deneme

1 Nisan 2004 Perşembe

SOSYAL BİR HAREKET OLARAK ATTAC


SOSYAL BİR HAREKET OLARAK ATTAC

Küreselleşme” herkese refah getirecektir sözünün kocaman bir yalan olduğu artık inkar edilemez olmuştur. Bu gelişmenin; emperyalist küreselleşmenin motoru, uluslararası tekellerdir, uluslararası mali pazarlardır. Dünya çapında işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, emperyalist küreselleşmenin bir kader olmadığını kavramaya, bu nedenle, gerçek içeriğinden farklı yorumlansa da "başka bir dünyanın olası” olduğuna inanmaya ve bu doğrultuda mücadele etmeye başlamışlardır.

Emperyalist küreselleşmeye karşı hareketin yükselişinde Attac’ın rolü büyüktür. Attac, Fransa’da doğdu. ’90’lı yılların ortasında dünya mali pazarlarındaki gelişmeler (Asya krizi vb.) nedeniyle Fransa’da yayımlanan aylık gazete "Le Monde Diplomatique” in şefi Ignacio Ramonet, dizginlerinden boşanmış mali spekülasyona son vermek için, Aralık 1997’de bir inisiyatif çağrısı yapar. Çağrının yankısı büyük olur ve kısa bir zaman sonra Attac (Association pour une Taxation des Transactions Financieres pour Aide aux Citoyens“Yurttaşlar İçin Tobin-Vergisi Eylemi” veya “Vatandaşların Lehine Mali Transaksiyonların Vergilendirilmesi İçin Birlik”) kurulur.

Attac’ın kuruluş toplantısı (3 Haziran 1998) köylüleri, işsizleri ve aydınları bir araya getirdi. 1987’de kurulan “bağımsız” köylü sendikası (“Confederation paysane”), İşsizler Hareketi (AC) ve aydın grubu “Raisons d’agir” ve başkaca çok sayıda örgütler, sendikalar, dernekler ve gazete redaksiyonları bir araya geldiler. Attac, eğitim derneklerinden, işsizler hareketine, köylü örgütlerine, sendikalardan Hükümet Dışı Örgütlere (NGO) kadar uzanan geniş yelpazede yer alan 70 örgütten oluşmaktadır, ama öncelikle o bireysel üyeliğe dayanmaktadır (1). Örgütsel yapı bakımından Attac, ulusal yönetimden ve çok sayıda yerel seksiyondan oluşmaktadır. Bu seksiyonlar oldukça bağımsız hareket edebilmekteler.

Farklı sınıflardan ve toplumsal tabakalardan insanları bir araya getirmek ve aynı paydada birleştirmek, sosyal bileşimi bakımından Attac’a özgü olan bir özelliktir. Bu ortak payda, sosyal hakların somut savunusudur. Attac, sosyal hakların somut, fiili savunusunu temel şiar yapmıştır. Ama söz konusu hakların nasıl kazanıldığını, bu hakların kazanılması için sayısız insanın yaşamlarını kaybetmelerini sadece belirtmiş ve ne türden örgütlenme ve mücadele ile savunmaya çalıştığı hakların elde edildiğine hiç kafa yormamıştır.

Attac, “Manifesto 2002’de ne olduğunu ve ne olmadığını bizzat açıklıyor:

-Attac, bir parti değil, “başka bir dünya olasıdır” anlayışı doğrultusunda mücadele eden bir sosyal harekettir. Böylece Attac, hiçbir sorumlusunun seçimlerde aday olmayacağını, seçime katılan partilerin adaylarını desteklemeyeceğini, ama seçim döneminde “demokratik motor rolü”nü oynayacağını açıklamış oluyor.

-Attac, “bir çeyrek yüzyıllık neoliberal beyin yıkamadan sonra siyasi düşünmeyi yeniden özgür geliştirmek için çalışmak” istiyor.

-Attac, “dünyayı değiştirenin düşünceler” olduğuna inanıyor.

-Attac, herkesi “pazarların diktatörlüğünden kurtarmak” istiyor. “Bu nedenle Attac, mali spekülasyonun vergilendirilmesi için, özellikle döviz ticaretinde Tobin-Vergisi için, vergi vadilerinin ve offshore banka merkezlerinin kaldırılması için mücadele ediyor”.

-“Attac, gelişen ülkelerin borçlarının silinmesi için mücadele ediyor”.

-Attac, Fransız devletinin DTÖ, DB, IMF, OECD, BM gibi kurumlarda seçmenlerin çıkarları doğrultusunda etkili olmasını talep ediyor.

-Attac, AB politikasının güçlü bir parlamenter kontrol altına alınmasını talep ediyor (2).

Adaletli, dayanışmalı” bir dünya isteyen Attac, uluslararası faaliyeti esas alıyor. Bu nedenle de “strateji ve eylemlerini daha baştan itibaren uluslararası alanda” gerçekleştirmeyi hedefliyor. “Bu nedenle de,. sadece Fransa değil, dünyaya açılmadan önce, bir Avrupa Tobin Alanı için” mücadele ediyor (3).

-Attac, uluslararası sermaye, meta ve hizmet pazarlarının düzenlenmesi ve demokratik kontrolü için mücadeleyi esas görevi olarak görüyor.

-Attac, liberal bir Avrupa karşısında sosyal bir Avrupa’yı savunuyor.

Attac, “8 Tez”inde de kendisini tanımlar. Bu tezlerden Attac’ın nasıl bir sosyal hareket olduğunu anlıyoruz (4).

