Bir
Deneme
Marksizm
ve Burjuva Sosyolojisi
Kapitalizmde Sosyal
Farklılaşma
I-Doğal
Sosyal ve Toplumsal Farklılıklar
Lenin,
"Marks, toplumun bireylerden oluşan mekanik bir agregat
olduğu anlatımına son verdi" der (1). Gerçekten de
toplum, ilk bakışta bireylerden oluşan bir birikim olarak gözükür.
Bu, bir bakıma doğrudur da, ama sadece toplumun insanlardan
oluştuğu, toplumun insanlar yığınından oluştuğu açısından
doğrudur. Ne var ki, bu kadarcık bir "değerlendirme" çok
yüzey seldir, çıplak gözle görülen bir gerçektir ve
Marksistler için toplumu böyle tanımlamanın hiçbir anlamı
olamaz. Ama burjuva sosyologları için toplumun böyle bir
tanımlanması, onların toplum olgusuna yaklaşımlarında önemli
bir çıkış noktasını oluşturur. Çünkü burjuva sosyologları
için birey, toplumun tahlili ve toplumda var olan sosyal
farklılıkların belirlenmesi için esasa özgü olan birliktir,
çıkış noktasıdır. Şöyle:
"Gözlemlerinde
güya 'yaşayan şahsiyetlerden' hareket eden subjektivist
sosyolog, gerçekte ise bu şahsiyetlere 'düşünceli olması ve
gözü bir şeyde olması' atfıyla bakmayı rasyonel gözlem olarak
görür" (2).
Diğer
bir deyişle; şahsiyetin eylemi, burjuva sosyolog için toplumu
tahlil etmeye yetebilmektedir veya şahsiyetin eylemi ön plana
çıkartılmaktadır, sınıfsal bağından kopartılmaktadır.
Burjuva
sosyolojisinin kapitalist toplumun sosyal yapısına işaret eden iki
karakteristik özelliğini göstermeye çalışalım. (Bu, aynı
karakteristik özellikleri burjuva sosyolojisinin diğer alanlarında
da görülür).
Birinci
özellik: Burjuva sosyologları da teorilerini ve görüşlerini
mutlaka ki kapitalist gerçekliğe dayandırırlar. Onların
anlattıkları, ele aldıkları olaylar, gelişmeler gerçekten olan
şeylerdir. Ama onlar bunu, bilimsel temelde incelemezler ve
gerçekleri saptırırlar. Toplumun insanlardan oluşması bir
gerçektir ve bu gerçeği burjuva sosyologları görürler. Ama
onlar bu gerçeği görmekten ileriye giderek veya bu gerçekten
toplumun sosyal farklılaşması olgusunu çıkartmazlar. Diğer bir
deyişle; burjuva sosyolojisi, toplumdaki sosyal farklılığın
özünü ortaya koymamışlardır/keşfetmemişlerdir.
İkinci
özellik: Birinci özelliğe bağlı olarak veya onun bir sonucu
olarak ikinci özellik, burjuva sosyolojisinin toplumsal gelişme ve
olayların açıklanmasına çok yüzeysel bir yaklaşım
göstermesini içerir. Olayın, sorunun özüne inmek, onu göründüğü
kadarıyla değil de, olduğu gibi incelemek burjuva sosyolojisine
yabancıdır.
Marks
şöyle diyor:
"İnsanların
toplumsal üretim sürecindeki yalın otomatik tavırları ve
dolayısıyla onların kendi kontrol ve bilinçli bireysel
hareketlerinden bağımsız, kendi üret im ilişkilerinin meseleye
özgü formu, önce, emek ürünlerinin, genel olarak meta formunu
alması şeklinde gözükür. Bunun için para fetişi muamması
sadece görülen meta fetişizminin göz kamaştırıcı
muammasıdır."(3)
Kapitalizmde
sosyal yapılaşmanın burjuva araştırılması üzerine metodik
temeli, pozitivizm ve neopozitivizm oluşturur. A. Comte,
pozitivizmin kurucusudur. 19. yüzyılın ‘30'lu yıllarında doğan
pozitivizm, burjuva felsefesinin sübjektivist – idealist bir
akımdır. Bu akım, pozitivist olana dayanır, "tahmini"
bilgiyi reddeder. Yani elle tutulur, gözle görülür olanı esas
alır ve bu esasa subjektif katkı reddedilir.
