deneme

6 Mart 2021 Cumartesi

“YARATICI MARKSİZM” VE ARTI DEĞER YASASININ ORTADAN KALDIRILMASI

 


KAPİTALİZM SONRASI (“POST-KAPİTALİZM”) ÜZERİNE 

DÜŞÜNCELER VE FANTEZİLER (VI)

(Birikmiş Sorular Dosyasından)


KAPİTALİZMİ ORTADAN KALDIRMANIN YOL VE YÖNTEMLERİ (II)

YARATICI MARKSİZM” – “YARATICI FELSEFE”!

ARTI DEĞER YASASININ ORTADAN KALDIRILMASI

DÜNYANIN HAL-İ PÜR MELALİ!


Kapitalizm nasıl yıkılır veya kapitalizm hiçbir nesnelliği olmayan tespitlerle çöker mi türünden sorulara bu ve sonraki makalelerde somutlaştırarak cevap vermeye çalışacağım. Yaşadığımız dünya ve kapitalizm koşullarıyla bağını kurmakta zorlandığımız çok ilginç anlayışlar dünyasında biraz dolaşacağız.

Kar elde edilemiyor denmesine rağmen bakıyorsunuz birdenbire yüksek karlar elde ediliyor ve bu yüksek karlar yatırıma dönüşemiyor ve bundan dolayı da kapitalizm krizden çıkamıyor.

Tekelci sermaye teknolojik devrimleri engelleyecek derecede hakim ve bundan dolayı yeni sermayeler oluşmuyor.

Çok acayip bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Çünkü bugünkü kapitalizm serbest rekabetçi kapitalizm değildir, aynı zamanda emperyalist kapitalizm de değildir; bugünkü kapitalizm emperyalist küreselleşmedir! Anlayacağımız, kapitalizmin tarihi çeşitli aşamalardan oluşmaktadır. Kapitalizmin tarihinin çeşitli aşamalardan oluşmasında belirleyici etken, kapitalist üretim ilişkilerine içkin olan ekonomik yasalardır ve etki eden etmen de, sınıf mücadelesidir.

Ne denir, bilemiyorum! Yani Lenin, kapitalizmin en yüksek gelişme aşaması olan emperyalizm analizini, tespitini kapitalizme içkin olan ekonomik yasalara göre mi yaptı? Ve kapitalizmin tarihinin farklı aşamalardan oluşmasında sınıf mücadelesinin rolü ne? Kapitalizm serbest rekabetçi aşamasından emperyalizm aşamasına geçmem diye diretti de o zamanki sınıf mücadelesi kapitalizmi arkadan iteleyerek illa da emperyalizm aşamana geçeceksin mi, dedi? Lenin, emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır, çağımız emperyalizm ve proleter devrimleri çağı tespitini sınıf mücadelesi yanlış bulup da, emperyalizmin bir aşaması daha var, Lenin “halt etmiştir”, emperyalizm yeni aşamasına, yani emperyalist küreselleşme aşamasına geçmelidir diye ayak direyen emperyalizmi arkasından iteledi mi?

Böyle düşünmenin bir mantığı olmalıdır. Ve böyle düşünmenin bir mantığı var: Bugünkü kapitalizm, emperyalist kapitalizm, yani yalın haliyle emperyalizm değildir, emperyalist küreselleşmedir tespitini, daha önceki makalelerde ele aldığımız konuların ve sonraki makalelerde ele alacağımız konuların mantığıyla birleştirdiğimizde karşımıza kapitalizm sonrası bir düzen çıkıyor, bir isyan, anarşi, kaos düzeni çıkıyor. Bir “geçiş toplumu” kurgusu yapılıyor. Kapitalizmin nesnel yasalarının artık işlevsel olmadığı döne döne anlatılıyor. Tabi, propagandası yapılan bu anlayış, Marksizm-Leninizm ortamında açıkça dile getirilse o ortamda kalmak mümkün olmaz. Bu nedenle, sadece ve sadece bu nedenle şeytanı bile zavallı hale düşürecek demagojilerle, hayal dünyası ürünü olan kurgularla, Marks’ın, Marksist-Leninist politik ekonominin kapitalizm analizine saldırılmaktadır; öyle bir demagoji ki, bir bakıyorsunuz Marksizm-Leninizm’den bahsediliyor, bir bakıyorsunuz devrimsiz kapitalizm yıkılmaz deniyor, ama sürekli ve sürekli kapitalizmin nesnel ekonomik yasaları artık işlevsel değil deniyor; yani kapitalizm çöktü deniyor.

Şimdi ne dendiğine bakalım.

Sadece, artık artı değer üretilememektedir, yatırım yapma olanakları kalmamıştır, kar elde edilememektedir demek, kapitalizm tarihe karıştı, elveda proletarya demektir. İşte o emperyalist küreselleşme diye tanımlanmaya çalışılan aşama, kapitalizmin tarihe karıştığı, onunla birlikte proletaryanın da sınıf olarak tarihe karıştığı aşamadır. Marksizm-Leninizm ortamına bu anlayış dayatılıyor.

