deneme

1 Mayıs 1998 Cuma

TÜRKİYE İMALAT SANAYİNDE İŞÇİLERİN ÜCRETLERİ VE KAPİTALİSTLERİN KARLARI (1950-1991)


Bir Deneme


TÜRKİYE İMALAT SANAYİNDE İŞÇİLERİN ÜCRETLERİ 
 
VE KAPİTALİSTLERİN KARLARI (1950-1991)


Bu yazımızda devletin resmi verilerine dayanarak imalat sanayinde işçilerin ücretlerini, kapitalistlerin karlarını, artı değer ve kar oranlarını hesaplayacağız. Dönem olarak 1950-1991 arasını ele alıyoruz. Kaynak olarak "TC Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü"nün "İstatistiki Göstergeler 1923-1992" yayınını (1994) esas aldık.

Veriler, tam sonucu vermeye uygun değil. Ama bu, bunlara dayanarak bazı sonuçların çıkartılmayacağı anlamına da gelmez. İstatistiki verilerde "çıktı" olarak belirtilen değerleri bir yıllık toplam üretim değeri olarak veya toplam meta değeri olarak aldık. Buna m diyoruz. "Girdi" olarak verilen değerleri, değişmeyen sermaye olarak aldık buna s diyoruz. Girdiden kastedilen, hammadde, malzeme, yakıt ve enerjidir. Bütün bunlar s'nin bir bölümünü oluştururlar. S'ye makinaların, binaların (sabit sermaye) eskime payları da girer. Bunların değerleri üretilen metaya parça parça aktarılır. Ama bu son belirttiklerimizi elimizdeki kaynaklarda bulmak imkansız. Bundan dolayı hesaplamalarımızda makinaların, binaların eskime payları yer almamakta. Bu da s'nin hacmini küçültmektedir.

Katma değer, "girdi”nin "çıktı"dan çıkartılması sonucu elde edilir; m-s. Katma değerin bileşimi artı değer ve ücretlerden oluşur.

Verilerde ücretler bölümü var. Orada, "ücretle çalışanlara yapılan yıllık ödeme" deniyor ve böylece işçi-memur ayrımı yapılmıyor. Yani işçilere ödenen gerçek ücretleri bu verilerde bulma olanağımız yok. Dolayısıyla, "ücretle çalışanlara yapılan yıllık ödeme" başlığı altındaki verileri, işçilere ödenen ücretler olarak değerlendirmek zorundayız. Bu da sömürü oranının düşük çıkmasına neden olmaktadır.

Artı değer, kalma değerden ücretle çalışanlara yapılan yıllık ödemenin çıkartılması sonucu elde edilir.

Okurun, hesaplama anlayışımızı takip edebilmesi için kullandığımız verileri ve formülleri buraya aktarıyoruz.
1) is= işyeri sayısı
2) y=ücretle çalışanların yıllık ortalama sayısı-işçi sayısı
3) d= ücretle çalışanlara yapılan yıllık ödeme
4) s= girdi-değişmeyen sermaye
5) m= çıktı
6) x= katma değer
7) a= artı değer
8) oü= bir işçinin yıllık ortalama ücreti
9) gü= bir işçinin günlük ortalama ücreti
10) yk= bir işletmenin yıllık karı
11) k= bir kapitalistin bir işçi vasıtasıyla kazandığı yıllık kar
12) ya= bir kapitalistin bir işçi vasıtasıyla kazandığı yıllık artı değer
13) Z= yıllık ortalama ücret ile yıllık artı değer toplam
14) T= ya'nın Z içindeki oransal payı
15) P= oü’nün Z içindeki oransal payı
16) Z' = T'nin zamansal ifadesi
17) P'= P’nin zamansal ifadesi
18) a'= artı değer oranı
19) k'= kar oranı
20) gk= bir işletmenin günlük karı

Bu veriler bazında:
1) artı değer: a=x-d
2) bir işçinin yıllık ortalama ücreti: oü=d/y
3) bir işçinin günlük ortalama ücreti: gü=oü/365
4) bir işletmenin yıllık karı: yk=a/is
5) bir kapitalistin bir işçi vasıtasıyla kazandığı yıllık kar: k=yk/y
6) bir kapitalistin bir işçi vasıtasıyla kazandığı yıllık artı değer: a=a/y
7) yıllık ortalama ücret ile yıllık artı değer toplamı: Z=oü+ya
8) Z=100 bazında ya ne olur. T=ya'nın Z içindeki oransal payı: T=yaxl00/Z
9) P=oü'nün Z içindeki oransal payı: P=T-100
10) zaman (saat) açısından bir iş günü—S saat olursa ve bunu 100 olarak alırsak, yani 8 saat=100 dersek Z' ne olur: Z'=T'nin zamansal ifadesi Z'=Tx8/100
11) P'=P'nin zamansal ifadesi: P’=Z’-8
12) artı değer oranı (a’): a’=a/dxl00
13) kar oranı (K’): K'=a/b+d
14) bir işletmenin günlük karı: gk=yk/365
Ele alınan dönem oldukça uzun olduğundan dolayı, verileri sadece bazı yıllar bazında değerlendireceğiz ve bütün yıllar için sonuçları vermekle yetineceğiz.
İşçilerin ortalama ücreti açısından durum:
Bir işçinin ortalama ücretini bulabilmek için ücretlerin toplamını işçi sayısına bölüyoruz.

İmalat sanayi toplamı açısından
(Tablo A’daki veriler)

1950'de ücretle çalışanların sayısı 162859, yapılan yıllık ödeme ise 235.7 milyon TL. Bu durumda bir işçinin yılık ortalama ücreti 1447.3 TL. Günlük (365 gün üzerinden) ortalama ücreti ise 4 TL.

1970'de ücretle çalışanların sayısı 506054, yapılan yıllık ödeme 7388.9 milyon TL. Bu durumda bir işçinin yıllık ortalama ücreti 14601.9 TL. Günlük ortalama ücreti ise 40 TL.

1990'da ücretle çalışanların sayısı 1023669, yapılan yıllık ödeme 16741117 milyon TL. Bu durumda bir işçinin yıllık ortalama ücreti 16354033,5 TL, günlük ortalama ücreti ise 44805.6 TL.

İmalat sanayi devlet sektörü açısından
(Tablo B'deki veriler)

Hesaplama yöntemi aynı olduğundan dolayı sonuçları veriyoruz.

Devlet sektöründe bir işçinin 1950'deki yıllık ortalama ücreti 1840, günlük ortalama ücreti ise 5 TL idi. Bu veriler 1970’de 17046.7 ve 46.7 TL olarak, 1990'da da 21028383.4 ve 57612 TL olarak gerçekleşmiştir.

İmalat sanayi özel sektör açısından
(Tablo C'deki veriler)

Bir işçinin 1950'de yıllık ortalama ücreti 1102.2, günlük ortalama ücreti ise 3 TL olarak, 1970’de 13269.2 ve 36.4 TL ve 1990'da da 14845581.6 ve 40672.6 TL olarak gerçekleşmişti.

Bu durumda bir işçinin aylık (30 tam gün üzerinden) ücreti şöyledir.

İmalat sanayi toplamı açısından: 1950'de 120 TL, 1970'de 1200 TL ve 1990'da da 1344168 TL.

Devlet sektörü açısından: 1950'de 150TL, 1970'de 1401 TL, 1990'da da 1728360 TL.

Özel sektör açısından: 1950'de 90 TL, 1970'de 1410 TL ve 1990'da da 1220178 TL idi.

(Biz burada yılın her gününü, dolayısıyla her ayın da her gününü iş günü olarak ele aldık. Bunu hesaplamada kolaylık olsun diye yaptık.)

Bu aylık ücretle bir işçinin sadece kendini değil, ailesini geçindirmek zorunda olduğu düşünülürse, bu miktarın bu ücretin ne denli az olduğu daha açık gözükür.

Kapitalistlerin karı açısından durum:

İmalat sanayi toplam bazında (Tablo A’daki veriler)

İşletme sayısı bazında kapitalistlerin yıllık karı 1950'de 188693.7 TL, günlük karı 517 TL, 1970'de 4388651.5 TL (günlük 1202 TL) ve 1990'da 6794525047 TL ve günlük karı da 18615137.1 TL.

Devlet sektöründe kapitalistlerin (devlet işletmelerinin) yıllık karı 1950'de 2796116.5 TL (günlük kar 7660,6 TL), 1970'de 48539370.1 TL (günlük kar 132984.6 TL) olarak ve özel sektörde de kapitalistlerin yıllık karı 1950'de 81908.6 TL (günlük kar 224.4 TL), 1970'de (günlük kar 5294.8 TL) ve 1990'da da 4878243482 TL (günlük kar 13365050.6 TL) olarak gerçekleşmişti.

Bu durumda;
İmalat sanayi toplamı bazında 1950'de bir işçi yıllık ortalama ücret olarak 1447.3 TL alırken, kapitaliste 3033,3 TL tutarında artı değer kazandırıyor. 1970'de bir işçinin yıllık ortalama ücreti 14601 TL tutuyor, ama kapitaliste kazandırdığı artı değer tutarı 41800,5 TL. Bu miktarlar 1990'da 16354033,5 TL ve 58880587 TL alıyor.

Devlete sektöründe, 1950'de yıllık ortalama ücret olarak 1840 TL alırken işçi kapitaliste (devlete) 3787,8 TL tutarında artı değer kazandırıyor. 1970'de bir işçinin yıllık ortalama ücreti 17046,7 TL, kapitaliste kazandırdığı artı değer ise 66483,4 TL. Aynı veriler 1990'da sırasıyla 21028383.4 TL ve 76070087.1 TL olarak gerçekleşiyor.

Özel sektörde; yıllık ortalama ücret olarak bir işçi 1950'de 1102,2 TL kazanıyor, ama kapitaliste 2372,6 TL tutarında artı değer üretiyor. 1970'de bir işçinin yıllık ortalama ücreti 13269,2 TL, ürettiği artı değer ise 27696.2 TL. Aynı veriler 1990'da ise sırayla 14845581,6 TL ve TL olarak gerçekleşiyorlar.

Şimdi bu verilerin karşılaştırmasını yapalım:

İmalat sanayi toplamı açısından (Tablo A’daki veriler)

Bir işçinin yıllık ortalama   ücreti
Bir işçinin ürettiği yıllık artı değer
1950
1447,3
3033,3
1970
14601,0
41800,5
1990
16354033,5
58880587,0
Devlet Sektörü (Tablo B'deki veriler)

Bir işçinin yıllık ortalama   ücreti
Bir işçinin ürettiği yıllık artı değer
1950
1840.0
3787.8
1970
17046.7
66483,7
1990
21028383,4
76070087,1
İmalat sanayi özel sektör açısından(Tablo C'deki veriler)

Bir işçinin yıllık ortalama   ücreti
Bir işçinin ürettiği yıllık artı değer
1950
102.2
2372,6
1970
13269,2
27696,2
1990
14845581,6
53333046,6

Yıllara göre bu kadar ortalama ücret, yine yıllra göre kapitaliste, bu kadar artı değer kazandırıyor.
Bunun anlamı nedir?

Bunun anlamı şudur: İşçiler, 8 saat üzerinden çalışma sürelerinin büyük bir kısmını kapitaliste artı değer üretmek için harcamışlardır. Şöyle:
İşçilerin kendileri (zorunu iş zamanı) ve kapitalistler için (artı iş zamanı) çalıştıkları zaman 8 saat üzerinden hesaplanmıştır.




Zorunlu çalışma süresi:
Elde edilen ücret için çalışma süresi
Artı çalışma süresi:
Artı değerin üretildiği, kapitalist için çalışılan zaman


Oran olarak
Zaman (saat) olarak
Oran olarak
Zaman (saat) olarak
İmalat sanayi toplamı bazında
1950
%32.3
2,6
%67,7
5,4
1970
%25,9
2,1
%74,1
5,9
1990
%21,7
1,7
%78,3
6,3
Devlet sektörü bazında
1950
%32,7
2,6
%67,3
5,4
1970
%20,4
1,6
%79,6
6.4
1990
%27,8
2,2
%72,2
5,8
Özel sektör bazında
1950
%31,7
2,5
%68,3
5.5
1970
%32,4
2,6
%67.6
5,4
1990
%23,7
1,9
%76,3
6,1


İmalat sanayi toplamını esas alırsak; 1950'de bir işçi ortalama olarak kendisi için (aldığı ücret için) 8 saat üzerinde günde 2,6 saat çalışırken kapitalist için (artı değer ürettiği zaman süresi) 5,4 saat çalışmış oluyor. Bu işçi 1970'de kendisi için 2.1 saat, kapitalist için 5,9 saat; 1990'da ise kendisi için 1.7 saat, kapitalist için de 6.3 saat çalışmış oluyor.

Burada yaptığımız hesap artı değer oranı hesabıdır, yani değişken sermayenin (işçi ücretlerinin) artı değerde olan oransal ilişkisi. Diğer bir ifadeyle yapılan hesap, bir işçinin günde kaç saat kendisi için ve kaç saat kapitalist için çalıştığını ortaya çıkartma hesabıdır.