Pozitivistler,
gözlenen süreçleri tespit etmeyi esas/belirleyici görevleri
olarak görürler. Onlar her türlü felsefeyi reddederler.
Burjuva
sosyologları ve filozofları için pozitivizm, hem idealizmin hem de
materyalizmin sınırlılığını aşmada önemli bir metot ve
temeldir.
Burjuva
filozofları ve sosyologları için pozitivizm, hem materyalizmin hem
de idealizmin üstünde bir teoridir. Bu teori, yani pozitivizm ve
onun başka nüansları (örneğin, pragmatizm, enstrümantalizm,
neorealizm vs.) modern burjuva sosyolojisinin ve felsefesinin esas
yönü olmuştur. Dolayısıyla pozitivizm, burjuva sosyolojik
araştırmalarda hakim bir metottur.
Bu
metodu takiben burjuva sosyologlar, toplumun araştırılmasında da
esas olanın ampirik (deneysel) gerçekler olduğunu ve bu
gerçeklerden sonuçlara dolaysız bir geçişin zorunlu olduğunu
savunurlar, böyle hareket ederler.
Buradaki
sorun veya bizim için sorun, teorik sonuçlara varmada, gerçekten,
ampirik olandan başlamak değildir. Buna diyeceğimiz bir şey yok.
Çünkü gerçeklik her algılamanın temelini oluşturur. Bizim için
sorun, söz konusu olan gerçeklikten, ampirik olgudan veya doğrudan
elde edilen tecrübelerden teorik sonuçlara nasıl varıldığıdır.
Belirttiğimiz gibi, gerçek olan veya ampirik olgu, algılamanın
temelini oluşturur. Bu doğrudur. Ama aynı zamanda eldeki mevcut
ampirik materyali, genel olan ve karakteristik olan diye ayırmak da
zorunludur. Yani mevcut ampirik materyali, bu çok şekilli olan
materyali genel olan ve karakteristik olan diye ayırmakla, aynı
zamanda o ampirik materyalde esası teşkil edeni bulmada bilimsel
soyutlama yapılmış olur ve ancak bu ayrımı yaptıktan sonra,
eldeki mevcut ampirik materyalin değerlendirilmesi imkanı doğar.
Bu, aynı zamanda algılama sürecinin başlangıcıdır.
Sonuç
itibariyle; toplumsal olayları araştırmada bazı gerçekliğin,
ampirik olgunun tesadüfi veya tali olduğunu, bazılarının esasa
ilişkin olduğunu görürüz. Dolayısıyla önceleri birbiriyle
ilişkisi yokmuş gibi gözükenin, esasında bir bütün
oluşturduğunu, araştırılan şeyin esasını teşkil ettiğini
görebiliriz. Bu bağlamda küçük burjuva devrimciliğinin Türkiye
toplum un un karakterine yaklaşımı çok ilginçtir. Ülkemizde bu
soruna tam da bir pozitivist anlayışla yaklaşılmıştır, hem de
çok kaba bir şekilde. Örneğin; Türkiye'de feodal kalıntılar ve
bu kalıntıların çıplak yansıyışı (ampirik olgu) hiçbir
gözleme tabi tutulmadan alınmış, bu yansıyışın toplumun
karakterini belirlemedeki yeri, bu yansıyışın esası oluşturup
oluşturmadığı araştırılmamış, ama onun, esası oluşturan
bir fakt/gerçeklik olduğu sonucuna varılmış ve ülke/toplum
yarı-feodal ilan edilmiştir.
Yine
bu bağlamda iki belirleyici çıkış yolunu belirterek Türkiye
devrimci hareketinin geçmişte Türkiye toplumuna yaklaşımını
koyalım:
Birinci
çıkış yolu: Bilimsel algılama süreci; bu süreçte esas
olan dört nokta vardır.
a-
Ampirik bilgi; yan i bir şey in dış görünüşünün yansıtılması
b-
Soyut düşünce; yani bir şeyin özünü algılama.
c-
Ampirik bilgi + soyut düşünmek; yani bir şeyin iç ve dış
yönlerinin birliğinin somut algılama olarak kavranması.
d-
İlk üç noktaya dayanarak bilimsel sonuca varmak.
