deneme

25 Kasım 2014 Salı

TROÇKİ VE YOLUN SONU


DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”
TROÇKİ
24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ


Makale 17

TROÇKİ VE YOLUN SONU

24 ayar “sürekli umutsuzluk” abidesi Troçki!
24 ayar” kapitalizm savunucusu Troçki!

Troçki ve kapitalizm savunuculuğunu nasıl bağdaştırabiliriz diye fazla düşünmeye, kılı kırk yararak kanıt için bir şeyle aramaya pek gerek yok. Troçki bunu doğrudan olmasa da dolaylı olarak bizzat söylüyor. Örneğin “IV. Enternasyonal”in manifestosu olan “Geçiş Programı”nda “Sömürüye dayanan bir toplumda işçilerin elinde kalmış tek ciddi hak, çalışma hakkıdır. Ama bu hak her an onun elinden alınmaktadır” (1).


Troçki, ”çalışma hakkı“nı bir temel insan hakkı olarak sunmaktadır. Kimler bu talebe sahip çıkıyor, gerçekleşmesi için mücadele ediyor veya etmiş diye sorduğumuzda karşımıza küçük burjuva çevreler ve sosyal demokratlar; sosyal demokrasinin etkisi altında olan sendikalar çıkmaktadır. İlk bakışta tamamen doğru bir talep olarak gözüküyor. Hele kitlesel işsizliğin yaygın olduğu koşullarda işsizlik bağlamında bu talepten daha doğru başka talep de olamaz! Troçki bu taleple kapitalist dünyadaki işçi sınıfına şunu diyor: Bu hakkı elde etmek için mücadele etmelisiniz ve bu hakkı elde ederseniz, siyasi iktidar için mücadele etmenize gerek kalmaz! Evet, evet, tam da bunu söylüyor. Troçki haklı; gerçekten de insanca bir yaşam için çalışmak her insanın hakkı olmalıdır. Engels'in dediği gibi insanı insan yapan; hayvanlar aleminden ayrılmamızı sağlayan iş/çalışma değil miydi? Öyle ki, çalışmak insanın gelişmesi için temel öneme sahip olduğu için “çalışma hakkı” BM-İnsan Hakları Açıklamasına da alınmıştır. Bu açıklamanın 23. maddesinde şöyle denir: “Her insan çalışma, meslek seçimi özgürlüğü, uygun ve tatmin edici çalışma koşulları ve işsizliğe karşı korunma hakkına sahip olmalıdır”.

Burada temel soru veya sorun şu: Anayasal olarak kabul edilmiş dahi olsa kapitalizmde çalışma hakkı gerçekleşebilir mi? Bu mümkün müdür? Kapitalizm, burjuva toplum sınıflı bir toplumdur. Bu nedenle hakim hukuk, hakim toplumsal ilişkileri ifade eder; hakim hukuk, hakim sınıf olan burjuvazinin hukukudur, bu hukuk da üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır; bu mülkiyeti korumak için vardır. Bu durumda, işsizliğe neden olan koşullar, hukuk aracılığıyla ortadan kaldırılamaz. Bu, burjuvaziye kendini ortadan kaldır demek anlamına gelir. Bu nedenle, sömürü hakkı üzerine kurulmuş toplumsal bir düzende çalışma hakkını teminat altına almak imkansızdır; hem sömürü hakkı hem de çalışma hakkı aynı zamanda bir arada gerçekleşemez; bunlar birbirlerini dışlar. Ön plana çıkartılması gereken çalışma hakkı değil, işgücünün sömürüsüdür; çünkü işgücü sömürüsü, kapitalizmin temel çelişkisi (üretimin toplumsal karakteri ile ona özel el koyuş arasındaki çelişki), çalışmayı veya çalışma hakkını insan yaşamının birincil temel koşulu olarak teminat altına almayı imkansız kılmaktadır. Üretim araçlarının burjuva mülkiyette olması toplumun refahı için üretimin önünde engeldir; kapitalizmde üretim kâr, daha fazla kâr amaçlıdır, toplumsal refah amaçlı değildir. Burjuva düzenin amacı; var oluş nedeni, sermayenin çıkarlarını korumaktır. Bu nedenle Marks, burjuva toplumda sömürü ve kâr bağlamında analiz yaparken şu sonuca varır:

Haziran günlerinden önce kaleme alınan ilk anayasa tasarısında, “çalışma hakkı” proletaryanın devrimci isteklerinin özetlendiği bu ilk acemice formül henüz bulunuyordu. Bunu yardım hakkına çevirdiler, oysa, hangi modern devlet yoksullarını şu ya da bu biçimde beslemez! Çalışma hakkı, burjuva anlamda, mantıksızlıktır, boş, acınacak bir istektir. Ama çalışma hakkının gerisinde, sermaye üzerindeki iktidar vardır, sermaye üzerindeki iktidarın gerisinde üretim araçlarına sahip çıkmak, onları birleşmiş işçi sınıfına bağımlı kılmak, yani ücretli işin, sermayenin ve bu ikisi arasındaki karşılıklı ilişkilerin kaldırılması vardır. “Çalışma hakkı”nın arkasında Haziran ayaklanması vardı. Gerçekte devrimci proletaryayı yasa dışı kılan bu Kurucu Meclis, ilke olarak, anayasanın bir formülünü, yasaların yasasını reddetmek ve “çalışma hakkı”nı aforoz etmek zorundaydı” (2).

Marks, Engels'e yazdığı 1857 tarihli mektubunda çalışma hakkını üzerine “çalışma hakkına karşı ateşlice ortalığı velveleye veren kapitalistler şimdi her tarafta hükümetlerden kamusal destek talep ediyorlar...yani devletin sırtına dayanarak kâr etme hakkını geçerli kılıyorlar” diye yazar (3).

Aynı konu üzerine Engels de şunu söyler:
Çalışma hakkı Fransız sosyalisti Fourier tarafından ortaya çıkartılmıştır...Fourieristler, tam da tehlikeli olmayışından dolayı (bu) safsatayı yaygınlaştırmışlardır. 1848'de Parisli işçiler, mutlak teorik kafa bulanıklığından dolayı (ve) oldukça pratik, oldukça az ütopik, oldukça gerçekleşebilir gözüktüğü için bu talebi kabullendiler. Hükümet ise bu talebi kapitalist toplumun gerçekleştirebileceği yegâne tarzda gerçekleştirdi...devlet işletmelerinde. Çalışma hakkı 1861-64 pamuk krizi döneminde burada, Lancashire'de şehir işletmelerinde aynı biçimde gerçekleştirildi. Ve Almanya'da keza açlık ve dayak (anlamına gelen) işçi kolonilerinde gerçekleştiriliyor; buna şimdi dar kafalı bayılıyor. Tekil talep olarak çalışma hakkı asla başka türlü gerçekleştirilemez. Bunun kapitalist toplum tarafından gerçekleştirilmesi talep ediliyor. Bu toplum bu talebi ancak kendi varoluş koşulları içinde gerçekleştirebilir ve bu toplumdan talep edildiğinde, bu koşullarda edilen taleptir, yani devlet işletmeleri ve iş evleri talep edilmektedir”(4).

Çalışma hakkı” sloganı, güncel politika anlamında da olsun, taktik olarak da algılansın tamamen yanlış olan, tamamen ideolojik olan bire slogandır. İki sistem arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi ifade eder; devrim ile reform, özel mülkiyet ile toplumsal mülkiyet arasındaki aynılaşma veya farklılık ne ise onu ifade eder. Troçki bu sloganın kulağa, duygulara hitap edebilir olduğunu biliyor. Ama bu sloganı sahiplenmekle aynı zamanda bu düzeni savunmuş olduğunu, reforme edilmiş özel mülkiyetten, sömürü düzeninden yana olduğunu bilmiyor olabilir mi? Bu slogan kullanılmaya başlanınca arkası gelecektir. Bu sistem işgücünü satana (işçiye) işgücünü özgürce satma hakkını tanıyor, ama sistemin kendisi “çalışma hakkı” diye bir hak tanımıyor; “işgücünü özgürce satabilirsin, ama alıp almamak veya hangi koşullarda satın alıp almamak bana bağlıdır” diyor. “Çalışma hakkı” talep edilince sistemin herkese iş bulmak zorunda olduğu, özel sektör bulmazsa devlet “baba”nın bulmak zorunda olduğu savunulmuş oluyor. Troçki bütün bunları bilmiyor mu? Ötesinde bunu savununca kapitalizmde işsizliğin ortadan kaldırılabileceği savunulmuş oluyor. Öyle ya “çalışma hakkı” gerçekleşirse ortada işsiz kalmaz vs.

Bu talep, güncel veya perspektif olarak, nasıl kullanılırsa kullanılsın, hangi anlam yüklenirse yüklensin küçük burjuva -daha doğrusu küçük burjuva sosyalistlerinin- bir talebidir. “Çalışma hakkı”, kapitalistler iş vermezse, devletin zor yoluyla da olsa çalıştırmasını; özel sermaye tarafından olmuyorsa devlet tarafından sömürülmeyi talep etmektir.

Çalışma hakkı” ancak sosyalizmde; üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu ve üretimin toplumun refahı için yapıldığı koşullarda gerçekleşir. Nitekim Sovyetler Birliği Anayasasında bu hak kapsamlı olarak yer alır ve uygulanır. Orada şöyle deniyordu: Anayasa (1936 Anayasası) “Çalışma hakkını sadece ilan etmez. Bilakis, Sovyet toplumunda krizlerin olmadığı gerçeğinin, işsizliğin yok edildiği gerçeğinin yasal teyidiyle teminat altına alır”.

Troçki bu gerçekleri bilmiyor olamaz.

Tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisi kapitalizme geri dönüş teorisidir.
Tekrarlamakta yarar vardır. Gerçekler, en iyi açıklamalardan daha güçlüdür. Troçki bunun böyle olduğunu anlamamak için diretti. SSCB'nde sosyalizmin inşasına karşı, karşı devrimci yöntemler de dahil her yola başvurarak sürdürdüğü mücadelesine rağmen bu ülkede sosyalizmin inşası Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisini çürüttü. Salt bu inşa Sovyet vatandaşlarına Troçki'nin yolunun yanlış olduğunu gösterdi.

Gerçek yaşamdan kopuk teori olmaz. Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisi de yaşamdan kopuk bir teoriydi. Bu teorinin günlük yaşamda uygulanmasının nasıl olabileceğini düşünmek gerekir. Hadi, diyelim ki Troçki ve o zamanki hempaları, SSCB'nde -tek ülkede- sosyalizmin inşasına karşı mücadelelerinden dolayı başlarını kaşıyacak zaman bulamadıkları için kendi teorilerinin -tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmayacağı teorisinin- pratik uygulamasının nasıl olacağını düşünmemiş olabilirler. Ama ya günümüzdeki Troçkistler, imkansızlığını kanıtlamak için mücadele edecekleri bir devrim olmadığına göre düşünmek için ömür boyu zamanları var. Neden bunun sonuçları üzerine kafa yormuyorlar?

Tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağı teorisinin mantıksal sonucunun ne olacağını anlatmaya çalışalım. Bu teorinin uygulanması sonucunda siyasi iktidarı ele geçiren ve kendi diktatörlüğünü kuran proletarya ve müttefikleri geri çekilmek ve siyasi iktidarı devirdikleri eski hakim, sömürücü sınıflara geri vermek zorunda kalacaklardı. Burada “kem küm” etmenin, geçiş programından, dünya devriminden bahsetmenin hiçbir anlamı yok. Tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmayacağı teorisine göre -mücadeleye bu teorinin savunucularının önderlik etmeleri durumunda “kazara siyasi iktidarı eline alan proletarya, bu iktidardan kaynaklanan gücünü iktidardan uzaklaştırdığı sömürücü sınıfların sınıfsal yapısını, varlık nedenlerini; kapitalist sistemi yıkmak için kullanmazsa; yani tek ülkede sosyalizmin inşası için mücadele etmezse, geriye dönmekten, yıktığı kapitalist düzene geri dönmekten başka yapacağı bir şey, yürüyeceği bir yol kalmaz. İsterseniz durumu biraz Troçkistlerin lehine yontalım ve muzaffer proletaryanın belli bir süre iktidarda kalarak beklemeye geçtiğini; işleri “rölantiye alarak dünya devimini kollamaya; dört gözle dışarıdan gelecek yardımı beklemeye başladığını düşünelim. Ama bu durumda olan proletarya sonsuza dek -abartmayalım, ülkenin ve uluslararası koşulların seyrine bağlı olarak en fazlasıyla bir, iki sene diyelim- bekleyemez. Somutlaştırmak için de Ekim Devrimine Troçki'nin “kankası Lenin'in değil de bizzat Troçki'nin önderlik ettiğini ve devrim teorisinin de tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olamayacağı teorisi olduğunu düşünelim. Bu durumda Ekim Devrimi, Troçki'ye rağmen yapılmış olacaktı. Ama sonra ne olacaktı? Troçki tek ülkede sosyalizm inşa edilmez, bu bir “ulusal sosyalizmdir, “gericiliktir, “ütopyadır diyerek dışarıdan, Avrupa'nın birkaç ileri ülkesinde gerçekleşecek proleter devrimleri; dünya devrimini bekleyelim önerisini yapacaktı. Diyelim ki, dediği kabul edildi ve proletarya diktatörlüğü beklemeye başladı. Hala bekliyor olması gerekmez miydi? Evet, evet Troçki rahmete kavuşur, onun yerine başka Troçki'ler geçerdi ve toplum birkaç nesil değiştirirdi, ama bekleme sürüyor olurdu. Tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir, Rusya gibi geri bir ülkede sosyalizm ancak diğer ülkelerden gelecek destekle, dünya devriminin gerçekleşmesiyle mümkün olur anlayışının somut sonucu işte budur.
Ölmedilerse hala yaşıyor olmalar gerekir!

Ekim Devriminden sonra kurulmakta olan SSCB'de somut durum nasıldı? Dünya devrimi bir yana, diğer ülkelerde beklenen proleter devrimler gerçekleşmedi. Bunun ötesinde dünya çapında gerici güçler, I. Dünya Savaşının sarsıntılarını atlatmaya başladılar. Bu gelişmeler olurken SSCB, Troçki'nin aklına uyarak bekleseydi, kendi konumunu güçlendirmek için adımlar atmasaydı acaba ne olurdu? Kurulmakta olan Sovyet iktidarı sadece geri çekilmek zorunda kalmazdı, gerici güçler -kapitalist dünya- tarafından ezici bir yenilgiye uğratılırdı. Her iki durumda da -beklemek ve yenilgi- eski sömürü koşullarına geri dönmek demektir; bekleme durumunda gönüllü, yenilgi durumunda da acı bir geri dönüş söz konusu olurdu. Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir teorisinin pratik sonucu budur. Ama Troçki'nin “kankası Lenin önderliğinde sürdürülen mücadele, Troçki'nin “bekleme anlamına gelen tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir teorisini hiç dikkate almadı ve hezimet anlamına gelen yenilgi ise zamanında atılan sosyalizmi inşa adımlarıyla ve koşulların dayattığı sorunların zamanında ve doğru çözümüyle engellendi.
Yoksa aynen böyle olmadı mı?

Biraz da güncelleştirerek düşünelim. Diyelim ki, Misak-ı Milli sınırları içinde sınıf mücadelesi devrim yapacak derecede keskinleşti. Bir taraftan bütün donanımıyla düşman cephesi, diğer taraftan da Troçkistlerin önderliğinde devrim yapacak derecede güçlü bir parti. Olacak iş değil, ama olduğunu düşünelim. Ama bu partinin bir takıntısı var: Troçki demiş ya, tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değil. Bu parti de bu takıntıdan dolayı devrim yapacak atılımdan çekiniyor, mücadeleyi sonuçlandırmayı, mevcut sömürü düzenini yıkmayı sürüncemede bırakıyor. Ama devrimci güçlerin bastırması sonucunda, bu Troçkist partiye rağmen devrim gerçekleştiriliyor. Dedik ya, en güçlü olduğu için önderlik bu Troçkist partide. Bu durumda Troçkist olduklarına bin pişman olurlar mı, orasını bilemem, ama ne yapar bu parti? Memleketin dört bir yanı düşman güçlerle sarılmış, iç gerici güçler iktidardan uzaklaştırılmışlar, ama henüz tam yok edilmemişler, yani dış yardımla birlikte yeniden toparlanma ve iktidarı yeniden ele geçirme mücadelesi veriyorlar. Troçki akılma geliyor ve soruyorum. Onun kafasına göre hareket eden bu Troçkist önder parti acaba bu durumda ne yapar? Bekleyemez, çünkü dış dünyadan gelecek bir destek -devrim yok- ve iç ve dış düşmanlar bekletmez. Yani ya mücadeleye devam ya da eski düzene geri dönüş. Diyelim ki, Troçkist önderlik mücadeleye devam baskısı altında mücadeleye devam edelim dedi ve iç ve dış tehlikeyi geçici olarak da olsa bertaraf ettik. Bu sefer de tek ülkede sosyalizm inşa edilemez, diğer ülkelerdeki devrimleri bekleyelim diyecek bu Troçkist parti. Başka yapacağı bir şey yok. Tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir teorisi devrimi ilerletmek için başka yol ve yöntemleri yasaklayan bir teoridir pratikte.

