşıya kalındığını göstermiştir: ABD’de verilen bu krediler geri gelmeyecektir. Kredi alanlar ödeyecek durumda değiller.
Amerikan emlak piyasasında taraflar belli bir dönem gelişmelerden oldukça memnun kaldılar:
Emlak piyasasında kredilerin kendilerine göre kabul edilebilir seviyede olmasından yana olanlar vardı. Düşük gelirli olanlar konut inşası piyasasının durumundan memnunlardı. Ne de olsa “normal” koşullarda asla alamayacakları kredileri alıyor ve ev sahibi oluyorlardı. Bolca kredi veren ipotek bankaları da oldukça memnunlardı. Bu bankalar, orta ve uzun vadeli riskleri başka mali kurumlara satıyorlardı ve dolayısıyla hiçbir riske girmeden bolca kazanıyorlardı. Fonlar da, oldukça ucuza kredi aldılar ve geri ödemelerde aksama olmayacağından hareket ettikleri için yüksek kar üzerine spekülasyon yapıyorlardı.

Mali spekülatörler bu çark belli bir dönem çıkarlarına uygun döndürdüler. Ama bu spekülatörler; bankalar, fonlar (Hedge-Fonları), bu çarkın bir gün dönmeyeceğini, balonun patlayacağını çok iyi biliyorlardı. Öyle de oldu.
Amerikan emlak piyasasından pay kapmak için kredi veren uluslararası mali kurumlar da bu krizden paylarına düşeni alıyorlar: Ödeme durumunda olmayan ev sahiplerine verilen krediler geri dönmüyor, faizler yükseliyor, konut fiyatları düşüyor. Böylece bu fonların Amerikan emlak piyasasındaki büyük oyunu, Amerikan emlak kredileriyle ilişkili olan bütün dünya borsalarını ve mali pazarlarını da etki alanına aldı.
Ama dünya ekonomisi için borsalar esas tehlikeyi oluşturmuyor. Borsalarda gelecekteki kar olasılığı alınıp satılıyor.
Sermayenin, kar oranlarının yüksek olduğu koşullarda üretme devri artık geride kaldı. Yüzde 50 karla küstahlaşan, yüzde 100 karla bütün insani yasaları ayaklar altına alan, yüzde 300 kârla sahibini astırma olasılığı bile olsa, her türlü cinayeti işleyen, her türlü tehlikeyi göze alan sermaye (1) bugün bütün bunları yüzde 5 veya yüzde 6, bilemedin yüzde 10 kar için yapmaktadır.

Veriler her bir ülke için doğal olarak farklı da olsa, kar oranları 1850’de bu yana yüzde 50’i den (Polonya), 1889’da yüzde 26’ya (ABD), 1919’da yüzde 16’ya (ABD) ve sonraki yıllarda da örneğin Almanya açısından 1993’te yüzde 10 ile yüzde 3,5 arasında bir orana düşmüştür. 1885’den 2002’ye kar oranının yüzde 50’den yüzde 4’e düşmesi, rakamların mutlaklığından ziyade kar oranının seyrindeki gelişmeyi göstermesi bakımından önemlidir.

Kâr oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden çok, kendilerine bağımsız bir yer bulmaya çalışan bütün yeni sermaye sürgünleri için önemlidir. Ve sermaye oluşumu, düşen kâr oranının, kâr kitlesi ile telafi edildiği birkaç büyük yerleşmiş sermayenin eline düşmesi halinde, üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir. Yok olup gider. Kâr oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür. Nesneler, ancak, bir kâr ile üretilebildikleri sürece üretilir” (Marks, Kapital, C. III, s.269).

Tekellerin, burjuva ekonomistlerin, burjuva basında ekonomi üzerine yazanların dolaysız veya dolaylı olarak kâr oranın gelişme seyri ile ilgilenmelerinin nedeni budur. Yeterli kar ile üretme koşulları olmadığı için sermaye kendini değerlendirme; sermaye olarak var olma sorunuyla karşı karşıya kaldı ve kurtuluşu mali sektörde, spekülasyon alanında aradı. Öyle ki üretim sektöründe söz sahibi olan tekeller adeta bankalara, mali kurumlara dönüştüler. Bu gelişmenin sonucudur ki, bugün tekellerin karlarının oldukça büyük bir kısmı üretimden değil, mali sektörden gelmektedir. Tekeller açısından üretmek artık kar elde etmek için değmiyor. Bunun yerine hisse senedi satın almak ve bunların değerleri artınca da satarak kar elde etmek esas iş oldu. Bu türden karşılığı olmayan, gerçekten bir değeri ifade etmeyen karla spekülasyon oyunu giderek büyük boyutlarda oynanmaktadır.
Mali pazarlarda tabii ki sadece hisse senedi ticareti yapılmıyor. Bu pazarlarda hammadde ticaretinin, silah ticaretinin, uyuşturucu madde ticaretinin, başta emlak olmak üzere her türden spekülasyonun yanı sıra tekel pazarlığı da (birleşme ve devralmalar) yapılmaktadır. Mali sektör tekelleri oldukça güçlenmişlerdir.

Spekülasyon ve yağmanın aldığı boyutlar yeni bir kavramla ifade edilmeye başlandı: „Turbo kapitalizmi, „Gazino Kapitalizme“, Hisse Senedi Kapitalizmi“ kavramları artık yeterli olmadığı için olsa yeni bir kavram,„Çekirge“ Kapitalizmi kavramı kullanılmaya başlandı. Hedge-Fonları, katılım şirketler kendini değerlendirme derdine düşmüş sermayenin gözde spekülasyon alanları/araçları oldular. Öyle ki batmakta olan, hisse senetleri değeri sürekli düşmekte olan şirketleri kar yapar hale getirdiler. Ötesinde „çekirge“ şirketler, azami kar elde etmek için satın aldıkları şirketleri böldüler, parçalarına ayırdılar, çalışanlarını sokağa attılar, geriye kalanların ücretini düşürdüler ve yüzde 30’lara varan karla sattılar. Ama bu alanda da kar marjı, 2007 ortalaması itibariyle yüzde 15’e kadar düştü.

Emperyalizm aşamasında kapitalizm, sermaye ve üretim uluslararasılaşabileceği kadar uluslararasılaşmıştır. Kapitalizmin doğuşuyla birlikte başlayan bu süreç, sermayenin ve üretimin ulusal sınırlar içinde örgütlenerek dünya pazarına hâkim olmasından uluslararası örgütlenerek dünya pazarına hâkim olma aşamasına gelmiştir. Bu anlamda sermaye ve üretim uluslararasılaşabileceği kadar uluslararasılaşmıştır.

Revizyonist Bloğun var olduğu dönemde ve Çin’in iç pazarı yabancı sermayeye açmadığı dönemde sermaye ve üretim uluslararasılaşmasının fiziki sınırlarına varamamıştı. Söz konusu bloğun yıkılmasından ve Çin’in de iç pazarını uluslararası sermaye ve üretime açmasından sonra sermaye ve üretim uluslararasılaşmasının fiziki sınırlarına dayanmıştır. Dünyanın fiziki „çapı“ ne kadarsa sermaye ve üretim de ancak ve ancak bu „çap“ içinde hareket edebilir. Ne var ki bu, Rosa Luxemburg’un yanlış değerlendirdiği gibi kapitalizmin kendiliğinden çökeceği anlamına gelmez.

Üretimin sınırlarını esnekleştiren esas olgu yığınların alım gücüdür. Bu güç değişkendir. Yani sermayeye azami olmasa da „yeterli“ kar getiren tüketim olduğu müddetçe kapitalizm varlığını sürdürür. Ve tüketici olduğu müddetçe de kapitalizm var olur. Bu nedenle kapitalist sistem öyle kendiliğinden çökmez, ama giderek sıklaşan ve ağırlaşan krizleriyle boğuşmak zorunda kalır.

Gelişmiş ülkelerde; „sanayi ülkeleri“ denen ülkelerde verimlilik yıllık olarak ortalama yüzde 2 ila 4 oranında artıyor. Rekabet etme yeteneğini sürdürmek veya bu yeteneğe sahip olmak isteyen her işletme/tekel bu rasyonelleştirme oranlarına ulaşmak zorundadır. Aksi durumda iflas eder, başka tekeller/sermayeler tarafından yutulur. Bu verimlilik oranlarına ulaşmak için; bu oranlarda rasyonelleştirmeyi gerçekleştirmek için sermaye ayı oranlara tekabül eden işçiyi sokağa atmak zorundadır. Yüzde 2 ila yüzde 4 arasında bir verimlilik artışı çalışanların yüzde 2 ila yüzde 4’ünün sokağa atılması anlamına gelmektedir. Örneğin Almanya’da işsizlerin sayısının artmaması için ekonomi her yıl en azından yüzde 2 oranında büyümek zorundadır.
Ama ekonomide büyüme oranları, örneğin Almanya’da 1945’ten bu yana yüzde 12’den 1990’lı yıllarda yüzde 2’ye kadar düşmüştür. Diğer emperyalist ülkelerde de aynı durum söz konusudur. Sadece Japonya’da ekonomide büyüme oranının düşmeye başlaması 1960’larda gündeme gelmiştir. Şimdilik Çin bir istisna konumundadır. Orada da yatırım pazarı doyum noktasına varacaktır ve bu ülkede de ekonominin büyüme oranları düşmeye başlayacaktır. Yani ne Çin ve kısmen de ne Rusya ekonomide büyüme oranlarının düşme eğilimini durdurabilir.