İkinci
çıkış yolu; pozitivist çıkış yolu; pozitivist sosyologlar
algılama sürecini bilinçli olarak iki noktayla sınırlarlar:
a-
Ampirik bilgi.
b-
Bu bilgiye dayanarak sonuçlara varmak.
Türkiye
devrimci hareketi Türkiye toplumunun karakterini kapsamlı, bir
dereceye kadar ciddi olan bir araştırmaya dayanarak tespitler etmek
yerine, çok genel-teorik incelemeler ya da ampirik gözlemlere
dayanmaktadır. Bu ampirik gözlemler;
a-
Türkiye'de kapitalizmin genel olarak varlığı,
b-
Bazı bölgelerde ve özellikle de tarımda feodalizmin ağırlığı.
Türkiye
devrimci hareketinin bir bölümü bu iki olguya dayanarak
Türkiye'nin yarı-feodal olduğu "bilimsel" sonucuna
varmıştır. Ne var ki, bu sonuca varırken yukarıda belirttiğimiz
b ve c noktalarını gözardı etmiştir. Aynı noktaları pozitivist
sosyologlar da gözardı etmiyorlar mı? Ortak nokta işte burada:
Ampirik gerçeklerden, bu gerçekleri kavramadan, doğrudan sonuçlara
varmak! İşte bu, marksizm adına uygulanan, hayata geçirilen
burjuva felsefi anlayışın Türkiye toplumuna yansıtılışı!
Yukarıda
belirttiğimiz iki çıkış noktasından hareket eden burjuva
sosyolojisi, bireyi araştırırken belli farklılıkların olduğunu
tespit eder (Bireyler arasındaki çok sayıda farklılıklar arz
etmelerinden dolayı farklı gruplarda toplanmış olmaları):
İnsanların
birbirinden farklı olmaları ve bu farklılıklardan dolayı farklı
gruplarda toplanmaları toplumsal bir gerçekliktir. Ama bu
farklılıkların gerçek olduğunu tespit etmekle, bu farklılıkların
nereden kaynaklandıklarını görmek birbirinden farklıdır ve bu
farklılık, burjuva sosyolojisinin toplumun yapısına yaklaşımıyla
marksizmin yaklaşımı arasındaki önemli ayrımlardan birisini
oluşturur.
İnsanların,
farklılıklarından dolayı toplumda farklı grupları oluşturmaları
gerçeğini tespit etmek mutlaka ki "önemli"dir. Ama bu
tespit tek başına, yalın haliyle yetersizdir, sınıf mücadelesi
açısından bağlayıcı bir şey ifade etmez.
"Struve,
sınıf mücadelesi teorisi, sosyolojinin 'bireyselliğin unsurlarını
sosyal kaynaklarına' indirgemek için genel çabasını
...tamamladığına işaret etmekle tamamen haklıdır. Dahası;
sınıf mücadelesi teorisi bu çabaya ilk defa tamamen ve mantıki
olarak geçerlilik kazandırarak sosyolojiyi bir bilim seviyesine
yükseltmiştir. Bu, 'grup' kavramının materyalist tanımlanmasıyla
elde edilmiştir. Kendi başına bu kavram, oldukça belirsiz ve
keyfidir: 'Grup' ayrımı için ölçü, dini görünümlerde olduğu
gibi etnografik, politik, hukuki ve diğer görünümlerde de
görülebilir. Sınıf mücadelesi teorisi tam da bunun için toplum
biliminin muazzam bir kazanımıdır. Çünkü o, (sınıf
mücadelesi, ç.n.) bireyselliği sosyalliğe indirgeme metotlarını
tam doğru ve belirli olarak tespit eder." (4)
Sanırız
aradaki fark; soruna burjuva sosyolojisiyle Marksist sosyolojinin
yaklaşımı arasındaki fark oldukça açık.
Şüphesiz
ki, sadece kapitalist toplum değil, her toplum farklı insan
gruplarından oluşur veya farklı insan gruplarına bölünmüştür.
En geniş anlamıyla bireyler arasındaki farklılığı yaş, cins,
milliyet, ırk, mesleki vs. farklılıklarda görmekteyiz. Ama bunlar
oldukça genel kavramlara, tanımlamalara yol açan farklılıklardır.
