MARKS’I
KENDİMİZE BENZETMEYE ÇALIŞMAYALIM - MARKS’A BENZEMEYE
ÇALIŞALIM!
Nasıl
bir süreçten geçiyoruz ki, bu garip, evet saçma denebilecek
değerlendirmeler yapılabiliyor? Bir cevap bulamadım. Gayet
“normal” bir ekonomik kriz sürecindeyiz. Böylesi dönemlerde
toplumsal muhalefeti, devrimci özne önderliğinde örgütlemek için
acil taleplerin tespit edilmesi, bunların işçi sınıfı ve emekçi
yığınlara ulaştırılması, onların bu doğrultuda mücadeleye
seferber edilmesi gerekir. Bunu yapanlar var. Ama garip olan, saçma
olan, kriz süreci, evet bu ekonomik krizin nedeni konusunda bu
krizin yükünü en çok çekenlerin; işçi sınıfı ve emekçilerin
yanlış aydınlatılmasıdır. Öyle bir yanlış yapılıyor ki,
sonuçta bu iddiada olanlar, dolaylı olarak yıkmak istedikleri bu
köhnemiş kapitalist sistemi savunuyor, onu temize çıkartıyor
olduklarının farkında değiller.
Ekonomi
ile politika arasındaki ilişki yanlış kurulunca, niyetimizden
bağımsız olarak, farkına varmadan söylemek istediğimizin tam
tersini söylüyoruz. Bunun sayısız örnekleri verilebilir. Bir
örnekle yetinmek istiyorum.
“Krizin
nedeni yıllardır ülkeyi yöneten -ki bunun önemli bir kısmı AKP
iktidarıdır- sağ iktidarların uyguladığı ekonomik
politikalardır...Kısacası, hiç boşuna debelenmesinler. Krizin
tek sorumlusu başı Menderes’e kadar gidecek olan işbirlikçi sağ
iktidarlar ile bugün Erdoğan’la simgeleşen yağma ve talan
düzenidir. Hiçbir sağ iktidar üretken, kendi kendine yeten bir
ekonomik düzen kurmamıştır”
(“Fatura
size mücadele bize kesilecek” – Aktüel Gündem, 26 Eylül 2018;
http://sendika62.org/2018/09/fatura-size-mucadele-bize-kesilecek-aktuel-gundem-511314/).
Söylenen
şu:
1-Kriz,
hükümetlerin uyguladıkları yanlış ekonomi politikalardan
dolayı patlak verir.
2-
Dolayısıyla, hükümetler, yanlış ekonomi politika
uygulamazlarsa kriz de patlak vermez.
3-Kriz,
kapitalist üretim biçiminden değil, o üretim biçiminin ifadesi
olan siyasal düzenden kaynaklanır: ”Krizin
tek sorumlusu başı Menderes’e kadar gidecek olan işbirlikçi sağ
iktidarlar ile bugün Erdoğan’la simgeleşen yağma ve talan
düzenidir”.
4-”Krizin
tek sorumlusu ...işbirlikçi sağ iktidarlar”dır.
Peki,
iktidar “sol” olunca ekonomide kriz patlak
vermiyor mu? “Sol”
iktidardan neyin kast edilmiş olduğunu bir kenara koyalım ve şunu
söyleyelim: Siyasi iktidar, temel üretim araçlarının sınıfsal
mülkiyetinden
bağımsız olamaz. Dolayısyla burada söz konusu olan, üretim
araçlarının özel mülkiyeti üzerinde yükselen burjuva
düzen, kapitalizm
ve üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti üzerinde yükselen
sosyalizmdir. Ama yazıda böyle bir karşılaştırma yapılmıyor.
Yazıdan çıkarttığımız genel
anlayış şöyle:
“Ekonomi
politika” doğru olursa mevcut düzende ekonomik kriz de olmaz.
“İşbirlikçi
sağ iktidarlar”
yanlış
“ekonomi politika” uyguladıklarından dolayı kriz patlak
veriyor, ama “sol” iktidarlar yanlış “ekonomi politika”
uygulamayacakları için mevcut düzende krizler patlak
vermeyecektir!
Bu
anlayış yeni değildir. Ekonominin nesnel yasalarını hiçe sayan,
bu yasaları birtakım tedbirlerle değiştirebileceğini sanan
burjuva akımlar, onların temsilcileri olan partiler arasında
özellikle her kriz döneminde dile getirilir
bu
anlayışlar. Örneğin, “sol” sayılan, daha doğrusu sosyal
demokrat sayılan Keynesçilik
ile sağ sayılan neoliberalizm arasında geçen yüzyılın son
çeyreğinde sürdürülen tartışmalar bu
türdendir.
Sendika.org bu tartışmayı kendine göre bir biçimde
güncelleştiriyor ve bize; yani milyonlarca işçi ve emekçiye
Erdoğan gider ve yerine “sol” bir iktidar gelirse ekonomi krize
sürüklenmez; doğru “ekonomi politika” uygulayarak “üretken,
kendi kendine yeten bir ekonomik düzen kurar”
demek istiyor.