Daha şimdiden Çin’de de kapasite fazlalığı üretilmeye başlandı. Öyle ki bu ülkeye yönelen doğrudan yatırımlar 2006’ın ikinci yarısından itibaren düşmeye başladı.
Dünya ekonomisinin güncel durumuna yukarıda kısaca bahsettiğimiz perspektiften bakmak gerekir.
Önce toplam sanayi ve imalat sanayinde üretimin gelişmesine bakalım.

Toplam Sanayi Üretimi, 2000=100 - TABLO I
2000=100
Yıllar
2006
2007
2007-Aylar
Toplam sanayi
2004
2005
2006
1.
Çey.
2.
Çey
4.
Çey
1.
Çey
2.
Çey
Ocak
Şu.
Mart
Nis.
May.
Haz.
Tem.
Ağ.
Almanya
102.6
106.0
112.2
109.3
111.4
114.8
116.8
117.6
115.7
117.0
117.5
116.1
118.4
118.3
118.4
-
Fransa
102.1
102.3
102.7
102.6
103.3
102.6
103.6
103.5
102.7
103.9
104.1
103.2
104.0
103.4
104.7
-
İtalya
96.7
95.9
98.4
97.7
97.8
99.7
98.8
98.5
99.0
98.4
98.8
98.2
98.9
98.3
97.9
-
Japonya
100.5
101.7
106.3
104.1
105.4
109.0
107.4
107.9
107.0
107.7
107.6
107.9
107.2
108.5
107.7
111.7
Türkiye
119.3
125.7
133.1
127.6
134.8
136.4
-
-
131.8
143.0
136.5
137.5
139.6
136.6
139.5
-
İngiltere
97.1
95.2
95.2
95.2
95.1
95.2
95.1
95.8
95.2
94.9
95.2
95.4
95.9
95.9
95.8
-
ABD
100.0
103.2
107.3
105.7
107.4
108.0
108.3
109.1
107.8
108.6
108.5
109.0
108.8
109.4
110.2
110.4
AB-15 ül.
101.5
102.2
105.5
104.1
105.3
106.7
107.5
107.6
107.2
107.5
107.9
106.9
108.1
108.0
108.6
-
AB
102.8
104.0
108.0
106.2
107.8
109.4
110.3
110.8
109.7
110.2
110.8
110.3
111.1
111.1
111.6
-
Avro Alanı
102.5
103.8
108.0
106.2
107.8
109.3
110.3
110.7
109.6
110.3
111.0
110.0
111.1
111.0
111.6
-
G7
100.1
101.9
105.4
104.0
105.2
106.6
106.7
107.2
106.2
106.9
106.9
107.0
107.2
107.6
107.8
-
OECD-Av
103.9
105.3
109.6
107.8
109.3
111.3
112.5
112.6
111.8
112.7
113.0
112.0
113.0
112.9
113.9
-
OECD-Top
102.9
105.1
109.5
107.9
109.2
111.0
111.3
112.0
110.8
111.5
111.6
111.6
112.0
112.5
113.2
-
OECD üyesi olmayan ülkeler
Brezilya
113.1
116.6
119.9
119.5
119.2
121.3
123.6
126.0
122.2
123.9
124.7
125.0
125.5
127.6
-
-
Hindistan
124.5
134.4
148.5
142.1
147.6
154.3
159.9
162.7
157.5
157.7
164.5
161.3
163.9
162.8
159.5
-
Rusya
121.9
126.7
132.7
128.9
132.8
133.5
136.2
139.9
142.3
137.8
140.1
141.8
138.3
142.5
146.0
142.9
Kaynak: OECD, Main Economic Indicators.



İmalat Sanayi Üretimi, 2000=100 - TABLO II
2000=100
Yıllar
2006
2007
2007-Aylar
İmalat sanayi
2004
2005
2006
1.
Çey.
2.
Çey.
4.
Çey.
1.
Çey.
2.
Çey.
Ocak
Şu.
Mart
Nis.
May.
Haz.
Tem.
Ağ.
Almanya
102.6
106.3
113.2
109.7
112.3
116.4
119.1
119.4
118.2
119.2
119.7
118.0
120.2
119.8
120.0
-
Fransa
101.4
101.6
102.3
101.5
103.0
102.4
103.4
103.5
102.6
104.0
103.7
103.4
104.1
103.1
104.6
-
İtalya
95.1
93.7
96.4
94.9
96.1
98.2
97.4
96.5
97.7
97.1
97.5
96.5
96.9
96.2
95.8
-
Japonya
100.2
101.3
106.2
103.9
105.2
108.8
107.6
107.7
107.2
108.0
107.6
107.4
107.1
108.5
108.1
111.8
Türkiye
121.2
127.0
134.0
128.3
136.4
137.7
-
-
132.5
144.8
137.1
136.9
139.7
136.5
139.1
-
İngiltere
98.3
97.3
98.7
97.5
98.2
99.1
98.6
99.4
98.9
98.1
98.8
99.1
99.4
99.5
99.2
-
ABD
99.7
103.6
108.3
106.8
108.3
109.0
109.2
110.4
109.0
108.9
109.7
110.1
110.2
110.9
111.8
111.5
Avro Alanı
101.9
103.3
107.8
105.3
107.7
109.7
111.3
111.2
110.7
111.3
111.8
110.6
111.5
111.4
112.1
-
OECD üyesi olmayan ülkeler
Brezilya
110.4
113.4
116.3
116.0
115.7
117.6
119.9
122.3
118.4
120.1
121.0
121.3
121.8
123.7
-
-
Hindistan
126.1
137.4
153.2
146.0
152.3
159.3
165.9
169.1
162.9
163.5
171.2
167.5
170.5
169.3
165.0
-
Kaynak: OECD, Main Economic Indicators.


İşsizlik oranı (Tablo III):

İşsizlik Oranı
Yıllar
2006
2007
2006
2007-Aylar
2004
2005
2006
3. Çey
4. Çey.
1. Çey.
2. Çey
Ar.
Oc.
Şu.
Mart
Nis
Ma.
Ha.
Tem.
Ağ.
ABD
5.5
5.1
4.6
4.7
4.5
4.5
4.5
4.5
4.6
4.5
4.4
4.5
4.5
4.5
4.6
4.6
Japonya
4.7
4.4
4.1
4.1
4.1
4.0
3.8
4.1
4.0
4.0
4.0
3.8
3.8
3.7
3.5
3.8
Fransa
9.6
9.7
9.5
9.4
9.3
9.0
8.8
9.2
9.1
9.0
8.9
8.9
8.8
8.7
8.7
8.6
Almanya
9.5
9.4
8.3
8.4
7.9
7.2
6.5
7.8
7.6
7.0
6.9
6.6
6.5
6.5
6.4
6.3
İngiltere
4.7
4.8
5.3
5.5
5.3
5.4
5.3
5.3
5.5
5.5
5.4
5.3
5.3
5.2
-
-
Avro Alanı
8.8
8.6
7.9
7.8
7.6
7.2
7.0
7.5
7.4
7.2
7.1
7.0
7.0
6.9
6.9
6.9
OECD-Top
6.9
6.6
6.0
6.0
5.8
5.6
5.4
5.7
5.7
5.6
5.5
5.5
5.4
5.4
5.4
5.4
G-7
6.3
6.1
5.6
5.6
5.4
5.3
5.2
5.4
5.4
5.3
5.3
5.2
5.2
5.2
5.2
5.2
OECD-Av
8.9
8.6
7.8
7.7
7.5
7.1
6.8
7.4
7.2
7.1
7.0
6.9
6.8
6.7
6.7
6.7
AB
9.0
8.7
7.9
7.8
7.5
7.2
6.9
7.5
7.3
7.2
7.1
6.9
6.9
6.8
6.8
6.7
Kaynak: OECD, Main Economic Indicators.

2000-2003 dünya ekonomik krizinden sonra, dünya ekonomisinin seyrini belirlemede etkili olan emperyalist ülke ekonomilerinde krizden güçlü bir çıkış görülmemiştir. Bellik başlı ekonomilerdeki büyüme oranları –Çin ve kısmen de ABD hariç- bu gelişmeyi ve bir bütün olarak kapitalist ekonominin ne denli kırılgan bir süreç içinde olduğunu göstermektedir.

Son dünya ekonomik krizinden sonra emperyalist ülkelerde burjuvazinin, ekonomiyi canlandırmak için aldığı neoliberal saldırılar beklenen sonuçları vermemiş ve ötesinde özellikle son aylarda önde gelen emperyalist ülkelerde korumacılık –protektionizm- eğilim güçlenmiş ve kendi sanayini başka sermayelere karşı korumak için devlet tedbirler almaya başlamıştır.
Önde gelen tek tek ekonomiler bazında gelişme:

Amerikan ekonomisi:
Amerikan sanayi üretimi 2004’ten 2005’e yüzde 3,2 oranında ve 2005’ten 2006’ya da yüzde 3,9 oranında büyümüştür. Ama verilerin de gösterdiği gibi sonraki dönemlerde büyüme oranları düşmeye başlamıştır. Örneğin sanayi üretimi 2006’ın ilk çeyreğinden 2007’in ilk çeyreğine ancak yüzde 2,4 oranında büyürken 2007’nin Ocak ayından Nisan ayına ancak yüzde 1,1 oranında büyümüştür. Nisandan Mayısa sanayi üretimi yüzde 0,2 oranında küçülmüş ve Mayıstan Hazirana yüzde 0,5; Haziranda Temmuza yüzde 0,7 ve Temmuzdan Ağustosa yüzde 0,2 oranında büyümesine rağmen bu veriler Amerikan sanayi üretiminin 2006’ya nazaran 2007 yılında büyüme oranlarının sürekli küçülme sürecine; üretimin durma noktasına geldiğini göstermektedir.