Toplumun
yapısını tahlilde Marksist metot, bu farklılıkları gözardı
etmez, ama bu genel farklılıkları tespit etmekle de asla yetinmez.
Yukarıdaki alıntı bunu açıkça göstermektedir. Bu farklılıkları
inceleyen Marksist anlayış, onlar arasında tam bir sınırlama
kor. Örneğin toplumsal kaynaklı farklılıklarda ekonomik
nedenlerin oynadığı çok önemli rolü açıklar. Ne var ki
toplumsal kökenli olan etnik, kültürel vs. farklılıklar, üretim
ilişkilerindeki eşitsizliği her zaman dile getirmezler. Örneğin
ulusal farklılıklar, uluslaşmanın teşekkülü sonucunda doğmuş
olurlar (Kürt ulusu, Türk ulusu). Uluslar ise, halkı ulus olarak
bütünleştiren üretici güçlerin/üretim ilişkilerinin, daha
doğrusu kapitalizmin gelişmesinin bir ürünüdür.
Buraya
kadar olan açıklamalarda iki ayrı farklılık tipinin açığa
çıktığını görmekteyiz; a- tabii(biyolojik) olan farklılıklar
; b- toplumsal olan farklılıklar.
Toplumsal
farklılık, (toplumsal gelişmen in ve toplumsal farklılığın
form ve karakteri de) toplumsal gelişmenin gelişme seviyesinin
ürünüdür. Toplumsal farklılaşma sürecinde tabii(biyolojik)
olan farklılık, aynı zamanda toplumsal farklılığa tabi olarak
farklılaşır. Yani cinsellik (kadın-erkek) tabii bir farklılıktır.
Bu farklılık, toplumsal farklılaşmaya tabi olarak farklılaşır.
Örneğin, her iki cinsten bireylerin işçi, burjuva, köylü vs.
olmaları. Toplumda, toplumsal farklılıkların ne zaman, hangi
karakterde olacağı da ekonomik gelişmeye bağlıdır. Örneğin,
köleci toplumda köle sahibi-köle, feodal toplumda feodal
bey-köylü(serf) ve kapitalist toplumda burjuva -proleter toplumsal
farklılaşmaları gibi.
Biz
burada sınıfsal farklılaşmayı belirttik. Ama toplumsal
farklılaşma sadece sınıfsal farklılıktan ibaret değildir.
Toplumsal farklılık, toplumun gelişme seviyesine göre farklı
formlar alır. Örneğin, mesleki, politik, kültürel vs.
farklılıklar.
toplumsal
farklılıklar çok çeşitlidir. Ama buna rağmen toplumsal
farklılıkları iki ana grupta toparlayabiliriz: a- Sosyal
farklılık. Bu daha ziyade sosyal eşitsizliği ifade eder. b-
Toplumsal farklılık. Bu da daha ziyade sosyal olmayan toplumsal
farklılığı ifade eder.
"Farklılaşma",
"çeşitlilik" vb. kavramlar, kavram olarak
kullanıldıklarında sosyal ilişkilere göre tamamen farklı anlama
sahip olurlar. “Bay Michailowski'nin temel hatası 'ilerlemeyi'
somut bir toplum formasyonunun somut bir ilerlemesi olarak
araştıracağına, sadece (genel anlamda, çn.) 'ilerleme' olarak
kavramaya çalışan düşüncesi soyut dogmatizmden
oluşmaktadır."(5)
Burada
iki anlayış görmekteyiz:
Birincisi,
toplumsal farklılıkların somut-tarihi duruma göre farklı
anlamlar taşıyabileceği ve dolayısıyla, örneğin hem tabii
farklılığın, hem de sosyal olmayan toplumsal farklılığın
duruma göre sosyal eşitsizlik formunu alabileceği olgusu.
Örneklersek; belli sosyal şartlarda- sosyalizmde-tabii farklılıklar
(genç-ihtiyar, kadın-erkek) ve sosyal olmayan toplumsal
farklılıklar (meslek, kültür, farklı milliyetlerden insanlar)
arasındaki karşılıklı ilişkiler sosyal eşitsizlik karakteri
taşımazlar. Ama aynı ilişkiler kapitalizmde sosyal eşitsizliğe
götürür. Aynı zamanda kapitalizmde-başka türlü ifade edecek
olursak-kırla-şehir, kol işiyle-kafa işi vs. arasındaki iş
bölümü/farklılık, sosyal eşitsizlik karakteri taşır.
