deneme

6 Mart 2021 Cumartesi

KAPİTALİZMDE EŞİTSİZ GELİŞME YASASININ VE ÜRETİMDE ANARŞİ VE REKABET YASASININ ORTADAN KALDIRILMASI VE SONUÇLARI

 

KAPİTALİZM SONRASI (“POST-KAPİTALİZM”) ÜZERİNE DÜŞÜNCELER VE FANTEZİLER (VII)

(Birikmiş Sorular Dosyasından)

KAPİTALİZMİ ORTADAN KALDIRMANIN YOL VE YÖNTEMLERİ (III)

KAPİTALİZMDE EŞİTSİZ GELİŞME YASASININ VE

ÜRETİMDE ANARŞİ VE REKABET YASASININ ORTADAN KALDIRILMASI VE SONUÇLARI

DÜNYANIN HAL-İ PÜR MELALİ!


Politik ekonominin özelliklerinden birisi de onun yasalarının, doğa yasalarının tersine, sürekli olmayışlarıdır; bunların çoğu hiç olmazsa bir tarih dönemi boyunca etkili kalırlar, sonra da yerlerini başka yasalara bırakırlar. Yok olmazlar, ancak yeni ekonomik koşulların sonucu olarak güçlerini yitirirler ve onlar da, insanların iradesi ile yaratılmış bulunmayan ama yeni ekonomik koşulların temeli üzerinde ortaya çıkan yeni yasalara yerlerini bırakmak üzere sahneden çekilirler.” (Stalin)

Bu demektir ki, örneğin kapitalist üretim biçimi tarihinde bu üretim biçimine özgü olan yasalar, bu üretim biçiminin gelişmesine bağlı olarak ortaya çıkarlar ve belli bir zaman sonra etkisini kaybedebilirler, yerlerini başka yasalara bırakabilirler. Örneğin artı değer yasasının yerini emperyalist çağda azami kar yasasına bırakması gibi. Bu değişim, insan iradesinin müdahalesi sonucunda gerçekleşmez; bu değişim kapitalist üretim biçiminin gelişmesinin dinamiklerinin etkileşimi sonucunda gerçekleşir.

Ancak, insanlar ekonominin nesnel yasalarını keşfedebilirler, analiz edebilirler, bu yasaları toplumun çıkarına kullanabilirler, ama onları asla icat edemezler. Peki ekonomi yasaları nasıl keşfedilir ve analiz edilir? Ekonomi yasalarını keşfedenler ve analiz edenler nasıl, hangi yöntemi kullanarak bunu yaptılarsa, aynen öyle yapmak gerekir. Bu durumda kapitalist ekonominin günümüz koşullarındaki gelişmişliğinin hangi ekonomi yasalarının etkisine bağlı olduğunu araştırmak gerekir. Bu araştırmanın sonucu, artık artı değer üretilemiyor, yatırım yapılamıyora götürüyorsa (bu, bir analizdir) o zaman, artık artı değerin üretilemediği, artı değer yasasının, daha azami kar yasasının geçersiz olduğu koşullarda kapitalist ekonomi hangi nesnel yasalarının işlevselliği ile ayakta kalıyor? Bu soruya cevap vermek gerekir. Ancak, bu soruya cevap veren yok, ama bolca ve sürekli kapitalizmin çöktüğünden, çöküyor olduğundan, kapitalizm ötesine geçişten, bir “geçiş dönemi”nden bahsedilmektedir. Örnek: Bugünkü kapitalizm ne serbest rekabetçi kapitalizmdir ne de emperyalist kapitalizmdir, emperyalist küreselleşmedir. Anlaşılır: Bugünkü kapitalizm gerçekten de Marks ve Engels döneminin kapitalizmi, yani serbest rekabetçi dönem kapitalizmi değildir. Bugünkü kapitalizm, aynı zamanda emperyalist kapitalizm de değildir, yani Lenin’in analiz ettiği emperyalizm de değildir. Peki, o zaman bugünkü kapitalizm nedir? Emperyalist küreselleşmedir. Demek ki, şimdiye kadar bildiklerimizi unutmamız gerekiyor! Şimdiye kadarki kapitalizmlere benzemeyen bir kapitalizmle karşı karşıyayız. Bunu da anladık.

