deneme

7 Nisan 2022 Perşembe

YAŞAM KOŞULLARI YOK EDİLEN DÜNYA

 

YAŞAM KOŞULLARI YOK EDİLEN DÜNYA-

ENERJİ BAĞLAMINDA YAPISAL KRİZ

MARKSİST-LENİNİST POLİTİK EKONOMİNİN SORUNLARI (1)


Enerji krizi yapısal krizin doğrudan bir ifadesidir.

Enerji temin kaynakları değişmediği müddetçe bu kriz devam eder.

Ancak kaynakları değişirse kriz de kriz olmaktan (yapısal kriz) çıkar.


Yapısal Krizler

Yapısal kriz bazı üretim sektörlerinde kronik hal almış biçimde ortaya çıkan krizlerdir. Bu krizler ne bugünden yarına patlak verirler ne de kısa zaman zarfında sonlanırlar. Uzun yıllar devam eden bu krizler, sonuçta üretimde gerilemelere ve işçilerin kitlesel olarak sokağa atılmalarına neden olurlar.

Yapısal kriz, kapitalizmde üretim ilişkileri zemininde yapısal ilişkilerdeki değişimlerin sonucu olarak oluşur. Burada yapısal ilişkilerden kast edilen, değiştirilebilir/yenilenebilir ürünlerdir; örneğin kömür, petrol, doğal gaz (enerji), sentetik maddeler vs. Bu ürünlerdeki değişim/yenilenebilirlik bilimsel-teknik ilerlemenin üretime doğrudan yansımasının bir sonucudur.

Fazla üretim krizleri ile yapısal krizler arasındaki diyalektik bağ veya karşılıklı etkilenme vardır. Aslında yapısal krizler, tekil sektörlerde fazla üretim krizlerinin bir yansıma biçimidir. Ancak yapısal krizleri fazla üretim krizlerinden farklılaştıran bazı koşullar vardır:

-Sermayenin artık eskiyen sektörlerden yenilerine transferinde ortaya çıkan teknolojik zorluklar ve bu zorluklardan dolayı büyük miktarlarda sabit sermayenin kullanılamaz olması. Örneğin enerji olaerak kömür üretiminden (sanayisinden) petrol sanayisine geçiş.

-Değişimden dolayı yeni ve eski ürünlerin üretimindeki büyük verimlilik farkı; bu farktan dolayı üretim sürecindeki yapısal değişim büyük bir yoğunlaşma sürecinden geçer.

-Bütünselliği içinde genel gelişme görece olarak yavaş olur; yani yapısal değişim eskimiş sektörde mutlak gerileme olarak açığa çıkar.

Yukarıda söylediklerimizi şöyle de ifade edebiliriz:

Yapısal kriz ve fazla üretim krizi her zaman eş anlamlı değildir.

1-Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz, ekonomik krizle eş anlamlı değildir.

2-Modern teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle eş anlamlıdır. Çünkü bu türden yapısal kriz, yeniden üretim sürecini doğrudan etkilemektedir.

3-Hem ekonomik kriz/fazla üretim krizi hem de modern teknoloji temelinde yapısal kriz, üretici güçler üzerinde aynı etkide bulunur; korkunç boyutlara varan sabit sermaye imhası, işsizliğin artması. Bu nedenle '70’li yıllardan bu yana sabit sermaye imhası, kitlesel işsizlik, iflasların artışı her zaman fazla üretim krizi için birer kıstas değildir.

4-Fazla üretim krizinin aksine yapısal krizlerin çevrimi yoktur.

5-Fazla üretim krizinin aksine, yapısal krizler nispeten uzun sürerler. Enerji ve hammadde değişimi temelinde yapısal kriz, yeni enerji ve hammaddelerin üretimde belirleyici olmaya başlamasıyla sonuçlanmış olur. Örneğin, nükleer enerjinin veya rüzgar ve güneş enerjisinin üretimde enerji türü olarak belirleyici olmaya başlaması, enerji değişimi temelinde yapısal krizin patlak vermesi demektir. Bugün bunun adı fosil enerji kaynaklarının yerini alabilecek yeni enerji kaynakları temelinde yapısal krizdir. Örneğin İngiltere’nin nükleer enerjinin yanı sıra rüzgar ve güneş enerjisi üretimini çoğaltacağını, kuzey denizindeki petrol ve gaz üretimini artıracağını açıklaması bu ülkede enerji bazlı yapısal krizin devam ettiğini; hala petrol ve doğal gaz sektörüne yatırım yapıldığını gösterir. Bu durum diğer ülkeler için de geçerlidir.