İkinci
anlayış ise Türkiye'de küçük burjuva devrimciliğiyle küçük
burjuva Michailowski arasındaki ideolojik-sınıfsal akrabalığı
veya aynılığı göstermektedir. Michailowski'nin düşüncelerindeki
soyut dogmatizmi ülkemizde küçük burjuva devrimciliğinde de
görmekteyiz. Nasıl ki Michailowski, örneğin ilerlemeyi soyut
olarak, genel olarak ele alıyor ve onu somut olarak, somut bir
toplum formasyonunda araştırmıyorsa, Türkiye'de küçük burjuva
devrimciliği de aynı dogmatizmle hareket ederek, Türkiye
toplumunda kapitalizm in oynadığı rolü, ekonomik ilerlemesini ve
buna bağlı olarak toplumun sınıfsal-sosyal farklılaşmasını
somut olarak araştırmıyor. Ülkemizde küçük burjuva
devrimciliğiyle Michailowski arasındaki ortak nokta, her ikisinin
de soyut verilerle oynamalarıdır.
Bu
noktayı toparlarsak; toplumda sosyal farklılıklar bütünü iki
noktadan oluşur; birincisi; toplumda sosyal farklılıklar insan
arın üretim ilişkisindeki farklı konumlarından kaynaklanır(daha
ziyade sınıfsal farklılık). İkincisi; toplumda sosyal
farklılıklar, tabii farklılıkların ve çeşitli toplumsal
farklılıkların bir ürünüdür. Bu her iki nokta, belli bir
toplumda belli sosyal farklılıklar sistemini oluşturur. Örneğin,
köleci toplumda sosyal farklılıklar sistemi, feodal toplumda
sosyal farklılıklar sistemi, kapitalist toplumda sosyal
farklılıklar sistemi.
Bu
farklılıkların tespiti somut durumun, somut ekonomik toplum
formasyonunun somut tahlilinden geçer. Bu farklılıkları, bu
şekilde, somut olarak tespit etmeyen bir hareket sınıf
mücadelesine Marksist açıdan yaklaşamaz, kimin ne için, neden
mücadele ettiğini somut olarak tespit edemez.
2-
Toplumun Sosyal Yapılaşma Sistemi
"İnsanların
belli toplumsal ilişkilerini kendine araştırma konusu yapan
Marksist sosyoloji, böylelikle bu ilişkilerin doğmasına neden
olan reel şahsiyetlerin de (aç.
Lenin) faaliyetlerini araştırır."(6)
Burada
ve yukarıda anlattıklarımızdan da burjuva sosyolojisiyle Marksist
sosyolojinin toplumun sosyal yapılaşmasına nasıl yaklaştıkları
açıkça görülmektedir. Burjuva sosyolojisi, kapitalist toplumu
tahlil ederken bireylere ve gruplara esas önemi verir ve
araştırmasının merkezine bunları oturtarak, onları toplumsal
ilişkilerden kopuk olarak ele alır. Marksist sosyolojisi ise, tam
da burjuva sosyolojisinin tersine, kapitalist toplumun sosyal
yapılaşmasını araştırırken toplumsal/ekonomik ilişkileri esas
alır ve insanların ve grupların bu ilişkiler içinde var
olduklarını, sosyal farklılaştıklarını kor.
Burjuva
sosyolojisi ve Türkiye'de küçük burjuva devrimciliği, toplumun
sosyal yapılaşmasını tahlilde yetinilmemesi gerekenle
yetinmektedirler, mümkün olmayanı mümkün kılmaktadırlar.
