YENİ
BİR FAZLA ÜRETİM KRİZİNE DOĞRU (VI)
DÜNYA
VE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN GÜNCEL SEYRİ ÜZERİNE
Yeni
bir dünya fazla üretim krizi patlak vermeden ve “ayrık otu”
yaygaraları başlamadan önce...
Ekonomik
Kriz ve “Ayrık Otları”
-Yaklaşan
ekonomik kriz, yine her kriz öncesinde olduğu gibi bilinen
saçmalıkların teori adına kurgulanmasının yolunu açıyor.
Yine, kriz sonrasında yer altına çekilen “ayrık otları”
yerden fışkırmaya, kriz tellallığı yapmaya başladılar. Kriz
belirtileri, kriz göstergesi olarak ele alınıyor, şuradaki
buradaki gelişmelere kriz denebiliyor veya denecek. Her kriz
öncesinde, esnasında ve sonrasında yaşananları bir daha
yaşayacağız; ekonomiyi, kapitalizmi kendiliğinden çökertenlerden;
her şeyi doğru bilenlerden geçilmeyecek. Yeni kriz “kahin”leri
tanıyacağız. Ekonomide yeni komplo teorileri okuyacağız.
Göreceğiz, ilk fazla üretim krizinden (1825-'29) bu yana her
dünya krizi döneminde yaşadıklarımızı bir daha yaşayacağız.
Çünkü bu unsurlar ders almıyorlar, öğrenmek istemiyorlar; bütün
kaygıları teorilerini doğrulamak olduğu için, Marksist ekonomi
ve kriz değerlendirmelerini sınıfsal özünden kopartmaktan
çekinmiyorlar. Ama sonunda her şeyin maddi değerlerin üretimine
bağlı olduğunu, bütün mali vb. gelişmelerin bu üretimden ayrı
ele alınamayacağını; kapitalizmin başka dönemsel kriz
tanımadığını 1825'ten bu yana gördükleri gibi görecekler. Ve
gerçeği kabullenmeden, bir sonraki krize kadar yeniden yer altına
çekilecekler.
Ne
diyelim, 2008 krizinde ve daha önceki krizlerde de kapitalizmi lafla
çökertemediniz, belki bu krizde çökertiriz!
Bu
tiplerin R. Luksemburg'u da bulaştırdıkları abesle iştigalden
öteye geçmeyen “teori”leriyle en yoğun olarak 2008 krizi ve
sonrasında mücadele etmiştim. Görünen o ki, bu mücadele yeniden
başlıyor.
Kaç
tip ayrık otuyla karşı karşıya kalacağız?
1-Önce
mali sermayeyi ikiye bölüp, aşırı sermaye birikimi adı altında
üretimden kopardıkları sermayeye bağımsızlık, kriz oluşturma
iç dinamiği veren ayrık otlarını göreceğiz.
2-
İkinci olarak kriz ve sistemin kendiliğinden çöküşünü işleyen
ayrık otları yeşerecek...
3-
Üçüncü sırada, dünya ekonomisinin hala krizde olduğuna inanan
ayrık otlarını göreceğiz. Bunlar da herhalde sürekli
krizcilerdir.
Tabi
bir de “kriz kahini” tespitini yapan burjuva ekonomistler sahne
alacaklar. Geçen krizde Roubini'i
“kriz
kahini” ilan etmişlerdi. Bu sefer bakalım kimi “kahin” ilan
edecekler.
Bir
kısmı “post-marksizm”den, bir kısmı troçkizmden kaynaklanan
bu “ayrık ortaları”nın yanı sıra emperyalist burjuvazinin
ekonomi uzmanları; bir yandan keynescileri, diğer yandan da
neoliberal kalemşorları emperyalist kapitalizmi temize çıkartmak,
onun her kriz döneminde aldığı yaraları iyileştirmek
reçeteleriyle dünya işçi sınıfı ve emekçi yığınlarını
etkilemeye çalışacaklar, sükunete davet edecekler ve bundan
etkilenen “sol”lar da olacak. Bunların hepsini göreceğiz.
I-SANAYİ
ÜRETİMİ VE 2008 KRİZİNİN AŞILMASI SÜRECİ
Öncesi
bakımından:
Dünya
sanayi üretiminin kriz öncesindeki en yüksek seviyesinden Haziran
2018'e kadarki seyri dört aşamadan oluşan bir süreçtir.
Birinci
aşama: Bu aşama konjonktürün kriz evresini ifade eder; yani
dünya sanayi üretiminin krize girmesinden çıkmasına kadarki
süreç. Dünya sanayi üretimi Şubat 2008 itibariyle en yüksek
seviyesinden Şubat 2009 itibariyle dibe vuruyor.
Kasım
2010'da Şubat 2008'deki seviyesini aşıyor. Seviye aşma süreklilik
kazandığı için Kasım 2010'u dünya sanayi üretiminin krizden
çıkış dönemi olarak tanımlıyoruz.