Artı değer oranı, işçilerin sömürü derecesini ele verir. Sömürü derecesini artırmanın metotlarını burada ele almayacağız. (Bunun iki metodu vardır. Birincisinde kapitalist çalışma süresini uzatır. Örneğin 8 saatten 10 saate çıkartır ve böylelikle kendisi için çalışılan zaman süresini uzatmış olur. Bu durumda elde edilen artı değere mutlak artı değer denir. İkinci durumda çalışma süresi değişmez, ama modern teknoloji kullanımıyla örneğin tüketim malları üreten sektörlerde işin verimliliği artar ve işçilerin kendileri için çalıştıkları süre azalır. Aradaki fark, kapitalist için çalışılan süreye eklenmiş olur. Zorunlu çalışma süresinin kısalması ve buna bağlı olarak da artı çalışma süresinin artması sonucunda doğan artı değere görece artı değer denir). Kapitalist bu yolu ve metodu deneyerek artı çalışma süresinin toplam çalışma süresindeki payını artırmaya çalışır. Onun mantığı şudur: bir işçi günde benim için ne kadar çok çalışırsa elde edeceğim artı değer de o kadar çok olur. O halde amaç, artı değerin üretildiği zamanı artırmaktır. artı değerin üretildiği zaman ne kadar artarsa, işçinin kendisi için (zorunlu çalışma süresi) o kadar azalır ve dolayısıyla da sömürülme derecesi o derece artar.

1950-1991 döneminde imalat sanayi toplamı bazında işçiler ortalama olarak çalışma süresinin % 71.5’ini kapitalistlere, geriye kalan % 28,5'ini de kendilerine çalıştılar. Yani bu dönem içinde ortalama olarak 5.7 saat kapitalistler için ve 2,3 saat de kendileri için çalışmış oldular.

1950-1991 döneminde imalat sanayi devlet sektörü toplamı bazında işçiler, ortalama olarak, çalışma süresinin % 72,9'nu kapitalistlere (yani devlete) ve geriye kalan % 27,1'ni de kendileri için çalıştılar. Demek oluyor ki işçiler, bu dönem içinde ortalama olarak günde kapitalist devlet için 5,8 saat çalışırken, kendileri için ise 2,2 saat çalışmış oldular.

Özel sektörde ise durum şöyleydi: Verilen dönem ortalamasında işçiler, çalışma süresinin % 70,6'sını kapitaliste, geriye kalan %29,4'ünü de kendileri için çalıştılar. Böylelikle ortalama olarak günde 5,6 saat kapitaliste çalışırken 2,4 saat de kendileri için çalışmış oldular.

Ayrıca bu veriler, devlet sektöründe sömürü derecesinin özel sektöre nazaran önemsiz de olsa yüksek olduğunu göstermekteler.

İşçilerin bu denli sömürülmeleri, yani çalışma süresinin çok uzun kısmını kapitalistler için, çok az bir kısmını da kendileri için çalışmış olmaları ancak iki tip ülkede söz konusu olabilir.

-En gelişmiş teknolojiye sahip olan ülkelerde (emperyalist ülkeler) kapitalist, işçiye sus payı verebilecek durumdadır. Yani ücretler biraz yüksektir.

-Türkiye gibi faşist diktatörlüğün hakim olduğu, baskının devletin yasadışılığının yoğun olduğu, genel olarak sınıf mücadelesinin geri, işçi sınıfının nispeten örgütsüz olduğu, teknolojinin şu veya bu derece gelişmiş -üretime sokulmuş- olduğu ülkelerde burjuvazi, işçi sınıfını, onun işgücünü talan edercesine sömürme olanağına sahiptir. Türkiye bunun bir örneğidir. Bu olgu Türk kapitalizminin belirleyici dinamiklerinden birisidir.

İş Günü

İş gününün sınırı: Herhangi bir metanın değeri gibi işgücünün değeri de onun üretimi için gerekli çalışma zamanıyla belirlenir. İşgücünün üretimi yani işçinin çalışabilmesi için gerekli tüketim maddelerinin üretimi için ortalama olarak gerekli çalışma zamanı, diyelim ki 4 saat ise, işçi günde 4 saat çalışır. O böylelikle çalışabilir, üretebilir gücünü (işgücünü) üretmiş olur. Bu 4 saat işçinin zorunlu çalışma süresidir. Yani iş gününün zorunlu kısmıdır. Böylelikle belli bir büyüklük (nicelik) elde ediyoruz. Ama bu nicelikle bir iş gününün büyüklüğünü (niceliğini) elde etmiş olmuyoruz. 4 saat ile verili olmuş olan, iş gününün sadece bir kısmıdır. Bir iş gününün bu 4 saatin dışında kalan kısmı, diyelim ki, 3, 4 veya 5 saat olsun. Bu durumda farklı nicelikte (büyüklükte) olan üç ayrı iş günü elde ederiz: 4+3=7 saatlik iş günü; 4+4=8 saatlik iş günü ve 4+5=9 saatlik iş günü zorunlu çalışma süresi verili olduğuna göre (4 saat), bu 4 saatin ötesindeki çalışma zamanı artı çalışmanın niceliğini (büyüklüğünü) ele verir. Bu birinci durumda 3, ikinci durumda 4 ve üçüncü durumda da 5 saatlik bir zamandır.

Demek oluyor ki "iş günü değişmeyen değil, bilakis değişen bir büyüklüktür. Onun bir kısmı, kuşkusuz, işçinin kendi işgücünün yeniden üretimi için gerekli çalışma zamanıyla belirlenir. Ama onun toplam miktarı artı çalışma zamanına bağlı olarak değişir. Öyleyse, iş günü belirlenebilir, ama aslında o, belirsizdir." (K. Marks, Kapital C. 1, s. 246, Alm)

İşgünü sabit değil de akıcı bir büyüklük (nicelik) olmasına rağmen o. ancak belli sınırlar arasında değişebilir. Zorunlu çalışma süresi=4 saat, artı çalışma süresi= 0 saat dersek, bu durumda iş gününün büyüklüğü 4+0=4 saat olur. Bu süre, iş gününün asgari sınırıdır. Bu zaman zarfında işçi, kendini üretmek, yeniden çalışabilir hale gelmek için çalışır. Kapitalist üretim biçimi koşullarında bu büyüklükte bir iş günü düşünülemez, imkansızdır. Söz konusu bu 4 saat, işçinin zorunlu çalışma zamanıdır. Ve kapitalizmde iş günü bu asgari sınırına hiçbir koşul altında inemez. İş gününün bir de azami sınırı vardır. Ama bu sınır da belli bir büyüklüğün ötesine geçemez. İş gününün azami sınırı iki türlü belirlenir; "Birincisi, işgücünün fiziksel sınırıyla. 24 saatlik doğal bir gün boyunca bir insan yaşam gücünün sadece belli bir miktarını harcayabilir. Aynı şekilde bir beygir, gün be gün ancak 8 saat çalışabilir. Günün bir kısmını da bu gücün dinlenmesi, uyuması; diğer kısmında, beslenme, yıkanma ve giyinme gibi diğer fiziki gereksinimlerin karşılanması gerekir. İkincisi, "bu salt fiziki sınırlamalardan başka iş gününün uzatılması moral sınırlamalar ile karşılaşır, işçinin, zihni ve sosyal gereksinimlerini karşılaması için zamana ihtiyacı vardır. Toplumsal ilerlemenin genel durumu bu gereksinimlerin büyüklüğü ve sayısını belirler. Öyleyse, iş gününün uzunluğundaki değişmeler, fiziki ve sosyal sınırlar içinde dalgalanmalar gösterir." (K. Marks, agk, s. 246)

Bu sınırlar, oldukça elastikidir. Bundan dolayıdır ki tarihte 18, 16, 14, 12, 10 ve 8 saatlik uzunlukta olan iş günleriyle karşılaşırız.

"Kapitalist, işgücünü, günlük değeri üzerinden satın almıştır. Bir iş günü boyunca kullanım değeri ona aittir. Öyleyse o, işçiyi kendi adına bir gün boyunca çalıştırma hakkını elde etmiştir. Ama bir iş günü nedir? Her halükarda doğal bir günden daha azdır. Ama ne kadar az? Kapitalistin, bu azami sınır, iş gününün zorunlu sınırı üzerine kendine özgü görüşü vardır. Kapitalist olarak o, sadece kişileşmiş sermayedir. Onun ruhu, sermayenin ruhudur. Ama sermayenin sadece bir yaşam dürtüsü vardır; değer ve artı değer yaratmak, değişmeyen kısmıyla üretim araçlarını mümkün olduğu kadar büyük miktarda artı iş kütlesini emebilecek hale getirmek eğilimi, sermaye, ölü emektir ve ancak vampir gibi canlı işi emerek yaşayabilir ve ne kadar çok iş emerse, o kadar çok yaşar. İşçinin çalıştığı süre, kapitalistin ondan (işçiden, çn.) satın aldığı işgücünü harcadığı süredir. Şayet işçi bu mevcut süreyi kendisi için harcarsa, bu durumda o, kapitalisti soymuş olur." (K. Marks, agk, s. 247)

Türkiye koşullarında bunun nasıl olduğunu yukarıda gösterdik. İmalat sanayi toplamı bazında 1950'de bir işçi bir iş günü için ortalama 4 TL alıyor. Bu onun, ama aynı zamanda, yine günlük ve ortalama olarak 8,3 TL değerinde artı değer üretiyor. Yani her gün ortalama olarak 2.6 saat kendisi için, 5.4 saat de kapitalist için çalışıyordu. 1991'de ise 6 saat kapitalist için, 2 saat de kendisi için çalışıyordu ve 1950-91 ortalaması olarak bir işçi günde 2.3 saat kendisi için (zorunlu çalışma süresi) ve 5,7 saat de (artı çalışma süresi) kapitalist için çalışıyordu. Bu dönem içinde sermaye artı değer yaratmak için her gün işçinin 5.7 saatlik çalışmasını -işgücünü- emiyordu.

Kolaylık olsun diye Türkiye ile ilişkin verilerde çalışma süresini 8 saat olarak belirledik. Çalışma süresinin 18,16.14 saatten 10,8 saate düşürülmesi kapitalistin iyi niyetinin bir ifadesi değildir. Çalışma süresinin günde 8 saatle sınırlı olması, işçi sınıfının burjuvaziye karşı sürdürdüğü çetin mücadelelerin bir sonucudur. İşgücünü satmak ve satın almak bir pazar ilişkisidir. Burada meta mübadelesi yasası geçerlidir. İşgücü metasını satın alan kapitalist, onun kullanımından azami yararı sağlamaya çalışır. Yani işgücünü ne kadar ucuza satın alır ve ne kadar uzun süre kendi çıkarı için çalıştırırsa onun kullanım değerinden o derece yararlanmış olur. Bu, imalat sanayi toplam bazında 1950-91 ortalaması için 5,7 saatti. Bu Z çalışma zamanının, yani işçilerin artı değer ürettikleri artı çalışma zamanının kısaltılması ancak ve ancak işçi sınıfının mücadelesi sonucunda elde edilebilir.

Bunun içindir ki iş gününün mutlak asgari ve azami sınırları içinde görece değişimini, belirleyen en önemli faktör sınıf mücadelesidir.

"...çok esnek sınırları almasından başka, bizzat meta mübadelesi doğasının kendisi de, ne iş günü için, ne de artı çalışma için sınır tanıyor. Kapitalist alıcı kişiliği içinde iş gününü mümkün olduğu kadar uzatmaya ve elinden gelse bir iş gününden iki iş günü çıkartmak için çabalama hakkını kendinde görmekte. Diğer taraftan, satılmış olan metanın doğası, onu satın alanın tüketme isteğine bir sınır konulmasını gerektirmekte ve işçi, iş gününün belirli normal bir süreye indirilmesini isterken, satıcı olmaktan gelen hakkını kullanmaktadır. Demek oluyor ki burada bir karşıtlık var. Her ikisi de değişim yasasının damgasını taşıyan iki hak arasında bir çatışma var. Eşit haklar arasında son sözü zor (kuvvet, çn.) söyler ve bunun içindir ki, kapitalist üretimin tarihinde bir iş günün belirlenmesi, bir iş gününün sınırları için mücadele olarak kendini gösterir: Toplam kapitalist, yani kapitalistlerin sınıfı ve toplam işçi, yani işçi sınıfı arasındaki bir mücadele." (K. Marks, agk, s. 249, Alm)

