EKİM
DEVRİMİNDEN 19. PARTİ KONGRESİ'NE SB'DE SOSYALİZMİN İNŞA
SORUNLARI IV
Sosyalizmde
Devlet ve Hukuk
Sovyet Devletinin Gelişmesi
Bu
ve bundan sonraki makalemizde, birbiriyle içiçe geçmiş iki
sorunu ele alacağız: Sosyalizmde devlet ve hukuk sorunu.
I-
Sorunun Anlamı Üzerine
Marks,
Engels, Lenin ve Stalin'in öğretisi temelinde dünyanın ilk
sosyalist toplumu kuruldu. Sosyalist toplumsal ilişkiler üzerine
yükselen bu yeni toplumda sömürü yoktu. Yeni insanın
yaratılması, toplumun komünizme doğru gelişmesi için bütün
maddi koşullar sürekli geliştiriliyordu. Bu toplum; sosyalist
Sovyet toplumu veya toplum düzeni, proletaryanın, köylülüğün,
aydınların zihni gücünün devasa bir gelişmesinin esas ve temel
koşuluydu. Büyük Ekim Devrimi, kurulan proletarya diktatörlüğü
ve sosyalizmin inşası, kapitalizmin çöküşünün kaçınılmaz
olduğunu ifade ediyordu. Teori pratiğe geçirilmişti. Hem de
başarıyla.
"Burjuvazi,
üretim aletlerini, yani üretim ilişkilerini yani bütün toplumsal
ilişkileri sürekli devrimcileştirmeden var olamaz"
(Marks/Engels; Seçilmiş Yazıları, C.1. S. 26, "Komünist
Manifesto”, Alm.)
"Devasa
üretim ve dağıtım araçlarını (harikalar yaratır gibi) ortaya
çıkartan modern burjuva toplum, davet ettiği yeraltı güçleri
üzerinde artık hakimiyet kuramayan cadı ustasına benziyor"
(A.g.k. S.28)
"Üretici
güçler" engelleri aşınca,"...bütün burjuva toplumu
alt üst ederler, burjuva mülkiyetin varlığını tehlikeye
sokarlar... Burjuvazinin, feodalizmi yerle bir ettiği silahları,
şimdi bizzat burjuvaziye karşı yönelmiştir" (A.g.k. s.29).
"Öyleyse,
büyük sanayinin gelişmesiyle burjuvazinin ayakları altındaki
temel, onun, ürettiği ve ürünlere el koyduğu temel
çekilmektedir. O, herşeyden önce kendi mezar kazıcılarını
üretiyor. Onun çöküşü ve proletaryanın zaferi, aynı anda,
kaçınılmazdır" (A.g.k. s.35).
Bunlar,
kapitalist toplumun gelişme yasalarıdır. 148 sene önce Marks ve
Engels tarafından formüle edilen bu yasaları, bin bir türlü
denemeye rağmen hiçbir güç ortadan kaldıramamıştır, hiçbir
güç onları değiştirememiştir.
"O
zamana kadar (Marks'a kadar olan dönem kastediliyor- çn.) tarih ve
politika üzerine görüşlerdeki keyfiyet ve kaos, yerini şaşılacak
derecede bütünlüklü ve ahenkli bilimsel bir teoriye bıraktı; bu
teori, toplumsal yaşamın bir formundan üretici güçlerin
büyümesinin sonucu olarak başka yüksek bir formun nasıl
geliştiğini gösteriyor" (Lenin, seçilmiş eserleri (2
ciltlik), C. I, s. 65, Berlin 1955, Alm.)
Marksizm;
Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in öğretisi, toplumsal ilişkilerin
gelişme tarihini ve yasalarını açığa çıkartmış ve
kuramlaştırmıştır. O, aynı zamanda toplumun nasıl ve hangi
yönde gelişeceğini de araştırmış ve yasalarını formüle
etmiştir. Marksizm, bir bütün olarak politik ekonominin, tarihin,
felsefenin, hukuk ve ahlak anlayışının çözümlenemez görünen
karmaşık sorularını cevaplandırmıştır.
"Marks'tan
önceki 'sosyoloji' ve tarih yazımcılığı, en
iyi durumda,
parça parça toplanmış işlenmemiş gerçeklerin bir toplamının
ve tarihi sürecin münferit yönlerini anlatan bir birikim
bırakmıştır. Marksizm, toplumsal ekonomik formasyonların
doğuşunun, gelişmesinin ve çöküşünün sürecinin kapsamlı,
bütün yönlü araştırılmasının yolunu gösterdi; bunu
birbiriyle çelişki içindeki bütün eğilimlerin toplamını
araştırarak ve toplumun
çeşitli sınıflarının
tam anlamıyla saptanabilir yaşam ve üretim ilişkilerine
dayandırarak, münferit "hakim" düşüncelerin seçim
veya yorumunda subjektivizmi dışlayarak ve maddi üretici güçlerin
o aşamasındaki istisnasız bütün düşüncelerin ve bütün
eğilimleri köklerini
göstererek yapmıştır. İnsanlar, kendi tarihlerini kendileri
yaparlar... Marks, tarihin bilimsel araştırmasının... yolunu
göstermiştir"
(Lenin; "Karl Marks", C. 21, S. 45/46 Alm.)
Marks,
devlet ve hukukun bilimsel araştırılmasının da yolunu
göstermiştir. Marks'tan önce burjuva hukuk bilimi acınacak,
zavallı bir durumdaydı. Birkaç örnek;
A.
Comte: "Hukuk kelimesi bugünkü siyasi dilimizden
çıkartılmalıdır... bu her iki teolojik-metafizik kavramlardan
birisi (hukuk/diğeri (neden) gibi ahlak dışıdır, anarşiktir,
akıl dışıdır ve sofistiktir. Tanrısal bir tabana oturmayan
pozitif bir devlette hukuk düşüncesi geriye dönüşümsüz olarak
yok olup gider... Yani hiç kimse daima görevini yerine getirmekten
başka hakka sahip değildir."
G.F.
Hegel: "Hak
(hukuk-
çn.), esasen
kutsaldır..
Her şeyden önce hukuk, her şeyden önce, özgürlüğün doğrudan
doğduğu dolaysız var oluştur".
Hegel'e
göre hukuk, "ide olarak özgürlüktür". Burjuva hukuk
bilimi Hegel'in bu ve buraya aktarmadığımız bir dizi hiçbir şey
ifade etmeyen, hiçbir bilimsel yanı olmayan kavramlarına
dayanmaktadır. Burjuva hukuk bilimi hala Hegel'i aşamamıştır.
Birisi
hukuku tarihten siliyor, diğeri de "ide", yani son kertede
madde ötesi ilişkide veya toplumun maddi ilişkilerinin ötesinde
arıyor.
Marks
şöyle diyor;
"Benim
araştırmamı, devlet formları gibi hukuk ilişkilerinin de kendi
kendine kavranmayacağı, insan zihninin genel gelişmesiyle
kavranamayacağı, bilakis maddi yaşam ilişkilerinden
kaynaklandıkları... sonucuna götürüyor." (Politik
Ekonominin Eleştirisine Katkı" Önsöz, seçme. yazılar. C.1.
s. 337. Alm.)
Hal
böyle olmasına rağmen, hukuk konusu burjuvazinin Marksizme,
somutta da Sovyet devletine; proletarya diktatörlüğüne en çok
saldırdığı bir konuydu. Burjuvazi, güya açık bir alan
bulmuştu. Mantık şu; Madem ki, her şey bir sınıfın çıkarları
için düzenleniyor, o halde hukuka ne gerek var. Nasıl olsa
başkalarının yaşama hakkı yok! Sosyalist hukuk anlayışı veya
proletarya diktatörlüğünde hukuk anlayışı reddedildi.
Burjuvazi ve onun emrindeki her türden revizyonistler, proletarya
diktatörlüğünü (sosyalist devleti) hukuksuzluğun devleti,
barbarlığın ifadesi olarak damgaladılar. Tabii ki bu karalamanın
gerçekle hiçbir ilişkisi yoktu.
Sosyalist
devlet, proletarya diktatörlüğü, toplumsal ilişkileri hukuksal
düzenleme dışında asla ve asla ele alamaz. Hukuksal düzenleme
olmaksızın proletarya diktatörlüğü; sosyalist devlet
düşünülemez.
"Açık
ki burada aynı ilke, meta mübadelesini –şayet eşit değerlerin
mübadelesi söz konusuysa– düzenleyen ilke hakim. İçerik ve
biçim değişmiş, çünkü değişmiş koşullar altında hiç
kimse kendi emeğinden başka bir şey veremez ve çünkü diğer
taraftan, kişisel tüketim araçlarından başka hiçbir şey tek
tek bireylerin mülkiyetine geçemez. Tüketim araçlarının,
üreticiler arasında paylaşımına gelince; (burada) eşdeğer
metaların mübadelelerinde olduğu gibi aynı ilke hakimdir; aynı
miktarda emek bir formda, başka bir forumdaki aynı miktarda emekle
mübadele edilir.
Aynı
hak
(hukuk- çn.) burada –ilkeye göre ilke ve pratik çelişki içinde
olmasalar da– meta mübadelesinde eş değerlerin mübadelesi
ortalama olarak (münferit bir durum için değil) var olurken
burjuva
hukuktur.
Bu
ilerlemeye rağmen, bu aynı
hukuk
daima bir burjuva engel ile mahsurludur. Üreticilerin hakkı,
hizmetlerine (çalışmaları sonucu ürettikleri ürünlere- çn.)
göre oransaldır;
eşitlik, aynı
ölçüyle
emekle, ölçülmekten ibarettir.
Birisi,
fiziki veya zihni olarak diğerinden daha üstündür. Yani aynı
zaman içinde daha çok emek (ürün-
çn.)
üretir veya daha çok çalışabilir; ve ölçü olarak hizmet
görmesi için emek, genişlemeye veya yoğunluğa göre
belirlenmelidir. Aksi taktirde ölçü alamaz. Bu eşit hak,
eşit olmayan emek için eşit olmayan haktır. O, sınıfsal
farklılık tanımaz. Çünkü herkes işçidir. Ama o, sessizce,
eşit olmayan bireysel yeteneği ve bundan dolayı, üretme
yeteneğini doğal imtiyaz olarak tanır. Bu, dolayısıyla bütün
hukuk
gibi
içeriğine göre eşitsizliğin hukukudur.