Sermaye işgücünü üretir, işgücü de sermayeyi. Biri diğerinin ön koşuludur. Bu her ikisinin iradesinden bağımsız bir süreçtir. Her türlü üretimi sermaye üretimine ve her türlü işgücünü emeğe dönüştürmek sermayenin bir başka içsel hareket yasasıdır.

Mademki öyle, bu durumda bu söylemin yanına artık artı değer üretilmiyor, kapitalizmin bugünkü gelişim evresinde, sermaye de emek de varoluşsal bağıntının dışına çıkıyor anlayışını korsanız birbirini dışlayan diyalektik bir durum ortaya çıkar. Ya birincisi doğru ve geçerlidir veya ikincisi doğru ve geçerlidir. Yani ya hala kapitalizm koşullarında yaşıyoruz veya da kapitalizm koşullarında yaşamıyoruz. İkisinden birisi...

Bu makalede kapitalizmin nasıl ortadan kaldırıldığını anlatmaya çalışacağım.

Artı değer yasasının ortadan kaldırılması

Peki, sermayenin gerçek ürünü kar (1) ise, kâr da kapitalist üretim biçimini özgünce karakterize eden artı değerin biçimiyse (2) ve artı değer kavranmaksızın hiçbir kâr teorisi mümkün değilse (3) o zaman artı değer nedir?

Çifte bir sonuca ulaşmış oluyoruz.

Paranın sermayeye dönüşmesi, meta değişimini düzenleyen iç yasalara dayanılarak, çıkış noktası, eşdeğerlerin değişimi olacak biçimde açıklanmalıdır. Dostumuz parababası... metaları değerlerine satınalması ve tekrar değerlerine satması, ama gene de sürecin sonunda, dolaşıma koyduğundan daha fazla değeri oradan çekmesi gerekmektedir...Çözümlenmesi gerekli sorunun koşulları işte bunlardır. İşte hendek işte deve!” (Veya: Birbiriyle çelişen her iki koşul sağlanmadan artı değeri açıklayamayan, artı değeri açıklayamaz, İ. Okçuoğlu) (4)

Demek ki, kapitalist metayı değeri neyse ona göre satın alacak ve ürün olarak da değeri neyse ona göre satacak. Bu, eşdeğerlerin değişimidir ve “meta değişimini düzenleyen iç yasalara dayanılarak” gerçekleşir. Buna rağmen son kertede kapitalist, sermaye olarak koyduğundan daha fazlasını elde etmektedir.

Peki bu sırrın kaynağı nedir?

Paranın sermayeye dönüşmesi; çoğaltılması nedenini paranın kendinde aramak yanlıştır. Yani ürünün pazarlanma süreci (ticari süreç) paranın çoğalma kaynağı olarak göremeyiz. Paranın çoğalması metanın kullanım değerinde aranmalıdır. Kapitalist böyle bir metayı, kullanım değeri değer yaratan, değerin kaynağı olan özel bir metayı işgücü pazarında bulur.

Değişiklik, öyleyse, eşdeğerler değişildiğinden ve metanın tüm değeri için ödeme yapılmış olduğundan, değerde değil, ilk işlem ile ... satınalınan metada olmalıdır. Bundan da, zorunlu olarak, şu sonuca varmış oluyoruz ki, değişiklik, metanın kullanım değerinden, yani tüketiminden ileri gelmektedir. Metanın tüketiminden değer sızdırabilmek için dostumuz parababası, dolaşım alanında, piyasada, kullanım değeri değer kaynağı olmak gibi özel bir niteliğe sahip bulunan ve bunun için de fiilen tüketimi bizzat emeğin maddeleşmiş şekli ve dolayısıyla da değer yaratması olan bir meta bulacak kadar şanslı olmalıdır. Ve gerçekten de para sahibi, çalışma kapasitesi (capasity for labour) ya da işgücü (labour-pover) niteliği taşıyan böyle özel bir metayı piyasada bulur.” (5)

Marks’ın tanımladığı “kullanım değeri değer kaynağı olmak gibi özel bir niteliğe sahip bulunan..meta” işgücüdür. “İşgücü veya da iş kapasitesi sözünden, insanın, kendisinde bulunan ve hangi türden olursa olsun bir kullanım değeri üretirken harcadığı ussal ve fiziksel yeteneklerin bütünü anlaşılmalıdır.”(6).

Ancak, kapitalist, çeşitli koşulların yerine getirildiğinde işgücünü, yani işçiyi iş piyasasında bulabilir. (7)

Kapitalist parasını sermayeye çevirebilmenin olmazsa olmaz koşulu olan işçiyi bulması gerekir. Bu işçinin iki özelliği vardır: Birincisi, kendi işgücünü kendi malı (metası) gibi satma özgürlüğüne sahip olması gerekir. İkincisi de geçimini sağlamak için elinde işgücünden başka satabilecek bir metasının olmaması gerekir (8).