Toplumsal/ekonomik
ilişkiler göz önünde tutulmaksızın bireyleri ve grupları
tahlil etmek imkansızdır. Çünkü bireyler ve onların oluşturduğu
gruplar ayda değil, tam da göz ardı edilen toplumsal/ekonomik
ilişkiler içinde yaşamaktalar/var olmaktalar. Türkiye'de küçük
burjuva devrimciliği, belli bir toplumsal ilişkiler bütünü olan
Türkiye toplumunu ve bu toplumdaki toplumsal/ekonomik ilişkileri
göz önünde tutmaksızın, bu konuda herhangi bir araştırmaya
girmeksizin soyut ve genel lafızlarla tanımlamalara dayanarak,
Türkiye toplumunda bireyleri sosyal farklılıklar açısından
tespite çalıştı. Böyle bir tahlilde işçi sınıfı, köylülük,
feodaller, burjuvazi tespiti yapmak meselenin özünde hiçbir şey
değiştirmiyor. Çünkü sorun, salt ve genel olarak işçi sınıfı,
köylülük, feodaller ve burjuvaziyi tespit etmek değildir. Eksik
olan, bu tespitlerin hangi toplumsal/ekonomik somut ilişkilerin
tahlili temelinde yapıldığıdır. Böyle bir tespit, toplumsal
ilişkilerin
esasını kavramaya ve belirleyici olan ilişkilerin ortaya
çıkartılmasına asla götürmez.
Türkiye
devrimci hareketi, yakın geçmişte bireyleri ve grupları
Türkiye'deki mevcut/somut toplumsal/ekonomik ilişkilerden kopuk
olarak ele aldığı için ülkedeki belirleyici kapitalist
toplumsal/ekonomik ilişkileri görememişti ve bu ilişkilerin
yerine yarı-feodal toplumsal/ekonomik ilişkileri koymuştu.
Böylelikle insanların toplumdaki yerini belirleyen belirleyici
ilişkiler tespit edilememiştir.
Toplumsal
ilişkiler, insanların karşılıklı ilişkilerinden doğan
ilişkilerin bütünüdür. Açık ki, toplumsal ilişkilerin maddi
temelini insan mevhumunun varlığı oluşturur. Bu ilişkiler her
toplum formasyonunda farklı olur, ama ne kadar farklı olurlarsa
olsunlar, genel tanımlamayla toplumsal ilişkilerdir. Bu ilişkiler
maddi ve ideolojik olmak üzere ikiye ayrılırlar.
"...Toplumsal
ilişkiler maddi ve ideolojik olarak ayrışırlar. Sonuncular
(ideolojik ilişkiler, çn.), sadece insanların bilinç ve
iradesinden bağımsız olarak şekillenen birincilerin üzerinde bir
üst yapıyı oluştururlar....Marks,...siyasi,hukuki formların
açıklanması ...'maddi yaşam ilişkilerinde'
aranmalıdır
der."(7)
Geçmişte
Türkiye'de mevcut somut toplumsal ilişkiler yanlış yerde arandı.
Ama her halükarda Türkiye'deki burjuva üst yapıyı(siyasi,
kültürel, hukuki vs.), formlarını ve bunların açıklanması
maddi yaşam ilişkilerinde gerçek anlamıyla aranmadı. Bu yapılmış
olsaydı bugün varılan sonuçlara daha önce de varılmış
olunurdu.
Esas
olan, toplumsal ilişkileri belirleyenin üretim ilişkileri
olduğudur.
Marks,
"...ekonomik olanı sosyal hayatın çeşitli alanlarından
ayırmış, toplumsal ilişkiler bütününden üretim
ilişkilerini (a.ç.
Lenin) temel... diğer bütün ilişkileri belirleyen
olarak öne çıkartmıştır." (8)
İdeolojik
ilişkiler, maddi ilişkilere nazaran sonra gelişir. Yani maddi
ilişkiler önce bireyin bilincinde yansır ve bu yansıma sonucu
olarak ideolojik ilişkiler gündeme gelir. Örneğin siyasi, ahlaki,
hukuki vb. ilişkiler.
Toplumsal
maddi ve ideolojik ilişkiler, bütün toplumu kapsamına alır. Ama
bu ilişkiler, toplumun her bireyi için aynı anlamı taşımaz.
Bireylerin toplum içindeki farklı sosyal konumları, onların bu
ilişkileri farklı şekillendirmelerini beraberinde getirir.
