KOMÜNİST
PARTİNİN BOLŞEVİKLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BAZI NOTLAR
Neden
böyle bir başlık, yeteri kadar Bolşevik değil miyiz diye bir
soru akla gelebilir. Böyle bir soru, yanlış ya da eksiktir. Çünkü
bolşevikleşme bir süreçtir, yeterlilik söz konusu olamaz ve
bizler bu süreci yaşıyoruz. Diğer taraftan, bu yazıda ele alınan
konuların örneklemeyle açıklanmasına çok az yer verilmiştir.
Bu yazı esasen sosyalist Sovyetler Birliği dönemine ait bazı
deneyleri okura taşımayı, özgün yanlarıyla bugünün pratiğiyle
karşılaştırıp, yaşanmış deneylerden öğrenmeyi ve öğretmeyi
hedefliyor. Yazının bu bilinçle okunmasında fayda görüyoruz.
(I)
KOMÜNİST
PARTİDE KARARLARIN UYGULANMASI ÖRGÜTLENMESİ
VE DENETİMİ
Komünist
Partisi, aynı düşüncede olanların; komünistlerin gönüllü
olarak oluşturdukları bir mücadele birliğidir. Bu birlik işçi
sınıfının, emekçi köylülüğün ve emekçi aydınların ileri,
mücadeleci unsurlarını birleştirir.
Komünist
partisi, hiçbir koşul altında, saflarında pasif, kayıtsız,
parti kararlarının gerçekleştirilmesi için mücadeleye aktif
olarak katılmayan üyeye tahammül edemez. Böylesi unsurların
parti üyesi olması durumunda bu, partinin önemli bir hatasının
ifadesi olur. Pasif unsur her şeyi oluruna bırakır. Onda mücadele
ateşi, sınıfın davasını bir adım ileriye götürme duygusu
yoktur. O, bir savaşçının, bir komünistin özelliklerine sahip
değildir. Gerçek komünist ise kelimenin tam anlamıyla, mücadele
insanıdır. Bir komünist insan için partinin çıkarları, onun
yaşamının tamamını oluşturur. Gerçek komünist için partinin
çıkarları parti kararlarının uygulanması anlamına da
gelir. Parti kararlarının uygulanması için mücadele, gerçek
komünist açısından en önemli görev, en yüksek ve kutsal parti
yükümlülüğüdür.
Komünist
parti, mücadeleci olabilmek ve amacına ulaşabilmek için her
kademede örgütsel ve siyasi yönetiminin seviyesini sürekli
yükseltmek zorundadır. Komünist parti mücadele gücünü
artırabilmek için örgüt içi demokrasiyi, objektif koşulların
elverdiği oranda uygulamalıdır. Parti disiplinini her koşulda ve
tavizsiz olarak uygulamalıdır. Kadroların seçimini doğru yapmalı
ve kararların uygulanmasını denetlemelidir.
Komünist
partinin veya komünist partide Leninist önderliğin belirleyici bir
özelliği, teori ile pratiğin birliğidir. Teori ve pratiğin
birliği aynı zamanda karar alma (teori) ile kararın uygulanması
(pratik) birliğidir. Bu anlamda komünist partisi, aldığı
kararların gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini denetlerken
kendini denetlemiş olur. Lenin ve Stalin’in partisi doğrultusunda
gelişen komünist partisi ve onun önderliği kendisini sadece
sloganlarla veya genel siyasi direktiflerle asla sınırlandıramaz.
Bir slogan tespit ediliyor veya bir direktif veriliyorsa, derhal
yapılması gereken, tespit edilen sloganın veya verilen direktifin
yerine getirilmesi veya gereğinin yapılması için yani örgütsel
faaliyete geçilmesi için pratik planlar tespit etmek ve parti
örgütlerinin bu alandaki faaliyetini denetlemektir. Komünist
partinin bolşevikleştirilmesinin en önemli ifadelerinden biri de,
aldığı kararların gerçekleştirilmesi için derhal pratik
örgütleme ve uygulamayı denetleme yeteneğine sahip olup
olmadığıdır.
a-
Parti Kararlarının Uygulanmasının Denetlenmesinde Temel İlkeler
– Kararların
uygulanmasının, anında ve fiili denetimi:
Kararların
uygulanmasının denetlenmesi, parti örgütlerinin en önemli, en
etkin silahlarından birisidir. Kararların uygulanmasının
denetlenmesinde gecikmemek, denetlemenin etkili olup olmamasında
oldukça önemlidir. Öyleyse parti kararlarının uygulanmasının
denetimde ilk ilke; zamanında denetlemedir. Denetleme, dönem dönem
başvurulan, olağanüstü bir tedbir, durumdan duruma gündeme gelen
bir olgu olarak görülmemelidir. Denetim, parti örgütlerinin gün
be gün, sistematik olarak yerine getirmeleri gereken bir görevdir.
Alınan
kararların yerine getirilip getirilmediği derhal denetlemezse,
parti, olası hataları düzeltme, gelişmenin seyrini izleme ve
sonuçlar çıkarma olanağından mahrum kalır. Kararların
uygulamasının
zamanında
ve sistematik denetlenmesi hataları ve eksiklikleri anında
gidermeyi, partinin örgütlerine yardımcı olmasını sağlar. Böyle
bir pratik aynı zamanda kadroların sorumluluk bilinciyle, bilinçli,
demirden disiplinle eğitilmelerini de beraberinde getirir.
Bütün
komünist partilerde yaygın pratik, denetlemenin gecikmeli, yani “iş
işten geçtikten sonra”, hatalar, başarısızlıklar ortaya
çıktıktan sonra yapılmasıdır. Böyle bir denetlemenin partiye
hiçbir faydası yoktur. Böyle bir denetleme bürokratizmin,
biçimsel planda görevini yerine getirmek için denetleme tavrının
açık ifadesidir. Böyle bir denetlemede sonuç itibariyle suçlu
aranır ve bulunur. Oysa bu tarz bir denetime komünist partinin
ihtiyacı yoktur. Kararların uygulanmasının denetlenmesinde
amaç, ne bir takım hatalar bulmak, ne de o alandaki kadroları,
parti görevlilerini teşhir etmektir. Amaç, olası hataların önünü
almak ve kararların etkili olmasını sağlamaktır.
Sistematik
denetim, sadece hata yapan parti örgütlerinin veya parti
görevlilerinin, kadroların faaliyetini gözlemek, izlemek anlamında
yorumlanamaz. Devamlı veya çoğunlukla başarılı, yetenekli olan
görevliler ve parti örgütleri de hata yapabilirler. Gerçekten
faaliyet yürüten, hiçbir parti görevlisi ve örgütü hata ve
eksikliklerden muaf olamaz. Dolayısıyla bu türden görevliler ve
parti örgütleri de sistematik olarak denetlenmelidirler. Aksi
taktirde “başarıdan kaynaklanan baş dönmesi” boy verebilir ya
da bürokratizm, kendini beğenmişlik vb. mücadeleye zarar veren
eğilimler gelişebilir.
Parti
kararlarının uygulanmasının denetlenmesi, ayrı, bağımsız bir
örgütlenmeyi beraberinde getirmez. İyi bir önderlik etkili bir
denetimi zaten içerir ve Lenin’in talep ettiği gibi, uygulamanın
denetlenmesiyle parti örgütleri yöneticileri doğrudan ilgilenmek
zorundadırlar. Keza, bir üst organın kararlarının uygulamasını
denetlemek de yöneticilerin temel görevlerinden birisidir. Bu,
parti örgütü yöneticilerinin önemli bir görevidir. Kararların
zamanında alınması da önemlidir. “Uygulamanın iyi
örgütlenmiş bir denetimi, bir mekanizmanın herhangi bir dönem
içinde çalışma durumunu aydınlatmak ve bürokratların ışığa
çekilmesi için bize yardım eden bir projektördür.
Eksikliklerimizin onda dokuzunun, uygulamanın doğru örgütlenmiş
bir denetlenmesinin olmamasından kaynaklandığı kesinlikle
söylenebilir. Uygulamanın böyle bir denetlenmesi durumunda
eksikliklerin kesinlikle önünün alınmış olacağından şüphe
duyulmamalıdır”. (“Stalin, “Fragen des Leninismus”, s.
583, Leninizmin Sorunları)
–
Kararların uygulanmasının denetlenmesi yöneticilerin temel bir
görevidir:
Yukarıda
da belirttiğimiz gibi parti kararlarının uygulanmasının
denetimi, yönetici konumunda olan parti görevlilerinin temel
görevlerinden birisidir. Denetleme daha alt seviyede görevlilere
devredilemez. Bu durum, parti kararlarının uygulanmasının
denetlenmesinde ikinci temel ilkeyi oluşturur.
SBKP(B)
tecrübelerinin doğru olarak kanıtladığı gibi, komünist partide
kararların uygulanmasının denetlenmesi örgüt yöneticileri;
yeterli tecrübe ve otoriteye sahip yöneticiler tarafından
yapılmalıdır. Kararların uygulanmasının denetimini ayrı bir
görev, ek bir görev olarak kavrayan bir parti örgütü yöneticisi
iyi bir yönetici değildir. Yönetici, uygulamanın denetlenmesini,
görevinin vazgeçilmez bir parçası olarak görmelidir.
Hangi
alanda ve ne türden görev üstlenmiş olursa olsun komünist
partinin her bir görevlisi ve yöneticisi, partinin temsilcisi
olarak onun iradesini ve direktiflerini pratiğe geçirmekle yükümlü
olduğunu asla gözardı edemez. O, sadece bundan dolayı da parti
kararlarının uygulanmasının denetlenmesini tali bir görev, ek
bir yük olarak göremez. O, alınan kararların, verilen
direktiflerin sadece doğru olup olmayışından değil, onların
hayata geçirilip geçirilemeyişinden de sorumlu olduğunun
bilincindedir.
Lenin,
siyasi yönetici sadece nasıl yönettiği için değil, aynı
zamanda onun tarafından yönetilenlerin ne yaptığından da
sorumludur der. Sadece ve sadece Lenin’in önerdiği tipten parti
görevlileri; görevini, sorumluluğunu, haklarını bilen ve
bunların gerçekleşmesi için kararlı, enerjik, inisiyatifli, sıkı
disiplinli bir şekilde mücadele eden parti görevlileri, gerçek
Bolşevik kadro olabilirler.
– Kararların
uygulanmasının denetlenmesi kağıt üzerinde kalmamalı, fiilen
gerçekleştirilmelidir:
Komünist
parti, kararlarının kağıt üzerinde kalmasını istemiyorsa,
sadece uygulamayı denetlemekle yetinemez. O, aynı zamanda kararları
pratiğe geçiren örgütlenmelerine yardımcı olmak ve uygulamanın
denetlenmesini, uygulamanın örgütlenmesiyle kaynaştırmak
zorundadır. Bunun için esas olan veya uygulamanın doğru
örgütlenmiş bir denetimi, kararların alınmasından,
direktiflerin verilmesinden hemen sonra bunları pratiğe geçirecek
olan tedbirlerin de alınmasıdır.