Sözün kısası: Proleter devrime, sosyalizmin inşasına tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir diye karşı gelenler, fiilen geri çekilmeyi ve dolayısıyla yenilgiyi talep edenlerdir; bunun kaçınılmaz sonucu da eski sömürü düzenine, kapitalizme geri dönüştür. Bu anlamda Troçki'nin tek ülkede sosyalizmi inşa etmek mümkün değildir teorisi, kapitalizm savunuculuğudur. Bu teorinin mantıksal sonucu olarak geriye dönüşü birkaç kez açık bir biçimde talep eden de Troçki'den başkası değildir. Troçkist yayın organlarında da bu konu oldukça açık olarak dile getirilmiştir. Troçki'nin bu teorisinin nereye götüreceği konusunda Stalin, XVII. Parti Kongresi'ne sunduğu siyasi raporda şunları söyler:

Biz her zaman, "solcuların" sağcılarla aynı olduğunu, yalnızca sağ politikalarını sol lafazanlıklarla maskelediklerini söyledik. Şimdi bizzat "solcular" bizim bu iddiamızı doğruluyorlar. Troçkist "Bülten"in geçen yılki sayılarını alın. Troçkist baylar orada ne talep ediyor ve ne hakkında yazıyorlar, "sol" programları neden ibarettir? Verimli olmadıkları gerekçesiyle Sovyet çiftliklerinin dağıtılmasını, yapay oluşumlar oldukları gerekçesiyle kolektif çiftliklerin büyük bölümünün dağıtılmasını, Kulaklığın tasfiyesi politikasından vazgeçilmesini, imtiyaz politikasına geri dönülmesini ve verimli olmadıkları için bir dizi sanayi işletmesinin imtiyaz sahiplerine devredilmesini talep ediyorlar.

İşte size aşağılık korkakların ve teslimiyetçilerin programı, SSCB'de kapitalizmin restorasyonu için karşı devrimci bir program!” (5).

Yeteri kadar açık değil mi? Değilse devam edelim:

SSCB savcısı Vişinski, Pyatakov davası için hazırladığı iddianamede diğer şeylerin yanı sıra şunlara da yer verir:
Ama hakim yoldaş, biliyorsunuz ki, Troçki'nin yurt dışında sözde “Muhalefet Bültenini yayımladığı herkes tarafından biliniyor. Bu “Bültenin 10. sayısına (Nisan 1930) bakınız, orada esas itibariyle aynı şeyi göreceksiniz:

...Geri çekiliş zaten kaçınılmaz. Mümkün olduğunca en kısa zamanda gerçekleştirilmeli...

...Kolektifleştirme “bütünüyle durdurulmalıdır...

...Sanayileşme yarışına ara verilmelidir. Hız sorunu tecrübe ışığında gözden geçirilmelidir...

...Kapalı bir ekonomi “idealinden vazgeçilmelidir. Dünya pazarıyla oldukça kapsamlı karşılıklı etkilenmeyi hesaba katan yeni bir plan versiyonu hazırlanmalıdır...

...Zorunlu geri çekiliş gerçekleştirilmeli ve sonra stratejik donatım değişikliği...

...Bugünkü çelişkilerden krizsiz ve mücadelesiz çıkış yok...

1933 yılında Troçki şunları talep ediyordu:
a)Kolektif ekonomilerin en büyük kısmının hayali (olduğu için) dağıtılması;
b)Verimsiz oldukları için Sovyet çiftliklerinin (Sovhozlar kastediliyor- İ.O.) dağıtılması;
c)Kulakların tasfiyesi politikasından vazgeçilmesi;
d)İmtiyaz politikasına geri dönüş ve verimsiz oldukları için sanayi işletmelerimizin çokçasının imtiyaza verilmesi(6).
Troçki ve hempalarına göre Stalin ve Vişinski'nin söyledikleri kesinlikle doğru değildir. Bunu biliyoruz. Ama ya bizzat Troçki'nin yazılarında dile getirdiği anlayışlara ne diyelim?

Sovyet Ekonomisi Tehlikede kitapçığında Troçki şunları yazıyor:
Sol muhalefet … şunu söylemelidir: İkinci beş yıllık plan ertelenmelidir. Yaygaracı soytarıcılığa son verilmelidir! Geri çekiliş? Evet, kısmi geri çekiliş...

...Kısmi geri çekiliş hem sanayide hem de tarımda zorunludur. Geri çekilişin son çizgisi önceden belirlenemez. Sadece genel iktisadi yeniden yapılanmanın tecrübeleriyle bu kendini gösterecektir...

Geri çekiliş her şeyden önce kolektifleştirme alanında kaçınılmazdır(7).

Tabii ki, ikinci beş yıllık plan Troçki'nin aklına uyularak ertelenmedi, başarıyla uygulandı. Troçki bütün alanlarda geri çekilişten bahsetmektedir. Sosyalizmi inşa eden bir ülkede inşa faaliyetlerinden bütünüyle geri çekilmek ne anlama gelir? Sosyalizmi inşa etmekten vazgeçmek ve kapitalizme geri dönmek anlamına gelmez mi? Yoksa sosyalizmin inşasından vazgeçmekle kapitalizme geri dönmek arasında başka bir yol mu var?

Troçki oldukça açık konuşuyor ve geri çekilişin son hattı (çizgisi) önceden belirlenemez diyor. Yani geriye ne kadar çekilineceği duruma bağlıdır diyor. Bu duruma bağlı olan “son çizgi kapitalizmin yeniden kurulmasından başka bir şey değildir.

Geri çekilişin, yani kapitalizme geri dönüşün Troçkist basında önemli bir yeri vardır. Bunu bilen için Pyatakov-Radek Davasında Troçki'nin bu konudaki görüşlerinin dile getirilmesi şaşırtıcı değildir. Pyatakov'un ifadesinde Troçki:
Yani geri çekilinmelidir. Bu açıkça görülmelidir. Kapitalizme geri dönüşe başlanmalıdır. Ne kadar, hangi kapsamda, bunu şimdi söylemek zordur. Bu ancak iktidara geldikten sonra somutlaştırılabilir(8).

Bu anlayışların Troçki'nin kendi yazılarında dile getirdiğinden farkı yok. Aynı davada Pyatakov açıklamaya devam eder:
Ama o zaman Radek ve ben, iktidarı ele geçirmemizden sonra blokun Zinovyevist bölümünün ekonomik geri çekilişte çok ileri gideceği konusunda endişeliydik. Buna bir ölçüde karşı konmalıydı.

Pyatakov ve Radek böyle düşünüyorlardı. Sorunun çözümü için Troçki'ye danışmaya karar verirler.

Troçki'den gelen cevap da şudur:
Geri çekilişe gelince: Ben (Pyatakov- İ.O.) ve Radek, geri çekilişin önemsiz olacağına inanıyorlarsa yanılıyorlar. Çok ileri giden bir geri çekilişe başlamak gerekmektedir ve bu bakımdan blok sadece Zinovyevistlerle değil, sağcılarla da aynı anlayıştadır (9).

Bu geri çekilişle Troçki acaba nereye gitmek ister? Kapitalizme mi, sosyalizme mi? Tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir dediğine göre Troçki, istikametin kapitalizm olduğunu söylüyor. Troçki, mutlaka kapitalizme doğru geri çekilmekten bahsediyor. Nedeni oldukça açık: Geri çekilme talebi, Troçki'nin de kabul ettiği üretim araçlarının mülkiyetinin sosyalist olduğu bir toplumda ileri sürülüyorsa, yani sosyalizmi inşa eden bir ülkede ileri sürülüyorsa, bu koşullarda bir geri çekiliş kapitalizme ger dönüşten başka bir anlam taşıyamaz. Troçki kapitalizmi yeniden inşa etmek istiyordu. Onun tek ülkede sosyalizmi inşa etmek mümkün değildir teorisinin kapitalizmi yeniden inşa etme teorisi olduğu sanırsam SSCB'nde sosyalizmin başarılı inşası, Troçki'nin tek ülkede sosyalizm inşa edilemez teorisinin “anormal bir teori olduğunu, yanlış olduğunu bütün Sovyet insanına göstermiştir. Sosyalizmin kazanımlarını bizzat yaşamaya başlayan Sovyet insanı, yeniden kapitalizme dönmek istemediğini Troçki ve hempalarını SSCB'nde yalnızlaştırarak göstermiştir. Bu nedenle Troçkizmin SSCB'nde siyasi etki gücü neredeyse sıfırlanmıştır. Troçkizm, işçi ve emekçi yığınlar nezdinde siyasi bir hareket olmaktan çıkmıştır. Böylece Troçki'nin SSCB'nde siyasi mücadelesi için maddi zemin kalmamıştır; işçi ve emekçi yığınlarını siyasi görüşleri için kazanması ve harekete geçirmesi imkansızlaşmıştır. Tam da bu gerçekten dolayı Troçki, SSCB'ne, sosyalizmin inşasına, Stalin ve SBKP(B)'ye karşı mücadelesinde yeni taktiklere gerek duymuştur. Yeni mücadele yönteminin ne olduğunu Pyatakov-Davadasında sanık Şestov açıklıyordu:“Bir çıkmaz sokağa girdik. Bu nedenle ya silahlar bırakılmalıydı veya mücadelenin yeni yolları gösterilmeliydi.

Öyle de oldu. Hırslı, iktidar düşkünü Troçki, halka rağmen, siyasi amacını gerçekleştirmesi için zeminin olmamasına rağmen, işçi ve emekçi yığınlar tarafından reddedilmesine rağmen yeni mücadele yöntemlerine baş vurmaktan çekinmedi. Yeni mücadele yöntemleri aslında Troçkistlerin yıllarca uyguladıkları yöntemdi; o yöntem artık mücadelenin belirleyici yöntemi olmuştu: Sovyet ülkesine zarar vermek için yoz, sekter, anti-komünist unsurlardan oluşan küçük sabotaj grupları ile terör estirmek, Bolşevik önderleri katletmek, SSCB'nin düşmanlarıyla işbirliğine girişmek vs.

Troçki yenildiğinin farkındaydı. Bunun sadece bir yenilgi değil, bir hezimet olduğunu da biliyordu. Ama ona enerji veren, var oluşunu sağlayan Marksizm-Leninizme, SSCB'ne, SBKP(B)'ye ve Stalin'e düşmanlıktı. Onu ayakta tutan, var eden iksir bu düşmanlıktı. Ve o bu düşmanlığın mantıksal sonucunun ne olacağını, kendini nereye götüreceğini bilecek durumdaydı. SSCB'nde kitle tabanı kalmadığı, seferber edeceği bir gücü olmadığı için teröre, sabotaja baş vurdu, Sovyet ülkesinin yeminli düşmanlarıyla ittifak etti. Troçki ve Troçkizm artık siyasi argümanlarla mücadele edilmesi gereken bir güç olmaktan çıkmıştı. Kullandığı araçların kendisine karşı kullanılmasından doğal bir şey olamazdı. Öyle de oldu.

Troçkizmin işçi hareketi içinde siyasi bir akım olmaktan çıkarak anti-marksist, karşı devrimci bir çeteye dönüşmesi (Stalin) iyi kavranmalıdır. Bu nedenle Ekim Devriminden anti-marksist bir gruba dönüşmesine kadarki gelişmesini bir kez daha göstermek yararlı olur:

Ekim Devrimi sonrasının ilk yıllarında Troçki, elinde bayraklaştırdığı tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir teorisi ile tek ülkede sosyalizm teorisine karşı mücadele etti. Troçki, tek ülkede sosyalizm teorisinin SSCB'ni çöküşe götüreceği iddiasında bulundu. Kabul etmek gerekir ki, o zaman Troçki'nin bu mücadelesi siyasi bir mücadeleydi, görüşlerinin belli bir siyasi yankı bulduğu reddedilemez bir gerçeklikti. Bu doğaldı, çünkü Troçki'nin teorisinin yanlışlığını gösterecek gelişmeler henüz yoktu. Tam tersine ülke yıkılmıştı, açlık ve sefalet diz boyundaydı. Öyle koşullarda kaçınılmaz olarak tek ülkede sosyalizmin inşa edilebilirliği hakkında insanların kafasında sorular doğmaktaydı. Troçki teorisini doğrulamak için bu durumu da kullanmaktan geri kalmadı. Kabul edilsin, edilmesin, Troçki bu dönemde siyasi savlarıyla emekçi yığınları etkileme, kendi görüşlerine kazanma şansına sahipti. O da bu durumu görüyordu. İktidarı ele geçirmek için yapabileceği yegane iş, parti içinde muhalefet örgütlemekti. Bunu denedi. Bu onun demokratik yoldan iktidara gelme mücadelesiydi. Gelişmesinin bu aşamasında Troçki, SSCB'ne karşı, karşı devrimden bahsetmiyordu. Bu dönemde muhalefet, reformla iktidara gelme mücadelesi veriyordu. Öyle ki, 1931'de yayımlanan “SSCB'nin Gelişmesinin Sorunları kitapçığında da “SSCB'nde sol muhalefetin yolunun reform olduğunu yazıyordu.

Bugünkü Sovyet devletinin işçi devleti olarak tanınması, sadece, burjuvazinin silahlı ayaklanma dışında siyasi iktidarı elde edemeyeceği, SSCB proletaryasının da devrim olmaksızın, reform yöntemleri ve araçlarıyla- bürokrasiyi kendine tabi kılma olanağını kaybetmediği, partiyi yeniden canlandırmayacağı ve diktatörlük rejimini iyileştirmeyeceği anlamına gelmez(10).

Gelişmeler, Troçki'nin bu görüşünü sürdürmesini olanaksız kıldı. Hangi gelişmeler diye soracak olursanız, cevap, bizzat Troçki'nin gelişmesidir olur. SSCB'nde -yani tek ülkede- sosyalizmin başarılı inşası, Sovyet iktidarının giderek güçlenmesi, bir bütün olarak sosyalist inşanın ve güçlenen Sovyet iktidarının yansıttığı olumlu sonuçlarının görülmesi; bütün bu gerçekler Troçki'nin savlarını geçersiz kılmaya yetti. Böylece Troçki, SBKP(B)'de çoğunluğu kazanarak iktidara gelme şansını da tamamen yitirmiş oldu. Bu gerçeği gördükten sonra Troçki'de açık başkalaşma, belirleyici değişim hızlı gerçekleşti.

SBKP(B)'de çoğunluğu kazanarak iktidarı elde etme mücadelesi Troçki için artık geride kalmıştı. Nereden cesaret aldığı bilinmez, ama Troçki açıktan Bolşevik Parti'ye ve uluslararası komünist harekete, yani Komünist Enternasyonal'e meydan okuyordu: Troçki açıktan Bolşevik Parti'nin parçalanmasından, SSCB'nde yeni bir partinin kurulmasından ve aynı zamanda III. Enternasyonal'in de parçalanmasından ve yeni bir Enternasyonal'in -”IV. Enternasyonal”in- kurulmasından bahsediyordu. Troçki'nin partiyi parçalama ve yeni bir parti kurma anlayışı, bir kısım Post-Marksistlerin, tasfiyecilerin SSCB'ne, SBKP(B) örgütlenme anlayışına, yani Leninist örgütlenme anlayışına karşı kullandıkları bir argümana dönüşmüştür. Sosyalizmde, proletarya diktatörlüğü koşullarında ikinci bir parti veya çok parti anlayışının kışkırtıcısı Troçki'den başkası eğildi.

İstersiniz bu konuyu biraz açalım.
Troçki'nin 29 Ağustos 1937'de yayımlanan “Bolşevizm mi, Stalinizm mi?” yazısından okuyalım:
Bütün diğer partilerin politik arenanın dışına atılmasıyla, halkın farklı katmanlarının karşıt çıkar ve eğilimlerinin kendi ifadelerini, şu ya da bu ölçüde yönetici parti içinde bulmaları kaçınılmazdı...
Bolşevikler kendi partileri dışında tüm partileri yok etmişlerdir; Stalin ise, Bonapartist kliğin çıkarları için Bolşevik Partiyi boğmuştur...

Diğer Sovyet partilerinin yasaklanmasına gelince, bu hiç de herhangi bir Bolşevik "teoriden" kaynaklanmıyordu; her taraftan düşmanlarla çevrili, geri kalmış ve bitkin düşmüş bir ülkede diktatörlüğün savunulması için alınmış bir önlemdi. Sonradan, bizzat yönetici parti içinde hiziplerin yasaklanmasıyla tamamlanan bu önlemin ne büyük tehlikeler barındırdığını Bolşevikler başından beri açıkça görüyorlardı. Ne var ki, tehlikenin kaynağı doktrin ya da taktik değil, içte ve dışta zor durumlarla karşı karşıya bulunan diktatörlüğün maddi zayıflığıydı. Devrim hiç değilse, Almanya'da, zafere ulaşmış olsaydı, diğer Sovyet partilerini yasaklama zorunluluğu bir anda ortadan kalkacaktı. Tek parti hakimiyetinin totaliter Stalinist rejime hukuki çıkış noktası olarak hizmet ettiği tartışılmaz bir gerçektir” (11).

İşte size bir Troçki klasiği! “Bolşevik” Troçki veya hem “Bolşevik” hem de “Leninist” Troçki, insanların gözünün içine baka baka yalan söyleyebiliyor. Troçki'nin düşüncesine göre ortada bir devlet var, sosyalist bir devlet. Partiler var; yani sınıflar ve sosyal tabakalar var. Bunların her biri kendi sınıfsal çıkarlarını gerçekleştirmek için seçilerek -herhalde böyle olması gerekir- iktidara gelecek. İşçi sınıfı seçimleri kazanırsa toplum ve ekonomi bu sınıfın çıkarlarına göre örgütlenecek. Sovyet partileri adı altında örneğin köylüler seçimi kazanırsa toplum ve ekonomi bu sefer de köylülerin, yani küçük burjuvazinin çıkarlarına göre şekillendirilecek. Belki de işçi sınıfı ve köylülük dışında şehir küçük burjuvazisinin, orta tabakaların aydınları vb. de bir “Sovyet” partisi olabilir. Belki bir seçimi bu parti kazanabilir ve iktidara gelebilir. Bu durunda bu sefer de toplum ve ekonomi bunların çıkarlarına göre şekillendirilecek. Ve bunu adı da proletarya diktatörlüğü olacak.