İnsanların toplumdaki farklı sosyal konumları bize tarihi olarak
doğan, gelişen ve yok olan gruplaşmaları, bölünmeleri ele
verir. Örneğin; kabile, aşiret toplulukları, kolektifler,
aileler, uluslar, halklar ve nihayet sınıflar. Bütün bunlar, bir
toplumun sosyal yapılaşmasını ele veren, karakterize eden
oluşumlardır. Toplumda, burada belirtilen ve belirtilmeyen bütün
gruplaşmalar, toplumun farklı gruplaşmalara göre yapılaştığını
gösterir. Bu gruplaşmalar tarihi olabileceği gibi, somut da
olabilir. Bu gruplaşmalarda belirleyici olanı tespit etmek, o
toplumdaki belirleyici ilişkileri tespit etmek demektir. Bunun
tespiti de kaçınılmaz olarak üretim/mülkiyet ilişkilerinin
karakterini ve dolayısıyla toplumsal yapılaşmada esas olan,
sınıfsal ayrımı tespit etmekten geçer.
Toplumsal
ideolojik ilişkiler, maddi ilişkilerden kaynaklanır. Yani bütün
ahlaki, politik, felsefi, hukuki, kültürel, velhasıl üst yapıyı
oluşturan bütün ilişkiler, toplumdaki maddi ilişkilerin
gelişmesinin bir sonucudur ve aynı toplumsal/sınıfsal karakter
taşırlar.
Bahsettiğimiz
bütün bu toplumsal-ideolojik ilişkiler, birlikler, kurumlaşmalar
birbirinden bağımsız değildirler. Tam tersine, birbirleriyle
karşılıklı ilişki içindedirler ve sürekli birbirlerini
etkilerler. Yani, onların, bağımsız oluşları görecelidir. Ama
her halükarda bütün bu ilişkilerde belirleyici olan, toplumdaki
sınıfsal ayrışmadır/üretim biçimidir. (9)
Toplumun
bir üyesi olarak insan/birey, toplumsal kurumlaşmaların,
gruplaşmaların birisinde veya birkaçında karşımıza çıkar.
Birey, belli bir ırka, ulusa, partiye, derneğe, dine, aileye vs.
ait olmakla, bunların bir parçası olmakla karşımıza çıkar.
Burjuva sosyologlarının da kabul ettikleri gibi bu gerçek, insanın
toplumdaki sosyal konumunun çok çeşitlilik arz ettiğini gösterir.
Ne var ki bu gerçeklikten burjuva sosyologları farklı sonuçlar
çıkartırlar/farklı sonuçlara varırlar. Örneğin, bunlardan
birisi 1864-1920 arasında yaşamış olan Alman burjuva sosyoloğu
Max Weber'dir.
Burjuva
sosyologlarının, bireyin toplumdaki çeşitli sosyal konumlarını
yorumlamaları bilimsel değildir ve burjuva sistemin
ebedileştirilmesine hizmet eden antimarksist görüşlerdir.
"Çok
boyutlu sosyal tabakalaşma" teorilerine göre burjuva
sosyologlar, toplumdaki sosyal eşitsizliği farklı temellere
dayandırırlar ve bunların hepsine eşit anlam yüklerler. Örneğin,
burjuva sosyolojisine göre toplumdaki sosyal eşitsizlik, sadece
ekonomik temele dayanmaz, aynı zamanda ve aynı ağırlıkta olmak
üzere siyasi, kültürel, sosyal, ulusal vs. olgulara da
dayandırılır. Böylelikle toplum, birbirinden bağımsız sosyal
tabakalaşmadan oluşan bir yapı olarak yorumlanır ve birbirinden
kopuk olmayan ve son kertede maddi yaşam şartlarının belirlediği
sosyal eşitsizliğin, ekonomik, kültürel, siyasi vb. temelleri her
biri birbirinden bağımsız sistem olarak karşımıza çıkartılır.
Böylelikle toplumda sosyal eşitsizliğin kaynakları birbirinden
bağımsız temellere oturtulur. Bu anlayışın sonucu olarak,
örneğin Max Weber, toplumda bireyler arasındaki eşitsizliği
/farklılığı toplumsal hayatın çeşitli aşamalarında arar.
Bunlar, ekonomik, politik, sosyal aşamalardır. M. Weber'e göre bu
farklılıkların nedeni şöyledir:
-Ekonomik
farklılık, dağıtımdaki/bölüşümdeki farklılıkta
aranmalıdır. Yani ekonomik farklılık, gelir farklılığı ile
açıklanmaktadır. M. Weber'e göre bu farklılık; gelirdeki
farklılık, toplumun sınıflara ayrışmasına neden teşkil
etmektedir. Yani toplumda, onun deyimiyle "gelire göre
sınıflar" mevcuttur.