İşgücü Fiyatında ve artı değerde Büyüklük Değişmeleri

Çıkış noktamız:
"İşgücünün değeri, ortalama işçinin yaşamı için gerekli, alışılagelmiş tüketim maddelerinin değeriyle belirlenir. Bu gerekli tüketim maddelerinin kütlesi, belli bir toplumun belli bir döneminde verili olduğu için, değişmeyen bir büyüklük olarak kabul edilebilir. Değişen, bu kütlenin değeridir. Başka iki faktör, işgücünün değerinin belirlenmesinde etkendir. Bir taraftan, işgücünün, üretim tarzına bağlı olarak değişen gelişim masrafları diğer taraftan da doğal farklılığı: erkek-kadın, olgunlaşmış-olgunlaşmamış işgücü. Bu farklı işgüçlerinin kullanılması -üretim biçimine bağlı olarak- işçi ailesinin yaşama maliyetinde ve yetişkin erkeğin işgücünün değerinde büyük bir farklılık yaratır. Ama bu her iki faktör aşağıdaki incelemenin dışında bırakılacaktır.
1 - Metaların değerleri üzerinde satıldıklarını; 2 - İşgücünün fiyatının zaman zaman değerinin üzerine yükseldiğini, ama hiçbir zaman bunun altına düşmediğini varsayıyoruz.
Bu varsayımlara dayanılarak, artı değer ile işgücü fiyatının görece büyüklüklerinin üç durum tarafından belirlendiği görülür: 1. iş gününün uzunluğu veya işin genişlemesine büyüklüğü, 2. işin normal yoğunluğu, yoğunluk yönünden büyüklüğü, belli bir sürede belli bir miktarda iş harcanması, 3. nihayet işin üretkenliği, üretim koşullarındaki gelişme derecesine bağlı olarak aynı miktarda işin belli bir sürede daha çok ya da daha az ürün sağlaması. Bu üç faktörden birinin değişmeyen, ikisinin değişen, ya da ikisinin değişmeyen birinin değişen ve en sonu, her üçünün de aynı zamanda değişen olmalarına göre çok farklı düzenlemelerin olabileceği açıktır. Bu faktörlerin aynı anda değişmeleri halinde, her birindeki değişikliğin miktar ve yönü farklı olabileceğine göre, bu düzenlemelerin sayısı da artacaktır. Aşağıda sadece temel (belli başlı, çn.) düzenlemeler ele alınacaktır." (K. Marks, agk, s. 542-543, Alm)

Birinci düzenleme (kombinasyon)

İş günü uzunluğu ve işin yoğunluğu değişmiyor, ama işin üretkenliği değişiyor:
Bu koşul altında işgücünün değeri ve artı değer üç yasa tarafından belirlenir.
"Birincisi: belli uzunlukta bir iş günü, işin üretkenliği ve onunla birlikte ürünün kütlesi ve üretilen her metanın fiyatı ne denli değişirse değişsin, sürekli aynı miktarda değer yaratır." (K. Marks, agk, s. 543)

Örneklersek: diyelim ki bir iş günü 12 saat. Bu süre içinde yaratılan ürün değeri de 100 TL olsun. Üretilen metaların kütlesi, işin üretkenliğiyle değişse bile, varılacak yegane sonuç şudur: 100 TL'lik değer, ya daha az ya da daha çok sayıda metaya (ürüne) dağılmış olur. Diyelim ki 12 saatte üretilen ürün 100 kalem sayısı (ürün kütlesi) işin üretkenliğinden dolayı 200'e çıksın. Bu durumda 100 TL. 200 kaleme paylaştırılmış olur veya kalem miktarı 50'ye düşsün. Bu durumda da 100 TL, bu sefer 50 kaleme paylaştırılır.

"İkincisi: artı değer ile işgücünün değeri karşıt yönlerde değişirler. İşin verimliliğindeki değişme; ondaki artma veya azalma işgücünün değerine karşıt yönde, artı değere de aynı yönde etkide bulunur." (Agk)

Örneklersek: 12 saatlik bir iş gününün ürün değeri 100 TL olsun (değişmeyen büyüklük). Bu değişmeyen büyüklük artı değer ve işgücünün değerinin toplamına eşittir. Değişmeyen bu büyüklüğün (100 TL) iki kısmından birisi (örneğin artı değer) değişmezse doğal olarak diğer kısmında (işgücü değeri) değişmeyecektir. Örneğin, işgücünün değerinin 30 TL'den 40’TL'ye çıkması için artı değerin 70 TL'den 60 TL'ye düşmesi gerekir. 30+70=100 ve 40+60=100 veya bunun tersi işgücünün değeri=20 TL, artı değer 80, 20+80=100 TL.

Görüyoruz ki, diğer büyüklüğü belli (değişmez) olduğu için onun parçaları olan artı değer ve işgücü değeri ne aynı anda azalırlar, ne de çoğalırlar. Biri artarken diğeri azalır.

"Ayrıca işin üretkenliğinde bir yükselme olmaksızın, işgücünün değeri düşmez, yani artı değer artmaz." (Agy) Yukarıdaki örneğe göre devam edelim: İşgücü değerinin 30 TL'den 20 TL'ye düşebilmesi için işin üretkenliği öyle artmakla, önceleri 6 saatte üretilen tüketim kütlesi, şimdi 4 saatte üretilebilsin. Tersi durumda, işgücü değerinin 30 TL'den 40 TL'ye çıkabilmesi için işin üretkenliği öyle düşmeli ki, önceleri 6 saatte üretilen tüketim maddeleri kütlesi şimdi 8 saatte üretilsin.

Sonuç: "işin üretkenliğindeki artış, işgücü değerinde bir düşmeye ve dolayısıyla artı değerde bir artmaya neden olurken, bu üretkenlikteki bir azalma, işgücünün değerinde bir yükselmeye ve artı değerde bir düşmeye neden olur." (K. Marks, agk, s. 544)

Somutlaştırırsak; emperyalist ülkelerde, işin üretkenliği yüksek olduğu için işgücünün değeri düşer. Diyelim ki bu ülkelerde bir işçi 3 saat kendisi için (işgücünün değeri) 5 saat de kapitalist için (artı değer) çalışsın. Türkiye gibi ülkelerde ise, işin üretkenliği, emperyalist ülkelerdeki (modern teknoloji) gibi yüksek olmadığından işgücünün değeri yüksektir. Yani böylesi ülkelerde bir işçi 4 saat kendisi için (işgücünün değeri) ve 4 saat de kapitalist için (artı değer) çalışır. Teoriye göre böyle olması gerekiyor. Ama Türkiye gerçeği teoriye hiç uymuyor! Tablolardaki verileri göz önüne getirelim, 1980-91 döneminde imalat sanayi toplam bazında bir işçi ortalama olarak günde 5,7 saat kapitaliste (artı değer) ve ancak 2,3 saat de kendine (işgücünün değeri) çalışıyordu. Demek oluyor ki Türkiye'de, bir işçinin, işgücünün değerini almasının önünde engeller var. Bilinçsizlik, mücadele, örgütlenme yokluğu/eksikliği, faşist yasalar, bir bütün olarak faşist diktatörlüğün baskısı, sonuç itibariyle kapitalistin, işçinin işgücü değerinin bir kısmını da cebine indirmesine neden oluyor. Bu, sadece sömürü değil, işgücünün talanıdır. Bir taraftan korkunç boyutlarda zenginlik, diğer taraftan korkunç boyutlarda sefalet ve yoksulluk!

Demek ki baskı, faşist diktatörlük ve belirtilen başka nedenler -Türkiye somutunda- başka ülkelerde de tabi pratiğin bu teoriden sapmasına neden oluyorlar.

"Üçüncüsü: artı değerdeki artma veya azalma sürekli, işgücünün değerine tekabül eden azalma ya da artmanın bir sonucudur, asla nedeni değildir" (K. Marks, agy)

Varsayım: iş günü, değişmeyen bir büyüklüğü (diyelim ki 12 saat) temsil ediyor, artı değerin büyüklüğündeki her bir değişme (artma veya azalma) işgücünün değerindeki değişmeye (artma veya azalma) tekabül ediyor. İşgücünün değeri ise, ancak ve ancak işin üretkenliğindeki değişmeyle söz konusu olabiliyor. Bu durumda, artı değerin büyüklüğündeki her değişme, işgücü değerindeki ters yönde olan değişmeye tekabül eder. Görece büyüklüklerinde bir değişme olmaksızın artı değerde ve işgücü değerinde mutlak bir değişme mümkün değildir. Buradan sonuç: "işgücünün mutlak değer büyüklüğünde bir değişim olmaksızın, bunların (işgücü değeri ve artı değer) görece değer büyüklüklerinde bir değişme olamaz" (K. Marks, agk, s. 545)

Bu üçüncü yasaya göre, artı değerin büyüklüğündeki değişme, işin üretkenliğindeki bir değişmenin işgücünün değerinde yarattığı bir harekete bağlıdır. Bu değişmenin sınırı ise işgücünün yeni değer sınırıyla belirlenir. işgücü değerinin "düşüş derecesi... bir yandan sermayenin baskısı, diğer taraftan işçilerin direnci ile terazinin kefelerine konulan görece ağırlığa bağlıdır." (agy) Yani işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki mücadele, işgücü değerinin düşüş derecesini belirleyen olgudur. İşçi sınıfı ne denli örgütsüzse, öndersizse, bilinçsizse, en ufak kıpırdanış, korkunç baskı ve yasaklarla cevaplandırılıyorsa sermaye o denli güçlü/üslün demektir ve bu durumda işgücü değerinin düşüş derecesi oldukça yüksektir. Türkiye gerçeği, yaptığımız hesaplar bunu yansıtmaktadır.

"İşgücünün değeri belli miktardaki gerekli tüketim maddelerinin değeriyle belirlenir. İşin üretkenliğiyle değişen, bu tüketim maddelerinin değeridir; onların kütlesi değildir.” (agy)

İşin üretkenliğinin artışı koşullarında tüketim maddeleri kütlesi, kapitalistler ve işçiler için, işgücü fiyatında ve artı değerde herhangi bir değişme olmaksızın, aynı zamanda ve aynı oranda artabilir. Diyelim ki işgücünün değeri 50 TL ve zorunlu çalışma zamanı 6 saat olsun. Bu durumda artı değer de 50 TL ve artı çalışma zamanı da 6 saattir. Diyelim ki işin üretkenliği iki katına çıkmış olsun. İş gününün eşit bölünmüşlüğü (yani 6 saat zorunlu çalışma ve 6 saat de artı çalışma zamanı olarak) koşulunda artı değerin ve işgücü fiyatının büyüklüğünde herhangi bir değişme olmaz. Bu durumda, bunların her biri eskisinin iki katı olan kullanım değerlerini temsil eder. Bu kullanım değerleri, bu durumda eskisinin yarısı kadar ucuzlamış olurlar. İşgücünün fiyatı değişmemesine rağmen, değerinin üstüne çıkabilir. İşgücünün fiyatı, yeni değeriyle belirlenen asgari sınırına -örneğimizde 25 TL'ye değil de, 30 veya 35 TL'ye düşmüş olsa da, buna rağmen düşen bu fiyat yine de tüketim araçlarının artan bir kütlesini temsil eder. "Böylece, işin artan üretkenliğiyle birlikte, işçinin tüketim maddeleri kütlesi sürekli büyürken, işgücünün fiyatı sürekli düşebilir. Ama (bu) görecedir. Yani artı değerle karşılaştırıldığında işgücünün değeri sürekli düşebilir ve böylece işçi ile kapitalistin yaşam durumları arasındaki uçurum genişlemeye devam edebilir." (K. Marks, agk, s. 546)

İkinci düzenleme (kombinasyon)

İşgücü ve işin üretkenliği değişmiyor, ama işin yoğunluğu değişiyor.

"İş üretkenliğinin artışı, belli bir zaman dilimi içinde işin artırılmış harcanması demektir. Bundan dolayı, yoğun iş günü, aynı uzunluktaki ama daha az yoğun olan iş gününe nazaran daha çok üretimde ifadesini bulur. Üretici gücün artışıyla aynı iş günü de daha fazla ürün sağlar. Ama son durumda her bir ürünün değeri düşer. Çünkü bu, daha öncekine nazaran daha az işe mal olur. Birinci durumda ise değişme olmaz. Çünkü ürün, eskisi gibi aynı işe mal olur. Burada ürünlerin sayısı, fiyatları düşmeksizin artar. Sayılar ile birlikte fiyat toplamı da büyürken, orada aynı değer toplamı, sadece daha da büyümüş ürün kütlesine cisimleşir. Demek ki, uzunluğu değişmeden daha yoğun bir iş günü daha fazla ürün değerinde cisimleşiyor. Yani paranın değerinin değişmediği koşulda daha fazla para da cisimleşiyor. İş günün üretim değeri, yoğunluğunun toplumsal normal ölçüden gösterdiği sapmalara göre değişir." (K. Marks, agk, s. 547)

Bu durumda, aynı iş günü, değişmeyen değil, değişen ürün değerini ifade eder. Örneğin 12 saatlik bir iş günü, yoğun olunca diyelim ki 30, 40 TL’lik bir değeri ifade ederken, normal yoğunlukta olan yine 12 saatlik bir iş günü 20,25 TL'lik bir değeri ifade eder. Demek oluyor ki, iş gününün ürün değeri 20, 25 TL'den 30,40 TL'ye doğru değişiyorsa, bu durumda ürün değerinin her iki kısmı da; artı değer ve işgücünün fiyatı ister eşit derecede olsun, isterse de olmasın, aynı zamanda artar. Yani ürün değeri, diyelim ki 20 TL'den 40 TL'ye çıkarsa, artı değer ve işgücünün fiyatı da aynı zamanda 10 TL'den 20 TL'ye çıkar. Burada işgücü fiyatının yükselmesi, fiyatının değerinin üstüne çıkmasını mutlaka beraberinde getirmez. Onun fiyatı, değerinin altına da düşebilir. Bu durum, işgücü fiyatının, hızlandırılmış aşınmasını karşılamadığı koşullarda söz konusu olur. Bu gelişme, örneğin 1960'dan günümüze kadar olan dönemi göz önüne getirirsek, Türkiye imalat sanayiinde söz konusudur. İşgücü değerinin üstüne çıkması şöyle dursun, sürekli değerinin altına düşmüştür. Ücretlerdeki gelişme bunun açık bir ifadesidir. Örneğin 1979=100 bazında Türkiye'de reel ücretler 1988'de % 51.8'e kadar düşmüş, 1992'de % 129.2'ye çıkmış, ama 1994'te de % 76.3 olmuştur. Yani 1979'dan 1994'e reel ücretler % 23.7 oranında gerilemiştir.

