deneme

11 Eylül 2018 Salı

YENİ BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (VI)


YENİ BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (VI)

DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN GÜNCEL SEYRİ ÜZERİNE

Yeni bir dünya fazla üretim krizi patlak vermeden ve “ayrık otu” yaygaraları başlamadan önce...

Ekonomik Kriz ve “Ayrık Otları”

-Yaklaşan ekonomik kriz, yine her kriz öncesinde olduğu gibi bilinen saçmalıkların teori adına kurgulanmasının yolunu açıyor. Yine, kriz sonrasında yer altına çekilen “ayrık otları” yerden fışkırmaya, kriz tellallığı yapmaya başladılar. Kriz belirtileri, kriz göstergesi olarak ele alınıyor, şuradaki buradaki gelişmelere kriz denebiliyor veya denecek. Her kriz öncesinde, esnasında ve sonrasında yaşananları bir daha yaşayacağız; ekonomiyi, kapitalizmi kendiliğinden çökertenlerden; her şeyi doğru bilenlerden geçilmeyecek. Yeni kriz “kahin”leri tanıyacağız. Ekonomide yeni komplo teorileri okuyacağız. Göreceğiz, ilk fazla üretim krizinden (1825-'29) bu yana her dünya krizi döneminde yaşadıklarımızı bir daha yaşayacağız. Çünkü bu unsurlar ders almıyorlar, öğrenmek istemiyorlar; bütün kaygıları teorilerini doğrulamak olduğu için, Marksist ekonomi ve kriz değerlendirmelerini sınıfsal özünden kopartmaktan çekinmiyorlar. Ama sonunda her şeyin maddi değerlerin üretimine bağlı olduğunu, bütün mali vb. gelişmelerin bu üretimden ayrı ele alınamayacağını; kapitalizmin başka dönemsel kriz tanımadığını 1825'ten bu yana gördükleri gibi görecekler. Ve gerçeği kabullenmeden, bir sonraki krize kadar yeniden yer altına çekilecekler.
Ne diyelim, 2008 krizinde ve daha önceki krizlerde de kapitalizmi lafla çökertemediniz, belki bu krizde çökertiriz!
Bu tiplerin R. Luksemburg'u da bulaştırdıkları abesle iştigalden öteye geçmeyen “teori”leriyle en yoğun olarak 2008 krizi ve sonrasında mücadele etmiştim. Görünen o ki, bu mücadele yeniden başlıyor.

Kaç tip ayrık otuyla karşı karşıya kalacağız?
1-Önce mali sermayeyi ikiye bölüp, aşırı sermaye birikimi adı altında üretimden kopardıkları sermayeye bağımsızlık, kriz oluşturma iç dinamiği veren ayrık otlarını göreceğiz.
2- İkinci olarak kriz ve sistemin kendiliğinden çöküşünü işleyen ayrık otları yeşerecek...
3- Üçüncü sırada, dünya ekonomisinin hala krizde olduğuna inanan ayrık otlarını göreceğiz. Bunlar da herhalde sürekli krizcilerdir.

Tabi bir de “kriz kahini” tespitini yapan burjuva ekonomistler sahne alacaklar. Geçen krizde Roubini'i “kriz kahini” ilan etmişlerdi. Bu sefer bakalım kimi “kahin” ilan edecekler.

Bir kısmı “post-marksizm”den, bir kısmı troçkizmden kaynaklanan bu “ayrık ortaları”nın yanı sıra emperyalist burjuvazinin ekonomi uzmanları; bir yandan keynescileri, diğer yandan da neoliberal kalemşorları emperyalist kapitalizmi temize çıkartmak, onun her kriz döneminde aldığı yaraları iyileştirmek reçeteleriyle dünya işçi sınıfı ve emekçi yığınlarını etkilemeye çalışacaklar, sükunete davet edecekler ve bundan etkilenen “sol”lar da olacak. Bunların hepsini göreceğiz.

I-SANAYİ ÜRETİMİ VE 2008 KRİZİNİN AŞILMASI SÜRECİ

Öncesi bakımından:
Dünya sanayi üretiminin kriz öncesindeki en yüksek seviyesinden Haziran 2018'e kadarki seyri dört aşamadan oluşan bir süreçtir.

Birinci aşama: Bu aşama konjonktürün kriz evresini ifade eder; yani dünya sanayi üretiminin krize girmesinden çıkmasına kadarki süreç. Dünya sanayi üretimi Şubat 2008 itibariyle en yüksek seviyesinden Şubat 2009 itibariyle dibe vuruyor.
Kasım 2010'da Şubat 2008'deki seviyesini aşıyor. Seviye aşma süreklilik kazandığı için Kasım 2010'u dünya sanayi üretiminin krizden çıkış dönemi olarak tanımlıyoruz.