Troçki'nin sosyalist devrimin, proletarya diktatörlüğünün sömürücü sınıfların ekonomide ve politikada (üst yapıda) hakimiyetini yıktığını, sosyalist toplumda çıkarları antagonist olmayan -uzlaşmaz olmayan- sınıfların geriye kaldığını; önemli olanın da bu sınıfları aynılaştırmak olduğunu, son kerte de sınıfları da ortadan kaldırmanın esas amaç olduğunu bilmiyor olduğunu düşünemiyorum.

Ama açık ki Troçki'nin derdi başka. SSCB, proletarya diktatörlüğü güçlü olsaydı Sovyet partileri, komünist partide hizipçilik yasaklanmazdı; bu bir ilke olmazdı demek istiyor. Hizipçi zihniyetinin yerle bir edilmesini böyle açıklıyor. 'SSCB, proletarya diktatörlüğü güçlü olsaydı, ben kendi partimi kurardım ve iktidara gelmek için mücadele ederdim' diyor.

Parti içinde hizipçiliği yasaklamanın ne kadar tehlikeli olduğunu ancak ve ancak Troçki, kendi geleceği üzerine kaygısından dolayı görüyordu. Hiçbir Bolşevik hizipçiliğin yasaklanmasının kendi içinde büyük tehlikeler taşıdığını dile getirmemiştir; tam tersi olmuştur. Bolşevikler, hizipçiliğin önünün alınmamasının kendi içinde büyük tehlikeler barındırdığını dile getirmişlerdir, bu tehlikeyi vurgulamışlardır. Hizipçiliğin yasaklandığı ve bu konu üzerine ateşli tartışmaların yürütüldüğü X. Parti Kongresi belgeleri bunun böyle olduğunu göstermektedir.

Troçki'nin bu anlayışından hareketle Post-Marksist, tasfiyeci unsurlar, ikinci bir partinin kurulmasını veya çok partili proletarya diktatörlüğünü -nasıl olacaksa!- doğru buluyorlar; yani 21. yüzyılda herhalde çok partili bir “proletarya diktatörlüğü” çağı açılmış oluyor. Neden doğru buluyorlar, orasını bilemem, ama amaç, Marksizm-Leninizmin örgütlenme konusundaki temel değerlerini aşındırmaktır. Bunu biliyorum.

Troçki'nin sosyalist bir ülkede, proletarya koşulları altında yeni bir parti anlayışının fiili sonucunun ne olabileceği, belki ikinci parti heveslileri için öğretici olabilir. Proletarya diktatörlüğü koşullarında ikinci parti, kaçınılmaz olarak karşı devrimin teşvik edilmesi anlamına gelir. Lenin'in bu konudaki anlayışı oldukça açıktır. Sosyalizm için mücadelede, proletarya diktatörlüğü döneminde ikinci bir partinin ne anlama geldiğini Lenin'in parti içinde fraksiyonculuğa karşı mücadelesinden anlıyoruz. Lenin, bırakalım ikinci bir partiyi, parti içinde fraksiyonculuğun, kurulmakta olan proletarya diktatörlüğünün, somutta da kurulmakta olan SSCB'nin varlığını tehdit ettiği anlayışındaydı. Bolşevik Parti'nin parçalanması ve ondan ayrılan kısmın yeni bir parti kurması ve o örgütlenmeyle proletarya diktatörlüğüne karşı mücadelesi -başka kime karşı mücadele için kurulacaktı ki- kaçınılmaz olarak iç savaşa, yani karşı devrime götürecektir. Lenin bu nedenle parti içinde fraksiyonculuğa şiddetle karşı gelmiştir. Proletarya diktatörlüğü koşularında ikinci bir parti, fraksiyon kurmanın devamıdır, örgütsel son adımıdır veya fraksiyonculuk, partiden koparak ayrı partileşmenin ilk adımıdır. Bu nedenle Lenin, Troçki'nin fraksiyonculuğuna karşı şiddetle mücadele etmiş ve fraksiyonculuğun parti bütünlüğüne, ideoloji bütünlüğüne, politika ve eylem bütünlüğüne verdiği zarar görüldüğü için de yasaklanmıştır. Troçki, fraksiyonculuk konusunda hata yaptığını, yeni bir partinin kurulmasının iç savaşa neden olacağını sonradan kabul etmiştir.

Parti birliği ve fraksiyonculukla ilgili olarak X. Parti Kongresinde alınan karara bakalım:
Bolşevik Parti ve proletarya diktatörlüğü için fraksiyoncu grupların varlığını ifade eden devasa tehlikeden dolayı X. Parti Kongresi, partinin birliği sorununa özel bir ihtimam gösterir. Bu sorundaki raporu Lenin sunar. Parti Kongresi, bütün muhalif hizipleşmeleri mahkum eder ve bunların 'gerçekte proleter devrimin düşmanlarına hizmet ettiğini' vurgular. Parti Kongresi, bütün hizipçi grupların derhal dağıtılması için kesin direktif verir ve bütün örgütlerini, hiçbir hizipçi eyleyişlere izin verilmemesi için sıkı denetimle görevlendirir; parti kararının yerine getirilmemesi kesin ve derhal partiden atılmayı beraberinde getirir. Parti Kongresi, MK'yı, Merkez Komitesi üyelerinin disipline uymamaları durumunda ve hizipçiliğin yeniden canlanması veya izin verilmesi durumunda, MK'dan ve partiden atılma da dahil bütün disiplin tedbirlerini uygulamakla görevlendirir. Bütün bu kararlar, Lenin tarafından önerilen ve Parti Kongresi tarafından kabul edilen 'partinin birliği üzerine' bildirgede yer almaktadır” (12).

Bu kararı Kongrede kabul edenlerden birisi de Troçki'dir. Sonraları, 1930'lu yıllarda Troçki kendi imzasını da taşıyan bu kararı şöyle yorumlayacaktı:
Muhalefet partilerinin yasaklanması, hiziplerin yasaklanmasını beraberinde getirdi; hizip yasaklaması, yanılmaz önderden farklı düşünmenin yasaklanmasıyla sonuçlandı. Partinin polis yöntemleriyle sağlanan birliği, bürokratik cezadan muaf olmayı beraberinde getirdi; bu da dizginsizliği ve çöküşün bütün biçimlerinin kaynağı oldu” (13).

Troçki ne mi? İşte bu! Kendi kararını işine gelmediği için bürokratik tedbir olarak görebiliyor. X. Kongrede hizipçilik üzerine alınan karar, -karşı gelseydi zor durumda kalacaktı- Troçki'yi can evinde vurmuştu veya o zaman Lenin'in yerini alma umudu olduğu için sesini çıkartmamıştı. Önemli değil, önemli olan, yukarıdaki iki Troçki'nin varlığıdır.

Yeni bir parti kurma anlayışıyla Troçki, SSCB'nde reform yoluyla iktidara gelme anlayışını da bir kenara atmış oluyordu. Proletarya diktatörlüğüne karşı “devrimden bahseden Troçki, artık geri dönüşü olmayan karşı devrimci bir yola girmişti.

Sovyet Ekonomisi Tehlikede yazısı (1932) Troçki'deki değişimi öğrenmek için oldukça öğreticidir. Orada, SSCB'nde iç savaştan da çekinilmeyeceğinden bahsedilmektedir.
Artık Marksizmle bağını tamamen kopartmış bir Troçki var karşımızda. Karşımızda iktidar mücadelesi için hiçbir şeyden çekinmeyen vicdansız bir kumarbaz var artık. Moskova Yargılamaları hakkında “işkenceyle alınmış, baskı altında alınmış ifadeler söyleminin beş paralık değeri yoktur. Hele hele hiç “düzmece değildir veya Troçkizm, S. Savran, ne kadar düzmeceyse Moskova Yargılamaları da o kadar “düzmecedir (14). Yukarıda bir çok yerde bizzat Troçki'nin yazılarından aktardığımız görüşler ya aynen ya da bir biçimde o yargılamalarda sanıklar tarafından da tekrarlanmıştır. Bu gerçekler ortadayken kimi kandırmak istiyoruz, kimi koruma adı altında Marksizm-Leninizme saldırıyoruz. Bu konuda herkes kendini sorgulamalıdır.

Troçki seçimini yapmıştır ve o bu seçimini işkence altında, zor altında yapmamıştır; özgürce yapmıştır: Reform yoluyla siyasi iktidara gelmek isteyen Troçki, karşı devrim yoluyla siyasi iktidara gelmek isteyen Troçki'ye dönüşmüştür.

Reformla iktidara gelmekten sosyalist ülkede, proletarya diktatörlüğü koşullarında partiyi parçalayarak ikinci bir parti kurmaya evrilen Troçki, kurulacak partinin amacının doğrudan SSCB'nde siyasi iktidarı “devrimle ele geçirmek, bunun için iç savaş, silahlı ayaklanma örgütlemek olduğunu açıklamıştır.

Troçki, “IV. Enternasyonal ve SSCB kitapçığında SSCB'nde proletarya diktatörlüğünü barışçıl, demokratik yoldan devirmenin mümkün olmadığını açıklar. Ve SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün mutlaka yıkılmasını talep ettiği için geriye bir yol kalır, o da Sovyet iktidarına karşı fiili eylem. Bunu açıkça yazar.

Okuyalım:
Stalin bürokrasisinin parti ve Sovyet kongresi ile görevden alınacağına inanmak çocukluk olur...Yöneten kliğin yok edilmesi için normal “anayasal yollar artık kalmamıştır. Bürokrasiyi, iktidarı proleter öncünün (Troçkistlerin demek istiyor- İ.O.) eline vermeye zorlamak ancak zor kullanmakla olur....

Bürokrasinin sosyal kökleri, bildiğimiz gibi proletaryadadır: Aktif desteklemezse, en azından 'tolore etmelidir'. Proletarya aktif desteklemeye geçerse Stalinist mekanizma ne yapacağını bilemez durumda kalır. Karşı koymaya çalışırsa ona karşı iç savaş tedbirlerinden ziyade polisiye tedbirlerle önlem alınır(15).

Son dönem, diyelim ki 1932/1933'ten sonraki yazılarında Troçki, SSCB'ne, Sovyet iktidarına karşı ayaklanmanın propagandasını yapmıştır. 1935'te yazdığı broşürde (“İşçi Devleti, Thermidor ve Bonapartizm) 1936'da yazdığı “İhanete Uğrayan Devrim kitabında bu konuyu işler. Reform yolunun “devrim” yoluna dönüştüğünü oldukça açık bir biçimde yazar.

İşçi Devleti, Thermidor ve Bonapartizm yazısından okuyalım:
Sosyalist devlet olarak Sovyetler Birliği'nin yazgısı, Stalin-Bonapartizminin yerine geçecek her siyasi rejime bağlıdır...

Stalinist siyasi rejimin kaçınılmaz çöküşü, ancak, bonapartizmin yok edilmesi proleter öncünün (yani Troçkistlerin- İ.O.) bilinçli eylemi olduğunda Sovyet demokrasisinin yeniden kuruluşuna götürür(16).

Troçki, SSCB'nin geleceğine “devrim”le el koymak istiyor. Troçkistler “proleter öncü oluyorlar. Bu “öncü “bilinçli hareketle “Stalin bonapartizmini yıkıyor ve böylece proletarya diktatörlüğüne karşı Troçki'nin devrimi gerçekleşmiş oluyor!

Troçki'nin kendi devrimini haklı nedenlere dayandırmak istemesi onun en doğal hakkı olarak görülmelidir. Bu nedenle Troçki'nin “devrimci eylemleri kesinkes proletarya diktatörlüğüne karşı eylemler değildir. Troçki, proletarya diktatörlüğüne karşı değil, ama “bürokrasinin diktatörlüğüne “Stalin bonapartizmine karşı devrim yapmak istiyor. Troçki'nin gözünde, aklında, fikrinde SSCB'nde, proletarya diktatörlüğü koşullarında bir bürokrasinin -”Stalin bürokrasisi”nin- iktidarı ele alması var; bu bürokrasi partinin ve devletin üstünde konumlanıyor ve Troçki bu devleti, Sovyet toplumunu her şeye muktedir durumda olan bürokrasiden kurtarmak için mücadeleye atılıyor! Neden bütün parti, devlet ve bütün toplum en azından Troçki'ye karşı o bürokrasinin yanında yer almıştır; neden Sovyet işçi sınıfı ve emekçileri Troçki'nin görüşlerini reddetmiştir sorusuna Troçki'nin verebileceği bir cevap yoktur diye düşünüyorsanız fena halde yanılmış olursunuz. Bu soru için de Troçki'nin bir açıklaması vardır. “İhanete Uğrayan Devrim”inde bu soruna da açıklık getirir.

Okuyalım:
Gerçekten de on binlerce devrimci militan Bolşevik-Leninistlerin bayrağı altında bir araya gelmişti. İşçiler muhalefete mutlak bir sempatiyle bakıyorlardı. Ancak bu sempati edilgen kalıyordu. Çünkü hiç kimse mevcut durumun yeni bir mücadeleyle değiştirilebileceğine inanmıyordu... Bürokrasi(nin)...memurlarla askerler blokunu birbirine sıkıca kenetleyen ... propagandası hiç kuşkusuz yorgun işçiler ve onlardan daha fazla köylü kitleleri üzerinde etkisini göstermeye başladı...Bürokrasi...işçilerin şaşkınlık ve edilgenliğini sömürüp, onların en gerilerini en ilerilerinin karşısına dikip ve giderek artan ölçüde Kulak'a ve genel olarak küçük burjuva müttefike yaslanarak birkaç yıl içinde proletaryanın devrimci öncüsü karşısında zafer kazanmaya başladı”(17).

Şimdi anlaşıldı.
On binlerce militan Troçkistlerin bayrağı altında toplanmış ve onlara sempatiyle bakıyorlar.
Ama bu militanlar edilgen, durumun değişeceğine inanmıyorlar. Nasıl militanlarsa!
Bürokrasi, memurlara ve askerlere, yorgun işçilere ve köylülere yaslanıyor.
En ileri işçilerin karşısına en geri işçileri dikiyor” ve Troçkistleri yeniyor!

Troçki bu konuda tecrübelidir. Daha önceleri de Troçkist olmayan ama Bolşevik olan, komünist olan işçileri, ileri işçileri “politik olarak tam bir kafasızlık durumunda” olanlar olarak tanımlıyordu. “Eğer “çok sayıda ileri işçi” Troçki’nin çizgisiyle uyum içinde olmayan bir politik çizginin ve parti çizgisinin “gayretli ajanları” haline geliyorsa, Troçki bu sorunu hiç utanmadan bir çırpıda ve anında hallediyor: Bu ileri işçiler “politik olarak tam bir kafasızlık durumunda” bulunuyorlar, o, yani Troçki ise, politik olarak sağlam, berrak ve doğru bir çizgi “durumunda” bulunuyor herhalde!” (18).

Bu da bir Troçki klasiğidir; Troçki'den yana olursan militansın, devrimcisin, komünistsin. Ama Bolşeviklerden yana olursan en gerisin, kafasızsın vs.!

Troçki'nin “IV. Enternasyonal ve SSCB broşürü, dünya basınında hararetle ele alınmış, özellikle sosyalist geçinen çevreler tarafından enine boyuna analiz edilmiştir. Kolay mı, Troçki, devrim yapmış, sosyalizmi başarıyla inşa eden, pratikte de Marksizm-Leninizmi geliştiren bir ülkeye, proletarya diktatörlüğüne karşı, onun nezdinde Stalin'e karşı ayaklanmaktan bahsediyor. Yani demokratik yolu, reform yolunu kapattığı için Troçki, başka araçlarla -ayaklanma, devrim dediğine göre zor kullanma- devrimini gerçekleştireceğini açıkladığına göre başına geleceklerin sorumlusu da kendisinden başkası olamazdı.

SSCB'ne karşı, karşı devrimci eylemlere girişen Troçkistler, kaçınılmaz olarak, kendi hazırladıkları bataklığa gömüldüler. Troçki için çok korkunç olması ve ders çıkartması gereken olgu, SSCB'nde proletarya diktatörlüğünü yıkmak için devrimini gerçekleştirecek, “bilinçli eylem yapacak insan bulamamasıdır. Sürece bir daha bakalım: Troçki, önce reform yoluyla iktidarı ele geçirme mücadelesi veriyor. Bu olmayınca SSCB'ne karşı devrim yaparak iktidarı ele geçirmek istiyor. Bu ikinci yol için çabasında hüsrana uğrayınca geriye tek bir yol kalıyordu. O da yaklaşan savaş. Çaresizlik içinde Troçki, bütün umudunu savaşa bağlamıştı. Emperyalist devletlerle SSCB arasında savaş patlak verecek ve bu savaşta SSCB yenilecek. Yenilgiden sonra da Troçki iktidara gelecek. 22 Aralık 1936'daki sorgusunda Radek (Moskova Yargılaması), Troçki'nin kendisine gönderdiği mektupta neler yazdığını anlatır.

Okuyalım:
İktidar sorununun en gerçekçi olarak ancak savaşta SSCB'nin yenilgisi sonucunda blok önünde duracağı tespit edilmelidir. Blok buna enerjik biçimde hazırlanmalıdır... Troçkistlerin iktidara gelişlerinin temel koşulu, şayet buna terör yoluyla ulaşamazlarsa, SSCB'nin yenilgisidir; mümkün olduğunca SSCB ve Almanya arasında bir çatışma hızlandırılmalıdır(19).
Radek, Troçki'nin kendine yazdıklarını anlatmaya devam eder.