Attac, ekonominin insanlara hizmet etmesi gerektiği anlayışındadır. Ama bunun; üretim insanlar içindir, toplumsal refah içindir anlayışının nasıl gerçekleştirileceği konusunda Attac, hayaller yaymaktadır; üretim ile üretim ilişkileri/mülkiyet ilişkileri arasındaki bağı görmemeye özen göstermektedir.

Attac, politikanın, adalete, demokrasiye ve ekolojik gelişmeye göre biçimlenmesi gerektiğini ve ancak böylece, kapitalist ekonominin neden olduğu toplumsal eşitsizliğin ortadan kaldırılabileceğini savunmaktadır. Ama Attac, politika ile ekonomi, ekonomi ile adalet veya daha genel ifade edersek; politika ile iktidar/sınıflar arasında bağ kurmaktan kaçınmakta ve devletin, tekellerin politikalarını/çıkarlarını uygulayan mekanizma olduğunu gözlerden gizlemeye çalışmaktadır.

Bu nedenle veya bu amacına ulaşmak için Attac, “pazarların zincirlerinden boşanmış güçlerine karşı“, toplumsal bir ittifak ile karşı çıkmak istemektedir. Kurulması gereken veya kurulmuş haliyle toplumsal ittifakın nihai amacı, “pazarların zincirlerinden boşanmış güçlerini“ tasfiye etmek; etkisizleştirmek değil, sadece ve sadece frenlemektir. Böylece Attac, “pazarların zincirlerinden boşanmış güçlerinin“ sömürüsü yerine pazarların zincirlerinden boşanmamış güçlerinin sömürüsünü tercih ettiğini açıklamaktadır.

Attac, emperyalist burjuvazinin; neoliberalizm savunucularının "küreselleşme alternatifsizdir” anlayışlarına karşı çıkmakta ve alternatifin olduğunu savunmaktadır. Bu alternatif de, nasıl gerçekleştirileceği belli olmayan "başka bir dünya olasıdır“ söyleminden ibarettir.

Attac, “yeni bir politikaya ihtiyacımız var” anlayışında ve bu yeni politika ile neyin kastedildiğini de şöyle açıklıyor: “Bunun için iktisadi ve toplumsal-politik alternatifler vardı ve var. Ekolojik ve dayanışmacı bir dünya ekonomisi düzeni için mücadele ediyoruz. Bu ekonomide daha ziyade eşit uluslararası işbirliği söz konusudur...Bütün insanlar için demokrasinin garanti edildiği ve kültürel çeşitliliğin devam ettiği bir dünya istiyoruz” (5).

Attac, tespit ettiği bu hedeflerinin gerçekleştirilebilmesi için uluslararası faal olan güçlü bir toplumsal hareketin kaçınılmaz olduğu anlayışındadır ve kendisini de bu hareketin bir parçası olarak görmektedir.

Attac, görünüşte parlamento dışı hareketin bir parçası olarak toplumun kapsamlı demokratikleştirilmesi için katkıda bulunmayı amaçlıyor.

Attac, zenginliğin adaletli bölüşüldüğü bir dünya ekonomik düzeni için mücadele ediyor. Ama zenginlik ile mülkiyetin sınıfsal karakteri arısında, üretim ilişkileriyle; bu ilişkilerde kutup olarak yer alan sınıfların konumuyla toplumsal ürüne el koyuş arasında bağ kurmuyor.

Attac, barış ve savaş karşıtı hareketin bir bileşeni olduğunu savunuyor ve adaletli bir dünyanın barış olmaksızın olanaklı olmadığını savunuyor. Attac’ın savaşa, zor kullanmaya karşı tavrı, pasifisttir. Attac, Irak’a karşı savaş döneminde de görüldüğü gibi, emperyalist savaş konusunda ABD karşısında AB yanlısı bir tavır sergilemiştir.

Attac, kısa zamanda dünyanın birçok ülkesine yayıldı. 2002 yılı sonu itibariyle Attac 45 ülkede örgütlüdür ve 80 000 üyesi vardır (6). Fransa’da, Almanya’da bir çok senatörün, milletvekilinin, sosyal demokrasinin önde gelen Lafontaine gibi liderlerinin (Almanya) üye olduğu bu toplumsal hareketin bütün talepleri, “sosyal devlet”i kurtarmak için öne sürülmüş taleplerdir. Attac, insanlığı, sömürüyle, baskıyla, evet emperyalist talanla barıştırmanın çabası içindedir.

Attac, Amerikan emperyalizminin, Amerikan “küreselleşme” anlayışının karşısına Avrupa emperyalizmini (AB-emperyalizmini); Avrupai “küreselleşme” anlayışını koymakta ve bu nedenle de Amerikan emperyalizmine karşı Avrupa, özünde de AB emperyalizmini ve “küreselleşme”sini savunur konumdadır.

Le Monde diplomatique’in Aralık 1997 sayısında Ignacio Ramonet, çok ateşli bir şekilde “pazarlar silahsızlandırılmalı”, “mali pazarlar silahsızlandırılmak”, “dayanışma vergisi” uygulanmaya konmalı şiarlarıyla start vermişti. Yani “yeni bir dünya olasıdır”ın gerçekleştirilmesine Tobin-Vergisi ile başlanması öngörülmekteydi. Ignacio Ramonet, “21. Yüzyılda dünyanın nihai olarak, haydutların söz sahibi olduğu bir balta girmemiş ormana dönüştürülmesi engellenmek isteniyorsa, mali pazarların silahsızlandırılması ilk yurttaşlık görevidir” diye yazıyordu (7).