Sanayi üretimindeki bu durgunluğu imalat sanayi üretiminde daha belirgin olarak görmekteyiz. 2004’ten 2005’e yüzde 3,9 oranında ve 2005’ten de 3006’ya yüzde 4,5 oranında büyüyen imalat sanayi 2006’ın ilk çeyreğinden 2007’nin ilk çeyreğine ancak yüzde 2,2 oranında büyümüştür. İmalat sanayi büyüme oranları 2007’nin Ocak ayından Şubat ayına yüzde 0,1 oranında küçülmüştür. Şubattan Marta yüzde 0,7; Marttan Nisana yüzde 0,3; Nisandan Mayısa yüzde 0,1; Mayıstan Hazirana yüzde 0,6, Hazirandan Temmuza yüzde 0,8 oranlarında büyürken Temmuzdan Ağustosa da yüzde 0,3 oranında küçülmüştür.

İnşaat sanayi üretimi verileri de Amerikan ekonomisinde büyüme oranlarının 2007’de küçülmeye başladığını ve durma noktasına geldiğini göstermektedir.

ABD’de 2006’nın ilk çeyreğinde yurtiçi brüt üretim yüzde 5,6 oranında büyüyor. Büyüme oranları sonraki çeyreklerde dengesiz de olsa sürekli düşüyor: Büyüme oranı aynı, bir yıl öncesi aynı döneme göre yılın ikinci çeyreğinde yüzde 2,6; üçüncü çeyreğinde yüzde 2; dördüncü çeyreğinde de yüzde 2,5 oranında büyüyor. 2007’nin ilk çeyreğinde büyüme oranı 2006’ın aynı dönemine göre oldukça geriliyor ve sadece yüzde 0,6 oranında gerçekleşiyor. Bu gelişmenin de gösterdiği gibi Amerikan ekonomisinde büyüme oranları 2006’ın başından bu yana sürekli küçülmektedir.

Üretimdeki bu gelişme işsizlik oranına da yansımıştır. 2004’ten 2006’ya işsizlik oranı yüzde 5,5’ten yüzde 4,6’ya düşmüş ve sonraki dönemde de hemen hemen aynı oranda kalmıştır. İşsizlik oranının 2007’nin verili aylarında hemen hemen aynı kalması toplam sanayi ve imalat sanayi üretimindeki yukarıda belirttiğimiz durgunluğun açık bir ifadesidir(2).
Benzeri gelişmeyi diğer ekonomilerde de görmekteyiz.

Japon ekonomisi:
Japon sanayi üretimi 2004’ten 2005’e ancak yüzde 1,2 oranında büyürken 2005’te 2006’ya yüzde 4,5 oranında büyümüş ama 2006’ın ilk çeyreğinden 2007’nin ilk çeyreğine büyüme oranı yüzde 3,2’ye düşmüş ve 2007’nin verili aylarındaki büyüme oranlarının da gösterdiği gibi Japon toplam sanayi üretimi durgunluk aşamasına girmiştir. Şubattan Marta, Nisandan Mayısa ve Hazirandan Temmuza mutlak küçülen sanayi üretimi diğer aylarda dengesiz ve önemsiz oranlarda artmıştır.

Toplam sanayi üretimindeki gelişme eğilimini imalat sanayi üretiminde daha belirgin olarak görmekteyiz: Japon imalat sanayi üretimi 2004’ten 2005’e ancak yüzde 1,1 oranında, 2005’ten 2006’ya yüzde 4,8 oranında ve 2006’ın ilk çeyreğinden de 2007’nin ilk çeyreğine yüzde 3,5 oranında büyümüştür. 2007’nin verili aylarında imalat sanayi üretimi Şubattan Marta, Marttan Nisana, Nisandan Mayısa ve Hazirandan Temmuza sürekli mutlak küçülmüş ve diğer aylarda da önemsiz artmıştır. Bu veriler Japon sanayi ve imalat sanayi üretiminin 2007 yılı itibariyle durgunluk içinde olduğunu göstermektedir.

Japon sanayi üretimindeki bu gelişme işsizlik oranında da yansımış ve sanayideki büyüme işsizlik oranının 2004’te yüzde 4,7’den 2006’da yüzde 4,1’e düşmesine neden olmuştur. 2007’nin verili aylarında işsizlik oranının yüzde 4 ila yüzde 3,8 arasında seyretmesi ekonomideki durgunluğun bir ifadesidir.

Alman ekonomisi:
Alman toplam sanayi 2004’ten 2005’ yüzde 3,3 oranında, 2005’ten 2006’ya da yüzde 5,8 oranında ve 2006’nın ilk çeyreğinden 2007’nin ilk çeyreğine de yüzde 6,8 oranında sıra dışı bir büyüme sergilerken 2007’nin verili aylarında büyüme oranları düşmüştür. Sanayi üretimi Marttan Nisana ve Mayıstan Hazirana mutlak küçülürken, diğer aylarda önemsiz oranlarda artmıştır. Ocak-Temmuz aylarına ilişkin veriler Alman sanayinin durgunluk aşamasında olduğunu göstermektedir.

Toplam sanayi üretimindeki gelişme eğilimini imalat sanayi üretiminde daha açık bir şekilde görmekteyiz. 2004’ten 2005’e yüzde 3,6 oranında, 2005’ten 2006’ya yüzde 6,5 ve 2006’nın ilk çeyreğinden 2007’nin ilk çeyreğine yüzde 8,5 oranında büyüyen imalat sanayi üretimi 2007 yılı itibariyle durgunluk aşamasına girmiştir. Mart-Nisan ve Mayıs-Haziran döneminde mutlak küçülen imalat sanayi üretimi diğer verili aylarda önemsiz oranda artmıştır. Büyüme oranı Ocaktan Temmuza ancak 1,5 oranında gerçekleşmiştir.

Sanayideki üretim arştı işsizlik oranının düşmesine neden olmuş ve bu oran 2004’te yüzde 9,5’ten 2006’da yüzde 8,3’e ve 2007’nin verili aylarında da yüzde 7,6’dan yüzde 6,3’e düşmüştür.

2000-2003 krizinde sonra Fransa’da, İtalya’da ve İngiltere’de sanayi üretimi sürekli durgunluk ve kriz içindeydi.

İngiliz ekonomisi: İngiliz toplam sanayi üretimi 2006 yılı sonu itibariyle 2000 yılındaki seviyesine ulaşamamıştır. Bu ülkede sanayi üretimi 2000’e göre 2004’te yüzde 2,9 ve 2006’da da yüzde 4,8 oranında mutlak küçülmüştü. İngiliz sanayi üretimindeki bu kriz durumu 2007’nin verili aylarında da devam etmiştir.
İmalat sanayi üretimi verileri de sanayi üretimindeki kriz durumunu doğrulamaktadır.

İngiliz ekonomisindeki bu kriz durumundan dolayı işsizlik oranı 2004’te yüzde 4,7’den 2006’da yüzde 5,3’e çıkmıştır ve bu oran 2007’nin verili aylarında da hemen hemen aynı düzeyde kalmıştır.

İtalyan ekonomisi: İngiliz ekonomisi gibi İtalyan ekonomisi de kriz içindedir. İtalyan toplam sanayi üretimi 2000’deki seviyesine göre 2004’te 3,3, 2005’te yüzde 4,1 ve 2006’da da yüzde 2,3 oranlarında mutlak küçülmüştü. 2007’nin verili ayları İtalyan sanayi üretiminin 2000’deki seviyesine henüz ulaşamadığını göstermektedir.
Toplam sanayi üretimindeki bu durumu imalat sanayi üretiminde de görmekteyiz. İmalat sanayi üretimi de verili yıllarda ve aylarda 2000’deki seviyesinden yüzde 4 ila 6 oranları arasında geridir.

Fransız ekonomisi: Fransız toplam sanayi ve imalat sanayi üretimindeki büyüme oranları durgunluk içinde olan bir ekonomiyi tanımlıyor. Verili yıllarda ve aylarda sanayi üretimi, 2007’nin bazı aylarında mutlak küçülürken, genel anlamda yüzde 0,2 ila yüzde 1 arasında büyümüştür.

AB ve OECD bazında ekonominin gelişme seyri:
AB (15 ülke),AB, Avro Alanı, G-7, OECD-Avrupa, OECD (toplam) ülkeleri ortalaması bazında toplam sanayi üretimi 2004-2006 ve 2006’nın ilk çeyreğinden 2007’nin ilk çeyreğine sürekli büyümüştür. Ama 2007’nin birinci çeyreğinden ikinci çeyreğine ve aynı yılın verili aylarında sanayi üretiminin büyümesi giderek yavaşlamış veya durmuştur. Örneğin OECD-Avrupa ülkelerinde ekonominin toplam olarak 2007’nin ilk çeyreğinden ikinci çeyreğine yüzde 0,088 oranında büyümesi büyümeden ziyade ekonomide bir durgunluğun ifadesidir.

Aynı durum toplam AB, 15 ülkeli AB, Avro Alanı, G-7 ülkeleri sanayi üretimi için de geçerlidir.