Parti
kararlarının kağıt üzerinde kalmaması ve fiilen
gerçekleştirilmesi, kadrolarla, alt organlarla doğrudan çalışmak,
yaşamın, mücadelenin bütün canlılığı ve zorlukları içinde
beraber olmak demektir. Böyle bir ilişki bir taraftan kadroların
ve alt örgütlerin gelişmelerine ve eğitilmelerine yardımcı
olacağı gibi, partinin kitlelerin nabzını sürekli elinde
tutmasına, kitlelerin partiyi nasıl kavradığını görmesine de
yardımcı olacaktır. Böyle bir süreç içinde kadrolar, alt
örgütler yönetme sanatını da öğreneceklerdir.
Lenin,
yönetme sanatına insanların doğuştan sahip olmadıklarını, bu
sanatın tecrübelerle elde edildiğini belirtir. Bunun
gerçekleşebilmesi için denetleme ve denetiminin yapılması için
düşünceler/planlar soyut olamaz. Bu fiili bir çalışmayı,
yerinde denetlemeyi kaçınılmaz kılar.
Kararların
uygulanmasının gerçek, doğru, Bolşevik denetimi partinin, parti
örgütlerinin günlük yaşamından haberdar olmasını, şurada
burada olup-bitenler, gelişmeler hakkında somut bilgi sahibi
olmasını beraberinde getirir. Böylesi ilişkileri, denetleme
anlayışını pratikleştiren parti, olası hataları önlemek ve
mücadelenin seyrini anında müdahale ile belirlemek durumundadır.
Kararların
uygulanmasının fiili, yerinde denetlenmesi aşağıdan yukarıya
denetimin de fiili olmasını beraberinde getirir. Stalin şöyle
diyor:
“Denetlemenin
başka bir türü de var, aşağıdan denetleme; kitlelerin,
yönlendirilenlerin önderleri denetlemeleri, hatalarını açığa
çıkarmaları ve onlara, hataların ortadan kaldırılmasının
yolunu göstermeleri. Böyle bir denetleme, insanların denetlenmesi
için en etken araçlardan birisidir.”
(Stalin;
“Über die Mängel der Parteiarbeit und Maßnahmen zur Liquidierung
der trotzkistischen und sonstigen Doppelzüngler”, s. 38)
Demek
oluyor ki, komünist partisi denetlemenin her iki türünü de; üsten
alta, alttan üste denetimi gerçekleştirmek zorundadır. Bu türden
bir denetleme anlayışı parti ve yöneticileriyle kitlelerin
kaynaşmasını, partinin kitleler tarafından tanınan, korunan,
sahip çıkılan ve saflarında mücadele edilen bir gerçeklik
olmasını mutlak ve mutlak beraberinde getirecektir.
b-
Parti Kararlarının Uygulanmasının Denetleme Biçim ve Yöntemleri
Kararların
uygulamasının nasıl denetleneceği üzerine her yerde ve her zaman
geçerli olan herhangi bir reçete yoktur. Burada önemli olan,
denetleyen parti yöneticisinin yaratıcı bir düşünceye ve
inisiyatife sahip olmasıdır. Bolşevik bir denetimin
gerçekleştirilebilmesi için denetleyen yöneticinin, neyi, niçin
denetlendiğini çok iyi bilmesi gerekmektedir. Örneğin soyut bir
direktifin, genel ve hangi parti örgütüne yönelik olduğu pek
bilinmeyen bir kararın uygulanmasının denetiminde ortaya çıkan
hatalar; bu türden direktif ve kararların gerçekleştirilememesi
gibi başarısızlıklar parti örgütlerine mal edilemez. Demek
oluyor ki, denetleyen yönetici, denetime önce, kararın, direktifin
kendisinde başlamalıdır.
Uygulamanın
denetlenmesinin biçim ve metodu hakkında Lenin, sistematik ve
yolundan şaşmayan bir çabayı, tekrarlamayı, sık sık denemeyi,
kıyaslamayı, araştırmayı ve bu yollarla elde edilen tecrübelere
dayanarak hareket etmeyi önerir. SBKP(B), kendi tecrübelerine
dayanarak kararların uygulamasını denetleme biçim ve yöntemleri
hakkında önemli bir kaç yol tespit etmiştir:
Denetlemenin
birinci ve en yoğun biçim, fiili, yerinde kontroldür.
Denetlemenin
ikinci biçim, yerel örgüt görevlilerinin “merkez”e
çağrılmasıdır.
Denetlemenin
üçüncü biçim de bölgelerden, alanlardan gelen bilgilerin,
raporların tahlil edilmesidir.
Hangi
biçimde olursa olsun kararların uygulanmasında denetimin doğru
örgütlenmesi, denetleyen yönetici veya kurumun ele alınan
sorunlara ne denli objektif yaklaşıp yaklaşmadığına
bağlıdır. Denetleme, hesap sormak, burnunu sürtmek, mutlaka
hata bulmak değildir veya kişisel sürtüşmenin fırsatı olarak
değerlendirilemez. Denetleme, sansasyon peşinde koşmak veya pireyi
deve yaparak sansasyon yaratmak ve bunun “kahramanı” olmak için
bir fırsat değildir. Denetlemeyi böyle algılayan bir parti
yöneticisi gerçek bir yönetici, komünist olamaz. O bir
kariyeristtir, bürokrattır.
Hangi
biçimde olursa olsun denetlemede esas olan, sadece hata tespiti
değildir. Bu işin tali yönüdür. Önemli olan, kararların
pratiğe geçirilmesi ve bunun yapılabilmesi için de yerel
örgütlere yardım edilmesi, onların önünün, olası hatalar
önlenerek açılmasıdır. Denetleme görev ve amacını böyle
kavramayan bir yönetici, hak etmediği bir statüye sahip demektir.
‘Hangi
biçimde olursa olsun denetimde esas olan, sadece hata tespiti
değildir’den anlaşılması gereken, denetlemede dikkatin
öncelikle eksiklikleri tespite ve onları yok etmeye yönelmemesi
olmamalıdır. Biz burada, denetleyenin “mutlaka hata bulmalıyım”
anlayışının olmaması gerektiğini, bu anlamda denetlemenin
mutlaka hata aramak, cezalandırmak olmadığını vurgulamak
istiyoruz.
Stalin,
parti kararlarının uygulanmasında denetimin gerçekleştirilmesiyle
ilgili olarak şöyle der: “Hangi konumda olursa olsun hiç
kimsenin gözünün yaşına bakılmamalıdır ve daima dava, davanın
çıkarları göz önünde tutulmalıdır.” (C. 3, s. 323,
Alm.)
Bir
dizi kararın hayata geçirilmediği, denetim sürecinde açığa
çıkıyorsa bu, her koşulda yerel örgütlerin bir hatası olarak
görülemez. Kararların hayata geçirilememesine, öncelikle bu
kararların her bir komüniste, parti kitlesine, parti çevresine
gerçekten kavratılıp kavratılmadığından, söz konusu alanda
parti örgütlerinin ve etkilediğimiz kitlenin harekete geçirilip
geçirilemediğinden ve bunda kararların kavranıp kavranmayışının
rolünün olup olmadığından başlanmalıdır. Soruna, denetlemeye
böyle başlamayan bir önderlik, iyi bir önderlik olamaz.
Diğer
taraftan, kararlar ne denli doğru olurlarsa olsunlar, zamanında,
uygulayan güçlere ulaştırılmazlarsa, örgütleyici, harekete
geçirici güçlerini yitirirler.
Son
olarak şunu da belirtelim:
İster
yukarıdan aşağıya ister aşağıdan yukarıya ve hangi biçimde
olursa olsun denetim, aynı zamanda bir komünist ahlak, Bolşevik
eleştiri ve özeleştiri meselesidir.
(II)
PARTİDE
BİLGİ AKIŞI
Bir
ordu, istihbarat olmaksızın herhangi bir harekata girişemez. Parti
de, iyi örgülenmiş bilgi akışına sahip olmaksızın faaliyeti
yönetemez. Yaşam, gerçek durum hakkında bilginin olmadığı
koşullarda parti yönetiminin sağırlaştığını ve körleştiğini,
yönetemez duruma düştüğünü, ayağının altındaki zeminin
kaydığını ve nihayet canlı pratikten koptuğunu göstermektedir.
Şurada
veya burada söz konusu olan bir çok hata, bilgi akışının
sağlanmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Partiye bilgi akışı
sağlanmış olsa, şuradaki veya buradaki gelişmelerden anında,
objektif, çok yönlü bilgilendirilmiş olsa birçok hataya
düşülmemiş olur, birçok eksiklik tespit edilerek giderilmiş
olur. Demek oluyor ki bir bütün olarak partinin ve onun
örgütlerinin fiili olarak hareket edebilmeleri, gelişmelere
müdahale edip yön verebilmeleri ve güçleri harekete
geçirebilmeleri için iyi örgütlenmiş bir bilgi akışıyla
beslenmeleri kaçınılmazdır. Bunun içindir ki iyi örgütlenmiş
bir bilgi akışı olmaksızın, iyi bir yönetim de söz konusu
olamaz. İyi örgütlenmiş bir bilgi akışında ne türden
özellikler aranmalıdır?
a-
Partinin bilgi toplaması objektif olmalıdır
Burada
anlaşılması gereken, söz konusu alanda gerçek durumun ne
olduğunun bütün çıplaklığıyla ortaya konmasıdır; hiçbir
eksiklik, hiçbir hata gizlenmemelidir, önemsizleştirilmemelidir.
Ancak sorunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyan bir
bilgilendirme, önderliğin doğru sonuçlar çıkarmasına, doğru
kararlar almasına ve sorunun ortadan kaldırılmasına katkıda
bulunur. Gerçeği tam anlamıyla yansıtmayan bilgilendirme, parti
merkezinin ve örgütlerinin yanlış sonuçlara varmasına neden
olur. Objektif bilgilendirme gerçeklere dayanan bilgilendirmedir.
Aksi bir durum, tahmin, dedikodu, spekülasyondur.
b-
Bilgi akışı anında sağlanmalıdır
Bilgi
akışı, herhangi bir alanda olup biten anında iletilmezse parti
merkezinin ve de örgütlerinin siyasi yaşama, gelişmelere doğru
müdahalesi söz konusu olamaz. Anında bilgi akışının
sağlanmaması durumunda parti, subjektif, soyut değerlendirme
yapabilir, siyasi gelişmelerin gerisinde kalır, inisiyatif koyamaz,
güçlerini seferber edemez. Doğru bilgi akışı geciktirilirse
amacına ulaşamaz.
c-
Bilgi akışı ve güncel sorunlar
Bilgilendirmenin
içeriği belli kalıplara sığdırılamaz; bilgilendirmenin içeriği
şöyle olmalıdır, böyle olmalıdır denemez. Böyle hareket
edilmesi durumunda gerçeğin, yaşamın çok yönlülüğünün
gerisinde kalmış olunur. Şüphesiz ki partinin, toplumsal-siyasi
gelişmeyi etkileyen her türden bilgilendirmeye ihtiyacı vardır.
Ama bu, bilgi akışında belli önceliklerin göz önünde
tutulmayacağı anlamına gelmez.