Mali pazarları silahsızlandıracak derecede güçlü sanılan, Tobin-Vergisi’nin ne anlama gelmektedir?

Küreselleşme” ve sonuçlarıyla ilgili tartışmalar “çerçevesinde James Tobin’in 1972’den kalma önerisi giderek sempati toplamaya başladı. Nobel ödülü sahibi (J. Tobin), döviz transaksiyonlarının cüzi bir vergiye tabi tutulmasını öneriyordu. Tobin’e göre, kısa vadeli yatırımlar mali pazarlar üzerinde istikrar bozucu etkide bulunuyorlardı ve orada süreklilik arz eden kur dalgalanmalarına neden oluyorlardı. Her borsa gününde mali merkezler arasında gidip gelen 1,5 trilyon doların yüzde 80’i iki aydan daha az, hatta sadece 2 saatlik kısa vadeli yatırımlardır” (8).

Bu verginin dünya çapında uygulanması sonucunda “yuvarlak olarak 90 milyon dolar elde edilecek”. Ve bu, “bütün sanayi ülkelerinin gelişme yardımının iki misli olan bu miktar, bazı iklim politikası, sosyal amaçlar veya gelişme politikası gibi anlamlı girişimlerde” (9). kullanılabilirmiş!

Mali pazarlarda büyük kumar oynayanların vergilendirilmesine karşı değiliz. Ama bu vergilendirmeyle de aynı pazarların silahsızlandırılacağına, sermayenin dizginleneceğine inanacak kadar saf da değiliz. Bu talep, hayalci olduğu kadar gericidir de. Neden?

Bu vergiyle mali pazarlarda spekülasyonun önü alınamayacaktır. Bunun böyle olduğunu bizzat Attac açıklıyor. “Tobin-Vergisi, dünya ekonomisi üzerinde mekanizmayı durdurmadan mekanizma içinde kum etkisi yapar. Dövizleri vergilendirmek, her amaç için kullanılan silah değildir. Yüzde 10, 20 veya Asya krizinde olduğu gibi yüzde 40 ila yüzde 60 karın elde edileceği spekülatif saldırılar engellenemez” (10).

Böylece Attac, Tobin-Vergisi’nin spekülatif saldırılara karşı bir çare olmadığını ve “sadece ‘normal’ sıradan spekülasyona karşı” (11) bir çare olabileceğini kabul ediyor.

Böyle bir vergi anlayışını temel talep olarak öne sürmek değer mi! Değer! Değer, çünkü Almanya ve Fransa’da bu vergilendirmeyi doğru bulan reformist kesimler var. Bu nedenden dolayı olsa gerek birçok burjuva, sosyal demokrat politikacı Attac’cıdır.

Bu vergi, mali pazarlardaki aktörleri ve uluslararası tekelleri etkilemez. Çünkü tekeller ve mali pazarlardaki aktörler bu vergi miktarını fiyatlara bindirirler (tekel fiyatı). Bu vergi, ancak, tekelci olmayan sermaye kesimini etkileyebilir.

Spekülatif sermaye, aşırı birikimin doğrudan sonucudur. Maddi değerlerin üretimine yatırıldığında beklenen azami karı getirmeyecektir. Aksi taktirde başka yatırım alanı aramasına gerek kalmazdı. Azami kar peşinde olan bu sermayeyi Tobin-Vergisi de etkileyemez.

Çünkü;
Sermaye, kar olmadığı zaman ya da az kar edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kar olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kar ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır; yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insansal yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kar ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kar getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular” (12).

Attac, bu vergi silahıyla, azami kar için her türlü cinayeti işleyen tekelci sermayeyi frenleyebilir mi? Frenleyemez. Sermayenin azami kar için yeni yatırım alanı araması ve azami kar için barbarlığı da göze alması, kapitalist üretim biçiminin temel yasadıklarından birisidir. Bu yasallığın maddi temelinin ortadan kalkması, kapitalizmi yok etmekle eş anlamlıdır. Attac, Tobin-Vergi ile tekelci sermayeyi yeniden maddi değerlerin üretime yöneltmeye çalışıyor. Ama sermaye, tercihe göre değil, nesnel yasalarına göre hareket ediyor. Dolayısıyla Attac’ı dinlemiyor.

Ayrıca, mali şirketlerin faaliyetlerini, bu verginin olmadığı yerlere eş zamanlı kaydırmamaları durumunda, bu verginin hiçbir ülkede uygulamaya konmayacağı tespitini bizzat Attac da yapıyor. Ama esas sorun bu değil. Esas sorun, kapitalizm gerçekliğinde bu vergiyi uygulamaya kimin koyacağı sorunudur. BM mi? Attac’ın zorlamasıyla veya talepleriyle harekete geçecek herhangi bir devlet mi? Bütün umutsuzluğuna rağmen Attac, ABD, Japonya ve AB’yi bu vergiyi uygulamaya koymaları için harekete geçirmeye çalışıyor. Bunun sonucu, en fazlasıyla, G-7’lerden oluşan bir "Tobin-Vergisi Alanı“ olabilir. Ama bu emperyalist ülkelerin hiçbirisi bu vergiyi uygulamaya ne niyetliler ne de güçleri yeter.
Attac, kapitalizmin/emperyalizmin dizginlenebileceği, yasalarla uygarlaştırılabileceği, reforme edilebileceği vb. hayaller yaymaktadır.