İkinci
aşama: Bu
aşama üretimde canlanmanın-artışın gözlendiği süreci ifade
eder. Kavramsal olarak literatürde bu sürece konjonktür
hareketinde üretimde canlanma aşaması denir. Bu aşamada üretim
hızla yüksek oranlarda artabileceği gibi, yavaş ve küçük
oranlarda, bir önceki aya göre gerileyerek de artabilir. Nitekim
bu aşamada dünya sanayi üretimininde hızlı bir artışı
değil, yavaş ve küçük oranlarda bir artış söz konusu
olmuştur. Toplamda krizden çıkışı ifade eden Kasım 2010
ve Aralık 2014 arasında üretimde 14,6 puanlık bir artış
gerçekleşmiştir.
Üçüncü
aşama: Aralık
2014-Mayıs 2015 arasıdır. Aralık 2014 üretimde bir kırılma
noktasını oluşturmaktadır. Bu aydan sonra dünya sanayi üretimi
inişli-çıkışlı olarak sürekli gerilemektedir. Açık ki,
burada üretimde belli bir durgunluk söz konusudur.
Burada
soru şu: Dünya sanayi üretimindeki söz konusu bu gerileme;
inişli-çıkışlı durgunlu süreci bugün de veya Nisan 2017
itibariyle de devam ediyor mu? Verilerin gösterdiği gibi bu süreç,
açık ki devam etmiyor.
Dünya
sanayi üretiminde krizden çıkışı ifade eden Kasım 2010 ve
Aralık 2014 arasında üretimde 14,6 puanlık bir artış
gerçekleşiyor. Aralık 2014-Mayıs 2105 arasında bir durgunluk
sürecinde geçiliyor ve 2010=100 bazında Haziran 2015-Nisan 2017
arasında dünya sanayi üretimi yüzde 115’den yüzde 120,4’e
çıkarak 5,4 puanlık bir artış gösteriyor.
Dünya
sanayi üretiminin seyrindeki dördüncü aşama diyeceğimiz
bu gelişme bize sadece şunu göstermektedir (1): Dünya sanayi
üretimi (dolayısıyla dünya ekonomisi) oldukça kırılgan olmanın
ifadesi olan inişli-çıkışlı durgunluk aşamasından daha az
kırılganlığın olduğu belli bir canlanma aşamasına
geçmemiştir; Söz konusu bu özel tipte durgunluk; ne onduran ne de
öldüren durgunluk aşamasında üretimde sert inişler ve çıkışlar
yaşanmaktadır.
Sanayi
üretimi ve 2008 krizinin aşılması süreci
2008
dünya fazla üretim krizinden bu yana 10 sene geçti. Bu süreç
içinde dünya ekonomisinde krizden kısa zaman içinde çıkan
ülkeler olduğu gibi, uzun dönem krizle boğuşan ve hala krizde
olan ülkeler de var. Dünya ekonomisi ve bazı ülke ekonomilerini
daha önceki birçok makalede ele almıştım. Bu yazıda aynı
yöntemi kullanmayacağım. Yani sorunları ayrıntılı ele alan
uzun bir analiz yazısı olmayacak. Dünya ekonomisinde genel
eğilimi tanımlamakla yetineceğim ve ağırlığı dünya
ekonomisinin seyri koşularında Türk ekonomisinin gelişmesine
vereceğim.
Önde
gelen emperyalist ülkeler:
Aslında
son değerlendirmemizden bu yana dünya ekonomisinde, sanayi
üretiminin seyrinde değişen fazla bir şey yok: 2008 krizi
öncesindeki en yüksek üretim seviyesi baz alındığında örneğin
Amerikan sanayi üretimi bu seviyeyi ancak yüzde 2,9 oranında
aşıyor (2008 = 100 (107,1) – 2017 (110,2). Alman sanayi üretimi
de yüzde 6,8 oranında aşıyor (2008 = 100 (108,1) – 2017
(115,5). Buna karşın örneğin Japonya ve Fransa sanayi üretimi
2008 krizi öncesindeki en yüksek üretim seviyesinin oldukça
gerisindedir. Aynı durum, hala krizde olma durumu AB (28 ülke),
Avro Bölgesi (19 ülke) ve G7 ülkeleri toplamı için de
geçerlidir. Ancak OECD-Avrupa ve OECD-Toplamı kriz öncesi üretim
seviyesini açmış durumdalar.
Emperyalist
ülkeler hemen hemen aynı dönemde krize girmelerine rağmen krizden
çıkış her bir ülkede farklı dönemlerde olmuştur.
BRIC
ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin):
BRIC
ülkelerinde farklı bir kriz süreci yaşanmıştır. Örneğin
Çin'de sanayi üretimi 2017'de 2008'e göre iki mislinden daha fazla
büyürken, Rusya ve Brezilya'da mutlak gerilemiştir. Öyle ki,
Brezilya'da 2014'ün yarısından itibaren 2008'deki kriz öncesi
seviyesinin gerisine bile düşmüştür. Hindistan'da ise sanayi
üretimi belli bir süre devam eden durgunluk sürecinden geçmiş ve
ancak 2013'ten itibaren büyüme oranlarında artış olmuştur.
BRIC
ülkelerinde durumu sefil olan tek ülke Brezilya'dır. Bu ülkede
sanayi üretimi 2008 krizi öncesi seviyesinden yüzde 12,6 oranında
geridir (2008 (97,7) =100), 2017= 85,4).