Bilgilendirmenin
–aynı zamanda parti basınının da– içeriğini, o andaki somut
durum, partinin temel görevleri belirlemelidir. Güncel sorunları
yakalayamayan bilgi akışı, partiyi soyutlaştırır, hayatın
gerisine iter, bitirir, yok eder.
Bu
konuda şu söylenebilir; içerik bakımından bilgilendirme güncel
olmalıdır. Bilgi akışı, genel parti faaliyetine, parti
örgütlerinin o andaki görevlerine uygunluk arz etmelidir.
d-
Bilgi akışı düzenli olmalıdır
Her
partili bilir ki, bilgi akışı özellikle kampanya ve “olağan”ın
ötesine geçen durumlarda yoğunlaşır. Aksi durumlarda ise bilgi
akışında rahatsız edici, mücadeleyi geriletici, durağanlığa
yol açıcı derecede bir gerileme, düzensizlik olur ve parti, ancak
yeni bir gelişme söz konusu olduğunda bilgilendirilir. Böyle bir
bilgi akışı, tabii ki yanlıştır. Düzensiz bilgi akışı
partiyi siyasi olarak şaşı yapar, hatta körleştirir. Belli
alanlardan, bölgelerden düzenli bilgilendirmenin, belli alanlardan
ve bölgelerden de düzensiz bilgilendirmenin geldiğini düşünelim.
Bu durumda parti basınını izleyen okur sanacaktır ki, parti
sadece o alanlarda ve bölgelerde mücadele ediyor, diğer alanlarda
ve bölgelerde mücadele etmiyor. Böyle bir imajın uyanmasının
yegane nedeni bir taraftan düzenli, diğer taraftan da düzensiz
bilgi akışının olmasıdır.
Bilgi
akışındaki düzenlilik ve yoğunluluk belli dönemlerle (kampanya
vs.) sınırlandırılamaz. Önderliğin ve parti örgütlerinin
sistematik ve doğru çalışmasını, önderlik etmesini istiyorsak,
bilgi akışının da sistematik/düzenli olmasını sağlamak
zorundayız. Sistemli ve düzenli bilgi akışı olmaksızın doğru
bir parti çalışması söz konusu olamaz.
e-
Bilgilendirme çok yönlü olmalıdır
Bilgilendirme
olumlu ve olumsuz gelişmelerin toplamı veya birtakım gelişmelerin,
örneklerin alt alta sıralanması değildir. Bilgilendirme, sadece
başarılarımızın veya sadece hatalarımızın da anlatımı
değildir. Çünkü yaşam, sadece bizim bilgi diye sıraladığımız
olumlu-olumsuz gelişmelerden, başarılarımızdan veya
hatalarımızdan ibaret değildir. Bilgi, aynı zamanda, tesadüfen,
gelişigüzel seçilmiş olayların bir toplamı da değildir.
Bilgi,
partinin faaliyetini tahlil eden bir veridir. Bilginin böyle bir
Doküman olabilmesi için onun, analize, genelleştirmeye, sonuçlar
çıkarmaya, kararlar almaya maddi temel teşkil eden
olayları/gerçekleri, gelişmeleri içermesi gerekir. Bu anlamda
Lenin şöyle der:
“Tam
ve şüphe götürmez gerçeklerden oluşan, destek alınabilecek,
herhangi bir ‘genel’ veya ‘örnek’ bir araştırmanın
karşısına çıkartıla bilecek bir temel (dayanak
-çn) elde edilmelidir. Ama bunun gerçekten bir temel
olabilmesi için münferit gerçekler değil, söz konusu sorunla
ilgili olan gerçeklerin bütünü, istisnasız bütünü ele
alınmalıdır. Aksi taktirde kaçınılmaz olarak, gerçeklerin
keyfi seçildikleri… bütünlüğü içinde tarihi görünümlerin
objektif bağlamı ve karşılıklı bağımlılıkları yerine,
belki de kötü bir şeyin haklı çıkartılması için subjektif
bir karışıklık yapılıyor şüphesi doğar. Bu sıkça söz
konusu oluyor.” (“Statik der Soziologie”, C. 23, s. 286)
Buna
göre bilgilendirme, partinin öngörülü hareket edebilmesini
sağlamalıdır.
f-
Bilgilendirme etkili olmalıdır
Bilgilendirmenin
anlamı, önderliği ve parti örgütlerini sadece gelişmeler
üzerine bilgilendirmekle sınırlı olamaz. Bilgilendirme aynı
zamanda yeni görevler ve yönelimler gündeme getirmelidir, partinin
fiili olarak hareket etmesini; gelişmelere doğru bir şekilde
müdahale etmesini sağlamalıdır. Bilgilendirme, partinin bütününü
etkileyen, ufkunu açan bir doküman olarak görülmelidir. Partinin
fiili hareket etmesini, geleceğin sorunlarını tartışmasını
sağlamayan bir bilgilendirme etkili değildir. Örneğin bir fabrika
hücresinin bilgilendirme çabası, yalnızca o anda o fabrikada olan
biteni, geçici olanı sunmak olarak kalırsa, bu arada parti
çalışmasının gelişmesini en iyi ihtimalle geciktirir. Yani
bilgilendirme, yarını, geleceği ve geleceğin sorunlarını da
içermelidir, içerebilmelidir. Bir sonraki sürecin, mücadele
hattının verilerini de sunabilmelidir. Devrimi hazırlamakla
görevli parti merkezi ve yerel örgüt, bu hazırlığın genel
seyri üzerinde egemen olmayı ancak bu şekilde sağlayabilir.
g-
Bilgi akışı yukarıdan aşağıya da olmalıdır
Buraya
kadar hep aşağıdan yukarıya alt parti örgütlerinden üst parti
örgütlerine, parti merkezine bilgi akışından bahsettik. Bilgi
akışı yukarıdan aşağıya doğru da sağlanmalıdır. Böyle bir
bilgi akışında amaç, alt parti örgütlerini gerekli görülen
kapsamda merkezi çalışma üzerine bilgilendirmektir. Böyle bir
bilgi akışının sağlanmadığı durumda, alt parti örgütleri,
parti kitlesi veya genel bir ifadeyle yerel parti örgütleri,
gelişmeleri, partinin durumunu, aktüel sorunları ve çözüm
yollarını bütün boyutlarıyla kavrayamazlar. Böyle bir bilgi
akışına gerekli önemi vermeyen parti,
yerel örgütlerinden kopma, tecrit olma, yerel örgütlerini
kendiliğindenciliğe itme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
Yukarıdan
aşağıya bilgilendirme yerel örgütlere perspektif, yön verir,
onları eğitir. Her bir yerel örgütün, dönem dönem değil,
düzenli, sistematik olarak yukarıdan gönderilen bilgilere ihtiyacı
vardır. Merkezden ya da yukarıdan bilgilendirme sayesinde bir yerel
örgüt, alttaki bir birim, kendi faaliyetiyle genel parti faaliyeti
arasındaki farkları, olumsuzlukları daha rahat görür ve kendi
faaliyetini, parti faaliyetinin geneliyle uyumlu hale getirmek için
itilim kazanır.
Partinin
Bilgi Kaynakları
Parti
bilgi elde etmek için bir çok kaynaktan yararlanır. Bu kaynakların
içinden önemli olanı, parti örgütlerinin toplantı
tutanaklarıdır. Parti örgütlerinin düzenli göndermek zorunda
oldukları raporlar da önemli bilgi kaynağıdır.
Parti,
kendine özgü bilgi kaynakları da oluşturabilir. Bunların ne
türden kaynaklar olacağı tamamen somut ve doğrudan partiyi
ilgilendiren bir meseledir. Örneğin yerel örgütlenmeleri
denetlemeye gönderilen parti görevlisi bir bilgi kaynağıdır. Ama
aynı zamanda yerel parti örgütlerinden, üyelerden veya parti
çevresinde yer alan; devrimcilerden, parti basınını takip eden
sıradan işçilerden alınan mektuplar, oldukça önemli birer bilgi
kaynağıdırlar. Lenin’in işçi mektuplarına verdiği önemi
unutmayalım.
O, bu mektuplardan, gerçek durum hakkında, kitlelerin ruh hali
hakkında, partinin, politikasının yığınlar tarafından kavranıp
kavranmadığı hakkında veya yerel parti örgütlerinin çalışmaları
hakkında belli değerlendirmeler yapabilecek sonuçlara varıyordu.
Bunların
ötesinde parti görevlileri bulundukları alanlarda veya gittikleri
yerlerde sıradan insanlarla konuşarak, onlara bilinçli sorular
yönelterek, hem genel anlamda ve hem de belli konular üzerine çok
değerli bilgi elde edebilirler.
Parti
bilgi kaynaklarının çok yönlü, çeşitli olması onun siyasi
gelişmelere müdahale etme, yön verme gücünü de ele verir. Bilgi
kaynaklarının çeşitliliği, partiye durumun en gerçek tablosunu
elde etme olanağı vereceğinden, duruma uygun en doğru pratik,
örgütsel politikaları geliştirmesini de olanaklı kılar.
(III)
GAZETE
VE AJİTASYON
I-
Komünist Partinin En Güçlü, En Keskin Silahı Olarak Basın
Toplumların,
devletlerin, partilerin ve başka kurumların yaşamında basının,
başta da gazetenin fevkalade önemli rol oynadığı, tartışılmaz
bir gerçektir. Bu anlamda Lenin şöyle der: “Gazeteler,
broşürler, açıklamalar propaganda, ajitasyon ve örgütlenmenin
zorunlu bir faaliyetini yerine getirirler. Bir gazetecilik
mekanizması olmaksızın hiçbir kitle hareketi şu veya bu ölçüde
medeni bir ülkede bir şey yapamaz” (“Der ‘Radikalismus’,
die Kinderkrankheit im Kommunismus,C. 31, s. 101).
Kapitalist
toplumda burjuva basın, hakim sınıfların elinde önemli bir
silahtır. Burjuvazi bu silahı, kendi hakimiyetini ebedi kılmak
için kullanır. Kapitalizmde burjuva basın, basın tekellerinin
elindedir. Gazeteler, dergiler, televizyonlar vb. birer kar
kaynağıdır ve geniş yığınları aldatmanın, düşünmelerini
engellemenin ötesinde bir içerikleri yoktur.
Burjuvazi,
kendi düzeni lehine propaganda ve ajitasyon için akıl almaz
boyutlara varan harcamalar yapar. Onun elinden modern teknolojiyle
donatılmış basımevleri, redaksiyon mekanizması vardır, satın
aldığı yazarları, gazetecileri vardır.
Sadece
bu bir kaç sözden de anlaşılacağı gibi, burjuva basın
antidemokratik, halk düşmanı bir basındır. Onun görevi,
yığınların beynini, bilincini zehirlemektir, onların dikkatini
önemli ekonomik ve siyasi sorunlardan başka yönlere çekmektir,
yalanı gerçek diye anlatmaktır.
Demokrat,
devrimci ve sosyalist basının amacı tamamen başkadır. Bu
basının amacı milyonlarca işçiye, emekçiye, bütün halk
yığınlarına hizmet etmektir, onlara toplumsal gerçeğin ne
olduğunu ve
sömürüden
kurtulmanın yolunu göstermektir.