Attac, kendisini, “pazarların zincirlerinde boşanmış güçlerine karşı geniş toplumsal ittifak” olarak tanımlıyor. Ama günlük yaşadığımız kapitalizm üzerine; rekabet, ücret, yabancılaşma, barbarlaştırma, baskılar, işsizlik vb. üzerine hiç bir şey söylemiyor. Uluslararası protesto hareketinin birçok bileşeni gibi Attac da, “ekonomi, sömürü, spekülasyon, işten çıkartmalar ve (ekonominin) ağırlık merkezini yurt dışına kaydırma ile mutlaka elele gitmek” zorunda değildir anlayışında.

Attac, “demokrasinin uluslararası mali dünya lehine kaybettiği alanları, yatırımcıların haklan adına kaybedilen ulusal hükümranlığı geri elde etme, dünya çapında demokratik bir alan yaratma” taleplerini yükseltiyor. Attac, burjuva demokrasisini nihai hedef olarak gördüğü için, bu demokrasinin “yeniden” uygulanmasını sağlamak için mücadele ediyor. Attac’a göre “demokrasi”, uluslararası mali dünyaya, tekellere, uluslararası mali pazar aktörlerine yenilmiştir. Bu gerçeklik göz önünde tutularak yapılması gereken, “demokrasi”yi yenen bu güçlerin geri püskürtülmeleridir, yani “sosyal devlet” anlayışına geri dönülmesidir. Böylece devlet, “sosyal devlet” olarak ne kadar etkili ise yeniden o kadar etkili olacaktır. Çünkü uluslararası yatırımcıların lehine kaybettiği “ulusal hükümranlığa” yeniden kavuşacaktır.

Bu anlayışıyla Attac, uluslararası tekellerin, mali sermayenin vb. insafa gelecekleri ve “yanlış” yoldan geri dönebilecekleri hayalini yayıyor. Bu hayale kendisi de pek inanmadığı için olsa gerek, öncelikle "sivil toplumu“, yani mevcut haliyle aydınlan ve NGO’lan bu doğrultuda harekete geçirmeye çalışıyor; "sivil toplum“ kuruluşları, bankaları, mali tekelleri, hükümetleri, Attac’ın demokrasiye geri dönme, “sosyal devlet”e geri dönme talepleri doğrultusunda etkilemeliler.

Attac’ın reform perspektifi, kapitalizme karşı değil, kapitalizmin, “sosyal devlet” anlayışıyla uyuşmayan yönlerine, örneğin neoliberal saldırılarına karşı mücadeleden öteye geçmemektedir. Burada söz konusu olan, sonuçlarla, sistemin bir kısım neoliberal görüngüleriyle uğraşmaktır. Esas olan, kapitalist sistemin özünü, temel özelliklerini; bir bütün olarak kapitalist sistemin kendisini sorgulamaktır. Attac’ın yapmadığı da budur. Attac’ın, kapitalizmin/emperyalizmin politik ekonomisini analiz eden, bu ekonomiyi sıkı bir eleştiriye tabi tutan hiçbir araştırmasının olmaması tesadüfi değildir. Münferit görüngülerle, neoliberal saldırılan, emperyalist küreselleşmeyi ifade eden gelişmelerle yetinilmektedir.

Attac’ın öne sürdüğü ve önemli olanlarını yukarıya aktardığımız taleplerine baktığımızda şunu anlıyoruz: Bu sorunlar ortadan kalkarsa, Attac’ın talepleri gerçekleştirilirse, bu düzen, yaşanılabilinir bir düzen olur. Yani Attac, aslında kapitalizmin öyle hiç de yaşanılamaz olduğunu savunmuyor. Yönlendirilebilen, reforme edilmiş kapitalizm, ideal bir toplum düzenidir diyor ve bu toplum düzeninin gerçeklik olması için mücadele ediyor.

Attac, koşulların reforme edilmesini talep ediyor, yani sosyal, demokratik bir kapitalizmi talep ediyor. Bu kapitalizmde de sömürünün, baskının, talanın, işsizliğin olması onu pek ilgilendirmiyor, çünkü bu olguların “demokratik”, “sosyal” bir kapitalizmde “normal” olduğunu kabul ediyor.

Böylece Attac, emperyalizmin ekonomisini politikasında ayırıyor ve politikayı bir tercih sorununa indirgiyor (13).

Attac, bu doğruyu kavramıyor. Ve bunu kavramadığı için de emperyalizmin reforme edilebileceği, ekonomisinin politikasından ayrı olarak ele alınabileceği hayalini yayıyor.

Kim kime karşı —sınıfların konumu veya öne sürülen taleplerin gerçekleştirilmesi için güçlerin sınıfsal yapısı sorununda Attac susuyor. Bu konuda herhangi bir açıklaması yok, ama pratiği ve bazı ilkesel anlayışları bu konudaki düşüncesini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Attac, Mevlana tarzında, herkesi mücadeleye çağırıyor. Ama dünya görüşünde çoğulculuktan, Attac’ta örgütlenenlerin Hristiyan veya başka dini motiflere sahip olabileceklerinden, ateist, hümanist, Marksist olabileceklerinden veya başka filozoflara bağlı olabileceklerinden bahsetmesi, Attac’ın, bağlayıcı, dünya görüşü, dini veya ideolojik tabanı yoktur demesi, tam bir lalettayinlikten değil, ırkçılığa, antisemitizme, yabancı düşmanlığına, şovenizme ve bunlara akraba ideolojilere yer vermeme anlayışı Attac’ın sosyal bileşimi ve hangi güçlere dayanarak taleplerini gerçekleştirmeye çalıştığı konusunda yeterli bilgi vermektedir.