Okuyalım:
Nisan 1934, Aralık 1935 ve Ocak 1936'da olmak üzere Troçki'den üç mektup aldım. 1934'teki mektubunda sorunu aşağıdaki gibi koyuyordu: Almanya'da faşizmin iktidara gelmesi, bütün durumu tamamen değiştiriyor. Bu en yakın zamanda kaçınılmaz olan savaş demektir; Uzakdoğu'daki durum aynı zamanda keskinleşirse daha iyi. Bu savaşın SSCB'nin yenilgisine neden olacağından Troçki'nin şüphesi yok. Bu yenilginin Blokun iktidara gelişi için reel durumu oluşturacağını yazıyordu; bundan Blokun çatışmanın sertleştirilmesinde çıkarı olduğu sonucunu çıkartıyordu. Bana ve Sokolnikov'a, kişisel olarak barış mücadelesine çok adapte olduğumuz serzenişinde bulunuyordu... Bu mektubunda Troçki, belli bir Uzakdoğu ve belli bir Orta Avrupa devletiyle ilişki kurduğuna ve bu devletlerin resmi çevrelerine Blokun kendileriyle yapılan bir anlaşma zemininde onlardan yana olacağını ve iktisadi ve topraksal bakımdan önemli tavizlere hazır olduğunu söylediğine işaret ediyordu(20).
Radek, mahkemedeki sonuç konuşmasında Troçki'nin daha önceleri de SSCB'ne karşı “devrimci savaşı körükleme düşüncelerinin olduğunu anlatır.

Okuyalım:
Troçki'nin daha on sene öncesinde SSCB'ne karşı, Clemenceau'nun meşhur tezine dayanarak kendini haklı çıkaran bozguncu tavrının olduğu hatırlanmalıdır. Troçki o zaman şunu yazıyordu: Clemenceau'nun taktiği kullanılmalıdır; bilindiği gibi Clemenceau, Fransız hükümetine karşı Almanların Paris'e 80 km uzaklıkta olduğu anda isyan etmişti. Yoldaş Stalin -acı acı alay ediyordu Troçki- bu “opera- Clemenceau ve “Don Kişot-grubu. Troçki ve suç ortaklarının Clemenceau-tezini ortaya koymaları tesadüfi değildi. Yeniden o teze döndüler. Ama şimdi teorik anlamda değil, bilakis SSCB'nin askeri yenilgisi için yabancı casusluk örgütleriyle birlik içinde daha ziyade pratik güncel hazırlık anlamında(21).

Sovyet düşmanı Troçkist Merkeze”e karşı bu yargılamada (23-30 Ocak 1937) Sokolnikov, Radek ve Pyatakov, başlangıçta Troçki'nin tezlerini doğru bulduklarını açıklarlar; SSCB'nin ancak Troçki'nin tezleri doğrultusunda hareket etmekle kurtulacağını sanırlar. Sosyalist inşanın zorluklarını aşamadığı dönemde Almanya ve Japonya'ya karşı bir savaşta SSCB'nin yenilgisinin kaçınılmaz olduğuna inandıklarını açıklarlar. Bu dönemde Stalin hakimiyetinin yıkılmasına, yeni devrimci iktidarın saldırganlarla anlaşmasına ve onlara Brest-Litovsk barışı anlamında tavizler vermekle SSCB'nin tamamen yok olmaktan kurtarılacağına inanırlar. Ancak sonraları, sosyalizmin inşasının başarıları reddedilemez olunca, SSCB askeri ve ekonomik olarak güçlenince ve yenilginin söz konusu olmadığını anlayınca bu bayların akılları başlarına gelir ve ancak bundan sonra SSCB'in yenilgisini istemenin veya bu yenilgi için çalışmanın hainlik olacağını düşünmeye başlarlar.

1937 tarihli Moskova Yargılamalarının bu üç ana sanığının mahkemede söyledikleri Troçki'nin o dönemdeki yazılarında okunabilir. Troçki'nin yazılarını birazcık dikkatle takip eden her okur için bu sanıkların söyledikleri şaşırtıcı olamaz.

Amiyane deyişle Troçki'nin gözü dönmüştü. Cesareti hangi kahramanlığından kaynaklanır, orası bilinmez, ama iç savaştan korkmuyordu, ne pahasına olursa olsun SSCB'ne, proletarya diktatörlüğüne karşı ayaklanmayı örgütlemeyi ve gerçekleştirmeyi istiyordu. Bu benim yorumum değil. Troçki'nin yazılarında bunları okuyabilirsiniz. Yukarıda alıntılarla bunun örneklemesini de yaptık. Troçki'nin siyasi denklem kurmakta ne denli usta veya çırak olduğunu onun gerçekleşen ve gerçekleşmeyen öngörülerini karşılaştırarak çıkartabilirsiniz. Ama SSCB'ne karşı devrim ve SSCB'nin savaşta yenilmesi denkleminde her halükarda iktidarın yolunun açılacağı sonucuna varması, büyük bir felaketti; denklemi yanlış kurmuştu ve yaptığı çözüm de mantık dışıydı. Aşağıdaki “İhanete Uğramış Devrimden yaptığımız alıntıyı II. Dünya Savaşının sonucunu düşünerek okursak tam anlamış oluruz.

Okuyalım:
Savaş tehlikesi ve SSCB için yenilgi bir gerçekliktir. Ama devrim de bir gerçekliktir. Devrim savaşı engelleyemezse, bu durumda savaş devrime yardımcı olacaktır. İkinci doğum, çoğu zaman ilkinden daha kolaydır. Yeni savaşta ilk ayaklanma için iki buçuk sene beklenmeyecek. Bir defa başlayınca devrim yarı yolda kalmayacaktır. SSCB'nin yazgısı nihayetinde genel kurmay haritasında değil, sınıf mücadelesi haritasında belirlenecektir(22).

Troçki'ye göre kapitalist ülkelerin orduları Kızıl Ordu'dan her bakımdan kat be kat üstündür; Kızıl Ordu'nun geriliği “Stalinist bürokrasinin suçudur! Ama Troçki'nin böyle tanımladığı Kızıl Ordu'nun nelere muktedir olduğunu II. Dünya Savaş sonucu göstermiştir. Ama ne hazindir ki, Troçki bunu görememiş, takipçileri de bundan bir ders çıkartamamışlardır.
Demiştik ya, Troçki bu, “sağı solu” belli olmaz. Demek ki, Kızıl Ordu kapitalist ülkelerin ordularından kat be kat geri. 1936'da böyle değerlendirme yapan Troçki 1934'te tam tersini söylüyordu. “Avrupa Defterleriinde yayımlanan makalelerinde Kızıl Ordu'nun, örneğin Japon ordusundan üstün olduğunu yazıyordu.

Troçki'nin Kızıl Ordu hakkındaki görüşlerinin gerçeklikle bir ilgisi yok ve burada önemli olan, Troçki'nin görüş değiştirmesidir; SSCB'ne karşı iktidar mücadelesinde değişime uğramasıdır. Troçki, iktidara gelmenin tek yolu olarak savaşta SSCB'nin yenilgisini görüyor. “IV. Enternasyonal ve SSCB yazısında aynı konuyu ele alır.

Okuyalım:
Daha yakın olan nedir? Bürokrasi tarafından kemirilmiş Sovyet iktidarının çöküş tehlikesi mi yoksa Ekimin mirasını kurtarma yeteneğine sahip yeni bir parti için proletaryanın birleşme zamanının gelmiş olması mı? Bu soru üzerine önsel cevap yoktur; buna mücadele karar verecektir. Güç dengesi, savaş da olabilecek büyük tarihsel bir denemede tespit edilecektir. Her halükarda açık olan, sadece iç güçlerle proleter dünya hareketinin devam eden gerilemesi ve faşist hakimiyetin yaygınlaşması (koşullarında) Sovyet iktidarı daha uzun süre var olamaz (23).
Troçki'nin yukarıdaki değerlendirmesi bir insanın ne kadar düşebileceğini, ne denli iktidar tutkunu olduğunu ve aynı zamanda gerçek dünyadan kopuk olduğunu göstermektedir. Bu değerlendirme zavallılaşan bir insanın ruh halini de yansıtıyor. Kapitalist dünyanın azılı Sovyet düşmanı kesimleriyle aynı görüşü paylaşarak SSCB'nin faşist güçler karşısında tutunamayacağını ve yenilgisinin kaçınılmaz olduğunu savunuyor. En önemlisi ise, kendini “bir şey sanmasıdır, SSCB'nin geleceğiyle ilgili karar, “yeni parti -Troçki'nin partisi- ile “bürokratizim kemirdiği Sovyet iktidarı arasındaki mücadeleyle verilecekmiş; bu, “büyük tarihsel bir deneme olacakmış; bu “büyük tarihsel deneme savaş biçiminde de olabilirmiş.
Bu değerlendirmeyi yapan birisinin nesnel gerçeklikten kopmuş olmadığını söylemek büyük bir cesaret işidir.

Troçki'nin bu değerlendirmesini Radek'in mahkemede bahsettiği Troçki-mektubunda da görüyoruz. Demek ki, o mahkemelerde söylenenler hiç de yabana atılacak türden değil, gerçekleri yansıtıyorlar.

Yukarıda adı geçen yazısında Troçki hayal kurmaya devam eder.
Okuyalım:
Yeni enternasyonal (4. Enternasyonal kastediliyor- İ.O.) işçi devletinin savunulması için sadece ve sadece kendisinin sorumluluk üstlendiğini Rus işçilerine sadece lafızda değil, gerçekte kanıtladığında Birlik içinde (SB kastediliyor- İ.O.) Bolşevik-Leninistlerin (Troçkistlerin- İ.O.) konumu 24 saat içinde değişmiş olacaktır (24).

Troçki'nin görüşlerini birbirine karıştırmamak için sadeleştirelim: Savaşta SSCB darbeler alıyır, yeniliyor, Troçki ise nerede olduğu bilinmeyen partisiyle, kurtarıcı olarak kendisini bekleyen “direnç güçlerinin önünü açarak devrimini gerçekleştiriyor. Ve Sovyet işçi sınıfı ve emekçi yığınları Troçki'nin bu işi “götürdüğünü görünce saf değiştiriyorlar; SSCB'nin yanında yer almaktan Marksizm-Leninizmden, proletarya diktatörlüğünden, inşa edilen sosyalizmden ve nihayetinde SBKP(B) ve Stalin'den vazgeçerek Troçkizmle kucaklaşıyorlar. Yani o zamana kadar Troçki ve Troçkizmi adeta lanetlemiş olan geniş yığınlar “Bolşevik-Leninistlerin -Troçkistlerin- kurtarıcı ilerleyişini görünce “24 saat içinde saf değiştiriyorlar.
Bu senaryonun bir yerinde bir de o meşhur “tren olması gerekirdi. Göremedim!

Yukarıdaki anlatımına göre Troçki gerçekten çok değişmiş. Önceleri “Stalin bürokrasisini yok etmek istemiyordu, tersine ona “ortak düşmana karşı birlik cephesi önermekten yanaydı. Aynı yazıda devamla şöyle der Troçki.

Okuyalım:
Yeni Enternasyonal, Stalin-bürokrasisine ortak düşmana karşı birlik cephesi önerecektir. Bizim enternasyonal, bir gücü temsil ediyorsa, bürokrasi tehlike anında birlik cephesini reddedemeyecektir...

Burjuva ve sosyal demokrat partilerin emperyalist boğazlaşma sırasında (I. Dünya Savaşını kastediyor- İ.O.) halkı daha iyi kandırmak için karşılıklı eleştiriyi durdurmaları örneğinde (olduğu gibi) Stalin bürokrasisi ile birlik cephesi, savaş durumunda da 'kutsal ulusal birlik' anlamına gelmeyecektir. Hayır, savaş durumunda da gerçek devrimci savaş yürütme yeteneğinden mahrum olduğunu açıklamak zorunda kalacak olan bürokratik merkeziyetçilik ile ilgili olarak siyasi uzlaşmazlığı koruyacaklar (25).
Ve gerçekten de Troçki, “Geçiş Programı”nda, 1938'de “ortak düşmana karşı, “birlik cephesiönerisinde bulunur:
Geçiş Programı”nda şöyle diyecekti Troçki: “Yani oldukça sınırlandırılmış durumlarda, kapitalist karşı devrimin açık bir saldırısına karşı bürokrasinin Thermidorcu kesimi ile bir “birleşik cephe” olasılığı peşinen dışlanamaz. Ama buna rağmen SSCB'nde temel siyasi görev, Thermidor bürokrasisinin yıkılması olmaya devam etmektedir” (26).

O dönemde, II. Dünya Savaşı öncesinde veya bu programı yazdığı dönemde Troçki'nin SSCB hakkında somut değerlendirme yapma yeteneğinden ne denli uzak olduğunun; kendine göre şekillendirdiği bir hayal dünyasında yaşadığının en tipik göstergesinden birisi de şu değerlendirmesidir:

...“SSCB'nin savunulması” sorunu tamamen somutlaşmaktadır. Eğer yarın, diyelim ki, burjuva-faşist gruplaşması, yani “Butenko- Hizbi” iktidarı ele geçirmeye yeltenirse, “Reiss-Hizbi” kaçınılmaz olarak barikatların karşı saflarında yerini alacaktır. Bu gruplaşma kendini geçici olarak Stalin'in müttefiki konumunda bulsa da, onun Bonapartist kliğini değil, SSCB'nin toplumsal temelini, yani kapitalistlerden kopartılan ve devlet mülkiyetine dönüştürülmüş mülkiyeti savunuyor olacaktır. Eğer “Butenko-Hizbi” Hitler ile askeri bir ittifaka girerse, “Reiss-Hizbi” ülke içinde ve dünya çapında SSCB'ni askeri müdahaleye karşı savunacaktır. Bundan farklı her tutum ihanet olacaktır”(27).

Ignaz Reiss, bir Troçkisttir. Reiss derken Troçki kendini, “Reiss-Hizbi” derken de SSCB'ndeki Troçkistleri kastetmektedir. Fedor Butenko ise Sovyet diplomatıydı; İtalya'dayken faşizmi savunduğunu açıkladı. “Butenko-Hizbi” ile de Troçki, SSCB'ndeki faşistleri kastediyor. Senaryo şöyle: Savaş patlak verince “Stalin kliği”, faşistlere karşı savaşacak ve Troçkistler de kaçınılmaz olarak “Stalin kliği” saflarında faşizme karşı savaşacaklar. “Reiss-Hizbi” nezdinde Troçkistler SSCB'ni bütün dünyada askeri bir müdahaleye karşı savunuyorlar.

Bu senaryonun tek doğru yanı, Alman faşist diktatörlüğünün SSCB'ne saldırmasıdır. Bu ve bu saldırıya karşı Stalin önderliğinde bütün ülkenin yekvücut olarak savaşmasıdır. Yılarca süren bu savaşta “Stalin kliği” yanında yer alarak “Butenko-Hizbi”ne karşı SSCB'de toplumsal mülkiyeti savunmak için savaşan “Reiss-Hizbi”ne rastlayan olmadı. Diğer taraftan “Reiss-Hizbi” askeri müdahaleyi önlemek için SSCB'ni dünya çapında savunmadı, tam tersini yaptı; SSCB'nin savaşta yenilmesi için uğraştı, faşistlerle işbirliğine girdi.
Yoksa aynen böyle olmadı mı?

Savaşı, SSCB'nin yıkılması için araç olarak değerlendirme düşüncesinin Troçki'de yeni, son yıllarda ortaya attığı bir düşünce olarak görüyorsanız fena halde yanılmış olursunuz. 1927'de de Troçki'nin kafasında bu düşünce geziniyordu. Aralık 1927'de SBKP(B)'in XV. Kongresinde bu konu da gündemdeydi. Konuşmasında Stalin soruna ilişkin olarak şunları söyler:
Troçki'nin Clemenceau hakkındaki ünlü tezi buna dayanmaktadır. Devlet iktidarı yozlaşmışsa ya da yozlaşıyorsa, onu esirgemeye, korumaya, savunmaya değer mi? Elbette değmez. Böyle bir iktidarı “azletmeye elverişli bir durum doğarsa, diyelim ki düşman Moskova'nın 80 kilometre yakınına kadar yaklaşırsa -bu durumdan bu hükümeti süpürüp atmak ve yeni bir Clemenceau hükümeti, yani Troçkist hükümet kurmak için yararlanmak gerektiği ortada değil mi?(28).

Bu, Radek'in mahkemede bahsettiği Clemenceau tezidir. Ne kadar söylesek azdır; Moskova Yargılamalarında sanıkların ifadesi ile tarih çelişmiyor, orada söylenenler gerçeklerin yansımasıdır.

Söylenecek söz kalmıyor. Demek ki söylenenler doğru, demek ki Troçki'nin yazdıkları başkalarının uydurması değil. Demek ki, Troçki'nin Alman faşistleriyle işbirliği bir uydurma değil. Alman orduları/faşistleri Moskova önlerine kadar gelecekler ve Alman faşistleri Moskova'ya 80 km uzaktayken Troçki SSCB'ni yıkmak için planlarını uyulamaya koyacak.

Ekleyelim: II. Dünya Savaşında Alman faşistleri Moskova'ya 30 km uzaklıktayken durduruldular. Troçki'nin hesabına göre planları uygulamak için daha uygun bir ortam mevcuttu. Neredeydi o planları uygulayacak “Bolşevik-Leninistlerin devrim yapmak için kurulmuş partisi?

Troçkistlere Alman faşistleri ile bu işbirliği neyin nesi diye soracak olursanız “haşa summe haşa”, öyle bir işbirliği yoktu diyeceklerdir. Herhalde işbirliği var demeyeceklerdir. Troçkistlerin ne diyeceklerinden bağımsız olarak Troçki, bu düşüncelerini sonraları da tekrarlamıştır. Troçki'nin iktidara gelmek için umutsuz çırpınışında Alman faşistlerinin Moskova önlerine kadar ilerlemesi, SSCB'nin savaşta yenilmesi önemli bir rol oynuyordu. Gerçek olan budur.

