ROSA
LUKSEMBURG NASIL SAHİPLENİLEMEZ!
ROSA LUKSEMBURG’UN SAHTE SAVUNUCULARI; TROÇKİSTLER,
REFORMİSTLER, ÇÖKERTMECİLER, FEMİNİSTLER
Rosa
Luksemburg’un mirasçıları çoktur; gerçek
Marksist-Leninistlerden troçkistlere, feministlerden genel anlamda
“sol”a uzanan yelpazede yer alanların hemen hepsi Rosa
Luksemburg’u sahiplenirler. Almanya’da bu yelpazeye sosyal
demokratları da katmak gerekir. Ama sosyal demokratlar için Rosa
Luksemburg, kendi geçmişlerinden kalma bir yüktür, bir kamburdur.
Rosa gibi devrimci bir miras ile ilişkilendirilmek istemezler. İşçi
sınıfını kapitalist sistemin uysal kölesi yapmak isteyen sosyal
demokratlar, 1919 Alma devriminin yenilgiye uğratılması ve Rosa
ile K. Liebknecht’in katledilmesiyle kapitalist sisteme karşı
mücadeleyi bastırmak için ne denli kararlı olduklarını
kanıtladılar.
Bir
kısım “sol”da ise Rosa’nın mirasına onurlandırarak sahip
çıkmak modadır. İşte bu “sol”lar, bunlara kendi kendine
Marksist-Leninistler de dahildir, o mirası önemsizleştirmeyi,
burjuvazi için tehlike olmaktan çıkartmayı, burjuva ideolojisine
yamamayı; Rosa’nın düşüncelerini içini boşaltmayı,
çarpıtmayı meslek haline getirmişlerdir. Rosa, şu veya bu konuda
yazdığı için değil, eylemiyle devrimci olduğu için katledildi.
Rosa’yı güya sahiplenenler, onun devrimciliğini, ondan
kopartarak, çarpıtarak bir daha katlediyorlar. Herhalde Rosa’nın
düşüncelerini geliştirdiklerini sanıyorlardır. Bu savunucuların
arasında reformistler; burjuva düzen içinde barış ve demokrasi
için mücadele edenler de var. Bunlar Rosa Luksemburg’u barış ve
demokrasinin öncü savaşçısı olarak görürler. Kapitalist
sistemi yıkmak için mücadele eden Rosa, böylece kapitalist
sistemi reforme eden birisine dönüştürülmüş oluyor.
Rosa
Luksemburg’dan vazgeçemeyenler arasında troçkistler de var.
Şimdiye kadar Rosa’dan bir troçkist çıkartamadılar, ama
Rosa’nın “Sermaye Birikimi” yapıtını kapitalizmin
kendiliğinden çökeceği teorilerine dayanak yaptılar.
Rosa’ya
sahip çıkanlar arasında feministler de var. Rosa’nın feminist
olmadığı onları pek ilgilendirmiyor. Bazı feministlerin “geçim
ekonomisi”yle ilgili görüşleri daha1970’li yıllarda ortaya
çıkmaya başlamıştı. En azından Maria Mies, Claudia von
Werlhof ve Veronika Bennholdt-Thomsen tarafından temsil edilen
Bielefeld ekolünde bu yıllarda dillendirilmeye başlanmıştı. Bu
tanınmış feministler “kadın sorunu” anlayışları ile
“üçüncü dünya” sorunu arasında bir bağ kurdular ve
sonrasında da bu sorunu “ekoloji sorunu”na kadar uzattılar.
