deneme

3 Aralık 2006 Pazar

NATO ZİRVESİ VE PROTEKTORAT AFGANİSTAN (I)



28-29 Kasımda Riga’da (Letonya) gerçekleştirilen NATO-Zirvesine bir taraftan ABD ve diğer taraftan da AB’nin Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya gibi önde gelen ülkeleri arasında Afganistan’a ilişkin görüş ayrılıkları ve NATO’nun geleceğiyle ilgili olarak da çelişkiler damgasını vurmuştur.

Şu anda Afganistan’da işgalci güçlerin toplam 32 bin askeri var. Isaf (International Security Assistance Force) komutasında emperyalist işgali temsil eden, emperyalist çıkarlar için savaşan bu askerler 26 NATO üyesi ülkeden ve bu ittifaka üye olmayan başka onbir ülkeden gelmekte. Sadece ABD’nin Afganistan’daki asker sayısı 12 bindir.

Isaf’ın başlangıçta görevi, başkent Kabil’de işgalci güçlerin kukla hükümetinin güvenliğini sağlamakla sınırlıydı. Ama sonra, zorlanan işgalciler İsaf’ın faaliyetini bütün ülkeye yaydılar. Afganistan’ın özellikle güney ve doğu bölgelerinde NATO, direnişçilerle sürekli sıcak çatışma içinde. Sadece 2006 yılı içinde direnişçiler tarafından öldürülen asker sayısı 150’dir. En çok da Amerikan, Kanada, İngiliz ve Hollanda askerleri öldürülmüştür. Asker sayısına göre hesaplandığında işgalcilerin kayıpları Irak’takinden daha fazladır.

ABD, İngiltere, Kanada, Hollanda ve Danimarka, Afganistan'ın güneyinde direnişçi güçlere karşı sürdürdükleri çatışmalara diğer ülkeleri de çekmek istiyorlar. Özellikle Amerikan emperyalizmi, askerleri doğrudan sıcak çatışmalara katılmayan ve görev alanları da savaşın sürdüğü güney ve doğu bölgelerinin dışında kalan Almanya, Fransa, İspanya, İtalya ve Türkiye'nin, ülkenin güney ve doğu bölgelerine asker göndermeme çekincesini kaldırmalarını talep ediyor. Örneğin Almanya’nın İsaf çerçevesinde Afganistan’da bulunan asker sayısı 3 bin (en çok asker gönderen 3. ülke). Ama faaliyet alanı kuzey Afganistan’la sınırlı. Fransa’nın 1100 askeri var ve sadece Kabil’de konuşlanmış durumda. İtalyan ve İspanyol askerleri de sıcak çatışmalara katılmıyorlar.

ABD, İngiltere, Kanada, Hollanda ve Danimarka dışındaki diğer işgalci güçlerin sınırlandırılmış görevine son verilmesi zirve öncesinde dile getirildi ve zirvede de talep edildi. Amerikan emperyalizmi, bu sınırlandırmanın kaldırılması için söz konusu bu ülkelere dozajı giderek artan baskıda bulundu. Ayrıca NATO, 2500 askere daha ihtiyacın olduğunu açıkladı.

Zirvenin açılış konuşmasında Bush, üye ülkeler, komutanlığın ihtiyaç duyduğu kadar asker verirlerse NATO Afganistan’da başarılı olur, ittifak, „birimize yapılan saldırı hepimize yapılan saldırıdır“ ilkesi üzerine kurulmuştur anlayışını dile getirdi.

NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer de konuşmasında bu ülkelerin, ülkenin güneyine ve doğusuna asker göndermelerini talep etti.

Bush’un daha fazla angajman, daha fazla asker, Afganistan’ın güneyine ve doğusuna asker gönderin talebi karşısında Avrupalı ülkeler, özellikle de Almanya ve Fransa duvar oldular. Bush, talepleriyle bu duvara çarptı. Alman Başbakanı A. Merkel, Alman askerlerinin kuzeyde “iyi bir inşa çalışması” yaptığından bahsederken, İtalyan Başbakanı R. Prodi de “Görüşümüz, Fransa’nın, Almanya’nın ve İspanya’nın da görüşü kesinlikle değişmemiştir” diyerek Bush’un taleplerini yanıtladı.

Zirvede, Amerikan emperyalizminin görüşleri temelinde NATO tarafından hazırlanan ve üye ülkelerin dışişleri bakanlarının da kabul ettiği “önümüzdeki 15 yıl içinde kapsamlı politik ilkeler” raporu, yani “küresel NATO”yu şekillendirmesi için düşünülen rapor ortada kaldı. Bu raporda NATO’nun görev alanının, hammaddelerin küresel güvenliğini ve “terörizm”le mücadeleyi içerecek şekilde genişletmesi anlayışına ve aynı zamanda bazı Avrupalı üye ülkelerin, özellikle de Almanya’nın, enerji temini bakımından Rusya’ya bağımlı olabileceği ve Rusya’nın da petrol ve doğal gazı siyasal silah olarak kullanabileceği uyarısına yer verilmekte.

“Acil mücadele gücü” oluşturma konusunda da istenilen sonuç alınamamıştır. NATO’nun 2002’de Prag toplantısında Amerikan emperyalizmi tarafından önerilen 25 bin askerden oluşması düşünülen “NATO Acil Müdahale Gücü”ne üye ülkeler fazla ilgi göstermemişlerdir.