Hak, doğası gereği, sadece eşit ölçünün kullanımında var
olabilir, ama eşit olmayan bireyler (ve onlar, eşit olmasalar,
farklı bireyler olamazlar) sadece aynı ölçüyle ölçülebilirler...
Ayrıca; bir işçi evlidir, diğeri değil, birinin diğerinden daha
çok çocuğu vardır vs. Toplumsal tüketim fonuna eşit katkı ve
eşit payda, fiilen biri diğerinden daha fazla alacaktır... Bütün
bu uygunsuzluklardan (eksikliklerden- çn.) kaçınmak için hak,
daima eşitsiz olmalıdır.
Ama
bu uygunsuzluklar, komünist toplumun ilk evresinde –tam da
kapitalist toplumdan uzun doğum sancılarıyla nasıl çıktıysa–
kaçınılmazdır. Hukuk, ekonomik şekillenmeden toplumun ekonomik
şekillenme tarafından belirlenen kültür gelişmesinden hiçbir
zaman daha yüksek olamaz" (Marks, Marks-Engels Seçme
Yazıları C.II. s. 15/16, Gotha Programının Eleştirisi, Alm.).
Sorun
burada bütün çıplaklığıyla açıklanıyor. Sosyalist toplumun
ne derece inşa edildiği, komünist toplumun ikinci evresine ne
derece yaklaşıldığı, komünist toplumun ilk evresinde
(sosyalizmde) Marks'ın belirttiği gibi var olan burjuva
hukuk ufkunun ne denli aşıldığıyla eş anlamlıdır.
"Böylelikle;
komünist toplumun ilk evresinde (bu mutat olarak sosyalizm olarak
tanımlanıyor) 'burjuva hukuk' tam olarak yok edilmemiştir,
bilakis, kısmi olarak, sadece elde edilmiş ekonomik altüst oluşa
tekabül eden, yani sadece üretim araçlarına ilişkin olarak yok
edilmiştir. Burjuva hukuk; üretim araçlarını tek tek bireylerin
özel mülkiyeti olarak tanıyor, sosyalizm (ise) onları ortak
mülkiyet
yapıyor. Bu
noktaya kadar
ve sadece bu noktaya kadar 'burjuva hukuk' ortadan kalkar. Ama o,
diğer kısmında var olmaya devam eder. Toplumun üyeleri arasında
ürünlerin ve emeğin paylaşımında düzenleyici olarak var olmaya
devam eder. 'Çalışmayan yememelidir'; bu sosyalist ilke çoktan
gerçekleştirildi;
'aynı miktarda emeğe aynı miktarda ürün'- bu sosyalist ilke de
çoktan
gerçekleştirildi.
Ama bu henüz, komünizm değildi ve bu eşit olmayan bireyler için
eşit olmayan (fiilen eşit olmayan) emek miktarını eşit miktarda
ürünler olarak (dağıtan) 'burjuva hukuku' henüz yok etmiyor.
Marks,
bu bir 'uyumsuzluk'tur diyor. Ama o, komünizmin ilk evresinde
kaçınılmazdır. Çünkü ütopyaya düşmeksizin, insanların,
kapitalizmin yıkılmasından hemen sonra
hukuk normları olmaksızın
toplum için çalışmayı öğreneceklerine inanılamaz. Çünkü
kapitalizmin yok edilmesiyle böyle bir değişim için ekonomik ön
koşullar hemen ortaya çıkmazlar. 'Burjuva hukuk' normlarından
başka normlar da yok. Bu noktaya kadar, üretim araçlarına olan
toplumsal mülkiyeti koruyarak iş verimliliğinin eşitliğini ve
üretimin bölüşümündeki eşitliği koruma görevi olan devlet
zorunlu olacaktır.
Kapitalistler,
sınıflar kalmadıktan sonra ve bundan dolayı baskı
altında tutulacak sınıf kalmayınca
devlet ölecektir. Ama devlet tamamen ölmemiştir. Çünkü fiili
eşitsizliği teyit eden 'burjuva hukuk'un muhafazası devam
edecektir. Devletin tamamen ölmesi için, eksiksiz komünizme
ihtiyaç vardır".
(Lenin, Seçme Eserleri, CII. (2 ciltlik), S. 330/331, Devlet ve
Devrim Alm.)
Buradan
da anlaşılıyor ki komünist toplumun ilk evresi olan sosyalizmde,
devlet ve hukuk bir zorunluluktur ve önemli olan, sadece bu
zorunluluğu görmek değildir. Önemli olan devlet ve hukuk
anlayışının, sosyalizmin inşasında zorunlu araçlar olarak ne
derece doğru geliştirilip ve kullanıldığıdır. Bu anlamda
Sovyet tecrübesi, bizlere veya daha sonraki nesillerin sürekli
incelenmesi ve sonuçlar çıkartılması gereken bir kaynaktır.
Marks
ve Lenin'in yukarıya aktardığımız anlayışlarında kalıcı bir
devletten ve onun hukuk anlayışından bahsedilmiyor. Söz konusu
olan, adı üstünde komünizmin ilk evresi, yani sosyalizm. O halde
sosyalizm kapitalizmden komünizme geçişte yaşanılması mutlak
olan bir geçiş dönemidir. Öyleyse bu geçiş dönemine tekabül
eden devlet ve hukuk da geçicidir.
Her
ne kadar sosyalizmde kapitalizmin, giderek azalması, etkisini
yitirmesi gereken bir takım özellikleri hala varsa da sosyalizm,
kapitalizmden temelden nitel olarak farklıdır. Her ne kadar
sosyalizmde "burjuva hukuk"un ufku henüz aşılmamışsa
da bu, sosyalizmde burjuva hukuk anlayışının hakim olduğu
anlamına gelmez. Burjuva hukuk anlayışının izlerini de taşıyan
bu hukuk, geçiş döneminin hukukudur, sosyalist hukuktur. Bu hukuku
oluşturan ve ona uygulanma olanağı sağlayan tek güç de
proletarya diktatörlüğüdür; sosyalist devlettir.
Proletarya
diktatörlüğü altında, sosyalist hukuk çerçevesinde sınıf
mücadelesi yeni formlar alır. Bunlar, genel olarak bilindiği gibi
iç savaştır; sömürücü sınıfların veya kalıntılarının
direncini kırmak ve bastırmaktır; küçük burjuvazinin, özellikle
de köylülüğün tarafsızlaştırılmasıdır, yeni insanın
eğitimidir, yeni disiplin eğitimidir.
Sınıf
mücadelesinin bu ve benzeri formlarına karşı mücadelede
proletarya diktatörlüğü, amaca uygun yöntemleri kullanır.
Sosyalist hukuk bu alanda önemli bir rol oynar. Burjuva hukuk ve
onun bir ifadesi olarak mahkeme, karşıdevrimci güçlerin direncini
yok etmekte ve sosyalist disiplini geliştirmekte önemli bir
araçtır.
"Proletarya
diktatörlüğü... Sömürücülerin, kapitalistlerin, toprak
beylerinin ve onların maşalarının direncini kırmak için
acımasız sert, seri ve kararlı güç kullanmayı önkoşul
yapar... Ama proletarya diktatörlüğünün özü sadece zor
kullanmaktan ve genel olarak zordan ibaret değildir.. proletarya
diktatörlüğü... sömürücüler karşısında sadece zor
değildir, hatta esas itibariyle zor da değildir." [Lenin
Seçme Eserleri (2 ciltlik). C.II. S. 557 (Macar İşçilerine
Selam"), s. 569 (Büyük İnisiyatif]
Stalin,
"Leninizmin sorunları üzerine" yazısında proletarya
diktatörlüğünün temel yönlerini şöyle formüle eder:
"1.
Proletaryanın iktidarı, sömürücülerin bastırılması için
ülkenin savunulması için, başka ülkelerin proleterleri ile
bağların pekiştirilmesi için, bütün ülkelerde devrimin zaferi
ve gelişmesi için kullanılır.
2.
Proletaryanın iktidarı, emekçi ve sömürülen yığınların
burjuvaziden nihai ayrılması için, proletaryanın bu yığınlar
ile ittifakının pekiştirilmesi için, bu yığınların sosyalist
inşaya çekilmeleri için bu yığınların proletarya tarafından
devletsel yönlendirilmeleri için kullanılır.
3.
Proletaryanın iktidarı, sosyalizmin örgütlenmesi için,
sınıfların ortadan kaldırılması için sınıfsız topluma,
sosyalist topluma geçiş için kullanılır. Proletarya
diktatörlüğü, bütün bu üç yönün birleşmesidir" (C.8,
s. 27. Alm.)
Aynı
yerde Stalin, devamla şöyle diyor: "Bu yönlerden birisi
proletarya diktatörlüğünün yegane karakteristik özelliği
olarak görülemez veya tersi; bu özelliklerden sadece birisinin
dahi olmaması, kapitalist kuşatma koşullarında proletarya
diktatörlüğünün diktatörlük olmaktan çıkması için yeter.
Bundan dolayı bu üç yönden hiçbirisi dışlanamaz, şayet
proletarya diktatörlüğü kavramının çarpıtılması
tehlikesiyle karşı karşıya kalınmak istenmiyorsa, sadece bu üç
yön, birlikte, bize, proletarya diktatörlüğünün tam ve
tamamlanmış bir kavramını verir" (s. 27-28).
Aynı
yerde Stalin, proletarya diktatörlüğünün temel görevlerinin ve
sorunları çözmedeki metodların somut koşullar tarafından
belirlendiğini de anlatır.