2007’nin verili aylarında sanayi üretimindeki gelişme bu ekonomiler bütününün gerçek bir durgunluk sürecine girdiğini göstermektedir. OECD toplamında sanayi üretimi Şubat, Mart, Nisan aylarında yerinde saymış, ancak Nisandan sonra yüzde 0,3 ila yüzde 0,6 oranlarında büyümüştür.

Aynı dönemde OECD-Avrupa ülkeleri toplamında sanayi üretimi ya yerinde saymış ya da Nisan ve Haziran aylarında olduğu gibi mutlak küçülmüştür.

Aynı döneme ilişkin G-7 ülkeleri sanayi üretimi verileri toplam sanayi üretiminin tam bir durgunluk içinde olduğunu göstermektedir.

Aynı durum Avro Alanı sanayi üretimi için de geçerlidir. Nisan ve Haziran aylarında mutlak küçülen sanayi üretimi diğer aylarda yerinde saymıştır.

AB toplamında sanayi üretimi Nisan ayında mutlak gerilemiş ve diğer aylarda yerinde saymıştır.
AB 15 ülke toplamında sanayi üretimi Nisan ve Haziran aylarında mutlak küçülmüş, diğer aylarda da yerinde saymıştır.

OECD üyesi olmayan ülkelerde, genel anlamda “yükselen” pazarlarda sanayi üretimi 2007’nin sonuna kadar küçümsenemeyecek bir büyüme içinde olmuştur. Örneğin Brezilya sanayi üretimi 2004’ten 2005’e yüzde 3,1, 2005’ten 2006’ya yüzde 2,8, 2006’nın ilk çeyreğinden 2007’nin ilk çeyreğine yüzde 3,4 oranında; aynı dönemlerde Hindistan sanayi üretimi 7,8, yüzde 10,5 ve yüzde 12,5 oranlarında; Rusya’da sanayi üretimi, keza aynı dönemlerde, yüzde 3,9, yüzde 4,7 ve yüzde 5,7 oranlarında büyümüştür.

Bu ülkelerde sanayi üretiminin gelişmesini 2007’nin verili ayları bazında ele aldığımızda tamamen farklı bir eğilimi görüyoruz: Sanayi, bazı aylarda mutlak küçülmüştür veya büyüme oranları oldukça düşmüştür. Örneğin Ocak-Mart ayları arasında sürekli büyüyen Hindistan sanayi üretimi Marttan itibaren sürekli mutlak küçülmeye başlamış ve Temmuz ayındaki üretim Mart ayındakinden yüzde 3 oranında geriye düşmüştür.

Aynı eğilimi Rus sanayi üretiminde de görmekteyiz. Mayıs ayında mutlak gerileyen sanayi üretimi Ocaktan Temmuza yüzde 2,6 oranında artmış, ama Temmuzdan Ağustosa da yüzde 2,1 oranında mutlak küçülmüştür.

Türkiye’de sanayi üretimi 2004’ten 2005’e yüzde 5,4 ve 2005’ten 2006’ya da yüzde 5,9 oranında büyümüş. 2007’in verili aylarında ise farklı bir eğilimle karşı karşıyayız. Ocaktan Şubata sanayi üretimi yüzde 8,5 oranında büyüyor, ama sonraki aylarda dengesiz bir şekilde geriliyor ve Şubat ayındaki büyüme oranını yakalayamıyor. Örneğin Temmuzdaki sanayi üretim Şubattakinin yüzde 2,5 oranında gerisinde kalıyor.

Çin ekonomisinin durumu:

Sanayi üretimi (Bir yıl öncesine göre artış, eksiliş)
Yıllar
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006

11,5
9,9
12,6
17,0
16,7
16,3
16,5
Gayrisafi yurt içi üretim (Bir yıl öncesine göre artış, eksiliş)

8,4
8,3
9,1
10,0
10,1
10,2
10,7
Kaynak: Institute of International Finance ve Çin İstatistik Dairesi.

Çin sanayi üretimi 2007’nin ilk iki ayında 2006’nin aynı aylarına göre yüzde 16,2 oranında büyümüştür. Bir yıl öncesine göre sanayinin büyüme oranı 2007’nin Mart ayında yüzde 17,6 ve Haziran ayında da yüzde 19,4 oranında gerçekleşmiştir. 2007’nin ilk çeyreğinde sanayi üretiminin büyüme oranı bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yüzde 18,3 oranındaydı.

Çin, dünyanın ikinci büyük ihracatçısı konumuna yükselmiştir. Çin ekonomisinin bu denli hızlı gelişmesinde yabancı sermayenin payı belirleyicidir: Çin’de üretim birimleri, fabrikalar yabancı doğrudan yatırımlarla inşa edilmiştir. Çin’e gelen yabancı sermaye miktarı 1979-1982 arasında 1,77 milyar dolardan 2005’te yaklaşık 60 milyar dolara çıkmıştır. Bu ülkedeki toplam yabancı sermaye yatırımları 500 milyar dolardır. Uluslararası tekeller, masrafları düşürerek kar oranının düşüşünü engellemek veya en azından durdurmak için bu denli yoğun yatırımlarda bulunmuşlardır: Üretimin Çin’e kaydırılması durumunda üretim masraflarında yüzde 20 ila yüzde 50 arasında bir tasarruf yapılacağı bilinmektedir. Çünkü Çin’de ücretler ABD ve Avrupa’dakinin ancak on beş ila otuzda birine denk düşmektedir. Buna ek olarak bina ve yatırım masrafları da ABD ve Avrupa’dakinden yüzde 70 daha ucuzdur.

Çin ekonomisinde büyümenin dinamiği ihracattır. Bu ülkenin ihracatı 1980’den 2005’e 41 misli artmıştır; yıllık ortalama olarak yüzde 16 oranında büyümüştür. İhracatta böyle bir artış sürekli kılınamaz. Çin’in ihracatı bu hızla devam ederse, on sene içinde Çin, ABD, Avrupa ve Japonya ihracatı toplamından daha fazla ihraç edecektir. Bu, rekabetin ve kapitalist ekonominin mantığına aykırıdır (Veya da II. Dünya Savaşı sonrasına benzer bir ortamın olması gerekir ki, bu pazarı doyurmak için aralıksız üretim yapılsın). Dünya ekonomisinin önündeki en büyük sorunlardan birisi Çin’de mali krizin ve fazla üretim krizinin patlak vermesidir. Bu krizden dünyanın önde gelen hemen bütün uluslararası tekelleri etkilenecektir.

Yukarıdaki verilerin de gösterdiği gibi ABD, AB, Almanya, Fransa, Japonya ve Rusya gibi ülkelerde ekonomi sanayi ve imalat sanayi üretimi verileri bazında durgunluk içinde, İtalya ve İngiltere’de de kriz içindedir. Hindistan ve Brezilya ekonomilerinde büyüme oranları küçülmektedir.

Aşağıdaki tablo AB ülkeleri bazında ekonominin durgunluk/kriz içinde olduğunu göstermektedir.

-12, 13, 25, 27 ülke bazında AB ekonomisi mutlak küçülme ve durgunluk arasında gidip gelmektedir.

-Tek tek ülkeler bazında toplam sanayi üretimi oldukça kırılgan bir süreçten geçmektedir. Büyüme oranları nadiren yüzde birin üzerine çıkıyor. Büyümeyi mutlak küçülme takip ediyor. Bu sürecin 10-11 aydır devam etmesi AB ülkelerinde ekonominin krize doğru yuvarlandığının açık göstergesidir.


