deneme

4 Ağustos 2009 Salı

DÜNYA EKONOMİK KRİZİ (V)


04.08.2009
 DÜNYA EKONOMİK KRİZİ (V)
EKONOMİK KRİZİN TOPLUMSAL SINIF VE TABAKALAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Bu makalede ekonomik krizin toplumsal sınıf ve tabakalar üzerindeki etkilerini ele alacağız.

Ekonomik krizin toplumsal sınıf ve tabakalar üzerindeki ekonomik ve siyasi, bunun ötesinde psikolojik etkileri oldukça kapsamlıdır. Bunların hepsini burada ele alamayız. Sadece önemli gördüğümüz noktaları biraz açacağız ve başkaca noktalara da değinmekle yetineceğiz.

1- Ekonomik krizlerin işçi sınıfı üzerindeki sosyal etkileri
Sermaye birikimi ve “sanayide yedek ordu” olgusu:
Toplumsal emeğin üretici gücünün gelişmesi sermaye birikimiyle sağlanır. Kapitalizmde toplumsal emeğin üretici gücünün gelişmesi aynı zamanda, bir taraftan değişken sermayenin (iş gücünün) azalması, diğer taraftan da değişmeyen sermayenin artması anlamına gelir. Böylece çalışan iş gücü, değişmeyen sermayeye oranla azalır. Bu azalmanın bir anlamı da iş gücüne olan talebin, değişmeyen sermayeye veya da toplam sermayeye nazaran daha yavaş büyümesidir. “İş gücüne olan talep, sermayenin büyümesiyle aynı şey değildir” (Marks).
Kapitalist birikimi, aslında, nispi aşırı işçi nüfusu, yani sermayenin kendisini genişletmesi için gerekli olandan çok daha fazla bir işçi nüfusu, bu yüzden de bir artı nüfusu kendi enerjisi ve büyüklüğü ile doğru orantılı olarak durmadan üretir” (Marks, Kapital, C. I, s. 658).

Sermaye hareketindeki her değişme -ekonomik yükseliş ve kriz dönemleri- sanayi yedek ordusu denen işçi nüfusu fazlalığında da dalgalanmayı –artış ve azalmayı- beraberinde getirir. Kapitalizm, böyle bir ordu olmaksızın var olamaz. Bu orduyu oluşturan sermayedir. Kapitalist üretim, büyüme döneminde bu ordudan yedek iş gücü alır, durgunluk ve kriz döneminde de işçileri sokağa atarak, bu orduyu büyütür. “Modern sanayinin bütün hareket şekli, işçi nüfusun bir kısmını, sürekli olarak, işsiz ya da yarı işsiz insanlar haline getirmeye dayanır” (Marks; agk, s. 662). Sermayenin değerlendirilme ihtiyacı için fazla iş gücü nüfusu, modern sanayinin yaşam koşuludur (Marks).
Burada söz konusu olan fazla işçi nüfusu, kapitalizm için var olma koşulu olan artı nüfus, işsizlikten başka bir şey değildir. Buna göre, kapitalizm var olabilmek için işsizliğe de ihtiyaç duymaktadır. Sanayi yedek ordusu, işsizlik, kapitalist üretim biçiminin özünde vardır. İşsizlik olmaksızın kapitalizm olmaz ve dolayısıyla kapitalist üretim koşullarında işsizliğin yok edileceğine dair her düşünce bir hayaldir.

Marks, fazla iş gücü nüfusu biçimlerini de inceler:
Akıcı fazla nüfus: “Modern sanayi merkezlerinde —fabrikalarda, manüfaktürlerde, demir döküm yerlerinde, madenlerde vb.— işçiler üretimin boyutlarına göre daima azalan oranda olmakla birlikte, bütünüyle alındığında çalışanların sayıları artacak şekilde büyük kitleler halinde bazen işten uzaklaştırılır, bazen da işe alınır. Burada artı nüfus akıcı biçimdedir” (Marks; agk, s. 670).

İşçilerin bazen işten atılmaları, yeniden işe alınmaları, yani bir kısım işçinin sürekli iş yeri değiştiriyor olması, akıcı artı nüfusun esas itibariyle aktif çalışan işçilerden oluştuğunu ve daha ziyade ekonomik krizlerden etkilendiğini gösterir.

Kapalı fazla nüfus: Sanayide iş gücüne olan ihtiyacın azalması görece bir olgudur. Kriz döneminde iş gücüne duyulan ihtiyaç/talep azalır ama ekonominin yükselmesi döneminde bu talep artar.
Tarımda ise bunun tersi bir gelişme görülür. Kapitalizmin tarıma nüfuz etmesiyle; tarımda kapitalist ilişkiler temelinde üretimin gelişmeye başlamasıyla bu sektörde çalışan işçi nüfusunda azalma kaçınılmaz olur. Tarımda makineleşmenin kaçınılmaz sonucu olan bu fazla işçi nüfusu; bu gerçek işsizler, geçimlerini sağlamak için şehirlere akın ederler ve proletaryanın saflarına katılırlar.
Ama kentlere doğru olan bu sürekli akış, kırsal bölgenin kendisinde daimi bir saklı artı nüfus bulunmasını gerekli kılar ve bu artı nüfusun büyüklüğü ancak akış kanalları olağanüstü genişliğe ulaştığı zaman belli olur” (Marks; agk, s. 672).