Devrimci
basının tarihine baktığımızda, Bolşeviklerin yeni tipte bir
basın geliştirdiklerini görüyoruz; gerçekten devrimci, proleter
ve demokratik bir basın. Bu konuda Stalin şöyle der;
“Sosyal
demokratların (komünistlerin
-çn) organı olarak gazete, işçi hareketine önderlik
etmelidir, ona yol göstermeli ve onu hatalardan korumalıdır…
Gazetenin en önemli görevi, işçi kitlelerinin mümkün olduğunca
yanında olmaktır, onları etkileme olanağına sahip olmaktır,
onların bilinçli ve yöneten merkezi olmaktır… Gazete, işçi
hareketiyle bağlam içindeki bütün sorulara açık cevap
vermelidir, ilkesel sorunlara açıklık getirmelidir, işçi
sınıfının mücadeledeki rolünü teorik olarak açıklamalıdır
ve işçinin karşılaştığı her olayı bilimsel sosyalizmin
ışığıyla aydınlatmalıdır” (“Geleitwort der
Redaktion”, C.1, S. 7-8)
Sınıf
mücadelesinde gazetenin önemi ve rolü hakkında da Lenin şöyle
der:
“Gazetenin
rolü, sadece düşüncelerin yaygınlaştırılmasıyla, sadece
siyasi eğitim ve siyasi olarak aynı düşüncede olanların
kazanılmasıyla sınırlı değildir. Gazete, sadede kolektif bir
propagandacı
ve
ajitatör değil, bilakis kolektif bir örgütleyicidir de.”
(C. 5, s. 11)
Demek
oluyor ki, gazetenin kolektif ajitatörlüğü, propagandacılığı
ve örgütleyiciliği, onun kitlesel ajitasyon bakımından nedenli
elzem olduğunu gösteriyor.
Gazete
ve ajitatör! Gazete vasıtasıyla çalışmak bir ajitatörün en
önemli görevidir. Ajitatör bu görevini ne denli başarılı
olarak yerine getirirse, komünist partinin geniş yığınlarla olan
bağı o denli sağlamlaşır, pekişir. Ajitatör, partinin en
kolay, en yaygın bir şekilde gazete vasıtasıyla geniş yığınlara
seslendiğini asla ve asla unutmamalıdır.
O
halde ajitatörün yapması gereken nedir? Ajitasyon çalışması
için ajitatörün her şeyden önce yapması gereken, onun temel
görevi, materyal olarak gazetenin yorumlanmasını kapsamlaştırmak
ve mükemmelleştirmektir. Ajitatör, sadece kendi
gazetesini değil, başka gazeteleri de, burjuva basını da
ajitasyon amacıyla kullanmasını becermelidir. Bunun için her
seferinde başka bir yayın kullanmak yerine, her zaman
kullanabileceği, amaca uygun materyalin bol olduğu, her yerde
bulunan (burjuva) gazeteleri ve dergileri tespit etmelidir. Ajitatör,
kendi gazetesinde ve seçtiği burjuva basında ajitasyon çalışması
için önemli olan noktaları tespit etmelidir. Bunu yapabilmek için
ajitatör her şeyden önce gazeteyi doğru okumasını öğrenmelidir.
Gazeteyi, doğru okumak, güncel, ilginç olanı; önemli olanı
kavramak ve bunu ajitasyon çalışmasının merkezine koymaktır.
Gazetenin
doğru okunması nasıl olur? Ajitatör, gazeteyi okumaya başyazı
ile başlamalı ve köşe yazılarıyla devam etmelidir. Bunun
nedeni açıktır: Başyazı ve köşe yazılarında genellikle en
önemli, en temel siyasi ve ekonomik sorunlar, ülkedeki ve dünyadaki
en önemli gelişmeler ele alınır.
Başyazı
ve köşe yazılarında işlenen konular, ajitatörün öncelikle
hangi sorunları çalışmasında önplana çıkartması gerektiğini
gösterirler.
Bunun
ötesinde ajitatör, gazetenin, o sayısında özel bir konuyu
kapsamlı bir şekilde ele alıp almadığına, belli dokümanlara,
parti duyumlarına/açıklamasına yer verip vermediğine bakmalıdır.
Ajitatörün,
ajitasyon faaliyeti için en önemli materyalleri toplamış ve
ajitasyon faaliyetine hazırlanmış olması sorunun sadece bir
yönüdür. Bu durumda ajitatör, yardımcı araçlara
dayanarak ajitasyon faaliyetine hazırlanmış olur. Profesyonel bir
ajitatör için her şeyin üzerinde belirleyici önemi haiz olan
nokta, bütün hazırlıklarını parti politikası ışığında
yapıp yapamadığıdır, ekonomik, toplumsal, siyasi vb. birtakım
güncel ve geleceğe yönelik sorulara cevap verip veremediğidir.
Ajitatör, sadece kendi basını, gazetesi temelinde ajitasyon
faaliyetine nispeten kolay hazırlanır. Çünkü ele alacağı
sorunların cevabı gazetede de vardır. Sorun, burjuva basın, başka
basın ajitasyon materyali olarak kullanılırken ortaya çıkar.
Genel yeterli olmanın ötesinde bu nedenden dolayı da ajitatör her
şeyden önce düzenli bir şekilde kendisini her alanda (ekonomi,
politika, felsefe vs) sürekli yetiştirmelidir, sürekli okumalı ve
bilinç düzeyini ve alanını geliştirmeli ve derinleştirmelidir.
Sistematik bir okuma ve araştırma; kendini siyasi, ideolojik,
kültürel geliştirme profesyonel bir ajitatör için “olmazsa
olmaz” kuraldır.
II.
Gazete ile Çalışmanın Biçim ve Yöntemleri
Ajitasyon
faaliyeti için gazetenin değerlendirilmesinin, materyal olarak
kullanılmasının birçok biçim ve metodu vardır. Basın
özgürlüğünün, şu veya bu şekilde demokrasinin (burjuva)
geçerli olduğu ülkelerde mümkün olan her alanda, uygun
örgütlenmelerle bu iş yapılabilir. Ama faşist diktatörlüklerin
hakim olduğu ülkelerde, her şeyin denetim altında olduğu,
insanların bir araya gelmelerinin suç sayıldığı, ilerici,
devrimci, sosyalist basının sürekli baskı gördüğü Türkiye
gibi ülkelerde ajitasyon faaliyeti için gazete ile çalışmanın
form ve yöntemleri oldukça sınırlıdır. Tabii ki komünistler
kendilerini bununla sınırlamazlar ve bulundukları alanı, her
olanağı, mücadeleyi bir adım daha ileriye götürmek için mevzi
olarak değerlendirirler. Bu her bir mevzi, aynı zamanda ajitasyon
çalışmasının yapıldığı alanlardır. Biz burada işin
örgütlenme sorununu bir kenara bırakarak, ajitasyon faaliyeti için
gazetenin materyal olarak kullanılışının en yoğun, en geçerli
biçim ve metodunu ele alacağız.
Yüksek
sesle okumak
Başkalarına
gazete okumak siyasi kitle ajitasyonunun en yaygın biçimidir.
Lenin, “Iskra”nın işçi toplantılarında okunmasını çok
önemser ve bunu bir ajitasyon faaliyeti olarak değerlendirirdi:
“Çok
kısa bir zaman önce bir… asker den, merkezi Rusya’nın ücra
bir… fabrika kasabasında ‘Iskra’nın birçok çevrede 1015
kişilik toplantılarda okunduğunu duymuştum. (Ama) komite ve alt
komite her sayıyı daha önce bizzat okuyorlar ve her
makalenin ajitasyon açısından nasıl değerlendirileceğini
beraberce belirliyorlar.
…
Her haber, ajitasyon önemi açısından tartışılmalı, her
haber işçi çevresinde söz konusu şehirde toplanma alışkanlığı
olan bütün işçilerin bütün
çevresinde okunmalı.” (Bütün Eserler, C. 6, s. 309)
Lenin,
Rusya’ya gönderdiği mektuplarından birinde de (1903) Iskra’nın
işçi toplantılarında okunup okunmadığını, makalelerin
tartışılıp tartışılmadığını, hangi türden makalelerin
daha büyük bir istekle okunduğunu sorar.
Bolşevik
partinin devrim öncesi tarihi; illegal çalışma dönemi Bolşevik
gazetelerin nasıl ajitasyon araçları olarak değerlendirildiklerini
gösterir. Özellikle Lenin ve Stalin, Bolşevik gazetelerin işçi
toplantılarında okunmasını, ajitasyon çalışmasının önemli
bir metodu olarak görmüşlerdir.
Ajitatör,
böyle bir çalışmaya nasıl hazırlanır? Gazete okuma
toplantıları düzenleyen ajitatörün hangi amaçları
olabilir? Böylesi toplantılarda ajitatörün amacı,
dinleyicilere okunmasını planladığı yazıları kavratmaya
çalışmaktır. Amaç gazetenin, en azından okunan kısmının
veya ajitatörün işlediği konuların doğru kavranmasını
sağlamaktır.
Birlikte
sesli okumak, gazetenin tamamının ortaklaşa okunması anlamına
gelmez. Bu, hem imkansızdır, hem de amaca uygun değildir. Birlikte
okumak, ajitatörün seçmiş olduğu, okunmasını istediği
materyalin dinleyicilere tanıtılmasıdır.
Demek
oluyor ki profesyonel bir ajitatör, gazeteyi toplantıdan önce
incelemek zorundadır. Aksi taktirde o iyi bir ajitatör olamaz.
Bunun ötesinde profesyonel bir ajitatör, dinleyicilerinin siyasi
kavrayış seviyesini ve toplantıya katılanların ilgi sahası
bileşimini bilmek zorundadır. Böyle bir toplantıya 8 kişi
katılıyor ve bunların 6’sı belediyede, 2’si tekstilde
çalışıyorsa ve ajitatör gereksiz bir şekilde tekstil
işçilerinin sorununu ön plana çıkarıyor ve diyelim ki, belediye
işçilerinin devam eden grevini tali bir sorun olarak ele alıyorsa
tamamen yanlış bir iş yapıyor demektir. Diğer bir ifadeyle;
profesyonel bir ajitatör toplantıya katılanların hangi
işyerlerinde çalıştıklarını, ne gibi sorunları
(işyeri-sektör) olduğunu çok iyi bilmek zorundadır.
Dinleyicilerin siyasi ve kültürel seviyesini, çalışma
durumlarını bilen ajitatör, hazırladığı/hazırlandığı
konunun derinliğini ve kapsamını belirler. Böylelikle toplantının
yüzeysel olması veya siyasi-teorik olarak ağır olması
engellenmiş olur.