Modern teknoloji temelinde yapısal kriz ise, daha modern teknolojinin yeniden üretime sokulmasıyla sonuçlanır. Örneğin “platform kapitalizmi”, “dijital kapitalizm”, ”gig ekonomisi”, “dijital emek platformları” gibi kavramların üretilmesine neden olan teknolojiler, “yapay zeka” teknolojisinin toplumsal yaşamın ve yeniden üretimin vazgeçilemez araçlarına dönüşmeleri modern teknoloji bazlı yapısal kriz değişimini gösterir. Ama günümüzde modern teknoloji temelinde yeniden üretim sürecinin yenilenmesi -teknolojinin dev adımlarla geliştiğini göz önüne alırsak- hiç de uzun bir dönemi kapsamıyor. Bundan dolayı, modern teknoloji temelinde yapısal kriz, emperyalist ülkelerde adeta kronikleşmiş durumdadır.

6-Fazla üretim krizleri ve yapısal krizler, birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler.

Ukrayna-Rusya savaşının sonuçlarından biri olarak ele alınan enerji krizi, bu krizden ayrı olarak ele alınan ekonomik krizi açıklamamızda kolaylık sağlayacağı için kapitalizmin tarihinde yapısal kriz değişimini en genel hatlarıyla tanımlamak yararlı olacaktır.(1)

Şimdi güncel duruma bakalım:

2020’nin başından bu yana dünya çapında Kovid-19 salgını kol geziyor. Milyonlarca insan bu salgından dolayı yaşamını yitirdi. Salgın dünya ekonomisini ve farklı boyutlarda tekil ekonomileri olumsuz etkiledi. En başta dünya ekonomisinde söz sahibi olan ülkelerde üretim geçici olarak kısmen durduruldu. Bunun ötesinde tedarik zincirleri, o asla kopmaz, sermaye ve üretimin uluslararasılaşması asla geriye dönüşümlü değildir, anlayışını yerle bir ederek koptu ve bu kopuş hala tamir edilemedi; yani tedarik sorunu hala devam etmektedir.

Bu da yetmiyormuş gibi ABD-Rusya, ABD-Çin arasındaki jeopolitik it dalaşının doğrudan bir yansıması olarak Ukrayna-Rusya savaşı patlak verdi. Bu savaşın en önemli sonuçlarından birisi de enerji alanında krizin patlak vermesi oldu. Aslında enerji alanındaki kriz, yapısal bir kriz olarak devam etmekteydi. Bu konuda uluslararası alanda enerji değişimi bağlamında alınan kararlar enerji sorununun yapısal bir kriz olarak devam ettiğini göstermektedir.

Kapitalizm tarihinde ilk defa bu denli birbirini tetikleyen, aynı zamanda iç içe geçmiş ekonomik, yapısal, siyasi ve jeopolitik kaynaklı krizlerle karşı karşıyadır. Kapitalizmin tarihinde daha önceleri de çok yönlü krizlerle aynı anda karşı karşıya kalmıştı, ama böyle bir durumla ilk kez karşı karşıyadır. Bu durum bu sistemin ne denli çürüdüğünü, kendinden kaynaklı sorunları çözmekten ne denli uzak olduğunu; kendi kendini yönetemediğini, ama bundan dolayı da kendi kendine çökmekten de uzak olduğunu göstermektedir.

İşin ayrıntısına girmeden çelişkiler/krizler yumağını tanımlayalım:

1-Kapitalizm dünyayı, insanlığı kar ve jeopolitik hırsından dolayı iklim/çevre krizi ile enerji tabanlı yapısal kriz arasında sıkıştırdı.

2-Jeopolitik rekabet, iklim konusunda uluslararası kararları hiçe saydı ve enerji konusunda öncelikler söz konusu savaş bağlamında yeniden değişti.

3-Zaten ne onduran ne de öldüren seyrinde olan dünya ekonomisi, enerji bazlı yapısal krizden dolayı derin bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldı.

4- Enerji bazlı yapısal krizin dünya ekonomisini derin bir fazla üretime doğru tetiklemesi, kaçınılmaz olarak tarım sektörünü de olumsuz etkileyecek ve dünya bir tarım kriziyle de karşı karşıya kalacaktır; bunun adı gıda temini güçlüğünden dolayı dünya çapında açlıktan ölümlerin artması, sağlıksız bir neslin yetişiyor olmasıdır.

Ukrayna-Rusya savaşının devam etmesi, tahıl (tarım) savaşlarını gündeme getirebilir.

5-Enerji bazlı yapısal kriz, aynı zamanda sanayi üretiminde elzem olan hammaddelerin (metallerin) temininde de krize neden olacaktır. Aslında bu alanda böyle bir kriz yaşanmaktadır.

6-Enerji bazlı yapısal krizden dolayı dünyanın ısınmasının, zehirlenmesinin durdurulamaması insanlığın; daha doğrusu bütün doğanın varoluş koşullarını yok eden bir sürece girmesini beraberinde getirecektir.