Demek ki, sermaye için değerin kaynağı satın alınmış işgücünün kullanımıdır veya da işgücünün kullanım değeridir.

İşgücü denilen bu metaya biraz yakından baktığımızda onun da diğer metalar gibi bir değere sahip olduğunu görüyoruz. Peki, bu metanın değeri nasıl belirleniyor? İşgücünün değeri, diğer bütün metalarda olduğu gibi kendi üretimi ve yeniden üretimi için gerekli çalışma zamanıyla belirleniyor (9)

İşçinin işgücünü, kullanımı değeri yaratan bu çalışma kapasitesini kapitaliste satmama lüksü yoktur; Aç kalmamak için bu metasını satmak zorundadır (10).

Artık bu aşamada kapitalist tarafından işçiye ödenen değerin belirlendiğini biliyoruz.

İşgücü satın alınıyor. Bunun bir kullanım değeri var. Bu kullanım değeri, ancak ve ancak fiilen kullanıldığında; tüketildiğinde, yani işçi çalıştığında ortaya çıkar.

Üretim sürecini başlatmak için kapitalist ihtiyacı olan her şeyi, hammaddeleri, makineleri, işgücünü karşılığını ödeyerek piyasadan temin etmiştir.

Şimdi, o gizemli üretim sürecinde ne olup bittiğine geçebiliriz.

İşgücünün tüketimi, metaların ve artı değerin birlikte ve aynı zamanda üretimidir. İşgücünün tüketimi, diğer her türlü metada olduğu gibi, piyasanın veya da dolaşım alanının sınırları dışında tamamlanır. Bay Parababasını ve işgücü sahibini birlikte yanımıza alarak bir süre için, her şeyin ortada ve herkesin gözüönünde geçtiği bu gürültülü alanı bırakıyoruz ve hep birlikte kapısında, "işi olmayan giremez!" levhası ile bizi karşılayan, gizli kapaklı üretim alanına geçiyoruz.

Burada biz, sermayenin nasıl ürettiğini...göreceğiz. Ve en sonunda, kâr sağlamanın sırlarını da zorlayacağız.” (11)

Kapitalist üretim, artı değer üretimidir, sermayenin değerlendirilmesidir, yani çoğaltılmasıdır. Üretim süreci değer yaratma/oluşturma sürecidir.

Kapitalistimizin gözünde iki amaç vardır: Önce, değişim değeri olan bir kullanım değeri üretmek ister, yani satılacak bir mal, bir meta üretmek ister; sonra, değeri, üretiminde kullanılan metaların toplam değerlerinden daha fazla olan bir meta üretmek ister; yani ürettiği şeyin değeri, serbest piyasadan satınaldığı üretim araçları ve işgücünden fazla olmalıdır. Amacı, sadece kullanım değeri değil, onunla birlikte meta üretmektir; sadece kullanım değeri değil, değer üretmektir; sadece değer değil, aynı zamanda artı değer üretmektir.” (12)

Marksizm-Leninizm ortamında anlatılan ”şehir efsanesi”ne gelince: Bu “şehir efsanesi”ne göre artık artı değer üretilemiyor, kar elde edilemiyor. Bu durumda artık artı değer üretilemiyorsa, Marks’ın yukarıya aktardığımız kapitalizmin varoluş koşulu ortadan kalkmış demektir. İşgücünü satmak zorunda olan işçi ile kapitalist arasındaki; işgücü ile sermaye arasındaki “zalim bir doğal zorunluluk” olan o mecburi bağ kopmuştur. Bu bağ kopunca kapitalizmde çökmüş olur.

Kapitalizmin bugünkü gelişim evresinde, sermaye de emek de varoluşsal bağıntının dışına çıkıyor demek, sermaye ve işgücü arasındaki o zorunlu bağın koptuğunu veya kopuyor olduğunu söylemek anlamına gelmiyor mu?

Anlatılan bu değilse başka nedir? Artı değer üretmeyen, kar elde etmeyen bir sistem, kapitalist sistem olamaz. Bu köleci ve feodal sistem de olamaz. Artı değer üretmeyen, kar elde etmeyen sistem aslında sistem değildir. Belki de bir “geçiş dönemi”dir!Belki de “kaos” dönemidir! Belki de “anarşi” dönemidir!

Artı değer üretmek, kar elde etmek sermayenin amacıdır. Bu amacına ulaşmak için işgücünü satmaya hazır olan kitleye; işçi sınıfına ihtiyacı vardır. Bu, kapitalist sistemin işlerliğinin olmazsa olmazıdır.

Anlatılanın, artık artı değer üretilmiyor vb. bir katakulli olduğunu aşağıdaki veriler göstermektedir.

Tekil ülkelerde değil, dünya çapında maddi değerlerin üretimine bir bakalım:

1995-2018 arasında 2010 sabit fiyatlarına göre ve Amerikan doları olarak.