"Proletarya
diktatörlüğünün çeşitli süreçleri, özgün formları,
çeşitli çalışma yöntemleri vardır. İç savaş döneminde
diktatörlükte zor özelliği özellikle göze çarpar. Ama bundan
iç savaş döneminde inşa çalışması yapılmaz sonucu asla
çıkartılamaz. İnşa çalışması olmaksızın içsavaşı
sürdürmek olanaksızdır: Sosyalizmin inşası
sürecinde/aşamalarında –tersine– diktatörlüğün barışçıl,
örgütsel ve kültürel çalışması, devrimci yasallık vs.
özellikle göze çarpar. Ama bundan da, inşa sürecinde
diktatörlükte zor özelliğinin ortadan kalktığı veya
kalkabileceği sonucu asla çıkartılamaz. Baskının organları;
ordu ve diğer örgütler, şimdi, inşa döneminde iç savaş
sürecinde olduğundan daha az gerekli değildir. Bu organlar
olmaksızın diktatörlüğün birazcık da olsa teminat altına
alınmış bir inşa çalışması olanaksızdır. Devrimin şimdilik
sadece bir ülkede zafere ulaştığı unutulmamalıdır. Kapitalist
kuşatma var olduğu müddetçe bütün sonuçlarıyla birlikte
müdahale tehlikesinin de var olacağı unutulmamalıdır"
(s. 28).
Demek
oluyor ki,
-
Sömürücülerin direncini kırmak için
-
Kapitalist kuşatmaya, müdahaleye karşı mücadele için
-
Sosyalist inşa için; (ekonomiden kültürel çalışmaya kadar vs.)
güçlü olan bir proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır. Bu,
var olmanın olmazsa olmaz ön koşuludur.
"Güçlü
ve devasa bir proletarya diktatörlüğü - bu, şimdi bizim ölen
sınıfların son kalıntılarını yok etmek ve hırsızlıklarını
boşa çıkartmak için ihtiyaç duyduğumuz şeydir"
(Stalin, C.13, s. 188, Alm.).
"Güçlü
ve devasa bir proletarya diktatörlüğü" sosyalist hukuk
olmaksızın düşünülemez. Bundan, proletarya diktatörlüğü
yasalarla sınırlandırılmış bir güçtür sonucu çıkartılmamalı
. Proletarya diktatörlüğü hiçbir yasayla sınırlandırılamaz.
Onun yasası devrimin gereksinimleridir. Ama bundan da proletarya
diktatörlüğünün hiçbir yasa tanımadığı sonucu
çıkartılmamalıdır. Proletarya diktatörlüğü kendi yasalarını
oluşturur, bu yasaları kullanır, onlara uyulmasını talep eder ve
uymayanları cezalandırır. Bu anlamda sosyalist hukuk olmaksızın
proletarya diktatörlüğü de olamaz.
Proletarya
diktatörlüğü anarşi ve düzensizlik değildir. Tersine
proletarya diktatörlüğü sıkı disiplinli kendi sıkı ilkelerine
göre hareket eden güçtür.
Proleter
devrimin görevlerini çözümlemek göreviyle karşı karşıya olan
proletarya diktatörlüğü; sosyalist devlet, aynı zamanda tarihin
tanımış olduğu en yüksek, en gelişmiş demokrasinin de
ifadesidir.
"Sovyet
düzeni, işçiler ve köylüler için en yüksek ölçüde
demokratizmdir ve aynı zamanda o, burjuva demokratizmiyle kopuş ve
demokrasinin yeni bir evrensel tipinin doğuşu anlamına gelir. Bu
proleter demokrasidir veya proletarya diktatörlüğüdür"
(Lenin, C.33, S. 34, "Ekim Devriminin Dördüncü Yıldönümü",
Alm.).
Sömürücü
sınıfların kalıntılarını baskı altında tutmak, dış
müdahaleye karşı savunmayı güçlendirmek, sosyalist mülkiyeti
korumak ve bunun için organlar oluşturmak, aynı zamanda insanlık
tarihinin tanıdığı en gelişmiş demokrasiyi kurmak, işte bu
proletarya diktatörlüğü ile sosyalist demokrasinin diyalektik
birliğidir. Bütün bunlar, bundan sonraki makalede ele alacağımız
gibi, Stalinist Anayasa'da ifadesini buluyorlar.
Her
koşul altında hukuk, siyasi ilişkilerin bir formudur. Bu form,
hukukun karakterini belirler: K. Marks, P. A. Annenkow'a yazdığı
mektupta şöyle diyor:
"Üretimin,
dolaşımın ve tüketimin gelişmesinin belli aşamalarını veri
olarak ele alırsanız sosyal kurumlaşmanın, ailenin, kastların
veya sınıfların örgütlenmesinin, kısaca burjuva toplumun
(societe civile) buna uygun bir formunu elde edersiniz. Böyle bir
toplumu veri olarak ele alırsanız, buna uygun bir siyasi durum
(etat politique) elde edersiniz ki bu, sadece, bu toplumun resmi
ifadesidir" (Marks-Engels, Seç. yazıları, C.I, 1953 s.
414. Alm.)
Marks'ın
aşağıya aktaracağımız anlayışında taban-üst yapı
ilişkilerinin yanı sıra hukukun kaynağını ve özünü
görüyoruz:
"İktidar,
hukukun tabanı olarak görülürse... hukuk, yasa.., sadece, devlet
gücünün dayandığı.. başka ilişkilerin ifadesi olur.
Bireylerin maddi yaşamları –ki bu, asla onların iradelerine
bağımlı değildir– birbirlerini karşılıklı olarak etkileyen
üretim biçimleri ve dağıtım formları devletin reel tabanıdır
ve özel mülkiyet ile işin bölünmüşlüğünün zorunlu olduğu
bütün aşamalarda ve bireylerin iradesinden
tamamen bağımsız olarak bu böyledir. Bu gerçek ilişkiler asla
devlet gücü tarafından yaratılmamışlardır. Onlar, daha ziyade
devlet gücünü yaratan güçtür. Bu ilişkiler altında hakim olan
bireyler, –iktidarlarının devlet
olarak kurumlaşmak zorunda olduğunu bir kenara bırakırsak– bu
belli ilişkilerle koşullanan iradelerine devlet iradesi olarak yasa
olarak genel bir ifade verirler, bu, içeriği sürekli bu sınıfın
ilişkileriyle koşullanmış –özel ve polisiye hukukun (medeni
hukuk çn) çok parlak bir şekilde gösterdiği gibi– bir
ifadedir"
(Marks-Engels, C.3, s. 311, Alman İdeolojisi, Alm. ).
Politika
mülkiyete bağlıdır, sınıfsal karakterli mülkiyet varlığını
siyasi iktidarla sürdürebilir. Bu bir irade beyanıdır, şu sınıf
veya bu sınıf adına. O halde yasa, bu irade beyanının
ifadesidir. Bu aynı zamanda hukuk ve yasanın keyfiyetin bir ifadesi
olmadıklarını, tam tersine, yasa ve hukuku üretici güçlerin
gelişme seviyesinin ürettiğini (gelişme seviyesine tekabül eden
hukuk ve yasa) gösterir.
Marks,
burjuva toplumda hukuku, zenginlerin, özel mülk sahiplerinin
imtiyazı olarak tanımlar, (Bkz. Kutsal Aile, S. 123, C.2, Alm.).
Marks
ve Engels, Komünist Manifesto'da burjuva hukuku şöyle açıklarlar.
"...Hukukunuz, sadece sınıfınızın yasa seviyesine
çıkardığı iradedir. Bu, içeriği sınıfınızın maddi yaşam
koşullarında verili olan bir iradedir" (Marks-Engels, seç.
yazılar. C.I, S. 41, 1975, Alm.).
Bütün
üst yapılar gibi hukuki üst yapı da; bir bütün olarak hukuk da
son kertede toplumun ekonomik yapısının üretim ilişkilerinin
sınıfsal karakteriyle açıklanır.
"Elimde
Napolyon'un Code'u (1804 tarihli Fransız medeni yasası, bu 1907'de
Napolyon'un medeni yasası olarak yeniden düzenlendi- çn.) var. O,
modern burjuva toplumunu üretmedi. 18. yüzyılda doğan ve 19.
yüzyılda gelişmesine devam eden burjuva toplum, medeni yasada,
daha çok sadece yasasal bir ifade bulmaktadır. O, toplumsal
ilişkilere artık tekabül etmeyince sadece bir balya kağıt olur..
eski yasalar yeni toplumsal gelişmenin temeli olamazlar"
(Marks, C. 6, S, 245, 25 Şubat 1849 tarihli ve 231 numaralı "Neue
Rheinische Zeitung"daki makalesi).
Öyleyse,
toplumun ekonomik gelişmesine tekabül etmiyorlarsa, çok güzel
modern yasalar da anlamsızdır. Hukuk veya hukuki üst yapı,
toplumsal ilişkilere tekabül ettikleri müddetçe anlam kazanırlar.
O halde sosyalist toplumda da hukuk, toplumsal gelişmenin ifadesi
olmak zorundadır. Sosyalist hukuk proletaryanın devletsel
iradesinin ifadesidir; sosyalist hukuk yoksa proletarya diktatörlüğü
de yoktur. Hukuk ve yasa, sosyalist devrimin ilerletilmesi, sınıfsız
topluma giden yol önündeki engellerin yıkılması için
kullanılır.
Devlet
gibi hukuk da komünist toplumun ikinci aşamasında; en yüksek
aşamasında ölüp gidecektir. Ama o zamana kadar, insanların, özel
yasalar olmaksızın yaşamasını ve toplumu ilerletmesini öğrenmiş
olmaları gerekir. Ve devlet gibi hukuk da, özel düzenlemeler,
zorlama olmaksızın yaşamasını öğrendikten, böyle bir yaşam
tarzı normal yaşam tarzı olarak görüldükten sonra ölüp
gidecektir. Ama o zamana kadar, yani proletarya diktatörlüğünde
sıkı disiplin, denetleme, yasal önlemler; bir bütün olarak
sosyalist hukuk kaçınılmazdır.
Marks
ve Engels geçiş dönemi devleti olarak proletarya diktatörlüğü
sorununu teorik olarak açıklamışlardı. Onların bu konudaki
teorik açıklamaları Lenin ve Stalin tarafından, özellikle de
Stalin tarafından Sovyet pratiğinde sınanmış ve
geliştirilmiştir.