Bu feminist anlayışa göre küçük köylü üretimi ve küçük
esnaf faaliyetinin yanı sıra çeşitli ev işleri de geçim
ekonomisine (veya geçimlik ekonomiye, asgari geçim ekonomisine)
dahildir. “”Çeşitli ev işleri” arasında “cinselliğin
fiziksel ve zihinsel faaliyeti”, doğurmak ve çocukları
yetiştirmek de yer alıyor. Veronika Bennholdt-Thomsen’a göre bu
türden “kadın işleri”, değer oluşturma sürecine dahil
olan, dolayısıyla artı değerin söz konusu olduğu karşılığı
ödenmemiş iştir (1). Bu anlayışa göre cinsiyet ilişkisi,
üretim ilişkisine dönüştürülüyor; yani kadın işi ve
ücretlendirilmemiş iş, sermayeye tabi kılınıyor ve böylece
kapitalist sömürü sürecinin bir ögesi yapılıyor. Sorun, sadece
bunu söylemekle kalsa, saflıktır denebilir. İşin “ama”sı
var...
Feministler
bu anlayışlarıyla değer kavramını altüst ediyorlar. Daha
doğrusu, Marks tarafından geliştirilen ve Rosa tarafından da
hiçbir yazısında tartışma konusu yapılmayan değer kavramını
yok ediyorlar. Diyelim ki, Marks’ın Kapital’ini anlamadılar.
Günay savundukları Rosa’nın birikim teorisini de mi anlamadılar?
Feministler sömürüyü, artı değer oluşumunu ücretli işten
kopartarak “ev işi” alanına taşıyorlar. Feministler,
sömürünün merkezine “ev işi”ni koyuyorlar.
Bunu,
Rosa’nın “ev işi”, sömürü, artı değer oluşumu konusunda
görüşlerini bile bile yapıyorlar. Bu konuda Rosa’nın görüşü
oldukça açık:
“...Proletaryanın
kadınları iktisadi olarak bağımsızdır. Toplum için erkekler
kadar üretken faaldirler. Erkeğe ev işinde yardım etmek,
kıt ücretle ailenin günlük varlığını güç bela devam
ettirmek ve çocukları eğitmek anlamında değil. Bin türlü küçük
çabalarla kendini feda etme anlamında devasa bir katkı ve güç
kullanımı ortaya koyabilse de bu iş, bugünkü kapitalist düzene
göre üretken değildir. Bu iş, sadece proleterin özel bir
meselesidir... Kapitalist ekonomi ve ücret sistemi var olduğu
müddetçe, sadece artı değer yaratan, kapitalist karı üreten iş,
üretken olarak geçerlidir”(2).
Durum
böyle; Rosa, “ev işi üretken değildir” diyor, feministler ise
“ev işi” üretkendir diyorlar ve “ev işi”ni sömürünün
merkezine koyuyorlar.
Çökertmeciler
iş başından
Rosa,
Marks’ın Kapital’de ele aldığı yeniden üretim şemasını
tartışmalı bulur. Sonuçta şu görüşe varır: Kapitalist üretim
biçiminin devamı için “kapitalist olmayan çevre”nin var
olması gerekir. Rosa açısından “kapitalist olmayan çevre”,
artı değerin birikime ayrılmış kısmının gerçekleştirilmesi
için mutlaka zorunludur. Ama veya aynı zamanda kapitalizm, var
olmak için ihtiyaç durduğu “kapitalist olmayan çevre”yi
sürekli tahrip eder, yok eder ve böylece kendi sürüm, pazar
sınırlarına toslamaya başlar ve sonuçta da krizlerden
kurtulamayarak çökebilir.
“Hareketi
için sermaye birikimi, kendi çevresi olarak kapitalist olmayan
sosyal formasyonlara ihtiyaç duyar. Bu formasyonlarla sürekli madde
değişimi içinde ilerler ve sadece, bu çevreyi bulduğu müddetçe
var olabilir”
(3).