-Dünya tarım üretimi 1995’te 1,6967 trilyon dolardan 2018’de 3,1649 trilyon dolara çıkmış,

-Dünya sanayi üretimi aynı yıllarda 12,1157 trilyon dolardan 23,1354 trilyon dolara çıkmış.

-Dünya imalat sanayi üretimi, 1997’de 7,8484 trilyon dolardan 2017’de 12,2211 trilyon dolara çıkmış (13). Yani artmış.

7,7 milyar insan için üretmek ne demek? Kapitalist genişletilmiş yeniden üretimin gerçekleşmesi demektir. Yani üretim araçları üreten kapitalistler (sermaye, Bölüm I) ile tüketim araçları üreten (sermaye, Bölüm II) arasında üretilen ürünlerin pazarlanmasının; satılmasının ve satın alınmasının devam ediyor olmasıdır. Üretim araçları üreten sermayenin tüketim araçları üreten sermayeye makineler, teçhizatlar satmadığını artık artı değer üretilmiyor diyenlerden başka kim iddia edebilir?

Varoluş krizcileri, kaos savunucuları, sermayenin, kapitalizmin ümüğüne çöküp ona artı değer ürettirmeyenler, üretme kanallarının artık tıkandığını savunanlar şimdi sermaye ile Marks arasında kaldılar. “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık“! Marks‘a inanacak olsalar, hala diş fırçası, otomobil, uçak vs. üretildiğine göre, artı değer üretmenin olanağı kalmadı, artı değer üretiminin ana arterleri tıkandı, sermaye üç-beş uluslararası tekelin eline geçti, “üretimin yaşam alevi bütünüyle söndü” diyemezler. Kendilerine, yani kapitalizmi çökerttiklerine inanacak olsalar, bu sefer de Marks‘a inanmamış, yukarıdaki üretim verilerini yok saymış olacaklar!

Yoksa sermaye kar beklentisi olmadan, kar için değil de, 7,7 milyar insanın “hayır duasını almak” için mi hala diş fırçası, uçak, vagon vs. üretiyor? İnsanların hayır duasını almaktan daha güzel ne olabilir ki, diyeceğim ama sermaye şimdiye kadar “hayrına” bir iş yapmamıştır.

Artı değer üretilmiyor diyebilmek için yeniden üretim sürecinde üretim araçları üreten sermaye ile tüketim araçları üreten sermayenin, kapitalist üretim biçiminin devamı için elzem olan karşılıklı ilişkisinin kopmuş olduğunu; üretim araçları üreten sermayenin makine, teçhizat vb. üretmediğini, tüketim araçları üreten sermayenin de diş fırçası dahil buzdolabı, sabun, ekmek üretmediğini söyleyebilmek için Nelte veya varoluş krizci, kaos savunucusu olmak gerekir. Yoksa değil mi?

Bu işin bir de yatırım ayağı var. Efsaneye göre elde edilen karlar yatırıma dönüşmüyor:

Bir de buna bakalım:

Yatırımların konjonktür hareketiyle veya kriz çevrimiyle doğrudan ilişkisi vardır. Ulusal ve uluslararası alanda yatırım hareketine bakarak ekonominin seyrini görebilirsiniz; yatırım hareketi ekonominin ruh halini ele verir. Burada sadece dünya çapında brüt yatırımların gelişme seyrini esas alacağız.

20. yüzyılın son çeyreğinde dünya çapında brüt yatırım hareketi

Yatırım hareketi, konjonktür hareketiyle aynı yönde bir gelişme sergiler; kriz döneminde yatırımlar geriler, duruma göre hiç yatırım yapılmaz ve teknoloji ve üretim olarak mevcut sabit sermaye yok edilir, konjonktürün canlanma ve yükseliş aşamalarında sabit sermaye kıyımı gerçekleştirilmiş, daha modern teknolojiye dayanan yeni yatırımlar yapılmıştır; kapitalist, kriz sonrasındaki rekabet için modern teknoloji ile donanmıştır. (14)

21. yüzyılda dünya çapında brüt yatırım hareketi

2000-2004 dünya krizi:

Bu dönemde yatırım miktarı 1999'dan 2000'e yüzde 4,6 oranında artarken, 2000'den 2001'e yüzde 4,1 oranında mutlak geriliyor. Sonraki yıllarda; 2001'den 2002'ye yüzde 1,3; 2002'den 2003'e yüzde 13,1 ve 2003'ten de 2004'e yüzde 16,4 oranında artıyor.