"Geçici istisnalar dışında işin üretkenliğindeki bir değişme işgücünün değerinde ve dolayısıyla artı değerin büyüklüğünde bir değişmeye, ancak ilgili sanayi kollarında elde edilen ürünlerin, işçilerin alışıla gelmiş tüketim malları arasında bulunması halinde yol açtığı biliniyor. Bu sınır burada kalkıyor. Değişme işin, ister süresinde, isterse de yoğunluğunda olsun, onun büyüklük değişimine, bu değerin cisimleştiği maddenin niteliğinden bağımsız olarak, işin üretim değeri büyüklüğündeki bir değişime tekabül eder.
İşin yoğunluğu, bütün sanayi dallarında aynı anda ve eşit derecede artacak olsa, bu yeni ve daha yüksek derecedeki yoğunluk toplum için normal derece haline gelir ve ayrıca hesaba katılacak bir olgu olmaktan çıkar. Ama bu durumda bile işin yoğunluğu çeşitli ülkelerde farklı olur ve değer yasasının uluslararası uygulanışında değişik durumlara yol açabilir. Uluslardan birinin daha yoğun olan iş günü, başka bir ulusun daha az yoğun olan iş gününe nazaran daha fazla miktarda bir para ile temsil edilebilir." (K. Marks, agk, s. 547-548)

Teknolojinin gelişmesine paralel olarak işin yoğunluğu da gelişir. Bundan dolayı bugün normal olan bir iş yoğunluğu derecesi yarın toplumsal normal olmaktan çıkabilir, daha yüksek derecede bir iş yoğunluğu derecesi normal olabilir. Taylor sistemi, Ford sistemi bu türden gelişmelerin bir ifadesidir.

Ayrıca yüksek teknolojinin üretimde kullanıldığı ülkelerde -örneğin emperyalist ülkelerde- iş gününün parasal ifadesinin yüksek olması, gelişmiş ülke tekellerinin üretimi, iş günü yoğunluğu daha az olan; yani iş günü yoğunluğunun parasal ifadesinin daha düşük olduğu ülkelere kaydırmalarında çok önemli bir nedendir. Bu türden ülkelerde ise -örneğin Türkiye'de- belirttiğimiz nedenlerden dolayı işgücünün ucuzluğu, fiyatının, değerinin altında olması -iş gününün daha az yoğun olmasına rağmen- kapitalistin karını: artı değer miktarını artırmaktadır. Bundan dolayıdır ki Türkiye ve benzeri ülkeler, yerli ve yabancı sermaye için yüksek karların elde edildiği, sömürü oranlarının yüksek olduğu, sömürüde her türlü kolaylığın sağlandığı ülkelerdir.

Üçüncü düzenleme (kombinasyon)

İşin üretkenliği ve yoğunluğu değişmiyor, iş günü uzunluğu ise değişiyor.
Bu durumda iş günü iki şekilde değişebilir. O, uzatılabilir, ya da kısaltılabilir.

"1. Verili koşullar altında (yani işin üretkenliğinin ve yoğunluğunun aynı olması) iş gününün kısaltması işgücünün değerini ve bundan dolayı da zorunlu çalışma süresini değiştirmez, iş gününün kısaltılması, artı işi ve artı değeri azaltır. Sonuncusunun mutlak büyüklüğüyle onun görece büyüklüğü de düşer. Yani işgücünün aynı kalan değer büyüklüğüne oranla kendi (artı değer büyüklüğü, PD) büyüklüğü de düşer. Sadece, işgücü fiyatının, değerinin altına düşürülmesi durumunda kapitalist zarara uğramaz." (K. Marks, agk, s. 548)

Marks burada "verili koşullar"la yukarıda ele aldığımız birinci düzenlemede belirtilen üç koşuldur. Yani o koşullar göz önünde tutularak, iş gününün kısaltıldığında doğan sonucu Marks burada açıklıyor.

Bunlar, iş gününün kısaltılmasına karşı öne sürülen koşullardır veya iş günü, bu nedenlerden dolayı kısaltıldı/kısaltılıyor denir. Ama gerçekte ise durum tamamen başkadır: "İşin üretkenliği ile yoğunluğundaki değişmeler, iş gününde yapılan bir kısaltmadan ya önce ya da hemen sonra görülür." (Marks, agy)

"2. İş gününün uzatılması"; diyelim ki zorunlu çalışma süresi 6 saat ve bunun değeri de 30 TL olsun ve artı çalışma da 6 saat ve değeri de keza 30 TL olsun. Bu durumda toplam iş günü uzunluğu 12 saat ve toplam değeri de 60 TL olur. Diyelim ki iş günü 2 saat uzatılsın ve işgücünün fiyatı aynı kalsın. Bu durumda artı değer mutlak büyüdüğü için, görece artar. Yani artı değer hem mutlak ve hem de görece olarak artar. Diğer taraftan ise işgücünün değeri mutlak olarak değişmemesine rağmen, görece olarak düşer, 1.'de var sayılan koşullar altında işgücünün görece değeri, mutlak büyüklüğünde bir değişme olmaksızın değişemiyordu. Ama burada tam tersi söz konusu: "işgücünün değerindeki görece büyüklük değişmesi, artı değerin mutlak büyüklüğündeki bir değişmenin sonucudur." (Marks, agk, s. 549)

İş günü uzayınca ürün değeri de büyüyor. Örneğin 12 saatlik iş gününde 60 TL değerinde bir ürün elde edilirken, 14 saatlik bir iş gününde, diyelim ki 80 TL değerinde bir ürün elde edilmiş oluyor. Bu durumda; iş gününün uzatılması durumunda elde edilen ürün değerinin (2 saatte 20 TL) her iki kısmı; işgücü fiyatı ve artı değer, aynı/eşit olarak artabilecekleri gibi (30+10=40/30+10=40/40+40=80 TL), eşit olmayan büyüklüklerde de artabilirler. Örneğin, işgücü fiyatı=5 TL, artı değer=15 TL veya işgücü fiyatı=15 TL, artı değer=5 TL olarak. Demek oluyor ki aynı zamanda büyüme iki durumda mümkündür, a-iş gününün mutlak uzatılması durumunda ve b-bu uzatma olmaksızın işin artan yoğunluğu durumunda.

"İş gününün uzatılması durumunda, işgücünün fiyatı, bu fiyat nominal olarak değişmediği ve hatta yükseldiği halde, değerinin altına düşebilir. İşgücünün günlük değeri, hatırlanacağı üzere normal ortalama süresi ya da işçiler arasındaki normal yaşam süresi ile fiziki (bedensel, çn.) bakımdan oluşmuş maddesine tekabül edecek bir insan yapısına uygun düşecek şekilde harekete dönüşümü ile ölçülür. Uzatılan bir iş gününün kaçınılmaz bir sonucu alarak, işgücünün fazla yıpranmaması bir noktaya kadar, daha yüksek bir ücret ödenerek telafi edilebilir. Ama bu noktadan sonra yıpranma ve aşınma, geometrik dizi halinde artar ve işgücünün normal olarak yeniden üretimi ve görevini yerine getirmesi için gerekli koşullar tahrip edilmiş olur. İşgücünün fiyatı ile onun sömürülme derecesi ortak bir ölçü ile ölçülebilir miktarlar olmaktan çıkarlar." (K. Marks, agk, s. 549)

Dördüncü düzenleme (kombinasyon)

Aynı andaki sürekli değişimler, işin üretkenliği ve yoğunluğu.

"Burada çok sayıda değişik düzenlemeler olur. Faktörlerden ikisi değişebilir, üçüncüsü aynı kalır, ya da üçü de aynı anda değişebilir. Bunlar, aynı ya da farklı derecelerde, aynı ya da karşıt yönlerde değişebilirler ve sonuçta da bu değişiklikler birbirlerini bütünüyle ya da kısmen dengelemiş olurlar. Bununla birlikte, I. II ve III’te verilen sonuçlar göz önünde bulundurularak, mümkün olan her durumun analizi kolay olur. Her faktörü sırayla değişen ve diğer ikisini değişmeyen faktörler olarak ele alarak, mümkün olan her düzenlemenin sonucu bulunabilir... Biz burada sadece iki önemli durum üzerinde kısaca duracağız." (K. Marks, agk, s. 550)

1- İşin üretkenliğindeki azalmayla iş gününün aynı anda uzaması durumu:
"Burada, işin üretkenliğindeki azalmadan söz ederken ürünleri, işgücünün değerini belirleyen sanayi kollarına işaret ediyoruz; örneğin, toprağın üretkenliğinin azalması sonucu işin üretkenliğinde azalma ve toprak ürünlerinin pahalılaşması gibi." (K. Marks, agy)

Bir iş günü 12 saatten ve üretim değeri de 60 TL'den oluşsun. Diyelim ki bu değerin yarısı işgücü değerini, yarısı da artı değeri temsil etsin. Bu durumda iş günü 6 saat zorunlu çalışma zamanı ve 6 saat de artı çalışma zamanı olarak bölünmüş olur. Toprak ürünlerinin pahalılaşmasından dolayı işgücü değerinin 30 TL'den 40 TL'ye çıktığını düşünelim. Bu durumda zorunlu çalışma zamanı da 6 saatten, örneğin 8 saate çıkar. Şayet iş gününün uzunluğu değişmezse, yani 12 saat olarak kalırsa, artı çalışma süresi 6 saatten 4 saate düşer ve artı değer de 30 TL'den 20 TL'ye düşer. Yani zorunlu çalışma süresi 8 saat, değeri (işgücünün değeri) 40 TL ve artı çalışma süresi 4 saat değeri de (artı değer) 20 TL olur.

İş gününün 2 saat uzatıldığını; 12 saatten 14 saate çıktığını düşünelim. Bu durumda artı çalışma süresi 6 saat ve artı değer de 30 TL'dir. Ama onun büyüklüğü, zorunlu çalışmayla ölçüldüğünde işgücünün değerine oranla düşer. İş gününün 12 saatten 16 saate çıkartıldığını, yani 4 saat uzatıldığını düşünelim. Bu durumda artı değer ve işgücü değeri, artı çalışma ve zorunlu çalışma oransal (nispi, çn) büyüklükleri değişmez. Ama artı değerin mutlak büyüklüğü 30 TL'den 40 TL'ye ve artı çalışma zamanı da 6 saatten 8 saate çıkar. Sonuç:

"İşin üretkenliği düşerken, aynı zamanda, iş gününün uzaması halinde, artı değerin mutlak büyüklüğü aynı kaldığı halde oransal büyüklüğü azalabilir; oransal büyüklüğü değişmeden kaldığı halde mutlak büyüklüğü artar; ve iş gününün uzaması sonucu her ikisi de artabilir." (K. Marks, agy)

1799-1815 döneminde İngiltere'de tüketim maddeleri fiyatının artması ücretin nominal artmasına neden olur. Ama gerçek ücretler, tüketim maddeleriyle ifade edilen ücretler düşer.

"West ile Ricardo bundan, tarımsal alandaki çalışmanın üretkenliğindeki azalmanın, artı değer oranında bir düşmeye neden olduğu sonucunu çıkartmışlar ve sadece hayallerinde var olan bu varsayımı ücretin, karın ve toprak rantının oransal büyüklükleri konusundaki önemli incelemelerin çıkış noktası yapmışlardı. Ama aslında artı değer, o sırada, çalışmanın yoğunluğundaki artış ve iş gününün uzaması sayesinde hem mutlak ve hem de oransal olarak artmıştı. İş gününün insafsızca uzatılmasının bir hak olarak yerleşmesi, işte bu döneme rastlar. Bu dönem, özellikle, bir tarafta sermaye birikimiyle, diğer tarafta da sefaletin hızla artmasıyla karakterize edilir." (K. Marks, agk, s. 551)

2- İşin yoğunluğu ve üretkenliği artarken aynı anda iş gününün kısaltılması durumu:

Bu durumu ve sonucunu Marks'tan olduğu gibi aktarıyoruz.

"İşin yükselen üretkenliği ve artan yoğunluğu, bir taraftan aynı etkide bulunurlar. Bunların her ikisi de belli bir zaman içinde elde edilen ürün kütlesini çoğaltırlar. Bundan dolayı, her ikisi de, işçinin kendisi için gerekli tüketim araçlarını ya da bunların eşdeğerlerini üretmesi için harcamak zorunda olduğu iş günü bölümünü kısaltır. İşgücünün asgari uzunluğu, bu zorunlu, ama kısaltılmış bölümüyle saptanır. Eğer iş gününün tamamı bu bölümün uzunluğu kadar daralmış olursa, artı çalışma ortadan kalkar: Böyle bir sonuç, sermaye rejimi altında tamamen olanaksızdır. Ancak, kapitalist üretim biçiminin ortadan kaldırılmasıyla, işgücünün uzunluğu gerekli çalışma zamanına indirgenebilir. Ama bu durumda bile, bir süre sınırlarını genişletecektir. Bunun nedeni, bir yandan, işçinin yaşam koşullarının zenginleşmesi ve taleplerinin büyümesidir. Diğer taraftan ise bunun nedeni, şimdi artı iş sayılarının, o zaman zorunlu çalışma sayılmasıdır; bununla, yedek ve birikim için bir fonu oluşturan işi kastediyoruz.