Arkamızdan “kötü niyetli denmesin diye iyi niyetli olalım ve Troçki'nin gerçek niyetinin SSCB'ni kurtarmak olduğunu düşünelim. Ama siyasi mücadelede mücadele edenlerin niyetinin ne olduğu önemli değildir. Troçki, öznel olarak iyi niyetli veya kötü niyetli olabilir. Esas olan ne yaptığıdır. Peki, Troçki ne yapıyordu? Troçki ve suç ortaklarının “hal ve gidişleri karşı devrimcilikten başa bir şey değildi. İktidara gelme uğruna yaptıkları Alman ve Japon faşizmine hizmetten başka bir şey değildi. Troçki'nin “devrimi karşı devrimden, ihanetten başka bir şey değildi.

SSCB, proletarya diktatörlüğü, Stalin önderliğinde SBKP(B), Troçki ve suç ortaklarının bu eylemleri karşısında sessiz kalmamışlar, onlara karşı mücadelede acımasız olmuşlardır. Bolşeviklerin ve bütün dünya komünistlerinin SSCB'nin düşmanlarıyla işbirliği yapan, sosyalizmi yıkmaya çalışan “Stalin bürokrasisini bir partinin veya Sovyet kongresinin yardımıyla görevden alınacağına inanmak çocukluktur, bu ancak “devrimle mümkündür, “neye mal olursa olsun SSCB'ni yıkmak için “devrim diye düşünebilecek duruma gelmiş bu unsurlara karşı mücadelesi, siyasi ve ahlaki olarak haklı bir mücadeleydi ve mücadeledir.

Ne pahasına olursa olsun iktidar, mücadele aracı olarak da “Ne pahasına olursa olsun“ne yapmak zorundaysan onu yap ilkesine göre hareket etmeye başlayan Troçki'nin bireysel terör ve zarar vericilikten başka yapacağı bir şey yoktu. Sovyet insanından, partiden, ordudan, sendikalardan vs. bir beklentisi kalmamıştı, Sovyet işçi sınıfı ve emekçi yığınlarının kendisini reddettiğini biliyordu. Bu durumda SSCB'ne karşı mücadelesinde bireysel teröre başvurmaktan ve zarar vericilik yapmaktan başka imkanı kalmamıştı.

İhanete Uğrayan Devrimde ve başka yazılarında da “yeni bir devrimin kaçınılmazlığından bahseden Troçki, proletarya diktatörlüğünün, “yeni bir devrimin kaçınılmazlığı doğrultusunda SSCB'de yıkıcı faaliyette bulunan, sabotajlar yapan, bireysel teröre başvuran unsurlara karşı mücadelesinde, moda kavramla ifade edecek olursak “orantısız güç kullandığından yakınıyor. Troçki ve suç ortakları, SSCB'ni yıkmak, siyasi iktidarı ele geçirmek için açıktan karşı devrimci propaganda yapıyorlar ve o doğrultuda hareket ediyorlar, ama yıkmak istedikleri güç, Sovyet iktidarı buna karşı gelince “mızıkçılık yapıyorlar.

Troçki nelere kafa yorduğunu “İhanete Uğrayan Devriminde yazıyor.

Okuyalım:
İki milyon üyesi bulunan bir parti içinde 20-30 bin kişilik bir muhalefetin ne önemi olabilir ki? Bu sayıların basit karşılaştırması bu sorunda bir şey ifade etmiyor. Son derece kızışmış bir siyasal ortamda bir askeri birliğin halk safına geçmesini sağlamak için bir düzine devrimcinin çabası yeter. Genelkurmayların küçük yeraltı çevrelerinden, hatta tek tek bireylerden ödleri patlarcasına korkmaları hiç de boş yere değildir. Stalinci bürokrasiyi titreten bu korku, onun uyguladığı baskıların gaddarlığının ve iftiralarının iğrençliğinin ifadesidir(29).

Alıntıdaki son cümlenin Almanca baskısında (İnternet) neden yer almadığını anlayamadım. Belki de Stalin lehine bir yontma var. Önemli değil. Önemli olan, Troçki'nin proletarya diktatörlüğünü yıkmak için nelere başvurmaya hazır olduğunu bu sözleriyle dile getirmesidir. Troçki, sabotaj yapın, yıkın, Sovyet önderlerini öldürün (Kirov), Kızıl Ordu'yu isyana teşvik edin; bunları yapmak için yeraltı grupları kurun,, bireysel teröre başvurun diyor. Bunları yaparsanız askeri birlikler halk safına geçer diyor. “Stalinci bürokrasi bu eylemlerden, sizden ödü koparcasına korkar diyor. Troçki, yoksa başka bir şey mi söylüyor? Yok, yok, başka bir şey söylemiyor. Yazdığı oldukça açık. Ve o bunları 1936'da söylüyor. Bir savaş durumunda Troçki, bu türden eylemlerle SSCB'ni zayıflatmayı ve saldırgan güçlerin -Alman faşistlerinin- işini kolaylaştırmayı düşünüyor.

Savaş durumunda Troçki'nin önerdiği doğrultuda faaliyet sürdürecek olan karşı devrimci grupların ne yapabileceklerini Stalin Mart 1937'de SBKP(B)-MK Plenumu'nda “Parti Çalışmasının Eksikliği ve Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak Önlemler Üzerine konuşmasında anlatır.

Okuyalım:
...Zararlı unsurlar zararlı faaliyetlerini en geniş biçimiyle genel olarak barış dönemlerinde değil, savaş öncesi dönemlerde ya da bizzat savaş esnasında uygularlar. Varsayalım ki, “ekonomik planların sistemli bir biçimde gerçekleşmesini ifade eden bu çürük teoriyle uyutulduk ve zararlı unsurlara dokunmadık. Bu çürük teorinin sahipleri, bu zararlı unsurları ekonomimizin bağrında... rahat bırakırsak, herhangi bir savaş durumunda devletimize ne büyük zararlar verebileceklerini düşünebiliyorlar mı acaba?..

Troçkist zararlıların tek tek insanlar tarafından, Bolşeviklerin ise onlarca milyon insan tarafından desteklendiği doğrudur. Ama bundan, zararlı unsurların davamıza ciddi zararlar veremeyecekleri sonucu çıkmaz. Fesat çıkarmak ve zarar vermek için çok sayıda insana ihtiyaç yoktur. Bir Dinyeper Elektrik Santralı yapmak için on binlerce işçi harekete geçirilmek zorundadır, ama aynı santralı havaya uçurmak için belki birkaç düzine insan yeter, daha fazla değil. Savaşta bir muharebeyi kazanmak için belki birkaç kızıl kolorduya gereksinim duyulur. Ne var ki, cephede kazanılmış bu zaferi yerle bir etmek için, ordu karargahında, hatta bir bölükte birkaç casusun varlığı ve bunların harekat planlarını temin edip düşmana vermesi yeterlidir. Büyük bir demiryolu köprüsü kurmak için binlerce insan gerekli. Ama aynı köprüyü havaya uçurmak için birkaç kişi yeterlidir. Böylece düzinelerce yüzlerce örnek verilebilir (30).

Aynı konuşmasında devamla “bizim çoğunlukta oluşumuz, Troçkist zararlıların ise azınlıkta oluşu teselli nedeni olmamalıdır diyen Stalin, bu unsurlara, Sovyet ülkesi düşmanlarına karşı mücadelede uyanık olunması gerektiğini; “saflarımızda hiç Troçkist zararlı unsurun kalmaması gerektiğini, bunun ulaşılması gereken bir hedef olduğunu açıklar.

Sovyet düşmanlarının SSCB'ne karşı yıkıcı mücadelelerinde kullandıkları çeşitli yöntemler birbirini tamamlayan yöntemlerdi. SSCB'nde örgütlenen ve gerçekleştirilen sabotaj, casusluk, başkaca zarar verici faaliyetlerde özellikle faşist casusluk örgütleri ve Troçkistler belirleyici rol oynuyorlardı. Bu türden yıkıcı faaliyetlere karşı mücadelesinde proletarya diktatörlüğü kaçınılmaz olarak sert tedbirlere baş vuruyordu. Bütün bu faaliyetlerinden dolayı SSCB kapsamlı bir temizlik hareketi örgütlemek zorunda kalmıştır. Ekonominin ve üst yapının bütün kurumlarının zarar verici faaliyet içinde olanlardan, ajanlardan, sabotajcılardan temizlenmesi gerekiyordu. Bu temizlik hareketinin dokunduğu çevreler ve onlara inanma gafletini gösterenler için Troçkistler, SSCB'ne karşı mücadelelerinde kullanabilecekleri yeni demagojiler ürettiler. SSCB'nde durumun ne denli kötü olduğunu, halkın yokluk ve sefalet içinde yüzdüğünü, devletin güçsüz olduğunu, temizlik hareketinin Stalin'in “kanlı diktatörlüğünün eseri olduğunu yazıp çizdiler ve propagandasını yaptılar. Başta Troçkistler olmak üzere bu çevrelere göre SSCB'nde sosyalizmin ilkelerine ihanet edilmişti, ülke “Stalin-Diktatörlüğü altında; “bonapartist diktatörlük altında inim inim inliyordu. Demagojiye, yalana dayanan bu propaganda savaşında aynı amaca hizmet eden farklı güçler, bilerek veya bilmeyerek birbirlerinin destekçisi oluyorlardı. Kullandıkları argümanların üreticisi de Troçkistlerdi. Troçkistler yalan üretiyor, özellikle de Alman faşistleri bu yalanları SSCB'ne, sosyalizme, dünya komünist hareketine karşı kullanıyorlardı.
Troçkizm yalan makinesidir.

Troçki, Moskova Yargılamalarından önce Stalin'in Bonapart olduğunu keşfetmiş ve SSCB'nde bonapartizmin hakimiyetinden bahsetmeye başlamıştı. “İşçi Devleti, Thermidor ve Bonapartizm broşüründe (1935) “Sovyetler Birliğinde şimdiki rejim, bir Sovyet (veya anti-sovyet bonapartizmidir değerlendirmesini yapıyordu (31).

Troçki'yi iyi anlamak için onun bu yazısını okumak çok yararlıdır. Eğitim çalışmalarında kaynak olarak kullanılabilecek derecede önemlidir. Troçki, bu broşüründe “Stalin-Bonapartizminin kaçınılmaz olarak çökeceğinden ve bu çöküşü karşı devrimin zaferinin takip edeceğinden bahsetmektedir. “Stalinist rejimin kaçınılmaz çöküşü, “Stalinist bonapartizmin kaçınılmaz çöküşü gerçekleşince karşı devrimin zafer kazanması istenmiyorsa “öncü dediği Troçkist parti elini çabuk tutmalı ve karşı devrimin zaferinden önce bir kurtarma eylemiyle iktidarı ele geçirmelidir görüşünde olan Troçki'dir.

Kapitalist bir toplumun, Rusya gerçeğinde gelişmesi geri kapitalist bir toplumun sosyalist bir topluma dönüşmesi bugünden yarına ve bir çırpıda gerçekleştirilebilecek bir iş değildir. Bu dönüşüm kendi içinde aşamaları olan uzun ve zor bir sürecin ürünü olabilir. SSCB'nde sosyalizmi kurma süreci farklı görevlerin ön planda olduğu çeşitli aşamalardan geçilerek ilerlemiştir. Sosyalist inşanın her aşamasında ele alınan sorunlar farklı olduğu için görevler de kaçınılmaz olarak farklıydı. Sosyalist inşanın içeriğini ve inşayı gerçekleştirmek için atılan adımları anlamayan insanların olması doğaldı. Bunlar sadece kapitalist dünyadan insanlar değildi, SSCB insanlarından da sorunu anlamayanlar vardı. Bu doğallığı, sorunu anlamayanların olmasını özellikle Troçkistler acımasızca SSCB'ne karşı kullanmışlardır. Yozlaşmadan, sosyalizme ihanetten, dünyanın ilk işçi devletinin çöküşünden bahsedenler ve bu yönlü demagojilerle SSCB dışında ve içinde insanları örgütlemeye çalışanlar Troçkistlerdi. Öyle ki, yapılan hatalar ve Bolşevik Parti'nin bu hataların üzerine gitmesi, düzeltmesi ve yola devam edilmesi tek yanlı anlatılmış, sadece hatalardan söz edilmiş ve bunlara dayanılarak SSCB'nin geleceği üzerine kehanette bulunulmuştur. Bu demagojilerin “kahramanı Troçki'den başkası değildi.
Troçki bir demagoji makinesidir.

Diğer taraftan SSCB, kendinden kaynaklı olmayan veya salt proletarya diktatörlüğü olarak varlığından dolayı kaynaklı olan birtakım dış tehlike ve tehditlerle de karşı karşıyaydı. Bunlar, SSCB'nin varlığını tehdit eden tehlikelerdi. Bunların neler olabileceği üzerine Bolşevik Parti sürekli uyarıda bulunmuş, hep hazırlıklı olmak gerektiği üzerinde durmuş ve bu tehlikeleri bertaraf etmenin en emin yolunun en kısa zamanda sosyalizmin inşa edilmesi olduğunu vurgulamıştır. SSCB ve Bolşevik Parti, oluşan birçok tehlike ve tehdidin üstesinden gelmesini bilmiş, düşmanlarını her seferinde hüsrana uğratmıştır. Bu da bir gerçektir. SSCB ve Bolşevik Parti, sosyalizmin inşasına, sorunlarına ve görevlere uzak duran insanların belli bir anlayışsızlık içinde olabileceklerini hesaba katarak hareket etmemiştir. Öyle hareket etseydi, bütün insanları önce ikna etmesi sonra adım atması gerekirdi. Buna Troçki bile gülerdi!

Daha ziyade Moskova yargılamaları bağlamında dile getirilen temizlik hareketi, bahsettiğimiz iç ve dış tehdit ve tehlikeleri yok etmek için yapılmıştı. Proletarya diktatörlüğü, anti-komünist, anti-sovyetik demagoji ve propagandanın işine gelir diye her türden casusluk, sabotaj ve zarar verici faaliyetin kökünü kazımada sert tedbirler almaktan ve gerçekleştirmekten çekinmemiştir. Ajanlara, sabotajcılara, zarar vericilere, siyasi maceracılara, teröristlere ve bunların hepsi anlamına gelen Troçkistlere karşı mücadelenin, söz konusu yargılamaların keyfiyetle, sistemin çürümesiyle, yozlaşmayla, devletin güçsüzlüğüyle bir ilişkisi yoktur. Bu yönlü demagojileri üretenlerin ve yayanların başında Troçki ve Troçkistler gelmektedir.

Tuhaçevski ve onun gibi ihanet içinde olan Kızıl Ordu mensuplarının cezalandırılmasının Sovyet askeri gücünün zayıflaması olarak görenler ve bunu bütün dünyada yayanlar, Kızıl Ordu'nun bir kaç generalin ihanetiyle yok olmadığını, zayıflamadığını, aksine güçlendiğini herhalde -Troçki dışında- görmüş ve yaşamış olmaları gerekir.

İhanetin yolu kronolojisi (II)

Hitler'in iktidara gelmesiyle birlikte Almanya uluslararası karşı devrimin merkezi olmuştu; Ekim Devriminden sonra bütün uluslararası karşı devrimci çabalar, örgütlenmeler Alman faşistleri tarafından Alman sermayesinin çıkarlarına hizmet edecek biçimde konuşlandırılıyordu; bütün casusluk ve terör örgütleri Nazilerin beşinci koluna dönüştürülüyorlar, SSCB'nde Alman ordusunun gizli öncüsünü oluşturuyorlardı. Nazilerin beşinci kolunun en güçlü bölümü SSCB'nde faaliyet göstermekteydi. Bu bölümün yöneticisi de Troçki'den başkası değildi.

Troçki ve yandaşları Alman faşistleri için hazır güç durumundaydılar. Her iksinin ortak noktası Sovyet düşmanlığıydı. Alman emperyalizmiyle 1923'ten bu yana devam eden ilişkilere dayanarak Troçki, ülkeden kovulduktan sonra Sovyet iktidarını yıkarak geriye dönüşünün hazırlığı içindeydi; bir savaş, özellikle de Almanya'ya karşı bir savaş durumunda SSCB'nin yenileceğinden oldukça emindi. Ama Troçki sadece savaş beklemekle vakit geçirmek istemiyor, SSCB'nde yıkıcı faaliyeti, sabotajları, Sovyet önderlerinin katledilmesini planlıyor ve uygulatıyordu.

1934'te Sergey Mirinoviç Kirov'un alçakça katledilmesi de bu planlamanın bir parçasıydı. Kirov, Zinovyevcilerin “Leningrad grubu” tarafından hunharca katledilmişti.

SBKP(B)-MK'nın Kirov'un katledilmesiyle bağlam içindeki gelişmeleri ve çıkartılması gereken dersleri ele alan 18 Ocak 1935 tarihli ve “Troçkist-Zinovyevist Karşı Devrimci Blokun Terörist Faaliyeti Üzerine” 29 Temmuz 1936 tarihli örgüt içi mektuplarında diğer şeylerin yanı sıra şu görüşlere yer verilir:

1- S. M. Kirov'un katledilmesinden sonra NKWD organları 1936 yılı boyunca Moskova, Leningrad, Gorki, Minsk, Kiev, Baku ve başka yerlerde Troçkist ve Zinovyevci terör gruplarını ortaya çıkamıştır.

2-Troçkistlerden, Zinovyevcilerden ve Kamenevcilerden oluşan blok 1932 sonunda kurulmuştur.