2008 dünya krizi:

Bu kriz döneminde dünya çapında yatırım oranı 2007'den 2008'e yüzde 9,9 oranında artarken, 2008'den 2009'a yüzde 13,1 oranında mutlak geriliyor. Sonraki yıllarda; 2009'dan 2010'a yüzde 14,8; 2010'dan 2011'e yüzde 13,2; 2011'den 2012'ye yüzde 3,4 oranlarında artıyor. (15)

Görüyoruz ki, kapitalizm gerçekliği; sermaye/konjonktür ve yatırım hareketi, çevrimi hiç de varoluşsal krizciliği doğrulamıyor. Gerek geçen yüzyılın son çeyreğindeki krizlerde ve gerekse de bu yüzyılın iki krizinde (2000-2004 ve 2008) kriz sürecinde yatırımların gerilediğini, bazı krizlerde mutlak gerilediğini ama sabit sermaye kıyımı yapılınca da yeniden artmaya başladığını görüyoruz. Örneğin 2008 krizinde yatırım miktarı yüzde 13,1 oranında mutlak küçülüyor, ama 2009'dan 2010'a da yüzde 14,8 oranında artıyor.

Varoluşsal krizciler, artık yatırım yapılamıyor diyenler, buna ne derler bilemem, ama Marks'ın bir tespiti var. Onu aktaralım: Kapitalizm, “kaskatı bir kristal olmayıp, değişebilen ve sürekli olarak değişen bir organizmadır”.

Öznel faktörün (işçi sınıfı) bilinçli faaliyeti (komünist partisi ve devrim) olmaksızın kapitalizm her seferinde kendisini bir biçimde yenilemiştir; bu onun içsel dinamiğinden kaynaklanmaktadır.

Kar oranına gelince:

Yahu şu bizim Marks da o kadar “saf” ki! “Saf saf” “Kâr oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür. Nesneler, ancak, bir kâr ile üretilebildikleri sürece üretilir” diyor(16)

Aşağıdaki grafik işte o Marks’ı doğruluyor:


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yukarıdaki grafikte birkaç nokta dikkat çekmektedir:

1-Kar oranı sömürge, yeni sömürge, bağımlı ülkelerde kapitalizmin merkezini oluşturan emperyalist/sanayileşmiş ülkelerine göre yaklaşık iki misli yüksektir ve bu, süreklilik arz etmektedir. (17)


2-Her iki ülkeler grubunda kar oranları 1980/1983 dünya krizine kadar bazı yıllarda yükselse de sürekli düşmüştür. Ancak, bu düşüş hızı 1980/1983 dünya krizinden 2008 dünya krizine kadarki dönemde yavaşlıyor, hatta 2008 krizi öncesinde yükseliyor. Bunun nedenini emperyalist burjuvazinin, tekelci sermayenin uluslararası neoliberal saldırılarında aramak gerekir (18)

Michael Roberts: “2018 için (ABD) Kar Oranı Hesaplaması” makalesinde (4 Kasım 2019 ) kendi ve farklı kişilerin farklı açılardan; değişik kıstaslar bazında yaptıkları kar oranı hesaplamalarının sonuçlarını kısa açıklamalarla birlikte grafik olarak yayınlar. Nasıl hesaplanmış olursa olsun o grafiklerde sadece bir olgu, bir eğilim görülüyor: ABD‘de kar oranı yüzde bire henüz düşmemiştir. ABD‘de kapitalizm henüz çökmemiştir; ABD sanayisine yatırımlar hala yapılmaktadır (19).

Andrew Kliman hesaplamasına göre Amerika‘da kar oranı 1946‘dan 2018‘e yüzde 18‘e düşüyor; Michael Roberts hesaplamasına göre Amerika‘da kar oranı 1946‘dan 2018‘e yüzde 16‘ya düşüyor; Dimitris Paitaridis und Lefteris Tsoulfidis hesaplamasına göre de Amerika‘da kar oranı genel ve net kar oranları olarak 1964‘ten 2015‘e yüzde 6-5 bandında kalıyor. Tabii bu hesaplamalar, yazarın da açıkladığı gibi, farklı faktörlerin bir araya getirilmesinden oluşmaktadır; bu nedenle de sonuçlar farklı oluyor. Her halükarda çıkan sonuçlar, ancak ve ancak eğilimi göstermek bakımından bir anlam taşımaktalar. Bu eğilim de kar oranlarının düştüğüdür (20)

Burada kar oranının seyrini göstermekle yetiniyoruz. Çünkü artı değer yasasını ortadan kaldırırsanız kaçınılmaz olarak kar oranı yasasını da ortadan kaldırmış olursunuz. Nihayetinde ”sermayenin gerçek ürünü kar”dır ve “kâr da kapitalist üretim biçimini özgünce karakterize eden artı değerin biçimidir”. Bunu açıklayabilmek; karın kaynağını açıklayabilmek için artı değer yasası üzerinde durdum.