Attac, medya üzerinden siyasal aydınlatma ile, protestolarla, takvimsel ve sembolik eylemlerle (antiküresel eylemler) kapitalist düzenin belirleyici kurumları ve yürütücüleri üzerinde baskı uygulamayı ve onları rota değiştirmeye zorlamayı esas almaktadır. Ve bu mücadeleye mümkün olan bütün güçleri katmaya çalışmaktadır. Attac açısından toplumsal güçlerin sınıfsal ayrımının önemi hiç yoktur. Dolayısıyla taleplerinin de sınıfsal çıkarlar açısından ele alınmasına hiçbir anlam vermemektedir.

Emperyalist küreselleşmeyle bağlam içinde Attac, DTÖ, DB, IMF gibi kuramların reforme edilebileceği ve böylece talancı rotalarından döndürülebilecekleri anlayışını savunmaktadır. Attac, bu kuramların Amerikan emperyalizminin ve dünya kapitalizminin hizmetinde olan, emperyalist küreselleşmenin, neoliberal taleplerin uygulayıcısı kurumlar olduğunu bilmek istemiyor.

Attac, “küreselleşmeye” karşı mücadeleyi neredeyse sadece “yoksulluğa karşı mücadele”den ibaret görüyor. Attac, “Kuzey-Güney” kavramını, yani zengin ülkelerle-fakir ülkeler, diğer bir ifadeyle emperyalist ülkelerle, emperyalizme bağımlı, yeni sömürge ülkeler arasındaki ilişkileri çarpıtarak ele almaktadır. Böylece Attac, Almanya eski başbakanlarından W. Brandt’ın inisiyatifiyle oluşturulan emperyalist ülkelerle bağımlı ülkeleri uzlaştırma politikasını savunmaktadır. Bu anlayışa göre, görüşmelerle belli bir uzlaşama sağlanabilir ve bağımlı ülkelerin emperyalist ülkeler, tekelci sermaye tarafından talanı belli “demokrasi” kalıpları içinde kurumlaştırılarak devam ettirilebilir.

Bu hareket, bir bütün olarak kapitalist sistemi değil, tersine onun önplana çıkmış birtakım görüngülerini eleştiriyor. Attac’a göre, sanki sömürü ve talan, sadece “Üçüncü Dünya” ülkelerinde var. Emperyalist ülkelerdeki sömürü ve baskı Attac’ı pek ilgilendirmiyor. Böylece bu hareket, dünyanın sömürenler ve sömürülenler olarak iki kutba bölünmüşlüğünü, “Kuzey-Güney Çelişkisi”ne, yani bilinen sosyal demokrat, sınıflar üstü anlayışa indirgiyor.
Bunun ötesinde Attac, “yoksulluğa karşı mücadele”den bahsederken, yoksulluğun nedenine karşı mücadele etmiyor, sadece sonuçlarla uğraşıyor. Bu anlamda Attac, “normal” kapitalizm koşullarında yoksulluğu, işsizliği, baskıyı kabulleniyor.

Yığınları harekete geçirmede Attac’ın yeri de tartışmalıdır. Medya, Attac’ı, “antiküresel harekelin belirleyici gücü olarak tanımlamaktadır. Bunun gerçekle hiçbir ilişkisi yok. Attac, söz konusu uluslararası protesto hareketi içinde yer alan sosyal hareketlerden sadece birisidir. Uluslararası hareketin bileşenleri arasında en “sağ” kesimde yer almaktadır. Bunun böyle olduğunu onun taleplerinin içeriği de göstermektedir.

Attac, mücadelede zorun rolünü yadsımakta, zor kullanmayı reddetmektedir. Çünkü Attac, devletle çatışmayı değil, anlaşmayı esas almaktadır. Attac’ın başkan yardımcılarından birisi olan Susan George, Porto Alegre’de yaptığı bir konuşmada siyasi konumunu şöyle dile getiriyor: “İtiraf etmekle üzgünüm. 21. yüzyılın başında ‘kapitalizmi yıkmanın’ ne anlama geldiği üzerine hiçbir fikrim yok. Belki de filozof Paul Virilio’nun dediği gibi ‘küresel bir kaza’ yaşayacağız. Tabii bu gerçekleşirse, ona mutlaka ki devasa bir acı eşlik edecek. Bütün mali pazarlar ve borsalar bir anda çökerlerse, milyonlarca insan sokağa atılır, büyük ve küçük firmalar iflas ederler, bankaların kapanması, hükümetlerin felaketleri engelleme yeteneğini geride bırakır, güvensizlik ve polisiye olaylar yaygınlaşır ve herkesin herkese karşı mücadele ettiği Hobbes’in savaşın cehenneminde buluşuruz... İstiyorsanız beni reformist olarak tanımlayabilirsiniz. Ama böyle bir gelecekten kaçınmak istiyorum. Önceden programlanmış neoliberal gelecekten de kaçınmak istiyorum. Analizim doğruysa, söz konusu olan, karşıtın programını durdurmaktır, şimdiki, vahşi kapitalist sistemin yerini kooperatif bir sistemin alması için tedbirler almaktır; bu sistemde pazarlar, olması gereken yerde olacaktır ve onların yasası bütün topluma dayanmayacaktır”.