7-Fosil enerji ihracatına dayanarak zenginleşen; uluslararası alanda devasa bir sermayeyi kontrol eden ve yönlendiren ülkelere gün doğdu; bu kriz devam ettiği müddetçe onlar da petrol ve doğal gaz satmaya devam edeceklerdir.

8- Enerji kaynağı olarak dünya ekonomisinde belirleyici hammadde olan petrol ve doğal gaza, yani fosil enerjiye bağımlılık azalmadan devam ediyor.

9- Siyasi ve jeopolitik açıdan enerji krizini bazı ülkelerin uzun dönem kaldırabilmeleri mümkün olmayacaktır. ABD’nin Rusya’dan doğal gaz ve petrol alımını yasaklaması, bu enerji temini olmaksızın bazı ülkelerde ekonominin durmasına, derin bir krize evrilmesine neden olacaktır. Örneğin Alman ekonomisi “taşıma su” misali enerjiyle varlığını sürdüremez. Yani ya Rusya’dan enerji almaya devam edecektir veya “hemen şimdi” misali farklı enerji kaynakları bulacaktır. Böyle bir kaynak birkaç sene içinde bulunamayacağı için Almanya ve AB’nin birçok ülkesi ABD yasağına restini çekerek Rusya’dan enerji alacaktır.

Böylece AB-ABD arasında kolay kolay kapanmayan bir yarık oluşacaktır.

Bu durum kaçınılmaz olarak NATO’da da yaşanacaktır. Ukrayna-Rusya savaşından dolayı NATO’da safların sıklaştırılmasının aslında bir şovdan başka bir şey olmadığı görülecektir.

Yukarıdaki konular üzerine yazılıp çizilenler kapitalizmin çaresizliğinin ifadesidir:

Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında patlak veren enerji krizi, iklim/çevre krizini engellemeye yönelik uluslararası alandan devletlerin çabalarını boşa çıkardı.

31 Ekim - 12 Kasım 2021 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler önderliğinde İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenen İklim Değişikliği Konferansında kömür başta olmak üzere bütün fosil yakıtlardan uzaklaşma konusunda katılımcıların hepsi olumlu görüş belirtmiş; takvimler ve eylem planları hazırlamıştı.

Rusya’ya yönelik uluslararası yaptırımların tetiklediği enerji krizi, özellikle Avrupa’yı bu konuda derin bir çaresizliğe itti.

Avrupa’nın en büyük sanayi ülkesi Almanya, enerjisinin önemli bir kısmını Rusya’dan ithal ettiği fosil yakıtlardan karşılıyor.

Doğal gazının yüzde 40’ını, petrolünün ise yüzde 25’ini doğrudan Rusya’dan ithal eden Avrupa, iklim değişikliği bağlamında verdiği sözü tutacak, üstlendiği sorumluluğu yerine getirecek durumda değildir. Toplumsal ve ekonomik yaşamını devam ettirmek için kaçınılmaz olarak kömür tüketimine geri dönecektir ve fosil yakıt ithalatını artırmak zorunda kalacaktır.

Enerji yaptırımı Rusya’dan çok AB’yi, özellikle de Almanya’yı vuracaktır. Öngürülen enerji yaptırımlarının uygulanması demek Avrupa'nın sanayisizleştirilmesi demektir. AB veya Avrupa, kamu hizmetlerinin işlemez hale gelmesini, üretimde gerilemeyi göze alınmadan Rus gazından vazgeçemez.

Almanya’da Yeşiller partisinin yeşil ütopyası; karbonsuzlaştırma, trilyon avroluk yüksek teknoloji, o masalsı hayal tümden çöpe atılacak. Yaptırımları uygulamakla Almanya, enerji temininde kendine sadece bir yol bırakmış oluyor: Yenilenebilir enerjiye geçiş değil, Ruhr bölgesinden gelen en geleneksel enerji kaynaklarına, yani kömüre geçiş(dönüş).

Enerji bazlı yapısal krizin en felaketi herhalde Almanya’da kömüre geri dönüş olabilir.

Enerji bazlı yapısal kriz BM’nin “Sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak için son tarih 2025” söylemini boşa çıkartmaktadır.

BM bünyesinde hazırlanan “İklim Değişikliğinin Azaltılması” başlıklı raporu 195 üye ülke tarafından onaylandı. Ancak enerji bazlı yapısal kriz bu raporun uygulanmasını fiilen imkansız kılmaktadır. Bu imkansızlık, bu yapısal krizin dünya ekonomisini yeni bir ekonomik krize doğru tetiklemesi durumunda daha da felaket sonuçlara yol açacaktır.

Enerji bazlı yapısal kriz, “küresel sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlandırmak için sera gazı emisyonlarının 2025'e kadar pik seviyeye ulaşmasını ve sonrasında hızla düşüşe geçmesini” imkansız kılacak derecede ekonomileri etkilemektedir.