İkinci aşama: Bu aşama üretimde canlanmanın-artışın gözlendiği süreci ifade eder. Kavramsal olarak literatürde bu sürece konjonktür hareketinde üretimde canlanma aşaması denir. Bu aşamada üretim hızla yüksek oranlarda artabileceği gibi, yavaş ve küçük oranlarda, bir önceki aya göre gerileyerek de artabilir. Nitekim bu aşamada dünya sanayi üretimininde hızlı bir artışı değil, yavaş ve küçük oranlarda bir artış söz konusu olmuştur. Toplamda krizden çıkışı ifade eden Kasım 2010 ve Aralık 2014 arasında üretimde 14,6 puanlık bir artış gerçekleşmiştir.

Üçüncü aşama: Aralık 2014-Mayıs 2015 arasıdır. Aralık 2014 üretimde bir kırılma noktasını oluşturmaktadır. Bu aydan sonra dünya sanayi üretimi inişli-çıkışlı olarak sürekli gerilemektedir. Açık ki, burada üretimde belli bir durgunluk söz konusudur.
Burada soru şu: Dünya sanayi üretimindeki söz konusu bu gerileme; inişli-çıkışlı durgunlu süreci bugün de veya Nisan 2017 itibariyle de devam ediyor mu? Verilerin gösterdiği gibi bu süreç, açık ki devam etmiyor.

Dünya sanayi üretiminde krizden çıkışı ifade eden Kasım 2010 ve Aralık 2014 arasında üretimde 14,6 puanlık bir artış gerçekleşiyor. Aralık 2014-Mayıs 2105 arasında bir durgunluk sürecinde geçiliyor ve 2010=100 bazında Haziran 2015-Nisan 2017 arasında dünya sanayi üretimi yüzde 115’den yüzde 120,4’e çıkarak 5,4 puanlık bir artış gösteriyor.

Dünya sanayi üretiminin seyrindeki dördüncü aşama diyeceğimiz bu gelişme bize sadece şunu göstermektedir (1): Dünya sanayi üretimi (dolayısıyla dünya ekonomisi) oldukça kırılgan olmanın ifadesi olan inişli-çıkışlı durgunluk aşamasından daha az kırılganlığın olduğu belli bir canlanma aşamasına geçmemiştir; Söz konusu bu özel tipte durgunluk; ne onduran ne de öldüren durgunluk aşamasında üretimde sert inişler ve çıkışlar yaşanmaktadır.

Sanayi üretimi ve 2008 krizinin aşılması süreci

2008 dünya fazla üretim krizinden bu yana 10 sene geçti. Bu süreç içinde dünya ekonomisinde krizden kısa zaman içinde çıkan ülkeler olduğu gibi, uzun dönem krizle boğuşan ve hala krizde olan ülkeler de var. Dünya ekonomisi ve bazı ülke ekonomilerini daha önceki birçok makalede ele almıştım. Bu yazıda aynı yöntemi kullanmayacağım. Yani sorunları ayrıntılı ele alan uzun bir analiz yazısı olmayacak. Dünya ekonomisinde genel eğilimi tanımlamakla yetineceğim ve ağırlığı dünya ekonomisinin seyri koşularında Türk ekonomisinin gelişmesine vereceğim.

Önde gelen emperyalist ülkeler:
Aslında son değerlendirmemizden bu yana dünya ekonomisinde, sanayi üretiminin seyrinde değişen fazla bir şey yok: 2008 krizi öncesindeki en yüksek üretim seviyesi baz alındığında örneğin Amerikan sanayi üretimi bu seviyeyi ancak yüzde 2,9 oranında aşıyor (2008 = 100 (107,1) – 2017 (110,2). Alman sanayi üretimi de yüzde 6,8 oranında aşıyor (2008 = 100 (108,1) – 2017 (115,5). Buna karşın örneğin Japonya ve Fransa sanayi üretimi 2008 krizi öncesindeki en yüksek üretim seviyesinin oldukça gerisindedir. Aynı durum, hala krizde olma durumu AB (28 ülke), Avro Bölgesi (19 ülke) ve G7 ülkeleri toplamı için de geçerlidir. Ancak OECD-Avrupa ve OECD-Toplamı kriz öncesi üretim seviyesini açmış durumdalar.
Emperyalist ülkeler hemen hemen aynı dönemde krize girmelerine rağmen krizden çıkış her bir ülkede farklı dönemlerde olmuştur.

BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin):
BRIC ülkelerinde farklı bir kriz süreci yaşanmıştır. Örneğin Çin'de sanayi üretimi 2017'de 2008'e göre iki mislinden daha fazla büyürken, Rusya ve Brezilya'da mutlak gerilemiştir. Öyle ki, Brezilya'da 2014'ün yarısından itibaren 2008'deki kriz öncesi seviyesinin gerisine bile düşmüştür. Hindistan'da ise sanayi üretimi belli bir süre devam eden durgunluk sürecinden geçmiş ve ancak 2013'ten itibaren büyüme oranlarında artış olmuştur.