Sonuç itibariyle:

Artı değer yasası ortadan kaldırılınca kapitalist, kapitalist olmaktan, işçi de işçi olmaktan çıkıyor; sermaye, sermaye olmaktan işgücü de işgücü olmaktan çıkıyor. Bu durumda sermaye ile işgücü arasındaki çelişki, kapitalizmin bu temel çelişkisi de yok oluyor. Bu durumda kapitalizm kapitalizm olmaktan çıkıyor. Nitekim bu durum açık açık savunuluyor:

Varoluşsal krizciler, geçiş toplumu savunucuları, ‘emek-sermaye’ çelişkisini çok rahat bir şekilde, katakulli tarzında ‘burjuva üretim ve yönetim biçimi ile toplumun bütünü arasındaki çelişki olarak da tarif etmek mümkün’düre çevirerek kapitalizmi bitiren bir “altın vuruş” yapıyorlar. Böylece kapitalizmin temel çelişkisi ortadan kalkıyor, yerini burjuva üretim-bütün toplum arasındaki çelişki alıyor.

Katakulliye bakar mısınız! Sınıflar ortadan kaldırılıyor, ama buna rağmen “geçiş dönemi” toplumu için bütünlüklü bir politik ekonomi icat ediliyor. Bu, katakulli değilse nedir?

Marksist-Leninist politik ekonominin toplumun tüm sınıfları için bütünlüklü bir politik ekonomi olamaz öğretisinin bir Troçkist için elbette bir anlamı olmayacaktır!

Yasa icat etmek için önce nesnel gerçekliğe sırt çevireceksiniz ve verilerin, ekonomik görüngülerin analizine dayanmadan mevcut sistemi yok eden, çökerten tespitler yapacaksınız. Artık artı değer üretilemiyor, yatırım yapılamıyor sonucuna vardıktan sonra bu sonucun kapitalizmi ortadan kaldırmak olduğunu da söylemek zorundasınız.

Bu türden bir açıklamayı fenomen Norbert Nelte, sanal dünyasında havai fişekler patlatarak 4 Mart 2009’da “İktisadi Çöküş: 'Geriye Dönüşümü Olmayan Nokta' Şimdi Aşıldı. Norbet Nelte-Fazla Üretim Yasası” ile bütün dünyaya duyurmuştu. Bütün dünyanın bundan haberi var mı, yok mu, bilmiyorum. Ama tepki verilemediğine göre herhalde bir benim haberim olmuş.

Neyse Nelte hiç önemli değil. O, sadece ve sadece bir vesiledir. Ancak onda bir cesaret var. Hiçbir şeyin arkasına saklanmıyor; düşüncelerini, bir Troçkist olduğunu açıklıyor. Kapitalizm sonrası için kendi adını verdiği yasasını da açıklıyor.

Ancak, Marksizm-Leninizm ortamında kalarak ideolojik tahribatına devam etmek isteyen varsa, onda elbette Nelte’nin cesareti olamaz. Bu nedenle kapitalizm bazen yıkılır, bazen yıkılma anındadır, ama her halükarda artık bir isyan, kaos ve anarşi düzeneğindeyiz anlayışı Markist-Leninist anlayış olarak anlatılır. Ve bu düzenin adı da “geçiş toplumu” konur. Bu toplumda sınıf çelişkileri, örneğin emek-sermaye çelişkisi yerini artık burjuva düzen-bütün toplum arasındaki çelişkiye bırakmıştır. Marksizm-Leninizm ortamının böyle bir anlayışı yoktur.

Daha ne türden demagojilerle Marksizm-Leninizm ortamının ideolojik ve teorik olarak zehirlendiğini göreceğiz.

Ancak şu kadarı açıktır:

Ekonominin nesnel yasalarıyla oynamak, Marks’ın kapitalizm analizini reddetmektir.

Ekonominin nesnel yasalarıyla oynamak, Engels’in ekonomi üzerine analizlerini reddetmektir.

Ekonominin nesnel yasalarıyla oynamak, Lenin’i ve emperyalizm analizini reddetmektir.

Ekonominin nesnel yasalarıyla oynamak, Stalin’i ve ekonomi üzerine değerlendirmelerini reddetmektir.

Ekonominin nesnel yasalarıyla oynamak, bir bütün olarak Marksist-Leninist politik ekonomi öğretisini katletmektir.

 

Devam edecek

Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme Yasasının ve

Rekabet Yasasının Ortadan Kaldırılması ve Sonuçları

*

Kaynak/Açıklama:

1)K. Marks, Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie, s. 707.

2) K. Marks; C. 3, s. 822.

3)K. Marks; Artı Değer Üzerine Teoriler”, II. Kitap. C. 26/2, s. 376.

4)K. Marks; C. 1, s. 180/81.