İşin üretkenliği ne kadar artarsa, iş günü o kadar kısaltılabilir ve iş günü ne kadar kısaltılırsa, işin yoğunluğu da o kadar artabilir. Toplumsal açıdan bakıldığında, işin üretkenliği işin harcanmasındaki tasarrufla aynı oranda artar ve böylece, sadece üretim araçlarında bir tasarruf sağlamakla kalınmaz, tüm boşa giden iş harcamalarından da kaçınılmış olunur. Kapitalist üretim biçimi, bir yandan, her bireysel girişimde tasarrufu zorlarken, öte yandan da yarattığı anarşik rekabet sistemi yüzünden, işgücü ile toplumsal üretim araçlarında en sınırsız israflara neden olur.

İşin yoğunluğu ile üretkenliği belli ise, toplumun maddi üretim için ayıracağı zaman o kadar kısadır ve dolayısıyla, işin gitgide daha fazla ölçüde toplumun bütün sağlıklı üyeleri arasında eşit şekilde dağıtılması ve belli bir sınıfın elinden, işin doğal zorunluluğunu kendi omuzlarından kaldırıp toplumun başka bir tabakasının omuzlarına yükleme gücünün alınması oranında, eldeki zamanın, bireyin zihinsel ve toplumsal yeteneklerini özgürce geliştirmesine ayrılması olanaklı olacaktır, iş gününün kısaltılması için mutlak sınır bu yönde, işin genelleşmesidir. Kapitalist toplumda yığınların bütün zamanlarının çalışma zamanına dönüştürülmesiyle bir sınıf için boş zaman üretilmiş olur." (K. Marks, agk, s. 552)

Bir bütün olarak, işgücü fiyatındaki ve artı değerdeki büyüklük değişimi, ücret ve sömürü olgusunun veya ücretin tespitinin nasıl açıklanması konusunda; hangi koşulların nasıl bir "fiyatı" beraberinde getirdiği konusunda, kapitalistin soruna yaklaşımı oldukça eğitici ve öğreticidir.

Artı değer Oranı İçin Çeşitli Formüller

Artı değer oranının formülleri şöyledir:

       artı değer (a)                   a                 artı değer         artı çalışma
I. ------------------------------x100 =------- x 100 = -----------------= -----------------------------------------
   değişken sermaye               d                   d                  işgücünün zorunlu 
                                                                                        çalışma değeri

Bu formüllerin hepsi aynı oranı ifade ederler. İlk iki formül değer ilişkisini (oranını) ifade ederken, üçüncü formül de artı değer oranını zaman açısından; zaman oranı olarak ifade etmektedir. Yani değerin üretildiği zamanın oransal ifadesi. Aynı anlama gelen veya birinin diğerini tamamladığı bu formüller, kesin katı anlamlıdır. Bu formüller, klasik politik ekonomide vardır. Bilinçli bir işlenmeleri söz konusu olmasa da eşyanın doğası gereği vardır.
Klasik politik ekonomide, yukarıdaki formüllerden türetilmiş olan aşağıdaki formüllerle karşılaşırız:

     artı çalışma         artı değer           artı ürün
II. ---------------------- = ---------------------- = -----------------------x100
      iş günü               ürün değeri      toplam ürün

Burada bir ve aynı oran; sırayla çalışma zamanları, değerler ve bu değerlerin somutlaştıkları ürünler biçiminde ifade ediliyor. Burada, ürünün değerinden anlaşılması gereken, sadece iş gününün ürün değeridir. Ürün değerinin değişmeyen kısmı buna dahil değildir.

Bu son üç formülde işin gerçek sömürülme derecesi veya artı değer oranı yanlış ifade edilmiştir. Farkı göstermek için, yukarıda örnek olarak kullandığımız verileri bu her iki farklı formül bazında değerlendirelim.

Birinci durum; doğru olan:

6 saat artı çalışma                 artı değer= 30TL                         600      300
--------------------------------------- = ---------------------------------------- x100 = ------- = -------- %100
6 saat zorunlu çalışma          değişken sermaye: 30 TL               6          3

İkinci durumda; yanlış olan:


6 saat artı çalışma                artı değer= 30TL                    600          3000
--------------------------------- = -------------------------------------------x100= ---------- = ------------= %50
12 saat zorunlu çalışma      toplam ürün değeri= 60 TL       12            60


Gerçekle, bu türetilmiş formüller, sadece, iş günü ya da üretilen değerin sermaye ile işçi arasında hangi oranda paylaşıldığını ifade ederler." (Kari Marks, agk, s. 554)

Bu formüller, sermayenin kendini değerlendirme derecesinin doğrudan ifadesi olarak görülürse, bu durumda yanlış yasa geçerli olur: Bu durumda, yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, artı çalışma veya artı değer %100'e asla ulaşamazlar. Bunun nedeni çok basit ve yukarıdaki yanlış formüllerde de görülüyorlar. Artı çalışma iş gününün ve artı değer de ürün değerinin bir kısmını oluşturuyorlar. Dolayısıyla, kısım, daima bütünden küçük olur ve artı çalışma iş gününden, artı değer de ürün değerinden zorunlu olarak küçük olacaktır. 100/100 oranına ulaşılabilmesi için bunların eşit (6 saat artı çalışma, 6 saat zorunlu çalışma, 30 TL artı değer, 30 TL değişken sermaye) olmaları gerekir.

Tersini düşünelim: Artı çalışmanın iş gününün bütününe tekabül ettiği durumda, zorunlu çalışma sıfıra düşer. Zorunlu çalışma yok olunca, artı çalışma da kaçınılmaz olarak yok olacaktır. Çünkü kapitalizm koşullarında zorunlu çalışma olmazsa, artı çalışma düşünülemez. Bunların "sonuncusu, ilkinin sadece bir işlemidir" (Marks); artı çalışına zorunlu çalışmanın bir işlevidir.

Öyleyse;

Artı çalışma   artı değer
---------------- = ---------------------- oranı hiçbir koşul altında
İş günü         ürün değeri


100                                                      100+x
------- sınırına ulaşamaz ve hele hele ---------------’e hiç çıkamaz.
100                                                      100

Ama artı değer oranı veya işgücünün (Marks burada "çalışmanın sömürü

derecesi" diyor) gerçek sömürülme derecesi bu oranlara ulaşır.

"Örneğin, L. de Lavergne tarafından yapılan bir değerlendirmeyi ele alalım: buna göre, İngiliz tarım işçisi, ürününün ya da bunun değerinin ancak 1/4'ini alıyor, buna karşın kapitaliste (çiftçiye) 3/4'ü kalıyordu. ... Bu duruma göre, İngiliz tarım işçisinin artı işinin gerekli işe oranı 3:1’dir ve bu da % 300'lük bir sömürü oranı demektir." (K. Marks, agk, s. 554-555)

Türkiye'de ise -imalat sanayi toplamı bazında- işçiler ürettikleri üretim değerinin 1950'de % 67,7'sini artı değer olarak kapitaliste vermek zorunda kalırlarken % 32,3’ünü de "işgücünün fiyatı" olarak alıyorlardı. Yani 8 saatlik iş günü bazında, bu zamanın yaklaşık 1/3’ü zorunlu çalışma zamanı, geriye kalan 2/3'si de artı çalışma zamanı oluyordu. Bu oran 1991’de işçiler açısından 1/4 ve kapitalistler açısından da 3/4 olmuştu.

Bu, 1950'de % 210 ve 1991’de de % 300 oranında bir sömürü derecesinin ifadesidir. (Bkz. ekteki tablo: Aslında artı değer oranları; işgücünün sömürülme derecesi tabloda belirtilen verilerden oldukça yüksektir. Tabloda bunun düşük gözükmesi verilerden kaynaklanmaktadır.)


"İşgününü değişmeyen bir büyüklük olarak ele alma şeklindeki gözde yöntem II. formüllerin (yanlış formüller, PD) kullanılmasıyla yerleşik bir durum aldı. Çünkü bu formüllerde artı çalışma, daima, uzunluğu belli bir iş günü ile karşılaştırılır. Sadece, üretilen değerin paylaşımı söz konusu olduğu zaman da aynı şey geçerlidir. Belli bir değerde gerçekleşmiş bulunan iş günü zorunlu olarak, uzunluğu belli bir iş günüdür." (K. Marks, agk, s. 555)

Devamla Marks şöyle der:
"Artı değer ile işgücü değerini, yaratılan değerin parçaları alarak gösterme alışkanlığı -bu, kapitalist üretim biçiminin kendisinden doğmaktadır. Sermayeye özelliğini kazandıran asıl ilişkiyi, yani değişken sermayenin canlı işgücü ile değişimini ve sonuçta da işçinin, ürünün dışında tutulmasını gizlemektedir. Gerçekte alanın yerini, bir çağrısının aldatıcı görüntüsü almakta ve sanki işçi ile kapitalist ürünü, üretime kattıkları farklı öğelerin oranına göre aralarında paylaşmaktalar." (agy)

II. formüller (yanlış formüller) I. formüllere dönüştürülebilirler. Örneğin;

artı çalışma = 6 saat
----------------------------------
iş günü = 12 saat

olursa, buradan iş gününden (12 saat) artı çalışmayı (6 saat) çıkartırsak 

(12-6=6) geriye kalan 6 saat zorunlu çalışma süresidir. Bu durumda;

artı çalışma = 6 saat             100
----------------------------------------- = -------- x 100 = %100
zorunlu çalışma = 6 saat      100

Marks, üçüncü bir formülden de bahseder:

artı değer          artı çalışma            karşılığı ödenmemiş çalışma
---------------------- = ------------------------- = ------------------------------------------------- x 100
işgücü değeri    zorunlu çalışma      karşılığı ödenmiş çalışma


"Yukarıdaki açıklamalardan sonra,

karşılığı ödenmemiş çalışma
------------------------------------
karşılığı ödenmiş çalışma

formülüyle kapitalistin işgücüne değil, çalışmaya para ödediği yanlış sonucuna varılması artık mümkün değildir. Bu formül artı çalışma : zorunlu çalışma formülünün yalnızca popüler (yaygın, çn) bir ifadesidir. Kapitalist, şayet işgücünün değeri ile fiyatı çakışıyorsa, değerini öder ve bunun karşılığında canlı işgücü üzerinde tasarruf hakkını elde eder. Bu faydalanma, iki döneme ayrılır. Bir dönem boyunca işçi, sadece, işgücünün değerine eşit bir değer yaratır, onun eşdeğerini üretir. Böylece kapitalist, işgücünün fiyatı olarak yatırdığı sermayeye karşılık aynı fiyatta bir ürün elde etmiş olur. O, burada, tıpkı o ürünü piyasadan hazır halde satın almış gibidir. Diğer dönemde ise -artı çalışma döneminde- işgücünün kullanılması, kapitalist için, ona bir eşdeğere mal olmayan bir değer yaratır. İşgücünün böylece harcanması kapitaliste bedavaya mal olur. Bu anlamda artı çalışmaya karşılığı ödenmemiş çalışma denebilir.
Demek ki sermaye, Adam Smith'in dediği gibi, sadece karşılığı ödenmiş çalışma üzerinde egemen değildir. O daha ziyade karşılığı ödenmemiş çalışma üzerinde egemendir. Bütün artı değer, sonraları (kar, faiz, rant gibi), hangi özel biçim altında billurlaşırsa billurlaşsın, özü bakımından, karşılığı ödenmemiş çalışmanın maddeleşmesidir. Sermayenin kendisini değerlendirmesinin sırrı, nihayetinde, başkalarının karşılığı ödenmemiş belirli bir miktarda çalışması üzerindeki tasarruf yetkisi olarak kendini açığa vurur." (K. Marks, agk, s. 556)

Yorumu gerekli kılan bir durumun olduğunu sanmıyoruz.

Ücret ve Formları

Esas sorunumuza geçmeden önce, konumuzla da doğrudan ilgili olduğu için, okuduğumuz zaman bizi dehşete düşüren bir tespiti 1993’ten kalma bir tespiti burada belirtmekte yarar görüyoruz. Özgürlük Dünyası'ndan bahsediyoruz. Sayı 58’deki makalenin adı "Türkiye'de ücretler sorunu", orada aynen şöyle deniyor:

"Değişmeyen sermaye (Fabrika binaları ve eklentileri, araç ve gereçler, makineler, yani üretim araçları) üretimi yeniden sürdürmekle görevlidir. Değişen sermaye (ücretler, hammaddeler, yakıt, yardımcı malzemeler), işgücünün yeniden üretimi için, işçilerin ihtiyaçlarını giderme harcamaları olarak ücret şekline döner, yani işgücünün yeniden üretilmesi göreviyle yükümlüdür." (s. 55-56)

ÖD böyle diyor. Bunun katışıksız bir burjuva anlayış olduğunu da Marksist teori söylüyor.
"Marksist politik ekonomi, sermayenin sabit sermaye ve dolaşan sermayeye bölünmesiyle, sermayenin değişmeyen sermaye ve değişen sermayeye bölünmesi arasında ayrım yapar. Değişmeyen sermaye ve değişen, işçilerin kapitalistler tarafından sömürülmesi sürecinde oynadıkları rolle birbirinden ayrılırken, sabit sermaye ve dolaşan sermaye dönüşümün karakterine göre birbirinden ayrılırlar.