Medyada yansıtılmaya çalışıldığının aksine Attac, uluslararası protesto hareketinin örgütlenmesinde de her zaman kendisinden beklenilen çabayı göstermemektedir. Duruma göre hareket etmektedir. Örneğin DTÖ’nün, DB’nın, IMF’nin; bir bütün olarak daha ziyade Amerikan emperyalizminin protestosu söz konusu olunca Attac, yığınları seferber etmede nispeten aktif davranmaktadır. Ama sorun AB’nin protestosu olduğunda Attac, inisiyatifsiz kalmayı yeğlemektedir. Örneğin AB zirvelerinin hiçbirinde (Kopenhag, Selanik) Attac, aktif bir rol oynamamıştır.

Attac için önemli olan, en geniş yığınları seferber etmek değildir. Tam tersine seferber edilmiş yığınları; o görkemli uluslararası protestoları kendi taleplerinin gerçekleştirilmesi için manevra aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır. Bu anlamda Attac, yığınların seferber edilmesi için aktif çaba harcamamakta, en geniş yığınların seferber edilmesi önünde engel olmaktadır. Bunun sayısız örnekleri vardır. Kopenhag’daki, Selanik’teki AB zirvelerinde böyle olmuştur, keza Almanya’da 1 Kasım yürüyüşünün kitlesel olmaması için son ana kadar direnmiştir. Attac’ın en geniş yığınların seferber edilmesindeki bu objektif sınırlayıcı, frenleyici rolü, onu burjuva medyada popüler ve enteresan yapmaktadır. Çünkü emperyalist burjuvazi, uluslararası protesto hareketinin gelişmesini engelleyemedi, bu hareketi “anarşinin” bir ifadesi olarak topluma kabul ettiremedi, hareketi yok sayamadı. Bu durumda yapılması gereken, hareketi kontrol altına alabilmektir. İşte tam da burada Attac, üstüne düşen görevi yerine getirmektedir. Emperyalist burjuvazi, Attac’ın yığınları seferber etmekteki frenleyici, hareketin radikalleşmesinde engelleyici rolünden yararlanmakta ve böylece bu hareketi kontrol altına alacağını sanmaktadır.

Attac, “dünyayı değiştirenin düşünceler” olduğundan bahsediyor, ama hangi düşüncelerin dünyayı değiştireceği konusunda susuyor. “8 Tez”inde de açıkladığı gibi “Attac’ın, bağlayıcı, dünya görüşü, dini veya ideolojik taba yoktur. Ve böyle bir şeye ihtiyaç da yoktur. Çeşitlilik, bir güçtür”. Böylece Attac, açıkça tanımlamasa da nerede durduğunu açıklamış oluyor. Sağcı ekonomist Thomas L. Friedman ile bir tartışmada Fransa Attac başkanı I. Ramonet, Attac’ın, bu konudaki anlayışını ve gelişen memnuniyetsizlik karşısında supap rolünü şöyle açıklıyor:

Temel ihtiyaçlarını gidermek için dünya çapında milyonlarca insan, şüphesiz ki, barikatlar oluşturmaya, zora baş vurmaya hazırlar. Böyle bir çözüm beni üzmektedir. Eğer akıllı olursak, bu durma gelinmez. Dünya zenginliğinin cüzi bir kısmını neden ‘dünyanın lanetlilerine’ vermeyelim?.... Ne yapabiliriz? Ayaklanmaktan ve zora başvurmaktan insanlığın yansını nasıl alı koruz?” Demek ki Attac’ın sorunu, dünyayı değiştirecek düşüncenin maddi güce dönüşmesini engellemektir. Attac, “dünyayı değiştirecek düşüncelerin” maddi güce dönüşmesi; örgütlenmesi ve harekete geçmesi önünde bir engeldir.

Attac, “liberal bir Avrupa karşısında sosyal bir Avrupa”yı savunmaktadır. Onun bu anlayışını “başka bir Avrupa, başka bir dünya olasıdır” anlayışıyla birleştirebiliriz. Her halükarda ortaya çıkan, “sosyal devlet”in hakimiyetinin söz konusu olduğu, emperyalist küreselleşmenin “demokratik” yapıya büründürüldüğü, “demokratik” emperyalist sistemin gerçekleştirilebileceği bir Avrupa ve dünyadır.

Attac’ın bu anlayışta olmasında şaşılacak bir yan da yoktur. Onun politikasını belirleyen önderliğin sınıfsal karakteri yeteri kadar açıklayıcı olmaktadır. Attac’ın kurucuları, inisiyatifçileri, önderleri, istisnasız küçük burjuva ve “orta tabakadan gelmekteler; Gazeteciler, NGO görevlileri, siyasi görevliler vs. vs.

Attac’ta, yazılı olmayan kural geçerlidir: belli bir önderlik grubu politikayı oluşturur ve bu politika yaşama geçirilmeye çalışılır. Bunun nasıl bir politika olduğunu da yukarıda söz konusu edilen talepler göstermektedir.
Bu önderler, Marks’ın dediği gibi, bir bakıma “muhafazakarlara karşı devrimci, devrimcilere karşı, karşı devrimci” dirler.

Sonuç itibariyle:
Attac’ın programı, reformist hayaller yaymaktadır. Attac’ın programı, sınıf mücadelesinin gelişmesini engelleme programıdır. Kendi ifadesiyle Attac, bir parti değildir, o en fazlasıyla antiküreselcilerin bir örgütüdür. Ve bu örgüt, demokratik bir dünya istiyor. Bu dünyanın da ancak ve ancak kapitalizmin reforme edilmesiyle kurulacağının propagandasını yapıyor.