Ajitasyon
faaliyeti için yapılan hazırlık, bir ajitatörün başarılı
olup olmadığını veya olup olmayacağını ele verir. Bir ajitatör
düşünelim; gazeteye veya ajitasyon materyali olarak seçtiği
yazılara şöyle bir göz atmış olsun ve bu arada da “bunları
biliyorum” diye mırıldansın. Ve “bunları biliyorum”a
güvenerek görevini icraya koyulsun. Şimdi başka bir ajitatör
düşünelim. Bu ajitatör, dünyanın ve ülkenin ekonomik-siyasi
konjonktürünü, toplantıya katılanların kültürel-siyasi
seviyelerini, ilgi alanlarını dikkate alarak materyal seçsin. Bu
ajitatör, aynı zamanda kafasına veya not defterine yabancı
kelimelerin anlamını, yabancı isimleri, branşa özgü deyimlerini
not etsin. Bunlardan hangisi başarılı olur? Bunlardan birincisi,
görevini hafife alışından dolayı sadece yapmış olmaz, o
partiye karşı bir suç işlemiş olur. İkincisi ise görevini
başarıyla yerine getirir.
Ajitatör,
okuma süresini uzun tutma malıdır. Okunmasını ve tartışılmasını
doğru bulduğu materyalin okunma süresi bir saati aşmamalıdır.
Okuma
aşaması
Ajitatör,
okumaya başlamadan önce, hangi konunun ele alınacağını, niçin
böyle bir seçimin gerekli olduğunu toplantıya katılanlara
açıklamalıdır. Böylece, dikkatlerin ele alınan konuya
çekilmesi daha baştan sağlanmış olur.
Okuma
görevini bizzat ajitatörün yerine getirmesi en doğru ve en
etkileyici yöntemdir. Açık-seçik, harfleri, kelimeleri yutmayan,
noktasına, virgülüne, vurgulamasına dikkat eden bir okuyucu
gereklidir. Bu özelliklere dikkat etmeyen, akıcı, neredeyse
büyüleyici olmayan bir okuyucu, sıkıcı olur, ilgiyi dağıtır
ve okuma eylemi başarısız olur. Ajitatör, bu özelliklere sahip
değilse, okumasını en iyi beceren birisi okumalıdır. Okuma
tamamlandıktan sonra sıra soruların cevabına ve tartışmaya
gelir. Ajitasyon faaliyetinin bu bölümü, çalışmanın en zor ve
en çok sorumluluk gerektiren bölümüdür. Bu bölümde
ajitatörün yeteneği, soruna ne derece hakim olduğu ve aynı
zamanda –zorlanma durumunda– sorumluluğunun ne derece bilincinde
olup olmadığı açığa çıkar. Bu bölümde ajitatör, konuyla
ilgili yöneltilen bütün sorulara cevap vermekle, tartışmayı
yönlendirmekle karşı karşıyadır. Sorulan sorulara, toplantıya
katılan başkalarının da cevap vermelerini sağlamak böylelikle
katılanları tartıştırmak usta, mesleğini bilen bir ajitatörün
işidir. Tabii ki son söz ajitatöründür. O, duruma göre cevabı
toparlayıcı olarak, somutlaştırarak vs. verir.
Öyle
durumlar olur ki, ajitatör şu veya bu soruya cevap veremez. Bu
durumda yapılması gereken açıklıktır. “Bu sorunun cevabını
verecek durumda değilim, bir dahaki sefere cevaplandırırım”
demektir. Sorumluluğunun bilincinde olan bir ajitatör böyle
hareket eder. Diğer yol; cevap veriyormuş havasıyla laf
kalabalığı, demagojidir.
Okuma
eylemi bittikten sonra ajitatörün ilk işi –ilk sorusu–
tartışmayı başlatmak için “sorularınız var mı yoldaşlar?”
olacaktır. “Hayır sorumuz yok” diye cevapların gelmesi
ajitatörün, görevini yerine getiremediğinin ifadesidir. Ya yanlış
konu seçiminden veya başka nedenlerden dolayı okunan konuya ilgi
gösterilmemiştir ve dinleyiciler, bir an önce gitmek için,
“hepsini anladık, tartışmaya gerek yok” demek istemişlerdir.
Okuma
eyleminden sonra, soruların sorulmasında ve canlı bir tartışmanın
yapılmasında ajitatörün önemli bir rolü vardır. Ajitatör, o
anda, okunan konu üzerine canlı, toplantıya katılan herkesin
katıldığı bir tartışmayı örgütlemek, yönlendirmek
zorundadır. Aksi taktirde o, görevini okumakla sınırlamış veya
yarım yapmış olur.
Seçkin
Bolşevik propagandacı ve ajitatör olan Kalinin’in şu sözleri
soruna açıklık getiriyor:
“40
yıl önce bizzat okuyucuydum. İllegal çevrem 15 insanı
kapsıyordu. Sadece okumuş olsaydım hiçbir sonuç alınmazdı.
Okuma eylemi o zaman için 15-20 dakika sürüyordu, sonra
tartışıyorduk. Soruyorum; ‘söyleyin, bunu veya şunu anladınız
mı?’, ‘Hayır, bunu anlamadık’… ‘Tamam, meseleye açıklık
getirelim’. Ve tartışma başlar; bir saat, 1,5 saat (bazen) daha
da uzun sürer. Okuduğum müddetçe dinleyiciler uyumazlardı. Çünkü
okumadan sonra tartışmanın başlayacağını biliyorlardı.
Görüyor musunuz yoldaşlar, ajitatör olmak hiç de kolay değil.
Gazetenin okunması, neredeyse başlı başına bir propaganda
faaliyeti. Bu çok ustaca, düşünülerek yapılmalıdır. Okuyan ve
tartışmayı yöneten dinleyicilerin ilgisini çekmeyi anlamazsa ve
dinleyiciler, her şeyi daha önce ezberlediğinizi biliyorlarsa,
nasıl bir tartışma olabilir ki? Dinleyiciler, böyle bir okuma
saatini, ders saati –eski din dersi cinsinden– olarak
kabullenirler.” (Siyasi Ajitasyon Üzerine, 21 Nisan 1942, Alm.
1952, s. 10, Broşür olarak).
Burada
örnek alınması gereken, Kalinin’in anlatmak istediği ajitasyon
metodudur. Ajitatör, ajitasyon faaliyeti üzerine bütün
tecrübeleri değerlendirmelidir.
Biz
burada özgür basını ve açık basını göz önünde tutarak bu
basınlarla grupsal ajitasyon çalışmasında ajitatörün dikkat
etmesi gerektiği belli başlı noktaları belirttik.
Komünist
partinin ajitatörleri, faaliyet alanlarında; fabrikalarda,
okullarda, semtlerde düzenledikleri bu türden küçük grupsal
ajitasyon –ajitatör genellikle küçük gruplarla çalışır–
faaliyetiyle verebileceklerinin hepsini, en anlaşılır bir şekilde
vermekle; partinin çizgisini kavratmakla, katılanları siyasi
olarak eğitmekle karşı karşıya olduklarının bilincinde
olmalıdırlar. Komünist partinin ajitatörleri, geleceğin
savaşçılarının, militanlarının, komünistlerinin kendi
ellerinden (eğitimlerinden) geçtiğinin bilincinde olmalıdırlar.
(IV)
KADROLARIN
SEÇİMİ, TERFİSİ VE GÖREVLENDİRİLMELERİ
1)
Bolşeviklerin Kadro Sorununa Yaklaşımları
Bolşevizmin
tarihinde, örgütlenme sorununda bir bütün olarak kadro olgusuna
oldukça önem verilmiştir. Bolşevizmin tarihi, Lenin ve Stalin’in
bir çok yazısı, bu sorunun ne denli önemli olduğunu
göstermektedir. Lenin ve de Stalin şunu öğretiyorlar; tarihte
hiçbir sınıf, hareketini örgütleme ve yönlendirme yeteneğine
sahip olan önderlerini yetiştirmeden hakimiyetini kuramaz. Lenin ve
Stalin, kadroyu, kadroları, partinin en değerli hazinesi olarak
görmüşlerdir. Onlar, kadroları, partinin belirleyici, nihai sonuç
alıcı güçleri olarak değerlendirmişlerdir. Onlar, partinin
politikasının, partinin örgütsel önderliğinin kadrolar
tarafından gerçekleştirildiğini çok iyi biliyorlardı.
Politik
önderlik, partinin ve onun her bir örgütünün en başta gelen
faaliyetinin esas bölümünü oluşturur. Siyasi çizginin geleceği,
bu çizginin devamı veya yenilgisi örgütsel faaliyete, insanların
doğru seçimine, parti kararlarının uygulanmasının
denetlenmesine ve de bu denetlemenin örgütlenmesine bağlıdır.
Stalin’in deyimiyle insan seçimi, kadrolar belirleyici oluyor.
Stalin,
SBKP(B)’nin XVIII. Kongresi’nde partinin o zamana kadar olan
zengin tecrübesine dayanarak sorunla ilgili adeta klasikleşmiş
yorumunu yapar.
“Doğru
politik çizgi hazırlandıktan ve pratikte denendikten sonra parti
kadroları, parti önderliğinin belirleyici gücü olur.
Doğru
siyasi bir çizgiye sahip olmak tabii ki öncelikle ve en önemli
olandır. Ama bu yeterli değildir. Doğru siyasi bir çizgi,
açıklamak için değil, pratiğe geçirmek için zorunludur. Ama
doğru siyasi çizgiyi pratiğe geçirmek için kadroya ihtiyaç
vardır, partinin siyasi çizgisini anlayan, bu çizgiyi kendi
çizgisi olarak kabul eden, onu pratiğe geçirmeye hazır olan, onu
pratikte gerçekleştirmeyi kavrayan, bu çizginin sorumluluğunu
taşıma, onu savunma, mücadelesini verme yeteneğine sahip olan
insanlara ihtiyaç vardır. Aksi taktirde doğru siyasi çizginin
kağıt üzerinde kalma tehlikesine maruz kalınır.” (C. 14,
s. 216, Alm).
Bolşevik
parti, kuruluşundan beri yönetici kadroların
eğitimine/yetiştirilmesine fevkalade önem vermiştir. Örneğin
Lenin, Bolşevik partinin inşasına giriştiğinde “Bize
devrimcilerin bir örgütünü verin Rusya’yı yerinden oynatırız”
diyerek kadroların önemini ve rolünü belirtiyordu. Partinin
inşası için mücadele döneminde temel görev, işçi sınıfının
en canlı/dinamik, en dürüst, en açık, en onurlu unsurlarını
parti için kazanmak, onları kadro olarak yetiştirmek, öncüyü
yaratmaktı.
Bolşevik
parti, büyük bir inanç ve kararlılıkla, mesleği devrimcilik
olan korkusuz önderlerini yetiştirdi. Bu önderlerin her biri
çarlığa karşı mücadelenin ateşiyle, her türden oportünizme
(ekonomizm, menşevizm, tasfiyecilik vs.) karşı mücadelenin
ateşiyle yetişti ve çelikleşti.
Oportünistler
işçi sınıfının yaratıcı gücüne inanmazlar. Dolayısıyla
onlar, işçi sınıfının kendi önderlerini yetiştireceğine de
inanmazlar. Lenin ve Stalin oportünistlerin işçi sınıfına olan
inançsızlıklarını, işçi sınıfının kendi önderlerini
yetiştiremeyeceği anlayışlarını teşhir etmişlerdir.