3-Kuruluşundan bu yana bu blok esas amacının, parti ve hükümete karşı yıkıcı faaliyet olduğunu göstermiş ve bunun en etkili yolu olarak da öncelikle, başta Stalin olmak üzere parti önderlerini katletmeyi görmüştür.

4-Bu blokun -Birleşik Troçkist-Zinovyevist Merkez- SSCB'ndeki faaliyetini yurt dışından yöneten Troçki'dir.

5-Troçkist-Zinovyevist karşı devrimci merkez ve önderleri -Troçki, Zinovyev, Kamenev- SSCB'nin, sosyalizmin en acımasız düşmanlarıyla ortak hareket etmektedir; bunlar SSCB'nde sınıf olarak yok edilmiş sınıfların temsilcileridir, iktidara gelebilmek için tek araçları terördür.

6-Troçkist-Zinovyevist karşı devrimci merkez ve önderleri -Troçki, Zinovyev, Kamenev- aynı zamanda dünya burjuvazisinin SSCB'ndeki öncüleri konumundadırlar; bunlar kapitalizme geri dönüşün umudu olmuşlardır (32).

Faşist Almanya'nın SSCB'ne saldırısından sonra, 1941 yazında ABD'nin SSCB'ndeki elçisi olan Joseph E. Davies şu değerlendirmeyi yapıyordu:

Rusya'da Almanlar ile işbirliği yapan sözümona “iç gericilik” yoktu. 1939'da Hitler'in Prag'a yürüyüşü Henlein Örgütünün askeri eylemleriyle desteklendi. Benzeri bir durum Norveç'in işgalinde oldu. Rusya'nın sunduğu resim, Henlein'ın Sudet-Almanlarından, Slovak Tiso'larından, Belçika Degrell'erinden ve Norveç Quisling'lerinden temizlenmişti...Bizzat katıldığım 1937 ve 1938 hainler ve temizlik yargılamaları denilen yargılamaların tarihinde nedenler okunabilir. Bir daha gözden geçirdiğimde ve kendi notlarımda...Rus 'işbirlikçileri'nden alınan itiraflar ve açıklamalar Alman beşinci kolunun kelimenin gerçek anlamıyla tarafımızdan bilinen bütün yöntemlerini ortaya dökmektedir” (33).

1941'de SSCB'nde beşinci kolun temsilcisi kalmamıştı; ülke hainlerden temizlenmişti. Troçki'nin “Bolşevik-Leninistleri” de ortalıkta görünmüyorlardı; en azından Troçki'nin söz verdiği gibi Kızıl Ordu'yla omuz omuza SSCB'ni savunmuyorlardı veya Kızıl Ordu mensuplarıyla “Stalin bürokrasisi”ni yıkmak için yakın ilişki kuracak “Bolşevik-Leninistler” yoktu.

Troçkizm, sosyalizmin anavatanı SSCB'nde ve uluslararası arenada sefil ve acınacak durumdaydı.

Sonuç itibariyle:
Troçki kendi seçimi olan yolunun sonuna gelmişti: 1930'lu yılların ikinci yarısına gelindiğinde Troçkizm “işçi sınıfı içinde siyasi bir akım olmaktan çıkarak “yabancı devletlerin casusluk organlarının hizmetinde çalışan zararlı unsurlar, bölücüler, casus ve katillerden oluşan ilkeden ve düşünceden yoksun, işçi sınıfının yeminli düşmanı olan bir çeteye (Stalin) dönüşmüştü.

Bir anti-komünistin, bir narsistin ruh hali:
Friedrich Wilhelm Nietzsche ile Lew Dawidowitsch Bronstein (Troçki) arasında ilginç bir benzerliğin olduğunu sanıyorum. 19. yüzyılın son çeyreğinde burjuvazi, yükselen Marksizme karşı mücadele için Nietzsche'yi öne sürmüştü. Faşizmin bu “babası” ideolojik alanda Marksizme karşı “meydan muharebesi” verecekti. Verdi de. Ama sonuç yenilgiden başka bir şey olmadı. Nietzsche, işçi sınıfından, emekçilerden, velhasıl “alt insan”dan, kendi deyimiyle “baldırı çıplak”lardan nefret eden ve “üst insan”ı savunan birisiydi. Faşizm, özellikle de Alman faşizmi onun düşüncelerini uygulamıştır.

Şüphesiz ki, Troçki söz konusu olduğunda dünya burjuvazisi sosyalizme, komünizme karşı mücadele için onu öne sürdü diyemeyiz. Ama Troçki, politik fizyonomisi, narsizmi bakımından kendi kendini bu göreve getirmiştir: Marksizme karşı mücadelede Bakunin, Bernstein ve Kautsky, Marksizm-Leninizme karşı mücadelede Troçki'nin yanında, amiyane deyişle “solda sıfır” kalırlar. Kişisel düşmanlık nasıl olur da ideolojik düşmanlığa dönüşebilir diye kendime çok sordum. Sibirya'da, o zaman için insanların en son yaşam alanına sürülen Stalin ve Swerdlov aynı kulübede yaşadılar; kişisel bir ilişki kuramadılar, ama aynı yerde yaşadılar. Sonrasında Ekim Devriminin o çetin günlerinde, devrimi yöneten askeri komitede beraber çalıştılar, ama resmiyetin ötesinde hiçbir insani ilişkileri olmadı. Ama iki yoldaş olarak, aynı davaya hizmet etmekte hiçbir sıkıntıları olmadı. Aynısını Troçki için söylemek mümkün değil. Kendine kölece bağımlı olanların, hükmettiği insanların dışında hiç kimseyle ortak hareket edemiyor. Ekim Devrimi öncesinde Lenin hakkında söylediklerininden bahsettik. Bolşevik Partiye katılmasından sonra da “burnunun sürtüleceğini bildiği için Lenin hakkında pek fazla “ileri geri” bir şeyler söyleme cesaretini gösterememiştir. Ama kendi geleceği için Lenin'den sonra en büyük tehlikenin Stalin olduğunu görmüştür. Troçki'nin Stalin'e özel düşmanlığının insan olarak Stalin'den kaynaklanmadığı oldukça açıktır; Stalin yerine başka birisi olsaydı, Troçki ona düşman olacaktı. Troçki, geleceği için önünde en büyük engel kimi görüyorsa ona düşmandı. Şimdi bu düşmanlığın evrelerini göstermek istiyorum.

Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde burjuvazi işine yarayan her aracı kullanır, her fırsatı değerlendirir. Kendine entegre etmek de onun mücadelesinin bir parçasıdır. Marksizmi eleştirir, ama aynı zamanda Marks'ı 19. Yüzyılın sevimli sakallı filozofu olarak gösterip onun devrimci içeriğini boşa çıkartmaya çalışır. Engels'i atlar, ama Bernstein'ı sever. Lenin'e ve Leninizme veya Bolşevizme karşı mücadelede rahatlıkla Marksist olur. Burjuvazinin aklı fikri, Marksizm-Leninizme nasıl ölümcül darbe indirebilirimdedir. Bunu yapabilmek için Marksizmi düşüncede var olan, teorik olarak doğru olabilir çerçevesinde ele alır. Böylece Marksizmi ile Leninizm arasında bir ayırım yapar ve yenilgisinin somut ifadesi olan Bolşevizme, Marksizm-Leninizme, uygulayıcılarına ve eserlerine saldırır. Somutta da Bolşevizme, SSCB'nde sosyalizmin inşasına ve Stalin'e saldırır. Öyle ki Stalin ve SSCB'nde sosyalizmin inşasına saldırmak için gerekirse Lenin'i bile savunur. Aynen Stalin'i karalamak için Troçki'de “şövalyelik” keşfetmesi gibi.

Karalamak, yalan, çarpıtmak, yanlış bilgilendirmek burjuvazinin ve de Post-Marksizmin temel yöntemleridir. Bolşevizm, SSCB'nde sosyalizmin inşası ve Stalin üzerine burjuvazinin neredeyse bir asır boyunca yazıp çizdiği yalandan, karalamaktan, çarpıtmaktan ibarettir. Bunun için yeni kavramlar da üretirler. Örneğin bu kavramlardan birisi de “Stalinizm”dir. “Stalinizm” kavramıyla Stalin'in devrimci faaliyeti, eserleri, SSCB'nde sosyalizmin inşası Marksizmden kopartılmış olur. Öyle ki, burjuvazi “Stalinizm” kavramıyla Stalin'i Marksizm düşmanı olarak gösterir. Bunun böyle olmasında; burjuvazinin Stalin'i Marksizm düşmanı olarak göstermesinde Troçki'nin payı küçümsenmemelidir.

Stalinizm” kavramını kışkırtıcı anlamda, kriminel anlamda kullananların ve bu kavramı dünya burjuvazisine Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde önemli bir silah olarak sunanların başında Troçki gelmektedir. Sosyalizme, SSCB'ne, Bolşevik Parti'ye, Marksizm-Leninizme karşı mücadelede sınıf düşmanlarına “malzeme” sunan, sürekli yenilerini üreten Troçki'den başkası değildi. Sosyal demokratından faşistine varana kadar emperyalist burjuvazi, küçük burjuva devrimcileri ve SSCB içinde karşı devrimci güçler Troçki'nin bu hizmetinden doya doya yararlanmışlardır. Stalin'i cani olarak tanımlayanların başında Troçki gelir; dünya burjuvazisinin Troçki'nin kaleminden çıkmayan tek bir suçlamasını bulamazsınız.

Bu kişisel kinin bir nedeni olmalıdır. Bir değil, aynı karakterli, daha doğrusu Troçki'nin karakterini sergileyen birçok neden vardır:

Ekim Devrimini yöneten beş kişilik askeri komiteye (Sverdlov, Stalin, Jerinski, Bubnov, Uritski) seçilememeyi, Stalin'in seçilmesini Troçki hiçbir zaman hazmedememiştir.

İç savaş döneminde Troçki, Kızıl Ordu komutanıyken işlediği hataların düzeltilmesi için birçok kez Stalin'in Lenin tarafından denetleyici olarak görevlendirilmesini Troçki hiçbir zaman hazmedememişti.

1922'de XI. Parti Kongresi'nde kendinin değil de Stalin'in Merkez Komite Genel Sekreteri seçilmesini hiçbir zaman hazmedememişti.

Troçki'nin Stalin'e karşı düşmanlığı tam da bu dönemde başlar. Onun kin ve kışkırtma dolu yazıları, küçük düşürmeye hizmet eden “eser”leri dün olduğu gibi bugün de sınıf düşmanlarının, antikomünistlerin en önemli, paha biçilmez kaynağını oluşturmaktadır.

Sağdan ve “sol”dan “Stalinizm” ve Stalin üzerinden Marksizm-Leninizme yönelik saldırılar arasında hiçbir fark yoktur; faşistlerin “Stalin'in cinayetleri”nden bahsetmesiyle sosyal demokratların, hatta kendine komünist diyenlerin “Stalin'in cinayetleri”nden bahsetmesi arasında ne fark vardır? Yoksa aradaki fark, 'faşistlerin yaptığı saldırdır', 'diğerlerinin yaptığı da eleştiridir'den mi ibaret? Yoksa sağdan antikomünizmin, “sol”dan anti-komünizmden bir farkı mı var?

Tarihte ilerici kişilerin ve toplumsal hareketlerin lanetlenmesinin çok örneği vardır. Ama bunların hiçbirisi Stalin ve eserlerinin lanetlenmesi, karalanması ile karşılaştırılamaz. Stalin ve komünistlerin, Bolşeviklerin lanetlenmesinin eşi emsali daha görülmemiştir. Ne de olsa burada söz konusu olan sadece kişi olarak Stalin değildir; söz konusu olan kişi olarak Stalin bağlamında yeni bir toplumsal formasyonun, kurulan sosyalist üretim biçiminin; kurulan proletarya diktatörlüğünün, inşa edilen sosyalizmin ve bu anlamda da Marksizm-Leninizmin mahkum edilmesidir. Bu kampanyanın başını çeken, örgütleyen, yaygınlaştıran ve sürekli yeni savlarla besleyen Troçki'den başkası olmamıştır. Bu anlamda Troçki, aslından “sol”dan antikomünizmin baş mimarıdır.

Ekim Devrimi, Rusya'da yüzünü sosyalizme çevirmiş, dürüst, değişimden yana olan insanları kendi etki alanına çekmiştir. Diğer taraftan birçok “yol arkadaşı” da devrime katılmıştı. Menşevikler, anarşistler, sosyal devrimciler bu türden olanlardı. Troçki gibi birisi de treni kaçırmamak için devrime katılanlardandı; yıllarca Lenin'e ve oluşmakta olan Bolşevizme/Leninizme karşı ilkesizlik abidesi olan cephesinden mücadele eden Troçki de Ekim Devriminde yerini almıştı. Devrime katılmak başkadır, devrimi yönetmek başkadır; denetleme, kararların uygulanmasında kararlılık, gereğinde sertlik olmaksızın devrimin başarıyla sürdürülmesi mümkün değildir. Bolşevik Parti bunun bilincinde hareket etmiştir. Bu nedenledir ki Lenin, en karmaşık, içinden çıkılamayacak derecede zor sorunlar ve görevler olduğunda hep Stalin'i görevlendirmiştir. Bu durum Troçki'in de gözünden kaçmamıştır. İç savaşın hangi cephesinde tehlike baş gösterdiyse, görevlendiren Lenin, görev verilen de hep Stalin olmuştur. 1918-1920 arasında MK'nın cepheden cepheye gönderdiği tek üyesi Stalin'dir; Zarizin cephesini, Polonya cephesini, Petrograd cephesini, Batı cephesini, Güney cephesini, Perm cephesini sürekli dolaşan ve ortaya çıkan sorunları çözen Stalin'den başkası değildi.

Stalin, Troçki'nin deyimiyle “epigon” (“taklitçi”) olduğu için değil, bizzat Lenin'in önerisiyle en önemli görevlere getirilmiştir:
1-MK ve politbüro üyesi.
2-Ekim Ayaklanmasını yöneten askeri komite üyesi.
3-MK Örgüt Bürosu başkanı (Politbürodan sonra partinin en önemli kolektifi).
4-Milliyetler Sorunu Halk Komiseri.
5-İşçi-Köylü Denetimi Başkanı.
Lenin'in önerisiyle MK Genel Sekreterliğine seçilen de Stalin'dir.
Peki bu görevleri Stalin'e kim veriyordu ve Troçki'ye neden bu görevler verilmiyordu? Bu görevleri Stalin'e veren MK'dır ve çoğu kez de Lenin'in önerisi üzerine vermiştir.

MK ve Lenin'in bu tercihinin, Stalin tercihinin mutlaka bir nedeni olmalıdır. Bunun bir nedeninin olması gerektiğini Troçki bilmiyor muydu? Mutlaka biliyordu. Troçki, partili olduğu dönemde dahi parti içinde bir virüs olduğunu, öyle algılandığını bilmiyor olamazdı. Bu dönemde neyi doğru yaptı ki, parti ona daha zor, daha kapsamlı görevler versin?
Troçki bu koşullarda baş düşmanını yarattı. Lenin'e dokunamazdı, ama Stalin'e dokunabileceğini sandı.

Stalin'in karakteristik özellikleri, yetenekleri nedir diye sorsanız, onun “biyografisi”ni yazanlardan çok farklı cevaplar alırsınız. Birkaç seçme: “kuş beyinli”, “aptal”, “yeteneksiz”, “vasat”, “çok zeki”, “kurnaz”, “içten pazarlıklı”, “hilekar”, “kana susamış”, “gaddar”, “kötü niyetli salak”, “akıl hastası”, “siyasi iktidar düşkünü”, “kıskanç”, “çıkarcı”, “kindar”, “zorba”, “taklitçi”, “sevimli dede”.

Troçki üzerine şimdiye kadar yayımlanmış makaleleri okumuşsanız bu tanımlamalarda Troçki'nin payını rahatlıkla görmüşsünüzdür.
Stalin ne yaparsa yapsın, hep, zorba, çıkarcı amacını gerçekleştirmek için yapmış oluyor. Doğru yaparsa ikiyüzlülük oluyor; sinsice hazırlanmış bir tuzak oluyor. Hata yaparsa, zaten vasattır, canidir oluyor. Troçki'nin yazılarını okumuşsanız bu türden “değerlendirmeler” gözünüzden kaçmamıştır.

İhtiyatlı tarzı, başkasını dinleme ve anlama saygısı ve yeteneği bir taktiktir; üst düzey devlet ve parti görevlilerinin Sovyet yasallığını çiğnemeleri karşısındaki kararlı tutumu, boyun eğmezliği, tabii ki, iktidar hırsını gizlemek, rakiplerini elemek için bir taktiktir. Bu türden “değerlendirmeleri” de Troçki'nin “Stalin Biyorafisi”nde bulabilirsiniz.

Sağdan ve “sol”dan Marksizm-Leninizm düşmanları, sosyalizme, sosyalizmi inşa eden SSCB'ne, Bolşevik Parti'ye saldırmak, antikomünist propaganda için Stalin ve eserlerini, devrimci kişiliğini dünya kamuoyu önünde, dünya işçi sınıfı nezdinde prestijini karalamak için her aracı kullanmışlardır. Bu konuda özel gayretkeşlik içinde olanlar döneklerdir. Bunların başında da Troçki gelir. Troçki ve benzerleri kaba yalan söylemekten de çekinmemişlerdir. Örneğin Lenin ile Stalin arasındaki ilişkiyi ele alışlarında bunu çok açık bir biçimde görüyoruz. Bu türden saldırıların başını çeken de Troçki'den başkası değildir.