Burjuva politik ekonomi tarafından, sermayenin sadece sabit sermaye ve dolaşan sermayeye bölünmesi kabul edilir; çünkü sermayenin bu bölünmesi artı değerin yaratılmasında işgücü nün rolü hakkında henüz hiçbir şey söyleyemez, bilakis tam tersine kapitalistlerin işgücüne ücret ödemesi için harcamalarıyla hammaddeler, yakıt maddeleri vs. için harcamaları arasındaki temel farkı gizler." [(SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi Politik Ekonomi Ders Kitabı, C. 1, s. 176 (Almanca), s. 212-213 (Türkçe)]

Marksist teori böyle diyor ama ÖD hiç de Marksist teori gibi düşünmüyor. O, sabit sermayeyi değişmeyen sermaye yapmış, dolaşan sermayeyi de değişen sermaye yapmış ve sermayenin sömürü sürecindeki rolüne göre bölünmesiyle, dönüşüm karakterine göre bölünmesini şöyle bir harmanlamış ve yukarıya aktardığımız anlayışa varmış. Bu anlayışın ne Marksist ne de burjuva politik ekonomide yeri var. Akıl alacak iş değil! Marks'tan bu güne Marksistlerin burjuva politik ekonomiye karşı verdikleri bu alandaki başarılı ideolojik-teorik mücadeleyi ÖD bir anda yerle bir ediyor, kafasına göre. Bu, üçüncü bir politik ekonomi anlayışı olsa gerek, ÖD'nin politik ekonomi anlayışı! Çünkü tarihte böyle bir şey görülmemiştir, "hammaddeler, yakıt, yardımcı malzemeler, işgücünün yeniden üretimi için, yükümlüdür"! Bu işin nasıl olduğunu merak ediyoruz? ÖD, teorik cüceliğini, ne denli anti-marksist olduğunu sergiliyor, başka bir şey değil. Siz bu anlayışınızı en iyisi, sokakta yakaladığınız bir işçiye veya siyasi cüretiniz varsa grevdeki işçilere anlatın, onlar size, bizim buradaki cevabımızdan daha iyi bir cevap, daha doğrusu iyi bir ders verirler.

Konumuza dönelim.

İşgücü Fiyatının Veya da Değerinin Ücrete Dönüşmesi

"Burjuva toplumun düzeyinde işçinin ücreti, işinin (veya çalışmasının, PD) fiyatı olarak, belli bir miktarda iş için ödenen belli miktarda para olarak görünür. Böylelikle herkes, işin değerinden bahseder ve bunun parasal ifadesine de, onun gerekli ya da doğal fiyatı der. Diğer taraftan, işin pazar fiyatından, yani onun doğal fiyatının üstünde ya da altında oynamalar gösteren fiyatlarından söz edilir." (Marks, agk, s. 557)

Burada söz konusu olan, bir metanın değerinin ne olduğudur. Bu metanın üretimi için toplumsal olarak harcanmış işin nesnel biçimidir. Soru şu, bu işin değerinin ne olduğunu, onun değer büyüklüğünü nasıl ölçeceğiz, bunun kıstası nedir? O metada bulunan işin niceliği ile diyebiliriz! Öyleyse 12 saatlik bir iş gününün değeri nasıl belirlenir? 12 saatlik bir iş gününde bulunan 12 saatlik iş ile (çalışma ile, çn.) ölçülür dememiz gerekir. Bu bir saçmalık, saçma bir tekrarlama olmaz mı? Olur. Çünkü burada işin değerini iş ile ölçmüş oluyoruz.

"İşin, pazarda, bir meta olarak satılabilmesi için, her şeyden önce, satılmadan önce var olması gerekir. Eğer işçi, işine bağımsız nesnel bir varlık verebilseydi, o, iş değil, bir meta satmış olurdu:

Bu çelişkiler bir yana, paranın gerçekleşmiş işin (emeğin, çn) canlı iş ile doğrudan değişimi, ya kapitalist üretim temeli üzerinde gelişmesine henüz başlamış olan değer yasasını, ya da doğrudan doğruya ücrete dayanan kapitalist üretimin kendisini ortadan kaldırırdı." (Marks, agk, s. 558)

Örnekleyelim. Bir iş günü 12 saat bu sürenin parasal değeri de 60 TL olsun, şayet eşdeğerler değiştirilecek olursa işçi, 12 saatlik çalışmasının karşılığı olarak 60 TL'nin hepsini alır. Bu durumda, işçinin işinin değeri ürününün değerine eşit olur ve işçi işini satın alan kapitalist için artı değer üretmemiş olur yani 60 TL'nin 30 TL'si artı değere; sermayeye dönüşmemiş olur. Bu durumda da kapitalist üretimin varoluş koşulu ortadan kalkar. Oysa işçi tam da kapitalist üretim bazında işini satıyor ve ücrete dönüştürmüş oluyor. Veya da işçi 12 saatlik iş için 60 TL'den daha az bir miktar alır ki bu da 12 saatlik bir işin, 12 saatten daha az, diyelim ki 8-10 saatlik bir işle mübadelesi anlamına gelir. Böylelikle eşit olmayan nicelikler, eşitlenmiş olur. Bu da, değerin saptanmasını ortadan kaldırmanın ötesinde, kendi kendini yok eden bir çelişki olur.

"Daha fazla işin daha az iş ile değiştirilmesini bunların şekillerindeki farka bağlamanın birisinin gerçekleşmiş, diğerinin canlı olduğunu söylemenin hiçbir anlamı yok. Bu bir metanın değerinin, onda fiilen gerçekleşen iş miktarıyla değil, onun üretimi için gerekli canlı iş miktarıyla belirleneceğini söylemek kadar saçma olur. Bir meta diyelim ki 6 iş saatini temsil ediyor olsun. Aynı şeyin 3 saatte yapılmasını sağlayacak bir buluş olsa, daha önce üretilmiş metanın da değeri yarı yarıya düşer. Şimdi bu meta eskiden gerekli olan 6 saatlik toplumsal iş yerine 3 saatlik işi temsil eder. Bir metanın değerini belirleyen şey, onun üretimi için gerekli iş miktarıdır, yoksa bu işin (çalışmanın, çn) gerçekleşmiş (bir nesnede somutlaştırılmış, PD) şekli değildir.” (Marks, agk, s. 558-559)

Sözün kısası, işin değerini, hangi biçiminde -canlı veya somutlaşmış- olursa olsun iş ile ölçenleyiz. İşin değeri var mıdır veya iş pazarında kapitalistin satın aldığı nedir?

"Pazarda, para sahibi ile doğrudan doğruya yüz yüze gelen gerçekte iş değil işçidir. İşçinin sattığı ise kendi işgücüdür. Onun işi fiilen başlar başlamaz, artık ona ait olmaktan çıkmıştır ve bundan dolayı da şimdi bu işin işçi tarafından satılması söz konusu olamaz. İş, değerin özü ve işçinin ölçüsüdür, ama kendisinin değeri yoktur." (Marks, agk, s. 559)

Klasik politik ekonomi, "işin değeri" kategorisini günlük yaşamdan eleştirisiz olarak almış ve kullanmıştır. Bu kavram hala da kullanılmaktadır. Klasik politik ekonominin işin değeri diye tanımladığı, aslında işgücünün değeridir. Klasik politik ekonomi, "kendi analizinin sonucu üzerine vardığı sonucun bilincine varmamıştır; "işin değeri” ve "işin doğal fiyatı" gibi kategorileri, incelemekte olduğu değer ilişkileri için son ve yeterli ifadeler olarak hiç eleştirmeden kabul etmiş ve böylece, içinden çıkılmaz karışıklıklara ve çelişkilere düşmüş ve ilke olarak sadece görünüşlere tapan vülger iktisatçılara, yüzeysel incelemeleri için güvenli bir hareket temeli sağlamıştır." (Marks, agk, s. 561)

Bugün Türkiye koşullarında klasik politik ekonominin bu mirasını "emeğin değeri" kavramını bolca kullanarak "derin tahliller" yapmakla ünlü Özgürlük Dünyası devralmıştır.

Şimdi işgücü değerinin veya fiyatının ücrete dönüşmesine bakalım.

Marks, "işgücünün günlük değerinin, işçinin belli uzunluktaki ömrüne ve buna tekabül eden belli uzunluktaki iş gününe göre hesaplandığını biliyoruz" diyor. (agk, s. 561)

Örneklersek: Bir iş günü 12 saat ve işgücünün de günlük değeri 30 TL olsun. Bu 6 saatlik iş süresinin parasal ifadesidir. İşçi bu 30 TL'yi alınca, 12 saat faal olan işgücünün değerini almış oluyor. Şayet işgücünün bu günlük değeri, bir günlük işin değeri olarak görülürse 12 saatlik işin değeri 30 TL'dir sonucuna varılır. Bu durumda işgücünün değeri, işin değerini veya da parasal ifadesi olarak onun zorunlu fiyatını belirlemiş olur. Bu durumda işgücünün fiyatı değerinden saparsa, işin fiyatı da kendi değerinden sapmış olur.

İşin değeri, işgücü değerinin akılcı olmayan (akla uygun olmayan, PD) bir ifadesi olduğu için, işin değerinin, ürettiği ürün değerinden küçük olacağı açıktır. Çünkü kapitalist, işgücünü, kendi değerini yeniden üretmesi için zorunlu olan zamandan daha uzun bir süre çalıştırır.

Yukarıdaki örnekle devam edersek: 12 saat faal olan işgücünün değeri 30 TL ve işçinin bu değeri yeniden üretebilmesi için, yani kendini yeniden üretebilmesi için 6 saate ihtiyaç duyar. Ama işgücünün ürün değeri 60 TL'dir. Çünkü 12 saat faal olan, işgücünün üretim değeri, kendi değerine 30 TL değil, faaliyetinin süresine bağlıdır. Bu durumda, ilk bakışta durum şöyle: 60 TL yaratan işin değeri 30 TL'dir.

Devam edelim; biliyoruz ki 30 TL iş gününün ödenmiş kısmını, yani 6 saati ifade ediyor ve 12 saatlik bütün iş gününün değeri olarak gözüküyor. Ama bu 12 saatin içinde karşılığı ödenmemiş 6 saatlik çalışma süresi de var. Bu durumda;

"Ücret biçimi, iş gününün gerekli çalışma ve artı çalışma, karşılığı ödenmiş çalışma ve karşılığı ödenmemiş çalışma diye bölünmesiyle ilgili bütün izleri silip yok ediyor. Bütün iş, karşılığı ödenmiş iş olarak görünüyor. Angaryada, angaryacının (angaryaya maruz kalanın, PD) kendisi için harcadığı iş ile efendisi için harcadığı zorunlu iş, birbirinden yer ve zaman olarak çok açık bir şekilde ayrıdır. Köle çalışmasında ise, iş gününün kölenin kendi yaşamı için gerekli tüketim maddelerini yerine koyduğu kısmı, yani aslında sadece kendisi için çalıştığı kısmı bile, efendisi için harcadığı iş olarak görülür. Kölenin bütün çalışması, karşılığı ödenmemiş çalışma olarak görülür. Ücretli çalışmada (ücretli, PD) ise tersine, artı çalışma, ya da karşılığı ödenmemiş çalışma bile, karşılığı ödenmiş çalışma gibi görünür. Birinde kölenin kendisi için harcadığı işi, mülkiyet ilişkisi gözlerden gizlerken, diğerinde, ücretli işçinin karşılığı ödenmeyen işini para ilişkisi gözlerden gizliyor.
Bundan dolayı, işgücünün değeri ile fiyatının ücret şekline ya da işin kendisinin değeri ve fiyatı şekline dönüştürülebilmesinin taşıdığı büyük önem anlaşılıyor. Aslında mevcut olan ilişkileri görünmez hale getirmesinin yanı sıra, bir de bunları tepetaklak gösteren bir görünüm şekli, hem işçinin ve hem de kapitalistin her türlü yasal kavramlarının, kapitalist üretim tarzının her türlü şaşırtmacalarının özgürlük adına bütün göz boyamalarının, vülger iktisatçıların çeşitli mazur gösterme gevezeliklerinin temelidir." (Marks, agk, s. 562)

Toparlarsak:

-İşçi görünüşte, bütün bir çalışma günü için ücret alıyor. Bu görünüşten dolayı iş gününün zorunlu ve artı çalışma zamanı diye ayrımı ortadan kayboluyor. Yani işgücü fiyatının veya değerinin ücrete dönüşmesiyle iş gününün, zorunlu çalışma zamanı ve artı çalışma zamanı diye ikiye ayrışması karanlıkta kalıyor, yok ediliyor.

-İşgücü fiyatının veya değerinin ücrete dönüşümü bilinçli bir aldatma değildir. Bu, kapitalizm gerçeğinin onun nesnel ilişkilerinin bir sonucudur.

-İşgücü fiyatının veya değerinin, işin fiyatına veya ücrete dönüşümü, kapitalist sömürünün gizlenmesinde ve burjuvazinin hakimiyetinin teminat altına alınmasında oldukça büyük pratik bir anlam taşır. Öyle ya; bu dönüşüm sömürüyü gizliyor; işçi, işinin tam karşılığını alıyor, yani kapitalist işçiyi sömürmemiş oluyor, artı değer, işçinin zorunlu çalışma süresinde üretilmemiş oluyor ve bunun mantıksal sonucu olarak artı değer, işçinin çalışmasından değil, sermayeden kaynaklanmış oluyor.