Toplam Sanayi Üretimi (Madencilik Hariç), 2000=1000
Ülke./ Bölge.
2006
2007

Eylül
Ekim
Kas
Ara.
Ocak
Şu.
Mart
Nis.
May.
Haz.
Tem.
Ağ.
Avro Alanı(13 ülke)
-1.0
0.2
0.3
1.3
-0.7
0.6
0.6
-0.9
1.0
-0.1
0.6
:
Avro Alanı(12 ülke)
-1.0
0.2
0.3
1.3
-0.7
0.6
0.6
-0.9
1.1
-0.1
0.6
:
AB (27 ülke)
-0.5
0.2
0.3
1.1
-0.5
0.5
0.6
-0.5
0.7
0.0
0.4
:
AB (25 ülke)
-0.5
0.1
0.3
1.1
-0.5
0.4
0.6
-0.5
0.7
0.0
0.4
:
Belçika
-0.2*
0.7*
-0.8*
1.7*
0.1*
-0.1*
0.8*
-0.1*
-0.3*
-1.3*
1.4 *
:
Bulgar.
-1.6 t
0.3 t
0.6 t
0.0 t
-1.5 t
5.7 t
0.2 t
2.0 t
-0.1t
0.6 t
1.6 t
:
Çek Cum.
1.2
1.2
1.0
-0.1
2.7
1.0
1.4
-0.9
-0.6
1.4
1.3
:
Danimarka
-1.4
3.6
1.2
-2.4
3.5
-2.7
-1.4
-2.1
-1.1
1.5
2.3
-2.0
Almanya
-0.4
-0.2
1.6
0.3
0.1
1.1
0.4
-1.2
2.0
-0.1
0.1
:
Estonya
-1.8
1.4
-0.1
1.7
-0.8
0.7
1.2
0.8
0.9
-0.4
-0.2
1.0
İrlanda
-1.0
-2.7
-4.5
15.6
6.5
-4.1
0.2
-7.4
1.2
-1.5
14.4*
:
Yunan.
-3.2
2.9
-2.6
3.0
1.3
-1.4
0.0
-3.0
2.9
0.8
0.2*
:
İspanya
-0.7
0.4
0.1
0.9
0.1
-0.5
0.5
-0.3
0.3
-0.2
-0.4
0.5
Fransa
-0.8
-0.1
-0.2
1.2
-0.6
1.2
0.2
-0.9
0.8
-0.6
1.3
:
İtalya
-1.1
1.2
0.2
1.2
-1.5
-0.6
0.4
-0.6
0.7
-0.6
-0.4
:
Kıbrıs
0.5
-1.4
0.3
1.9
-1.8*)
0.9*
2.7*
0.1*
-0.5*
2.4*
-1.4*
:
Letonya
-1.4
1.1
-1.4
2.9
-2.3
0.7
0.7
-1.5
1.1
0.2
0.2
:
Lituanya
2.3
-2.5
0.3
-5.4
5.9
0.5
-0.3
4.2
3.1
1.1
2.3
1.5
Luxemburg
-1.8
0.9
1.1
-1.1
1.0
1.1
-1.0
-0.8
-1.0
2.2
-2.4
:
Macar.
3.1
0.7
0.4
1.8
0.7
-0.3
-0.2
0.3
-0.1
2.8
1.3
:
Malta
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
:
Hollanda
-0.5*
-1.0*
2.0*
2.3*
-4.6*
2.3*
-0.4*
-0.6*
1.8*
3.9*
0.4*
:
Avusturya
-1.2
0.2
0.9
1.0
-1.8
2.0
1.4
-1.1
1.7
-1.3
1.1*
:
Polonya
2.4
0.7
-0.3
1.5
2.6
0.3
1.3
-2.0
1.3
0.6
0.4
0.3
Portekiz
0.7
-2.6
2.5
0.8
-1.0
-1.7
3.2
-4.6
3.7
-0.7
-1.7
2.5
Romanya
1.9
1.8
-1.7
4.2
-3.2*
3.6*
-0.9*
-4.2*
6.8*
-2.0
0.4*
:
Slovenya
1.7
0.0
2.0
0.2
0.2*
0.1*
2.0*
0.1*
-1.2*
2.6*
-0.7*
:
Slovakya
-1.3
0.2
0.6
1.2
5.9
-1.9
2.7
-0.3
4.3
-2.2
4.6*
:
Fin.
0.3
-2.1
1.3
0.8
-1.9
1.3
-0.1
-0.5
1.1
0.3
0.2
-0.7
İsveç
0.3
0.1
1.2
2.6
-1.9
0.8
1.0
-0.7
0.3
0.7
0.3
:
B. Britanya
0.5
-0.8
0.5
-0.3
0.1
-0.4
0.3
0.3
0.5
0.0
-0.1
:
Norveç
-1.7
-1.7
0.5
2.7
-0.5
-0.3
-1.0
3.8
-4.5
-4.6
8.0
-0.1
*)Geçici değerler, t) Eurostat’ın tahmini. Kaynak: Eurostat.

Amerikan emlak piyasasındaki krizin etkisi sadece bankalarla, fonlarla ve borsayla sınırlı kalmamış, reel üretimi de etkilemeye başlamıştır. 100’den fazla ipotek bankasının iflas etmesi sonucunda on binlerce banka çalışanı sokağa atıldı. Konut siparişlerinin olağanüstü gerilemesi inşaat sektöründe de on binlerce inşaat işçisinin sokağa atılmasına neden oldu. Sektördeki kriz kaçınılmaz olarak inşaat malzemesi üretimini de olumsuz etkiledi.

Bu durum tüketimi de etkilemektedir. Amerikan ekonomisinin yaklaşık yüzde 70’i tüketim malları tüketimine dayanmaktadır. Amerikan tüketim malları pazarı dünya tüketim pazarının yaklaşık üçte birine tekabül etmektedir. Bu nedenle emlak piyasasındaki kriz, Amerika’da kitlesel tüketimi doğrudan olumsuz etkilemektedir. Satılması(tüketilmesi) gereken mallar müşteri bulamamakta, satılmamakta!

Amerikan emlak piyasasındaki kriz, kredi piyasasını da olumsuz etkilemiştir. Eskisi gibi kolayca kredi alınamamaktadır artık. Bu durum kaçınılmaz olarak “küreselleşme”yi; sermaye ve üretimin uluslararası örgütlenmesini olumsuz etkilemektedir. Bu durum, “küreselleşme”yi gerileten bir faktör rolü oynamaktadır: Kredi piyasasındaki yeni durum firma birleşmeleri ve devralmaları sürecinde frenleyici bir rol oynamaktadır. Dünya çapındaki firma birleşmelerinde, devralmalarında ve yeniden satışlarında yatırım şirketlerinin –çekirge” şirketler- payı yüzde 24,3’tür. Bu şirketler firma devralmalarını çoğunlukla kredi ile finanse ediyorlar. Krizden dolayı şimdi kredi pahalıya mal olduğu ve kredi alma olanağı zorlaştığı için 351 milyar dolarlık devralma gerçekleşememektedir. 2007’in ilk yarısında satılması ve satın alınması açıklanan işletmeler için harcanacak miktarın hacmi 2,7 trilyon dolar. Ama bu işlem yapılamıyor. Firma birleşmeleri ve devralmaları azami kar arayan aşırı birikmiş sermaye için cankurtaran simidir. Bu pazarın çökmesi, kaçınılmaz olarak “küreselleşme” sürecini olumsuz etkileyecek ve sermaye ve üretimin uluslararasılaşma kapsamını daraltacaktır, geriletecektir.

Amerikan emlak piyasasındaki ve dünya borsalarındaki gelişmeler dünya ekonomisinin krizde olduğunu göstermez. Ama yukarıda sanayi üretimiyle ilgili veriler dünya ekonomisinin 2000-2004 ekonomik krizinden sonra yeni bir ekonomik krize doğru yuvarlandığını göstermektedir. Dünya borsalarındaki bu türden dalgalanmalar, bunun reel ekonomiyi de kısmen etkilemesi ve ABD, Japonya ve AB ekonomilerindeki durgunluk yaklaşan ekonomik krizin habercisi olarak değerlendirilmelidir.

Ama diğer taraftan dünya ekonomisi, dünya üretimi ve ticareti verilerine göre görece bir canlılık sürecinden geçmektedir. Bunun nedeni önemli bazı pazarların oldukça genişlemesidir. Asya’da Çin ve Hindistan, Latin Amerika’da Arjantin ve kısmen Brezilya ve bazı doğu Avrupa ülkeleri bu türden pazarlardır. Bu pazarlara önemli miktarlarda yatırımlar yapılmış ve yeni işletmeler açılmıştır. Bu ülkelerde sanayi üretiminin genel seyri durumu yeteri kadar açıklamaktadır.


Sanayi üretimi, 2000=100
Büyüyen ekonomiler
Ülkeler
2004
%
2005
%
2006
%
2004’e göre 2005’da +,-
2005’e göre 2006’da +,-
Çin
167,8
194,5
224,4
15,9
15,4
Güney Kore
126,3
134,1
147,6
6,2
10,1
Hindistan
124,5
134,4
148,5
7,9
10,5
Rusya
121,9
126,7
132,7
3,9
4,7
Türkiye
119,3
125,7
133,1
5,4
5,9
Polonya
124,8
129,9
145,5
4,1
12,0
Çek Cum.
125,7
134,0
149,0
6,6
11,2
Slovakya
124,2
129,0
141,7
3,9
9,8
Macaristan
121,5
129,9
143,1
6,9
10,2
Kaynak: OECD.

Sonuç itibariyle:
Dünya ekonomisi tarihinde şimdiye kadar görülmemiş derecede sermaye bolluğu içindedir ve kar oranının da oldukça düşük olduğu bir süreçten geçmektedir.
Sermaye, azami kar, olmazsa “yeterli” kar vaat eden yatırım alanları aramaktadır. Bu arayış içinde olan sermaye miktarı dünya çapında devasa boyutlara varmıştır. En karlı yatırım alanı arayan ve bu nedenle de her gün dünyayı dolaşan sermaye miktarı 2 trilyon dolardır.