Lenin
ve Stalin devlet üzerine düşüncelerini yanlış görüşlerle
mücadele içinde geliştirmişlerdir. Örneğin Kautsky şöyle
diyordu. Marks bir bütün olarak devlet mekanizmasının yıkılmasını
değil, sadece onun bürokratik-askeri yönünün yıkılmasını
benimsiyordu! Proletarya diktatörlüğünden, "öcü"den
korkar gibi korkan revizyonistler ve sosyal demokratlar, burjuva
devletin giderek demokratikleştiğinden bahsediyorlar ve
proletaryanın böyle bir devleti ele geçirmekle sosyalizmi
kuracağını vb. savunuyorlardı.
Anarşistler
de bir bütün olarak devlet olgusunu reddediyorlar, onu hemen yok
etmeyi hedefliyorlardı. Bunun ötesinde troçkistler ve
buharinciler, tek ülkede sosyalizmin inşa edilemeyeceğini
savunarak daha başta Sovyetler Birliği'nde inşa edilen devletin
sosyalist devlet olmadığı anlayışından hareket ediyorlardı.
Lenin
ve Stalin, bütün bu ve benzeri yanlış görüşlere karşı
mücadele ederek ve pratik içinde sosyalist devleti kurarak,
sosyalist hukuku geliştirerek mücadele etmişlerdir. Bizim
sorunumuz da bu mücadelenin sonuçlarını; Sovyet devletinin ve
hukukunun gelişmesini bu ve bundan sonraki makalede incelemektir.
II.
Sovyet Devletinin Gelişmesi
Ekim
Devrimi’yle proletaryanın siyasi iktidarı ele geçirmesinden
sonra, kendi diktatörlüğünü kurmasından ve üretim araçlarının
Sovyet devletinin (halkın) eline geçmesinden sonra üst yapı
kurumlarının ekonomik temel üzerine etkisi konusunda tamamen yeni
ve oldukça güç sorunlar ortaya çıkmıştı. Sovyet proletaryası
tarihin o zamana kadar görmediği yeni koşullarla karşı
karşıyaydı. Söz konusu olan, toplumun tamamen yeni tarzda
sosyalist şekillendirilmesiydi. Bu şekillendirmede sosyalist
devlete ve hukuka devasa rol düşüyordu. Sovyet devleti ve onun
tarafından oluşturulan Sovyet hukuku, daha baştan karşıdevrimci
iç ve dış güçlere karşı mücadele içinde gelişmeye
başlamıştı. Proletarya diktatörlüğü pekiştirilip ülkede
sosyalizmin inşası başarıyla sürdürülürken, Sovyet devletinin
ve hukukunun oynadığı rolde bütün çıplaklığıyla açığa
çıkıyordu; sosyalizmin inşasında Sovyet devleti ve hukuku
yaratıcı bir güçtü.
Stalin,
Sovyet devletinin gelişmesini, onu iki evreye ayırarak inceler.
Sovyet devleti, gelişmesinin bu her bir evresinde farklı görevlerle
karşı karşıyaydı. Görevlerinin farklılığı, somut
koşullardan kaynaklanmaktaydı. Sovyet devletinin ilk evresi, Ekim
Devrimi’nden sömürücü sınıfların tasfiye edildiği döneme
kadar olan süreci kapsamına alır. Bu evreyi kendi içinde de üç
ayrı aşamaya ayırmak mümkündür. Biz bunu yapmayacağız. Ama
böyle bir ayrımın maddi temeli olduğu için belirtmekle
yetineceğiz.
Birinci
evrenin
ilk
aşaması
Ekim Devrimi’nden yeni politik ekonomiye (1921, ilkbaharı- NEP)
geçişe kadar olan dönemi kapsar. İkinci
aşama,
yeni politik ekonominin uygulanmaya konmasından sınıf olarak
kulakların tasfiyesinin başlamasına kadar olan dönemi (yoğun
kolektifleştirmenin sürdürüldüğü 1929 yazına kadar) kapsar.
Üçüncü
aşama ise
1929 yazından, kırdaki (ve geride kalan sanayi burjuvazisi)
sömürücü sınıfların tümüyle tasfiyesine kadar olan dönemi
kapsar.
Sovyet
devletinin ikinci
evresi,
sözkonusu sömürücü sınıfların tasfiyesinden sosyalizmin nihai
inşasına kadar olan dönemi kapsar. Bu evreyi iki aşamaya
bölebiliriz. Birinci aşama, sömürücü sınıfların
tasfiyesinden Stalinist Anayasa’nın ilanına kadar olan dönemi
kapsar. İkinci aşama ise 1936'dan Stalinist Anayasa koşullarındaki
Sovyet devletinin gelişmesini ve de komünizme geçiş koşullarının
tartışıldığı, sadece ve sadece tartışıldığı dönemi
kapsamına alır.
1-
Gelişmesinin İlk Evresinde Sovyet Devleti
Bu
konuda Stalin şöyle diyor:
"İlk
evre, Ekim Devrimi’nden sömürücü sınıfların tasfiyesine
kadar olan dönemdir. Bu dönemin esas görevi, devrilen sınıfların
direncini bastırmaktı, müdahalecilerin baskılarına karşı ülke
savunmasının örgütlenmesiydi. Sanayin ve tarımın yeniden
inşasıydı, kapitalist unsurların tasfiyesi için koşulların
hazırlanmasıydı. Dolayısıyla devletimiz bu dönemde iki esas
fonksiyonu yerine getiriyordu; ilk fonksiyon ülke içinde devrilmiş
sınıfların baskı altında tutulmalarıydı. Bu noktada
devletimiz, görünüşte eski devletleri anımsatıyordu. Bu
devletlerin fonksiyonu direnenleri baskı altına almaktan ibaretti,
ama bizim devletimizin onlardan temel farkı, eski devletler,
sömürülen çoğunluğu sömüren azınlığın çıkarı için
baskı altında tutarken, bizim devletimiz, sömüren azınlığı
emekçi çoğunluğun çıkarı için baskı altında tutuyor. İkinci
fonksiyon,
ülkenin, dışarıdan gelen baskılara karşı savunulmasıydı.
Keza bu noktada da o görünüşte eski devletleri anımsatıyordu.
Ama burada önemli bir fark(var): ülkelerini silahla koruyan eski
devletler bunu, sömüren azınlığın zenginliklerini ve
imtiyazlarını korumak için yaparlarken bizim devletimiz emekçi
çoğunluğun kazanımlarını dışarıdan gelen baskınlara karşı
koruyordu. Üçüncü
bir fonksiyonu
da vardı: Yeni sosyalist ekonominin embriyonlarının gelişmesini
ve insanların sosyalizm ruhuyla eğitilmelerini amaçlayan devlet
organlarımızın iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitici
faaliyeti. Ama bu yeni fonksiyon bu evrede önemli bir gelişme
gösteremedi" (XVIII.
Parti Kongresi’ne sunulan Siyasi Rapor, C. 14, s. 228, Alm.).
Sovyet
devletinin gelişmesinin bu ilk evresinde gündeme gelen veya onun
ilk evresini karaterize eden sorunlar çözüme ulaştırıldı mı? Şimdi buna bakalım.
Sovyet
devleti, gelişmesinin bütün birinci evresi boyunca, giderek azalan
dozajda olsa devrilen sınıfların direncini kırmakla uğraşmıştır
ve bu görevi başarıyla yerine getirmiştir. Kapitalistler ve büyük
toprak sahipleri mülksüzleştirildikten sonra, eski imtiyazlarını
yeniden elde etmek için sürdürdükleri mücadele Sovyet devleti
tarafından acımasızca bastırılmıştır. İç ve dış
düşmanların beyaz terörüne karşı devrimin kızıl terörüyle
cevap verilmiştir. Kızılordu bu mücadele içinde kurulmuş ve
gelişmiştir ve o, Sovyet devletinin, Sovyet ülkesinin iç ve dış
düşmana karşı savunulması için güçlendirilmiş ve
modernleştirilmiştir.
Sömürücü
sınıfların iktidarı yıkılmış, proletarya diktatörlüğü
kurulmuştu, ama bu kapitalistlerin ve toprak beylerinin ekonomik
olarak tamamen tasfiye edildikleri ve sosyalist devletin ekonomik
olarak çok güçlü olduğu anlamına gelmiyordu. Örneğin sanayide
sosyalist sektörün payı 1924'te yuvarlak olarak yüzde 76'ydı. Bu
oran 1925'de yüzde 82'ye çıktı. Her halükarda bu dönemde
sanayide kapitalist sektörün payı yüzde 25 ila yüzde 20
arasındaydı. Bu oran, küçümsenemez bir payın ifadesiydi. Ayrıca
bu dönemde sosyalist sanayi modern değildi, eski teknoloji hakimdi.
Öyle ki savaşın neden olduğu yıkımdan dolayı sanayi üretimi
henüz savaş öncesi seviyesine ulaşamamıştı. Bu dönemi
–somutta da 1924 yılını– kastederek Stalin sanayinin durumunu
şöyle açıklıyordu. "O dönemde sanayimiz, özellikle ağır
sanayi acınacak durumdaydı. Tedricen eski haline getirilmesine
rağmen, üretimi, savaş öncesi seviyesine henüz gelmemişti.
Taban olarak eski, geri ve yetersiz bir tekniğe sahipti. Ama o,
sosyalizme doğru gelişiyordu. O zaman sanayimizde sosyalist
sektörün payı yaklaşık yüzde 80'di. Ama kapitalist sektör, ne
de olsa, sanayinin yüzde 20'sinden azını kapsamıyordu. (SSCB
Anayasası Taslağı üzerine, S. 59, C. 14, Alm.).
Tarımın
durumu sanayinin durumundan daha da kötüydü. Yine o dönemi
–1924'ler– kastederek Stalin tarımın durumunu şöyle
açıklıyordu:
"Tarımımız
hiç de iç açıcı bir resim sergilemiyordu. Toprak beyleri sınıfı
tasfiye edilmesine rağmen tarım kapitalistleri sınıfı,
kulakların sınıfı hala önemli bir faktörü oluşturuyordu.
