deneme

5 Mayıs 2019 Pazar

EMPERYALİST KÜRESELLEŞME ve DEĞİŞEN GÜÇLER DENGESİ


KİTAP TANITIMI
EMPERYALİST KÜRESELLEŞME ve DEĞİŞEN GÜÇLER DENGESİ

ÖNSÖZ
Bir geçiş dönemini yaşıyoruz. Birçok bakımdan 20. yüzyılın başından Ekim Devrimine kadar olan dönem gibi. Bu geçiş dönemi ne kadar süreceği bilinmez, ama süreci uzatan veya kısaltan faktörler, sadece genel anlamda emperyalist ülkeler arasındaki rekabette değil, öncelikle bu rekabeti de doğrudan etkileyecek olan dünya hakimiyeti jeopolitikası geliştirme yeteneğine sahip olan ülkeler arasındaki rekabette aranmalıdır. Burada söz konusu olan da Amerikan emperyalizmi, Rus emperyalizmi ve Çin emperyalizmi arasındaki rekabettir.
Dünya gücü olmanın dünkü kıstaslarıyla bugünkü kıstasları aynı değildir. Şüphesiz biçimsel olarak aynıdır. Ama bunu anlamak için I. Dünya Savaşı öncesinde ve döneminde İngiltere’nin ve Almanya’nın; II. Dünya Savaşı öncesinde Japonya’nın, Almanya’nın veya Fransa’nın dünya ekonomisinde ve politikasında oynadıkları rol ile ABD hariç diğerlerinin II. Dünya Savaşından sonra oynadıkları rol aynı değildir.
Şimdiye kadar hiçbir dünya gücü eceliyle, “yatakta ölmedi”. Savaş meydanında öldürüldü veya dünya güçleri yatakta ölmezler, savaş meydanlarında öldürüldüler. Şimdi de öyle olacak. I. Dünya Savaşını, geç gelişen, arkadan gelen ve İngiltere’ye meydan okuyan Alman emperyalizmi çıkarttı. Ama “üzerinde güneş batmayan” Britanya İmparatorluğunu dünya hakim gücü olarak öldüren ve onun yerini alan Amerikan emperyalizmi olmuştur. İngiltere I. Dünya Savaşından “tek dişi kalmış canavar” olarak çıktı ve sonrasında var olabilmek için Amerikan emperyalizmine adeta teslim olmaktan başka yolu yoktu.
II. Dünya Savaşını çıkartan yine Alman emperyalizmi olmuştur. Ama onun dünya hakimiyeti hayallerini yıkan da Sovyetler Birliği olmuştur. İngiliz emperyalizmi gibi Alman emperyalizmi de -aynı zamanda Japon emperyalizmi de- yatakta ölmediler, savaş meydanlarında öldürüldüler.
II. Dünya Savaşı sonrasında dünya, birbirine tamamen zıt iki farklı toplumsal sistemin oluşturduğu iki kutuplu dünyaya dönüştü; bir taraftan Amerikan emperyalizmi hegemonyasında kapitalist dünya ve diğer taraftan da Sovyetler Birliği etrafında birleşmiş sosyalist dünya.
Ne var ki, dünyanın birbirine zıt iki farklı toplum sistemine/düzenine bölünmüşlüğü uzun sürmedi. Sovyetler Birliği’nde siyasi iktidarı XX. Parti Kongresinde (1956) gasp eden Kruşçev önderliğinde revizyonistler, sosyalizmi yıkarak kapitalizmi yeniden inşa ettikleri revizyonist, bürokratik kapitalist sistemi kurdular.
Bu gelişme dünyanın iki kutba bölünmüşlüğünü değiştirmedi; sadece sosyalist dünyanın yerini revizyonist dünya almış oldu.
Bu iki süper güçlü dünya gerçekliği 1990-92 döneminde sosyal emperyalist Sovyetler Birliği ve onunla birlikte revizyonist kampın yıkılmasıyla ortadan kalkmış oldu.
1990’lı yılların başından bu yana, her ne kadar tek süper güçten bahsedilse de, dünya çok rekabet merkezli bir dünyaya dönüşmüştür.
Kendi güdümünde neoliberal uygulamalarla dünyayı kendi hegemonyası altında tutmaya çalışan Amerikan emperyalizmi kısmi başarılarının devam edeceğini sanmış, ama beklediğinin tam tersi gelişmiştir.
Şimdi “çivisi çıkmış”, bir yere kadar da kendi eseri olan bu dünyayı bu haliyle kendi hegemonyasında tutamayacağını gören Amerikan emperyalizmi, umut bağladığı neoliberal dünyayı, neoliberal dünya pazarını, çokça bahsettiğimiz ve bir yasallık seviyesine çıkarılan sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının beraberinde getirdiği “yeni dünya düzeni”ni bizzat darbelemeye başlamıştır. Başka türlü de olamazdı; varoluş koşulları ortadan kalkmış siyasi, askeri, ekonomik Uluslararası kurumlarla kurulmak istenen “yeni dünya düzeni” kurulamazdı ve sermaye ve üretimin uluslararasılaşması yapılandırılamazdı. Öyle de oldu. 2008 dünya ekonomik krizi, Amerikan emperyalizminin de artık “tek dişi kalmış canavar”a dönüştüğünü, çöken, gerileyen bir hegemon güç olduğunu bütün çıplaklığıyla göstermiştir.