Raporda yer alan “Altyapı, enerji, ulaşım, demir-çelik, binalar ve sanayi başta olmak üzere tüm sektörlerde, küresel emisyonların 2030'a kadar yüzde 43 azaltılması için fırsatlar”ın hiçbiri bu yapısal krizden dolayı uygulanma imkanına sahip değildir.

Veya; raporda yer alan “Küresel emisyonlarda keskin düşüş olmadan, sıcaklık artışının 1,5 dereceyle sınırlandırılması mümkün değil”dir ve söz konusu yapısal kriz “küresel emisyonlarda keskin düşüş”ün önündeki en büyük engeldir.

Emisyonların 2030'a kadar neredeyse yarı yarıya azaltılması ve enerji sektöründe büyük çaplı bir dönüşüm yaşanması” ve “metan emisyonlarının en az üçte bir oranında düşmesi” beklentisi enerji bağlamında yapısal krizin etkisiyle boşa çıkacaktır. İsteyip istememesinden bağımsız olarak hiçbir devlet, hele hele jeopolitika üretme yeteneğine sahip olan bir devlet, iklim değişikliğini, çevre sorununu dikkate alarak kömür, petrol ve doğal gaz üretim ve tüketiminden vazgeçmeyecektir. Örneğin Rusya ve ABD petrol ve doğal gaz üretiminden, örneğin Çin petrol, doğal gaz ve kömür tüketiminden doğanın ve insanlığın geleceğini düşünerek vazgeçmez.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres dünyanın hali hazırda bir iklim felaketine doğru ilerlediğini söylüyor: "1,5 derece sınırının iki katından fazla küresel sıcaklık artışına doğru gidiyoruz. Fosil yakıtlara yapılan yeni yatırımlar etik değil ve ekonomik bir çılgınlık. Yenilenebilir enerjiye dönüşümün üç katına çıkmalı. Bu da yatırımları fosil yakıtlardan yenilenebilir kaynaklara kaydırmayı gerektiriyor...Bu ortamda, fosil yakıt üretimine yatırımları artırmak, durumu sadece daha kötü hale getirecek. Ülkelerin bugün vereceği kararlar 1,5 derece hedefini ya mümkün kılacak ya da tersi.”

Antonio Guterres, iyi hoş da, bunu kim yapacak? ABD mi, Çin mi, Rusya mı veya AB mi? Antonio Guterres sadece bir durum tespiti yapıyor. Güya dünyanın sorunlarını çözme iddiasında olan BM kurumunun başındaki insanın çaresizliği!

Ürün fiyatları rekor seviyelere tırmanıyor. Pandemi ve arz darboğazları hala dünya ve dolayısıyla tekil ülke ekonomileri üzerinde baskı oluşturuyor. Ukrayna savaşının bir sonucu olarak enerji krizi; bu yapısal kriz, şimdi dünya ekonomisini ve tekil ülke ekonomilerini derin bir krize sürükleme tehlikesini oluşturmaktadır. Böyle bir kriz patlak vermese de enerji bazlı yapısal kriz ne öldüren ne onduran dünya ekonomisinde ve tekil ülkelerde ekonomik büyümeyi yavaşlatacağı açıktır. Ancak, fırsat değerlendiren birkaç ülke belki istisna olabilir.

Dünya, her an silahlı biçime dönüşebilecek “silahsız” bir savaşa sürükleniyor. Bu savaşta hammaddeler silah olarak kullanılıyor.

Rusya-Ukrayna savaşı, emtia piyasalarında zincirleme bir etkilemeye neden olmaktadır. Bu etkilenme de kendini, diğer şeylerin yanı sıra hammaddeler üzerinde giderek şiddetlenen rekabette göstermektedir.

Rusya-Ukrayna savaşı ve uygulanmaya konan yaptırımlar, emtia fiyatlarındaki artışı körüklüyor. Örneğin Uluslararası Enerji Ajansı'nın (IEA) "Temiz Enerji Dönüşümünde Kritik Minerallerin Rolü" başlıklı raporunda şunu deniyor: “Temiz enerji teknolojilerinin hızla uygulamaya konulması belli demir dışı, nadir toprak ve değerli metallerin arzında sıkıntıya yol açabilir; bunların fiyatları artabilir ve bunun sonucunda da yenilenebilir enerji üretiminde büyüme yavaşlayabilir.” Yani diğer bir deyişle enerji bazlı yapısal kriz derinleşebilir.

IEA’ya göre bakır, kobalt, nikel, lityum, grafit, nadir toprak metalleri ve alüminyum kritik hammaddelerdendir. Bunların arzında ve üretimde sıkıntı yaşanabilir.

