deneme

23 Ocak 2023 Pazartesi

KEM KÜM ETMEK YOK, ADINI DOĞRU KOY!

 

  KEM KÜM ETMEK YOK, ADINI DOĞRU KOY!

2023 SEÇİMİ FAŞİZME KARŞI MÜCADELEDE TURNUSOL KAĞIDI OLACAK!

Seçimler yaklaştıkça müttefiklik arayışı da hızlandı. Aynı zamanda “kimin eli kimin cebinde” sorusu da kaçınılmaz olarak gündeme geldi. Seçim sath-ı mailine girildikçe bu seçimin uluslararası önemi bir kenara itilirken, sorunun sadece Erdoğan olduğu, Erdoğan’sız bir Türkiye olduğu “sol” kesimde de adı konmadan dillendirilir oldu.

Hesaplar ince ve ilkede kabadayılığa kadar gidiyor. Taktik adına şeytana şapka çıkartacak düşünceler dile getiriliyor. Birbirine benzemezlerin bir arada olması da ayrı bir sorun.
Millet İttifakı’na nasıl yamanılır, hem orada hem burada nasıl olunur, hem oraya hem buraya nasıl evet denilir veya yamanma “yetmez ama evet” kılıfıyla nasıl açıklanabilir ve bu arada halkımızın sorunları ve dertleriyle bütünleşme, mücadele ediyor olma nasıl açıklanabilir ve görselleştirilebilir derslerini almak istiyorsanız bu seçim sürecini iyi takip etmeniz yeterlidir. En ince taktikleri öğrenmek için büyük bir fırsat!..
Örneğin EMEP ve TİP’in yaptığı gibi İmamoğlu’nun Saraçhane çağrısına hemen, gecikmeden katılırsın. Sadece katılmakla kalmayıp diğer “lider”lerle birlikte otobüsün üzerinde, konuşma hakkı verilmese de yerini alırsın.  Sonra “Emek ve Özgürlük İttifakı, Cumhur İttifakı karşısında inisiyatifsiz kalmayacak”, "Seçimlere tek adayla girmek isteriz", "Herkes kendisini özne olarak görmeli" dersin (EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz).

“Sosyalist Güç Birliği” gibi “Millet İttifakı’na destek olmayacak bir biçimde Erdoğan’ın kaybetmesinin yolunu bulacağız”ı kendine dert edinirsin. Ama aynı zamanda Kemal Okuyan gibi (“TKP” Genel Sekreteri) Millet İttifakı’ndan “ortak tavır alınması”nı beklersin. Sonuç alamıyorsan “Biz sessiz sedasız, tıpış tıpış Erdoğan’ın karşısındaki adaya destek vermeyiz”, “milletvekilliği çıkarma üzerine kurulu bir sürecin parçası olmayacağız”, “Kılıçdaroğlu’nun karşı devrimci olduğunu söyleyemeyiz”, “Kimin seçilmeyeceğinin daha önemli olduğu bir seçimle karşı karşıyayız” türünden çıkışlar yaparsın. ‘Böylece Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin’de karar kıldığını açıklarsın.
İlkesizliğin, olduğu gibi görünmemenin örnekleri saymakla bitmez.
 
Diktatör, "Biz gidersek istikrar bozulur", “dış düşmanlar güçlü bir Türkiye istemiyorlar”la, Millet İttifakı da "Erdoğan'ın gitmesi için herkes bizim adayda birleşmek zorunda"yla oy avcılığına çıkmış durumdalar.
Cumhur İttifakı “yeni” Türkiye için, Millet İttifakı da “eski” Türkiye için seçimi kazanmak istiyor. Peki, ortada duranlar ne istiyorlar? Kendi başlarına yapabilecekleri bir şey yok, bir şey yapmaya da zaten niyetleri yok. Sadece “üslubuna” uygun yamanmak istiyorlar. Erdoğan’sız, AKP’siz faşizm istiyorlar. Yani Kılıçdaroğlu’lu faşizm veya CHP’li faşizm istiyorlar.  

Bunlar faşizmden, faşist diktatörlükten kurtuluşun özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle mümkün olacağını anlamak istemiyorlar. Eski Türkiye için mücadele eden, seçim kazanmak isteyen Millet İttifak’nın savunduğu, yeniden inşa etmek istediği “eski” faşist diktatörlük değil mi? Ortada duranlara göre işçi sınıfı ve emekçiler, Erdoğan gitsin diye Millet İttifakı’nı desteklemeliler. Bunların seçim meydanlarında böyle bir politika izleyeceklerinden ve çağrı yapacaklarından şüphemiz olmasın.