Azami kar elde etmek için sermaye, “çekirge” stratejisini keşfetti. Bu stratejiye göre “çekirge” denen yatırım işletmeleri, işletmeler satın alıyor ve satıyor. Satın alınan işletmelerde ücretler veya ücretle bağlam içindeki harcamalar rasyonelleştirme eşliğinde olağanüstü düşürülüyor. Satın alınan işletmeler parçalanarak bağımsız işletmelere dönüştürülüyor ve ortalamadan daha fazla olan bir karla yeniden satılıyor. Satın alan “çekirge” işletme, aldığı işletmeyi başka bir “çekirge” işletmeye satıyor. Ama belli bir süreçten sonra bu “alış-veriş”te de kar oranı yeniden düşmeye başlıyor. Yani sermayenin kendini değerlendirme olanakları yeniden güçleşiyor ve ne yapacağını bilmeyen devasa boyutlarda bir sermaye birikimi ortaya çıkıyor. Satın almak, devralmak, parçalarına ayırmak ve yeniden satmak “çekirge” sermayenin temel işlevi oluyor. Bu sermayenin belli bir aşamadan sonra gerçek değerlerle bağı kopuyor. Sermayenin gerçek değerlerle bağının kopmasıyla artık „sanal“ değerler; reel olarak olmayan „değerler“ alınıp satılıyor. Bugün dünya mali pazarlarında yaşanan tam da budur. Bu para bolluğunun kaynağı budur, reel üretim değildir. Para bolluğu, kaçınılmaz olarak düşük faizi, ucuz krediyi beraberinde getirdi. ”Paradan para kazanmak” için mevcut araçlar yetersiz kaldılar. Klasik sermaye değerlendirme ve para kazanma araçları olan bankalara, borsalara veya bonolara yeni araçlar eklendi ve yeni araçlar üzerinden daha kapsamlı kumar oynanmaya başlandı. Artık, kazanılırsa tam kazanılıyordu. Oldukça riskli ve karmaşık araçlarla değişik teminatlara bağlı bir dizi türev oluşturuldu. Yatırım alanı arayan sermaye bolluğu ve düşük faizlerden dolayı kredi işlemlerinde özensizlik adeta kural haline getirildi. Geri ödenmesi şüpheli alacaklar kabardı, şişti ve öyle ki bunlara birinci sınıf kredi itibarı verildi. Nihayetinde bankalar bu alacakları kontrol edemez hale geldiler. Bankalar bu alacakları, yüksek getiri peşinde koşan başka bankalara, sigorta şirketlerine, Hedge-Fonlara ve başka fonlar sattılar. Hazmı kolaylaşsın diye, zararı az olsun diye riskler, küçük parçalara bölündü ve dünyanın dört bir yanına dağıtıldı. Bu olgu üzerinden geleceği belli olmayan kredi piyasası da genişledi, şişti.

2000-2004 dünya ekonomik krizinden sonra kredi ve türev bolluğu şişmeye başladı. 2006’nın ikinci yarısından itibaren de bu şişmenin patlayabileceği ve bir mali krize yol açabileceği görülmeye başlandı. Krizin Amerikan konut sektöründe patlak vermesi bekleniyordu. Öyle de oldu. Düşük gelirlilere konut almaları için değişik finans kurumları tarafından açılan kredileri alanlar ve verenler iflas etmeye başladılar. Korkunun paniğe dönüşmemesi için devreye giren merkez bankalarının operasyonu mali piyasalarda belli bir rahatlamayı sağlasa da yatırımcıların diğer kâğıtlarının ellerinde kalacağı endişesi yok edilemedi.

Dünya ekonomisi tarihinin en büyük kredi balonunun patlamasıyla karşı karşıyadır. Bu balon bugün patlamazsa yarın patlayacaktır. Bundan kurtuluş yok. ABD’de patlak veren söz konusu kriz sadece bir başlangıçtır, bir ilk adımdır. Risk üzerine kumardan başka bir anlam taşımayan Hedge-Fonlardaki, Private Equity‘lerdeki, Carry Trades’lerdeki (Faizin düşük olduğu ülkelerde borçlanarak –örneğin Japonya’dan- getirinin daha yüksek olduğu ülkelere –örneğin Türkiye’ye- yatırım yapmak veya ucuz paradan kredi alarak faizi yüksek paraya veya da para üzerinden hisse senetlerine, bonolara vb. yatırım yapmak) ve Derivat’lardaki bilinmeyen ve dolayısıyla da ölçüsüz olan işlemler, mali piyasaların ne türden bir gelişmeyle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Dünya çapında bütün Derivat’ların toplam miktarı, dünya GSH’sının 6 mislini aşmaktadır. Bu durum merkez bankalarının “birkaç” milyar doları harçlık gibi mali piyasalara sürmesi durumu kurtarmayacak, “normalliğe” dönülemeyecektir.
McKinsey Global Institute“ün açıklamasına göre mali dolaşım sürecinde azami kar, daha doğrusu azami talan için dolaşan spekülatif sermayenin miktarı 2005’te 140 trilyon dolardı. Bu sermayenin önemli bir kısmı ticari bankaların; 46 trilyon dolarlık bir kısmı, herhangi bir bankaya ait olmayan mali kurumların; 1,6 trilyon dolarlık bir kısmı Hedge-Fonlarının ve 600 milyar dolarlık bir kısmı da özel katılımcı yatırımcıların kontrolündeydi.

Paradan para kazanma“ ticareti, üretimden sonra ticaret sektörünü de geri planda bıraktı: bu alandaki spekülatif sermayenin dünya pazarlarındaki günlük faaliyetinin hacmi 1,9 trilyon dolardır ve bütün dünyada mal ve hizmet ticaretinin hacmi de 9,1 trilyon dolardır. Yani spekülatif sermayenin bir günlük getirisi, ticaretin bir yıldaki getirisinin yüzde 20’sine tekabül ediyor.

Marks”ın dediği gibi “Bütün gerçek krizlerin son nedeni… kitlelerin yoksulluğu ve sınırlı tüketimidir.” (Kapital, C. 3, s. 503).

Çin ekonomisinde devam eden büyüme dünya ekonomisine biraz nefes aldırmakta ama onu yaklaşan krizden kurtarmayacaktır. Milyarlarca insanın günde bir veya iki dolarla geçinmek zorunda bırakılmıştır ve dünya çapında işsizlerin sayısı bir milyara varmaktadır. Bu koşullar, kitlelerin nasıl bir yoksulluk içinde olduğu ve tüketim güçlerinin ne denli sınırlı olduğunu gösterir. Bu nedenle kapitalist pazarın, satılmayan ürünlerle dolup taşacağı dönem pek uzakta değildir. Mali piyasalarda yaşanan gelişme sadece ve sadece böyle bir dönemin; yaklaşan ekonomik krizin habercisidir.

Veriler, dünya ekonomisi üzerindeki kriz baskısının oldukça güçlü olduğunu göstermektedir: ABD’de ipotek balonunun patlaması, akıl almaz boyutlara varan ABD borcu, ABD, Japonya ve AB’den reel üretimin genel olarak durgunluk ve bazı ülkeler bazında kriz içinde olması dünya ekonomisi bakımından yakın geleceğin fotoğrafını veriyor.
Ekonomik kriz faktörleri giderek artmakta ve çeşitlenmektedir. Özellikle sanayi üretimindeki gerileme, tüketici tavrı, örneğin ABD, Almanya ve bir bütün olarak AB’de otomobil satışlarındaki düşüş; yeni otomobil ruhsat alımındaki gerileme dünya ekonomisini doğrudan olumsuz etkileyen kriz faktörleri olarak görülmelidir.
Dünya ekonomisindeki gelişmelerin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerine gelince:
1987 fiyatlarıyla ulusal gelir 2002’de yüzde 7,9; 2003’te yüzde 5,9; 2004’te yüzde 9,9; 2005’te yüzde 7,6 ve 2006’da da yüzde 6,0 oranında büyümüştür. Sabit fiyatlarla dolar bazında ulusal gelir 2002’de 180.892 milyar dolardan 2006’da 399.600 milyar dolara çıkmıştır.

Aylık toplam sanayi ve imalat sanayi üretimi sadece 2002’nin Ocak ve Şubat aylarında, 2005’in Temmuz ayında ve 2006’nın da Ocak ayında bir yıl öncesine göre mutlak küçülüyor. Yıl ortalaması bazında büyüme oranları 2002-2004 arasında nispeten yüksek, ama dengesiz. 2005 ve 2006’da büyüme oranları daha önceki yıllarla karşılaştırıldığında neredeyse bir misline yakın küçülüyor. Örneğin 2004’te yüzde 10,4 oranında büyüyen imalat sanayi üretimi bir yıl sonra yüzde 4,8 oranında bir büyümeye düşüyor. Ulusal gelirdeki büyüme oranları da 2005’ten itibaren küçülüyor.

2007’nin Ocak-Temmuz aylarında toplam sanayi ve imalat sanayi üretimi büyüme oranları oldukça küçülüyor. Bu durumda toplam sanayi ve imalat sanayi üretimi 2007 itibariyle 2005’teki seviyesinden de geride kalacaktır.

Aylık Toplam Sanayi Üretimi Endeksi, 1997=100
Yıl
Ocak
Şubat
Mart
Nisan
Mayıs
Haziran
Temmuz
Ağustos
Eylül
Ekim
Kasım
Aralık
Orta.
2002
91,2
85,8
104,4
103,5
107,6
103,9
107,1
104,6
111,7
110,8
106,6
102,9
103,3
2003
106,6
89,3
111,7
105,5
110,8
113,1
118,0
114,7
124,2
122,5
108,6
123,5
112,4
2004
112,2
102,4
125,6
122,2
129,6
131,0
132,4
124,0
130,8
123,5
118,1
128,6
123,4
2005
117,8
113,4
129,9
128,4
132,7
133,3
130,6
132,4
141,6
132,2
129,9
138,2
130,0
2006
111,7
119,8
141,7
136,8
143,5
146,7
141,9
138,4
147,4
136,4
145,0
142,3
137,6
2007
128,3
128,5
146,3
139,5
151,0
150,1
146,8






Aylık İmalat Sanayi Üretimi Endeksi, 1997=100
2002
87,4
83,7
103,4
103,0
108,6
103,7
105,5
102,9
112,9
111,3
106,2
101,5
102,5
2003
105,1
87,5
111,0
106,0
111,8
113,7
116,9
113,1
124,9
123,1
108,3
122,9
112,0
2004
111,0
101,7
127,3
124,2
131,8
132,5
132,3
122,4
131,1
123,3
118,1
127,9
123,6
2005
116,6
112,1
130,1
129,3
133,6
134,1
128,8
130,2
142,6
131,3
129,2
137,0
129,6
2006
108,5
118,2
141,9
137,7
144,4
147,0
139,7
135,0
147,4
136,4
144,8
140,1
136,8
2007
124,9
127,1
145,7
138,3
150,6
149,2
142,8






