KİTAP
TANITIMI
EMPERYALİST
KÜRESELLEŞME ve DEĞİŞEN GÜÇLER DENGESİ
ÖNSÖZ
Bir
geçiş dönemini yaşıyoruz. Birçok bakımdan 20. yüzyılın
başından Ekim Devrimine kadar olan dönem gibi. Bu geçiş dönemi
ne kadar süreceği bilinmez, ama süreci uzatan veya kısaltan
faktörler, sadece genel anlamda emperyalist ülkeler arasındaki
rekabette değil, öncelikle bu rekabeti de doğrudan etkileyecek
olan dünya hakimiyeti jeopolitikası geliştirme yeteneğine sahip
olan ülkeler arasındaki rekabette aranmalıdır. Burada söz konusu
olan da Amerikan emperyalizmi, Rus emperyalizmi ve Çin emperyalizmi
arasındaki rekabettir.
Dünya
gücü olmanın dünkü kıstaslarıyla bugünkü kıstasları aynı
değildir. Şüphesiz biçimsel olarak aynıdır. Ama bunu anlamak
için I. Dünya Savaşı öncesinde ve döneminde İngiltere’nin ve
Almanya’nın; II. Dünya Savaşı öncesinde Japonya’nın,
Almanya’nın veya Fransa’nın dünya ekonomisinde ve
politikasında oynadıkları rol ile ABD hariç diğerlerinin II.
Dünya Savaşından sonra oynadıkları rol aynı değildir.
Şimdiye
kadar hiçbir dünya gücü eceliyle, “yatakta ölmedi”. Savaş
meydanında öldürüldü veya dünya güçleri yatakta ölmezler,
savaş meydanlarında öldürüldüler. Şimdi de öyle olacak. I.
Dünya Savaşını, geç gelişen, arkadan gelen ve İngiltere’ye
meydan okuyan Alman emperyalizmi çıkarttı. Ama “üzerinde güneş
batmayan” Britanya İmparatorluğunu dünya hakim gücü olarak
öldüren ve onun yerini alan Amerikan emperyalizmi olmuştur.
İngiltere I. Dünya Savaşından “tek dişi kalmış canavar”
olarak çıktı ve sonrasında var olabilmek için Amerikan
emperyalizmine adeta teslim olmaktan başka yolu yoktu.
II.
Dünya Savaşını çıkartan yine Alman emperyalizmi olmuştur. Ama
onun dünya hakimiyeti hayallerini yıkan da Sovyetler Birliği
olmuştur. İngiliz emperyalizmi gibi Alman emperyalizmi de -aynı
zamanda Japon emperyalizmi de- yatakta ölmediler, savaş
meydanlarında öldürüldüler.
II.
Dünya Savaşı sonrasında dünya, birbirine tamamen zıt iki farklı
toplumsal sistemin oluşturduğu iki kutuplu dünyaya dönüştü;
bir taraftan Amerikan emperyalizmi hegemonyasında kapitalist dünya
ve diğer taraftan da Sovyetler Birliği etrafında birleşmiş
sosyalist dünya.
Ne
var ki, dünyanın birbirine zıt iki farklı toplum
sistemine/düzenine bölünmüşlüğü uzun sürmedi. Sovyetler
Birliği’nde siyasi iktidarı XX. Parti Kongresinde (1956) gasp
eden Kruşçev önderliğinde revizyonistler, sosyalizmi yıkarak
kapitalizmi yeniden inşa ettikleri revizyonist, bürokratik
kapitalist sistemi kurdular.
Bu
gelişme dünyanın iki kutba bölünmüşlüğünü değiştirmedi;
sadece sosyalist dünyanın yerini revizyonist dünya almış oldu.
Bu
iki süper güçlü dünya gerçekliği 1990-92 döneminde sosyal
emperyalist Sovyetler Birliği ve onunla birlikte revizyonist kampın
yıkılmasıyla ortadan kalkmış oldu.
1990’lı
yılların başından bu yana, her ne kadar tek süper güçten
bahsedilse de, dünya çok rekabet merkezli bir dünyaya dönüşmüştür.
Kendi
güdümünde neoliberal uygulamalarla dünyayı kendi hegemonyası
altında tutmaya çalışan Amerikan emperyalizmi kısmi
başarılarının devam edeceğini sanmış, ama beklediğinin tam
tersi gelişmiştir.
Şimdi
“çivisi çıkmış”, bir yere kadar da kendi eseri olan bu
dünyayı bu haliyle kendi hegemonyasında tutamayacağını gören
Amerikan emperyalizmi, umut bağladığı neoliberal dünyayı,
neoliberal dünya pazarını, çokça bahsettiğimiz ve bir yasallık
seviyesine çıkarılan sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının
beraberinde getirdiği “yeni dünya düzeni”ni bizzat darbelemeye
başlamıştır. Başka türlü de olamazdı; varoluş koşulları
ortadan kalkmış siyasi, askeri, ekonomik Uluslararası kurumlarla
kurulmak istenen “yeni dünya düzeni” kurulamazdı ve sermaye ve
üretimin uluslararasılaşması yapılandırılamazdı. Öyle de
oldu. 2008 dünya ekonomik krizi, Amerikan emperyalizminin de artık
“tek dişi kalmış canavar”a dönüştüğünü, çöken,
gerileyen bir hegemon güç olduğunu bütün
çıplaklığıyla göstermiştir.