2008'den
2017'ye sanayi üretimi Çin'de yüzde 131 oranında, yani iki
mislinden fazla büyürken (2008= 77,8 – 2017=179,9), Hindistan'da
yüzde 36,4 oranında (2008=90,9 – 2017=124,0) ve Rusya'ya da yüzde
12,5 oranında (2008=104,4 – 2017=117,5) büyümüştür.
Ancak
2018 yılı itibariyle bu ülkelerde sanayi üretiminin faklı büyüme
seviyelerinde de olsalar durgunluk sürecine girdiğini görüyoruz.
Örneği Çin'de sanayi üretimi 2017'ye göre 2018'in ilk çeyreğinde
yerinde sayarken 2017 (yüzde 179,9 ve 2018'in ilk çeyreği yüzde
180,3 - ancak yüzde 0,2 oranında bir büyüme),
Hindistan
sanayi üretimi 2017'ye göre 2018'in ilk çeyreğinde yüzde 5 ve
ikinci çeyreğinde de yüzde 4 oranında büyümüştür. Ama
2018'in 1. çeyreğinden 2. çeyreğine büyüme yüzde 0,6 oranında
gerilemiştir.
Brezilya
sanayi üretimi 2017'den 2018'in ilk çeyreğine yüzde 2,3, ikinci
çeyreğine de yüzde 0,4 oranında gerilemiştir.
Rusya
sanayi üretimi 2017'den 2018'in 1. çeyreğine yüzde 1,9 ve 2018'in
1. çeyreğinden 2. çeyreğine de yüzde 1,0 oranında büyümüştür.
MIST
ülkelerinde durum (Meksika, Endonezya, Güney Kore ve Türkiye):
Türkiye'de
sanayi üretimi 2017 itibariyle 2008 krizi öncesi seviyesine göre
yüzde 65,4 oranında; aynı dönemde Endonezya sanayi üretimi
yüzde 48,6; Meksika sanayi üretimi yüzde 7,2 oranında ve Güney
Kore sanayi üretimi de 30,8 oranında büyümüştür.
2017'den
2018'in 1. çeyreğine sanayi üretimi Türkiye'de yüzde 4,4
oranında büyürken, 2018'in 1. çeyreğinden 2. çeyreğine yüzde
0,8 oranında küçülmüştür.
G.
Kore sanayi üretimi 2017'den 2018'in 1. çeyreğine yüzde 1,4
oranında ve 2018'in 1. çeyreğinden 2. çeyreğine de yüzde 2,7
oranında büyümüştür.
Meksika
sanayi üretimi 2008'den 2017'ye yüzde 7,2 oranında büyürken
2017'den 2018'in 1. çeyreğine de ancak yüzde 0,5 oranında
büyümüştür.
Endonezya
sanayi üretimi de 2017'den 2018'in ilk çeyreğine yüzde 7,3
oranında büyümüştür (2).
MIST
ülkelerinde sanayi üretimi farklı zamanlarda krize girmiş, ama
Meksika hariç, yaklaşık aynı dönemde krizden çıkmışlardır.
Yaklaşık 2012'den itibaren bu ülkelerde sanayi üretiminden büyüme
farklılıkları artmıştır.
Sonuç
itibariyle:
Dünya
ekonomisinde ağırlığı olan ülkelerde sanayi üretiminin genel
seyrinin, daha önceki konuya ilişkin yazılarda analiz ettiğimiz
inişli-çıkışlı durgunluk sürecinin sert iniş ve çıkışlarla
devam ettiğini göstermektedir. Bu kriz çevriminin ne öldüren ne
de onduran, özel tipte durgunluk aşamasıdır.
Böyle,
kırılgan bir süreçte Amerikan emperyalizminin başlattığı
açıktan dünya çapında sürdürülen ticaret savaşları yeni bir
dünya krizinin tetikleyicisi olabilir. Olabilir, çünkü ticaret
savaşları kaçınılmaz olarak uluslararası tekelleri sarsabilir.
Amerikan emperyalizminin korumacı, küreselleşme karşıtı
hamlelerinden dolayı, emperyalist ülkelerin, 2008 krizinde olduğu
gibi sorunu ortaklaşa çözme imkanı pek mümkün olmayacağı için
kendi aralarındaki çelişkiler daha da keskinleşmiş olacaktır.
Dünya çapında “müesses nizam”ın artık pek geçerliliği
kalmadı; kendi başına hareket eden rekabet merkezlerinin varlığı
uluslararası alanda nüfuz alanlarının yeniden paylaşımı
rekabetini keskinleştiriyor. Bu durum ister istemez ekonomiye de
yansımaktadır. Emperyalistler arası rekabet politikada ve
ekonomide esas yönü oluşturmaktadır; sürekli yeni kümeleşmeler
ve ittifaklaşma denemeleri gündemdedir. Amerikan emperyalizminin
esasen Çin'i hedef alan ticaret savaşı, AB ve başkaca ülkeleri
de etkilemektedir. Bu anlamda Japonya, Çin ve AB arasındaki ortak
hareket etme çabaları yeni sorunlarda, çelişkilerde yeni
oluşumların olabileceğini göstermektedir.
II-
TÜRK EKONOMİSİ KONJONKTÜR ÇEVRİMİNİN HANGİ AŞAMASINDA?