ABD, AB, Kanada, Avustralya, Japonya gibi ülkeler farklı tanım ve gerekçelerle kendi kritik hammadde listelerini oluşturdular ve bu listeyi gelişmelere bağlı olarak güncelliyorlar. Örneğin, AB'nin 2020'de güncellediği listede 30 kritik hammadde var.

Ukrayna-Rusya savaşı, genel anlamda jeopolitik it dalaşı dünyayı kıtlık ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Örneğin Rusya ve Ukrayna, temel tarım ürünlerinin en önemli ihracatçısı durumundalar. Dünya çapında ihtiyaç duyulan buğdayın üçte biri dünyanın "tahıl ambarı" olarak kabul edilen bu iki ülkeden karşılanıyor. Savaş, Ukrayna'dan yapılan tarım ürünleri tedarik zincirini kopardı, teslimatlarını büyük ölçüde kesintiye uğrattı. Bu durum tarım ürünlerinde belli bir arz açığına neden olacak ve bu da fiyatların artmasını beraberinde getirecektir. Bu sene tahıl ekiminin yapılmaması ise gelecek sene tahılı altın yapar.

Rusya'nın buğday ve dünyanın en büyük üreticilerinden biri olduğu azotlu gübre ihracatını durdurması kaçınılmaz olarak dünyanın birçok yerinde gıda ve üretim sıkıntılarını artırmasını beraberinde getirecektir. BM’ye göre, 45 Afrika ülkesi ve dünyanın en fakir ülkelerinin çoğu, tahıllarının önemli bir bölümünü Rusya ve Ukrayna'dan ithal ediyor olmaları durumun vahametini göstermeye yeter.

Veya şöyle ifade edelim:

Rusya ve Beyaz Rusya, potasyumlu gübre pazarının yüzde 40'ını, amonyak pazarının yaklaşık dörtte birini, üre pazarının yüzde 14'ünü ve fosfatlarda da aynı payı kontrol ediyor. Çiftçilerin gübre girdisi daha şimdiden üç veya dört katına çıktı. Dünya çapında tarım üreticileri arazilerini büyük ölçüde azaltıyorlar, ekmiyorlar. Uzun vadede buğday, pirinç, soya fasulyesi, mısır ve bitkisel yağ arzı önemli ölçüde azalacak. Daha şimdiden Kuzey Afrika'da gıda kıtlığı nedeniyle açlık baş gösteriyor ve Avrupalılar gelir kaybı nedeniyle alışık oldukları yaşam kalitede önemli bir düşüş görecekler.

Hammade ve tarım ürünlerini istifleme bakımından Çin dikkati çekmektedir. Çin Afrika'daki hammaddelerin çıkarılması için büyük yatırımlar yaptı. Çin Afrika’yı tamamen yutmak istiyor. Bu nedenle hammaddeleri jeopolitik it dalaşında “silah” olarak kullanmaya hazırlanıyor.

Doğal kaynaklar sıralamasında Rusya 75 trilyon dolarla listenin başında yer alıyor, onu 45 trilyon dolarla ABD takip ediyor. Çin ise 23 trilyon dolarla üçüncü sırada yer alıyor. Sadece bu sıralama Amerikan emperyalizmine meydan okuyan Çin’in hammadde telaşının ne anlama geldiğini göstermeye yeter.

Paris Anlaşmasına göre enerji değişimi için hedef alınan tarih 2050 yılı. Petrol ve doğal gaz zengini, ihracatçısı ülkeler 2050 yılına kadar bu en önemli kozlarını yitirebilirler. Rusya gibi petrol ve doğal gaz ihracatını jeopolitik araç olarak kullanan ülkeler için durum daha da vahim olabilir. Ancak bu savaşın beraberinde getirdiği enerji yaptırımı ve bunun enerji bazlı yapısal krizi derinleştirmesi; kaçınılmaz olarak fosil bazlı enerjiye ağırlık verilmesi petrol ve doğal gaz zengini ülkelere nefes aldıracaktır.

2050’ye kadar dünya çapında giderek artan ihtiyaçları karşılayabilen yeni bir enerji kaynağı; “temiz” enerji kaynağı bulunamazsa insanlık 100 yılı aşkın alışık olduğu fosil kaynaklı enerjiyi terk edememiş olacaktır.

Dolayısıyla da enerji güvenliği konusunda aynı fasit daire içinde dönüp dolaşacağız; bildik jeopolitik oyunlar oynanmaya devam edecektir.

2050 yılı hedefine ulaşılması durumunda Rusya gibi ekonomileri ağırlıklı olarak petrol ve gaz ihracatına bağlı olan ülkeler petrol ve doğal gaz enerji satımıyla varlıklarını sürdürmeleri giderek olanaksızlaşacaktır.

Sonuç itibariyle.