“Kapitalist
olmayan sosyal formasyonlar”la Rosa Luksemburg, sömürge, feodal,
yarı feodal ülkeleri; kapitalizmin henüz gelişmediği alanları
ifade etmektedir. İşte bu “kapitalist
olmayan çevre” tamamen değere dönüştürüldüğünde;
“kapitalist
olmayan çevre”
olmaktan çıkıp bizzat iç olduğunda
-kapitalist
üretim ilişkilerinin hakim olduğu alana dönüştüğünde
ve böylece sermaye birikimini besleyen çevrenin yok olması
durumunda “sermaye hakimiyeti son sınırına varmış
olacaktır”(4).
Rosa'ya
göre kapitalist üretim biçiminin büyüme imkanı, aynı üretim
biçiminin geri üretim biçimlerini yıkmasına bağlıdır. Gelişme
bu yöndedir. Ama geri üretimin yerini kapitalist üretim aldıkça
pazar sorunu da büyür. Rosa'ya göre bütün metalar, ücretli
işçiler tarafından kapitalist işletmelerde üretilince
kapitalizmin imkansızlığı da açığa çıkar. Böylelikle Rosa,
kapitalizmin gelişmesini ve akıbetini, onun, kapitalist olmayan
alanlardaki/bölgelerdeki topraksal ve sosyal genişleme olanağına
bağlar. Bu olanak, yani pazar olacak alan; dünyada kapitalizmin
hakim olmadığı yer kalmayınca kapitalizm de “son aşaması”na
gelmiş olur.
Rosa'da
kapitalizmin kendiliğinden çöküşü esprisi budur!
Her
şeye rağmen! Rosa, kendisine atfedildiği gibi, hiçbir zaman ve
hiçbir yerde ekonomik zorlamalardan dolayı kapitalizmin otomatikman
çökeceğini açıkça savunmamıştır. Ne var ki, O'nun yukarıda
belirttiğimiz anlayışları, başkaları tarafından
“geliştirilerek” Rosa'ya mal edilmiştir. Evet, Rosa'nın
emperyalizmi teorik açıklama denemesi bir macerayla, anti-marksist
bir anlayışla bitmiştir. Ama bu deneme Rosa'nın proletaryanın
devrimci mücadelesini ilerletmek için “Marksist” bir çabasıdır
ve öyle de kalacaktır.
Ama
bir kısım troçkist çökertmeci, Rosa’nın bu yanlış
anlayışını, “geliştirerek” işi, kapitalizmin ne zaman, kaç
sene sonra çökeceği hesabının çıkış noktası yapmıştır.
Dünya
ekonomisindeki yeni bir fazla üretim krizine doğru gelişme, bu
türden unsurların kapitalist ekonominin kaç sene sonra çökeceği
hesabını yeniden yapmalarına vesile olacaktır. 2008 dünya krizi
döneminde, tabii daha öncesinde de bunun hesabını yaptılar, ama
bir türlü tutturamadılar. Rosa’nın görüşlerini yine evirip
çevireceklerdir.
Rosa’nın
bu anlayışı bağlamında feministler de durumdan vazife
çıkartıyorlar: Rosa’nın vurguladığı “kapitalist
olmayan çevre”nin,
‘kapitalist birikimin mutlak ihtiyaç duyduğu görünümdür’ün
tam tersi bir tanımlamasını yapıyorlar. Rosa, kapitalizmde
gelişmiş üretici güçlerin “kapitalist olmayan çevre”yi
yok etmesiyle son sınırına dayanacağından bahsederken,
feministler geçim ekonomisinden bahsediyorlar; geriye dönük bir
ütopya peşinde koşuyorlar; ademi merkeziyetçi, yerel,
karşılıklılığa dayanan sosyal ve ekonomik ilişkilerden
bahsediyorlar. Feministlere göre geçim ekonomisi artı değer
gerçekleştirmemelidir, değer yaratmalıdır. Kapitalist yeniden
üretim sürecinin dışında değil, içinde olmalıdır. Çözülüp
yok olma yerine, geçimlik üretim olarak sadece varlığını
sürdürmemeli, geleceğin yolunu da göstermelidir. Bu durumda
gelecek, geri teknolojiye dayanan, o köyün ekmek, bu köyün tuz
ürettiği ve karşılıklı olarak mübadele edilen sosyal ve
ekonomik ilişkilerin belirlediği geçim ekonomisidir.