“Yeni
bir fazla üretim krizine doğru”makalelerin ilkinde ekonominin
gelişme yönünü belirtmekle yetinmiş, bunun nedenini de
açıklamıştık: “Ekonomide gidiş yeni bir fazla üretim krizine
doğru. İbre krizi gösteriyor, ama kriz henüz patlak vermedi.
Ekonomi açısından 2018’in ikinci yarısında geceyle gündüz
arasındaki gibi bir farklılık olabilir. Veriler, ekonomik büyümede
bir yavaşlamanın olacağını göstermektedir” (3).
Şimdi
gelinen noktada “Yeni bir fazla üretim krizine doğru”nun
“doğru”su artık fazlalık olmuştur. Neden böyle olduğunu
maddi değerlerin (sanayi) üretimindeki gelişmeyi analiz ederek
gösterelim. Ayrıntılı analizleri önümüzdeki sürece
bırakıyoruz.
1-Sanayi
üretiminin gelişme seyri
Yıllara
göre sanayi üretimi:
2017
yılı itibariyle sanayi üretimi 2001 krizi öncesinin en yüksek
seviyesine göre yüzde 156,8 oranında, yani yaklaşık 2,6 misli ve
2008 krizine göre de yüzde 65,4 oranında büyüyor. 2001 kriziyle
2008 krizi arasındaki, yani bir konjonktür çevrimi boyunca
(2002-2007) büyüme oranı yüzde 56,4. İkinci konjonktür
çevriminde ise (2010-2017) bu oran yüzde 62,3.
Her
iki çevrim sürecinde sanayi üretimi kesintisiz artan bir büyüme
içinde olmuştur.
Ama
bu kesintisiz büyüme oranlarını zincirleme endeksle
grafikleştirirseniz, yukarıdaki sonucu elde edersiniz. Bu grafik
büyüme oranlarının yıldan yıla değişik olduğunu,
burjuvazinin siyasi temsilcilerinin anlattığı gibi olmadığını
göstermektedir.
Yılın
çeyreklerine göre sanayi üretim:
Verili
dönem içinde sanayi üretiminin yılın çeyreklerine göre büyüme
seyri oldukça istikrarlı gözüküyor. 2105'ten 2016'nın ikinci
yarısına kadar istikrarlı artış 2016'nn ikinci yarısında
kesintiye uğruyor ve 2018'in ilk çeyreğine kadar da sürekli
artıyor. Yukarıdaki grafik bunu gösteriyor.
Ama
soruna zincirleme endeks bazında bakarsak; üretimdeki gelişmeyi
bir önceki çeyreğe göre hesaplarsak farkı bir sonuçla
karşılaşırız.
Yukarıdaki
grafiğin aksine aşağıdaki grafik, 21. yüzyılın 2. konjonktür
çevriminde sanayi üretiminin ne denli dengesiz büyüdüğünü,
2017'nin 2. çeyreğinden itibaren de büyüme oranlarının sürekli
küçüldüğünü ve 2018'in 2. çeyreğinde de mutlak küçüldüğünü
göstermektedir.
Yılın
aylarına göre sanayi üretimi:
Aylık
bazda veriler, sanayi üretiminin 2017 Aralık ayından itibaren
küçülmeye başladığını, 2018'in Ocak, Şubat ve Mart aylarında
169 bandında kaldığını, Nisan ayında Aralık 2017'deki
seviyesine çıkmasının fazla bir şey ifade etmediğini 2018 Mayıs
ve Haziran verileri göstermektedir. Üretim Nisan ayından itibaren
sürekli gerilemiştir.
İnişli-çıkışlı
durgunluk aşamasının krize dönüşme sürecini aylık verilerin
zincirleme endeksi göstermektedir. Bunu aşağıdaki grafikte
görüyoruz.
Aralık
2017'ye göre 2018'in Ocak ve Şubat aylarında sanayi üretimi
mutlak küçülüyor. Mart ve Nisan aylarında yüzde birin altında
kalan büyüme, Mayıs ve Haziran aylarında yüzde 1,6 ve yüzde 2
oranlarında mutlak küçülmeye dönüşüyor (4).
2-
İmalat sanayi kapasite kullanım oranları
İmalat
sanayi kapasite kulanım oranları bazen yanıltıcı olabiliyor.
Örneğin yukarıdaki verilere bakarak kapasite kullanım oranları
Kasım 2017'de yüzde 79,9 oranından Nisan 2018'de yüzde 77,3
oranına kadar düşmüş, ama Haziran 2018'de yüzde 78,3'e kadar
çıkmış diyerek sanayi üretiminde belli bir iyileşmenin
olduğunu, krizden bahsedilemeyeceğini söyleyebilirsiniz.
Ama
soruna, verileri zincirleme endekse çevirerek, bir önceki ayın
verilerine göre hesap ederek bakarsanız (aşağıdaki grafik),
imalat sanayinde kapasite kullanım oranlarının -2017 Nisan ve Ekim
ayları hariç- yerde süründüğünü, Aralık 2017 ve Ocak, Şubat,
Mart ve Nisan 2018'de de bir ay öncesine göre gerilediğini, sadece
Mart ayında aynı seviyede kaldığını görürsünüz. (2018'in
Mayıs ve Haziran aylarındaki artış kapasite kulanım oranının
Nisan ayındaki çok gerilemiş olmasından (yüzde 73,3)
kaynaklanmaktadır).