Yaptırımlar, enerji bazlı yapısal krizin burjuva programlarla, çevre anlayışlarıyla çözümlenemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Emperyalist burjuvazi daha birkaç ay önce Paris ve Glasgow’da 2050 hedefini tartıştı ve “temiz”, karbondan arındırılmış bir doğa kararı aldı. Ancak bu savaşın beraberinde getirdiği yaptırımlar iklim, çevre sorununun tekelci sermayenin hiç de umurunda olmadığını bir kez daha gösterdi. Kara kömüre geri dönmek bundan başka ne anlama gelebilir?

Yapısal krizin burjuva çözümü, bu alana yatırılmış sabit sermayenin yok edilmesini ve yeni teknoloji temelinde enerji üretimine geçilmesi demektir. Hiçbir tekelci sermaye, uluslararası enerji tekelleri buna hazır değildir. Karı olmadığı müddetçe eski teknolojiden, fosil zeminli enerji üretmekten asla ve asla vaz geçmez. Devletin sermaye desteği olmadan bu işe asla girişmez.

Sermaye, kâr olmadığı zaman veya da az kâr edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır: yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insansal yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kâr ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler." (J. Dunning'den aktaran Marks, Kapital, C. I)

İşte bu anlayış, sermayenin işte bu ölümüne azami kar/varoluş dürtüsü günümüzde enerji bazlı yapısal krizin neden burjuvazi tarafından çözülemeyeceğini de göstermektedir.

İklim/çevre sorunu artık krize dönüşmüştür. Bu krizin çözümü, artık bir devrim sorunu olmuştur. Dolayısıyla kapitalizm/emperyalizm; dünyayı yaşanamaz hale getiren bu sermaye düzeni işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarı ele almalarıyla yıkılabilir...

*


1)Kapitalizmde yapısal değişimler/krizler:

1-19. yüzyılın '60’lı yıllarında sanayi en dinamik üretim dalıydı. Ama en çok gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi en büyük üretim dalı değildi, tarımın hakimiyeti hâlâ sürüyordu. Örneğin 1869’da ABD’nin maddi üretiminde sanayinin payı ancak % 22,2 oranındaydı. Keza iş gücünün çoğunluğu da sanayi dışında çalışıyordu. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise, durum tam tersine dönmüştür.

Almanya, Fransa ve İngiltere’de de durum, ABD’deki gelişmeden pek farklı değildi.

2-Sanayinin sektörel yapısında değişme olmuştu; 19. yüzyılın '60’lı yıllarında hafif sanayi sektörü belirleyici konumdaydı. Bugün ise ağır sanayi belirleyici olmuştur.

3-19. yüzyılın '60’lı yıllarında kömür ve buhar belirleyici enerji türüydü. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise petrol, gaz, elektrik enerjisi (ve sonraları da atom enerjisi) belirleyici enerji türleri olmuştur.

4-19. yüzyılın '60’lı yıllarında sanayi üretimine makinenin dahil edilmesi yeniydi. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise, bırakalım genel olarak makineyi, modern makine sistemleri, otomasyon sanayi üretiminde belirleyici üretim araçları olmuştur.

5-19. yüzyılın '60’lı yıllarında sanayi üretiminde doğal maddeler, hammadde olarak kullanılıyordu.

20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise, yapay maddeler sanayi üretiminde önemli hammadde olmaya başlamıştır.

6-Sanayinin, teknolojinin gelişmesine paralel olarak tarımda da önemli değişmeler olmuştur.

19. yüzyılın '60’lı yıllarında (tabii daha önce de) o zamanın kapitalist ülkelerinde nüfusun büyük çoğunluğu tarımda çalışıyordu. Örneğin 1869’da ABD tarımında toplam iş gücünün %56,7'si çalışıyordu ve tarımın ulusal gelirdeki payı %31,7 oranındaydı. 20. yüzyılın '60’lı yıllarında ise ABD’de iş gücünün ancak %13'ü tarımda çalışıyordu ve bu sektörün ulusal gelirdeki payı da %6 civarındaydı. Bu süreç bütün gelişmiş kapitalist ülkelerde görülmektedir.

Teknolojinin tarım sektörüne girmesiyle bu alanda teknik temelde yeniden yapılanma gündeme gelmiş, iş verimliliği artmış ve tarım, emperyalist ülkelerde toplam sanayinin önemli bir organik bölümü olmuştur.

Bu noktaların dışında ulaşımın, ticaretin, hizmet sektörünün gelişmesi de kanıtı gereksiz birer olgudur.

Bu karşılaştırmalar bize, yapısal krizin doğuş nedenlerini ele veriyor: Enerji, hammadde değişimi temelinde doğan yapısal krizler ve bilimsel-teknik devrimin sonucu olarak teknolojik gelişme temelinde doğan yapısal krizler.

Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal krizler:

Enerji kaynağı olarak kömür ve petrol bazında yapısal değişim:

ABD açısından:

Daha 1937’de ABD’de enerji tüketiminde gaz ve petrolün payı %42 oranındaydı. Bu oran 1967’de %70’e çıkar.