Lenin,
bu anlayışta olanları, “ağaçlardan ormanı göremeyenler”
olarak tanımlamıştır.
Lenin
ve Stalin, partiden profesyonel kadrolar yetiştirmesini talep
etmişlerdir, her fırsatta belirli düzeyde yeteneği olan, yeteneği
açığa çıkan işçilerin kadro olarak yetiştirilmelerini teşvik
etmişlerdir.
Lenin
işçi sınıfının ve gençliğin yaratıcı gücüne inancını ve
kadrolara olan ihtiyacı şöyle ifade ediyordu. “Genç güçlere
ihtiyaç var. Böyle güçler yok deme iddiasında bulunanların
kurşuna dizilmesini öneririm. Rusya’da sayısız insan (bu türden
–çn) var. Sadece, gençler arasında, onlardan
korkmaksızın geniş yürekli ve atılgan olarak, daha
geniş yürekli ve daha atılgan olarak ve bir daha geniş yürekli
ve atılgan olarak propaganda yapılmalıdır.” (C. 8, s. 134,
“H.H. Bogdanow ve S. I. Gussew’e Mektup” Alm.).
Lenin,
bir ordu için savaş dönemi nasılsa, parti içinde devrimci dönemi
öyle görüyordu: Nasıl ki, savaş döneminde orduya yeni asker
almak önemliyse, savaşan parti için de kadro ordusunu genişletmek,
yedeklerini harekete geçirmek o denli önemlidir. Lenin ve Stalin,
illegalitenin en ağır koşullarında kadroların yetiştirilmesi
için durmaksızın mücadele etmişlerdir. Onların tükenmez
enerjilerinin, doğru önderliklerinin sonucu olarak çarlığa karşı
mücadelenin ateşi içinde Bolşevik parti proletaryanın öncüsü
olarak güçlenmiş, sömürü düzenini yıkarak, sosyalist düzeni
kurma yeteneğini sergilemiştir.
Türkiye
ve Kürdistan coğrafyasında sınıf mücadelesinin ateşi içinde
pişen, çelikleşen ve bolşevikleşen komünist partisi, kadroların
seçim, terfi ve görevlendirilmesinde Bolşevik, Leninist, Stalinist
ilkeleri kararlı bir şekilde kıstas almaya devam edecektir.
2)
Kadroların Seçiminde, Terfisinde ve Görevlendirilmesinde Temel
İlkeler
Lenin
ve Stalin’in eserlerinde kadro seçiminde hangi ilkelerin kıstas
alınmaları gerektiği üzerine bir dizi notlara, anlayışlara
rastlanır. Bir örnek verecek olursak, Lenin, 5 Ağustos 1921’de
N. M. Knipoviç’e gönderdiği telgrafta bir yöneticide olması
gereken özellikleri şöyle sıralıyordu; a-güvenirlik, b-siyasi
durumu, c-uzmanlık durumu, d-yönetme/idari yeteneği (Mektuplar. C.
VIII. 1921, s. 100, Alm.)
Stalin
de kadroların seçiminde soruna siyasi ve uzmanlık yeteneği
açısından yaklaşılmasını öğretir. Yani esas olan, söz
konusu kadro adayının siyasi güvene sahip olup olmadığı,
kendisine verilecek somut görevi yerine getirecek yetenekte olup
olmadığıdır. Tecrübeler, özellikle Bolşevik parti tecrübesi,
göstermektedir ki, kadro seçimine tek yanlı, tek kıstas ışığında
yaklaşım doğru olamaz; kadro seçiminde kıstas olabilecek bütün
yaklaşımlar göz önünde tutulmalıdır.
Kadroların
seçimi, onların terfisiyle sıkı bağ içindedir. Kadro, oluşumu
tamamlanmış, sonuçlanmış bir süreç olarak görülemez. Bugün
iyi olan yarın daha iyi olacaktır. Bugün tecrübesiz olan yarın
tecrübeli olacaktır. Daha iyi ve tecrübeli olmak, daha iyi ve
tecrübeli olmanın son sınırına varmış olmak anlamına gelmez.
Çünkü daha iyi olmanın ve tecrübenin sınırı yoktur. O halde
kadro kapsamı, adım adım yeni yetişen kadrolarla genişleyecektir
ve partinin daha iyi, tecrübeli kadrolarının yanı sıra genç,
yeni yetişen, tecrübesiz kadroları olacaktır. Bu durumda parti
kendini hangi kadrolara dayandırmalıdır? Sadece yaşlı,
tecrübeli olanlara mı yoksa, sadece genç ve tecrübesiz olanlara
mı? Partinin böyle bir ayırım yapması ve kendini sadece şu veya
bu türden kadrolara dayandırması başlı başına bir hatadır.
Bu, Leninist kadro politikasının kavranmadığını ifade eden bir
hatadır. Bu konuda Stalin şöyle der, “… Görev, kendini ne
yaşlı veya ne yeni kadrolara göre yönlendirmek değildir…
Görev, koordinasyondur, yaşlı ve genç kadroların partinin…
yönetici faaliyetinin ortak orkestrasında birleştirilmesidir…”(C.
14, s. 218)
Yaşlı/eski
kadroların şüphesiz ki derin tecrübeleri vardır; onlar
Marksist-leninist ilkelere sıkıca bağlıdırlar, alanlarında
birer uzmandırlar, yön tayin etme, gelişmelerin yönünü/içeriğini
kavrama özellikleri vardır. Bu özellikler, eski kadroları yeni
olanlardan ayırıyorlar. Ama mücadele eden ve gerçekten mücadele
eden bir partide bu türden kadrolar sayısal olarak azdır. Bu
doğaldır. Çünkü büyüyen partinin genç kadro ordusu da büyür.
Diğer taraftan bazı eski/yaşlı kadrolarda eskiye bağlı
kalma,
yeni olanı görememe eğilimi vardır. Bu eğilim, önü alınmazsa
bu kadroları pratikten, yaşamdan koparabilir.
Yaşlı/eski
kadroların özelliklerine sahip olmasalar da genç kadroların
kendilerine özgü özellikleri vardır. “Genç kadrolara
gelince, tabii ki onlar, yaşlı kadrolar gibi tecrübeye,
çelikleşmiş olmaya, bilgiye ve yönlenme yeteneğine sahip
değiller. Ama genç kadrolar, birincisi, ezici çoğunluğu
oluşturuyorlar. İkincisi gençtirler ve işten (görevden –çn)
ayrılma tehlikesiyle karşı karşıya değillerdir. Üçüncüsü
yeni olana duyulan hisle yanıp tutuşurlar; bu Bolşevik görevlinin
değerli bir özelliğidir ve dördüncüsü, seri bir tempo içinde
büyürler ve eğitim görürler. Fırtınalı bir şekilde
gelişirler…” (Stalin, C. 14 s. 217/218. Alm.)
“Bu
işi yapabilecek, şu işi yapabilecek insan yok” vb. sözler sık
sık duyulur. Bu ve benzeri sözler doğruyu ifade eden değil, bu
anlayışta olanların eksikliğini ifade eden sözlerdir. Bu sözler,
parti görevlilerinin özelliklerine, zamanında yükseltilmelerine
gerekli önemi vermemenin; işe yarar insanların az olmasından
yakınmanın ifadesidir. Tanımadığımız, görmediğimiz için
bilgisayarcı ararız. Konuşmadığımız, tartışmadığımız
için birtakım insanlarımızın ajitatör ve propagandacı
özelliklerini bilmeyiz. Kendimiz teknik işi anlamadığımız için,
herkesin de öyle olduğunu sanırız. Bu liste uzatılabilir ve çok
uzun bir listenin ortaya çıkacağından da şüphe etmiyoruz. Bu
liste bizim eksikliğimizi dile getiriyor. Etrafımıza baktığımız
zaman, bakmasını öğrendiğimiz zaman, insanlarımızı bütün
yönleriyle tanımasını öğrendiğimiz zaman, aranan yetenekte,
özellikte insanlarımızın olduğunu görürüz. Önemli olan,
onları tanımak, zamanında görevlendirmektir.
Öyleyse
kadro azlığından yakınma anlayışını literatürümüzden
çıkartmalıyız. İnsanlarımızı tanımayı, onları
görevlendirmeyi, yükseltmeyi bilmeliyiz. Mücadele eden parti, her
mücadele alanında gelişen partidir. Nasıl ki, parti ileriye doğru
her adımıyla yeni bir mevzi elde ediyorsa, büyüyorsa,
gelişiyorsa, kadrolar da aynen öyledir. Gelişen, ilerleyen,
kadrolar yeni görevlerin, ileri, kapsamlı görevlerin adayıdırlar,
onların yerini de arkadan gelenler alacaktır.
Kadroların
yükseltilmesinde neye dikkat edilmelidir?
F.
Engels şöyle diyor:
“Onlar…
‘akademik eğitimlerinin kendilerine, parti içinde uygun görev
için hak sahibi kılan bir subay patenti vermediğini görmelidirler,
onlar görmelidirler ki, partimizde herkes çekirdekten yetişerek’
hizmet etmek zorundadır, partimizde görev (mücadeleyle) elde
edilir; bu, şüphesiz ki mevcut olsa da edebi yetenekle, teorik
bilgiyle değil, bilakis bunun için parti mücadelesinin koşullarını
bilip bilmemek ve bu mücadelenin formlarına alışıp-alışmamak,
sınanmış kişisel güvenilirlik ve karakter yapısı ve
nihayetinde mücadele edenlerin saflarına gönüllü katılımla”
elde edilir. (C. 22, s. 69/70. Alm.)
Böylelikle
Engels, kadroların seçim, yükseltme ve görevlendirilmesinde
akademik birikime güvenmenin, bunu yeterli kıstas olarak görmenin
yanlış olduğunu belirtiyor ve buna güvenenleri de yukarıya
aktardığımız şekilde bilgilendiriyor.
Yükseltilen
kadroya yardım etmek ilk iş ve esastır. Hiçbir parti örgütünün,
yeni yükseltilmiş bir kadroyu “sen yeteneklerinden dolayı bu
göreve getirildin” anlayışından hareketle yalnız bırakmaya
hakkı yoktur. Yeni yükseltilen, atanan kadrolara yardım,
partinin, bütün parti örgütlerinin en asli görevidir. Yeni
görevlendirilen, yükseltilen kadro ve onun görevinde yeni oluşu
unutulmamalıdır, partinin ve örgütlerinin yardım eli böylesi
kadroların hep yanında olmalıdır. Aksi taktirde böyle bir
kadro
gerekli yardımı/desteği görmeyince geriler, görevini yerine
getiremez.
Stalin,
her bir kadronun, parti görevlisinin eğitimine, yetiştirilmesine
oldukça itina gösterilmesini, ona yardım edilmesini öğretiyor.
Lenin
ve Stalin, kadroları, mücadeleye en iyi hizmet edebilecekleri
alanlarda görevlendirmeyi öğretiyorlar. Lenin bunu, “muazzam
büyüklükte bir orkestraya ihtiyacımız var. Bu orkestrada rolleri
doğru dağıtmak için tecrübe toplamalıyız” diyerek açıklar.