Karşı devrimin bu iki cephesinde biri diğerine göre “ehven-i şer” değildir. Her iki cephe de 1970’lerden beri hüküm süren faşist diktatörlüğün siyasal temsilcileridir. Birinin “liberal, demokrat, sosyal demokrat” görünümlü olması meselenin özünde bir şey değiştirmiyor. AKP öncesinde onlar iktidarda değil miydi? O zaman da faşist diktatörlük yok muydu? Ancak, ortada dolaşanların bir kısmı için AKP’yi, Erdoğan’ı seçmemek, faşizmin gelişini engellemek anlamına gelebilir!
Diğer bir ifadeyle: “Esnek” olmaya çağıranlar, bir biçimde Millet İtifakı’na göz kırpanlar; bütün bunlar aslında AKP öncesi düzeni, şimdi de var olan MGK-düzenini, uzun uzadıya faşist diktatörlük diye tanımladığımız düzeni istiyorlar. Bu, başta CHP olmak üzere Millet İttifakı nezdinde AKP faşizmine karşı demokrasi mücadelesi verildiğini sanacak kadar siyasi bir ahmaklık örneğidir.
Aslında bu unsurlar CHP ve Millet İttifakı ehven-i şer de demiyorlar, doğrudan taraf belirliyorlar. Peki o tarafta ne var? AB’nin, ABD’nin çıkarları ve dayatmaları var. AB ve ABD’ye boyun eğmek var. Saymakla bitmez...

Peki, bunlar neyi engellemek istiyorlar? Belki onlara göre faşizm, AKP rejimiyle gelmiştir veya kurumlaşmaktadır. Belki  faşizmin kurumlaşmasını engelleyecekler! Bu küçük burjuva ahmaklığın coğrafyamızda ne kadar yaygın olduğunu anlatmaya gerek var mı?

Kem küm yok. 2023 seçimi iç politikaya sığdırılamayacak, sıkıştırılamayacak, laiklikle, reformla, burjuva demokrasisinin birtakım “nimetleri”yle, parlamenter sisteme geri dönüşle açıklanamayacak bir seçimdir.
Türkiye’nin jeopolitik olarak nerede duracağı devam eden yeni kutuplaşma sürecinin şekillenmesinde belirleyici derecede önemli olacaktır.

Yeniden iki kutupluluğa doğru dörtnala giden dünyada “yeni düzen” jeopolitikasının Doğu Akdeniz’de, Ege Denizi’nde, Balkanlar’da, Karadeniz’de, Kafkasya’da, Orta Asya’da, Ortadoğu’da, Libya’da, Mali’den Somali’ye kadar müslüman Afrika ülkelerinde nasıl şekilleneceğinde Türkiye’nin nerede (ABD/AB/NATO veya Rusya/Çin veya Rusya/Çin  destekli Batı karşıtlığı) duracağı çok önemlidir.

Ülkeyi nasıl gördüğümüzün bir önemi yok. İsteyen sömürge, yarı sömürge, hatta kapitalizmi feodalizme bağlı ülke veya bağımsız, sanayi ülkesi, emperyalist ülke olarak görebilir. Bu seçimde bu tanımlamaların bir anlamı yok. Anlamı olan şu: Türkiye oluşmakta olan yeni dünya düzeninin nasıl oluşacağında, bu düzeni oluşturacak olanlar açısından jeopolitik olarak çok önemli bir stratejik konuma sahip ve bunu kendi çıkarları için kullanıyor, kullanacaktır.

Bu jeopolitik oyunda Türkiye’nin ABD/NATO/AB yanında yer alması yukarıda belirttiğimiz bölgelerde  Amerikan jeopolitik çıkarları için savaşmaya hazır olması, bu politikaya teslim olması demektir. Libya’da, Suriye’de (Rojava), Güney Kafkasya’da, Doğu Akdeniz’de çekilmesi veya Amerikan çıkarlarına teslim olması, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin delinmesine boyun eğmesi, Karadeniz’in bir ABD/NATO gölü olmasına yol açması, Amerikan emperyalizminin Karadeniz/Kafkasya üzerinden Orta Asya’ya girişine göz yumması demektir.

Türkiye’nin Amerikan jeopolitikasına teslim olması, Rusya’yı çevrelemenin Yunanistan/Ege Denizi-Doğu Akdeniz hattıyla değil, eskiden olduğu gibi Karadeniz hattı üzerinden gerçekleştirilmesine göz yumması demektir.

Bunları yapan bir iktidar, silahlanmadan, kendi çıkarına göre şekillendirdiği jeopolitikadan  vazgeçecek demektir, Rusya’dan silah almayacak, bu ülkeyle siyasi, ticari, askeri ilişkilerini ABD’nin müsaade ettiği kadarıyla sınırlandıracak demektir. Diktatör bunları yapacaksa ABD açısından gitmesine de gerek yok. Ancak, ABD ve AB ile gerginliklerin çelişkiye dönüşmüş olduğu bu koşullarda ABD ve AB, diktatörden geri adım değil,  kendi jeopolitik çıkarları için mücadelede ısrarlı olacağını görüyorlar. Bu nedenle de bu seçimi kaybetmesi için burjuva muhalefeti, yani Millet İttifakı’nı doğrudan, saklamadan, nedenlerini açık seçik söyleyerek, yazarak destekliyorlar.