Ücretin biçimlerine gelince, işgücü değerinin dönüşüme uğramış biçimi olarak ücret, çeşitli biçimlerde görülür. Ama onun iki temel biçimi vardır; zaman başına ücret ve parça başına ücret veya akort. Şimdi bir de bunlara bakalım.

Zaman Başına Ücret

Yukarıda gördüğümüz gibi işin değeri ve dolayısıyla fiyatı olmamasına rağmen, işçinin ücretlendirilmesinin miktarını ölçmek için "işin fiyatı" kavramı koşullu olarak kullanılır. İşin fiyatının ölçü birimi olarak, bir iş saati için ödeme veya da bir iş saatinin fiyatı kıstas alınır.

"İşçinin, günlük veya da haftalık çalışması karşılığında aldığı para miktarı, onun nominal ya da değere göre hesaplanan ücret tutarını oluşturur. Ama iş gününün uzunluğuna, yani bir günde sağlanan emek miktarına göre aynı günlük ya da haftalık ücretin, işin birbirinden çok farklı fiyatlarını, yani aynı iş miktarı için çok farklı para miktarını temsil edebileceği de açıktır. Bunun için, zamana göre ücreti de incelerken gene günlük ya da haftalık vb. ücretin toplamı ile işgücünün fiyatı arasındaki ayrımı dikkate almamız gerekecektir. Bu duruma göre, bu fiyatı, yani belli bir miktardaki işin para değerini nasıl bulacağız? İşin ortalama fiyatı, işgücünün günlük ortalama değeri, işgücündeki ortalama saat sayısına bölünerek bulunur. Örneğin, işgücünün günlük değeri, 6 iş saatinin ürün değeri olan 3 şilin ve eğer iş günü de 12 saat ise, 1 iş saatinin fiyatı. 3/12 şilin=3 peni olur. İş saatinin böylece bulunan fiyatı, işin fiyatı için ölçü birimi hizmetini görür." (Marks, agk, s. 565-566)

Güncelleştirerek örneklersek, iş günü=8 saat, işgücü değeri=60 TL.

İşgücünün günlük değeri       60 TL
----------------------------------------- = ------------- = 7.5 TL
İş günü süresi                        8 saat

-İşgünü 6 saate düşsün ve işgücünün fiyatı aynı kalsın, yani 60 TL. Bu durumda iş saati 60 : 6 = 10 TL'ye çıkar.

-İşgünü 10 saate çıksın, işgücünün fiyatı aynı kalsın. Bu durumda 1 iş saati 60 : 10 = 6 TL olur.

Bu hesaplama, günlük; haftalık vs. ücret, işin fiyatı, çalışma saatinin değişmesine göre değiştiği halde, aynı kalmaktadır:

8 saatlik iş gününde 1 iş saati=7.5 TL
6 saatlik iş gününde 1 iş saati=10 TL
10 saatlik iş gününde 1 iş saati=6 TL
12 saatlik iş gününde 1 iş saati=5 TL

Görüyoruz ki burada, işin fiyatı sürekli değişirken günlük, haftalık vs. ücret aynı kalabiliyor. Bunun tersi de mümkündür. İşin fiyatının değişmediği, hatta düştüğü koşullarda günlük, haftalık ücret artabilir.

1 iş günü=8 saat, işgücünün günlük değeri=60 TL, bir iş saatinin fiyatı=7.5 TL

1 iş saatinin fiyatı aynı kalmak koşuluyla işçi. 10 saat çalışsın. Bu durumda günlük ücret 10x7.5=75 TL olur. 12 saat çalışırsa 12x7.5=90 TL olur.

"İşin miktarı, uzunluk olarak artacağı yerde, yoğunluk olarak artmış olsaydı, aynı sonuç elde edilebilirdi. Günlük ya da haftalık ücretin nominal değerindeki yükselme, bu nedenle, işin fiyatı aynı kaldığı ya da düştüğü zaman olabilir. Aile reisinin harcadığı iş miktarı, aile üyelerinin işleriyle arttığı zaman işçi ailesinin geliri için de aynı şey geçerlidir. Demek oluyor ki, günlük ya da haftalık ücretler indirilmeksizin de, işin fiyatını düşürmenin yolları vardır." (Marks, agk, s. 566-567)

Marks, iş günü-işin fiyatı ilişkilerini araştırması sonucunda genel bir yasa formüle etmiştir.

"Günlük, haftalık vb. iş miktarı belli ise, günlük ya da haftalık ücret, kendisi de, işgücünün değeriyle ya da bunun fiyatıyla değeri arasındaki farkla birlikte değişen işin fiyatına bağlı olur. Diğer taraftan, işin fiyatı belli ise, günlük ya da haftalık ücret, günlük ya da haftalık iş miktarına bağlı olur." (Marks, agk, s. 567)

Marks tarafından açığa çıkartılan işin fiyatı ile bir işgücünün ortalama uzunluğu arasındaki bu bağlam veya ilişki, ücretin işin fiyatı olduğu ve işgücünün fiyatı olmadığı üzerine yanıltıcı görünümün nesnel nedenlerini açıklamaktadır.

-Söz konusu bu bağlam açısından kısa süreli çalışmanın anlamı; kısa süreli çalışmada kapitalist işçiyi, işgücünün değeri altında ücretlendirebilir. Çünkü işin fiyatı; işin fiyatının ölçü birimi olarak bir iş saatinin fiyatı değişmiyor. Ama günlük ve haftalık ücretin toplam tutarı değişiyor. Örnekleyelim; bir iş günü 8 saat, bir işgücünün değeri 60 TL. Bu durumda iş saatinin değeri 60/8=7.5 TL. İşçinin kısa süreli çalışmak zorunda kaldığını düşünelim. Yani günde 8 saat değil de 6 saat çalışsın. Bu durumda o, 1 iş saati=7.5 TL olduğuna göre 6 saatlik bir çalışma gününde 7.5x6=45TL alır. Veya bir haftada ortalama (normal) olarak 6 gün çalışan bir işçi, kısa süreli çalışmak zorunda kalınca, haftada 6 gün yerine 5 gün çalışırsa bu durumda 6x60=360 TL yerine 5x60= 300 TL alır.

Kısa süreli çalışma koşullarında işçiler, kendilerini; işgüçlerini yeniden üretecek durumda olamazlar. Kısa süreli çalışma döneminde de işçiler, artı değer üretirler. Hesap oldukça açık. Diyelim ki, bir işçi 8 saat çalışarak 60 TL değerinde üretim yapıyor. Bunun 4 saati zorunlu çalışma. 4 saati de artı çalışma olursa. 60 TL’nin, 30 TL’si kendisine kalırken 30 TL'yi de kapitalist, artı değer olarak alır. İşçinin aldığı bu 30 TL onun kendini; işgücünün yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu tüketim maddelerinin tutarına eşdeğerdir. Şayet işçi 8 saat yerine 6 saat çalışırsa, 7.5x6=45 TL üzerinden, zorunlu çalışmayı değersel olarak ifade eden 22.5 TL'yi (3 saatx7.5 TL= 22.5 TL) alır. Bu 30 TL'den 7.5 TL eksik (30-22.5=7.5 TL) bir miktardır. Yani işçi, işgücünü yeniden üretmesi için gerekli tüketim maddelerini alacak durumda değildir.

"Şayet, saat ücreti, kapitalisti günlük ya da haftalık ücreti ödemeye zorlayacak şekilde değil de, işçiyi keyfine göre seçtiği saatlerde çalıştırarak ücret ödeyecek şekilde saptanacak olursa, bu durumda kapitalist, işçiyi, saat ücretinin veya da iş ücretinin birim ölçüsünün hesaplanmasında esas olarak alınan zamandan daha kısa sürede çalıştırabilir. Bu birim;
işgücünün günlük değeri
----------------------------------------- oranı ile belirlendiği için, iş günü, belli saati kapsar
       belli saatlik iş günü

durumdan çıkar çıkmaz, bütün anlamını yitirir. Karşılığı ödenen ve ödenmeyen çalışma arasındaki ilişki yok olur. Kapitalist, şimdi, artık işçiye kendi varlığını sürdürmek için gerekli çalışma zamanını bırakmaksızın ondan (emekçiden, PD) belli bir miktarda artı değer sızdırabilir. Çalışmadaki bütün düzeni ortadan kaldırdığı gibi, kendi işine, keyfine ve o andaki çıkarına uygun geldiği şekilde, en korkunç aşırı çalışmayı, nispi ya da mutlak bir işsizlik izleyebilir. Kapitalist, 'işin normal fiyatını' ödediği bahanesi altında, işçiye karşılığında bir ödemede bulunmaksızın iş gününü anormal derecede uzatabilir.” (Marks. Agk, s. 568)

-Söz konusu bağlam açısından fazla mesainin anlamı:
Kapitalist koşullarda fazla mesai de -aynen kısa süreli çalışma gibi- işçiler için bir kamçıdır. Fazla mesainin, fazla mesai olarak ödenmemesi, işin normal fiyatı üzerinden ödenmesi durumunda artan işgücü harcaması yeniden üretilemez, iş günü saati uzadığı için işin fiyatı düşer, toplam ücret artmış olsa bile.
"Günlük ya da haftalık ücret artarken işin fiyatı nominal olarak aynı kalabilir ve hatta normal düzeyinin altına düşebilir. İşin, iş saati başına hesaplanan fiyatı aynı kalırken, iş gününün normal süresinin ötesinde uzatılması halinde daima bu durum ortaya çıkar. Şayet işgücünün günlük değeri/iş günü oranında, payda büyükse, pay daha da hızlı büyür. Aşınmaya ve yıpranmaya bağlı olarak işgücünün değeri, faaliyet süresiyle artar ve bu sürenin artışından daha hızlı bir oranda artar. Zamana göre ücretin genel kuralı olduğu ve ama çalışma zamanının yasalarla sınırlandırılmadığı birçok sanayi kolunda bu yüzden işgücünü ancak belli bir noktaya kadar, örneğin 10 saatin bitimine kadar normal saymak... alışkanlığı kendiliğinden oluşmuştur. Bu sınırın ötesindeki çalışma zamanı, fazla mesaidir ve ölçü birimi saat alınarak, çoğu zaman gülünç denecek derecede küçük olmakla birlikte, daha iyi bir ödeme (fazla ödeme) yapılır. Normal iş günü, burada, fiili iş gününün ancak bir kısmı gibidir ve bu fiili iş günü, bütün yıl boyunca normal iş gününden daha uzun sürer. İşgününün belli normal sınırları ötesinde uzatılmasıyla işin fiyatındaki artış, Britanya'da (bunu Türkiye diye de okuyabilirsiniz, bn.) çeşitli İngiliz sanayilerinde öyle bir şekil alır ki, normal denilen zamanlardaki düşük iş fiyatı, işçiyi, eğer yeterli bir ücret sağlamak niyetindeyse, daha iyi bir ücretin ödendiği fazla mesai sırasında çalışmaya devama zorlanır. İş gününün yasal sınırlandırılması bu tatlı duruma son verir." (Marks, agk, s. 568-570)

"İşin fiyatı belli ise, günlük ya da haftalık ücret, harcanan işin miktarına bağlıdır" yasasının sonucu şöyle oluyor:

"İşin fiyatı ne kadar düşük olursa, onun miktarının da o kadar büyük olması ya da işçinin sefil bir ortalama ücret sağlayabilmesi için iş gününün o kadar uzun olması gerekir. İşin fiyatının düşüklüğü, burada iş zamanının uzatılması için bir dürtü rolü oynar." (Marks, agk, s. 570)

Bunun tersi durumda çalışma zamanının uzatılması, iş fiyatının ve böylelikle de günlük veya haftalık ücretin de düşmesine neden olur.

                        işgücünün günlük değeri
İşin fiyatının--------------------------------------------orantısı ile belirlenmesi, eğer                                                             belli saatlik iş günü

telafi edici bir şey söz konusu değilse, salt iş gününün uzatılmasının işin fiyatını düşüreceğini gösterir. Ama uzun vadede, kapitaliste, iş gününü uzatma olanağını veren aynı koşullar, başlangıçta, işin fiyatını, artan saatlerin sayısının toplam fiyatını ve dolayısıyla, günlük ya da haftalık ücretleri düşürene kadar, nominal olarak düşürme olanağını da verirler ve sonunda bunu yapmak zorunda bırakırlar. Burada iki duruma işaret etmek yeterlidir: Şayet bir insan. 1.5 ya da 2 kişinin işini yaparsa, pazardaki işgücü arzı aynı kalmakla birlikle, iş arzı artar. Böylece, işçiler arasında yaratılan rekabet, kapitaliste, işin fiyatını düşürme olanağı sağladığı gibi, bu fiyat düşüşü, ona, ayrıca iş zamanını daha da uzatma olanağını vermiş olur. Ne var ki, çok geçmeden, karşılığı ödenmemiş bu anormal, yani toplumsal ortalama seviyesini aşan iş miktarı, kapitalistler arasında rekabet aracı olur." (Marks, agk, s. 571)

Parça Başı Ücret veya Akort

"Parça başı ücret, zamana göre ücretin değişikliğe uğramış biçiminden başka bir şey değildir. Tıpkı zamana göre ücretin, işgücünün değer ya da fiyatının değişikliğe uğramış şekli olması gibi.