Bu artı nüfus istatistiklerde yer almaz, orada da “kapalı”dır. Fazla nüfusun bu kısmı da ekonomik krizlerden çok etkilenir. Çünkü ekonomik kriz, bu kapsamda olan iş gücü için, sanayi proletaryasına katılamama, sanayide iş bulamama anlamına gelir. Kırda yaşama olanağı kalmamış, şehirde (sanayide) kriz, iş bulma imkânını yok etmiştir. Tabii ki bu iş gücü nüfusu, kayıtsız olduğu, “işten atılmadığı” için de hiçbir yerde görülmez, “kapalı”, “gizli” kalır.

Durgun/kesintili fazla nüfus: “Görece artı nüfusun üçüncü kategorisi, durgun artı nüfus, faal işçi ordusunun bir kesimini oluşturmakla birlikte, bir işte çalışmaları son derece düzensizlik gösterir. Böylece, sermayeye, her an el altında bulunan bitip tükenmez bir iş gücü deposu olur… Durgun artı nüfus, büyük sanayi ile tarımdan ve özellikle, el zanaatının yerini manüfaktüre, manüfaktürün makineye bıraktığı, çökmekte olan sanayi kollarından gelen, fazlalık halindeki kuvvetlerle beslenir. Birikimin hızı ve genişliği ile birlikte artı nüfusun meydana gelişi hızlandığı için, bu artı nüfus da büyür” (Marks; agy.).

Bu fazlalık nüfus, sınıf bilinci en az gelişmiş olan işçilerden, yeni işçi olan emekçilerden oluşur; az ücret, uzun çalışma zamanı; “emre amade iş gücü!”. Ekonominin yükseliş döneminde de sanayide çalışmayan –ev işçiliği yapan, küçük işletmelerde çalışan- bu artı nüfus, kriz dönemlerinde, çıplak yoksullukla karşı karşıya kalır.

Tabii burada sorun sadece ve sadece “el zanaatının yerini manüfaktüre, manüfaktürün makineye bıraktığı” dönem değildir. Bu koşullar birçok ülke için artık geride kalmıştır. Bu nedenle teknolojik gelişmeye paralel olarak veya bu gelişmenin bir sonucu olarak “çökmekte olan sanayi kollarından gelen”, fazla iş gücü konumundaki işçiler günümüzde durgun fazla iş gücünü besleyen esas kanal olmuştur.

Sonuç itibariyle, kapitalist üretim biçimi var olduğu müddetçe, hangi biçimde olursa olsun görece fazla nüfus da var olacaktır:Toplumsal servet, işleyen sermaye, bu sermayenin büyüme ölçüsü ile hızı ve dolayısıyla, proletaryanın mutlak kitlesi ve işinin (emeğinin –çn.) üretici gücü ne kadar büyük olursa, yedek sanayi ordusu da o kadar büyük olur. Sermayenin genişleme gücü ile, emrindeki iş gücünün gelişmesi de aynı nedene bağlıdır. Bunun için, yedek sanayi ordusunun görece büyüklüğü, servetin potansiyel enerjisi ile birlikte artar. Ama bu yedek ordunun faal orduya oranı ne kadar büyükse, sefaleti, çalışma sırasında katlandığı ıstırapla ters orantılı olan toplam artı nüfusun kitlesi de o kadar büyük olur. En sonu, işçi sınıfının düşkünler tabakası ile yedek sanayi ordusu ne kadar yoğun olursa, resmi yoksulluk da o kadar yaygın olur. Bu, kapitalist birikimin mutlak genel yasasıdır” (aç.M) (Marks; agk, s. 673/674).

Ve nihayet kapitalizmin bu mutlak genel yasası, işçi sınıfının mutlak yoksullaşmasının da kaçınılmaz olduğunu göstermektedir: “Sermaye birikimi oranında, aldığı ücret, ister yüksek ister düşük olsun, işçinin yazgısı daha da beter olacaktır. Nihayet, görece artı nüfusu ya da yedek sanayi ordusunu, birikimin büyüklüğü ve hızı ile daima dengeli durumda tutan yasa, işçiyi, sermayeye, Vulcan'ın Prometheus'u kayalara mıhlamasından daha sağlam olarak perçinler. Sermaye birikimine tekabül eden bir sefalet birikimi yaratır. Bu yüzden, bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi ürününü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, bilisizliğin, zalimliğin, akli yozlaşmanın birikimi ile aynı anda olur” (Marks; agk, s. 675).