BRIC ülkelerinde durumu sefil olan tek ülke Brezilya'dır. Bu ülkede sanayi üretimi 2008 krizi öncesi seviyesinden yüzde 12,6 oranında geridir (2008 (97,7) =100), 2017= 85,4).
2008'den 2017'ye sanayi üretimi Çin'de yüzde 131 oranında, yani iki mislinden fazla büyürken (2008= 77,8 – 2017=179,9), Hindistan'da yüzde 36,4 oranında (2008=90,9 – 2017=124,0) ve Rusya'ya da yüzde 12,5 oranında (2008=104,4 – 2017=117,5) büyümüştür.

Ancak 2018 yılı itibariyle bu ülkelerde sanayi üretiminin faklı büyüme seviyelerinde de olsalar durgunluk sürecine girdiğini görüyoruz. Örneği Çin'de sanayi üretimi 2017'ye göre 2018'in ilk çeyreğinde yerinde sayarken 2017 (yüzde 179,9 ve 2018'in ilk çeyreği yüzde 180,3 - ancak yüzde 0,2 oranında bir büyüme),
Hindistan sanayi üretimi 2017'ye göre 2018'in ilk çeyreğinde yüzde 5 ve ikinci çeyreğinde de yüzde 4 oranında büyümüştür. Ama 2018'in 1. çeyreğinden 2. çeyreğine büyüme yüzde 0,6 oranında gerilemiştir.
Brezilya sanayi üretimi 2017'den 2018'in ilk çeyreğine yüzde 2,3, ikinci çeyreğine de yüzde 0,4 oranında gerilemiştir.
Rusya sanayi üretimi 2017'den 2018'in 1. çeyreğine yüzde 1,9 ve 2018'in 1. çeyreğinden 2. çeyreğine de yüzde 1,0 oranında büyümüştür.

MIST ülkelerinde durum (Meksika, Endonezya, Güney Kore ve Türkiye):
Türkiye'de sanayi üretimi 2017 itibariyle 2008 krizi öncesi seviyesine göre yüzde 65,4 oranında; aynı dönemde Endonezya sanayi üretimi yüzde 48,6; Meksika sanayi üretimi yüzde 7,2 oranında ve Güney Kore sanayi üretimi de 30,8 oranında büyümüştür.

2017'den 2018'in 1. çeyreğine sanayi üretimi Türkiye'de yüzde 4,4 oranında büyürken, 2018'in 1. çeyreğinden 2. çeyreğine yüzde 0,8 oranında küçülmüştür.
G. Kore sanayi üretimi 2017'den 2018'in 1. çeyreğine yüzde 1,4 oranında ve 2018'in 1. çeyreğinden 2. çeyreğine de yüzde 2,7 oranında büyümüştür.
Meksika sanayi üretimi 2008'den 2017'ye yüzde 7,2 oranında büyürken 2017'den 2018'in 1. çeyreğine de ancak yüzde 0,5 oranında büyümüştür.
Endonezya sanayi üretimi de 2017'den 2018'in ilk çeyreğine yüzde 7,3 oranında büyümüştür (2).

MIST ülkelerinde sanayi üretimi farklı zamanlarda krize girmiş, ama Meksika hariç, yaklaşık aynı dönemde krizden çıkmışlardır. Yaklaşık 2012'den itibaren bu ülkelerde sanayi üretiminden büyüme farklılıkları artmıştır.

Sonuç itibariyle:
Dünya ekonomisinde ağırlığı olan ülkelerde sanayi üretiminin genel seyrinin, daha önceki konuya ilişkin yazılarda analiz ettiğimiz inişli-çıkışlı durgunluk sürecinin sert iniş ve çıkışlarla devam ettiğini göstermektedir. Bu kriz çevriminin ne öldüren ne de onduran, özel tipte durgunluk aşamasıdır.

Böyle, kırılgan bir süreçte Amerikan emperyalizminin başlattığı açıktan dünya çapında sürdürülen ticaret savaşları yeni bir dünya krizinin tetikleyicisi olabilir. Olabilir, çünkü ticaret savaşları kaçınılmaz olarak uluslararası tekelleri sarsabilir. Amerikan emperyalizminin korumacı, küreselleşme karşıtı hamlelerinden dolayı, emperyalist ülkelerin, 2008 krizinde olduğu gibi sorunu ortaklaşa çözme imkanı pek mümkün olmayacağı için kendi aralarındaki çelişkiler daha da keskinleşmiş olacaktır. Dünya çapında “müesses nizam”ın artık pek geçerliliği kalmadı; kendi başına hareket eden rekabet merkezlerinin varlığı uluslararası alanda nüfuz alanlarının yeniden paylaşımı rekabetini keskinleştiriyor. Bu durum ister istemez ekonomiye de yansımaktadır. Emperyalistler arası rekabet politikada ve ekonomide esas yönü oluşturmaktadır; sürekli yeni kümeleşmeler ve ittifaklaşma denemeleri gündemdedir. Amerikan emperyalizminin esasen Çin'i hedef alan ticaret savaşı, AB ve başkaca ülkeleri de etkilemektedir. Bu anlamda Japonya, Çin ve AB arasındaki ortak hareket etme çabaları yeni sorunlarda, çelişkilerde yeni oluşumların olabileceğini göstermektedir.