Mal
(meta) gruplarına göre kapasite kulanım oranları daha
açıklayıcıdır. Türkiye'de sanayi, üretmek için ithal ara ve
yatırım mallarına bağımlıdır. Bu malları ithal edemezse,
üretim ya düşer veya da durur. Aşağıdaki grafik üretimin
şimdilik gerileme sürecinde olduğunu göstermektedir.
Yatırım
mallarında kapasite kullanımı Mart 2016'daki seviyesinin (79,70)
gerisine düşüyor. Kısmen kendi ürettiği için ara malları
temininde kapasite kullanımı, yatırım mallarına göre daha iyi
durumda. Ama orada da diğerlerinde (yatırım malları ve tüketim
malları) 2018 başı itibariyle sert bir düşüş söz konusudur.
Aşağıdaki
grafikte gruplandırılmış tüketim malları üretiminde kapasite
kullanım oranlarının seyrini görüyoruz. Bunların içinde bizi
ilgilendiren veya kriz bağlamında kıstas olarak alınan dayanıklı
tüketim mallarıdır, örneğin otomobil, buzdolabı, çamaşır
makinesi, televizyon vs. Ağustos 2018 itibariyle dayanıklı tüketim
malları üretiminde kapasite kullanım oranı Şubat 2018'de yüzde
68,80'e kadar gerilemesine rağmen Haziran ayında yüzde 73,20'ye
kadar çıkıyor ve sonrasında düşüyor. Bu gerilemeyi otomotiv
sektöründeki son verilerle bağlam içinde ele alınmalıdır (5).
3-Borçlanma
durumu
Yukarıdaki
grafik sadece şunu gösteriyor: Türk ekonomisinde dış borçlanmada
devletten ziyade özel sektör belirleyici olmaktadır. Devlet
borçları miktar olarak azdır ve GSHM'ya oranı da düşüktür,
çevrilemez seviyede değilidir. Örneğin TCMB'nın toplam borç
stoku 2015'in ilk çeyreğinde 2,110 milyar dolardan 2018'in ilk
çeyreğinde 653 milyon dolara düşerek yüzde 69 oranında
azalmıştır. Kamu borç stoku da aynı dönemde 116,756 milyar
dolardan 140,862 milyar dolara çıkarak yüzde 20,6 oranında
artmıştır. Keza aynı dönemde özel sektör dış borç stoku
276,508 milyar dolardan 325,142 milyar dolara çıkarak yüzde 176
oranında artmıştır.
Toplam
borç stoku da 2015'in ilk çeyreğinde 395,38 milyar dolardan
2018'in ilk çeyreğine 466,66 milyar dolara çıkarak yüzde 18
oranında artmıştır. Bunu da aşağıdaki grafikte görüyoruz
(6).
Brüt
dış borç stokunun GSMH'ya oranı (aşağıdaki grafik) Türkiye'nin
sanıldığı gibi büyük bir borç yükü altında olmadığını
gösterir. Türkiye bu bakımdan birçok emperyalist, gelişmiş,
gelişen ülkelerden çok çok iyi bir konumdadır. Başka bir çok
ülkede bu oran yüzde 80'lerin, yüzde yüzlerin üzerindedir.
GSMH'sına
göre borç miktarı çevrilebilir bir seviyede olmasına rağmen
borçlanmanın ekonomide önemli bir kriz faktörü durumuna
gelmesinin nedenlerini başka yerde aramak gerekir. Bunun belli başlı
iki nedeni var: Amerikan emperyalizmi 2008 krizi ve sonrasında
dünyaya adeta saçtığı dolarları geri toplamaya başladı;
FED'in faiz arttırmasından dolayı sermaye akışının yönünü
ABD'ye çevrildi. Bu sermaye akışı birçok “gelişen” ülkeyi,
bazı emperyalistleşen ülkeleri olumsuz etkiledi; sermaye bu
ülkelerden merkez emperyalist ülkelere kaçarak gitmedi, ama gitti.
Uluslararası sermayenin bu yön değiştirmesinden en çok etkilenen
ülkelerin başında Brezilya, Türkiye, Arjantin, Meksika vs.
gelmektedir. Türkiye açısından bunun anlamı şudur. Sermayeyi
ülke içinde tutmak istiyorsan faizleri arttıracaksın, talep
ettiği başkaca koşulları yerine getireceksin.
İkinci
neden Türk burjuvazi ile başta ABD olmak üzere Batılı
emperyalist güçler arasındaki, özellikle 15 Temmuz 2016 darbe
girişiminden bu yana o zamana kadar var olan ve yeni oluşan
gerginliklerin çelişkiye dönüşmesinden kaynaklanmaktadır.