İlk
fazla üretim krizinin patlak verdiği 1825’ten bu yana dünyanın
şu veya bu ülkesinde “sağcı” olmayan, “sol” olan, yani
sosyal demokrat olan sayısız iktidarlar gelmiş geçmiştir. Ama o
ülkelerde de sermaye kendi yasallığı içinde hareket etmiştir.
Politikası sağ veya sol olana bakmamıştır. Belli
aralıklarla ekonomi kriz patlak
vermiştir.
Ve
sermaye, bunun
ötesinde “kendi
kendine yeten bir ekonomik düzen” kurmayı
hiç amaçlamamıştır; daha fazla kar, azami kar amaçlamıştır.
Diğer
taraftan yine aynı makalede yer alan “Kriz
tüm dünyada yaşanmıyor, hatta dünya ülkelerinin neredeyse
tamamı büyümelerini sürdürüyor ... Kriz tek bir coğrafi
bölgede ya da tek bir sektörde de yaşanmıyor... tüm dünya bir
parasal daralmaya da girmiş değil. Krizi neredeyse sadece iki ülke
dibine kadar yaşıyor; Arjantin ve Türkiye. Neden? Çünkü bu iki
ülkenin ürettiği ve tükettiği neredeyse her şey dışa bağımlı.
Burada kritik sözcük “her şey”dir” tespitlerinin
de gerçeklikle ilgisi yoktur:
Kriz
tüm dünyada yaşanmıyor tespiti
yanlıştır.
Dünya
ülkelerinin neredeyse tamamında ekonomiler büyüyor tespiti
yanlıştır.
Tüm
dünyada parasal daralma yok tespiti
yanlıştır.
Sadece
Türkiye ve Arjantin derin bir kriz içindedir
değerlendirmesi
de
gerçeği yansıtmıyor.
Ayrıca
“Bu
iki ülkenin ürettiği ve tükettiği neredeyse her şey dışa
bağımlı. Burada kritik sözcük “her şey”dir”
derken de doğruyu söylemiş olmuyoruz. Belki bu tespit Arjantin
açısında doğru olabilir. Türkiye açısından yanlıştır.
Yani hiçbir şey bilmiyorsak, faşist diktatörlüğün Batılı
emperyalist ülkelerle Ortadoğu-Suriye eksenli dalaşından dolayı,
Suriye işgalinde ve Kürt Özgürlük Hareketini yok etmek için
kullandığı silahların, denediği o silahların menşeini
bakmak
gerekir.
Krizin
sahibi ne tek başına Erdoğan’dır ne de onun temsil ettiği
düzendir. Krizin sahibi sermayedir; sermaye, kendisine özgü olan
nesnel ekonomik yasalarına göre hareket eder, belli aralıklarla
krize girer ve çıkar. Bu arada Erdoğan iktidarı yıkılmış,
yerine başka bir “Erdoğan” gelmiş olabilir. Demek oluyor ki,
ekonomik
krizlerin sahibi, o anda iktidarda olan partiler ve iktidar
sorumluluğunu taşıyanlar değildir. Onlar, orada olmalarını
sermayeye borçludurlar. Sermayenin çıkarlarını savundukları
müddetçe orada kalabilirler. Bu, bugün Erdoğan’dır, ama yarın
başkası olacaktır.
Şüphesiz,
ekonomi ile politika arasında bir Çin Seddi yoktur; birbirlerini
etkilerler. Bunun anlamı şudur; burjuvazi, hükümet, aldığı
birtakım tedbirlerle ekonominin seyrini etkileyebilir. Örneğin
kriz döneminde alınan bazı tedbirler, krizin seyrinde etkili
olabilirler; krizin derinleşmesini, şiddetini frenleyebilirler veya
da tam tersi olabilir. Mevcut kriz açısından bunun anlamı şudur:
Türk ekonomisi, dünya ekonomisinden daha önce krize girmiş
durumda. Bu, dünya ekonomisinin konjonktür çevriminde bir
farklılığın olduğunu gösterir. Ama bu krizin bir ara kriz olma
durumu da var. Bunun nedenleri var. Örneğin
Amerikan emperyalizminin
siyasal içerikli baskılarının hafiflemesi, AB, özellikle de
Almanya ile yapılan son görüşmelerin sonuç vermesi, İdlib’de
çatışmanın engellenmiş olma durumunun devamı, dolar karşısında
TL’nin değerlenmesi olarak yansıyacaktır.
Ekonomide
kriz güncel olduğu; siyasal ve toplumsal gelişmeleri,
değerlendirmeleri doğrudan etkilediği için bu soruna sınıfsal
yaklaşım üzerine değerlendirmeler yapılacaktır. Bu konuda Marks
ve Engels’in, 1825 krizi değerlendirmesinden bu yana yaşadıkları
zaman içinde patlak veren ekonomik krizleri analiz etme yöntemlerini
ve bugüne de ışık tutacak değerlendirmelerini iyi
incelemeliyiz.