David
Harvey de Rosa Luksemburg’un devrimci içeriğini boşa çıkartmaya
çalışanlardan birisidir. Harvey, önce Rosa’nın sermayenin
birikim yapabilmesi için “kendi dışında bir alana”,
Rosa’nın deyimiyle “kapitalist olmayan çevre”ye
ihtiyacı var görüşünü kabul eder (5). Ama “kendi dışındaki
bu alan”ın neye yarayacağı konusunda hiç de Rosa gibi
düşünmez: Rosa “kapitalist olmayan çevre” artı
değerin gerçekleştirildiği; ürünlerin satıldığı alandır
derken Harvey bu alanı, aşırı birikmiş sermayenin yatırım
alanı olarak görür.
Rosa’yı
yeniden yorumlama konusunda Harvey’in troçkistlerden ve
feministlerden geri kalan yanı yoktur. Kapitalist olmayan alanlar,
Rosa’nın sermaye birikimi teorisinde merkezi bir yere sahiptir. Bu
alanı Harvey iki bakımdan yeniden tanımlar: “Kapitalist
olmayan toplumlara” kapitalizm içindeki mevcut bölgeler dahil
edilir ve ikinci olarak da kapitalizmin böylesi bölgeleri aktif
olarak oluşturma yeteneğine sahip olduğu iddia edilir Harvey
tarafından. Rosa Luksemburg, dünyada “kapitalist olmayan
çevre” kalmazsa, kapitalist birikim, kapitalist üretim biçimi
son sınırına gelir ve çökebilir diyor. “Rosa”cı Harvey ise
kapitalizmi kurtarma derdinde; ona göre kapitalizm sürekli ve kendi
kendine sınırsız olarak yeni dış çevreler oluşturacak
yetenekte olduğu için, oluşturacağı her yeni “dış
çevre”yle sürekli dinamik kalır, varlığını sürdürür.
Harvey, burada Rosa’nın devrimci perspektifini yok saymaya
çalışmaktadır.
Rosa’nın
feminist yorumlanmasına göre ücretli iş, sömürüsünün normal
biçimi, sadece buzağının görünen kısmıdır; ama bu dağ,
ödenmemiş geçimlik iş üzerinde yükselmektedir. Harvey de, bu
“şehir efsanesi”ni bir biçimde kabul eder ama
“mülksüzleştirmeyle birikimin talancı araçlarını”
şehirsel alanlarda görür (6). Harvey buna “sömürünün tali
biçimleri” der (Agk, s. 225). Tamam, “sömürünün (böyle)
tali biçimleri” şurada, burada görülebilir. Böylesi istismar
durumlarını Harvey, gayrimenkul piyasasındaki sahtekarlıklarda,
meta mübadelesinde, kira ilişkilerinde, kredi işlemlerinde, işgücü
satışında görmektedir. Böylesi sahtekarlıklar, istismar
durumları kapitalizmde her zaman görülür. Feministlerin sömürünün
kaynağını Rosa’nın deyimiyle “üretken iş” alanında
“üretken olmayan iş” alanına kaydırmaları gibi, Harvey de
burada başka bir hileye baş vuruyor: Harvey, bahsettiği istismar
durumlarını ön plana çekerek kapitalizmin var oluş koşulunu
geri plana itiyor ve istismar durumlarıyla kapitalizmi açıklamaya
çalışıyor. Böylece bütün gelişmesiyle, çelişkileri ve
çatışmalarıyla kapitalist üretim, nihayetinde artı değer
üretimi ve sömürü, mümkün olduğunca karartılıyor. Harvey,
son dönemin bu tipten ekonomistlerinin önde gelenlerinden
birisidir.