Aylık Toplam Sanayi Üretimi, Bir Önceki Yılın Aynı Dönemine Göre Yüzde Değişim, 1997=100
2002
-2,8
-5,5
18,5
15,8
12,1
8,1
12,0
6,7
10,6
13,4
9,7
15,1
9,4
2003
16,9
4,1
7,0
1,9
3,0
8,9
10,2
9,7
11,2
10,6
1,9
20,0
8, 7
2004
5,3
14,7
12,4
15,8
17,0
15,8
12,2
8,1
5,3
0,8
8,7
4,1
9,8
2005
5,0
10,7
3,4
5,0
2,4
1,8
-1,4
6,8
8,3
7,0
10,0
7,5
5,4
2006
-5,2
5,6
9,0
6,5
8,1
10,0
8,7
4,6
4,1
3,2
11,6
3,0
5,8
2007
14,8
7,3
3,3
2,0
5,2
2,3
3,4






Aylık İmalat Sanayi Üretimi, Bir Önceki Yılın Aynı Dönemine Göre Yüzde Değişim, 1997=100
2002
-3,3
-5,8
20,0
17,7
14,0
9,9
14,1
8,0
12,7
15,2
11,1
18,2
10,9
2003
20,3
4,5
7,4
2,9
2,9
9,6
10,8
9,9
10,6
10,6
2,0
21,1
9,3
2004
5,6
16,2
14,7
17,2
17,9
16,5
13,2
8,2
5,0
0,2
9,0
4,1
10,4
2005
5,0
10,2
2,2
4,1
1,4
1,2
-2,6
6,4
8,8
6,5
9,4
7,1
4,8
2006
-6,9
5,5
9,1
6,5
8,1
9,6
8,5
3,7
3,4
3,9
12,0
2,3
5,5
2007
15,1
7,5
2,7
0,4
4,3
1,5
2,2






Kaynak: TÜİK.

Olağanüstü bir gelişme olmazsa bu veriler, Türkiye’de reel ekonominin bir krizle karşı karşıya olmadığını göstermektedir. Ama dünya ekonomisindeki genel eğilim Türk ekonomisini de etkilemektedir. Bu etkilenme, kendini reel üretimden ziyade en belirgin bir biçimde mali sektörde göstermektedir. Öyle ki dünya çapında sermaye hareketindeki her gelişme yankısını Türkiye’de de bulmaktadır. Bu nedenle önemli birkaç borsanın nezle olması İstanbul borsasını gripten yatağa düşmesine neden olmaktadır.

Türk ekonomisi reel üretimden ziyade yabancı sermaye faktöründen dolayı dış gelişmelerden oldukça etkilenmektedir.
2007’nin ilk aylarında dünya borsaları biraz sallanınca hisse senedinden ve gelişmekte olan ülke piyasalarından kaçış başlamıştı. Bu piyasalara Türkiye’de dâhildir. Cari açığı rekor seviyede olduğu için de en ağır faturayı Türkiye ödemişti.

Güçlü ekonomilerdeki en ufak bir dalgalanma Türkiye gibi ülkeleri doğrudan etkilemekte ve Türkiye gibi ülkelerin piyasalarından kaçışa neden olmaktadır. 2007’nin ilk aylarında önemli borsalar başta olmak üzere dünya borsalarının yüzde 5'lere varan düşüşü İstanbul Borsası’nda sert düşüşe neden olmuştu. O günlerde İMKB 820 puan gerilemişti. “Carry Trade” vuruyor, cari açık vuruyor, ama yabacı sermaye Türkiye’yi seviyor!

UNCTAD'ın "2007 Dünya Yatırım Raporu“ndaki verilere göre, Türkiye 2006 yılında en çok uluslararası doğrudan yatırım çeken ülkeler sıralamasında 2005 yılına göre 7 basamak yükselerek 16. sıraya geliyor.

Tabii bu, burjuvazi açısından büyük bir övünç kaynağı olmaktadır. Daha düne kadar yabancı sermaye çekmekte zorlanan Türkiye şimdi yabancı sermaye cenneti olmuş oluyor! Aslında durum hiç de öyle burjuvazinin dediği gibi değil. Türkiye’ye gelen yabancı sermaye miktarı, dünya çapında ihraç edilen yabancı sermaye toplamı içinde devede kulak kadardır.

Dünya çapında doğrudan yatırım girişleri 2006 yılı itibariyle 1,3 trilyon dolardı. Bu yatırımlarda aslan payını ABD ve İngiltere aldı. Türkiye’nin bu türden toplam yatırmalardaki payı ancak yüzde 1,5 idi (20,1 milyar dolar). 70 milyar dolar çeken Çin’in payı ise yüzde 18 idi.


Yıllara Göre Doğrudan Yabancı Sermaye (DYS) Girişi (Milyon Dolar)
Yıllar
Toplam DYS girişi
Özelleştirme tutarı
Özelleştirme yoluyla gelen DYS
Özelleştirmede DYS payı
Toplam DYS’de özelleştirme payı
2000
982
3 302
585
17.7
59.6
2001
3 352
2 579
2 369
91.9
70.7
2002
1 137
537
-
-
-
2003
1 752
187
-
-
-
2004
2 883
1 283
49
3.8
1,7
2005
9 801
8 222
1 500
18.2
15.3
2006
20 125
8 095
1 768
21.8
8.8
Toplam
40 032
24 205
6 271
25.9
15.7
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı.


1984-2000 arasında Türkiye’ye giren doğrudan yabancı sermaye 10,2 milyar dolardı. 2001’den bu yana ise Türkiye’de giren bu türden yabancı sermaye miktarı 52,8 milyar dolara varmıştı. Sadece 2007’nin ilk sekiz ayında gelen doğrudan yabancı sermaye miktarı 13,9 milyar dolardır. Şüphesiz ki bu miktar geçmişle karşılaştırılırsa önemlidir. Ama dünya çapındaki doğrudan yabancı sermaye hacmiyle karşılaştırılırsa hiç de önemli değildir.

Diğer taraftan, yukarıdaki tablonun da gösterdiği gibi, özelleştirmeye giden doğrudan yabancı sermaye sanıldığı gibi hiç de öyle önemli miktarda değildir. Örneğin 2000-2006 arasında Türkiye’ye giren toplam doğrudan yabancı sermaye içinde (40,032 milyar dolar) özelleştirmenin payı 6,271 milyar dolardı. Yani yüzde 15’lik bir pay. Son 6 yılda 24 milyar dolarlık özelleştirme yapılıyor. Bu özelleştirmelerde yabancı sermayenin payı yüzde 25,9. Demek oluyor ki, özelleştirilen işletmeleri yabancı sermayeden ziyade yerli sermaye satın almaktadır.

Borç durumu:
Şüphesiz ki borçlar da ekonominin seyrini etkileyen önemli bir faktördür. Hazine’nin Ekim başı itibariyle açıklandığı dış borç verilerine göre Türkiye’nin toplam borçları 226,3 milyar dolardır. Bu borcun 41 milyar dolarlık kısmı kısa vadeli, 185,3 milyar dolarlık kısmı da orta ve uzun vadelidir. Kamu kesiminin dış borç stoku ise 72,4 milyar dolardır. TCMB'nın dış borç stoku 15,5 milyar dolar ve özel kesimin dış borç stoku 138,5 milyar dolardır.
Dış Borç Miktarı (Milyar Dolar)
Yıllar
2002
2003
2004
2005
2006
Kamu
64,5
70,8
75,7
70,4
71,6
TCMB
22,0
24,4
21,4
15,4
15,7
Özel kesim
43,2
49,1
63,8
83,1
120,5
Toplam
129,7
144,3
160,9
168,9
207,8
GSMH
180,9
239,3
299,5
360,9
399,7
Borçların GSMH’ ya oranı
Kamu
35,7
29,6
25,3
19,5
17,9
TCMB
12,2
10,2
7,1
4,3
3,9
Özel kesim
23,9
20,5
21,3
23,0
30,1
Toplam
71,7
60,3
53,7
46,8
52,0

2002-2005 arasında kamu borçlarında azalma oluyor. Buna karşın özel kesim borçları 2002de 43,2 milyar dolardan 2006’da 120,5 milyar dolara çıkarak yüzde 179 oranında artıyor. Aynı dönemde toplam dış borç stoku ancak yüzde 60 oranında, kamu kesimi borç stoku ancak yüzde 11 oranında artıyor ve TCMB borç stoku da yüzde 28,6 oranında azalıyor. Demek ki toplam dış borç stokunun artmasında esas sorumlu olan kesim özel sektördür.

Belirttiğimiz bu gelişmenin yansıması olarak toplam borçların GSMH’ya oranı da 2002’den 2005’e sürekli düşmüştür. Ancak 2006’da dış borç stoku GSMH’nın yüzde 52’sine tekabül edecek kadar artmıştır.

Bu borç stoku Türkiye ekonomisinin seyrini tek başına olumsuz etkileyecek bir faktör değildir. Ancak başka faktörlerle birlikte borç stoku ekonomide krizi tetikleyici bir rol oynayabilir.