Attac, emperyalist devleti, reforme ederek onu geniş yığınlar nezdinde güvenilir, sığınılması, korunması gereken bir kurum olarak göstermeye çalışıyor. Attac’ın tarihi misyonu budur.

Attac’a göre neoliberalizmin alternatifi “sosyal devlet”tir.

Attac’ın öne sürdüğü bir kısım reform talepleri şüphesiz ki reddedilemez. Bu talepleri desteklemek gerekir. Bunun ötesinde Attac içinde çalışmak gerekir. Bir çok ülkede Attac, geniş emekçi yığınların neredeyse umudu durumuna getirilmiştir. Bunun böyle olmasında burjuva, emperyalist medyanın da rolü önemlidir. Bu rol, bilinçli olarak oynanmaktadır. Böylece geniş yığınlar, alternatif adına alternatifsizliğe sürüklenmekteler. Bu gelişmenin önünü almak, bu örgütlere umutla bakan yığınlara gerçek alternatifin sosyalizm olduğunu gösterebilmek için bu örgütlenmeler içinde yer almak gerekir. Bu kuruluş, aynı zamanda bir “düşünce üretme fabrikası”dır. Onun bu özelliğini değerlendirmek gerekir. Bunun ötesinde onun araçları üzerinden hitap ettiği kitleye hitap olanaklarını değerlendirmek gerekir. Attac içinde her türden akım ve düşünce “cirit atmaktadır”.

Attac’ın şimdiye kadarki en önemli projesi, DSF’nin oluşturulmasında aktif faaliyet sürdürmesidir.

Attac, gelecek vaat etmeyen bir oluşumdur. Daha şimdiden bu oluşum içinde çatlak sesler çıkmaya başlamıştır. Örneğin Fransız troçkistlerinin Avrupa çapında ayrı örgütlenme çabaları Attac’tan güç ayrılması anlamına gelmektedir. Bunun ötesinde Almanya Attac içinde AB seçimlerine katılma doğrultusunda sesler çıkmaktadır.

Attac’ın geleceği şimdiki “Yeşiller”in gelmiş olduğu yerdir. Almanya’da ağırlıkta çevre, silahsızlanma ve barış hareketi ekseninde gelişen “Yeşiller” hareketinin emilmesi, düzene hizmet eder bir hale getirilmesi için Alman tekelci burjuvazisinin muhafazakar, CDU/CSU’da örgütlenmiş olan kesimi, SPD’nin, “Yeşiller” hareketini emme, kendine çekme göreviyle karşı karşıya olduğunu dile getirmişti. Şimdi bu görev, SPD’den ziyade “Yeşiller” partisine düşeceğe benzemektedir. Attac’ın önümüzdeki süreçte partileşip, partileşmeyeceği pek önemli değil. Her halükarda Attac, aynen “Yeşiller” hareketinde olduğu gibi, gelişmesinin belli bir aşamasında, kendisine sınıfsal, ideolojik ve örgütsel bir çerçeve çizmek zorunda kalacak, siyasi arenada kimin adına konuştuğunu anlaşılır bir biçimde açıklamak zorunda kalacaktır. Hem düzenle olan ilişkileri ve hem de toplumun her kesimine hitap edilemeyeceği gerçeği Attac’ı böyle bir adım atmaya zorlayacaktır. Bu adım kaçınılmazdır. Attac, örneğin Almanya’da olduğu gibi, hükümet ortağı olacak kadar gelişir mi, bunu bilmiyoruz, ama her halükarda, SPD ve “Yeşiller”in “sol” kesiminde yer alan reformistlerin ve pasifistlerin siyasal söylemleri bazında kurumlaşmaktadır.

Alıntı ve Dipnotlar
1) Almanya'da da Attac, sendikalardan, dini kuruluşlara kadar uzanan geniş bir yelpazede yer alan “toplumsal bir ittifakı” ifade ediyor ve 160'dan fazla yerel gruptan oluşmaktadır.

2) Bu ifadeler için bkz.: Ruth Jung; “Attac: Sand im Getriebe”, s. 91-98, 2002.

3) Agk., s. 115.