O
halde dikkat edilmesi gereken temel nokta şudur; kadroların
dağıtımında/görevlendirilmesinde esas olan, kadroların
yeteneklerini geliştirebilmeleridir, verebileceklerinin en fazlasını
verme olanağının sağlanmasıdır. Kadro, doğru alanda yeteneğine
uygun işte görevlendirildiğini hissetmelidir. Unutulmamalı ki,
devrimci faaliyet çeşitli mücadele alanlarında farklı
yetenekleri zorunlu kılar: “… Devrimci faaliyet çeşitli
yönleri çeşitli yetenekleri zorunlu kılar. Öyle ki bazen,
örgütleyici olarak hiç işe yaramayan bir insan yeri doldurulamaz
bir ajitatör olabilir veya sıkı gizli disipline uygun olmayan bir
insan seçkin bir propagandacı olabilir vs.” (Lenin, C. 6, s.
234, Alm.)
Kadroların
doğru alanlarda, yeteneklerine uygun olarak görevlendirilmesiyle;
a-en büyük başarı sağlanmalıdır, b- faaliyette koordinasyon,
bütünsellik ve genel coşku elde edilmelidir. Diğer taraftan,
hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereken belirleyici öneme haiz
bir nokta da şudur; somut durum ve bu durumdan kaynaklanan siyasi
görevler dikkate alınmaksızın kadro görevlendirilmesi yapılamaz.
Kadroların
seçimi, terfisi ve görevlen dirilmesinin temel ilkeleri Stalin
tarafından çok parlak bir şekilde tanımlanır:
“Doğru
kadro seçiminin anlamı şudur:
Birincisi,
kadroların, partinin… altın fonu olarak taktir etmek, onlara
itina göster mek ve onlara saygı duymak.
İkincisi;
kadroları tanımak, her bir işçi kadronun üstünlüklerini ve
eksikliklerini itinalı bir şekilde araştırmak…
Üçüncüsü;
itinalı bir şekilde kadro yetiştirmek, gelişen her bir görevlinin
yükselmesine yardım etmek, böyle görevliler ile sabırlı bir
şekilde ‘meşgul olmak’ ve onların gelişmesini hızlandırmak
için zaman harcamaktan kaçınmamak,
Dördüncüsü;
zamanında ve cesurca yeni, genç kadroları eski yerlerinde
paslandırmaksızın terfi ettirmek.
Beşincisi;
görevlileri, her biri doğru yerde olduklarını hissedecek bir
şekilde dağıtmak…” (C. 14, s. 216/217)
Kadro
seçimi, terfisi ve görevlendirilmesinin bu temel ilkelerinin sıkı
uygulanması komünist partinin ve onun bütün örgütlerinin en
önemli görevlerinden birisidir. Bu görevi yerine getiremeyen
partinin, devrim yapması bir hayaldir.
3- Kadroların
İdeolojik-Teorik Eğitimi
Kadroların,
alanlarında görevlerini tam anlamıyla yerine getirebilmeleri için,
siyasi seviyelerinin sürekli yükselmesi gerekir. Komünist parti,
gerçekten mücadele ediyorsa, onun görevleri giderek hem
karmaşıklaşıyor, derinleşiyor ve hem de daha kapsamlı hale
geliyordur. Kadrolar Marksist-leninist teoriye hakim olmakla bu
görevlerin üstesinden gelebilirler.
Kadroların
seçimi, terfisi ve görevlendirilmesi gelişigüzel yapılamaz. Bu
iyi örgütlenmesi gereken bir sorundur. Faaliyetin şu veya bu
alanlarında aksamaların başlaması, kadroların eğitiminin
içeriksizleşmesi partinin bütün alanlardaki faaliyetinin
aksamasına veya aksayacağına doğrudan bir işarettir.
“Söz
konusu parti faaliyeti … alanında görevlilerin Marksist-leninist
yaklaşımı ne denli yüksek olursa… faaliyet de o denli verimli
olur, sonuçları o denli etkili olur ve terfi; görevlilerin
Marksist-leninist yaklaşımı ne düşük bilinçli olursa ve siyasi
seviye ne denli düşük olursa, faaliyette hatalar ve başarısızlık
o denli muhtemel olur… bayağılaşmaları… işgüzarlıkları ve
yozlaşmaları o denli muhtemel olur. Kesinlikle söyleyebiliriz;
kadrolarımızı, faaliyetin bütün alanlarında ideolojik olarak
silahlandırmayı anlarsak ve onları, iç ve uluslararası durumda
kendi başlarına yön tayin edebilmeleri ölçüsünde siyasi olarak
çelikleştirirsek, onları tamamen olgun Marksist-leninistler
yapmayı anlarsak…hatalarımızın onda dokuzunu çözümlenmiş
olarak görebiliriz.” (Stalin, C. 14, s.
219/220,
Alm.)
Bunun
ötesinde Stalin şunu vurguluyor; Marksizm-leninizm toplumsal
bilimin bir dalıdır. Bolşevikler, bu bilime hakim olmak
zorundadırlar. “Leninist, sadece tercih ettiği bilimsel alanda
uzman olmamalıdır. O, aynı zamanda, ülkesinin geleceğine canlı
ilgi duyan, toplumun gelişme yasalarına vakıf olan, bu yasaları
kullanmayı kavrayan …siyasi ve toplumsal aktif bir insan da
olmalıdır.” (Stalin; agy).
Birliğin
gerçekleşmesi komünistlerin önünde büyük bir görevdi. Bu
görev başarıyla yerine getirildi ve sonra partileşme yolunda
önemli adımlar atıldı ve “K” eki kaldırıldı. Bu,
partinin daha kapsamlı, daha derin, daha karmaşık, daha çetin
görevlerle karşı karşıya olduğunu gösterir. Parti büyüyor ve
onunla birlikte görevlerde büyüyor. Bu, diğer şeylerin yanı
sıra hem genel anlamda, hem de kadroların eğitimi anlamında
eğitim faaliyetine olağanüstü bir önem vermenin kaçınılmaz
olduğunu gösteriyor. Partinin büyümesine paralel olarak,
sosyalist bilincin rolü de ilerlemenin devasa bir faktörü olarak
büyümektedir. Bugün bu alanda atacağımız adımlar, geleceğin
insanını geliştirmenin
adımlarıdır.
Giderek
devleşen görevlerimizi yerine getirmekle karşı karşıyayız.
Bunun için, Marksizm-leninizmi, Bolşevik ideolojiyi kavrayan ve
yorumlayan, partinin siyasi çizgisini “cebi gibi” tanıyan,
siyasi ve örgütsel ve de askeri tecrübelerle donanmış kadrolara
ihtiyacımız vardır.
Sovyet
tecrübesi, Marksizm-leninizm, Bolşevik önderlik sanatını ve
teoriyi somut duruma uygulama yeteneğini öğretiyor. Ama kadroların
Marksist-leninist teori ile donatılmaları, Bolşevik eğitim sadece
kitabi olamaz, parti bu alandaki faaliyetini, kadroların eğitimini
pratik faaliyet ile koordine etmelidir. Unutmamamız gereken nokta,
kitabi eğitimin sadece bir hazırlık aşaması olduğudur. “Sadece
kitaplarla önder yetiştirilemez. Kitap, ilerlememize yardım eder,
ama tek başına önder yetiştirmez. Önder yöneticiler, sadece,
faaliyet içinde yetişirler.” (Stalin, C. 5, s. 193. Alm.)
Lenin
ve Stalin’in birçok yazısında parti yöneticilerinin, kadroların
hangi özelliklere sahip olmaları gerektiği belirtilir. Bu
özelliklerden bazıları şunlardır.
-
Bolşevik ilkeli olmak:
İlkeli
politika yegane doğru politikadır. Lenin ve Stalin böyle
öğretiyorlar. Tutarsızlığın, ilkesizliğin en ufak bir
görüntüsü dahi yenilgiye götürür. Bolşevik ilkeli olmak,
partinin ilkelerinden, politikasından ideolojisinden en ufak bir
sapmaya karşı uzlaşmaz tavır içinde olmak anlamına gelir. Parti
görevlileri, kadrolar koşulsuz bir şekilde ve en ufak sorunlarda
dahi parti çizgisine ve ilkelerine göre hareket etmek
zorundadırlar.
Bolşevik
ilkeli oluş, derin ideolojik donanıma, Marksizm-leninizmin
doğruluğuna olan şaşmaz inanca dayanır. Bu özelliklere sahip
olmayan kişi, Bolşevik ilkeli olamaz. Sadece ilkeli insan, kadro,
devrim
davasına partinin bakış açısından yaklaşabilir.
İlkeli
olmak, eleştirilmekten hangi konumda olurlarsa olsunlar başkalarını
cüretkarca eleştirmekten korkmamak anlamına da gelir. Eleştiri ve
özeleştiriye olan tavır, bir kadronun nedenli ilkeli olup
olmadığını ele verir.
–
Dürüst ve açık olmak:
Dürüst
ve açık olmak, Lenin ve Stalin’in tanımladıkları tipten bir
yöneticinin karakteristik özelliklerindendir. Stalin, Lenin gibi
açık ve dürüst olunmasını öğretir ve o bundan şunu anlar;
bütün gerçeği parti önünde, Lenin gibi tam bir çıplaklık ve
dürüstlükle açıklanmalıdır ve her Bolşevik böyle olmak
zorundadır.
Pratik
faaliyet, ne denli açık ve dürüst olunduğunu açığa çıkartır.
Her bir komünist, hangi görevi yerine getiriyorsa getirsin, hangi
sorumluluğu taşıyorsa taşısın kendi faaliyetine de eleştirel
yaklaşmak ve gerçeği bütün yönleriyle dile getirmek zorundadır.
Kadroların
dürüstlük ve açıklık ruhuyla eğitilmeleri gerekir. Bu ne
anlama geliyor diye sorabiliriz. Bunun anlamı şudur, kadrolar,
kendi hataları ve eksiklikleriyle de eğitilmelidirler.
Bu
konuda Stalin şöyle diyor:
“Bolşeviklerin
görevi, hatalarını gizlememektir, hatalarına ilişkin sorudan
sıyrılmaya çalışmamaktır… Bilakis açıkça, dürüstçe
hatalarını kabul etmeleridir, açıkça ve dürüstçe bu hataları
düzeltmenin yolunu göstermeleridir, açıkça ve dürüstçe
hatalarını düzeltmeleridir.” (C. 14, s. 150, Alm.)
Hata
kabul etmemek veya hatayı kabul etmekten kaçınmak, bir kadronun
otoritesine zarar verir. Yanlış olanı kabul etmek ve kendini
düzeltmek ise kadronun otoritesini, saygınlığını artırır.
Açık
ve dürüst olmanın kıstası, sarf edilen sözler değildir. Bunun
kıstası, yapılan iştir, pratiktir. Lenin’in dediği gibi
politikada açıklık ve dürüstlük “söz ve pratiğin
uyumluluğuyla” sınanabilir.