5) “Paranın sermayeye dönüştürülmesi(çoğaltılması, İ.O.) söz konusu olduğunda, değer değişikliği, paranın kendisinde olamaz; çünkü paranın, satınalma ve ödeme aracı göreviyle, satınalınan ya da bedeli ödenen metanın fiyatını gerçekleştirmekten öte bir rolü yoktur... Değer değişikliği, dolaşımın ikinci aşamasından, metanın yeniden satışından da ileri gelmiş olamaz, çünkü burada da, mal, yalnızca maddi biçiminden çıkıp tekrar para biçimine dönüşmektedir. Değişiklik, öyleyse, eşdeğerler değişildiğinden ve metanın tüm değeri için ödeme yapılmış olduğundan, değerde değil, ilk işlem ile ... satınalınan metada olmalıdır. Bundan da, zorunlu olarak, şu sonuca varmış oluyoruz ki, değişiklik, metanın kullanım değerinden, yani tüketiminden ileri gelmektedir. Metanın tüketiminden değer sızdırabilmek için dostumuz parababası, dolaşım alanında, piyasada, kullanım değeri değer kaynağı olmak gibi özel bir niteliğe sahip bulunan ve bunun için de fiilen tüketimi bizzat emeğin maddeleşmiş şekli ve dolayısıyla da değer yaratması olan bir meta bulacak kadar şanslı olmalıdır. Ve gerçekten de para sahibi, çalışma kapasitesi (capasity for labour) ya da işgücü (labour-pover) niteliği taşıyan böyle özel bir metayı piyasada bulur.” K. Marks; C. 1, s. 181,

6) K. Marks; C. 1, s. 181.

7)”Ama, bizim para sahibinin, meta olarak satışa çıkartılmış işgücü bulabilmesi için, önce çeşitli koşulların yerine getirilmiş olması gerekir. Meta değişiminin kendisi, kendi niteliğinden ileri gelenlerin dışında, bir bağımlılık ilişkisini gerektirmez. Bu varsayıma göre, işgücü, meta olarak piyasada, ancak, ona sahip olan kimsenin işgücünü bir meta olarak satışa sunması ya da satması halinde görülebilir. Bunu yapabilmesi için bu kimsenin, kendi işgücü üzerinde tasarrufta bulunabilmesi, iş kapasitesinin, yani kendi kişiliğinin kayıtsız şartsız sahibi olması gerekir. İşgücü sahibi ile para sahibi, pazarda karşı karşıya gelirler, eşit haklara sahip kimseler olarak temasa geçerler, aralarındaki tek fark birisinin satıcı, diğerinin alıcı olmasıdır; bu yönden yasalar karşısında her ikisi de eşittir. Bu ilişkinin sürekli olabilmesi için, işgücü sahibinin, bunu, yalnızca, belirli bir süre için satması gereklidir, çünkü eğer onu toptan ve süresiz satacak olursa, kendini satmış, kendini özgür bir insan olmaktan çıkartıp köleye, meta sahibi olmaktan çıkartıp meta haline dönüştürmüş olur. İşgücüne daima kendi öz malı, kendi metası gözüyle bakması gerekir ve bunu da ancak, onu, alıcının emri altına geçici bir süre için, belirli bir zaman süresi için vermekle yapabilir. Ancak bu yolla, işgücü üzerindeki mülkiyet hakkından feragat etmemiş olur. Para sahibinin pazarda işgücünü meta olarak bulabilmesi için ikinci temel koşul şudur: İşçi, kendi çalışmasının gerçekleştirdiği metaları satacak durumda olmayıp, kendi benliğinde var olan işgücünü bir meta olarak satışa sunmak zorunda kalmalıdır.” (K. Marks; C. 1, s. 181/82).

8)“Paranın sermayeye çevrilebilmesi için, demek ki, para sahibinin özgür işçi ile karşı karşıya gelmesi gerekir; bu, işçininiki anlamda özgür olması demektir: hem işgücünü kendi öz metası gibi satabilecek durumda özgür bir insan olması gerekir, hem de satmak için elinde başka bir meta olmaması, işgücünü gerçekleştirmesi için gerekli her şeyden yoksun bulunması gerekir.” (K. Marks; C. 1, s. 183).

9) “Bütün ötekiler gibi, o da bir değere sahiptir. Bu değer nasıl belirlenir?

İşgücünün değeri, öteki her metada olduğu gibi, bu özel nesnenin üretimi ve dolayısıyla yeniden üretimi için gerekli çalışma zamanı ile belirlenir.” (K. Marks; C. 1, s. 183).

10) “Çalışma kapasitesi eğer satılmazsa, bundan hiç bir yarar sağlayamayacak olan işçi, üretimi belirli miktarda geçim aracına malolan ve yeniden üretimi için bunun durmadan gerekli olacağını düşünür ve bu kapasiteyi, zalim bir doğal zorunluluk diye kabul eder.” (K. Marks; C. 1, s. 187).

11) K. Marks; C. 1, s. 189.

12) K. Marks; C. 1, s. 201.

13)https://www.google.de/publicdata/explore?ds=d5bncppjof8f9_&hl=de&dl=de#!ctype=l&strail=false&bcs=d&nselm=h&met_y=gdp_production_constant_2010_us&fdim_y=gdp_production_component:3&scale_y=lin&ind_y=false&rdim=world&idim=world:Earth&ifdim=world&tstart=762303600000&tend=1519686000000&hl=de&dl=de&ind=false

14)Örnek olsun diye geçen yüzyılın son çeyreğinden bugüne dünya ekonomik krizlerinde zincirleme endeks bazında (bir sene öncesine göre artış-eksiliş) yatırım hareketinin seyrini gösterelim.