Burada, belli bir süreklilikten bahsettiğimiz sonucuna varılmamalıdır. Tersine, nasıl ki, kapitalist üretim biçiminin bütün yasaları sürekli, kesintisiz olarak etkide bulunmuyorlarsa, kapitalist birikimin genel yasası da kesintisiz olarak etkide bulunmaz, dönem dönem şiddetle geçerli kılınır. Yani görece fazla nüfus yasası, örneğin ekonominin iyi gittiği dönemlerde, sanayi yedek ordusunun bir kısmının üretim sürecine katılmasını dışlamaz. Keza bu yasa, yine ekonominin iyi gittiği dönemlerde ücretlerin yükselmesini de dışlamaz.
Kapitalist birikimin genel yasasının geçerlilik kazanmasında en önemli araç, ekonomik krizdir.

Ekonomik kriz ve işsizlik:
Kapitalist gelişme, ekonomik krizle işsizlik arasındaki diyalektik bağın, eskisi gibi gerçek anlamda artık pek geçerli olmadığını gösteriyor; yani kriz patlak verince veya kriz sürecinde işçilerin yoğun olarak işten atılmaları gündeme geliyor, ama bu sadece ve sadece kriz sürecinde görülen bir gelişme olmaktan çıkıyor: Ekonomi krizde değilken de işçiler işten atılıyorlar. Tabii bunun rekabet ve teknolojinin üretimde yoğun kullanılmasıyla; sermaye bileşiminin yükselmesiyle doğrudan ilgisi vardır. Tam da bundan dolayı kapitalist dünya ekonomisinde 1920'li yıllardan görülmeye başlanan kitlesel kronik işsizlik; bu eğilim, 1970'lerden sonra kapitalist ekonomide bir nesnel yasa olarak karşımıza çıkıyor. Öyleyse: İşsizlik artık döngülü değil, yani konjonktüre göre belirleyici bir şekilde azalmıyor veya artmıyor, aksine, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde olduğu gibi kitlesel işsizlik ekonomik yapının bir parçası olmuş durumda. Birkaç on yıl öncesi yüzlerce, binlerce işçinin yaptığı işler bugün yoğun teknoloji kullanımından dolayı birkaç işçi tarafından yapılmaktadır. İşsizlik kitlesel kronikleşmiş ve bu, bir eğilim olmaktan çıkarak günümüzde kapitalizmin bir yasası olmuştur. Örneğin, işsizliğin 2000-2004 arasında çok belirgin olarak değişmemesi; kriz yıllarında artıp, krizden çıktıktan sonra azalması yerine değişik yıllarda bu oranların yükselip-düşmesi bu durumu açıklamaktadır.
Her halükarda işsizlik oranı, önde gelen emperyalist ülkelerde; OECD-Avrupa ve OECD-toplamı ülkelerinde 2000-2004 krizi sonrasında 2007 yılına kadar belli ölçülerde gerilemiştir. Ancak 2008 kriziyle birlikte işsizlik oranı yeniden yükselmeye başlamıştır: Avrupa Alanı'nda işsizlik oranı Mayıs 2008'de yüzde 7,4'ten Mayıs 2009'da yüzde 9,5'e; AB-27 ülke bazında aynı dönemlerde yüzde 6,8'den yüzde 8,9'a; Almanya'da yüzde 7,4'ten yüzde 7,7'ye; Fransa'da yüzde 7,6'dan yüzde 9,3'e; ABD'de yüzde 5,5'ten yüzde 9,4'e ve Japonya'da da yüzde 4,'ten yüzde 5,2'ye çıkmıştır (Bkz.: Eurostat- 97/2009 – 2 Temmuz 2009).
ILO, ekonomik krizden dolayı dünya çapında işsizlerin sayısına yeni bir 50 milyon işsizin daha ekleneceğinden endişe ediyor. ILO'nun iyimser senaryosuna göre dünya çapında işsizlik oranı yüzde 6,1'e, kötümser senaryosuna göre de yüzde 7,1'e çıkacak.

Kriz döneminde iş verimliliğinin artış boyutları, tekelci sermayenin bu dönemde işçi sınıfını, onun çalışan üyelerini akıl almaz bir şekilde sömürdüğünü gösterir; kriz döneminde var olduğu kadarıyla üretim teknolojik yenilenmeden ziyade iş yoğunluğunun arttırılmasına dayanır. Milyonların işsiz olması ve çalışanın da iş yerini kaybetme korkusu, bir taraftan çalışanların burjuvazi tarafından teslim alınmasını ve diğer taraftan da buna bağlı olarak sömürüyü arttırmasını beraberinde getirir.

