deneme

19 Nisan 2004 Pazartesi

AVRUPA BİRLİĞİ BÜYÜYOR


1 Mayısta AB ülkeleri burjuvazisi bayram mı yapacak, burası bilinmez. Ama her halükarda AB, yeni katılan ülkelerle birlikte genişleyecek. Macaristan, Polonya, Malta, Letonya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Kıbrıs, Lituanya ve Estonya. Bu on ülkenin toplam nüfusu 75 milyona varıyor. Ve ekonomilerinin AB ekonomisindeki (GSMH) payı ise ancak yüzde 6 oranında.
25 ülkeli AB’ye 2007’de Bulgaristan ve Romanya’nın katılması söz konusu. Türkiye ile müzakereler devam ediyor. Hırvatistan ve Makedonya da AB’ye girmek istiyorlar. Böylece Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya ve başak birkaç ülke hariç bütün Avrupa ülkeleri AB üyesi olacaklar.
Avrupa Birliği’nin Doğu Avrupa genişlemesi stratejik bir anlayışın sonucudur. Özellikle Alman tekelci burjuvazisi, eski revizyonist blok ülkelerini kendi genişleme alanı olarak görmekte ve ona göre hareket etmektedir. Yeni katılan ülkeleri, Alman ve Fransız sermayesi önderliğinde AB, kalıcı bir “arka bahçe” olarak görmektedir. Bu ülkeler, daha şimdiden AB’nin ve özellikle de Alman emperyalizminin “yaşam alanı” oldular.
Lizbon Stratejisi”ne göre AB, 2010 yılına kadar “dünyanın azami rekabet yeteneği olan ve en dinamik bilime dayanan bir iktisadi alanı” olmalıdır. Bu stratejinin gerçekleştirilmesi için söz konusu bu on ülkenin AB üyesi olmaları gerekmektedir. Dolayısıyla AB’nin doğu genişlemesi, Lizbon stratejisinin bir parçasıdır. 1 Mayıstan itibaren, tarım sektörü hariç, bu ülkelerde AB ülkeleri sermayesinin serbest hareketi için bütün engeller kaldırılıyor. Daha doğrusu geriye kalan engeller 1 Mayıstan itibaren kalkıyor.
Bu ülkelerde mülkiyet ilişkileri, revizyonist blokun yıkılmasından sonra yeniden ele alınmış ve özel mülkiyet lehine adeta tamamen sonuçlandırılmıştır. Örneğin Macaristan’da eski 2000 devlet işletmesinden sadece 134’ü henüz özelleştirilmemiştir. Ülkenin bütün özel işletmelerinin yüzde 40’ı yabancı sermayenin elindedir.
Bu ülkelerde borçlanma ve ortak işletme kurma faaliyetleri de yeni dönemin bir sorunu değildir. Bunların çoğu, revizyonist blokun yıkılmasından önce IMF üzerinden borçlandılar ve Joint Ventures ilişkilerine girdiler. Bugün bu ülkelerde sanayinin, bankaların ve sigortaların önemli bir kısmı tamamen AB ülkeleri sermayesinin elindedir. Bu nedenle 1 Mayıstan itibaren başlayan süreç, 1990’ın başında atılmış olan adımların bir sonucu olacaktır.
AB’nin önde gelen emperyalist ülkeleri için yeni katılan ülkelerin hepsi aynı değerde ve aynı öneme sahip değildir. Yabancı sermaye, belli ülkeleri tercih etmektedir. Örneğin Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti.
Toplam 90 milyar Euro tutarındaki yabancı doğrudan yatırımların üçte ikisinden fazlası bu üç ülkeye akmıştır. 2002 sonu itibariyle sadece Polonya’ya akan bu türden yatırımların miktarı 40 milyar Euro civarındadır. Çek Cumhuriyeti’ne yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının 2002’ye kadar olanının miktarı 32 milyar Euro ve 2004 yılı itibariyle de Macaristan’a yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımları miktarı 24 Milyar Euro tutmaktadır.
Bu on ülkede ve bunların en önemlisi olan bu üç ülkede AB adına daha ziyade hakim olan Alman sermayesidir.
Bu ülkelerin daha AB’ye girmeden nasıl talan edildiklerine en iyi örneği Çek Cumhuriyeti oluşturmaktadır. Bu ülkenin en büyük on bankasının hepsi yabancı sermayenin elindedir. Çek pazarının yüzde 93’ü yabancı işletmelerin elindedir. Bu ülkedeki yabancı sermaye toplamının yüzde 73’ü de AB kaynaklıdır.
Bu ülkelerde Alman doğrudan yatırımları toplam yatırımların en önemli kısmını oluşturmaktadır. Toptancı ticaretinde ve sanayi sektöründe yabancı sermaye, banka sektöründekine nazaran daha belirleyicidir.
Doğu ve Orta Avrupa’nın bu ülkeleri yabancı sermaye için “cennet “ olmuştur. Yabancı sermaye, rüyasında göremeyeceği koşulları bu ülkede bulmuştur. Sübvansiyonlar, düşük vergiler, ucuz işgücü vs.
Bu ülkelerde AB ülkeleri sermayesi, Amerikan sermayesinden daha etkin nüfuza sahiptir; bunlar ekonomik olarak AB’ye bağımlıdırlar ve bu bağımlılık her geçen gün daha da artmaktadır. Almanya’dan, Avusturya’dan, Benelüks ülkelerinden irili ufaklı işletmeler bu ülkelere yerleşmiş durumdalar. Böylece sanayi üretimi, mali sermaye ve ticaret alanında AB’ye bağlandılar ve sermaye hareketinin seyrini AB sermayesi belirlemektedir.
Ama siyasi ve askeri olarak bu ülkelerde AB’nin hakimiyetinden bahsedilemez. Irak savaşı karşısında AB’nin ikiye bölünmüşlüğü bunun en açık kanıtıdır. Amerikan emperyalizmi, AB ile rekabetini bu ülkelerde de sürdürmektedir. AB’ye katılan hemen her yeni üye aynı zamanda NATO üyesi de olmakta. Her ne kadar bu geniş alanı AB, iktisadi olarak kontrol etse de, siyasi ve askeri kontrol ABD’nin elindedir.
AB’nin büyümesiyle emperyalistler arası rekabet yeni boyutlar kazanacak ve çelişkiler, özellikle de AB-ABD arasında keskinleşecektir.
Tekelci sermaye etkisini sosyal alanda da gösterdi. Daha AB’ye hazırlık döneminde bu ülkelerde işsizlik kronik kitlesel bir karakter kazandı, sosyal hizmetler olabildiğince makaslandı. Hazırlanan ve 1 Mayıstan itibaren yürürlüğe girecek olan ek anlaşmalarla yeni üye ülkelerden Batı Avrupa’ya işgücü göçü engellenmektedir.