Çok
rekabet merkezli dünya, devletler arasında müttefiklik
ilişkilerinin kurulmasına elverişli olmayan, bu türden ilişkiler
için maddi zeminin pek olmadığı bir dünyadır. Yani rekabet eden
herbir ülkenin diğerinin gözünü oyduğu, çiğneyip geçmeye
çalıştığı ve nihayetinde taşları yerinden oynatacak, yeni bir
dengenin oluşmasını beraberinde getirecek olan savaşa hazırlanmak
için silahlanmaya öncelik verilen bir dünyadır.
Artık
bu dünyada sadece Amerikan emperyalizmi ve Batının klasik
emperyalist ülkeleri yok, başkaları da var: Çin, Rusya,
Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Endonezya, Meksika, Türkiye vs.
Rusya
ve Çin hariç diğer ülkeler, sömürge, yeni sömürge
koşullarından çıkarak güçlü ekonomilere, evet emperyalistleşen
ekonomilere dönüşen ülkelerdir. Bunlar, irili ufaklı emperyalist
ülkelerin hakim oldukları dünya pazarında pay kapmaya çalışan
ve kapan ülkelerdir.
Şüphesiz
ki, Amerikan emperyalizminin, çökerken, gerilerken bıraktığı
boşluğu öncelikle dolduracak olan ülke Çin’dir. Ama diğer
ülkeler de “çivisi çıkmış” dünyada kendileri için bir yer
kapma mücadelesinden vaz geçmeyeceklerdir. Kapitalizmde eşitsiz
gelişme yasası bunun böyle olacağını göstermektedir.
Amerikan
emperyalizminin sermayesi, askeriyesi ve politikasıyla dünya
hegemon gücü olarak kalmasını sağlayan ve bizzat bu amaçla ABD
tarafından kurulan veya kurulması teşvik edilen uluslararası
kurumlar, örgütler bugün Amerikan tekelci sermayesi için ayak
bağı olmuşlardır. Amerikan emperyalizmi II. Dünya Savaşı
sonunda revizyonist dünyanın çöküşüne kadar uluslararası
arenada -askeri, ekonomik, siyasi- örgütlenmelerin kurallarını,
işleyişini de bizzat tespit ediyordu. Çünkü o zaman kapitalist
dünyanın hegemon gücüydü. Ama bugün, 1990’lı yılların
başından bu yana durum değişmiştir. Başka güçler, başka
rekabet merkezleri dünya ekonomisinde, askeriyesinde ve
politikasında söz sahibi olmaya başlamışlardır. Amerikan
emperyalizmi, Türk burjuvazisine söz geçiremiyorsa bunun bir
nedeni olmalıdır.
Amerikan
emperyalizminin dünya hegemon gücü olarak varlığını sürdürmek
için koyduğu kurallar, şimdi ona ayak bağı olduğu için o
kurumları önemsemiyor, yok sayıyor veya bağını kopartıyor. Ama
artık yeni kurallar koyacak durumda da değil. Daha doğrusu,
Amerikan emperyalizminin yeni kuralları, diğer emperyalist
ülkelerin ve emperyalistleşen ülkelerin çoğunu bağlamayacaktır.
Bunun böyle olduğunu Suriye eksenli Ortadoğu’da görüyoruz.
Amerikan
emperyalizmi, gerileyen dünya gücü olarak neoliberal yeni dünya
düzenini kuramadı, ama eski düzenin devam ettirilmesi de mümkün
değildi. Şimdi ortaya, giderek etkisizleşseler de eski kuralların,
kurumların hala var olduğu, yenilerinin oluşmadığı bir geçiş
dönemi dünyası çıktı. Bu dünya çok rekabet merkezli dünyadır.
Bu
çalışmada dünya çapında güçler dengesinin -tarihsel olarak
da- gelişme seyrini ve bu gelişme içinde Türkiye'nin yerini
analiz etmeye çalıştık.
*
* *
Şunu
da belirtelim: Grafikler, çok sayıda ülke verilerinden dolayı
karmaşık, anlaşılamaz olmasın diye, yükselen ve gerileyen
ülkeler belirlemesi yapılırken sadece bu ülkelerin ve 3. sırada
yer alan ülkenin verileri dikkate alınarak hazırlanmıştır.
Bu
çalışmanın kitaplaştırılmasını bir biçimde teşvik eden,
katkı sunan arkadaşlara, özellikle de Ali’ye, Fatma ve İlhami
Edirneli’ye ve yayınevi çalışanlarına teşekkür ederim.
İbrahim
Okçuoğlu
3
Aralık 2018