1974-1975 dünya krizi:

Bu kriz döneminde dünya çapında brüt yatırım miktarı 1972'den 1973'e yüzde 27,4; 1973'ten 1974'e yüzde 13; 1974'ten 1975'e yüzde 3,9 oranında artarken, 1975'ten 1976'ya yüzde 11,2 oranında artmıştır. Yatırım artışı kriz öncesindeki en yüksek artış seviyesinden (yüzde 27,4) kriz yılı 1975'te yüzde 3,9'a kadar düşmüş, sonrasında yeniden yükselmeye başlamıştır.

1980/81-1983 dünya krizi:

Dünya çapında yatırım miktarı 1978'den 1979'a yüzde 14,9, 1979'da 1980'e yüzde 9,5 ve 1980'den 1981'e de ancak yüzde 1 oranında artarken, 1981'den 1982'ye yüzde 6,3 oranında mutlak geriliyor. 1982'den 1983'e ancak yüzde 0,9 oranında, 1983'ten 1984'de de yüzde 5,4 oranında artıyor.

1990-1994 dünya krizi:

Bu kriz döneminde yatırım miktarı 1989'dan 1990'a yüzde 8,9 oranında artarken, bu oran 1990'dan 1991'e yüzde 2,4'e düşüyor. 1991'den 1992'ye artış oranı yüzde 4,7'ye çıkıyor, ama 1992'den 1993'e yüzde 0,4'e düşüyor ve sonrasında nispete yüksek boyutlarda artarak 1993'ten 1994'e 7,5'e ve 1994'ten 1995'e de yüzde 11,7'ye çıkıyor.

1998 ara krizi (veya “Asya krizi”):

Yatırım miktarı 1997'den 1998'e yüzde 2,6 oranında mutlak geriliyor, 1998'den 1999'a da yüzde 3,6 oranında artıyor.




 

 

 

 

 

 

 

(BİR AYRIK OTU HİKAYESİ! (I)* - Dünya Ekonomisinde Çevrim (Konjonktür) Seyri

http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2015/12/bir-ayrik-otu-hikayesi-i-dunya.html)

15)


 

 

 

 

 

 

 

 

 

Burada dünya çapında brüt yatırım hareketini gösterdik. İsterseniz bu hareketi tekil ülkeler veya ülke grupları için de gösterebilirsiniz. Sonuç değişmeyecektir; ekonominin krize doğru evrilmesi yatırımların da gerilemesi demektir. Ekonominin krizden çıkmaya doğru evrilmesi, canlanması ve yükselişi yatırımların da artması demektir.

Bu verilerden; yatırım hareketinden çıkartılması gereken sonuç, hiç de öyle Nelte'nin hayal ettiği sonuç değildir.

(http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2015/12/bir-ayrik-otu-hikayesi-i-dunya.html)

16) Karl Marks, „”Das Kapital”, C. 3, s. 269.

17) Marks Kapital‘de bu gelişmeye işaret ediyordu:

Avrupa'da bir ülkede artı-değer oranı %100'dür, yani işçi, işgününün yarısında kendisi için, öteki yarısında işveren için çalışmaktadır. Gene diyelim ki, Asya'da bir ülkede artı-değer oranı %25'tir ve işçi, işgününün beşte-dördünde kendisi için, beşte-birinde işveren için çalışmaktadır. Avrupa ülkesinde ulusal sermayenin bileşimi 84s + 16d ve daha az makine, vb. kullanılan ve belli bir sürede, belli miktarda işgücünün, nispeten daha az miktarda hammaddeyi üretken olarak tükettiği Asya'daki ülkede ise 16s + 84d olsun. Bu durumda şu hesap elde edilir.

Avrupa'daki ülkede ürünün değeri = 84s + 16d + 16a = 116; kâr oranı = 16 : 100 = %16.
Asya'daki ülkede ürünün değeri = 16s + 84d + 21a = 121; kâr oranı =%21.

Şu halde, Asya ülkesinde artı değer oranı, Avrupa ülkesindekinin dörtte-biri olduğu halde, kâr oranı Avrupa'dakine göre %25'ten daha büyüktür” (Marks; C. 25 (Kapital, C. 3), s. 160).

18) Grafik için bkz.: Wal Buchenberg; “Fall der Profitraten 1950 bis 2010”; https://marx-forum.de/Forum/index.php?thread/932-fall-der-profitraten-1950-bis-2010/&postID=5210. 19. Februar 2019.

19)Bkz.: M. Roberts: “US rate of profit measures for 2018”, November 4, 2019. https://thenextrecession.wordpress.com/

20) Michael Roberts; agy. Grafikler ve açıklamalar için söz konusu makaleye bakılabilir.