Faizlerin yüksek olması, borç ve faizlerin ağır yükü, yüksek bütçe açığı, tasarrufların düşük olması iki olguyu gösterir: a) Türkiye ekonomisi yabancı sermayeye bağımlıdır; b) Yerel (ulusal) olanaklarla ekonomi çarkını çevirecek yeterli sermaye birikimi sağlanamamaktadır. Bu nedenle dünya pazarlarındaki en ufak bir dalgalanma Türkiye gibi ekonomileri doğrudan ve şiddetli olarak etkilemektedir.

Dünya ekonomisinin krize girme durumunda Türk ekonomisi nasıl etkilenir; aynı devrevilik içinde krize gire mi, yoksa belli bir zaman sonra mı krize girer, bunu şimdiden belirlemek imkânsız. Ama yakın zamanda bir krizin patlak vermesi durumunda, büyüme oranlarının gösterdiği gibi Türk ekonomisi, krize giren ilk ekonomilerden birisi olmayacaktır.

Kriz dönemimde işsizlik artar esprisi artık sermayenin organik bileşiminin düşük olduğu ekonomilerde; “emek-yoğun” ekonomilerde söz konusu olabilir. Sermayenin organik bileşiminin yüksek olduğu ekonomilerde bu olgunun beraberinde getirdiği kitlesel kronik işsizlik vardır. Yani kriz olsa da olmasa da belli bir oranda işsizlik sürekli vardır. Krizin ek olarak getirdiği işsizliğin hissedilebilmesi için krizin güçlü olması gerekir. (Türk ekonomisinde verimlilik çok önemli boyutlarda artmıştır. Örneğin 1997 yılında imalat sanayinde bir işçi 100 birim üretirken 9-10 sene sonra, 2006’da 165 birim üretecek duruma gelmiştir. Bu verimlilik artışında 2001’deki çok önemli bir rol oynamıştır. Sermaye krizden kendini yenileyerek, modernleştirerek çıkmıştır. Türkiye’de işsizliğin kitlesel kronikleşmesinin önemli bir nedeni de budur).

Veriler dünya ekonomisinin gelişme seyrinde birbirini etkileyen iki eğilimin olduğunu göstermektedir:

Birinci eğilim ABD, Japonya ve bir bütün olarak AB ekonomilerinde görülen durgunluk ve bazı ülkeler bakımında da kriz durumudur.

İkinci eğilimi ise “yüksele ekonomiler” temsil etmektedir. Bu ekonomilerin başında Çin ve Hindistan ekonomileri gelmektedir. Çin ekonomisinde ve bu kategorideki başka ülke ekonomilerinde görülen yüksek oranlı büyüme, dünya ekonomisinin krize girmesini frenleyen bir rol oynamaktadır. Şüphesiz ki bu ülkelerin dünya üretimindeki payı belirleyici değildir. Örneğin “gelişen ülkelerin” dünya brüt sanayi üretimindeki payı 1980’de 14’ten 2000’de yüzde 24’e çıkmasına rağmen bu oranlar bu ülke ekonomilerinin gelişmiş ülke ekonomilerinin etkisi altında olduğunu gösterir.

2004’te dünya GSH’sı 40.960 milyar dolardı. Bu miktarda “gelişmiş” ekonomilerin payı yüzde 77 idi. Geriye kalan yüzde 23’te “gelişen” ekonomilerin payıydı. Sadece ABD’nin, Japonya’nın, Almanya’nın, Fransa’nın ve Büyük Britanya’nın bu miktardaki payı yüzde 56,8 oranındaydı. Bu veriler söz konusu bu ülkelerin dünya ekonomisinin seyrinde belirleyici rol oynadıklarını gösterir.

Ama ekonomik krize vesile olma bakımından “gelişen” ülkeler önemli bir rol oynamaktadır. Örneğin Çin’in ABD’deki sermayesini geri çekmesi; yani Çarkı çevirmek için Amerikan ekonomisini günde ihtiyaç duyduğu yaklaşık 2,4 milyar doları temin etmesini güçleştirmesi bu ülkenin mali dengesini altüst etmeye yeter. Ama Çin de aynı zamanda meta ve sermaye ihraç etmekte güçlükle karşı karşıya kalır.
Emperyalist burjuvazinin ekonominin seyri üzerine iyimser değerlendirmeleri ve tahminleri, gerçek durumu yansıtmamaktadır. Ancak ABD’deki konut krizinin etkilerinin görülmesinden sonra tedbir alınmazsa dünya ekonomisinin krizle karşı karşıya kalabileceğini dillendirmeye başlamışlardır. Dünya ekonomisi bir dizi sorunla karşı karşıyadır. ABD’nin sürekli artan ödemeler dengesindeki açık, dünya ekonomisinin seyri bakımından oldukça düşündürücüdür. ABD, dünyanın en çok borcu olan ülke durumundadır. 2,2 trilyon dolara varan borçlar Amerikan GSMH’nın yüzde 23’üne tekabül etmektedir. 2005 itibariyle ödeme açığı, yurtiçi üretimin yüzde 6,4’üne tekabül etmektedir ve açık giderek artmaktadır. Amerikan emperyalizminin ödeme gücüne sahip olabilmesi; “çarkı” çevirebilmesi için günlük olarak 2 milyar dolara ihtiyacı vardır. Her gün en azından bu miktarda bir sermaye akışının sağlanamaması dengeleri altüst etmeye yeter.

Dünya ekonomisini uluslararası tekeller yönlendirmektedir. Şu veya bu şekilde bütün dünyada uygulamaya konan neoliberal saldırılar, emperyalist ülkelerin ve çok uluslu tekellerin dünya pazarlarında rekabet gücünü arttırmaya hizmet etmektedir. Ücretlerdeki sürekli gerileme veya bazı ülkelerde artışın durması; çalışma koşullarında düzensizleştirme; özelleştirmeler ve arkasından gelen teknolojik yenilenme ve bunun sonucu olarak dünya çapında milyonlarca işçinin sokağa atılması; kronik kitlesel işsizlik olgusu, belli bir gelişmeden sonra üretilen ürünlerin satılamayacağı anlamına gelmektedir. Özel tüketici konumunda olan milyonların işsiz olması, tüketim olanaklarının daralması anlamına gelir. Dünya ekonomisinin önündeki en büyük çelişkilerden birisi budur.

Neoliberal dayatmalar sonucunda emperyalist ülkelerle bağımlı ülkeler arasındaki ticarette tek taraflı bağımlılık derinleşmiştir: Örneğin AB (15 ülke bazında) dünya çapında ihracatının ancak yüzde 7’sini Afrika’ya yaparken Afrika ülkeleri toplam ihracatlarının neredeyse yarısını –yüzde 45- AB’ye yapmaktadır. Bu oran ilişkisi AB ile Çin arasında yüzde 4 ve yüzde 24; AB ile Latin Amerika arasında yüzde 5 ve yüzde 12; AB ile Ortadoğu arasında yüzde 7 ve yüzde 14; AB ile Doğu ve Orta Avrupa ve eski SB ülkeleri arasında yüzde 19 ve yüzde 50’dir. Bu veriler söz konusu bu ülkelerin dış ticaret üzerinden tek taraflı olarak AB’ye oldukça bağımlı olduklarını göstermektedir.
İşsizlik ve yoksulluk üreten kapitalist ekonominin çelişkileri keskinleşmektedir: Dünya çapında çalışabilir nüfusun 1990’da yüzde 27,5’i ve 2003’te de yüzde 19,7’si günde bir dolardan daha az bir miktarla ve sırayla aynı yıllarda yüzde 57,2’si ve yüzde 49,7’si de 2 dolardan daha az bir miktarla; böylece dünya çapında çalışabilir nüfusun 1990’da yüzde 84,7’si ve 2003’te de yüzde 69,4’ü günde iki dolardan daha az bir miktarla geçinmek zorunda kalmıştır. Bu yoksulluğa karşın uluslararası tekellerin karları sürekli artmıştır.

Önde gelen emperyalist ülkelerin dünya hegemonyası için, dünya pazarlarına hâkim olmak için sürdürdükleri rekabet, hammadde kaynakları olan ve stratejik bakımdan önemli olan ülkeleri işgal ve kendi çıkarlarına bağımlı kılmak için tehdit etmeleri, ulusal baskı ve talan, dünya çapında gelişen antiemperyalist ve sosyalizmin için mücadele, kapitalizmin genel krizinin ne denli keskinleştiğini göstermektedir. Bu krizin dördüncü aşamasında bir bütün olarak kapitalist sistem, siyasal, toplumsal ve ekonomik alanda üstesinden gelemeyeceği krizlerle karşı karşıyadır.
*
1) "Quarterly Reviewer, sermayenin, kargaşalıktan, kavgadan kaçtığını ve ürkek olduğunu söylüyor ki, bu, çok doğrudur, ama sorunu pek eksik olarak ortaya koymaktadır. Sermaye, kâr olmadığı zaman ya da az kâr edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır: yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kâr ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular." (T. J. Dunning, l.c., s. 35, 36.). Aktaran: Marks; Kapital, C. I, s. 788, dipnot).
2) Aslında bu veriler gerçek işsizlik oranını yansıtmıyor. İstatistiklerle oynanmakta ve yapılan son değişikliğe göre „iş için bir yere başvurdunuz mu?“ sorusuna „evet“ diye cevap veren işsiz statüsünden çıkartılıyor. Bunlar ve işsiz kaydı yaptırmayan 5 milyon dikkate alındığında ABD’de işsizlik oranı yüzde 8 ila yüzde 9’a varmaktadır.