Kapitalizmde ekonomi düz bir hat üzerinde devamlı yükseliş içinde değildir. Kapitalizmde ekonomik gelişme, sık sık, belli çevrimlilik çerçevesinde kesintiye uğrar, yükseliş inişe dönüşür. Bu krizdir. İşçi sınıfının durumu da, ekonominin bu seyrine paralel olarak gelişir. Ekonominin yükseliş döneminde görece fazla nüfus azalır; işsizler ordusunun bir kısmı işe alınmıştır. Ekonominin krize girdiği dönemlerde görece fazla nüfus, sanayi yedek ordusu çoğalır, çünkü bir kısım işçi işten atılmıştır. Kapitalizmin kapitalizm olmaya başlamasından bu yana bu işlerlik değişmemiştir.
Ekonomik kriz ve ücretlerdeki gelişme:
Bütün meta pazarlarında olduğu gibi iş pazarında da ücret arz ve talebi, ekonomide/sanayide çevrimin; ekonomik çevrimin gelişmesine bağlıdır. Örneğin ekonomik kriz ve durgunluk dönemlerinde işçiler işten atılırlar, sanayi yedek ordusu büyür, görece fazla nüfus artar –kapitalist birikimin genel yasasının geçerlilik kazanması- ve bu, etkisini kaçınılmaz olarak iş piyasasında da gösterir; ücretler düşer. Tabii ki bunun tersi de olur. Ekonomik çevrimin yükseliş aşamasında eski iş yerleri yeniden açılır veya yeni fabrikalar vs. kurulur ve buralara işçi alınır. Bu durumda iş gücü talep artar, bu da etkisini ücretlerin yükselmesinde gösterir.
Bütünü ile alındığında, genel ücret hareketleri, tamamıyla, yedek sanayi ordusunun genişleme ve daralmasıyla düzenlenir ve bu da, sanayi çevrimin devresel değişmelerine uygun olarak meydana gelir” (Marks; agk, s. 666).

Bunun anlamı şudur: sanayi yedek ordusunun genişlediği dönemlerde ücretler düşer, sanayi yedek ordusunun daraldığı dönemlerde ücretler yükselir (sanayi çevriminin periyodik değişmesi). Ne var ki bu süreç pratikte şöyle gelişir: Kriz döneminde sanayi yedek ordusu hızla büyür ve ücretler de hızla düşer. Ama ekonomi, yükseliş aşamasına hızla değil, yavaş yavaş geçer, dolayısıyla sanayi yedek ordusunun daralması veya işsizlerin bir kısmının yeniden işe alınmaları bu sürece paralel olarak yavaş yavaş olur ve ekonominin yükseliş aşamasında da sanayi yedek ordusu ortadan kalkmadığı –günümüz koşullarında sanayisi gelişmiş ülkelerde işsizlik kitlesel ve kronik olduğu için ücretler, düşüş hızı ve derecesinde artmaz. Kapitalist, sanayi yedek ordusunu, sınıf mücadelesinde, ücretlerin artmasında engelleyici, kırıcı bir koz olarak kullanır:
Yedek sanayi ordusu, duraklama ve ortalama gönenç dönemlerinde faal işçi ordusunu baskı altında tutar, aşırı üretim ve coşkunluk dönemlerinde bu faal ordunun isteklerini dizginler. İşte bu nedenle, görece artı nüfus, işin arz ve talep yasasının üzerinde döndüğü eksendir. Görece artı nüfus, bu yasanın geçerlik alanını, sermayenin sömürü ve egemenlik faaliyetlerine mutlak şekilde uyan sınırlar içersinde tutar…
Sermaye aynı anda, iki yanlı çalışmaktadır. Sermaye birikimi, bir yandan iş talebini artırırken, öte yandan işçileri "serbest hale getirerek" iş arzını da artırmakta ve gene bu arada işsizlerin baskısı, çalışanları daha fazla iş harcamaya zorlamakta ve bu nedenle de iş arzını bir ölçüde işçi arzından bağımsız hale getirmektedir. İş arzı ve talebi yasasının bu esas üzerinde işlemesi sermayenin tahakkümünü tamamlamaktadır” (Marks; agk; s. 668/669).
Buna göre: ücretin hareketi, sanayi yedek ordusunun hareketine bağlıdır ve sanayi yedek ordusunun hareketi de ekonomik çevrimin gelişmesine bağlıdır. Ekonomik çevrimin kriz ve durgunluk aşamalarında sanayi yedek ordusu büyür; işsizlik artar ve ücretler düşer. Ekonomik çevrimin yükseliş aşamasında sanayi yedek ordusu daralır, işsizlerin sayısı görece azalır ve ücretlerde de artış olur. Her halükarda ekonomik kriz, ücretlerin düşmesine neden olur.

Sorun, sadece, kriz döneminde işçilerin işten atılmasıyla bitmiş olmuyor. Krize rağmen iş yerlerini kaybetmeyen işçilerin kısa devre çalışanları ücretleri düşüyor. Bunun ötesinde kriz döneminde sömürünün bir başka yüzünü de görüyoruz: 1929-32 krizine kadarki fazla üretim krizlerinde fiyatlar düşmüş, daha sonraki krizlerde ise (1974/75, 1981/83) yükselmişti. Kriz döneminde ücretler, fiyatlardan daha hızlı düşüyor, üstelik son dönemin krizlerinde, örneğin 1974/75, 1981/83 krizleri, ücretler düşerken fiyatlar artıyor. Şimdiki krizde hem ücretler hem de fiyatlar düşüyor. Bu kriz döneminde de kapitalistlerin “tatlı” karlar elde etmesi için ücretlerin fiyatlardan daha hızlı düşmesi gerekir. Kriz döneminde ücretler genel olarak iş gücü değerinin altına düşer, ama fiyatların maliyet altında olması kapitalistin kar elde edememesi anlamına gelir. (Yaşanan kriz döneminde ücret-fiyat ilişkisi ve sömürü derecesi analiz edilmesi gereken başlı başına bir olgudur).
Ekonomik kriz ve yaygınlaşan yoksulluk, intiharlar ve kriminalite:
Teknoloji ve bununla bağlam içinde iş verimliliği dev adımlarla ilerlemektedir. Aşırı sermaye birikimine paralel olarak işçi sınıfı ve emekçi yığınların yoksullaşması, toplumda ekonomik ve sosyal eşitsizlik, kriz dönemlerinde daha da kapsamlaşmakta ve derinleşmektedir.