Japonya açısından:

Kömür üretimi 1950’de 39,3 milyon tondan 1973’te 22,4 milyon tona düşerek % 43 oranında azalır.

Ama aynı yıllarda benzin üretimi 4 milyon hektolitreden, 274 milyon hektolitreye çıkarak 68,5 misli artar ve elektrik enerjisi de yine aynı yıllarda 29,1 milyar kilovattan 515,2 milyar kilovata çıkarak 17,7 misli artar.

B. Britanya açısından:

Bu ülkede taş kömürü üretimi 1950’de 220,6 milyon tondan 1973’te 132,2 milyon tona düşerek % 40 oranında azalır. Ama aynı dönemde elektrik enerjisi üretimi 56,5 milyar kilovattan 281,6 milyar kilovata çıkarak %398 oranında artar. Bu ülkenin enerji tüketiminde taş kömürünün payı 1950’den 1969’a % 21 oranında azalırken, aynı dönemde petrolün payı da % 518 oranında artmıştı.

Fransa açısından:

Bu ülkede kömür üretimi 1950’de 50,8 milyon tondan 1973’te 25,6 milyon tona düşerek % 49,6 oranında azalır. Ama aynı yıllarda elektrik enerjisi 33 milyar kilovattan 174,1 milyar kilovata çıkarak % 427 oranında artar.

Almanya açısından:

Bu ülkede taş kömürü üretimi 1950’de 126 milyon tondan 1973’te 97 milyon tona düşerek % 23 oranında azalır. Ama elektrik enerjisi üretimi 1950’de 47,3 milyar kilovattan 1972’de 274,7 milyar kilovata çıkarak % 480 oranında artar. Madeni yağ tüketimi de 1956’da 12,5 milyon tondan 1973’te 134,5 milyon tona çıkarak % 976 oranında veya da 10,7 misli artar.

Ortak Pazar ülkelerinde enerji olarak taş kömürü üretimi sadece 1969-1971 arasında % 9,3 oranında azalırken, petrol tüketimi % 22 oranında ve doğal gaz tüketimi de % 55 oranında artar.

Hammadde olarak yapay ürünlerin üretiminde artış:

ABD açısından:

Bu ülkede plastik üretimi 1950’de 1 milyon tondan 1967’de 6,5 milyon tona çıkarak % 550 oranında artar.

Japonya açısından:

Bu ülkede plastik üretimi 1950’de 0,017 milyon tondan 1967’de 2,4 milyon tona çıkarak 142 misli artar. Sentetik lif üretimi de 1950’de 451 bin tondan 1973’te 1308 bin tona çıkarak % 190 oranında artar. Sentetik dokuma üretimi ise 1950’de 3 milyon m2 'den, 1973’te 2921 milyon m2' ye çıkarak 973 misli artar.

B. Britanya açısından:

Bu ülkede sentetik kauçuk üretimi 1950’de 2,8 bin tondan 1973’te 356,4 bin tona çıkarak 127 misli artar.

Fransa açısından:

Bu ülkede sentetik lifli dokuma üretimi 1950’de 1,7 bin tondan 1973’te 263,2 bin tona çıkarak 154 misli artarken, sentetik kauçuk üretimi de 1960’da 17,5 bin tondan 1973’te 456 bin tona çıkarak 26 misli artar.

Almanya açısından:

Bu ülkede plastik üretimi 1950’de 0,084 milyon tondan 1967’de 2,6 milyon tona çıkarak, yaklaşık 40 misli artar.

Sentetik (yapay) ürünlere duyulan gereksinimin artması, kimya sektörünün de dev adımlarla gelişmesini beraberinde getirdi. Sanayideki bu enerji ve hammadde değişimi temelindeki gelişmenin anlamı nedir? Bunun anlamı şudur: Kömür örneğinde sorunu ele alırsak, kömür tüketiminin düşmesi, bu sektörün can çekişmesi, krize girmesi anlamına gelir, bu sektörde çalışan on binlerce madencinin sokağa atılması anlamına gelir. Örneğin Almanya’da taş kömürü üretiminde çalışan (yer altında) işçi sayısı 1950’de 538 binden 1969’da 254 bine düşerek %52,9 oranında azalmıştır. Kömür sektöründeki bu krizin veya petrol ve yan ürünleri temelinde sanayinin yeniden yapılandırılması yapısal kriz demektir. Bu yapısal krizin, fazla üretim kriziyle ilgisi yoktur. Çünkü bu kriz, kapitalist yeniden üretim sürecinden kaynaklanmamaktadır. Bundan dolayıdır ki, enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz, ekonomik krizle/fazla üretim kriziyle eş anlamlı değildir.