-
Eksikliklere karşı uzlaşmaz tavır:
Komünist
partisi, elde edilmiş olanla, kazanılmış mevzilerle yetinemez. O,
devrim yapma iddiasındadır ve ilerlemek zorundadır. Ama her
ilerleme, birtakım –potansiyel de olsa– hata ve eksiklikleri de
beraberinde getirir. Bu, kaçınılmazdır. Burada önemli olan,
eksikliklerimize karşı nasıl bir tavır aldığımızdır. Lenin,
mücadele eden bir parti için, kendi eksikliğini acımasızca açığa
çıkartmanın zorunlu olduğunu öğretir. Parti için geçerli
olan, kadrolar için de geçerlidir.
Yapılanla,
elde edilenle yetinmek, kibirli olmak, başarıdan başarıya
koştuğunu sağıra duyurup, köre göstermek Bolşevik kadrolara
tamamen yabancı olan şeylerdir.
Bolşevik
kadro, eksikliklere ve eksikliklerine karşı asla hoşgörülü
olamaz, başarılarından veya başarıdan dolayı sarhoş olamaz.
Bundan dolayıdır ki, Bolşevik kadro, hatayı, eksikliği daha
oluşum aşamasında görür ve giderilmesi için mücadele eder.
Bir
yöneticinin eksiklikleri gizlemesi asla ve asla affedilecek bir olay
değildir. Bolşevik kadro, sadece eksiklikleri, hataları gören
değil, aynı zamanda onların nedenlerini ve ortadan kaldırılma
yollarını da gösteren kadrodur. Bu anlamda zorluklar karşısında
duran, gerileyen, sorumluluğu başkalarında arayan bir yönetici,
Bolşevik bir kadro olamaz.
Eksikliklere
karşı uzlaşmaz tavır ifadesini eleştiri ve özeleştiride bulur.
Eksikliği açığa çıkartmak, eleştiri ve analiz demektir ve bu
aynı zamanda eksikliğe; hataya neden olanlar açısından da
özeleştiri demektir. Bunun içindir ki, eleştiri ve özeleştiri
komünist partide eksiklikleri ve hataları aşmada ve ilerlemede
temel öneme haiz bir araçtır.
-
Faaliyette iddialı ve cüretkar olmak:
Hatalara
ve eksikliklere karşı uzlaşmaz tavır içinde olmak, faaliyette
iddialı ve cüretkar olmak anlamına gelir. Hiçbir neden, görülen
hata ve eksikliklerin ortadan kaldırılmasını engelleyemez,
engellememeli. Gerçekten iddialı ve cüretkar olan kadro, partiye
ve devrim davasına zarar veren en ufak, en önemsiz bir gelişmeye
göz yumamaz. Bu konuda Stalin, konumu ne olursa olsun, hiç kimsenin
gözünün yaşına bakılmamasını öğretiyor. İddialı ve
cüretkar olmak aynı zamanda yeni görevlere, kapsamlı görevlere
talip olmak demektir. Bunun, idarecilikle, kariyerizmle hiçbir
ilgisi yoktur. İddialı ve cüretkar olmak davaya inancın, partiye
inancın, ahlaki üstünlüğün, gerçekleri bütün çıplaklığıyla
görmenin ve bunu bilerek yeni görevlere talip olmanın bir
ifadesidir. Bunun içindir ki, iddialı ve cüretkar olmayan veya
böyle yetiştirilmeyen bir kadro yaratıcı olamaz.
-
İleriyi görme, bütünü kavrama yeteneği:
Stalin
şöyle diyor:
“Direksiyonda
oturmak, etrafa bakmak ve herhangi kötü bir durumla karşılaşana
kadar hiçbir şey görmemek. Bu, henüz önderlik edilmiyor
demektir. Bolşevizmin önderlikten anladığı başkadır. Önderlik
etmek için, önceden görmek gerekir.” (Über Selbstkritik, s.
15. “Özeleştiri Üzerine”.)
Demek
oluyor ki, Bolşevik önderlik, ileriyi görme yeteneğini ön koşul
kılıyor. Ne kadar ayrıntı içinde olursak olalım, pratiğe ne
kadar dalmış olursak olalım, hiçbir zaman faaliyetin bütünü
üzerine düşünmekten geri kalmamalıyız, faaliyetin/mücadelenin
bütününü gözden kaçırmamalıyız. Aksi durumda bu, ağaçtan
ormanı görememek demektir. Mücadelenin ayrıntısı ve günlük
faaliyet, mücadelenin bütünü üzerine düşüncelerimizi, bütüne
ilişkin perspektifi karartmamalıdır. Aksi taktirde hatalara ve
başarısızlıklara kapıları açmış oluruz. Ayrıntıyı, kendi
faaliyetimizi, bütünün yerine koymuş oluruz. Öyleyse
faaliyetimiz bütünden ve geleceğin sorunlarından kopuk olarak ele
alınamaz.
-
İnisiyatif ve görevi sonuçlandırma yeteneği:
Bolşevik
parti gibi partimiz de yenileştirenlerin/yenilikçilerin partisi
olmalıdır. Yaşamda cereyan eden süreçleri izlemek,
değerlendirmek, yeni olanı kavramaya çalışmak, yeni sorunlara
çözümler aramak ve bulmak, eski olanı atmak temel özelliklerimiz
olmalıdır. Yeniyi hissetmek, yeniyi kavramak Bolşevik bir kadronun
temel özelliğidir ve yeni olanı kavramanın ifadesi de bolşevik
inisiyatiftir.
Kadro,
parti disiplininin, ilkelerinin inisiyatif özgürlüğü olduğunu
kavramalıdır. Örneklersek; yönetimde merkeziyetçilik Leninist
partinin bağlayıcı öneme haiz bir ilkesidir. Bu ilkeye uymak, üst
organların kararlarını olduğu gibi hayata geçirmek demektir. Ama
merkeziyetçilik, yerel örgütlerde, yerel faaliyette inisiyatifi
asla ve asla köreltmez, tam tersine geliştirir. Sormak gerekir,
inisiyatif ve görüş geliştiremeyen bir yerel örgüt, merkezin
kararlarını pratiğe nasıl geçirecek?
Lenin’in
ve Stalin’in öğrettikleri gibi, yerel örgütler, yerel mücadele
içinde olan kadrolar, mücadeleyi ilerletebilmek için inisiyatifli
olmak zorundadırlar. Şu unutulmamalıdır: Genel politik çizgide
bütünlük, yerel alandaki münferitliği, yerele olan özgünlüğü
ve bu doğrultuda mücadeleyi geliştirir. Çünkü genel politik
çizginin bütünlüğü yerel alandaki çeşitliliğe dayan
maktadır.
Yerel
parti örgütleri her zaman ve her koşul altında üst organlardan
direktif beklemek zorunda kalmamalıdırlar. Tersine yerel
mücadelenin sorunları temelinde inisiyatifli hareket etmelidirler.
Yerel örgütler ve yerel mücadele içinde olan kadrolar şöyle
hareket edemezler; merkezden direktif gelmediği için, x
fabrikasındaki işçilerin direnişine katılamıyoruz. Böyle bir
anlayışın merkeziyetçilikle, devrimcilikle hiçbir ilgisi olamaz.
Diğer
taraftan inisiyatif geliştirmek merkezi direktifleri özümlemek
anlamına gelir. Bu özümleme, mekanik değil yaratıcı bir
özümlemedir. Böyle bir direktifi yaratıcı bir şekilde
özümlemek, onu yerel alanda pratiğe geçirmeyi kavramak anlamına
gelir. Yaşam hem çok yönlü ve hem de karmaşıktır ve bundan
dolayı bir direktifin pratiğe geçirilişi, koşulların
değişimiyle değişik yöntemleri, inisiyatifle yaratıcılığı
kaçınılmaz kılar. Direktif aynı olmasına rağmen koşullar
değiştiği için uygulama yeni sorunları, yeni çözümleri
gündeme getirebilir. Bolşevik bir kadro bu durumu göz önünde
tutmak zorundadır. O, somut durumun tahlilinden hareketle çözüm
yolları aramalıdır ve bulmalıdır. Bunun adı, inisiyatifli olmak
demektir.
Kadroların
inisiyatif ve görevini sonuçlandırma ruhuyla eğitimi onların
kişisel sorumluluk duygusunu geliştirir. Her bir parti
yöneticisinin, her bir kadronun ve parti işçisinin hangi görevden,
hangi işten sorumlu olduğunu bilmesi onların faaliyette
inisiyatiflerini geliştirir, sorumluluğu başkalarında arayan veya
sorumluluğu başkalarının sırtına yıkan görevde iddiasız ve
korkaktır. Böyle birisi bağımsız, cüretli inisiyatif
geliştiremez ve ortak davayı ilerletemez.
Bağımsız
ve cüretli inisiyatif geliştirmek parti çizgisine karşı gelmek,
kendini beğenmiş, kibirli olmak anlamına gelmez. Kendini
beğenmişlik, kibirlilik yapılandan, elde edilenden memnun
olmaya/yetinmeye, sorumsuzluğa ve uyanık davranma maya götürür.
Bolşevik
kadro, kitlelerin yaratıcı inisiyatifini görmeli ve
geliştirmelidir, mücadeleyi bu inisiyatif üzerinde yükseltmelidir.
Böyle hareket eden bir kadro hem kitlelerle kolayca kaynaşır ve
hem de mücadeleyi tabana mal eder.
Memnuniyetin
olduğu, alınan sonucun mükemmel bulunduğu ve “dahası da
olmazdı” anlayışının hakim olduğu yerde inisiyatif gelişmez.
İnisiyatif, elde edilen sonuç ne denli devasa olursa olsun, bununla
yetinmemenin, daha ileri gitme anlayışının ve bu anlamda da
pozitif memnuniyetsizliğin olduğu yerde gelişir.
Nasıl
ki, parti üyesi olabilmek için parti programı ve tüzüğünün
kabulü, parti örgütlerinden birisinde görev alma ve
aidatını düzenli ödeme ön koşul ise, üyeliğin “olmazsa
olmaz” kuralıysa, bir Bolşevik kadronun da tuttuğu işi
sonuçlandırması o denli bir kuraldır, Bolşevik kadro olmanın ön
koşuludur. İnisiyatif pratik örgütsel faaliyet ile ayrılmaz bağ
içindedir. Bir inisiyatifi, öneriyi şiddetle savunan, ama yaşam
bulması için örgütsel faaliyete yanaşmayan bir yönetici/kadro
düşünebilir miyiz? Bolşevik anlamda düşünemeyiz. Bolşevik
kadro/yönetici böyle olamaz. Ama gösteri anlamında düşünebiliriz.
Bazıları, şov için “inisiyatif”li olabilirler, gürültü,
patırtı yapabilirler, bir dizi öneride bulunabilirler. Ama sıra
pratik faaliyete gelince ortadan yok olurlar. Bu türden unsurların;
gevezelerin “inisiyatif”iyle, gerçek inisiyatifli oluşu,
inisiyatif geliştirmeyi birbirine karıştırmamalıyız.
Bu
özelliklerin ötesinde parti yöneticisi/kadro, objektif olma,
soruna fiili müdahale etme yeteneğine sahip olma ve insanlara karşı
anlayışlı davranma özelliklerini de taşımalıdır.
Proleter Doğrultu, Sayı 7, Eylül - Ekim 1996