Harvey,
kapitalizmin temel çelişkilerini gizleme, dolayısıyla kapitalizmi
kurtarma, güya savunduğu Rosa da kapitalizmin temel çelişkilerini
açığa çıkartma ve onu yıkma derdinde...
Rosa
sınıftan, devrimden bahseder ve bundan dolayı katledilmiştir.
“Rosa”cı Harvey ise tam bir ezilencidir. Harvey’de
mülksüzleştirmenin biçimleri çok çeşitlidir; onun
mülksüzleştirme kavramına çok çeşitli birincil ve ikincil
sömürü süreçlerinin
dışında, mali manipülasyonlarla veya ekonomik krizlerle
değersizleşmiş ve başka kapitalistler tarafından yok pahasına
satın alınan sermaye varlıkları da dahildir. Öyle ki,
Harvey, okuru, mülksüzleştiren ve sömürülen konusunda hayal
edemeyecek durumda bırakabilir. Harvey’in mülksüzleştirilenler
“sınıfı”na girenlere bir bakalım: İşçiler, işsizler,
toprağından kopartılmış köylüler, aldatılmış kiracılar,
“yerli” halklar, talan edilen sermaye sahipleri, kapitalistler,
işletme sahipleri. Kapitalist toplumun bütün sınıf ve sosyal
tabakalarının üyeleri, bunun ötesinde eski toplumların
kalıntıları da Harvey’in yeni “sınıf”ını oluşturuyorlar.
Harvey, her sınıftan gelme bu kalabalığın, bu “ezilenler”in
“devrimci ve kararlı anti-kapitalist hareket”te bir araya
geleceğini düşünen hayalperesttir. Aslında Harvey, tüm
ezilencilerin günümüzdeki ilham kaynağı ve lideridir. Ama
günümüz ezilencileri Harvey kadar dürüst ve açık değiller.
Harvey, ne olduğunu söylüyor, ezilenciler ise ne olduklarını
saklıyorlar (7).
İşte
bu Harvey ile Rosa Luksemburg arasında bir bağ kurmak, gerçekten
de yetenekli olmanın bir göstergesi sayılmalıdır.
Parasal
değer teorisi ve Rosa Lüksemburg
Riccardo
Bellofiore Rosa’yı parasal değer teorisinin öncüsü yapıyor.
Bu teori, paraya metadan daha üstte, hakim bir rol veriyor. Para,
öyle Marks’ın tanımladığı gibi metanın bir sonucu olamaz,
aksine bağımsız hareket eder ve değer oluşumu ve birikim
sürecini kredi ile birlikte belirler (8).
R.
Bellofiore şunu iddia ediyor: Rosa Luksemburg, aynen parasal değer
savunucuları gibi, yani örneğin Riccardo Bellofiore ve Michael
Heinrich gibi, soyut işi ve böylece meta değerinin kaynağını
doğrudan üretim sürecinin dışında bir yerde arıyor ve buluyor.
Doğrudan üretim sürecinin dışında bir yer, üretimin
yapılmadığı; yani işgücü harcamasının (çalışmanın)
olmadığı, dolayısıyla meta değerinin de oluşturulamayacağı
bir yerdir. Bu konuda R. Bellofiore, Rosa Luksemburg’u olmayacağı
yerde; üretim ile dolaşım arasındaki, kesişme noktasında
arıyor. R. Bellofiore, değer oluşumunu; meta üretimini ne üretim
sürecinde ve ne de dolaşım sürecinde arıyor; iki sürecin
kesişme noktasında arıyor. Böyle bir kesişme noktasını
Marks’ta bulmak imkansız, ama Marks’In Kapital’ini eleştirel
ele alan Rosa üzerinden Marks’ı “yenilemek” mümkün
olabilir!