Araştırma yapılan 73 ülkenin 53’ünde (dünya nüfusunun yüzde 80’inin yaşadığı ülkeler) gelir dağılımındaki eşitsizlik son 20 sene içinde daha da derinleşmiştir. Bu alandaki eşitsizlik eski revizyonist ülkelerde uçurum boyutlarına varmıştır.
Gelir dağılımındaki eşitsizliğin derinleşmesinin boyutları: Dünya nüfusunun yüzde 15'i -1 milyar insan- günde bir dolardan daha az bir miktarla; dünya nüfusunun yüzde 25'i -1,6 milyar insan- ise günde ancak 1 ila 2 dolar arasında bir miktarla geçinmek zorunda bırakılmıştır. Yani dünya nüfusunun yüzde 40'ı -2,6 milyar insan- 2 dolardan daha az bir miktarla geçinmek zorunda iken AB, her ineği 2 dolarla sübvanse ediyor (Bkz.: Le Monde diplomatique, Atlas 2006).

Emekçi yığınların görece ve mutlak yoksullaşması yeni boyutlara varmıştır; yoksul ile zengin arasındaki fark giderek açılmaktadır. 1969'da dünyanın en zenginleri (en zengin beşte birlik kesim) istatistik olarak en yoksullardan 30 misli daha çok kazanıyordu. Bu fark 1990'da 60'a 1 ve 2004'te de 90'a 1 oldu. Krizden dolayı bu fark daha da büyümektedir.

İstihdama rağmen artan yoksulluk:
İstihdama rağmen yoksulluk artıyor. Çalışmalarına rağmen günde 2 dolardan daha az bir miktarla geçinmek zorunda olanların sayısı bunu göstermektedir: Çalışmasına rağmen geçimini sağlayamayanların dünya çapında toplam çalışanlara oranının yüzde 45'e çıkacağı; yani dünya çapında çalışanların neredeyse yarısının çalışmasına rağmen yoksul (Working Poor) kategorisine düşeceği tahmin edilmektedir. Bu oran daha şimdiden Güney Asya'da ve Sahra'nın güneyinde yüzde 80'e varmıştır.
Dünya çapında yoksulluk son 20 sene içinde gerilemişti. Örneğin, dünya çapında günde 2 dolardan daha az kazananların tüm çalışanlara oranı 1980'de yüzde 59,8'den 2005'te yüzde 48,4'e düşmüştü. Yaşanan kriz bu trendi tersine çevirdi: BM, yaşanan krizden dolayı yoksulların sayısının dünya çapında 90 milyon daha artacağını tahmin ediyor.

Yoksulluk, kapitalist üretim biçiminin bir ürünüdür: “Görece artı nüfusun en dipteki tortusu, en sonu, sefalet alanında bulunur. Serseriler, suçlular, vücudunu satan kadınlar, tek sözcükle "tehlikeli" sınıflar dışında, bu toplum katı, üç kategoriden oluşur. Birincisi: Çalışabilecek durumda olanlar. Her krizde yoksulların sayısının arttığını ve iş alanındaki her canlanma ile bunların da azaldığını görmek için... yoksul istatistiklerine bir göz atmak yeterlidir. İkincisi: Yetim ve öksüz çocuklarla fakir fukara çocuklardır. Bunlar, yedek sanayi ordusunun adayları olup, … gönenç dönemlerinde hızla ve çok sayıda faal işçi ordusuna katılırlar. Üçüncüsü: Ahlak düşkünleri, zavallılar, çalışamayacak durumda olanlar, iş bölümü nedeniyle uyum yeteneğinden yoksun kalmış çaresizler; normal işçi yaşını aşan kimseler; sayıları tehlikeli makineler, madenler, kimyasal işler vb. ile artan sanayi kurbanları, sakatlar, dullar. Yoksulluk, faal iş ordusunun hastanesi, yedek sanayi ordusunun safrasıdır. Sefalet, nispi artı nüfusla birlikte ürer ve biri diğerinin zorunlu koşuludur; artı nüfusun yanı sıra yoksulluk, kapitalist üretimin ve zenginlik artışının bir koşulunu oluşturur” (Marks; agk, s. 673).

Yoksulluk, ekonomik çevrimin aşamalarına göre azalır veya çoğalır. Kriz döneminde derinleşen ve kapsamlaşan yoksulluk, ekonomik yükseliş döneminde görece azalır (Marks; agk, s. 683).