II- TÜRK EKONOMİSİ KONJONKTÜR ÇEVRİMİNİN HANGİ AŞAMASINDA?
 
Yeni bir fazla üretim krizine doğru”makalelerin ilkinde ekonominin gelişme yönünü belirtmekle yetinmiş, bunun nedenini de açıklamıştık: “Ekonomide gidiş yeni bir fazla üretim krizine doğru. İbre krizi gösteriyor, ama kriz henüz patlak vermedi. Ekonomi açısından 2018’in ikinci yarısında geceyle gündüz arasındaki gibi bir farklılık olabilir. Veriler, ekonomik büyümede bir yavaşlamanın olacağını göstermektedir” (3).

Şimdi gelinen noktada “Yeni bir fazla üretim krizine doğru”nun “doğru”su artık fazlalık olmuştur. Neden böyle olduğunu maddi değerlerin (sanayi) üretimindeki gelişmeyi analiz ederek gösterelim. Ayrıntılı analizleri önümüzdeki sürece bırakıyoruz.

1-Sanayi üretiminin gelişme seyri

Yıllara göre sanayi üretimi:


2017 yılı itibariyle sanayi üretimi 2001 krizi öncesinin en yüksek seviyesine göre yüzde 156,8 oranında, yani yaklaşık 2,6 misli ve 2008 krizine göre de yüzde 65,4 oranında büyüyor. 2001 kriziyle 2008 krizi arasındaki, yani bir konjonktür çevrimi boyunca (2002-2007) büyüme oranı yüzde 56,4. İkinci konjonktür çevriminde ise (2010-2017) bu oran yüzde 62,3.
Her iki çevrim sürecinde sanayi üretimi kesintisiz artan bir büyüme içinde olmuştur.


Ama bu kesintisiz büyüme oranlarını zincirleme endeksle grafikleştirirseniz, yukarıdaki sonucu elde edersiniz. Bu grafik büyüme oranlarının yıldan yıla değişik olduğunu, burjuvazinin siyasi temsilcilerinin anlattığı gibi olmadığını göstermektedir.

Yılın çeyreklerine göre sanayi üretim:


Verili dönem içinde sanayi üretiminin yılın çeyreklerine göre büyüme seyri oldukça istikrarlı gözüküyor. 2105'ten 2016'nın ikinci yarısına kadar istikrarlı artış 2016'nn ikinci yarısında kesintiye uğruyor ve 2018'in ilk çeyreğine kadar da sürekli artıyor. Yukarıdaki grafik bunu gösteriyor.
Ama soruna zincirleme endeks bazında bakarsak; üretimdeki gelişmeyi bir önceki çeyreğe göre hesaplarsak farkı bir sonuçla karşılaşırız.

Yukarıdaki grafiğin aksine aşağıdaki grafik, 21. yüzyılın 2. konjonktür çevriminde sanayi üretiminin ne denli dengesiz büyüdüğünü, 2017'nin 2. çeyreğinden itibaren de büyüme oranlarının sürekli küçüldüğünü ve 2018'in 2. çeyreğinde de mutlak küçüldüğünü göstermektedir.

Yılın aylarına göre sanayi üretimi:


Aylık bazda veriler, sanayi üretiminin 2017 Aralık ayından itibaren küçülmeye başladığını, 2018'in Ocak, Şubat ve Mart aylarında 169 bandında kaldığını, Nisan ayında Aralık 2017'deki seviyesine çıkmasının fazla bir şey ifade etmediğini 2018 Mayıs ve Haziran verileri göstermektedir. Üretim Nisan ayından itibaren sürekli gerilemiştir.

İnişli-çıkışlı durgunluk aşamasının krize dönüşme sürecini aylık verilerin zincirleme endeksi göstermektedir. Bunu aşağıdaki grafikte görüyoruz.


Aralık 2017'ye göre 2018'in Ocak ve Şubat aylarında sanayi üretimi mutlak küçülüyor. Mart ve Nisan aylarında yüzde birin altında kalan büyüme, Mayıs ve Haziran aylarında yüzde 1,6 ve yüzde 2 oranlarında mutlak küçülmeye dönüşüyor (4).

2- İmalat sanayi kapasite kullanım oranları


İmalat sanayi kapasite kulanım oranları bazen yanıltıcı olabiliyor. Örneğin yukarıdaki verilere bakarak kapasite kullanım oranları Kasım 2017'de yüzde 79,9 oranından Nisan 2018'de yüzde 77,3 oranına kadar düşmüş, ama Haziran 2018'de yüzde 78,3'e kadar çıkmış diyerek sanayi üretiminde belli bir iyileşmenin olduğunu, krizden bahsedilemeyeceğini söyleyebilirsiniz.