Onların
değerlendirmeleri arasında kriz dönemlerinin, aynı zamanda abuk
sabuk görüşlerin teorileştirilerek pervasızca savunulduğu,
teorilerin uçuştuğu; tarihin
çöplüğüne atılmış ne kadar zırvalıklar varsa hepsinin
görüş olarak yeniden canlandırıldığı,
krizin nedenleri olarak öne sürülüdüğü
dönemler olduğunu da görürüz.
Her
şeyin Erdoğan’a bağlanması, onunla özdeşleştirilmesi, onun
arkasında bir sınıfın olduğu gerçeğini karartmamalıdır.
Yazılarımızın eğitici olması gerekir. Nihayetinde binlere,
onbinlere, yüzbinlere, milyonlara hitap ediyoruz veya etmek
istiyoruz. Çok söylendi, kriz patlak verir Erdoğan gider!
Diktatörü, diktatör yapan, onu iktidarda tutan sınıf, yıkılması
istenilen düzenin sahibidir. Hitap ettiğimiz kitleye bu mesajın
verilmesi gerekir.
Dünya
kamuoyuna açık Tahran zirvesinde Putin Erdoğan’ı azarladı
demek kolay. Hoşumuza gidiyor, duygularımızı ifade ediyoruz. Ama
aynı Putin 10 gün sonra Soçi’de aynı Erdoğan ile aynı konu
üzerinde mutabık kaldığını açıkladığı zaman söyleyecek
bir şeyimizin olması lazımdı. Kimin kimi azarladığını
bilmiyorum ama bu arada Erdoğan dünya kamuoyuna açık Tahran
zirvesinde bütün dünyaya ne denli “barışçıl” olduğu,
İdlib’de savaş istemediği mesajını verdi ve Soçi anlaşmasıyla
da bunu Putin’e onaylattı. Peki, “kuru sıkı atanlar” bunu
nasıl izah edecekler?
Sınıf
düşmanı böyle teşhir edilemez, sınıf düşmanı böyle
okunmamalıdır.
Aynı
mantık ekonomi konusunda da kullanılıyor. Yıllardır
diyebileceğimiz bir zaman diliminden beri ekonomide kriz patlak
verecek Erdoğan gidecek! Diktatör Erdoğan şu anda iktidardan
gitmeyecek kadar güçlüdür. Aksi söz konusuysa neden
indirmiyorsun? Ortada toplumsal muhalefet diye bir şey bırakmadı.
Bu, sadece diktatör Erdoğan’ın, faşist diktatörlüğün ne
denli güçlü olduğunu göstermez, bu, aynı zamanda, bizim ne
denli güçsüz olduğumuzu da gösterir.
Bir
zamanlar onu iktidara getiren dış “kadim” dostları, onu
iktidardan uzaklaştırmak için darbe de dahil her yönteme baş
vurmuşlardır. İndiremediler. Şimdi işleri daha da zor. Dün
darbe meselesinde ABD ve AB ortak hareket ettiler. Bugün ise AB, ama
özellikle Almanya, istemeye istemeye Erdoğan’ın yanında yer
alıyor. Nedeni açık; ABD’ye karşı olmak, göçmen istememek ve
krizi derinleşen bir Türkiye’nin Alman ekonomisine zarar
verecektir. Erdoğan'ın Almanya ziyareti üzerine yazıp çiziyoruz,
Alman Cumhurbaşkanı’nın “Normalleşmenin uzağındayız,
Erdoğan’ın ziyaretinin böyle bir anlamı yok” sözlerini
aktarmasını biliyoruz, ama bu ziyaretler sonucunda doların TL
karşısında değer kaybettiğini irdelemiyoruz.
Kriz
konusuna kendimizi öyle bir kaptırmışız ki, sorunu Erdoğan’ın
gitmesiyle de sınırlandırmıyor, sistemin kendiliğinden çökeceği
anlayışına vardırıyoruz. Bir ekonomik kriz patlak veriyor,
Erdoğan gidiyor, üstelik bir de yıkmak istediğimiz sistem
çöküyor! O zaman devrim yapması gereken özne olarak sana kimin
ihtiyacı var? Sen de kimsin diye sormazlar mı? Ben bunları yazan
özneyim mi diyeceksin?
Velhasıl,
kriz değerlendirmeleri sınıfsal değerlendirmelerdir; taraflıdır,
kişinin, sınıfın nerede durduğunu açık seçik gösterir.
Kriz
çevrimini “kozmik
nedenlerde”
arayan bir H. St. Jevans’dan bir farkımız olmalıdır diye
düşünüyorum (Kapitalizmin tarihinde ekonomik krizler için bkz.
İ. Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, Ekonomik Kriz Ağırlıklı,
1600-1990).
Kriz
konusunda Marks’ı kendimize benzetmesek de Marks’a benzemeye
çalışsak nasıl olur?