Bu
denemesinde Riccardo Bellofiore yalnız değildir. Michael Heinrich
ile birlikte 1970’li yıllardan bu yana parasal değer teorisi
üzerine çalışırlar. Bu teoriyle güdülen amaç, Marks’ı
geliştirmek, yenilemektir. Bu işin nasıl yapıldığını bu
konuya ilişkin ayrı bir makalede ele alacağız. Burada şunu
belirtmekle yetinelim: “Marks tarafından keşfedilen
soyut-insansal çalışma, gelişmiş biçiminde paradan
başka bir şey değildir (aç.
Rosa). Ve bu, Marks’ın dahi ekonomik
keşiflerinden birisidir”. (9)
(Rosa Luksemburg; Toplu Eserleri, C. 1/1, s. 414, 415, Dietz Verlag
Berlin, 1974).
Rosa
böyle diyor, bu konuda Marks’tan ayrı düşünmüyor. Ama
Riccardo Bellofiore, Rosa’yı parasal değer teorisinin öncüsü
yapmayı ve Marks ile çelişkili duruma düşürmeyi kafasına
koymuş.
Bellofiore,
soyut iş ve değerin para tarafından yaratıldığını veya
oluşturulduğunu savunuyor. Rosa ise, Marks’ı takip ederek
“Gelişmiş biçiminde” soyut iş, paradan başka bir şey
değildir diyor. Rosa’nın değer teorisi üzerine söylediği
fazla bir şey yok. Değer yasasını gündemleştirdiği “Ulusal
Ekonomiye Giriş”inde Marks’ın değer teorisi yorumunu
kabul eder. Bunun böyle olduğunu Marks’ın değer teorisi üzerine
yeni yorum, açıklama yapmadığından dolayı da anlıyoruz.
Rosa
Luksemburg’un bu türden bütün savunucuları, onun görüşlerindeki
devrimciliği, onun devrimci yanlarını, sistem karşıtlığını
birer birer karartıyorlar, uzaklaştırıyorlar. Hiçbir şey
yapamazlarsa, en azından onun teorik açılımlarını
sakatlıyorlar, çarpıtıyorlar. Tabii çoğu kez bu, Rosa’yı
geliştirme adına yapılmaktadır. Özellikle bu türden
“geliştirme” çabaları onun birikim teorisinde yapılmaktadır.
Yöntem şu: Önce birikim teorisi göklere çıkartılıyor sonra da
geliştirme adına çarpıtılıyor. Yukarıda verdiğimiz örnekler
bu türden çabaların sadece birkaçıdır.
Kaynaklar:
1)Bkz.:Veronika
Bennholdt-Thomsen; “Subsistenzproduktion und erweiterte
Reproduktion. Ein Beitrag zur Produktionsweisendiskussion”, in:
Gesellschaft. Beiträge zur Marxschen Theorie 14, 1981, Frankfurt
a.M.
2)Rosa
Luxemburg; “Frauenwahlrecht und Klassenkampf”, Toplu
Eserleri, C. 3, s. 163, Dietz Verlag Berlin, 1973.
3)
Rosa
Luxemburg;
“Die Akkumulation des Kapitals. Ein Beitrag zur ökonomischen
Erklärung des Imperialismus”. C. 5, s. 315.
4)
Rosa
Luxemburg; agk.,
s. 365.
5)Bkz.:
D. Harvey; “Der neue Imperialismus”, 2005, s. 140.
6)
Bkz.:
Harvey; “Rebellische Städte”, s. 109, 2013.
7)
Harvey
eleştirisi için bkz.; İ. Okçuoğlu; “Günümüzde Emperyalizm”,
Kasım 2011, Akademi Yayınları.
8)
Bellofiore,
Riccardo; “Rosa Luxemburg – Kritik der politischen Ökonomie und
die politische Perspektive”, in: Ingo Schmidt (Yayınlayıcı):
Rosa Luxemburgs “Akkumulation des Kapitals”, s.
41, 2013.