Amerikan emperyalizmiyle, AB’nin emperyalist ülkeleri veya bir bütün olarak AB arasında dünya hegemonyası için rekabette askeri güç kullanma konusunda; şu veya bu ülkeyi veya bölgeyi işgal etme konusunda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Görüş ayrılığı, ABD’nin şimdiye kadar olduğu gibi AB’yi yedeklemeye çalışmasından ve AB’nin de artık buna yanaşmamasından, ABD’ye karşı dünya pazarlarında rekabet ederken kendi adına askeri güç kullanma eğiliminden kaynaklanmaktadır. Riga’daki toplantının arifesinde Fransa Cumhurbaşkanı J. Chirac bu konuda AB’nin politikasını şu sözlerle ifade ediyordu: “Avrupalılar, Amerikan müttefiklerine çok uzun zaman güvendiler. Şimdi onlar, yükün kendilerine düşen kısmını üstlenmek ve Avrupa Birliği için kendi amaçlarına uygun düşen bir ulusal savunma çabasını kabul etmek zorundadırlar”. Chirac, NATO’nun geleceği konusunda veya ABD ile AB arasındaki askeri müttefiklik konusunda AB’nin görüşünü böyle dile getiriyordu. ABD ile AB arasındaki bu temel çelişki, Riga’da ele alınan bütün konulara farklı boyutlarda da olsun yansımıştır veya Riga’da sorunlar bu çelişki çerçevesinde ele alınmıştır.

Zirvenin ana gündemini oluşturması gereken NATO’nun genişletilmesi tartışması da havada kaldı. Sadece Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya ile üyelik görüşmelerine 2008’de başlanması üzerine konuşuldu. Özellikle ABD’nin üye olmalarını istediği Gürcistan ve Ukrayna ile „diyalog“un devamı kararlaştırılırken, Avustralya ve Japonya gibi ülkelerin üyelik durumu anılmadı bile.

Amerikan emperyalizminin, belli bir zamandan beri Almanya, Fransa, İspanya, İtalya ve Türkiye gibi ülkeleri, Afganistan’ın güney ve doğusunda sıcak savaşa doğrudan katılmaları ve daha fazla asker göndermeleri talebiyle sıkıştırmasından ve başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupalı bazı müttefiklerinin buna yanaşmamasından kaynaklanan görüş ayrılığı, ABD ile AB arasında NATO konusunda buzdağını andıran çelişki yumağının sadece görünen yanıdır. Riga toplantısında, NATO’nun geleceği konusunda ABD ile AB arasında görüş birliğinin olmadığı bir kez daha görülmüştür.

Varşova Paktı’nın feshinden sonra adeta işlevsiz kalan NATO’nun geleceğini Amerikan emperyalizmi, onu transatlantik bir ittifak çerçevesinden çıkartarak küresel bir askeri ittifak çerçevesine oturtmakta görmeye başladı. ABD’nin amacı, Gürcistan, Avustralya, Japonya, İsrail, Güney Kore, Güney Afrika, Ukrayna gibi ülkelerin katılımıyla NATO’yu küresel bir askeri ittifaka dönüştürmektir. Böylece Amerikan emperyalizmi, “yeni” NATO’yu, dünya hâkimiyeti için şu veya bu ülkeyi veya bölgeyi işgalde yedek ordu olarak kullanmayı planlıyor. ABD’nin bu görüşüne karşı Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, "İttifak, askeri olmayan misyonlara, iptidai ortaklıklara ya da yeterince hazırlanmamış genişlemeye müdahil edilirse amacından saptırılır" diyerek Fransız emperyalizminin NATO’nun nasıl olması veya kalması konusundaki anlayışını dile getirdi. Fransa, küresel NATO’dan yana değil. Daha doğrusu, Amerikan emperyalizminin güdümünde küresel bir askeri ittifak, AB-ordusunu anlamsız kılacağından dolayı uluslararası işgallerde Fransız emperyalizminin hareket alanı daraltılmış olacaktır. Fransa bu nedenle “küresel NATO’”ya karşıdır. Fransa’nın bu anlayışı, aynı zamanda, bir bütün olarak AB’nin anlayışıdır.

Diğer taraftan zirveye hâkim olan görüş ayrılığı, barışçıl dış politika, zor kullanımına dayanan dış politika farklılığına da indirgenemez. ABD ve AB arasında dünya pazarları üzerinde rekabetten kaynaklanan stratejik farklılık vardır. AB, bütün gücüyle kendi askeri kapasitesini geliştiriyor ve bunu da kısmen NATO ile rekabet içinde yapıyor.

AB’nin Almanya, Fransa, İtalya gibi önde gelen ülkeleri, Amerikan dış politikasına göre hareket etmek ve Irak’ta olduğu gibi bir yenilgi durumuyla karşı karşıya kalmak istemiyorlar. NATO’da Amerikan hâkimiyetine boyun eğmenin bu anlama geldiğini biliyorlar. Bu nedenle ezilen ulusları ve işgal edilmiş ülkeleri Amerikan vahşetiyle baş başa bırakarak, kendilerinin farklı olduğunu göstermeye ve işgal edilmiş ülkelerle geliştirilen yoğun iktisadi ilişkileri ve ABD’nin güç kaybını, kendi emperyalist çıkarlarını hâkim kılmak için kullanmaya çalışıyorlar.

(Gelecek yazıda Afganistan’ın işgalci güçler tarafından talan ve yıkımını ele alacağız).