Kısacası, faşist diktatörlüğün siyasi temsilcisi Erdoğan,
Amerikan emperyalizminin çıkarlarıyla birçok alanda ters düştüğü
için, ABD'nin siyasi baskılarının yanı sıra ekonomik
baskılarıyla da karşı karşıya kalmıştır. Başta ABD olmak
üzere Batılı emperyalist güçler, eskisi gibi her şeye boyun
eğen bir Türkiye istiyorlar. Türk burjuvazisinin/sermayesinin baş
siyasi temsilcisi olarak Erdoğan buna yanaşmıyor; “eşit”
koşullarda ilişki talep ediyor. Sonuç ortada. Doların bu derece
değer kazanmasının veya TL'nin bu derece değer kaybetmesinin Türk
ekonomisinin durumundan ziyade siyasi ve ekonomik baskıyla doğrudan
ilişkilidir.
Şimdi
bu iki nedenden dolayı, çevrilebilir borç tutarı, çevrilemez
borç tutarına dönüşmüştür. Bu iki nedenden dolayı dış
borçlanma, ekonomide krizi tetikleyen esas faktöre dönüşmüştür.
Şimdi
bazı sonuçlar çıkartabiliriz:
Nasıl
bir krizle karşı karşıyayız?
Bir
mali krizden bahsedebilir miyiz? Bahsedemeyiz, çünkü mali kriz
diyebilmek için para ve kredi sisteminin bozulması, işlevini
yerine getirecek durumda olmaması gerekir. Değerli kağıtların
fiyatlarının düşmesi gerekir. Kredilerin tıkanması gerekir.
Bütün bu gelişmelerden dolayı ekonomide ağırlığı olan
bankaların, en azından birkaçının iflasın eşiğine gelmesi
gerekir. Böyle bir durumla henüz karşı karşıya değiliz.
Ne
ile nasıl bir durumla karşı karşıyayız? Dolar ve avro
karşısında liranın olağanüstü değer kaybetmesi ve dolar
üzerinde yapılan bütün iktisadi işlemlerin ekonomiyi
zorlamasıyla karşı karşıyayız.
Gözardı
edilemeyecek gelişmeler ve olgular da var. Bunlara bakarak
ekonominin içinde olduğu durumu ve gelişme yönünü
tanımlayabiliriz.
1-Türkiye'de
şirketlerin kredi maliyetleri artma trendindedir. Bu durum sadece
Türkiye için geçerli değildir, “gelişen” ülkelerde de,
örneğin Arjantin, aynı trend söz konusudur. 2008 krizi sürecinde
adeta dünya piyasalarına saçılan ucuz doları, Amerikan merkez
bankası FED'in faizleri yükselterek geri toplama politikası
sonucunda bu ucuz dolardan yararlanan ülkelerden “sıcak para”
çıkışı-kaçışı yaşanmaktadır. Rezervi yeterli olmayan
ülkelerde şirketlerin kredi temini oldukça zorlaşmaktadır.
2-İthalatta
yaşanan gerileme kaçınılmaz olarak yatırımların gerilemesine
neden oldu. Verilerin gösterdiği gibi makine ve teçhizat, inşaat
gibi sektörlerde yatırımlar oldukça gerilemiştir.
3-Dolarda
olağanüstü değer artışı, bunun tersi olarak TL'nin olağanüstü
değersizleşmesi ithalatı fena vurmuştur; ithal etmek için
gerekli kredi muslukları oldukça kısılmıştır. Bu da ithalata
dayalı (ara ve yatırım malları) büyümeyi olumsuz
etkilemektedir.
4-Kredi
yapılandırmasına giden veya iflasını açıklayan işletme sayısı
artmaktadır. Giderek artan sayıda işletme, küçülme planları
yapmaktadır. Ama bu türden gelişmeler istihdama henüz
yansımamıştır.
5-Karşılaşılan
genel zorluklardan dolayı, uzun vadeli projeler rafa kaldırılırken,
ayakta kalabilme planlarına ağırlık verilmektedir.
6-Otomotiv
Distribütörleri Derneği verilerine göre otomobil ve hafif ticari
araç satışlarında Temmuz ayında yüzde 38'lere varan düşüşler
olmuştur. Ağustos ayında is bu gerileme oranı, bir sene öncesi
aynı aya göre yüzde 53'e varıyor. Bu durum Türkiye'nin Avrupa
otomobil sektöründeki konumunu da olumsuz etkilemektedir. Örneğin
Türkiye, Haziran ayında Avrupa otomobil pazarında 4 basamak birden
gerilemiş ve 10. sıraya düşmüştür.
7-Bankacılık
sektörü şimdilik kendini çevirebilir durumunu sürdürüyor.
8-Borsa
değerlerinde olağanüstü, sert düşüşler de yaşanmamakta.
9-Yurt
dışında dolar üzerinden borçlanan işletmelerin borç ödemesi
yapamayacağını açıkladığı bir durumla da henüz
karşı karşıya değiliz. İleride ne olabiliri yorumlamaya
çalışıyoruz.
10-Yabancı
sermayenin, özellikle de “sıcak para”nın koşar adımlarla
kaçması da henüz söz konusu değil; çıkışların artması
gündemde.