Genel anlamıyla tarım o zaman geri ortaçağ tekniği ile küçük
köylü bireysel işletmelerinin sınırsız bir okyanusunu
anımsatıyordu. Bu okyanus içinde münferit noktalar, adacıklar,
kolhoz ve sovhoz ekonomileri vardı ama onlar ekonomimiz açısından
henüz birazcık da olsa önem taşımıyorlardı. Kolhoz ve sovhoz
ekonomileri zayıftılar. Kulak ise güçlüydü. O zamanlar biz
kulakların tasfiyesi üzerine değil, sınırlandırılması üzerine
konuşuyorduk" (Stalin, a.g.k., s. 59).
(Sanayi
ve tarımda sosyalizmin gelişmesi daha önceki makalelerde ele
alındığı için burada aynı şeyleri tekrarlamak istemiyoruz.)
Açık
ki bu dönemde tarımın durumu, sanayinin durumundan da kötüydü.
Düşman kırsal alanda daha güçlü, proletarya diktatörlüğü
ise daha zayıftı.
Ticaretin
durumu da hiç iç açıcı değildi. Meta cirosunda sosyalist
sektörün payı yüzde 50 ile yüzde 60 arasındaydı. Geriye kalan
yüzde 50 ila yüzde 40 oranındaki pay, tüccarların,
spekülatörlerin ve başka özel tüccarların elindeydi (A.g.k., s.
59).
Sovyet
devletinin gelişmesinin ilk evresinde ve özellikle de devrimden
hemen sonraki yıllarda ekonomide çeşitli ekonomi formları bir
arada var olmuşlardı. Patriarkal köylü ekonomisi, küçük meta
üretimi, özel iktisadi kapitalizm (kulakların ve
ulusallaştırılmamış işletmelere sahip olan kapitalistlerin
ekonomisi); devlet kapitalizmi (yabancı kapitalistlere verilen
imtiyazlar sonucu doğmuş olan ekonomileri) ve sosyalist sektör. Bu
beş iktisadi formu, sosyalist ekonomi, küçük meta ekonomisi ve
kapitalist ekonomi diye üç ana grupta toplayabiliriz.
Daha
o dönem devrimci altüst oluşun doğrudan siyasi bir sonucu olarak
tek tek sınıfların durumunda temel değişmeler olmuştu. İşçi
sınıfı ezilen sınıf olmaktan çıkmış, hakim sınıf olmuştu.
O, artık diğer emekçilerle birlikte devlet tarafından
toplumsallaştırılmış olan üretim araçlarının sahibi
konumundaydı. Bunun ötesinde emekçi köylülük, büyük
kapitalistlerin ve büyük toprak beylerinin boyunduruğundan
kurtulmuştu, toprağa, hayvana ve envantere sahip olmuştu.
Sosyalist devlet, emekçi köylülüğü, bütün olanaklarını
seferber ederek destekliyordu. Sovyet kırında orta köylülük
merkezi bir konuma gelmişti. Ama milyonlarla ifade edilen emekçi
köylü kitleleri, bir bütün olarak sosyalist gelişme yoluna henüz
girmemişti. Onlar bu dönemde hala kapitalist unsurları üreten
küçük köylü meta ekonomisinin taşıyıcısı konumundaydılar.
Sanayi
ve tarımın eski haline getirilmesi bu evrenin en önemli
görevlerinden birisiydi ve bu görev 1927'de başarıyla
sonuçlandırıldı. Bu görevin yerine getirilmesinden sonra
Bolşevik Parti XIV. Parti Kongresi'nin tarihi nitelikteki kararları
ışığında Sovyet ülkesinin sosyalist sanayileştirilmesi için
devasa çalışmayı başlattı. Sosyalist sanayileşmenin
gerçekleştirilmesi aynı zamanda kırsal alanda kapitalist
unsurların tasfiyesinin maddi koşullarının da hazırlanması ve
tasfiyenin gerçekleştirilmesi anlamına geliyordu. Sovyet devleti
bu görevleri başarıyla yerine getirmiştir. Böylelikle bir bütün
olarak kapitalist unsurların tasfiyesi koşullarının hazırlanması,
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinde başarıyla tamamlanmış
ve sınıf olarak kulakların tasfiyesine girişilmişti. Bu dönemde
işçi sınıfı ve emekçi köylülük Sovyet toplumunun iki temel
sınıfı konumuna gelmişlerdi. Burjuvazi artık temel sınıf
değildi, ama bu onun sınıf olarak tamamen yok edildiği anlamına
gelmiyordu. Yukarıda da belirtildiği gibi ekonomide hala
küçümsenemeyecek bir ağırlığı vardı. Bu, özellikle kulaklar
(diğer adıyla zengin köylülük- köy burjuvazisi) için daha
ziyade geçerliydi. 1928'de Sovyet kırında kulakların sayısının
5,6 milyon civarında olması bu gerçeği yansıtıyor.
Stalin,
XVI. Parti Kongresi'ne sunduğu siyasi raporda diğer şeylerin yanı
sıra şöyle diyordu. Sınıf olarak kulakları tasfiye etme
politikasına geçiş, kolektifleştirmenin yoğun
gerçekleştirilmesi, 1929'un ikinci yarısında bütün cephelerde
sosyalizmin taarruza geçmesi hazırlanmıştır. Stalin'in bu sonuca
varmasının maddi nedenleri şunlardı:
-
İşçi sınıfının aktivitesi artmıştır.
-
Bolşevik parti milyonlarca emekçi kitle nezdinde görülmemiş bir
otoriteye sahip olmuştur.
-
Yoksul ve orta köylü kitlelerinin aktivitesi de giderek artmıştır.
-
Bu köylü kitlesinin kolektif inşaya radikal bir katılımı
gündeme gelmiştir.
-
Bir bütün olarak Sovyet devletinin başarıları özel olarak da
sanayi alanındaki ve tarımdaki (kolhoz ve sovhoz çiftliklerinin
kurulması ve gelişmesi) başarılar körün görebileceği, sağırın
duyabileceği boyutlara varmıştı.
-
Kırsal alanda Sovyet ekonomisi kolhoz ve sovhoz ürünleriyle
kulakların ürün miktarını aşacak duruma gelmişti ve böylelikle
kırsal alanda ekonomi, bireysel çiftliklere dayanmaktan kolektif
çiftliklere (kolhoz ve sovhoz) dayanmaya geçiyordu.
Sovyet
ülkesinin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durum, bu evrede
esas sorunun kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadele olduğunu
göstermektedir. Bu sorun "kim kimi" yok edecek sorunuydu.
Bu mücadelede devrik sınıflar sadece kendi güçlerine değil,
yabancı sermayeye, emperyalist ülkelerin desteğine de
güveniyorlardı. O dönemdeki enternasyonal durumu göz önüne
getirelim.
Sovyet
devleti kapitalist okyanusta bir adaydı, dört bir yanı düşman
devletlerle –taktik açıdan Türkiye cephesi hariç– sarılmıştı
ve proletarya diktatörlüğünü yıkmak için 14 emperyalist devlet
Sovyet ülkesine karşı yerli karşı-güçleri destekleyerek fiilen
müdahale etmişlerdi. Mücadelenin sonucu biliniyor: Sovyet devleti
bütün imkanlarını harekete geçirerek, beyaz teröre devrimin
kızıl terörüyle cevap vererek düşman güçleri yenmiş ve
hakimiyetini korumuştu. Sovyet devletini bu mücadelesinde,
enternasyonal işçi hareketi yalnız bırakmamıştı.
Sovyet
devletinin gelişmesinin bu ilk evresinde hangi temel sorunu çözmekle
karşı karşıya olduğunu Stalin'in nasıl formüle ettiğini
yukarıya aktarmıştık. O kısmı burada da verelim.
"Bu
dönemin esas görevi, devrilen sınıfların direncini bastırmaktı,
müdahalecilerin baskılarına karşı ülke savunmasının
örgütlenmesiydi; sanayi ve tarımın yeniden inşasıydı,
kapitalist unsurların tasfiyesi için koşulların
hızlandırılmasıydı."
Sovyet
devletinin, gelişmesinin ilk evresinde hangi ana yönde ilerleyeceği
bu temel göreve bağlıydı. Aynı yerde Stalin bu temel görevin
Sovyet devletini iki esas fonksiyonla karşı karşıya bıraktığını
tespit ediyordu. Birinci fonksiyon, ülke içinde devrilen sınıfların
direncinin kırılması ve onların baskı altına alınmalarıydı.
İkinci fonksiyon, dış saldırılara karşı ülkenin
savunulmasıydı. Ayrıca üçüncü bir fonksiyon da vardı, o da,
devlet organlarının iktisadi örgütsel ve kültürel-eğitsel
faaliyetini içeriyordu.
Sovyet
devleti devrilen sınıfların baskı altına alınışını çok
çeşitli tarzda gerçekleştirmişti. Ama bunların içinde en
önemlisi, en göze batanı, sınıf düşmanlarına karşı
sürdürülen askeri
mücadeleydi.
Gelişmesinin
bu evresinde Sovyet devleti, ekonomik gücünden ziyade askeri gücüne
dayanıyordu. Bundan dolayı askeri baskı altına alış, devrilen
sınıfların eski konumlarını elde etme denemelerinin askeri güçle
parçalanması, karşıdevrimin beyaz terörüne karşı, devrimin
kızıl terörü bu dönemin, bu dönemdeki Sovyet devletinin baskı
altına alma fonksiyonunun karakteristik bir özelliğiydi.
Bu
alanda alınan bütün tedbirleri, burada ele almanın anlamı yok,
önemli gördüğümüz bir kaç noktayı belirtmekle yetineceğiz.