Engels’in ifadesiyle; “yüksek sınıfların gıpta edilen imtiyazı olan intihar İngiltere’de proleterler arasında da moda olmuştur ve bir yığın fakir insan, çıkış yolunu bulamadıkları sefaletten kurtulmak için kendilerini öldürüyorlar” (Marks-Engels; C. 2, s. 344).
Ekonomik krizin etkileri üzerine yapılan bir ampirik araştırma ("The public health effect of economic crises and alternative policy responses in Europe: an empirical analysis", 9 Temmuz 2009), işsizliğin arttığı dönemlerde intiharların, cinayetlerin artmasının yanı sıra her bakımdan sağlık sorunlarının da arttığını göstermektedir. Örneğin AB alanında işsizlik oranının artmasına paralel olarak intiharlar ve cinayetler de artıyor; söz konusu araştırmaya göre işsizlik oranının her artışı, 65 yaşının altında olanlarda intihar oranını hızla yükseltiyor. İşsizlik oranının bir sene içinde yüzde 3 artması, intihar oranının yüzde 4,5 oranında artması anlamına geliyor.
Tabii bu durum sadece AB ile sınırlı değildir; dünyanın her tarafında krizin bu etkisi görülmektedir. Örneğin Japonya'da “Asya Krizi” döneminde, 1998, intihar edenlerin sayısı yüzde 35 oranında artarak 33 000'e çıkmıştı.
Krizden dolayı menajerler, fabrikatörler, borsa kumarbazları vb. de intihar etmektedir.( Bkz.: Jürgen Salz, Henryk Hielscher, Yvonne Esterházy; “Manager-Selbstmorde Endstation Finanzkrise”, London, 12.01.2009).

Açık ki, kapitalizmde, daha doğrusu sınıflı toplumlarda ölü sayısının artması ve polisiye olayların çoğalması ile kriz arasında doğrudan bağ vardır. Kriz, işsizlik, işçi sınıfı için açlık, sefalet, hastalık demektir. Açlık, evsizlik, bakımsızlık hastalıkların salgınlaşması ve ölüm olaylarının çoğalması demektir. Bu durumlarda kriz dönemlerinde yaşamak için hırsızlık; “suç” işleme olayları da sıçramalı olarak artmaktadır.
Dikkate değer bir olgu da polisiye olaylarda çoğunlukla erkeklerin söz konusu olmasıdır. Kadınlar, böylesi dönemlerde başka bir yaşam yolunu seçiyorlar: Vücudunu satmak.
Ekonomik kriz, proletaryanın erkek cinsten üyelerini polisiye olaylara sürüklerken, dişi cinsten üyelerini de vücutlarını satmaya sürüklemektedir. Bu türden sosyal gelişmeler de kapitalist üretim biçiminin kaçınılmaz gerçeklerini oluşturur.
2- Ekonomik krizin köylülük üzerindeki sosyal etkileri
Feodal toplumda sosyal bir sınıf olan köylülük, kapitalist toplumda sosyal bir sınıf olmaktan çıkarak, kendi içinde katmanlarına ayrılan bir sosyal tabaka olmuştur. Köylülüğün sınıf özelliğini kaybetmesi, doğrudan kapitalist üretim biçiminin tarımda gelişmesine bağlıdır. Kapitalizm tarımda geliştikçe, feodal düzende bütünsellik arz eden köylülüğü mülkiyet ilişkileri temelinde parçalar ve kırda burjuva toplumun özelliğini taşıyan temel sınıflara, ara sosyal tabakalara ayırır. Kırsal alanda da toplum burjuvalaşır ve bu toplumun bir kutbunda kır burjuvazisi, diğer kutbunda da kır proletaryası yer alır.
Tabii ki bu süreç, kapitalizmin tarımda hâkim olmaya başlamasıyla başlayan ve hala devam eden, bir tarafa yoksulluğu, açlığı sefaleti, diğer tarafa zenginliği, refahı, bir tarafa sömürülmeyi, baskı altında tutulmayı, diğer tarafa sömürmeyi ve baskı altında tutmayı getiren uzun bir süreçtir.

Sanayide gördüğümüz çevrimli krizler, tarımsal alanda çevrimi olmayan tarım krizleri olarak karşımıza çıkar. Ama burada sorunumuz ister sanayide kriz, isterse de tarımda kriz olsun, genel olarak ekonomik krizin köylülük üzerindeki etkisidir. Sonuç itibariyle, sanayi krizlerinin proletarya üzerindeki etkilerini, dolaylı olarak köylülük üzerinde de görüyoruz. Bunun ötesinde sanayi krizlerinin köylülüğü dolaylı etkilemesi, tarım krizlerinin doğrudan etkilemesi, kırsal alanda kapitalizmin “normal” gelişme süreci içinde köylülüğün çözülme sürecini hızlandırır.
Kapitalist ülkelerde, hiçbir köylü ekonomik krizin etkisinden kurtulamaz. Köylünün ekonomik krizlerden etkilenme mekanizması şöyle işler:
Köylünün pazarladığı ürünü üç kategoride toparlayabiliriz:
a- Gıda maddeleri: Et, süt, yağ, sebze, meyve vs.
b- Giyim sanayi için hammaddeler: yün, keten, deri, pamuk vs.
c- Gıda sanayi için hammaddeler: Tahıl, patates, şeker pancarı, arpa vs.
Gıda maddeleri: Bu maddeler şehirlerde büyük talebi olan maddelerdir ve en geniş tüketici kitlesini de işçiler oluşturur. Kriz döneminde işçilerin alım gücünün düşmesi, bu maddelere olan talebin de zorunluluktan, yoksulluktan dolayı azalması anlamına gelir. Bu durum, bu maddeleri pazarlayan köylüler üzerinde olumsuz etki yapar, çünkü köylü, ürününü satamaz.
Giyim sanayi için hammaddeler: Giyim sanayi tüketim sanayi çerçevesinde olan bir sektördür. Bu sektör ürünlerinin alıcı kitlesi de çoğunlukla emekçiler ve işçi sınıfıdır. Kriz döneminde bu sektörde de üretim düşer. Kitlelerin alım gücü azalır. Sonuç itibariyle bu sektördeki kapitalistler, köylülerden hammadde almamaya başlarlar. Bu da köylünün ürününü satamaması, iflas etmesi anlamına gelir. Aynı durum gıda maddeleri sanayi için de geçerlidir.