Ama soruna, verileri zincirleme endekse çevirerek, bir önceki ayın verilerine göre hesap ederek bakarsanız (aşağıdaki grafik), imalat sanayinde kapasite kullanım oranlarının -2017 Nisan ve Ekim ayları hariç- yerde süründüğünü, Aralık 2017 ve Ocak, Şubat, Mart ve Nisan 2018'de de bir ay öncesine göre gerilediğini, sadece Mart ayında aynı seviyede kaldığını görürsünüz. (2018'in Mayıs ve Haziran aylarındaki artış kapasite kulanım oranının Nisan ayındaki çok gerilemiş olmasından (yüzde 73,3) kaynaklanmaktadır). 
 

Mal (meta) gruplarına göre kapasite kulanım oranları daha açıklayıcıdır. Türkiye'de sanayi, üretmek için ithal ara ve yatırım mallarına bağımlıdır. Bu malları ithal edemezse, üretim ya düşer veya da durur. Aşağıdaki grafik üretimin şimdilik gerileme sürecinde olduğunu göstermektedir. 
 

Yatırım mallarında kapasite kullanımı Mart 2016'daki seviyesinin (79,70) gerisine düşüyor. Kısmen kendi ürettiği için ara malları temininde kapasite kullanımı, yatırım mallarına göre daha iyi durumda. Ama orada da diğerlerinde (yatırım malları ve tüketim malları) 2018 başı itibariyle sert bir düşüş söz konusudur.

Aşağıdaki grafikte gruplandırılmış tüketim malları üretiminde kapasite kullanım oranlarının seyrini görüyoruz. Bunların içinde bizi ilgilendiren veya kriz bağlamında kıstas olarak alınan dayanıklı tüketim mallarıdır, örneğin otomobil, buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon vs. Ağustos 2018 itibariyle dayanıklı tüketim malları üretiminde kapasite kullanım oranı Şubat 2018'de yüzde 68,80'e kadar gerilemesine rağmen Haziran ayında yüzde 73,20'ye kadar çıkıyor ve sonrasında düşüyor. Bu gerilemeyi otomotiv sektöründeki son verilerle bağlam içinde ele alınmalıdır (5).



3-Borçlanma durumu



Yukarıdaki grafik sadece şunu gösteriyor: Türk ekonomisinde dış borçlanmada devletten ziyade özel sektör belirleyici olmaktadır. Devlet borçları miktar olarak azdır ve GSHM'ya oranı da düşüktür, çevrilemez seviyede değilidir. Örneğin TCMB'nın toplam borç stoku 2015'in ilk çeyreğinde 2,110 milyar dolardan 2018'in ilk çeyreğinde 653 milyon dolara düşerek yüzde 69 oranında azalmıştır. Kamu borç stoku da aynı dönemde 116,756 milyar dolardan 140,862 milyar dolara çıkarak yüzde 20,6 oranında artmıştır. Keza aynı dönemde özel sektör dış borç stoku 276,508 milyar dolardan 325,142 milyar dolara çıkarak yüzde 176 oranında artmıştır.

Toplam borç stoku da 2015'in ilk çeyreğinde 395,38 milyar dolardan 2018'in ilk çeyreğine 466,66 milyar dolara çıkarak yüzde 18 oranında artmıştır. Bunu da aşağıdaki grafikte görüyoruz (6).



Brüt dış borç stokunun GSMH'ya oranı (aşağıdaki grafik) Türkiye'nin sanıldığı gibi büyük bir borç yükü altında olmadığını gösterir. Türkiye bu bakımdan birçok emperyalist, gelişmiş, gelişen ülkelerden çok çok iyi bir konumdadır. Başka bir çok ülkede bu oran yüzde 80'lerin, yüzde yüzlerin üzerindedir.


GSMH'sına göre borç miktarı çevrilebilir bir seviyede olmasına rağmen borçlanmanın ekonomide önemli bir kriz faktörü durumuna gelmesinin nedenlerini başka yerde aramak gerekir. Bunun belli başlı iki nedeni var: Amerikan emperyalizmi 2008 krizi ve sonrasında dünyaya adeta saçtığı dolarları geri toplamaya başladı; FED'in faiz arttırmasından dolayı sermaye akışının yönünü ABD'ye çevrildi. Bu sermaye akışı birçok “gelişen” ülkeyi, bazı emperyalistleşen ülkeleri olumsuz etkiledi; sermaye bu ülkelerden merkez emperyalist ülkelere kaçarak gitmedi, ama gitti. Uluslararası sermayenin bu yön değiştirmesinden en çok etkilenen ülkelerin başında Brezilya, Türkiye, Arjantin, Meksika vs. gelmektedir. Türkiye açısından bunun anlamı şudur. Sermayeyi ülke içinde tutmak istiyorsan faizleri arttıracaksın, talep ettiği başkaca koşulları yerine getireceksin.