Daha
Aralık 1917'de Lenin'in talimatı üzerine "Karşıdevrim ve
Sabatoja Karşı Mücadele İçin Bütün Rusya Olağanüstü
Komisyonu" kurulur. (We-Çe-Ka). Bu örgütün faaliyeti oldukça
önemli ve başarılıydı; bu örgütün faaliyeti vasıtasıyla bir
dizi karşıdevrimci örgütün tasfiye edilmeleri, kadetlerin,
sosyal devrimcilerin, anarşistlerin ve başka anti-sovyetik komplo
gruplarının ayaklanmaları ve komplolarının açığa çıkartılması
ve yenilgiye uğratılmaları ve dış güçlerin casusluk ve sabotaj
faaliyetlerinin açığa çıkartılması gerçekleştirilmişti.
1918 yılında genel mecburi askeri hizmet yürürlüğe kondu. Bunun
ötesinde ve en önemlisi yüz binlerce gönüllü, iç ve dış
düşmana karşı mücadele için Kızılordu’ya katıldı.
Böylelikle Kızılordu, üç milyonluk bir insan gücüne sahip
oldu.
Bunun
ötesinde yukarıda da belirttiğimiz gibi kulaklara karşı taarruz
XV. Parti Kongresi’nde Stalin'in direktifiyle başlatıldı. Ve
yoğun kolektifleştirmeye başlandı. Sovyet devleti bu alanda bir
dizi olağanüstü tedbiri uygulamaya koydu. Örneğin ceza yasasının
107. maddesi gereği kulakların tahıl fazlasına el kondu ve bunun
yüzde 25'i kır yoksullarına verildi. Ve takip eden zaman içinde
de kırsal alanda kulaklar, sanayi alanında da geriye kalan
kapitalistler mülksüzleştirildiler.
İç
savaştan, iç ve dış karşıdevrimci güçlerin yenilgiye
uğratılmasından sonra casusluk ve sabotaj faaliyeti, emperyalist
ülkelerin genç Sovyet devletine karşı yıkıcı mücadelelerinin
temel biçimlerinden birisi oldu. Sovyet önderlerinin öldürülmesi,
fabrikalardaki, işletmelerdeki, ulaşımdaki sabotajlar, iç
karşıdevrimci örgütlerin mali olarak desteklenmesi vb. bu türden
faaliyetlerin kapsamına giriyordu. Bütün bu türden karşıdevrimci
faaliyetler açığa çıkartılmış ve etkisiz hale getirilmişti.
Genç Sovyet devletinin, dünyanın ilk işçi ve köylü iktidarının
fırtınalı gelişmesi önünde hiçbir engel duramıyordu.
Böylelikle Sovyet devleti, gelişmesinin bu ilk evresindeki temel
fonksiyonlarından ikincisini de –"ülkenin dışarıdan gelen
baskılara karşı savunulması"– başarıyla yerine getirmiş
oluyordu.
Genç
Sovyet devleti, kendi gerçeğini, mücadele sonucu kapitalist
emperyalist dünyaya kabul ettirdi. II. Sovyet Kongresi 8 Kasım
1917'de barış kararnamesini kabul etti ve savaşan ülkelere
silahların bırakılmasını önerdi. Sovyet devleti daha 1921'de
İngiltere ile ticari bir anlaşma yaptı. O dönemin önemli
uluslararası konferanslarında (Cenevre, Den-Haag vs.) Sovyet
devletinin temsilcileri, dünyada barış ilkelerini aktif bir
şekilde savundular. 1924-1925 yıllarında ABD'nin dışında bütün
önemli kapitalist/emperyalist ülkeler Sovyet devletiyle diplomatik
ilişkiler kurdular. Bunlar, genç Sovyet devletinin gelişmesinin
ilk evresinde, barış politikasında ve kendini savunmada elde
ettiği devasa başarılardı.
Sovyet
devletinin gelişmesinin ilk evresinde söz konusu olan üçüncü
fonksiyona gelince: Burada dikkati, Sovyet devletinin gelişmesinin
ilk evresi üzerine Stalin'den aktardığımız anlayışa çekmek
istiyoruz. Orada üç fonksiyondan bahsediliyor ve ilk iki
fonksiyonda Sovyet devleti "görünüşte
eski devleti anımsatıyor"
tespiti yapılıyordu. Ama üçüncü fonksiyon için böyle bir
tespit yapılmıyor ve bu dönemde bu alandaki görevlerin yeterince
yerine getirilmediği belirtiliyor. Bunun böyle olmasının maddi
nedenleri vardı. Önemli olduğu için biraz açalım.
Bu
fonksiyonuyla Sovyet devleti eski
devletleri anımsatmıyordu.
Çünkü bu fonksiyon (devlet organlarının iktisadi-örgütsel ve
kültürel-eğitsel faaliyeti) yeni tipten devlete; sosyalist
devlete özgü olan fonksiyondu ve ancak ve ancak sosyalist toplumun
gelişmesine paralel olarak gelişebilirdi. Veya Sovyet devletinin bu
fonksiyonunu yerine getirmesiyle sosyalist toplumun gelişmesi
birbirini karşılıklı olarak etkileyen diyalektik bir bütünü
oluşturuyordu. Demek oluyor ki bu fonksiyon, sosyalist devrimin
temel özelliklerinden birisiydi ve eski ekonomik yapının
devrimci-radikal dönüşümüne yeni, sosyalist ekonomik yapının
da keza devrimci-radikal oluşturulmasına yönelikti. Stalin'in
belirttiği gibi bu fonksiyon, "yeni sosyalist ekonominin
embriyonlarının gelişmesini ve insanların sosyalizm ruhuyla
eğitilmelerini amaçlayan" bir fonksiyondu.
Sovyet
devletinin gelişmesinin ilk evresinde, devletin iktisadi-örgütsel
ve kültürel-eğitsel faaliyeti tam anlamıyla gelişememişti.
Çünkü bütün ülkede bütünlüklü sosyalist bir ekonomi henüz
yoktu/kurulmamıştı ve buna bağlı olarak da Sovyet devleti henüz
ekonominin bütün alanlarında bütün iktisadi yaşamda örgütleyici
ve yönlendirici konumda değildi. Bu koşullarda veya bu fonksiyonun
yerine getirebilmesi için ortamın hazırlanması gerekiyordu. Bu,
yukarıda da belirttiğimiz gibi, ekonominin bütün alanlarında
kapitalist unsurların tasfiyesinin gerçekleştirilmesiydi. Bunun
için gerekli hazırlık iki yönde gelişme göstermişti.
a-
Sanayin eski haline getirilmesi ve bunu aşarak sosyalizme maddi
temel teşkil edecek olan en önemli sektörlerin –örneğin ağır
sanayinin– çok yönlü gelişmesini sağlamak.
b-
köylülerin kolektif işletmelerde birliğini sağlamak.
Ancak
bu iki noktada yoğunlaştırdığımız sorunun devrimci-radikal
çözümü, Sovyet devletinin gelişmesinin ilk aşamasındaki üçüncü
fonksiyonunu yerine getirmesinin ön koşulunu hazırlamış
olacaktı.
I.
Dünya Savaşı ve iç savaş döneminde ülke ekonomisi tamamen
yıkılmıştı. 1920'de (Sovyet Kongresi'nde), ekonominin en azından
eski haline getirilmesini sağlamaya yönelik bir dizi tedbir alındı.
Lenin'in bütün Rusya'nın elektriklendirilmesi planı da
("Goelro-planı") bu dönemde yürürlüğe kondu. Bu plana
göre, on senede 30 büyük elektrik santralı inşa edilecekti.
Nitekim 1925-1927 yılları arasında böylesi bir dizi santral inşa
edildi. (Taşkent, Erivan, w4atura vb.) Dinopropetrowsk'ta büyük
bir demir döküm işletmesi 1925 yılında üretime başladı. İlk
traktör ve otomobil fabrikası bu dönemde kuruldu. (Stalin
İşletmesi vb). Tarımsal alandaki devletin faaliyeti sanayi
alanındakini daha geri seviyede takip ediyordu. İç savaştan sonra
yaklaşık 20 milyon hektarlık bir alan ekilemiyordu. Tarımsal
üretimi arttırmak için teslim zorunluluğu yerine doğal vergi
getirildi. Böylelikle bireysel emekçi köylüler teşvik edildiler.
Ama kırsal alanda tarımın gelişmesi için alınan bütün
tedbirlere rağmen tarımın gelişmesi sanayinin gelişmesinin
gerisinde kaldı. Birinci beşyıl planının uygulanmaya konduğu
dönemde (başlangıçta) ülkede 25 milyon bireysel köylü
işletmesi vardı. Kırsal alanda geri teknolojinin aşılması,
sosyalist dönüşümün başlatılması sosyalist sanayinin
kurulmasına bağlıydı. Bu oldu ve Sovyet devleti elde ettiği
modern tarım teknolojisine de dayanarak kırsal alandaki devrimini
–kolektifleştirme kulakların mülksüzleştirilmesi– başlattı.
Ama bu söz konusu üçüncü fonksiyonun, devletin gelişmesinin ilk
evresinde yerine getirildiği anlamına gelmemelidir. Sovyet devleti,
iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyetine gelişmesinin
ilk evresinin sonunda başladı, ama bu faaliyet gerçek anlamıyla,
devletin gelişmesinin ikinci evresinde gerçekleştirildi.
2-
Gelişmesinin İkinci Evresinde Sovyet Devleti
Bu
konuda Stalin şöyle diyor: "İkinci evre şehirde ve kırda
kapitalist unsurların tasfiyesinden sosyalist ekonomi sisteminin tam
zaferine ve yeni anayasının kabulüne kadar olan dönemdir. Bu
dönemin esas görevi, bütün ülkede sosyalist ekonominin
örgütlenmesiydi ve kapitalist unsurların son kalıntılarının
tasfiyesiydi, kültür devriminin örgütlenmesiydi, ülkenin
savunulması için tamamen modern bir ordunun örgütlenmesiydi.