Kapitalizmin tarımdaki “normal” gelişme seyri içinde gördüğümüz rekabet ve köylünün sabit ödemeleri, kriz dönemlerinde daha çıplak ve yıkıcı bir şekilde açığa çıkar. Köylünün kriz döneminde büyük tarım üreticileri karşısında rekabet etme şansı hiç kalmaz. Keza krizden dolayı geliri azaldığı veya hiç olmadığı için, vergi, faizler vs. için piyasadaki dalgalanmaya rağmen sabit olan giderlerini ödeyemez ve iflas eder.
Ekonomik kriz; dolaylı olarak sanayi krizleri ve doğrudan tarım krizleri, köylülüğün ezici çoğunluğunu oluşturan küçük köylülüğü ve orta köylülüğü ekonomik iflasa, yoksulluğa ve açlığa mahkûm eder. Ve ancak belli bir zengin tabaka daha da zenginleşir. Ekonomik krizler, köylülüğün çözülmesini hızlandıran temel faktörlerdendir.
Kriz dönemlerinde kitlesel olarak iflas eden, yoksullaşan köylüler, mülksüzleşirler ve geçimlerini sağlamak için; iş bulmak için şehirlere akın ederler ve sonuç itibariyle proletaryanın saflarına katılırlar.
3- Ekonomik krizlerin şehir küçük burjuvazisi üzerinde sosyal etkileri
Kırsal alanda köylülüğün yaşadığı süreci, şehirlerde de küçük burjuva tabakalar yaşar. Şehirsel nüfusun bir parçasını oluşturan küçük burjuva tabakalar, orta tabakalar, aynen köylülük gibi, burjuva toplumun temel sınıfını veya sınıflarından birisini oluşturmazlar.
Şehir küçük burjuvazisini genel hatlarıyla üç ayrı sosyal tabakadan -zanaatçılar, küçük satıcılar (küçük tüccarlar) ve serbest meslek sahipleri- oluşur.

Ekonomik kriz ve zanaatçılar: Bağımsız zanaatçılık olgusu kapitalizmde, aynen köylülük gibi tarihe karışmıştır. Kapitalizmde köylülüğün başına gelenler zanaatçıların da başına gelmiştir.
Kapitalizm geliştikçe zanaatçı, sanayi işletmeleriyle rekabet edebilmek için ürününü değerinin altında satmak zorunda kalır, “artı değer” elde etmesi artık hayal olur; ürününü kendi iş gücünü yeniden üretebilme olanağını sağlayan fiyatın altında satmak zorunda kalır. Kriz dönemlerinde bu durum daha çarpıcı olarak açığa çıkar ve hammadde, iş aletleri vs. dahi satın alamayacak duruma gelen zanaatçı, fiyatların da düşmesiyle iflas eder. İşsizlik, yoksulluk onun “kaderi” olur ve proletaryanın saflarına katılmaktan başka yapacağı bir şey yoktur.

Ekonomik kriz ve küçük satıcılar: Şehirlerde küçük satıcıların yaşamlarını sürdürmeleri, emekçilerin, başta da proletaryanın gelirine bağlıdır. Çünkü kazanç-kar marjı toptancı fiyatlarıyla perakendeci fiyatları arasındaki farktan oluşan bu tabakanın esas müşterisini proletarya oluşturur. Normal koşullarda da durumu zaten kötü olan küçük satıcı, kriz döneminde iflas etmekten kurtulamaz; kriz, işsizliği, ücretlerin düşmesini, fiyatların düşmesini beraberinde getirir, onun esas alıcısı olan proletaryanın, emekçi kitlelerin alım gücü düşer ve bu da küçük satıcının ticari ilişkisine yok edici darbe vurarak yansır.
Hem kriz dönemlerinde hem de “normal” şartlarda küçük satıcı, büyük alış veriş yerleriyle rekabet edecek güce sahip değildir. Onun, büyük alış veriş merkezleri gibi ne kredi alma şansı ne de yedek sermayesi vardır.
Küçük satıcının rakibi de vardır. Örneğin krizden dolayı işsiz kalan işçiler, geçim sıkıntısı içinde olan proleter aileler, kadınlar, çocuklar sürekli veya belli dönemlerde haftanın belli günlerinde, satıcılık yaparlar. İşte bunlar, bu eylemleriyle küçük satıcılarla rekabet etmiş olurlar (Bkz.: Marks/Engels; C. 2, s. 316/317).
Kapitalizm, küçük satıcı için de yoksulluk, açlık, iflas, işsizlik ve proletaryanın saflarına katılmak anlamına gelir.