İkinci neden Türk burjuvazi ile başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçler arasındaki, özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana o zamana kadar var olan ve yeni oluşan gerginliklerin çelişkiye dönüşmesinden kaynaklanmaktadır. Kısacası, faşist diktatörlüğün siyasi temsilcisi Erdoğan, Amerikan emperyalizminin çıkarlarıyla birçok alanda ters düştüğü için, ABD'nin siyasi baskılarının yanı sıra ekonomik baskılarıyla da karşı karşıya kalmıştır. Başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçler, eskisi gibi her şeye boyun eğen bir Türkiye istiyorlar. Türk burjuvazisinin/sermayesinin baş siyasi temsilcisi olarak Erdoğan buna yanaşmıyor; “eşit” koşullarda ilişki talep ediyor. Sonuç ortada. Doların bu derece değer kazanmasının veya TL'nin bu derece değer kaybetmesinin Türk ekonomisinin durumundan ziyade siyasi ve ekonomik baskıyla doğrudan ilişkilidir.

Şimdi bu iki nedenden dolayı, çevrilebilir borç tutarı, çevrilemez borç tutarına dönüşmüştür. Bu iki nedenden dolayı dış borçlanma, ekonomide krizi tetikleyen esas faktöre dönüşmüştür.

Şimdi bazı sonuçlar çıkartabiliriz:
Nasıl bir krizle karşı karşıyayız?
Bir mali krizden bahsedebilir miyiz? Bahsedemeyiz, çünkü mali kriz diyebilmek için para ve kredi sisteminin bozulması, işlevini yerine getirecek durumda olmaması gerekir. Değerli kağıtların fiyatlarının düşmesi gerekir. Kredilerin tıkanması gerekir. Bütün bu gelişmelerden dolayı ekonomide ağırlığı olan bankaların, en azından birkaçının iflasın eşiğine gelmesi gerekir. Böyle bir durumla henüz karşı karşıya değiliz.

Ne ile nasıl bir durumla karşı karşıyayız? Dolar ve avro karşısında liranın olağanüstü değer kaybetmesi ve dolar üzerinde yapılan bütün iktisadi işlemlerin ekonomiyi zorlamasıyla karşı karşıyayız.

Gözardı edilemeyecek gelişmeler ve olgular da var. Bunlara bakarak ekonominin içinde olduğu durumu ve gelişme yönünü tanımlayabiliriz.

1-Türkiye'de şirketlerin kredi maliyetleri artma trendindedir. Bu durum sadece Türkiye için geçerli değildir, “gelişen” ülkelerde de, örneğin Arjantin, aynı trend söz konusudur. 2008 krizi sürecinde adeta dünya piyasalarına saçılan ucuz doları, Amerikan merkez bankası FED'in faizleri yükselterek geri toplama politikası sonucunda bu ucuz dolardan yararlanan ülkelerden “sıcak para” çıkışı-kaçışı yaşanmaktadır. Rezervi yeterli olmayan ülkelerde şirketlerin kredi temini oldukça zorlaşmaktadır.

2-İthalatta yaşanan gerileme kaçınılmaz olarak yatırımların gerilemesine neden oldu. Verilerin gösterdiği gibi makine ve teçhizat, inşaat gibi sektörlerde yatırımlar oldukça gerilemiştir.

3-Dolarda olağanüstü değer artışı, bunun tersi olarak TL'nin olağanüstü değersizleşmesi ithalatı fena vurmuştur; ithal etmek için gerekli kredi muslukları oldukça kısılmıştır. Bu da ithalata dayalı (ara ve yatırım malları) büyümeyi olumsuz etkilemektedir.

4-Kredi yapılandırmasına giden veya iflasını açıklayan işletme sayısı artmaktadır. Giderek artan sayıda işletme, küçülme planları yapmaktadır. Ama bu türden gelişmeler istihdama henüz yansımamıştır.

5-Karşılaşılan genel zorluklardan dolayı, uzun vadeli projeler rafa kaldırılırken, ayakta kalabilme planlarına ağırlık verilmektedir.

6-Otomotiv Distribütörleri Derneği verilerine göre otomobil ve hafif ticari araç satışlarında Temmuz ayında yüzde 38'lere varan düşüşler olmuştur. Ağustos ayında is bu gerileme oranı, bir sene öncesi aynı aya göre yüzde 53'e varıyor. Bu durum Türkiye'nin Avrupa otomobil sektöründeki konumunu da olumsuz etkilemektedir. Örneğin Türkiye, Haziran ayında Avrupa otomobil pazarında 4 basamak birden gerilemiş ve 10. sıraya düşmüştür.

7-Bankacılık sektörü şimdilik kendini çevirebilir durumunu sürdürüyor.

8-Borsa değerlerinde olağanüstü, sert düşüşler de yaşanmamakta.

9-Yurt dışında dolar üzerinden borçlanan işletmelerin borç ödemesi yapamayacağını açıkladığı bir durumla da henüz karşı karşıya değiliz. İleride ne olabiliri yorumlamaya çalışıyoruz.

10-Yabancı sermayenin, özellikle de “sıcak para”nın koşar adımlarla kaçması da henüz söz konusu değil; çıkışların artması gündemde.