Sosyalist devletimizin fonksiyonları da buna göre değişti. Ülke
içinde askeri baskı fonksiyonu yok olmaya yüz tuttu-yavaş yavaş
öldü. Çünkü sömürü yok edildi. Artık sömürü yok ve bundan
dolayı baskı altında tutulacak kimse de yok. Baskı fonksiyonu
yerine devlet, sosyalist mülkiyeti, halk mülkünü hırsızlardan
ve talancılardan korumak fonksiyonunu aldı. Ülkenin dış
baskınlardan askeri olarak korunması fonksiyonu tamamen muhafaza
edildi. Bundan dolayı Kızılordu da, donanma da, keza yabancı
casusluk servisleri tarafından ülkemize gönderilen katillerin,
zarar vericilerin, casusların açığa çıkartılması ve
cezalandırılması için zorunlu olan ceza organları, milli emniyet
hizmeti de kaldı (varlığını sürdürdü- çn.). Devletin
iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyet organlarının
fonksiyonu muhafaza edildi ve tamamen geliştirildi. Şimdi
devletimizin ülke içindeki esas görevi, barışçıl
iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyettir. Ordumuza,
ceza organlarına ve milli emniyet hizmetine gelince; artık onların
sivri ucu ülke içine değil, bilakis dışarıya, dış düşmanlara
yöneliktir.
“...
Şimdi biçiminde ve fonksiyonlarında ilk evresinin sosyalist
devletinden önemlice farklı olan, tarihin tanımadığı tamamen
yeni, sosyalist bir devlete sahibiz” (C. 14, s. 228/229).
Önce,
birinci evreden ikinci evreye geçişin nasıl olduğuna bakalım. Bu
geçişin nasıl olduğu birçok açıdan önemlidir. Soru şu: bu
sıçramalı bir geçiş miydi, yoksa tedrici bir geçiş miydi?
Önce
söz konusu sürecin koşullarını belirtelim:
-
Sanayi ve tarımın eski haline getirilmesi, işlev görür hale
getirilmesi ve kapitalist unsurların tasfiyesi için koşulların
hazırlanması bütün bunlar 1929 senesi sonunda Sovyet devletinin
gelişmesinin ilk evresinin görevleriydi. Bunlar aynı zamanda ülke
içi görevlerdi.
-
Sovyet devleti kapitalist unsurları tasfiye görevini, sınıf
olarak kulakları tasfiye politikasına geçiş sürecinde yoğun
kolektifleştirme ile çözümledi. Devrilen sınıfların baskı
altında tutulması görevi de bu politika temelinde yükselmekteydi.
Yani devrilen sınıfların en dinamik kalıntısı olan kulaklar, bu
politika temelinde nihai olarak tasfiye edildiler.
-
Sınıf olarak kulakların yoğun kolektifleştirme bazında tasfiye
edilmeleri aynı zamanda, Sovyet devletinin yeni bir temel görevle
karşı karşıya kaldığı anlamına da geliyordu. Bu yeni görev,
Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresindeki görevlerdi. Bu
görevlerin neler olduğunu Stalin'in sözleriyle yukarıya aktardık.
Bu
geçiş, Sovyet devleti, gelişmesinin ilk evresinden ikinci evresine
nasıl geçti, bu sürecin içeriği neydi?
Burada
söz konusu olan, eski bir nitelikten yeni bir niteliğe geçiştir.
Bu sıçramalı bir geçiş miydi, yoksa tedrici bir geçiş
miydi?Bunu açıklamak için Stalin'in bir anlayışını buraya
aktaralım:
"Patlamalar
için coşku duyan yoldaşların bilgisine; söylenmesi gereken
şu:Patlama vasıtasıyla eski bir nitelikten yeni bir niteliğe
geçiş, sadece dilin gelişme tarihinde kullanılmaz değildir. Bu,
taban ve üst yapıyla ilgili başka toplumsal görünümlerde de her
zaman kullanılamaz. Bu, düşman sınıflara bölünmüş bir
toplumda mutlak geçerlidir. Ama bu, düşman sınıfların olmadığı
bir toplum için mutlaka geçerli değildir. 8-10 sene içinde
ülkemizin tarımında burjuva, bireysel köylü ekonomilerine
dayanan düzenden sosyalist kolektif ekonomi düzenine geçişi
gerçekleştirdik. Bu, kırda burjuva ekonomik düzeni tasfiye eden
ve yeni bir düzeni; sosyalist düzeni yaratan devrimdi. Ama bu alt
üst oluş patlama ile değil, yani mevcut iktidarın devrilmesi ve
yeni birinin kurulmasıyla değil, bilakis kırdaki eski burjuva
düzenden yeni düzene tedrici bir geçişle gerçekleşti. Bu
gerçekleşebildi, çünkü, o, yukarıdan bir devrimdi. Çünkü
alt-üst oluş, köylülüğün esas kitlesinin desteğiyle mevcut
iktidarın inisiyatifi sayesinde gerçekleştirildi."
(Stalin, C. 15, s. 221-222, Marksizm ve Dilbilimi, Alm.)
Sovyet
kırındaki söz konusu alt-üst oluş bir devrimdi ve bu devrim
Sovyet toplumunu yeni nitel bir duruma götürmüştü. Ama bu
devrimci alt-üst oluş, mevcut siyasi iktidarın (yeni Sovyet
devletinin) yıkılması ve yeni bir siyasi gücün örgütlenmesiyle
gerçekleştirilmemişti. Bu bir sıçramaydı ve bu sıçramayla
Sovyet toplumu, bu sıçramayı örgütleyen Sovyet devleti
tarafından, onun inisiyatifinde yeni nitel bir duruma gelmişti.
Bu
sıçrama, Bolşevik parti önderliğinde Sovyet devleti tarafından
gerçekleştirilen tedrici bir geçişin ifadesiydi:Kırsal alandaki
burjuva ekonomi düzeninden yeni sosyalist ekonomi düzenine tedrici
geçiş. Burada, kapitalist unsurların tasfiyesinin koşullarının
aceleye getirilmeyen, sebatla, itinayla, sabırla sürdürülen bir
hazırlığı söz konusuydu. Bu hazırlık bağlayıcı öneme
haizdi. Milyonlarca köylü kitlesinin siyasi olarak ikna edilmesi,
kolektif ekonomiye geçiş için zorunlu maddi temellerin yaratılması
–tarımda teknoloji vs.– proletarya, geniş köylü yığınlarının
kolektifleştirme hareketinde –bu yukarıdan devrimde– kendini
takip edeceğine emin olmalıydı. İşte bundan dolayı sürekli
hazırlıktan bahsediliyordu ve Sovyet devleti, sınıf olarak
kulakları yoğun kolektifleştirme temelinde tasfiye politikasına
geçişin koşullarını başarıyla hazırlamış ve geçişi
sağlamıştır.
Bir
daha Stalin'in Sovyet devletinin gelişme evrelerini tespitine
dönelim: Stalin, Sovyet devletinin gelişme evrelerinin sınırlarını
şöyle belirliyor:
İlk
evre:Ekim
devriminden sömürücü sınıfların tasfiyesine kadar olan dönem.
İkinci
evre:Kırda
ve şehirde kapitalist unsurların tasfiyesinden sosyalist ekonomi
sisteminin zaferine ve yeni anayasanın kabulüne kadar olan dönem.
Stalin
burada şehirde
ve kırda kapitalist unsurların tasfiyesi ayrımını
yapıyor. Bunun anlamı var. Bunun anlamı "SBKP(B) Kısa
Tarihi"nde şöyle anlatılıyor:
"Sınıf
olarak kulakların tasfiyesi politikasına geçişe kadar parti,
tasfiye amacıyla kapitalist unsurlara karşı ciddi bir taarruzu
daha ziyade şehirde, sanayi alanında sürdürdü. Önce, tarım,
köy, sanayinin, şehrin gerisinde kaldı. Bundan dolayı taarruz,
bir yerdeki saldırı karakterini taşıyor, tam değildi, genel
karakterde değildi. Ama şimdi, köyün geriliği geçmiş içinde
kaybolurken, köylülüğün kulakların tasfiyesi için mücadelesi
bütün açıklığıyla öne çıkarken ve parti, kulakların
tasfiyesi politikasına geçerken, kapitalist unsurlara karşı
sürdürülen taarruz genel karakter kazanıyordu; bir yerde
sürdürülen taarruz, bütün cephede sürdürülen taarruza
dönüştü."(s. 386, Alm.)
Bu
genel karakterli taarruz veya sınıf olarak kulakların tasfiyesi,
Sovyet toplumunun yeni bir aşamaya geçtiğinin ifadesiydi. Bu,
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresindeki Sovyet toplumundan
nitel olarak farklı bir aşamadaki, Sovyet devletinin gelişmesinin
ikinci evresindeki Sovyet toplumuydu. Bu, artık gerçek anlamıyla
sosyalist aşamada olan toplumdu. Bu, Ekim Devrimi’ne eş değer
olan bir durum, bir sıçramaydı:
"Bu,
olağanüstü derinlemesine (giden) bir altüst oluştu, toplumu eski
nitel durumundan yeni nitel durumuna bir sıçramaydı, etkileri
bakımından Ekim 1917'nin devrimci alt-üst oluşuna eşdüşen bir
altüst oluştu." (SBKP/BKısa Tarihi, s. 380, Alm.)
Buradan
çıkartılması gereken bir sonuç şudur:Bolşevik parti
önderliğinde ve Sovyet devleti tarafından örgütlü olarak
gerçekleştirilen Sovyet toplumunun eski nitel durumundan yeni nitel
duruma geçmesi, aynı zamanda Sovyet devletinin de gelişmesinin,
ilk evresinden ikinci evresine geçişinin bir ifadesiydi; Sovyet
devleti de gelişmesinin ilk evresindeki nitel durumundan
gelişmesinin ikinci evresindeki yeni nitel durumuna geçiyordu.
Böylelikle,
Sovyet devletinin ve toplumunun gelişmesi, birbirini karşılıklı
olarak etkileyen bir ve aynı sürecin ifadesi oluyordu.
Peki
bu yukarıdan devrim hangi temel sorunları çözmüştü?Bu sorunun
cevabını SBKP(B)Kısa Tarihi'nden aktaralım.