Çok rekabet merkezli dünya, devletler arasında müttefiklik ilişkilerinin kurulmasına elverişli olmayan, bu türden ilişkiler için maddi zeminin pek olmadığı bir dünyadır. Yani rekabet eden herbir ülkenin diğerinin gözünü oyduğu, çiğneyip geçmeye çalıştığı ve nihayetinde taşları yerinden oynatacak, yeni bir dengenin oluşmasını beraberinde getirecek olan savaşa hazırlanmak için silahlanmaya öncelik verilen bir dünyadır.
Artık bu dünyada sadece Amerikan emperyalizmi ve Batının klasik emperyalist ülkeleri yok, başkaları da var: Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Endonezya, Meksika, Türkiye vs.
Rusya ve Çin hariç diğer ülkeler, sömürge, yeni sömürge koşullarından çıkarak güçlü ekonomilere, evet emperyalistleşen ekonomilere dönüşen ülkelerdir. Bunlar, irili ufaklı emperyalist ülkelerin hakim oldukları dünya pazarında pay kapmaya çalışan ve kapan ülkelerdir.
Şüphesiz ki, Amerikan emperyalizminin, çökerken, gerilerken bıraktığı boşluğu öncelikle dolduracak olan ülke Çin’dir. Ama diğer ülkeler de “çivisi çıkmış” dünyada kendileri için bir yer kapma mücadelesinden vaz geçmeyeceklerdir. Kapitalizmde eşitsiz gelişme yasası bunun böyle olacağını göstermektedir.
Amerikan emperyalizminin sermayesi, askeriyesi ve politikasıyla dünya hegemon gücü olarak kalmasını sağlayan ve bizzat bu amaçla ABD tarafından kurulan veya kurulması teşvik edilen uluslararası kurumlar, örgütler bugün Amerikan tekelci sermayesi için ayak bağı olmuşlardır. Amerikan emperyalizmi II. Dünya Savaşı sonunda revizyonist dünyanın çöküşüne kadar uluslararası arenada -askeri, ekonomik, siyasi- örgütlenmelerin kurallarını, işleyişini de bizzat tespit ediyordu. Çünkü o zaman kapitalist dünyanın hegemon gücüydü. Ama bugün, 1990’lı yılların başından bu yana durum değişmiştir. Başka güçler, başka rekabet merkezleri dünya ekonomisinde, askeriyesinde ve politikasında söz sahibi olmaya başlamışlardır. Amerikan emperyalizmi, Türk burjuvazisine söz geçiremiyorsa bunun bir nedeni olmalıdır.
Amerikan emperyalizminin dünya hegemon gücü olarak varlığını sürdürmek için koyduğu kurallar, şimdi ona ayak bağı olduğu için o kurumları önemsemiyor, yok sayıyor veya bağını kopartıyor. Ama artık yeni kurallar koyacak durumda da değil. Daha doğrusu, Amerikan emperyalizminin yeni kuralları, diğer emperyalist ülkelerin ve emperyalistleşen ülkelerin çoğunu bağlamayacaktır. Bunun böyle olduğunu Suriye eksenli Ortadoğu’da görüyoruz.
Amerikan emperyalizmi, gerileyen dünya gücü olarak neoliberal yeni dünya düzenini kuramadı, ama eski düzenin devam ettirilmesi de mümkün değildi. Şimdi ortaya, giderek etkisizleşseler de eski kuralların, kurumların hala var olduğu, yenilerinin oluşmadığı bir geçiş dönemi dünyası çıktı. Bu dünya çok rekabet merkezli dünyadır.
Bu çalışmada dünya çapında güçler dengesinin -tarihsel olarak da- gelişme seyrini ve bu gelişme içinde Türkiye'nin yerini analiz etmeye çalıştık.

* * *

Şunu da belirtelim: Grafikler, çok sayıda ülke verilerinden dolayı karmaşık, anlaşılamaz olmasın diye, yükselen ve gerileyen ülkeler belirlemesi yapılırken sadece bu ülkelerin ve 3. sırada yer alan ülkenin verileri dikkate alınarak hazırlanmıştır.
Bu çalışmanın kitaplaştırılmasını bir biçimde teşvik eden, katkı sunan arkadaşlara, özellikle de Ali’ye, Fatma ve İlhami Edirneli’ye ve yayınevi çalışanlarına teşekkür ederim.

İbrahim Okçuoğlu
3 Aralık 2018