İlginç olan, bir taraftan enflasyon artarken, diğer taraftan da ekonomide durgunluğun, şimdilerde de mutlak küçülmeye geçen bir sürecin gündemde olmasıdır. Bu durumun adı “stagflasyon”dur: “Modern tekniğin üretime dahil edilmesi sonucunda işin verimliliği artıyor. Krizler, ara krizler patlak veriyor, işçiler sokağa atılıyor, ama fiyatlar yükselmeye devam ediyor. Burjuva ekonomistler bu gelişmeye; kapitalizmin tarihinde ilk kez II. Dünya Savaşından sonra görülen bu gelişmeye -bir taraftan ekonomik kriz, ara kriz ve durgunluk; diğer taraftan enflasyonist gelişme- “stagflasyon” (aynı anda durgunluk ve enflasyonist gelişme) adını veriyorlar” (7).

Marksist-Leninist politik ekonomi, kapitalist yeniden üretim sürecinden kaynaklanan krizi, sisteme özgü kriz olarak tanır, tanımlar. Bu durumda söz konusu olan, fazla üretim krizidir. Toplamına mali kriz denilen diğer bütün krizler; para-kredi mali krizleri, spekülasyon krizleri, ticaret krizleri vb. fazla üretim krizlerini gölge gibi takip ederler. Bütün bu krizler, fazla üretim krizinin ne nedenini oluştururlar ne de kapitalist yeniden üretim sürecinden kaynaklanırlar.

Son makalede (8) şu tanımlamalara yer verilmişti:
Para-kredi-borsa-spekülasyon krizleri: Bu krizler, fazla üretim krizleri gibi, yeniden üretim sürecinde doğmazlar. Ve bundan dolayı da fazla üretim (ekonomik) krizlerinin nedeni olamazlar. Başka türlü ifade edecek olursak; bu krizler, kapitalist üretim biçiminin yasal görüngüleri değildir.

Her enflasyonist gelişme de mutlaka kriz değildir. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde emperyalist ülkelerde görülen enflasyonist süreci göz önüne getirelim. Bu süreç, doğrudan kapitalist yeniden üretim sürecinden kaynaklanmıyordu. Keza 1919-1923 Almanya’sında görülen enflasyon ve 1970’li yılların ikinci yarısından sonra hızla tırmanmaya başlayan Türkiye’deki enflasyon da fazla üretim krizinin nedeni değildi; dolayısıyla kapitalist yeniden üretim sürecinden kaynaklanmıyordu.
Enflasyon; paranın değer kaybı, kağıt paranın esas anlamını ve değerini kaybetmesi anlamına gelir. ...Enflasyon, çoğalan kağıt paranın, giderek daha az maddi değerleri ifade etmesi demektir; fiyatların artması esprisi!

Borsa krizi: Bu kriz de (spekülasyon) yeniden üretim sürecinden kaynaklanmaz. Ama diğer krizler gibi ekonomik (fazla üretim krizi) krizler üzerinde etkide bulunur. Kapitalizmin tarihinde görülmüş olan en büyük borsa krizi, 29 Ekim 1929’da ABD’de patlak vermişti. 

Kredi- para krizi: Kredi olgusu… üretici güçlerin maddi gelişmesini ve dünya pazarının oluşumunu hızlandırır… Yeni üretim biçiminin maddi temellerini… belli bir yükseklik derecesine kadar oluşturmak kapitalist üretim biçiminin tarihi görevidir. Kredi aynı zamanda bu çelişkinin zora dayanan patlak vermesidir…”(Marks)
Yani, olgunlaşma sürecinde olan ekonomik kriz, kredi ile geciktirilebilir; kapitalistlerin hizmetine sunulan kredi ile üretimin devamı sağlanabilir...
Sonuç itibariyle bu türden krizler (spekülasyon, para, kredi, borsa) ekonomik krizlerin nedenleri değildir, olamaz da. Ama bu krizler, ekonomik krizlerin refakatçi görünümleridir.

Borçlanma krizleri: Borçlanma krizi de para-kredi krizi çerçevesinde görülmelidir. Bu kriz de doğrudan üretim sürecinde gündeme gelmez. Dolayısıyla borçlanma krizi, ekonomik krizin patlak vermesinin bir nedeni değildir, ama ekonomik krizi etkiler. Şayet borçlanma krizi ekonomik krizin bir nedeni olsaydı hiçbir emperyalist ülke ve hele hele bağımlı ülkeler, hiçbir zaman ekonomik krizden kurtulamazlardı. Çünkü emperyalist ülkeler de dahil bütün ülkelerde borçlanma oldukça büyük boyutlara varmıştır.

Sonuç itibariyle yukarıda veriler, Türkiye'de ekonominin yeni bir fazla üretim krizi sürecine girdiğini, ama bunun bir ara kriz de olabileceğini göstermektedir. 2001'de şiddetli bir mali kriz eşliğinde fazla üretim krizi patlak vermişti. 2008 krizinde mali krize girilmeden doğrudan fazla üretim krizi (maddi değerlerin üretiminde kriz) patlak vermişti. Şimdiki kriz ise mali kriz (borsa, kredi, borçlanma, döviz vb. krizler) patlak vermeden, ama bu yöndeki gelişmelerin baskısıyla veya bu yöndeki gelişmelerin eşliğinde patlak veren bir fazla üretim krizidir.