Bu anlayışla “kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında nesnel ekonomik yasalar onun gelişmesinde belirleyici olmaktan çıkar” anlayışını birleştirince başka bir düzende yaşıyor olduğumuzu anlıyoruz.

Tamam, anlaşıldı; haberi olmayanlar duysun, duyup da alışmayanlar alışsınlar, artık kapitalizm sonrası bir düzende ya yaşıyoruz veya da o düzene girmek üzereyiz. Mademki, böyle bir düzen icat edildi, o halde bu düzen ekonomisinin de kendine göre ekonomi yasaları olmalıdır. Çünkü ekonomi mutlaka ve mutlaka kendi yasalarına göre hareket eder. Bu açıdan da bir ses çıkmıyor. Peki, ne yapılıyor? Ekonomi yasalarının artık işlevsel olmadığı üzerinden kapitalizmin yıkıldığı ve yerini bir “geçiş dönemi”ne bıraktığı söyleniyor. Cesaretli olanlar bunu açıktan söylüyorlar, ama kapitalizm çöktü mü, çökmedi mi üzerinden Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik mücadele verenler hem öyle hem de böyle türünden tanımlamalarla kafa bulandırmayı amaçlıyorlar.

Kapitalizm koşullarında tekil ekonomi sektörlerinin ve tekil ülkelerin ekonomik gelişmede eşit büyümeleri mümkün değildir. Kapitalizm koşullarında dönem dönem bozulan dengeyi yeniden kurmak için sanayide krizlerden ve politikada savaşlardan başka bir araç yoktur (Lenin)

Kapitalizmin eşitsiz ekonomik ve siyasi gelişmesi birbiriyle rekabet eden ülkelerin, rekabet merkezlerinin oluşmasını beraberinde getirmiştir. Açık ki, kapitalizmde ekonominin ve politikanın eşitsiz gelişmesi kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Lenin bu yasayı kapitalizmin emperyalist aşamasındaki gelişmesini analiz ederek keşfetmiştir. Bu yasanın, ekonomi sektörleri ve ülkeler arasındaki rekabetin ötesinde siyasal bir sonucu da devrim koşullarının bütün ülkelerde aynı anda oluşmayacağı, bu koşulların her bir ülkede farklı dönemlerde oluşacağıdır.

Peki, dünya ekonomisinin, tekellerin durumu; sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, sürdürülen savaşlar, tekeller arasındaki rekabet bize ne gösteriyor?

Diyelim ki, birkaç dünya tekelinin dünya piyasasına hakim olduğu, artık fethedilecek yeni pazarların ne de yeterince mülksüzleştirilecek küçük kapitalistlerin kalmadığı an geldi. Ne olur? Rekabet yasası, eşitsiz gelişme yasası ortadan kalkar mı? Ekonomi durur mu? Üretim olmaz mı? Tekelci sermayenin egemenliğinden dolayı teknolojik devrimler gelişmez mi? Yeni sermayeler sürgün vermez mi?

Doğrudur, kapitalist tekeller durgunluk ve çürüme eğilimine neden olurlar.

Doğrudur, kapitalist tekeller, dönem dönem teknik ilerlemeyi frenleyebilirler. 

Doğrudur, emperyalizm koşullarında tekel, karı arttırmanın çeşitli yol ve yöntemlerini bulur ve uygular. Tekeller hangi tedbiri alırlarsa alsınlar tekellere özgü o durgunluk ve çürüme eğilimi işlemeye devam eder.

Ancak, kapitalizm koşullarında tekel dünya pazarında rekabeti tümüyle veya da uzun bir süre için asla ortadan kaldıramaz. Kautsky’nin ultra emperyalizm teorisinin saçmalığını kanıtlayan nedenlerden birisi de budur (1).