4)[1] Dünya Görüşünde Çoğulculuk:
Attac'ta örgütlenenler Hıristiyan veya başka dini motiflere sahip olabilirler. Ateist, hümanist, Marksist olabilirler veya başka filozoflara bağlı olabilirler. Attac'ın, bağlayıcı dünya görüşü, dini veya ideolojik tabanı yoktur. Ve böyle bir şeye ihtiyaç da yoktur. Çeşitlilik, bir güçtür.
Bu, tabii ki tam bir lalettayinlik değildir. Irkçılığa, antisemitizme, yabancı düşmanlığına, şovenizme ve bunlara akraba ideolojilere yer yok.
Attac'ın temel oydaşması şudur:
-Attac, neoliberalizmin hakim olduğu ve birincil olarak varlıklıların ve tekellerin kar çıkarlarını gözeten küreselleşmenin güncel biçimini reddeder. Dünya meta değildir.
-Attac, ekonomik iktidar ve adaletli bölüşüm sorununu gündeme getirir.
-Attac, sosyal adaletin küreselleşmesi, siyasi, iktisadi ve sosyal insan hakları için, demokrasi için mücadele eder...
[2] Tematik Ağırlık Noktaları:
Attac oluşumunun başlangıcında, döviz transferlerinin vergilendirilmesi üzerine tek noktalı bir yönlenme söz konusuydu. Bu artık güncel değil. Şimdi ekonomik küreselleşmenin bir-çok sorunu, Attac'ın gündeminde.
[3] Attac'a Kimler Katılır?
Bireyler, yerel gruplar, sendikalar, dernekler gibi kolektif üyeler.
[4] Enternasyonalizm:
Bizim açımızdan küreselleşme döneminde sadece uluslararası proje olarak Attac'ın bir anlamı olur. Küreselleşmenin sonucu olarak günümüzde uluslararası işbirliği ve dayanışmanın olanakları vardır-öncelikle Internet.
Uluslararası Attac hareketi, enternasyonalizmin önceki konseptlerinin hatalarından kaçınmaya çalışmaktadır. Bir merkez yok....Her bir ulusal Attac-örgütü, bağımsızdır ve kendisi için sorumludur. Münferit ulusal Attac örgütlerinin birbirleriyle ilişkileri örgü biçiminde (netzwerkförmig) yürütülmektedir.
[5] Tabana ve Harekete Göre Yönelme:
90'lı yıllarda her şeyden önce profesyonel NGO'lar, neoliberal küreselleşme karşısında eleştirel ve muhalif duruşun taşıyıcıları olarak algılanıyorlardı. Seattle'den sonra eleştiri ve alternatiflerin yeni bir sosyal harekette de ifadesini bulmaya başladığı görüldü. Attac, bu hareketin bir bölümüdür ve potansiyelinin önemli bir bölümünü tabandaki vatandaşların angajmanından almaktadır.
[6] Küreselleşmeye Eleştirel Yaklaşan Hareket içinde Attac: Attac, küreselleşmeye eleştirel yaklaşan yeni hareketin önemli bir bileşenidir, ama onun kendisi değildir.
Attac, başka aktörlerle işbirliğini amaçlamaktadır. Amaç, küresel pazarların ve onların siyasi organlarının güçleri karşısında karşı güç olarak toplumsal bir ittifaktır.
[7]Araçların ve Eylem Biçimlerinin Çoğulluğu:
Yayınlar, atölyeler, konferanslar, profesyonel kamu çalışması,. gösteriler Attac'ın, duruma göre kullandığı, bunlardan birisini mutlaklaştırmadığı araçlardır.
Demokratik olmayan eylem biçimlerini. reddediyoruz. Bundan anlaşılması gereken, eylem biçimlerinin barışçıl olmasıdır” (Zwischen Netzwerk, NGO und Bewegung. Das Selbstverständnis von ATTAC, Ekim 2001, İnternetten).

5) Wortlaut der Attac-Erklarung Die Welt ist keine Ware eine andere Welt ist möglich! Was will Attac?

6) Afrika: Burkino Faso, Kamerun, Fas, Mali, Senegal, Tunus, Latin Amerika: Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kosta Rika, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, Kolombiya, Paraguay, Peru, Uruguay, Venezuela.
Kuzey Amerika: Kanada (Quebec).
Asya: Japonya.
Avrupa: Andora, Belçika, Danimarka, Almanya, Finlandiya, Yunanistan, İngiltere, İtalya, Jersey, Luksemburg, Hollanda, Norveç, Avusturya, Polonya, Portekiz, İrlanda, İsveç, İsviçre, Sırbistan, ispanya, Macaristan.

7) Bkz.: Ruth Jung; “Attac: Sand im Getriebe”, 2002, s. 18.

8) Peter Wahl; “Tobin Steuer”, “Besteuert die fünfte Gewalt!”, taz, 29.1.2001, s. 11.
9) Agy.
10) Agy.
11) Agy.

12) T. J. Dunning'den aktaran Marks; Kapital, C. 1, s. 788.

13) Bu konuda Lenin.
Asıl olan şu ki, Kautsky, emperyalizmin politikasını ekonomisinden ayırmakta; ilhakların mali-sermayece “tercih edilmiş” bir politika olduğunu ileri sürmekte; ve bu politikanın karşısına, güya olanaklı görünen ve gene mali-sermaye temeline dayanan başka bir burjuva politikası çıkarmaktadır. Buradan da, ekonomi içerisinde tekellerin, tekeli, zoru ve fethi dıştalayan bir politik tutumla bağdaşabileceği sonucunu çıkarmaktadır. Bu da, tam an-lamıyla mali-sermaye döneminde tamamlanmış olan ve en büyük kapitalist devletlerin arasındaki rekabetin günümüzdeki biçimlerinin kendine özgü temelini meydana getiren “dünyanın paylaşılması olayının” emperyalist olmayan bir politikayla bağdaşabileceği demek oluyor. Böylece, Kautsky, kapitalizmin -bugünkü evresinin en temel çelişkilerini bütün derinliğiyle ortaya koyacağı yerde, bunları daha hafif göstermeye, gizlemeye çalışıyor. Vardığı sonunda, marksizmin yerine, burjuva reformizmi oluyor..

Bankaların ve tröstlerin politikasına karşı yapılıp da bunların ekonomik temellerini kavramayan bir “savaşım”, reformizmden ve burjuva pasifizminden başka bir şey değildir, masum ve iyi niyetli isteklerden öteye gidemez. Var olan çelişkileri bütün derinliğiyle ortaya koymak yerine onlardan kaçmak, en önemlilerini gözden kaçırmak, Kautsky'nin marksizmle hiçbir ortak yanı olmayan teorisi böyledir işte" .

Teoride Doğrultu, Sayı 16, Nisan-Mayıs 2004.