Troçki'nin Lenin ile ilişkisini olduğundan farklı göstermek için neler uydurduğunu kendi anlatımıyla aktarmıştık. Troçki'nin sorunu Lenin'den sonra ikinci adam kimdir idi. Bolşeviklerin derdi sosyalizmi inşa etmek iken Troçki'nin derdi de ikinci adamın kim olacağıydı. Bu kaygılarından dolayı Troçki, Lenin'in Stalin'i değil, kendisini yardımcısı olarak gördüğü yalanını ortaya atmıştır. Yalan diyorum, çünkü bu yönde ortada hiçbir nesnellik yok. Troçki, kendine göre olması gerekeni, olmuş gibi göstermiştir. Troçki bu iddiasını neye dayandırıyor diye kendime sorarken aklıma şu geldi: Lenin'in yazılarında Troçki'nin adı, Stalin'inkine nazaran oldukça sık geçtiğinden dolayı Troçki böyle bir umuda kapılmış olabilir diye düşünmeye başladım. Gerçekten de Lenin'in yazılarında Troçki'nin adı oldukça sık, Stalin'in adı da oldukça seyrek geçer. Lenin, Troçki'yi sürekli eleştirmek zorunda kaldığı için onun adını sıkça ve olumsuz anlamda anmıştır. Ama Stalin için bu söylenemez; birkaç istisna dışında Lenin, Stalin'in adını sürekli olumlu anlamda anmıştır.

Troçki, kendini ikinci adam olarak görüyor, ama Lenin Parti Kongresi için yazdırdığı mektupta (“Vasiyet”inde) Troçki'nin hiçbir zaman Bolşevik olmadığından bahsediyor. Lenin'in hiçbir zaman Bolşevik olmadı dediği birisini, yani Troçki'yi ikinci adam, yardımcısı olarak görebilmesi ve seçilmesi için kongreye önerebilmesi için Lenin olmaktan çıkmış olması gerekirdi. Troçki, kendi uydurmasına inanacak kadar iktidar düşkünüydü. “Hayatım”da “taklitçiler”in hilelerinden bahseden Troçki, “Lenin-Troçki ittifakı”ndan bahseden Troçki, Nisan 1922'de Lenin'in neden Troçki'yi değil de Stalin'i MK Genel Sekreterliğine önerdiğine değinmez. Gerçekten de Troçkistler Troçki'nin bu uydurmasını Stalin'e karşı mücadelelerinde hala kullanıyorlar. O zaman safça soralım: Neden Lenin Troçki'yi değil de Stalin'i önerdi? Bunun bir nedeni olmalıdır. Bence bunun nedeni Stalin'in başından beri Lenin ile düşünce ortaklığı ve pratik mücadelesidir. Aynı şey Troçki için asla söylenemez: Troçki ideolojik olarak Bolşevizm dışında her düşünceyle bütünleşebilmiştir. Stalin önce sadece Marksistti; sonra da sadece Marksist-Leninistti. Ama Troçki merkezciydi, Menşevikti, biraz sosyal devrimciydi, yani sürekli savrulan birisiydi, ama ne Marksistti ne de Marksist-Leninistti (Hakkını yemeyelim en sonunda “Bolşevik-Leninist” oldu). Aradaki fark bu.

Troçki ve Troçkistlerin “sürekli yalanları”ndan birisi de Stalin'in Marksizm-Leninizmi çarpıttığıdır. Bütün “derdi” Lenin'in düşüncelerini sadıkça uygulamak olan Stalin, hangi konuda Leninizmi çarpıttı diye sorarsanız Troçki size cevap verir: “Tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olacağı teorisi”ni Stalin uydurmuştur. Lenin böyle bir teoriyi savunmamıştır. Bu iddia sürekli tekrarlanınca insanın içine kurt düşüyor ve acaba, doğru olamaz mı türünden sorular aklına geliyor! Bu durumda olan birisine bu durumda kalmamasına yardımcı olmak için soruna bir kez daha değinelim ve neden bu teori doğrudur, neden Stalin tarafından formüle edilmemiştir sorularına cevap vermeye çalışalım.
Birincisi: Şayet Stalin bu teoriyi oluşturmuşsa, bu onun Marksizm-Leninizme büyük bir katkısı olurdu. Çünkü bu teorinin doğruluğu pratikte kanıtlanmıştır. Troçkistlerin iddia ettikleri gibi SSCB'nde sosyalizmin yıkılmasının bu teorinin yanlışlığıyla bir ilgisi yoktur.

İkincisi: Tek ülkede sosyalizm teorisini geliştiren Lenin'dir. Lenin, bu teorisini kapitalizmde eşit olmayan gelişme yasasının kaçınılmaz bir sonucu olarak görür. Diğer taraftan bu teoriyi geliştiren Stalin olamaz, çünkü bu teori üzerine tartışmalar daha 1915'te yapılmıştır. Tartışanlardan birisi Lenin, diğeri de Troçki'dir.

Kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının kaçınılmaz soncu üzerine Lenin şunu söyler:
Sosyalizmin tek bir ülkede zaferi, bir çırpıda genellikle bütün savaşları ortadan kaldırmaz. Tersine, bu savaşları öngörür. Kapitalizmin gelişmesi, farklı ülkelerde hiç de düzenli olmayan bir biçimde yürümektedir. Meta üretimi koşullarında başka türlü de olamaz. Bundan da reddedilemez bir biçimde şu çıkıyor ki, sosyalizm bütün ülkelerde aynı anda zafere ulaşamaz. Önce bir ya da birkaç ülkede zafere ulaşacak, ötekiler bir süre burjuva ya da burjuva-öncesi dönemde kalacaklardır” (34).

Düşünce ve eylemlerine dokunulunca Stalin, o konuda hemen kötü niyetli bir “bulucu”, bir “mucit” yapılıyor. Sınıf mücadelesi sosyalizmde de devam ederden ziyade dönemsel olarak sertleşerek devam eder anlayışını Stalin geliştirdi deniyor. Peki neden diye sorarsanız, cevap hazır: 1920'li ve 1930'lu yıllardaki baskı ve zalimliğine bir neden bulması gerekiyordu. Yani bu durumda Stalin, sosyalizmin inşa sürecinde sınıf mücadelesi dönem dönem sertleşir derken “baskı” ve “zorba rejimi”ni böyle haklı çıkartmış oluyor!
Ama bu konuda neden Stalin ile uğraşırlar, bunu bir türlü anlayamadım. Partinin birliği ve bütünlüğü için mücadele etmek, bunu dönem dönem vurgulamak neden yanlış olsun. Diğer taraftan partide düşünce ve eylem birliğinin ne denli önemli olduğunu sürekli açıklayan ve bunun mücadelesini veren Lenin'den başkası değildir. RSDİP'nin II. Kongresi'nde (1903) devrimci bir partinin oluşturulması içi Lenin'in Martova'a karşı mücadelesi bilinmiyor değil (Örneğin 1. madde üzerine, parti üyeliğiyle ilgili tartışma). Diğer taraftan bu mücadele neden “baskı” ve “zorbalık” olsun? Sosyalizmde de sertleşen sınıf mücadelesinin kaçınılmaz olabileceğini ve böyle bir durumla karşılaşılırsa gereğinin yapılması gerektiğini Stalin Lenin'den öğrenmiştir; ondan öğrendiğini de uygulamıştır. Aşağıdaki sözler Stalin'e değil Lenin'e aittir:

Sınıfların ortadan kaldırılması, uzun süren, inatçı bir sınıf mücadelesinin eseridir; bu mücadele, eski sosyalizmin ve eski sosyal demokrasinin bazı düz kafalarının düşledikleri gibi, sermayenin iktidarının yıkılmasından, burjuva devletin paramparça edilmesinden, proletarya diktatörlüğünün kurulmasından sonra yok olmayacaktır, aksine sadece biçimini değiştirecektir ve birçok bakımdan daha da acımasız olacaktır” (35).
Başka bir yerde de aynı konuda şunları söyler:
Ekimden sonraki ilk aylarda çok sayıda safdil insan, proletarya diktatörlüğünün geçici, tesadüfi bir şey olduğuna inanacak kadar aptal olmuşlarsa, şimdi, bütün enternasyonal burjuvazinin şiddetli saldırısı altında sürdürülen mücadelede bir yasallığın olduğunu Menşevikler ve Sosyal devrimciler bile kavramak zorunda kaldılar.

Pratikte sadece iki güç oluştu: Burjuvazinin diktatörlüğü ve proletaryanın diktatörlüğü. Bunu Marks'ı okurken anlamayan, hiçbir zaman sosyalist olmamıştır; sadece kendini sosyalist olarak tanımlamıştır...

Kapitalist toplumda burjuvazi ile proletarya arasında mücadele gelişti. Bu mücadele sonuçlanmadığı müddetçe, dikkatimiz bu mücadeleyi sonlandırmaya yoğunlaşacaktır. Bu mücadele henüz sonuçlanmadı”(36).

Oportünistler ve revizyonistler sınıf mücadelesinin kapitalizmde işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki mücadeleyle sınırlı olduğunu düşünebilirler. Ama sınıf mücadelesi bunun ötesinde bir mücadeledir. Tek ülkede sosyalizm inşa edilebilir, ama bütün dünyada kapitalizm yıkılmadığı müddetçe sınıf mücadelesinin de dönem dönem sertleşerek, keskinleşerek devam edeceğinin maddi koşulları var demektir. Bu mücadele kendini nerede gösterir? Devrim yapan ülkede, devrime önderlik eden komünist partisinde bu mücadele keskinleşmiş olarak gündeme gelebilir. Komünist partisinde revizyonizm ve oportünizm burjuva ideolojinin komünist partisi içinde yansıma biçimidir; ister farkında olsunlar isterse de olmasınlar revizyonistler ve oportünistler düşünceleriyle proletaryaya karşı sınıf mücadelesi vermiş olurlar. Bu mücadele dönem dönem sertleşebilir. SBKP(B)'nin Troçkizme karşı mücadelesi, dönem dönem sertleşen sınıf mücadelesinden başka bir şey değildir. Bu mücadele partinin bölünmesine, parti içinde farklı örgütsel oluşumlara neden olabilir. Bunu deneyen de Lenin'in “kanka”sı olamayacağını anlayan Troçki'den başkası değildir.

Tehlikeyi gören Lenin, X. Parti Kongresi'ne parti içinde her türden platformların, gruplaşmanın, hizip oluşturmanın yasaklanmasını, mevcut olanların da dağıtılmasını, buna uymayanların partiden atılmasını önermiştir. Bu, doğrudan Troçki'ye karşı atılan bir adımdı.
Bir sene sonra 1922'de XI. Parti Kongresi'nde Stalin, MK Genel sekreterliğine seçilir. Acaba neden Troçki seçilmez de Stalin seçilir? Stalin, “yeteneksiz” olabilir, ama en azından parti içinde hizip oluşturmamıştır. Partinin bütünlüğü için mücadele etmiştir. Stalin'i Genel Sekreterliğe öneren Lenin ve seçenler bu gerçeği görüyorlardı.

Troçki'nin Stalin'e düşmanlığının, hastalık derecesinde düşmanlığının belki de en önemli aşamasını Lenin'in kendini ve Stalin'i değerlendirmesinde ve Stalin'i MK Genel Sekreteri için uygun bulduğunu açıklamasında aramak gerekir.

Toparlayalım:
Nisan 1922'de XI. Kongre'de Lenin, Stalin'i MK Genel Sekreteri seçilmesi için önerir ve Stalin MK Genel Sekreteri seçilir.

Bir sene sonra Nisan 1923'te Stalin'in MK Genel Sekreteri olarak görevine devam etmesi XII. Kongre tarafından onanır.

Nisan 1924'te, XIII. Kongre'de Stalin yeniden MK Genel Sekreteri olarak seçilir.

Peki Lenin'in “vasiyeti” diye tanımlanan -bu yanlış bir tanımlamadır- Parti Kongresi için dikte ettiği mektupta Stalin ve Troçki için sadece kişisel özelliklerini içeren değerlendirmenin etkisi ne oldu? Troçkistlere göre Stalin bu “vasiyet”i sakladı, sonradan açığa çıkartmak zorunda kaldı. Gerçekten öyle mi oldu?

Hastalık derecesinde iktidar düşkünü Troçki, sonradan, “Hayatım”da o dönemi, “vasiyetname” ile bağlam içindeki gelişmeleri şöyle anlatır:

O zaman kafasında, sonraları “vasiyet” adı altında ün kazanacak olan o doküman oluştu. O dönemde -ikinci beyin kanaması öncesindeki son haftalarda- benimle faaliyetimin devamı üzerine uzun bir sohbet yaptı. Bu konuşmayı, siyasi anlamından dolayı hemen bir dizi kişiye yineledim (Rakowski, J.N. Smirnow, Sosnowski, Preobraşenski vd.). Sadece bundan dolayı da bu konuşma hafızama kazınmış olarak kaldı”(37).

Troçki, Lenin'i yorumlamaya devam eder:
Durum şöyleydi. Kültür İşçileri Birliği Merkez Komitesi, Lenin ve bana bir heyet göndererek nasıl bir yıl boyunca Ulaştırma Komiserliğini üzerime almış idiysem, Eğitim Komiserliğini de ek görev olarak benim almamı istemişlerdi. Lenin, bana ne dersin diye sordu. Eğitim konusunda da diğer bütün işlerde olduğu gibi, zorluk devlet mekanizmasından gelecektir diye cevap verdim.”Evet, bürokrasi canavar gibi. İşe döndüğüm zaman gördüklerimden ödüm koptu. Savaş Komiserliğinde zaten dünya kadar işiniz var. Bence öbür komiserliklerin de işini üslenmeniz uygun olmaz” dedi. Ve planını anlatmaya koyuldu, hararetle, ısrarla, coşkuyla konuşuyordu. Yönetimi güçlendirmek için elinde fazla bir şey yoktu. Yerine geçebilecek üç kişi vardı. “Onları tanıyorsunuz. Kamenev, şüphesiz ki, zeki bir politikacıdır. Ama nasıl bir yöneticidir? Syurpa hasta. Rikov, belki yönetici yeteneklerine sahiptir, ama o Yüksek Halk Ekonomisi Konseyine geri dönmek zorunda. Benim yardımcım olmanız gerekir. Durum, radikal bir personel gruplaştırmasını gerekli kılmaktadır”. “Mekanizma”nın, Savaş Komiserliğinde de işimi gittikçe daha çok zorlaştırdığını bir daha anlattım. Daha önce kullandığım bir söze atıfta bulunarak “o halde mekanizmayı sarsabilirsiniz” dedi neşelice. Sadece devletteki bürokratizmi değil, partideki bürokratizmi de kastettiğimi söyledim. Zorlukların kökü iki mekanizmanın birleşmesinden ve parti sekreterinin çevresinde yoğunlaşan nüfuzlu grupların karşılıklı suç ortaklığından oluşmaktadır dedim. Lenin dikkatle dinliyordu ve konuşmanın resmi havasını kenara atarak, en önemli ve canını en çok sıkan konulara geçerek, sesinin söylediklerini karşısındakinin iyice anlamış olduğuna inandığı zamanlarda aldığı tonla, düşündüklerimi doğru bulduğunu söylüyordu. Bir an düşündükten sonra Lenin soruyu açıkça sordu: “Yani siz sadece devlet bürokratizmine karşı değil, merkez komitesi örgütlenme bürosuna karşı da mücadele edilmesini öneriyorsunuz, öyle mi?” Şaşkınlıktan gülmeye başladım. Örgütlenme bürosu Stalin-mekanizmasının merkezini oluşturuyordu. “Olabilir” dedi. Soruya açıklık getirilmesinden hoşlanan Lenin “Tamam, ben de size genel olarak bürokratizme ve özel olarak da örgütlenme bürosuna karşı bir blok öneriyorum” diye devam etti. “İyi bir insanla iyi bir blok kurmak oldukça şereflidir” dedim. Belli bir zaman sonra yeniden buluşma kararı aldık. Lenin, sorunun örgütlenme yanına kafa yormamı önermişti. Bürokratizme karşı mücadele etmek için merkez komiteye bağlı bir komisyonun kurulmasını tasarlıyordu. Her ikimiz de bu komisyona katılmalıydık görüşündeydi. Bu komisyon, bürokrasinin bel kemiği olarak Stalin fraksiyonunun kökünü kazımak ve Lenin'den sonra yerine benim geçmemi sağlayacak koşulları oluşturmak için bir kaldıraç olacaktı; yani Lenin, Halk Komiserliği Başkanlığı için beni düşünüyordu.

Bu bağlamda vasiyetin anlamı tam anlaşılmış olur. Bu belgede Lenin, toplam olarak altı kişinin adını anar ve her birinin ne olduğunu her kelimeyi tartarak açıklar. Vasiyetin tartışılmaz amacı, bana yönetim işlerinde kolaylık sağlamaktı. Lenin bu amaca elbetteki kişisel sürtüşmelere pek fazla yol açmadan ulaşmak istemişti. Her şeyden büyük bir dikkatle söz etmekteydi. Gerçekte ağır olan yargılarına yumuşak bir görünüm veriyordu. Aynı zamanda ilk sırayı gösterirken de ihtiyatlı davranmıştır. Sadece Stalin hakkındaki düşüncelerini söylerken bu tonu bırakmış, vasiyete daha sonra eklediği düpedüz ezici bir tona geçmiştir”“(38).

Troçki'nin anlatımına göre bu altı kişi hakkında Lenin'in görüşleri:
Zinovyev ve Kamenev'e gelince. Lenin, bunların 1917'de teslim oluşlarının “tesadüfi” olmadığını diğer şeylerin yanı sıra söyledi. Başka bir ifadeyle, bu onların kanında vardır. Bu türden insanların bir devrimi yönetemeyecekleri belli bir şeydir. Ama kendilerine geçmişlerinden dolayı sitem edilemez. Buharin Marksist değildir, bir skolastiktir, ama sempatiktir. Pyatakov, iyi bir yöneticidir, ama politikacı olarak işe yaramaz. Belki bu ikili, yani Buharin ve Pyatakov öğrenebilirler. En yetenekli olan, Troçki'dir. Hatası, kendine fazla güvenmesidir. Stalin kabadır, sadık değildir, parti mekanizmasının kendine verdiği iktidarı kötüye kullanma eğilimi vardır. Bölünmeyi engellemek için Stalin görevden alınmalıdır. Vesayetin anlamı işte budur. Son görüşmemizde bana yaptığı öneriye ekleme yaptı ve açıklama getirdi” (39).