Lenin “Emperyalizm” yapıtında Kautsky’nin şu anlayışını aktarır: "... Bugünkü emperyalist siyasetin yerini, ulusal mali-sermayeler arasındaki savaşımın yerine uluslararası düzeyde birleşmiş mali-sermayeyle dünyanın ortaklaşa sömürüleceği yeni, ultra-emperyalist bir siyaset alamaz mı? Kapitalizmin bu yeni aşaması her halde anlaşılır bir şeydir. Bu, gerçekleşebilir mi? Bu soruyu yanıtlamamızı olanaklı kılacak yeterli öncüllere henüz sahip değiliz." (2)

Günümüzde, diyelim ki “uluslararası düzeyde birleşmiş mali-sermaye”nin de ifadesi olan emperyalist küreselleşme sürecinde; dünya ekonomisinin bir avuç uluslararası tekelin elinde olduğu süreçte ulusal mali sermayeler arasındaki rekabet sonlanmış olacaksa neden sonlanmadı? Uluslararasılaşmış tekeller, “uluslararası düzeyde birleşmiş mali-sermaye” bir taraftan “dünyayı ortaklaşa sömürmek” için adımlar atarken, diğer taraftan da kendi aralarında acımasız bir rekabet sürdürmüyorlar mı? Yani çağımızdaki bu kapitalizmi, emperyalizm gerçekliğini yok mu sayalım? Diğer bir ifadeyle: Tekil ülke ekonomilerinin hem kendi başına hem de uluslararası ortaklık içinde dünyayı talan ediyor olduğunu yok mu sayalım?

Mademki, ‘bütünleşik dünya pazarı ve dünya tekelleri olmaksızın bir kapitalizm düşünülemiyorsa’ bundan çıkartılması gereken sonuç Kautsky’nin değil, Marks ve Lenin’in çıkarttığı sonuç olabilir. Dünya ekonomisinin bir avuç tekelin eline geçmesi ne artık artı değer üretiminin yapılmadığı ve ne de kar elde etme olanağının kalmadığı anlamına gelir. Tam tersi, bu bir avuç tekel arasındaki rekabet, üretilen artı değerde aslan payını kapmak için sürer. İşte bu aslan payı her bir ülkede farklı büyüklüktedir. Tam da bu nedenle veya bu anlamda örneğin kar oranının tespitinde kıstaslar uluslararası değil, ulusaldır. Bu da kar oranı tespitinin ancak ulusal çerçevede yapılabileceğini, dünya çapında kapitalist ekonomiye dayanan bir kar oranı olamayacağını gösterir. Demek ki, dünya pazarı ve dünya tekelleri ne kadar ‘bütünleşik’ olurlarsa olsunlar, o ‘bütünleşik’ olmanın altında ulusal sermayelerin kendisi için azami kar uğruna sürdürdükleri çetin bir rekabet vardır. Yani, dünya ekonomisi her ne kadar bir avuç tekelin, “büyük sermayenin eline düşmüş” olsa da “üretimin yaşam alevi bütünüyle” henüz sönmemiştir/sönmeyecektir; sermaye sürgünler vermeye devam edecektir. 100 küsur senelik emperyalizm tarihi bunu göstermiyor mu? Aslında bunu söyleyen Marks’tır (3)

Üretimde teknoloji kullanımına bağlı olarak farklı ülkelerde işçinin işgücünü kendisi ve kapitalist için ayrımının farklı olması sonuçta kar oranının farklı olmasını beraberinde getirir. Şimdi ’bütünleşik dünya pazarı ve dünya tekelleri’ koşullarında dünya çapında veya dünya kapitalizminde kar oranlarını eşitlemek ve “üretimin yaşam alevini bütünüyle” söndürmek Marks’ta yok ama varoluşsal krizcilerde var.

En azından çok güncel olduğu için belirtelim: İlaç sanayiinde aşı üretimi için bir avuç ilaç tekelinin insanlığın gözü önünde sürdürdüğü farklı teknoloji ve rekabet anlamında aşı savaşları da bir şey ifade etmiyor mu?

Peki, ülkeler arasında teknoloji hırsızlığına ne diyelim?

Tekelci sermayenin egemenliğinden dolayı teknolojik devrimler gelişmez/olmaz diye bir kural yok. Üretim ve rekabet nedenlerinden dolayı sermaye teknolojiyi her zaman geliştirir. Bunu yapmak zorundadır. Ancak, geliştirilen teknoloji her zaman kullanılır mı, kullanılmaz mı sorusu başka bir şeydir. Sermaye, geliştirdiği teknolojiyi zamanı gelince kullanırım diye saklı tutar, bazen de kullanmayabilir.