Bilimsel-teknik devrim; teknolojik gelişme temelinde doğan yapısal krizler:

Bilimsel-teknik devrimin sonucu olarak dev adımlarla, baş döndürücü hızla gelişen teknolojinin üretim sürecine sokulmasıyla sanayide gündeme gelen yapısal kriz çıplak gözle bile görülmektedir.

Özellikle '70’li yıllardan beri sabit sermayenin yeniden üretimi, tam otomasyon teknoloji temelinde yenilenme sürecine girmiştir. '60’lı yılların basit otomasyonunun yerini artık mikro elektrik -bilgisayar-chips- temelinde otomasyon almıştır. Sanayide robot kullanımının gelişme hızı, bu alandaki yapısal değişime sadece basit bir örneği oluşturur. Alman sanayiinde kullanılan robot sayısı 1978’de sadece 620 idi. Bu sayı 1980’de 1.255’e; 1984’te 6.600’e; 1986’da 12.400’e ve 1990'ın başında da 22.400’e çıkarak 12 senede 36 misli artmıştır.

1990 başında Japon sanayinde kullanılan robot sayısı 180.000’e, ABD’de 42.000’e; İtalya’da 9.800’e ve Fransa’da da 9.500’e varıyordu.

Modern teknoloji temelinde otomasyon ve elektronik, yeniden üretim sürecini radikal değiştirmektedir. Modern teknolojiye dayanan yapısal kriz, kapitalizmin tarihinde şimdiye kadar görülmemiş derinlikte ekonomiyi etkilemektedir.

Modern teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, doğrudan yeniden üretim sürecine nüfuz etmektedir.

Bu türden yapısal krizle hammadde ve enerji temelinde doğan yapısal kriz birbiriyle karşılaştırılmayacak kadar farklıdır. Enerji ve hammadde değişimi temelinde doğan yapısal kriz, yeniden üretim sürecini etkilemezken ve tali/yan fenomen olarak kalırken, modern teknoloji temelinde doğan yapısal kriz, doğrudan yeniden üretim sürecini etkilemektedir.

Modern teknoloji temelinde yapısal kriz, mevcut üretim tesislerinin, çoğu kez kısmen değil, tamamen değişimini, yenilenmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Öyle ki, fabrika binası tamamen yıkılmakta ve yeni teknolojinin gerekli kıldığı temelde yeniden inşa edilmektedir.

Diğer bir ifadeyle, modern teknoloji temelinde patlak veren yapısal kriz, korkunç boyutlara varan sabit sermaye imhasıdır ve yine korkunç boyutlara varan sabit sermaye yatırımıdır. İşte bu sürecin, teknoloji temelinde yenilenmenin fazla üretim kriziyle doğrudan ilişkisi yoktur; yani bu temelde söz konusu olan sabit sermaye kıyımı, ekonomik krizin değil, yapısal krizin bir sonucudur.

Buna göre; özellikle '70’li yıllardan bu yana sürekli gündemde olan iflaslara, kronikleşen işsizliğe bakarak ekonomik krizden bahsetmek çok yanlış olur. Bunlar, pekala yapısal krizin birer sonucu olabilirler ve öyledir de.

Ama bu türden yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle iç içe geçebilir. Bu durumda modern teknolojiye dayanan yapısal kriz, aynı dönemde patlak veren ekonomik krizle eş anlamlı olur. Bu eş anlamlı olmanın nedeni ise, modern teknolojiye dayanan yapısal krizin, yeniden üretim sürecine doğrudan nüfuz etmesidir.

1970’li yıllar, tekelci devlet kapitalizminde, bütün emperyalist ülkelerde yeni, o zamana kadar görülmemiş bir sürecin başladığı yıllar olmuştur. Birçok kez belirttiğimiz gibi, emperyalist ülkelerde ekonomik büyüme 1970’li yıllara kadar, kesintisiz bir hat izlemiştir. 1970’li yıllarla birlikte üretimin büyümesinde devamlılık arz eden bir durgunluk etkili olmaya başlamıştır. Bu durgunluğu aşmak için bütün emperyalist ülkelerde tekelci burjuvazi, aynı içerikli tedbirleri aynı süreç içinde uygulamaya koymuştur: Sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi; modern teknoloji temelinde rasyonelleştirme ve yoğun sermaye ihracı. Ne var ki bu tedbirler de üretimin artırılmasında, ekonomide yükselişin sağlanmasında istenileni sağlayamamıştır. Çünkü emperyalistler arası rekabet, teknolojide elde edilen avantajı sıfırlamıştır.

Bunun ötesinde modern teknoloji temelinde yapısal kriz, hâlâ devam eden yapısal kriz, iflaslara, rasyonelleştirmeye neden olduğu için işsizliğin kronikleşmesinde de bir faktör olmuştur, olmaktadır. (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz.: İ. Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, 1600-1990, Sınırsız Basım, 2016 Ankara)