Ekonomik kriz ve serbest meslek sahipleri: Doktorlar, mimarlar, mühendisler, teknisyenler, avukatlar vb. bu grupta ele alınması gereken unsurlardır. Tabii ki bu tabakanın durumunu işçi sınıfının, köylülüğün, küçük burjuvazinin durumuyla karşılaştıramayız. Ama bu tabaka da krizden etkilenir. Bu kesimin devlet görevlisi olanlarını ve dolayısıyla gelirini devletten alanlarını bir kenara bırakırsak, serbest piyasada kazanç sağlama durumları kriz dönemlerinde daha da kötüleşir; bu unsurların serbest piyasada gelirleri, nihayetinde toplumun diğer sınıf ve tabakalarının gelirlerinden kaynaklanmaktadır. Örneğin kriz döneminde parası olmayan, işsiz bir işçi kolay kolay avukata veya doktora gitmez. Böylelikle avukatlık, doktorluk hizmetinden dolayı gelir sağlayan bu unsurların gelirleri de kriz dönemlerinde düşer. Gelir kaynakları kriz döneminde kuruyan bunların bir kısmı sonuç itibariyle proletaryanın saflarına katılmak zorunda kalır.

4- Ekonomik krizin burjuvazi üzerindeki sosyal etkileri
Burjuvazi krizin patlak vermesini engelleyemez. Ve kriz patlak verdiğinde, krizin derinliğine ve kapsamına göre burjuvazi de etkilenir. Şimdi yaşanan kriz gibi uluslararası tekelleri de vuran bir ekonomik kriz, en büyük kapitalistleri de etkiler. Orta ve küçük kapitalistler her krizden etkilenirler; her ekonomik kriz burjuvazinin öncelikle bu kesimini vurur. Fiyatlar düşer, iflaslar birbirini kovalar...
Fiyatların düşmesi ve burjuvazi:1929-1932 krizine kadar olan bütün fazla üretim krizleri sürecinde fiyatlar düşmüştü. 1929-1932 krizine kadarki ekonomik krizlerde fiyatlar neden düşmüştü, sonraki krizlerde neden artmıştı ve şimdiki krizde de neden yeniden düşüyor sorularının cevabını “Kapitalizmin ve Ekonomik Krizlerin Tarihi, Çağımızda Ekonomik Krizlerin Çevrimli Hareketi ve Stalin” çalışmasında bulacağınızı belirterek burada şu özeti yapmakla yetinelim: Fiyatların düşmesi, bütün kapitalistler açısından stoklanmış hammadde ve ürünün önemli ölçüde değer kaybetmesi anlamına gelir. Öyle olur ki kapitalist, bırakalım az da olsa artı değer elde etmeyi, yatırdığı sermayesini daha kurtaramaz. Keza ticaretle uğraşan kapitalist de, fiyatlar düştüğü için elindeki malı, satın aldığı fiyatın altında satmak zorunda kalır. Kapitalistlerin bu duruma düşmelerini onların bilgisizliğinde değil, kapitalizmde üretimin anarşik yapısında, spekülatif karakterinde aramak gerekir. Hiç bir kapitalist kriz beklentisiyle üretmez, tersine fiyatların artacağı, üretimin artması gerektiği beklentisiyle üretir. Ve kriz gelip çattığında fiyatlar düştüğünde o, malının “üstüne oturmuş” olur.
Sermayenin değerlendirilememesi/sermaye kıyımı: Kriz döneminde stokların artması, ürünlerin satılmaması, nihayetinde bu ürünlerde ifadesini bulan sermayenin değerlendirilmemesi, yok edilmesi anlamına gelir.
Kriz döneminde üretim ya tamamen ya da kısmen durur. Bu durumda, derecesi ne olursa olsun, söz konusu olan, üretken sermayenin üretim dışı kalmasıdır. İş gücünün çalıştırılmadığı, paslanmaya, çürümeye terk edilmiş fabrika/işletme, sermayenin değerlendirilememesinden, sermaye kıyımından başka bir anlam taşımaz.
Kriz döneminde birçok sermaye, kar oranının düşmesinden dolayı değer kaybeder ve “yatırılmaya değmez” olur. Yani ortalama değerlendirilme koşullarının altına düşer. Bu da sermayenin değerlendirilememesinin veya da kıyımının bir ifadesidir.
Kriz döneminde iflaslar: Kriz dönemlerinde iflaslar sıçramalı bir artış gösterir. Krizde olan her ekonomide iflaslar, krizin derinliğine ve kapsamına göre sıçramalı gelişir.