Tekelci sermayenin egemenliğinden dolayı teknoloji geliştirilmiyor demek saçmalamaktan öte bir anlam taşımaz. Peki, mademki öyle, tekelci sermayenin egemenliğinden dolayı teknoloji geliştirilmiyor, o zaman şu çokça sözü edilen “4. Sanayi Devrimi”ni ne yapacağız? Batmış, tükenmiş, teknolojiye sırt çevirmiş emperyalist ülkeler ve tekelleri bu “devrim”le zihin jimnastiği mi yapıyorlar?

Kısaca: Dünya kar oranı tespiti için maddi koşulların olmadığı yerde, üretim bir avuç tekelin eline geçti diye “üretimin yaşam alevini” söndürmek olsa olsa bir aklıevvellik göstergesi olabilir. “Harika” Nelte bunun bir örneğidir.

Kapitalizmde eşitsiz ekonomik ve siyasi gelişme yasasının akıbetine gelince:

Bu durum çok ilginç. Lenin istediği kadar kapitalizmde ekonomi sektörleri ve ülkelerin ekonomik olarak eşit büyümeleri imkansız, demiş olabilir. Bunun bugün hiçbir kıymeti harbisi yok.

Lenin istediği kadar kapitalizmde eşitsiz ekonomik ve siyasi gelişmelerden dolayı; kapitalizmin bu mutlak yasasından dolayı bir kısım ülkeler güçlenirken, bir kısmı geriler, farklı rekabet merkezleri oluşur, bu nedenle savaşlar çıkar, demiş olsun bugün bunun hiçbir kıymeti harbisi yoktur.

Bugün, ‘kapitalizmin varoluşsal krizi koşullarında nesnel ekonomik yasalar onun gelişmesinde belirleyici olmaktan çıkarmıştır’. Bugünkü kapitalizm serbest rekabetçi kapitalizm değildir. Bugünkü kapitalizm emperyalist kapitalizm de değildir. Bugünkü kapitalizm emperyalist küreselleşmedir! İşte tam da böyle bir “kapitalizm”de; “emperyalist küreselleşme” kapitalizminde tekil ülkelerin eşitsiz ekonomik ve siyasi gelişmesine yer yoktur; böyle bir gelişme resmen ve düpedüz yasaklanmıştır. Kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının işlerliği karşısında sergilenen aymazlık ‘kapitalizmin tekelci aşamasında geri kapitalist bir ülkenin emperyalist kampa sıçrama olanağı tarihsel olarak aşılmıştır’ denecek boyutlara varabiliyor. Bu, kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasının, kapitalizmin bu mutlak yasasının açıktan yasaklanmasıdır. Bu, kapitalizm sisteminin işlerliğini reddeden; bu sistemin içsel nesnel yasalarını ortadan kaldıran bir anlayıştır. Gelişme, eşitsiz gelişme nasıl yasaklanır diyorsanız ‘kapitalizmin tekelci aşamasında geri kapitalist bir ülkenin emperyalist kampa sıçrama olanağı tarihsel olarak aşılmıştır’ anlayışına bakmalısınız. Marksizm-Leninizm ortamında savunulan bu anlayışa göre örneğin Türkiye ve onun gibi ülkeler ne iseler o olarak kalacaklardır, “Teori” onları şimdiki durumları neyse öyle kalmaya mahkum ediyor. Bir defa ‘geri kapitalist ülke’, sürekli ‘geri kapitalist ülke’ olmaya yetiyor. Veya bir defa bağımlı, hep bağımlı veya bir defa emperyalist, hep emperyalist!

Artık değişim, gelişme, rekabet yok. Hem de emperyalist küreselleşme aşamasında değil, emperyalizmin başlangıcından bu yana; ‘kapitalizmin tekelci aşamasın’dan bu yana geri kapitalist bir ülke ilerleyemez; emperyalistleşemez. Emperyalistleşmek sadece birkaç ülkeye mahsusdu.

İşte Türkiye emperyalistleşiyor. Eşitsiz gelişme yasasının yasaklanmasına rağmen emperyalistleşiyor. Hadi bakalım, eşitsiz gelişme yasasını yasaklamakla engelleyin de görelim!

Yani, ne oluyor şimdi? Kapitalizmde eşitsiz gelişme yasası yerine geri kapitalist bir ülkeyi, kapitalizm var olduğu müddetçe geri olmaya mahkum eden bir yasa mı icat ediliyor? Evet, aynen öyle. Bu yasaya göre Türkiye de dahil, Güney Kore, Brezilya gibi ülkelerin emperyalistleşmesi yasaklanıyor.