İlginç
olan, bir taraftan enflasyon artarken, diğer taraftan da ekonomide
durgunluğun, şimdilerde de mutlak küçülmeye geçen bir sürecin
gündemde olmasıdır. Bu durumun adı “stagflasyon”dur: “Modern
tekniğin üretime dahil edilmesi sonucunda işin verimliliği
artıyor. Krizler, ara krizler patlak veriyor, işçiler
sokağa atılıyor, ama fiyatlar yükselmeye devam ediyor. Burjuva
ekonomistler bu gelişmeye; kapitalizmin tarihinde ilk kez II. Dünya
Savaşından sonra görülen bu gelişmeye -bir taraftan ekonomik
kriz, ara kriz ve durgunluk; diğer taraftan enflasyonist gelişme-
“stagflasyon” (aynı anda durgunluk ve enflasyonist gelişme)
adını veriyorlar” (7).
Marksist-Leninist
politik ekonomi, kapitalist yeniden üretim sürecinden kaynaklanan
krizi, sisteme özgü kriz olarak tanır, tanımlar. Bu durumda söz
konusu olan, fazla üretim krizidir. Toplamına mali kriz denilen
diğer bütün krizler; para-kredi mali krizleri, spekülasyon
krizleri, ticaret krizleri vb. fazla üretim krizlerini gölge gibi
takip ederler. Bütün bu krizler, fazla üretim krizinin ne nedenini
oluştururlar ne de kapitalist
yeniden üretim sürecinden kaynaklanırlar.
Son
makalede (8) şu tanımlamalara yer verilmişti:
Para-kredi-borsa-spekülasyon
krizleri: Bu
krizler, fazla üretim krizleri gibi, yeniden üretim sürecinde
doğmazlar. Ve bundan dolayı da fazla üretim (ekonomik) krizlerinin
nedeni olamazlar. Başka türlü ifade edecek olursak; bu krizler,
kapitalist üretim biçiminin yasal görüngüleri değildir.
Her
enflasyonist gelişme de mutlaka kriz değildir. II. Dünya
Savaşı sonrası dönemde emperyalist ülkelerde görülen
enflasyonist süreci göz önüne getirelim. Bu süreç, doğrudan
kapitalist yeniden üretim sürecinden kaynaklanmıyordu. Keza
1919-1923 Almanya’sında görülen enflasyon ve 1970’li yılların
ikinci yarısından sonra hızla tırmanmaya başlayan Türkiye’deki
enflasyon da fazla üretim krizinin nedeni değildi; dolayısıyla
kapitalist yeniden üretim sürecinden kaynaklanmıyordu.
Enflasyon;
paranın değer kaybı, kağıt paranın esas anlamını ve değerini
kaybetmesi anlamına gelir.
...Enflasyon,
çoğalan kağıt paranın, giderek daha az maddi değerleri ifade
etmesi demektir; fiyatların artması esprisi!
Borsa
krizi: Bu kriz de (spekülasyon) yeniden üretim sürecinden
kaynaklanmaz. Ama diğer krizler gibi ekonomik (fazla üretim krizi)
krizler üzerinde etkide bulunur. Kapitalizmin tarihinde görülmüş
olan en büyük borsa krizi, 29 Ekim 1929’da ABD’de patlak
vermişti.
Kredi-
para krizi: “Kredi olgusu… üretici güçlerin maddi
gelişmesini ve dünya pazarının oluşumunu hızlandırır… Yeni
üretim biçiminin maddi temellerini… belli bir yükseklik
derecesine kadar oluşturmak kapitalist üretim biçiminin tarihi
görevidir. Kredi aynı zamanda bu çelişkinin zora dayanan patlak
vermesidir…”(Marks)
Yani,
olgunlaşma sürecinde olan ekonomik kriz, kredi ile
geciktirilebilir; kapitalistlerin hizmetine sunulan kredi ile
üretimin devamı sağlanabilir...
Sonuç
itibariyle bu türden krizler (spekülasyon, para, kredi, borsa)
ekonomik krizlerin nedenleri değildir, olamaz da. Ama bu krizler,
ekonomik krizlerin refakatçi görünümleridir.
Borçlanma
krizleri: Borçlanma
krizi de para-kredi krizi çerçevesinde görülmelidir. Bu kriz de
doğrudan üretim sürecinde gündeme gelmez. Dolayısıyla borçlanma
krizi, ekonomik krizin patlak vermesinin bir nedeni değildir, ama
ekonomik krizi etkiler. Şayet borçlanma krizi ekonomik krizin bir
nedeni olsaydı hiçbir emperyalist ülke ve hele hele bağımlı
ülkeler, hiçbir zaman ekonomik krizden kurtulamazlardı. Çünkü
emperyalist ülkeler de dahil bütün ülkelerde borçlanma oldukça
büyük boyutlara varmıştır.
Sonuç
itibariyle yukarıda veriler, Türkiye'de ekonominin yeni bir fazla
üretim krizi sürecine girdiğini, ama bunun bir ara kriz de
olabileceğini göstermektedir. 2001'de şiddetli bir mali kriz
eşliğinde fazla üretim krizi patlak vermişti. 2008 krizinde mali
krize girilmeden doğrudan fazla üretim krizi (maddi değerlerin
üretiminde kriz) patlak vermişti. Şimdiki kriz ise mali kriz
(borsa, kredi, borçlanma, döviz vb. krizler) patlak vermeden, ama
bu yöndeki gelişmelerin baskısıyla veya bu yöndeki gelişmelerin
eşliğinde patlak veren bir fazla üretim krizidir.