"Bu
devrim bir vuruşla sosyalist inşanın üç temel sorununu
sonuçlandırdı.
a)
O, ülkemizde sömürücü sınıfın sayıca en çok olanını,
kulaklar sınıfını, kapitalizmin restorasyonunun kalesini tasfiye
etti.
b)
O, ülkemizde sayıca en kalabalık olan sınıfı, köylüler
sınıfını, kapitalizmi doğuran bireysel iktisat yolundan
toplumsallaştırılmış, kolektif, sosyalist iktisat yoluna
götürdü.
c)
O, Sovyet iktidarına, ulusal ekonominin –tarımda– en geniş ve
çok önemli ama çok da geri alanında sosyalist bir taban verdi.
Böylelikle
ülkemizde kapitalist restorasyonun son kaynakları yıkıldı ve
aynı zamanda yeni, belirleyici, sosyalist ulusal ekonominin inşası
için zorunlu olan koşullar yarattı." (s. 380-381)
(Tabi
yoğun kolektifleştirme sürecinde, sorunun kavranmadığı
bölgelerde önemli hatalar da yapılmıştı. Bu hataların kaynağı
orta köylülüğe karşı tavrın yanlış anlaşılması ve orta
köylülüğün, bazı bölgelerde kulaklara uygulanan politikaya
maruz kalmasıydı. Bu durumu kulaklar da kışkırtma metoduyla
kendi çıkarları için kullanmışlardı. Parti hatayı zamanında
gördü ve yanlış anlamayı düzeltti. Bu gelişme SB'de
sosyalizmin inşasında önemli olmadığı için üzerinde durmayı
gerekli görmüyoruz.)
Bu
üç temel sorunu çözümleyen devrimin sonucu neydi veya bu üç
temel sorun çözümlenince ne türden bir değişim gerçekleşmiş
oluyordu?
"Açık
ki, kelimenin eski anlamıyla geçiş dönemini artık geride
bıraktık ve bütün cephede doğrudan ve tam gelişmiş sosyalist
inşa dönemine girdik. Açık ki biz, artık, sosyalizm dönemine
girdik. Çünkü şimdi sosyalist sektör, sosyalist toplumun
tamamlanmasından ve sınıf farklarının yok edilmesinden henüz
uzakta olunmasına rağmen, bütün ulusal ekonominin bütün
iktisadi kaldıraçlarını elinde tutmaktadır." (Stalin,
C. 13, s. 5, Alm.)
Stalin,
Sovyet ülkesinin, devletinin gelişmesinin yeni nitel aşamasını
böyle karakterize ediyordu. Yukarıda belirtilen üç temel sorunun
çözümlenmesinin sonucu buydu.
Peki
Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinden ikinci evresine geçiş
sürecinde –örneğin 1930'un ilk yarısında– kırsal alanda
parti ve devlet önünde duran görevin esası neydi?
Bunu
Stalin şöyle saptıyor:
"…Tarımın
kaderi ve temel sorunlar, artık şimdi, bireysel köylü ekonomileri
tarafından değil, bilakis kolektif ekonomiler (kolhozlar- çn.) ve
Sovyet ekonomileri (sovhozlar- çn.) tarafından belirlenmektedir…
…kırsal
alanda ekonomik dönüşümler olmuştur ve bu bize, köyü yeni bir
yola, kolektifleştirme yoluna sevk etmeyi ve böylece sosyalizmin
başarılı inşasını sadece şehirde değil, bilakis kırda da
teminat altına almayı başardığımızı iddia etmemize bir neden
olmaktadır." (C. 12, s. 253, Alm.)
Kırsal
alandaki alt-üst oluşun önemini ve bu alandaki kararlılığı
Stalin şöyle açıklıyordu:
"Kırda,
Sovyet
ve kolektif ekonomilerin daha da geliştirilmeleri
sorunun bizim bütün inşamız açısından en
acil
sorun olduğunu detaylı anlatmaya… gerek yok. Şimdi köylülüğün
eskiden yeniye, kulak köleliğinden özgür kolektif ekonomiksel
yaşama doğru devasa, radikal bir dönüş yaptığını körler
dahi görüyorlar. Artık eskiye dönüş yok. Kulaklık (zengin
köylülük- çn.) çöküşe mahkumdur ve tasfiye edilecektir.
Geriye sadece bir yol kalıyor; kolektif ekonomilerin yolu."
(A.g.k. 292)
SBKP(B)'nin
XVI Parti Kongresi, tarihi bir kongreydi. O, tarihe, sosyalizmin
bütün cepheleri de taarruzunun kongresi olarak geçti:
– "…sanayimizin
artırılmış gelişme temposu…"
–"…kolektif
ve Sovyet ekonomilerinin artırılmış gelişme temposu…"
– "…şehirde
ve kırda kapitalist unsurların hızlandırılmış, iktisadi
püskürtülmesi…"
–"…
Sosyalist inşa için kitlelerin harekete geçirilmesi…"
–"Kapitalizme
karşı kitlelerin harekete geçirilmesi…" (Stalin, a.g.k., s.
271)
Bu
gelişmelerin sonucu olarak, 1930 yılından itibaren Sovyet devleti,
iktisadi, örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyetine kapsamlı
yönelmeye başladı. Çünkü, böyle bir faaliyetin maddi koşulları
artık oluşmuştu ve bu alandaki faaliyet Sovyet devletinin en
önemli faaliyeti olmuştu.
Şimdi
başa, Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresi için Stalin'den
aktardığımız anlayışa dönelim.
Sovyet
devletinin gelişmesinin ikinci evresindeki temel görevi "…Bütün
ülkede sosyalist ekonominin örgütlenmesi, kapitalist unsurların
son kalıntılarının tasfiyesi, kültür devriminin örgütlenmesi,
ülkenin savunulması için tamamen modern bir ordunun örgütlenmesi…"
Bu
görevler yerine getiriliyor ve devlet giderek daha yoğun bir
şekilde iktisadi, örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyete
yöneliyor. Çünkü bu faaliyetin maddi koşulları oluşuyor.
Temel
görevin değişmesi devletin fonksiyonlarının değişmesini de
beraberinde getiriyor.
Değişen
birinci temel fonksiyon:
"Ülke
içinde askeri baskı fonksiyonu yok olmaya yüz tuttu. Yavaş yavaş
öldü. Çünkü sömürü yok edildi. Artık sömürücü yok ve
bundan dolayı baskı altında tutulacak kimse de yok. Baskı
fonksiyonu yerine devlet, sosyalist mülkiyeti, halk mülkünü
hırsızlardan ve talancılardan korumak fonksiyonu aldı."
Bu
fonksiyon değişimi gerçekleşti ve devlet bu alandaki görevini de
yerine getirdi:Düşman unsurlar, yıkıcı faaliyetlerini devlet ve
kolektif mülkiyete zarar vermeye, çapulculuğa, hırsızlığa
yöneltmişlerdi:Düşman unsurlar, saldırılarını özellikle,
sosyalist üretim ilişkilerinin temelini oluşturan toplumsal
mülkiyete yöneltmişlerdi. Bundan dolayı da toplumsal mülkiyeti
korumak, hırsızlığa, çapulculuğa, sorumsuzluğa karşı
mücadele önplana çıkmıştı. Bu arada şunu da
belirtelim:Sosyalist bilinçlenmesi yeterli olmayan, hala burjuva
kapitalist düşünce kalıntılarına sahip olan emekçiler bir
taraftan düşman unsurların toplumsal mülkiyete saldırılarını
–sorunu kavramadıkları için– kolaylaştırıyorlar, onlara
alet oluyorlar, diğer taraftan da devletin bu alandaki faaliyetini
bilinçsizlikten dolayı zorlaştırıyorlardı. Bunun içindir ki,
toplumsal mülkiyeti koruma mücadelesi aynı zamanda bir
eğitim
ve tutumluluk
mücadelesiydi.
İkinci
temel fonksiyon:
"Ülkenin
dış baskınlardan askeri olarak korunması fonksiyonu tamamen
muhafaza edildi."
Kapitalist
kuşatma altında olan Sovyet devleti, bu alandaki görevini sadece
yerine getirmekle yetinmedi; bu alandaki görevini kapsamlaştırdı
ve ordusunu daha da güçlü kıldı. II. Dünya Savaşı'nın
sonucu, bunu yeteri kadar kanıtlıyor.
Üçüncü
temel fonksiyon:
Devletin,
iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyet organlarının
fonksiyonu muhafaza edildi ve tamamen geliştirildi.
Bu
alandaki faaliyet, Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresinde
belirleyici bir anlam kazandı. toplumun sosyalist şekillenmesi
ilerledikçe bu alandaki faaliyet de o derece önemli oldu. Aslında
bu alandaki faaliyet, sosyalizmin temel ekonomik yasasını ifade
ediyordu. Bu konuda Stalin şöyle diyor:
"Çok
gelişmiş teknoloji bazında sosyalist üretimin devamlı
mükemmelleştirilmesi ve kesintisiz büyümesiyle bütün toplumun
sürekli artan maddi ve kültürel gereksinimlerinin azami olarak
yerine getirilmesinin teminat altına alınması."(C. 15, s.
291, Alm.)
Sovyet
devleti bütün faaliyetini bu temel ilkeyi gerçekleştirmeye
yöneltmişti:Kapitalist unsurların bütün alanlarda tasfiyesinden
ve sosyalizmin bütün alanlarda zaferinden sonra iktisadi-örgütsel
ve kültürel-eğitsel faaliyet devletin temel görevi olmuştu. Bu
görevin üstesinden gelinmeksizin sosyalist ilerleme olanaksızdı.
(Bu alandaki faaliyet için sanayi ve tarımın sosyalistleştirilmesi
makalelerine, 2. ve 3. makalelere bakınız.)
Bütün
bu gelişmeler hukuki ifadesini Stalinist Anayasa'da (1936) buldu ve
Stalinist Anayasa, Sovyet toplumunun sınıfsal yapısının tamamen
değiştiğinin ve bu değişme temelinde Sovyet halkının
ahlaki-siyasi birliğinin sağlanmış olduğunun açık kanıtı
olmuştu. Bundan sonraki makalede bu gelişmeyi Sovyet hukukunu-
sosyalist hukuku ele alacağız.
Proleter Doğrultu, Sayı 12, Eylül-Ekim 1997