Gerisini siz düşünün...

Sadece Marksist-Leninist politik ekonomi öğretisi değil, burjuva politik ekonomi öğretisi de nasıl şirazeden çıkartılır derseniz, bunun en tipik, bariz örneği kapitalizmde ekonomik ve siyasi eşitsiz gelişme yasasını, kapitalizmin bu mutlak yasasının sadece geçersiz kılınması değil, aynı zamanda yasaklanmasıdır.

Sorun bu noktaya gelince bu anlayışın Marks’ın kapitalizm analiziyle; Engels’in ekonomi değerlendirmesiyle; Lenin’in emperyalizm analiziyle; Stalin’in ekonomi analiziyle ne ilgisi var sorusu, çok hafif kalan bir sorudur. Masum bir sorudur...

Devam edecek

Kapitalizmin Gelişmesi Ve Sömürü Derecesini Attırmanın İki Yöntemi

18. Yüzyıla Geri Dönüş!

*

Kaynaklar:

1)“...emperyalizmin başlıca ekonomik temeli, tekeldir. Bu tekel, kapitalisttir, yani kapitalizmden doğmuştur ve kapitalizmin, meta üretiminin, rekabetin genel koşulları içinde, bu genel koşullarla sürekli ve çözülmez bir çelişki halindedir. Bununla birlikte, bütün tekeller gibi, kapitalist tekel de şaşmaz bir biçimde bir durgunluk ve çürüme eğilimine yolaçar. Tekel fiyatlarının, geçici olarak bile sabit tutulması, bir noktaya kadar, ilerlemedeki itici ögeleri yok eder, bunun sonucu olarak da bütün ilerlemeleri frenler. Ayrıca, teknik ilerlemeyi yapay olarak frenleme yolunda ekonomik birtakım olanaklar da doğurur... Elbette, bir tekel, kapitalist rejimde, dünya pazarındaki rekabeti tümüyle ya da uzun bir süre için ortadan kaldıramaz (ultra-emperyalizm teorisinin saçmalığını kanıtlayan nedenlerden biri de budur). Kuşku yok ki, üretim giderlerini azaltma ve uygulanan teknik düzeltme işlemleriyle kârı artırma olanağı, birtakım değişikliklere yolaçmaktadır. Ancak tekellere özgü o durgunluk ve çürüme eğilimi işlemeye devam etmekte, bazı ülkelerde, bazı sanayi dallarında, bir zaman için üste çıkmaktadır.

Çok geniş zengin ve uygun yerlerdeki sömürgelere sahip olma tekeli de aynı yönde işler.” (Lenin; C. 22, s. 281, “...Emperyalizm”)

2)Kautsky, aktaran Lenin; “...Emperyalizm”, C. 22, s. 299)

3) Marx Kapital‘de bu gelişmeye işaret ediyordu:

Avrupa'da bir ülkede artı-değer oranı %100'dür, yani işçi, işgününün yarısında kendisi için, öteki yarısında işveren için çalışmaktadır. Gene diyelim ki, Asya'da bir ülkede artı-değer oranı %25'tir ve işçi, işgününün beşte-dördünde kendisi için, beşte-birinde işveren için çalışmaktadır. Avrupa ülkesinde ulusal sermayenin bileşimi 84s + 16d ve daha az makine, vb. kullanılan ve belli bir sürede, belli miktarda işgücünün, nispeten daha az miktarda hammaddeyi üretken olarak tükettiği Asya'daki ülkede ise 16s + 84d olsun. Bu durumda şu hesap elde edilir.

Avrupa'daki ülkede ürünün değeri = 84s + 16d + 16a = 116; kâr oranı = 16 : 100 = %16.
Asya'daki ülkede ürünün değeri = 16
s + 84d + 21a = 121; kâr oranı =%21.

Şu halde, Asya ülkesinde artı değer oranı, Avrupa ülkesindekinin dörtte-biri olduğu halde, kâr oranı Avrupa'dakine göre %25'ten daha büyüktür” (Marks; C. 25 (Kapital, C. 3), s. 160. “Kar Oranlarının Farklılığı vs.”)