Bu
krizin bir ara kriz olma ihtimalinin nedenini şurada arıyorum:
Dünya ekonomisi henüz yeni bir fazla üretim krizi sürecine
girmemiştir. Bu durumda Türkiye'de ekonominin krizde olmasını,
kendi siyasi, askeri ve ekonomik çıkarlarından dolayı isteyen ve
istemeyen uluslararası sermaye çevreleri vardır. Örneğin
Amerikan emperyalizmi Türkiye'yi eskisi gibi yönetmek, kendi
çıkarlarına koşmak için her bakımdan baskı altına almaktadır.
Doların bu denli yükselmesi için yapılan baskı ortada.
ABD, gerek Ortadoğu politikalarında, gerekse Türkiye-Rusya
ilişkilerinde Türk burjuvazisi ile keskinleşen çelişkileri baskı
ve ambargo tehdidiyle çözmeye çalışmaktadır. ABD, ekonomisi
krizde olan bir Türkiye'nin kendisine muhtaç olabilecek duruma
sürüklenmesini istiyor. Ama yine kendi çıkarlarından dolayı AB,
özellikle de Almanya, ekonomisi krizde olan bir Türkiye'nin kendi
ekonomisine de zarar vereceğini ve sınırları açarak, AB'nin
göçmen “istilası”na uğrayacağını düşündüğü için
ABD'den farklı bir yol izliyor. Bunun anlamı şudur: Türkiye,
karşı karşıya kalabileceği birtakım ekonomik sıkıntıları,
özellikle dolar üzerinden borç ödemesinde ve borç
yapılandırmasında Alman sermayesinden yararlanabilir. Bu ihtimalin
gerçekleşmesi durumunda mevcut kriz bir ara kriz olarak
gelişebilir. Ama arkasından gerçek bir fazla üretim krizinin
patlak vermesi engellenemez. “Arkasından” ne adar sürer orası
bilinmez, ama dünya ekonomisinin kriz sürecine girmesi kaçınılmaz
olarak Türk ekonomisini de beraberinde sürükleyecektir.
Ara
kriz, sermayenin çevrim gelişmesinin olağanüstü koşul veya
koşullardan dolayı bozulması sonucu patlak verir. Örneğin
Türkiye'de 1999 Marmara depremi böyle bir gelişmeye neden olmuş
ve ekonomi o yıl yüzde 5 oranında mutlak küçülmüştü (9).
Bu durumda bu seferki ara kriz, 1999'daki gibi yüzde 5 oranında
mutlak küçülmeye neden olan bir ara kriz olmaktan çok uzak
olacaktır.
Ama
bu bir ara kriz olmayabilir ve ekonomi, dünya konjonktüründen daha
erken bir dönemde yeni bir fazla üretim krizine girmiş olabilir.
Türk ekonomisi 1979/'80'de, tarihinde ilk kez fazla üretim krizine
girmişti. Dünya ekonomisinde ise kriz 1-2 sene sonra -1980/'81'de
patlak vermişti. Böyle bir durum bugün de gerçekleşebilir.
Her
halükarda önümüzdeki dönemde ekonomide küçülme trendi devam
edecektir; büyümedeki küçülmeye veya mutlak küçülme sert mi
olur veya olmaz mı bu, hükümetin ekonomi politikasından,
emperyalist ülkelerle ilişkilerinin seyrinden ve alabileceği dış
destekten bağımsız değildir.
Notlar:
1)
Dünya ve Türkiye Ekonomisinde Genel Gelişme Eğilimi Yazısından,
11 Ağustos 2017, ibrahimokcuoglu.blogspot.com
2)
Bu veriler için bakınız: 7 Eylül 2018 itibariyle OECD verileri
ve quest-trendmagazin.
3)Bkz.:
İ. Okçuoğlu; Yeni Bir Fazla Üretim Krizine Doğru (I),15 Temmuz
2018,
ibrahimokcuoglu.blogspot.com
4)
Bu veriler için bakınız: 7 Eylül 2018 itibariyle OECD verileri:
https://stats.oecd.org/Index.aspx?DataSetCode=MEI_REAL ve
https://stats.oecd.org/index.aspx?queryid=21758
5)
TCMB;İmalat Sanayi Kapasite Kullanım Oranı, Ağustos 2018.
6)
Dış borçlarla ilgili olarak bkz.:
https://www.hazine.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri
7)
İbrahim Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, ekonomik kriz ağırlıklı,
1600-1990, s. 567, Sınırsız yayıncılık, 2016 Ankara.
8)
İbrahim Okçuoğlu; “Yeni Bir Fazla Üretim Krizine Doğru” (V),
28 Ağustos 2018, http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com
9)
İbrahim Okçuoğlu; 21. Yüzyılda Türkiye Ekonomisinin Konjonktür
Hareketi, 22 Haziran 2014, http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com
Ara
kriz için bkz.: İ. Okçuoğlu; “Kapitalizmin Dünya Krizi
2008...”, Ceylan Yayınları, Eylül 2009 ve Kapitalizmin Tarihi,
ekonomik kriz ağırlıklı, 1600-1990.