İlk bakışta, parça başı ücrette, işçiden satın alman kullanım değeri, onun işgücünün, canlı işinin bir işlevi gibi değil de, üründe zaten gerçekleşmiş işi gibi görünür; ve gene bu işin fiyatı, zamana göre ücrette olduğu gibi, 
 
işgücünün günlük değeri
----------------------------------------- oranı ile değil de, üreticinin iş yapma yetkisiyle
belli saatlik işgücü

belirleniyormuş gibi görünür... Bu biçimlerden birisinin diğerine göre kapitalist üretimin gelişmesine daha uygun düşme olasılığına rağmen, ücretin ödenme biçimindeki farklılığın bunun özünde esas itibariyle herhangi bir değişiklik yapmadığı da açıktır." (Marks, agk, s. 574-575)

Parça başı ücrette esas olan, işçinin, belli bir zaman diliminde ürettiği meta miktarına göre ücretlendirilmesidir. Örneklersek: Bir işçi bir iş gününde 8 saat çalışsın ve 8 parça (meta) üretsin. Her bir parça (meta) başına 5 TL alırsa, bir iş gününde 8x5=40 TL almış olur. Şayet bu işçi bir iş gününde 8 parça değil de 12 parça üretirse 8x12= 96 TL veya da 5 parça üretirse 5x5=25 TL alır. Böylelikle onun günlük veya haftalık ücreti, ürettiği parça (meta) sayısına göre değişir. Bu durumda, ücret, işçinin çalışmasına (verimliliğine) göre değişmiş olur. Öyleyse parça başı (akort) ücretlendirmesinde çalışkan ve yetenekli işçi daha fazla kazanırken, yeteneksiz ve ağır çalışan bir işçi daha az kazanır. Kapitalist, işçiler arasındaki bu farkı, kendi çıkarı için kullanır ve parça başına ücretlendirmeyi, ortalama verime göre değil, en fazla verimli işçiye göre düzenler ve bütün işçileri, bu seviyeyi tutturmaya zorlar.

Parça başı veya akort ücretlendirmesinde ortaya yanılgılı bir durum çıkar: İşçinin, canlı işini kapitaliste satmadığı ve bütün iş süresinin ücretini almadığı, sadece üründe somutlaşmış işini (emeğini) sattığı gibi bir görünüm ortaya çıkar. Bu durumda, artı değerin üretimde değil de, dolaşımda, yani alım ve satımda oluştuğu kanısı uyanır. Öyle ya, işçi, üretimde somutlaşan işinin (emeğinin) karşılığını ücret olarak aldığına göre, kapitaliste hiçbir şeyin kalmaması gerekir.

Nasıl ki zamana göre ücret, işgücü değerinin dönüşmüş biçimiyse, parça başı ücret de zamana göre ücretin dönüşmüş biçimidir.

Gördüğünüz gibi, zamana göre ücrette işgücünün fiyatı, işin fiyatına dönüşüyor: İşçi, çalıştığı iş saati sayısına göre ücretlendiriliyor. Sadece çalıştığı iş saatine göre, bu 8, 10 veya 12 saat olabilir. Bu kadar saat kapitaliste çalışıyor ve zorunlu çalışma zamanına tekabül eden miktarda ücret alıyor.

Parça başına ücrette ise, işin fiyatı üründe somutlaşan işin (emeğin) fiyatına dönüşüyor.
"Parça başı ücret biçimi, aynen, zamana göre ücret biçimi gibi irrasyoneldir (akıl dışıdır, çn)... parça başı ücret aslında, belirli bir değer ilişkisi ifade etmez. Bundan dolayı da, bir parçanın değerinin, onda somutlaşan çalışma zamanı ile değil, tersine, işçinin harcadığı çalışma zamanının, ürettiği parça sayısı ile ölçülmesi söz konusudur. Çalışma, zamana göre ücrette doğrudan doğruya devam etiği süreyle, parça başı ücrette ise, belli bir zaman süresinde somutlaştığı ürün miktarıyla ölçülür. Çalışma zamanının fiyatı en sonunda şu denklemle belirlenir; bir günlük işin değeri=günlük işgücü değeri. Bundan dolayı, parça başı ücret, zamana göre ücret biçiminin sadece değişmiş bir şeklidir." (Marks, agk, s. 576)

Parça başı (akort) ücreti, işçinin, üründe somutlaşan işini değil, işgücünü sattığını, bu işgücünün iki bölümden -işçinin kendisi için olan ve kapitalist için (artı değer) olan bölümleri- oluştuğunu gizlemektedir.

Parça başı ücret, kapitalistlere bazı avantajlar sağlar.
-Bu durumda kapitalist, işçinin ürettiği kusursuz ürünleri alır, kusurlu olanları almaz, ücretini ödemez. Öyle ki, işçiyi, para cezasına bile çarptırır. Bu nedenlerden dolayı, işçi kendini kontrol etmek, en kaliteli metayı üretmek zorunda kalır.

-Bu durumda kapitalist için belli ölçüde bir iş yoğunluğu teminat altına alınmış olur; işçi, ücretini alabilmek için, çalışma normunu yerine getirmek zorunda kalır. Normu tutturduğu durumda işçi, en fazlasıyla, işgücünün değerini ücret olarak alır. Çalışma normu, işçinin verim yeteneğine göre değil, artı değere göre düzenlenir. Bu, işçiye, en fazla artı değeri ürettiren bir düzenlemedir.

-Bu durumda işçi, ücretinin sadece hizmetine bağlı olduğunu sanır. Bundan dolayı işçiler, daha fazla çalışmak için kendilerini zorlarlar ve rekabetle birbirlerini geçmeye çalışırlar. Öyle ki, bu rekabet sonucunda, yeni bir teknolojinin veya makinaların yenilenmesinin de yardımıyla, yeni bir çalışma normu tespit edilir. Şimdi, en iyi işçilerin normu, normal norm olmuştur. Böylelikle işgücünün değeri, değerinin altında tutulur ve aynen zamana göre ücrette olduğu gibi ayarlanır.

-Bu durumda kapitalistin eline, işçileri, bir grup işçi ve aracı vasıtasıyla baskı altına alma olanağı geçer.

"Bir yandan parça başı ücret, kapitalist ile ücretli işçi arasına asalakların girmesini, 'işin aracıyla kiralanmasını' kolaylaştırır. Bu aracıların kazancı, tümüyle, kapitalistin ödediği iş fiyatı ile, bunların, bu fiyatın işçiye ulaşmasına fiilen izin verdikleri kısmı arasındaki farktan ileri gelir... Diğer yandan parça başı ücret, kapitaliste bir işçi başıyla -manifaktürlerde grup başıyla, madenlerde kömürü çıkartanlarla, fabrikalarda makineyi fiilen çalıştıran işçiyle- bir sözleşme yapma olanağını sağlar; kararlaştırılan fiyat üzerinden, işçi başı, yardımcı işçileri bulmayı ve ücretlerini ödemeyi üzerine alır. İşçinin sermaye tarafından sömürülmesi, burada, işçinin işçi tarafından sömürülmesiyle uygulanır." (Marks, agk, s. 577)

-Bu durumda işin yoğunluğunun yükseltilmesi ve işgücünün, işçi tarafından uzatılması teşvik edilir.

-Bu durumda işçi sınıfının kapitalist sisteme karşı, mücadelesi, işçilerin dayanışması dumura uğrar. Çünkü parça başı (akort) ücretlendirmesi işçiler arasında rekabete birbirini alt etme ve "her koyun kendi bacağından asılır" anlayışını geliştirir.
"Parça başı ücret, ücretin, kapitalist üretim tarzına en uygun düşen biçimidir." (Marks, agk, s. 580)

Brüt, Net, Nominal ve Gerçek Ücret Tanımı

Brüt-net ücret:
İşçinin, ücret olarak hesabına geçirilen para miktarına brüt ücret denir. İşçi bu miktarın hepsini, brüt ücretin hepsini alamaz, vergi, sosyal sigorta vs. kesintilerinden sonra geriye kalan para miktarına net ücret denir. İşçi bu ücretle kendini ve ailesini geçindirmek zorundadır.

Nominal-gerçek ücret:
İşçinin, işgücünü satması karşılığında elde ettiği para miktarına nominal ücret denir. Gerçek ücret ise işçinin geçim araçlarında ifadesini bulan ücrettir.

Nominal ücret, işçinin gerçek ücret düzeyini de vermez. Bu düzeyi gerçek ücrette görürüz. Örneklersek, Türkiye'de toplam (kamu+özel) nominal ücret 1979'da 389.9 TL'den 1994'le tahmini olarak 278.186.5 TL'ye çıkarken, gerçek ücretler 389.9 TL'den 297.3 TL'ye düşmüştür. Nominal ücret bu dönem içinde 713 misli artarken, yani %71248 oranında, gerçek ücret yaklaşık %24 oranında düşmüştür. "Kapitalist üretimin genel eğilimi, ortalama ücret standardını yükseltmek değil, bilakis düşürmek yönündedir." (Marks, "Ücret, Fiyat ve Kar", Marks-Engels, Seçme Yazılar, C. 1, s. 420, Alm.)

Kar Oranı

Artı değer oranı, işçinin kapitalist tarafından sömürülme derecesini ifade eder. Kar oranı ise, işletmenin sahibi (kapitalist) açısından karlılık derecesini ifade eder.

Bu durumda, artı değer oranının formülü: (a= artı değer, d= değişken sermaye)
        a
a’=------ x 100’dür
       d

                                                a
Kar oranının formülü de k'= ----------- x 100 (s= sabit sermaye)
                                             s+d

Marks'ın ifadesiyle:
"Değişen sermaye ile ölçülen artı değer oranına, artı değer oranı denir. Toplam sermaye ile ölçülen artı değer oranına kar oranı denir. Bunlar, aynı miktarı ölçmek için iki farklı ölçüttür ve bu yüzden, aynı miktar ile temsil edilebilen farklı ilişkileri ifade edebilirler.
artı değerin kara dönüşmesi, artı değer oranının kar oranına dönüşmesinden çıkartılmalıdır, yoksa bunun tersi yapılmamalıdır. Gerçekten de, tarihsel çıkış noktası, kar oranıdır, artı değer ile artı değer oranı, nispeten araştırmayı gerektiren, gözle görülmeyen ve bilinmeyen özlerdir, oysa kar oranı ve bu nedenle de artı değerin kar biçimindeki görünüşü, bu görüngünün yüzeyinde kendilerini açığa vururlar." (K. Marks, Kapital C. III, s. 53, Alm.)

Kar oranı, her şeyden önce artı değer oranına bağlıdır. Yani aynı sair koşulların değişmemesi durumda artı değer oranı ne kadar yüksek olursa, kar oranı da o kadar yüksek olur, artı değer oranını yükselten bütün faktörler (iş gününün uzatılması, işin üretkenliğinin ve yoğunluğunun artırılması vs.) kar oranını da yükseltirler.

Kar oranı, sermayenin organik bileşimine de bağlıdır. Sermayenin bileşimi, değişmeyen ve değişen sermaye arasındaki oranı ifade eder. Sermayenin organik bileşimi ne kadar düşük olursa, değişken sermayenin (işçilere ödenen ücret) bu bileşimdeki payı da o kadar yüksek olur. Ve artı değer oranının aynı kaldığı durumda kar oranı da yüksek olur. Bunun tersi durumda ise; sermayenin organik bileşiminin yüksek olduğu durumda, kar oranı düşük olur.

Ayrıca, kar oranı, sermayenin dönüşüm hızına da bağlıdır. Sermayenin dönüşüm süresi ne kadar kısa olursa, yıllık kar oranı da o denli yüksek olur. (Yıllık kar oranı, bir yıl boyunca üretilmiş artı değerin yatırılmış toplam sermayeye oranıdır.) Bunun tersi durumda ise, yani sermayenin dönüşüm süresinin uzun olması durumunda, yıllık kar oranı da düşük olur.

Türkiye imalat sanayi toplamında, ayrıca özel sektörde ve devlet sektöründe 1950-1991 dönemindeki kar oranlarını kendi yöntemimize göre hesapladık. Ekteki tabloda da bu veriler var. Ama bu oranlar, belirttiğimiz nedenlerden dolayı düşük gözüküyorlar. Her halükarda ekteki veriler, yaptığımız hesaplamaların sonucudur. Bu bir denemedir. Bunu, sonuçların yanlış olacağını hesaba katarak deneme diye tanımlamıyoruz. Tersine, sonuçlar, veriler bazında doğrudur. Ama verilerin tam olmaması, eksik, sonucu tam götürmeyen özelliklerinin olması, elde ettiğimiz sonuçların bütün yönleriyle gözler önüne serilmesini engelliyor. Bu eksiklikten dolayı, hesaplamamızı deneme diye tanımladık. Buna rağmen, bu çalışma vasıtasıyla Marksist politik ekonominin bazı noktalarının; bazı teorilerinin, Türkiye somutunda uygulanması sonucunda elde edilen bulguların sınıf mücadelesinin bir kısım teorik-pratik sorununa ışık tutacağına inanıyoruz.

Hesaplama Tabloları:
Tablo A


























Tablo B



























Tablo C



























Proleter Doğrultu, Sayı 16, Mayıs-Haziran 1998.