Bu krizin bir ara kriz olma ihtimalinin nedenini şurada arıyorum: Dünya ekonomisi henüz yeni bir fazla üretim krizi sürecine girmemiştir. Bu durumda Türkiye'de ekonominin krizde olmasını, kendi siyasi, askeri ve ekonomik çıkarlarından dolayı isteyen ve istemeyen uluslararası sermaye çevreleri vardır. Örneğin Amerikan emperyalizmi Türkiye'yi eskisi gibi yönetmek, kendi çıkarlarına koşmak için her bakımdan baskı altına almaktadır. Doların bu denli yükselmesi için yapılan baskı ortada. ABD, gerek Ortadoğu politikalarında, gerekse Türkiye-Rusya ilişkilerinde Türk burjuvazisi ile keskinleşen çelişkileri baskı ve ambargo tehdidiyle çözmeye çalışmaktadır. ABD, ekonomisi krizde olan bir Türkiye'nin kendisine muhtaç olabilecek duruma sürüklenmesini istiyor. Ama yine kendi çıkarlarından dolayı AB, özellikle de Almanya, ekonomisi krizde olan bir Türkiye'nin kendi ekonomisine de zarar vereceğini ve sınırları açarak, AB'nin göçmen “istilası”na uğrayacağını düşündüğü için ABD'den farklı bir yol izliyor. Bunun anlamı şudur: Türkiye, karşı karşıya kalabileceği birtakım ekonomik sıkıntıları, özellikle dolar üzerinden borç ödemesinde ve borç yapılandırmasında Alman sermayesinden yararlanabilir. Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda mevcut kriz bir ara kriz olarak gelişebilir. Ama arkasından gerçek bir fazla üretim krizinin patlak vermesi engellenemez. “Arkasından” ne adar sürer orası bilinmez, ama dünya ekonomisinin kriz sürecine girmesi kaçınılmaz olarak Türk ekonomisini de beraberinde sürükleyecektir.

Ara kriz, sermayenin çevrim gelişmesinin olağanüstü koşul veya koşullardan dolayı bozulması sonucu patlak verir. Örneğin Türkiye'de 1999 Marmara depremi böyle bir gelişmeye neden olmuş ve ekonomi o yıl yüzde 5 oranında mutlak küçülmüştü (9). Bu durumda bu seferki ara kriz, 1999'daki gibi yüzde 5 oranında mutlak küçülmeye neden olan bir ara kriz olmaktan çok uzak olacaktır.
Ama bu bir ara kriz olmayabilir ve ekonomi, dünya konjonktüründen daha erken bir dönemde yeni bir fazla üretim krizine girmiş olabilir. Türk ekonomisi 1979/'80'de, tarihinde ilk kez fazla üretim krizine girmişti. Dünya ekonomisinde ise kriz 1-2 sene sonra -1980/'81'de patlak vermişti. Böyle bir durum bugün de gerçekleşebilir.

Her halükarda önümüzdeki dönemde ekonomide küçülme trendi devam edecektir; büyümedeki küçülmeye veya mutlak küçülme sert mi olur veya olmaz mı bu, hükümetin ekonomi politikasından, emperyalist ülkelerle ilişkilerinin seyrinden ve alabileceği dış destekten bağımsız değildir.

Notlar:
1) Dünya ve Türkiye Ekonomisinde Genel Gelişme Eğilimi Yazısından, 11 Ağustos 2017, ibrahimokcuoglu.blogspot.com

2) Bu veriler için bakınız: 7 Eylül 2018 itibariyle OECD verileri ve quest-trendmagazin.

3)Bkz.: İ. Okçuoğlu; Yeni Bir Fazla Üretim Krizine Doğru (I),15 Temmuz 2018, ibrahimokcuoglu.blogspot.com

4) Bu veriler için bakınız: 7 Eylül 2018 itibariyle OECD verileri: https://stats.oecd.org/Index.aspx?DataSetCode=MEI_REAL ve https://stats.oecd.org/index.aspx?queryid=21758

5) TCMB;İmalat Sanayi Kapasite Kullanım Oranı, Ağustos 2018.

6) Dış borçlarla ilgili olarak bkz.: https://www.hazine.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri

7) İbrahim Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, ekonomik kriz ağırlıklı, 1600-1990, s. 567, Sınırsız yayıncılık, 2016 Ankara.

8) İbrahim Okçuoğlu; “Yeni Bir Fazla Üretim Krizine Doğru” (V), 28 Ağustos 2018, http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com

9) İbrahim Okçuoğlu; 21. Yüzyılda Türkiye Ekonomisinin Konjonktür Hareketi, 22 Haziran 2014, http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com
Ara kriz için bkz.: İ. Okçuoğlu; “Kapitalizmin Dünya Krizi 2008...”, Ceylan Yayınları, Eylül 2009 ve Kapitalizmin Tarihi, ekonomik kriz ağırlıklı, 1600-1990.