Bu durumda Millet İttifakı’nı dolaylı veya dolaysız desteklemek, onun yanında yer almak,   doğrudan ABD/AB’nin yanında yer almak anlamına gelir. Bu durumda, ne olduğu bilindiği için Millet İttifakı’nın kendisi değil, ama ona yamanmak isteyenler, işçi sınıfı ve emekçileri ‘diktatörü seçme ABD’yi, AB’yi, Amerikan çıkarları için savaşmayı seç’ demiş oluyorlar.   

Diktatörün seçimi kazanması Rusya ve Çin’in işine gelir. Özellikle Rusya, Türkiye’nin Ukrayna’da, Kafkasya’da, Suriye’de (Rojava), Libya'da birçok tavrına tahammül etmek zorunda kalmıştır. Böylesi durumlarda Rusya’nın bilinen tavrı, cezalandırmaktır. Ancak, şimdi  Ukrayna savaşıyla başlayan yeni kutuplaşma, yeni dünya düzeni rekabetinde Rusya’nın Türkiye’ye, sahip olduğu stratejik konumundan dolayı ihtiyacı vardır. Daha doğrusu eli mahkumdur. Bu durumu diktatör tepe tepe kullanmaktadır. Rusya ve Çin için en “iyi” Türkiye kendi yanlarında olan Türkiye’dir. Bu nedenle diktatörün bu seçimi kazanmasından yanadır bu iki emperyalist ülke.

Cumhur İttifakı’nı desteklemek, ona oy vermek, asla bağımsız Türkiye için oy vermek anlamına gelmez. Cumhur İttifakı’nı desteklemek, faşist diktatörlüğün, belki de “yeni demokrasi” adına faşist müesses nizamın yeniden, yeni koşullara göre örgütlenmesini desteklemek demektir.
Cumhur İttifakı’nı desteklemek,  Erdoğan’ın savaş politikasını, modern teknoloji bazlı silahlanmasını, emperyalist yayılmacılığını ve nihayetinde “büyük” savaş hazırlığını desteklemek anlamına gelir.

Türkiye’nin dünya jeopolitikasındaki stratejik konumu, ABD ve Rusya’nın (yakında Çin’in de)  Türkiye’den vazgeçemeyecekleri kadar önemlidir. Bu nedenle bu seçim, bir jeopolitik yön belirleme seçimidir.

Ancak, işçi sınıfı ve emekçiler, karşı devrimin bu iki cephesi arasındaki it dalaşında, iki kirli arasında biraz temiz olanını aramak zorunda değildir. Devrimci örgütlenmesi, öznesi önderliğinde kendi yoluna devam etmelidir. Bu yol, işçi sınıfı ve emekçilerin burjuvaziye ve emperyalizme karşı sınıf politikasını/duruşunu dile getirdiği üçüncü yol olmalıdır. Bu bir manifesto olarak açıklanmalıdır.

Üçüncü yol, üçüncü cephedir. Sorun faşizme karşı mücadele, özgürlük ve demokrasi mücadelesi olduğu için üçüncü cephe bir özneler ittifakıdır, olmak zorundadır. Ancak, Emek ve Özgürlük İttifakı’nda olduğu gibi bu cephede sahibinden önce veya onun hızıyla otobüsün üstüne çıkanların, ‘gelmekte olan faşizmi’ engellemeye çalışanların, Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin derdinde olanların, Millet İttifakı’na bakmaktan şaşı olanların, bu seçim sürecinde daha nelere muktedir olacaklarını göreceğiz.

“Burjuva seçenekler karşısında, kitleleri üçüncü cephede örgütlemek ve burjuvaziye karşı mücadeleye seferber etmek, sosyalistler başta olmak üzere, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın tüm bileşenlerinin seçim sürecinde temel sorumluluğudur. Bu noktada kritik halkayı, kitlelerin ufkunun ve gelecek hayalinin burjuva parlamentonun sınırlarının dışına çıkarılması oluşturmaktadır.” (Atılım, 20 Ocak 2023,”İki burjuva cepheye karşı milyonları üçüncü cephede buluşturmaya!..”).

“Mesele yalnızca seçim ya da seçimle iktidarın bir burjuva bloktan başka bir burjuva bloka geçmesi değildir...Faşizme karşı antifaşist direnişi örgütlemek ve zafere ulaştırmaktır. Türk burjuvazisinin herhangi bir kanadının işçi sınıfı ve ezilen halklara, kadınlara demokrasi, özgürlük ve eşit haklar verme kapasitesi de kudreti de yoktur. Biriken bu sorunlar yalnızca devrimci, demokratik halk iktidarıyla çözülebilir.” (Atılım, 23 Aralık 2022, “Devrimi istemek...”)