Troçki senaryosunu yazmaya devam ediyor:
Lenin, Staln'i ancak Ekim'den sonra yakından tanıdı. Sertliğini ve dörtte üçü kurnazlık olan pratik zekasını taktir ederdi. Lenin aynı zamanda, her adımda Stalin'in ne kadar cahil olduğuyla, siyasi ufkunun ne denli dar olduğuyla ve olağanüstü ahlaki kabalığıyla ve vicdansızlığıyla karşı karşıya kalmıştı. Stalin, parti genel sekreterliğine Lenin'in isteğine rağmen getirilmişti ve Lenin bunu ancak kendisinin partinin başında bulunduğu sürece razı olabilirdi. Birinci beyin kanamasından sonra yorgun argın iş başına döndüğü zaman yönetim sorununu bütün yönleriyle ele aldı. Benimle konuşması bu nedenleydi. Vasiyetin nedeni de buydu. Vasiyetin son satırları dört ocakta yazılmıştır. Sonrasında, iki ay geçtikten sonra durum tamamen aydınlanmıştır. Lenin, Stalin'i sadece genel sekreterlikten ayırmak için değil, onu parti içinde itibardan düşürmek için de hazırlanıyordu. Dış ticaret tekeli konusunu, ulusal sorunu, parti iç yönetimini, işçi ve köylü denetlemesini ve kontrol komisyonu işini ele alan Lenin, parti XII. Kongresinde Stalin'in şahsında bürokratizme, kayırmacı ekonomiye, memur hakimiyetine, keyfiyete ve kabalığa karşı sistemli bir şekilde ezici vuruşa yönelmiştir”(40).

Troçki senaryosunda kendini “eşitler arasında birinci” yapıyor:
Lenin, parti yönetiminde tasarladığı gruplaşmayı gerçekleştirebilecek durumda mıydı? O zaman için şüphesiz ki gerçekleştirirdi. Emsallerine (geçmişte) hiç de az rastlanmamıştı; bunlardan birisi oldukça yenidir ve çok şey ifade eden bir olay. İyileşmekte olan Lenin hala köyde yaşarken ben Moskova'da değildim.(Bu arada) merkez komite kasım 1922'de oy birliğiyle dış ticaret tekeline giderilmesi imkansız zararlar veren bir karar almıştı. Lenin ve ben, başlangıçta bir birimizden habersiz telaşlandık; karşılıklı mektuplar yazarak aramızda anlaştık. Birkaç hafta sonra merkez komite yine oy birliği ile ilk kararını kaldırdı. 21 Aralıkta Lenin, muzafferane biçimde bana şunları yazıyordu: “Yoldaş Troçki, tek kurşun atmadan basit bir manevra ile başarıya ulaştık. Durmamayı, saldırıya devam etmeyi öneriyorum”. Merkez komiteye karşı ortak hareketimiz 1923 başında kesinkes başarılı olurdu. Hatta daha da fazlası elde edilirdi. Eğer XII. Kongre arifesinde Stalinci bürokratizme karşı “Lenin-Troçki Bloku” ruhuyla hareket etseydim, mücadeleye Lenin'in doğrudan katılımı olmaksızın zafer kazanacağımdan hiç şüphe etmiyorum. Bu zaferin ne kadar sürebileceği ayrı bir sorun. Buna cevap vermek için ülkede, işçi sınıfında ve bizzat partide bir dizi nesnel süreçleri dikkate almak gerekir. N. K. Krupskaya 1927 yılında bir defa, Lenin hala yaşıyor olsaydı çoktan bir Stalin hapishanesinde olurdu demişti. Haklı olduğuna inanıyorum. Çünkü burada söz konusu olan Stalin'in bizzat kendisi değil, anlamasalar da onun şahsında dile gelen güçlerdir. 1922/1923 yıllarında ana stratejik noktayı ele geçirmek; bunun için açık bir saldırıya geçmek yeterdi, ulusal-sosyalist memurların hızla oluşan hizbine karşı, mekanizmayı gasp edenlere karşı, Ekim mirasına hırsızlama el atanlara ve Bolşevizmin epigonlarına karşı. Ama bu yolun üzerinde en büyük engel Lenin'in sağlık durumuydu. İlk beyin kanamasında olduğu gibi gene ayağa kalkacağı ve nasıl ki XI. Kongreye katıldıysa XII. Kongreye de öyle katılacağı umuluyordu. Kendisi de böyle olacağından hareket ediyordu. Giderek daha az umutsuz da olsa doktorlar da cesaret veriyorlardı. Mekanizmaya ve bürokrasiye karşı “Lenin-Troçki Bloku” düşüncesini Lenin ve benden başka bilen yoktu. Siyasi büronun diğer üyeleri sadece bir şeyler sezinliyorlardı. Lenin'in ulusal sorun ve vasiyet üzerine mektuplarından kimsenin haberi yoktu. Uğraşım, Lenin'in partideki ve devletteki yerini almak için mücadele olarak algılanabilirdi, daha doğrusu öyle gösterilebilirdi. Bu aklıma geldiği zaman tüylerim ürperiyordu. Bunun saflarımızda cesaret kırılmasına yol açabileceğini ve zafere ulaşsam bile çok acı çekilebileceğini düşünüyordum. Bütün planlarda ve hesaplamalarda belirsizliğin belirleyici bir unsuru vardı; Lenin'in bizzat kendisi ve sağlık durumu. Konuşabilecek miydi, düşüncelerini dile getirebilecek miydi? Bunun için zamanı olacak mıydı? Parti, burada Lenin ve Troçki'nin devrimin geleceği için mücadele ettiklerini ve Troçki'nin hasta Lenin'in yerini almak için mücadele etmediğini anlayacak mıydı? Lenin'in parti içindeki yerinin özelliğinden dolayı kişisel durumu üzerine belirsizlik, bütün partinin durumu üzerine belirsizliğe dönüşüyordu. Geçicilik durumu devam ediyordu. Stalin bu arada tabii ki, genel sekreter olarak bütün bu dönem için mekanizmanın yönlendiricisi oldu; gecikme epigonların yararına oluyordu”(41).

Troçki böyle yazıyor. Yazması gereken zamanda değil, her zaman yaptığı gibi yıllar sonra, 1929'da yazıyor. Tek tanık yok; sadece kendisi ve Lenin biliyor. Şimdi bu senaryo ile gerçekleri karşılaştıralım:

Sene 1922, XI. Parti Kongresi: Lenin, söz konusu mektubundan 8 ay öncesinde Stalin'i MK Genel Sekterei seçilmesi içim öneriyor.

Sene 1923, XII. Kongre. Lenin sağ ve Stalin'in MK Genel Sekreteri olarak görevine devam etmesi XII. Kongre tarafından onanıyor.

Lenin'in mektubunda bazı MK üyelerinin kişisel özelliklerini içeren bölüm, ölümünden sonra MK'ya verilmesini bizzat önerdiği ve Krupskaya'da onun önerisine göre hareket ettiği için henüz bilinmiyor.

Sene 1924'te, XIII. Kongre. Mektubun söz konusu kısmı da Kongre tarafından artık biliniyor. Ama Stalin yeniden MK Genel Sekreteri olarak seçiliyor.

Stalin, Lenin'in bazı MK üyelerinin “kişisel karakteri” üzerine değerlendirmesine kayıtsız kalmıyor ve iki kere görevden alınmasını öneriyor. MK Plenumu'da Stalin'in görevden alınma önerisi oybirliği ile reddediliyor.
Yani Stalin görevde kalsın diyenlerden birisi de Troçki'dir.

Bu durumu Stalin şöyle anlatır:
Şimdi Lenin'in “vasiyeti”ne gelelim. Muhalifler burada, sizin de duyduğunuz gibi, büyük bir yaygara kopardılar ve Parti Merkez Komitesinin Lenin'in “vasiyeti“ni “gizlemiş” olduğunu iddia ettiler. Biliyorsunuz, bu sorunu MK ve MKK Plenumu'nda birkaç kez tartıştık. Hiç kimsenin bir şey gizlemediği, Lenin'in “vasiyeti”nin XIII. Parti Kongresini muhatap aldığı, bu “vasiyet”in kongrede okunduğu ve kongrenin oy birliği ile başka nedenlerin yanı sıra, Lenin'in kendisi de bunun yayınlanmasını istemediği ve yayınlanması talebinde bulunmadığı için, bunun yayınlanmamasına karar verdiği defalarca tanıtlanmıştır. Hepimiz gibi muhalefet de bütün bunları pekala biliyor. Yine de muhalefet, MK'nın “vasiyet”i “gizlediğini” ilan etme cüretini gösteriyor...

Daha sonra partiden atılmış eski bir Amerikan komünisti, Eastman diye biri var. Moskova'da belli bir süre Troçkistlerle düşüp kalkan ve Lenin'in “vasiyeti” hakkında çeşitli söylentiler ve iftiralar toplayan bu zat yurt dışına çıktıktan sonra, içinde partiyi, Merkez Komitesini ve Sovyet rejimini karalamak için elinden geleni yaptığı ve tüm kurgusu Partimiz Merkez Komitesinin Lenin'in “vasiyeti”ni güya “gizlediği” üzerine inşa edilmiş olan, “Lenin'in Ölümünden Sonra” başlıklı bir kitap yayımladı. Bu Eastman belli bir süre Troçki ile temas halinde bulunmuş olduğundan, biz Politbüro üyeleri, Troçki'ye sarılarak ve muhalefete atıfta bulunarak Partimize karşı “vasiyet” konusunda atılan iftira için Troçki'yi sorumlu duruma sokan Eastman'dan kendisini ayırması için Troçki'ye çağrıda bulunduk. Sorun çok açık olduğundan Troçki, kendisini gerçekten Eastman'dan ayırdı ve basına bu doğrultuda bir açıklama yaptı...

O halde Troçki, Zinovyev ve Kamenev şimdi neye dayanarak Partinin ve Merkez Komitesinin Lenin'in “vasiyeti”ni sakladığına dair masal okuyorlar? Masal okumaya “izin” var, ama herşeyin bir sınırı olmalı.

Lenin yoldaşın bu “vasiyet”te, Kongreye, Stalin'in “kabalığı”nı göz önünde bulundurarak, Genel Sekreter olarak Stalin'in yerine başka bir yoldaşı koymayı düşünmesi gerektiğini önerdiği söyleniyor. Bu tamamen doğrudur. Evet yoldaşlar, ben, Partiyi kabaca ve haince harap eden ve bölenlere karşı kabayım. Bunu gizlemedim ve gizlemiyorum. Bölücülere karşı biraz yumuşaklık gerekli olabilir. Ama ben bunu beceremiyorum. XIII. Parti Kongresinden sonraki hemen ilk MK Plenum toplantısında MK Plenumu'na, beni Genel Sekreterlik görevinden almasını rica ettim. Bizzat Parti Kongresi bu sorunu ele aldı. Her delegasyon bu sorunu tartıştı, Kamenev ve Zinovyev de dahil tüm delegasyonlar oy birliği ile Stalin'i görevde kalmakla yükümlendirdiler.

Ne yapabilirdim? Görevimden kaçmak mı? Bu benim yapıma uymaz. Hiçbir zaman hiçbir görevden kaçmadım ve bunu yapmaya hakkım yok, çünkü bu bir firar olur. Daha önce de söylediğim gibi, ben kararlarımda özgür değilim ve Parti beni bir şey ile yükümlendirdiğinde, bana boyun eğmek düşer.

Bir sene sonra yeniden, Plenuma, beni görevimden alması için başvuruda bulundum, ama yine görevimde kalmakla yükümlendirildim.
Daha başka ne yapabilirdim?”(42).

Şimdi bir de Lenin'in XI. Parti Kongresi'nde Stalin'i değerlendirmesine bakalım: Bu konuda şunları söyler:
Bir ulusun herhangi bir temsilcisinin gidebileceği ve kalbini açabileceği bir insana ihtiyacımız var. Böyle bir insan nerede bulunabilir? İnanıyorum ki, Preobraşenski de yoldaş Stalin'den başka bir aday tanımlayamaz...Mükemmel bir şey. Kontrolü doğru yönetmek için başta otoriteye sahip birisinin durması gerekir, aksi taktirde basit entrikalar içinde çakılıp kalırız ve batarız”(43).

Herhalde yeterlidir!

Kaynaklar:

1) L. Trotzki; “Das Übergangsprogramm”, s. 4, Türkçesi; s. 17.
2) K. Marks; Fransa'da Sınıf Savaşı, Türkçe; s. 63.
3) K. Marks; Engels'e mektup (1857), METE; C. 29, s. 229.
4) Engels'in Bernstein'a mektubu (1884), METE; C. 36, s.151/152.
5) Stalin; C. 13, s. 321-322.

6) “Prozessbericht über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der UdSSR vom 23.-30. januar 1937 - “Moskova Yargılamaları, 1937- www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.

7) L. Trotsky; “The Soviet Economy in Danger”, “The Second Five-Year Plan” ve “The Year of Capital Reconstruction” alt başlıkları altında, marxists.org/archive/trotsky/1932/10/sovecon.htm.

8) “Prozessbericht über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der UdSSR vom 23. januar 1937”, www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.

9) “Prozessbericht über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der UdSSR vom 23.-30. januar 1937”, www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.

10) L. Trotzki; “Probleme der Entwicklung der UdSSR", “Programm und Platform der Linken Opposition im Kampf gegen Stalinfraktion içinde, s. 219. Intarlit, Dortmund, 1977.

11) L. Troçki; “Bolşevizm mi, Stalinizm mi?”, s. 10, 13 ve 15, İnternet.
12) Geschichte der KPdSU(B), Kurzer Lehrgang, s. 323 – SBKP(B)- Tarihi.
13) Trotzki, neue Ausgabe 1988, C. 1, s. 804.

14) S. Savran; “Kuruluşunun 65. yıl dönümünde IV. Enternasyonal: Dünden yarına, İşçi Mücadelesi, 2003.

15) L. Trotzki; “Die 4. Internationale und die UdSSR.

16) L. Trotzki; “Arbeiterstaat, Thermidor und Bonapartismus”, “Das Hineinwachsen des bürokratischen Zentrismus in den Bonapartismus ve Schlussfolgerungen bölümlerinden, marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1935/02/arbstaat.htm.

17) L. Trotzki; “Verratene Revolution”, “V. Sowjetthermidor” bölümünden, Türkçesi, s. 128/129, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap05.htm.

18) Lenin; C. 20, s. 334, “Birlik Yaygarasıyla Örtbas Edilen Birliğin Zedelenmesi Üzerine.

19) “Prozessbericht über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der UdSSR vom 23. januar 1937”, www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.

20) “Prozessbericht über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der UdSSR vom 24. januar 1937”, www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.

21) “Prozessbericht über die Strafsache des sowjetfeindlichen trotzkistischen Zentrums verhandelt vor dem Militärkollegium des Obersten Gerichtshofes der UdSSR vom 28. januar 1937”, www.stalinwerke.de/mp1937/mp1937.

22) L. Trotzki; “İhanete Uğrayan Devrim, Bölüm VIII, “Dış Politika ve Ordu”, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap08b.htm#s5.

23) L. Trotzki; “Die IV. Internationale und die UdSSR".
24) L. Trotzki; “Die IV. Internationale und die UdSSR".
25) L. Trotzki; “Die IV. Internationale und die UdSSR”.

26) Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale, (Das Übergangsprogramm)”, s. 24, Türkçesi; s. 41/42.

27) Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale, (Das Übergangsprogramm)”, s. 24, Türkçesi; s. 41.

28) Stalin; C. 10, s. 297.

29) L. Trotzki; “Verratene Revolution, Bölüm XI “Wohin treibt die UdSSR?”, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap11.htm#s2. Türkçesi; s. 387.

30) Stalin; C.14, s. 138, 140.

31) Bkz.: L. Trotzki; “Arbeiterstaat, Thermidor und Bonapartismus”, “Schlußfolgerungen bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1935/02/arbstaat.htm#k01.

32) Söz konusu mektuplar için bkz.: 1)http://ciml.250x.com/archive/cpsu/german/kirow_zk_kpdsu_b_brief_1935.html

33) Bkz.: Michael Sayers und Albert E. Kahn; Die große Verschwörung, Drittes Buch - Die fünfte Kolonne in Rußland, XX. DAS ENDE.
34) Lenin: C. 23, s. 74, “Proleter Devrimin askeri Programı”.
35) Lenin: C. 29, s. 378, “Gruss an die ungarische Arbeiter”.
36) Lenin; C. 29, s. 188, “VIII. Parteitag de KPR (B)”.

37) Leo Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm. Türkçesi, s. 504.
38) Leo Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm. Türkçesi, s. 504-506.

39) Leo Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm. Türkçesi, s. 506.

40) Leo Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39-lenkrank.htm. Türkçesi, s. 506, 507.

41) Leo Trotzki; “Mein Leben”, “Lenins Krankheit” bölümünden, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1929/leben/39. Türkçesi, s. 507, 508.

42) Stalin; C. 10, s. 151-153, “Önceki ve Şimdiki Troçkist Muhalefet”, 1927. Türkçesi; s. 148-150.

43) Lenin; C. 33, s. 301, XI. Kongre, kapanış konuşması.