-M.
Weber, sosyal farklılığı da insanların yaşam tarzları
arasındaki farklılığa oturtur. Yani, insanlar toplumsal
yaşamlarında farklı çevrelerle ilişki kurarlar ve bu ilişkiler
insanlara farklı prestijler ve farklı pozisyonlar kazandırır. Bu
farklılık, sonuç itibariyle toplumun iki tabaka sistemi temelinde
yapılaştığı anlayışına götürür. M. Weber'e göre bu
sistemden birisi "grup statüsü", diğeri de yalın
"statü"dür.
-M.
Weber, insanların yaşamlarındaki politik/ideolojik farklılığı,
kendi deyimiyle "hukuki düzen"i, bireylerin siyasi
iktidarda olup olmamalarıyla, siyasi iktidarda olup olmama
farklılığıyla açıklar. Yani insan, siyasi iktidarda olmakla
veya olmamakla toplumda farklı politik/ideolojik konumda olur. M.
Weber, bu farklılığa dayanarak toplumun iktidar grupları veya
siyasi örgütler/partiler olarak tabakalaştığını savunur.
Modern
burjuva sosyolojisinde bir dizi "tabakalaşma" teorileri
vardır. Ama bunlar çoğunlukla M. Weber'in "çok boyutlu
tabakalaşma" sisteminin ya tekrarlanmasıdır ya da farklı
nüanslarda değerlendirilmesidir.
Burjuva
sosyolojisinin kapitalist toplumun sosyal yapılaşmasına yaklaşımı
ne denli aynı veya da farklı olursa olsun, esas olan, onun insan ve
insan grupları arasındaki sosyal farklılığın nereden
kaynaklandığını, bu farklılıkların ortak kaynağının ne
olabileceğini göstermemesidir. Burjuva
sosyolojisi,
bu farklılıklara ortak kaynak olan üretim ilişkilerini gözardı
etmekle ve bu farklılıkları bağımsızlaştırmakla, onların
bağımsızlığını mutlaklaştırmakla metafizik, bilim dışı
sonuçlara varmaktadır. Burjuva sosyolojisi toplumda sosyal
tabakalaşmayı, toplumsal hayatın farklı yönlerinin birbirine
olan bağımlılığını/karşılıklı etkilenişini, toplumda
belirleyici olan maddi ilişkilerden kopuk olarak ele almaktadır.
İnsanlar
arasındaki ilişkinin karakterini açıklayan bilim Marksizmdir.
Marksizm, sürekli bahsettiğimiz, insanlar arasındaki
farklılıkların sonuç itibariyle onların üretim ilişkilerindeki
konumlarından ayrı olarak ele alınamayacağını, bu ilişkilere
bağımlı olarak geliştiğini ve şekillendiğini, bunların
bütününün ise toplumun sosyal yapılaşmasının karakterini ele
verdiğini kanıtlamıştır. Buna göre, toplumun kapitalist/burjuva
yapılaşması, mülkiyet/üretim ilişkilerinin kapitalist/burjuva
karakteriyle, toplumun feodal yapılaşması üretim/mülkiyet
ilişkilerinin feodal karakteriyle açıklanır. Bu bağlamda Türkiye
devrimci hareketinin, kapitalist yapılaşmanın belirleyici olduğu
Türkiye toplumunu hangi yarı-feodal mülkiyet/üretim ilişkilerine
dayanarak burjuva-feodal olarak açıklayacağı gerçekten çok
ilginçtir. Bu, Türkiye'de küçük burjuva devrimciliğiyle burjuva
sosyolojisi arasında belli bir paralelliğin olduğunu göstermiyor
mu?
Burjuva
sosyolojisinin soruna nasıl yaklaştığını yukarıda gördük,
bun u M. Weber'in anlayışıyla örneklendirdik. Buna göre, burjuva
sosyolojisi, siyasi iktidarda, gelirde, sosyal konumda, prestijde
insanlar arasındaki farklılıkları ele alıyor ve bu
farklılıkların esas kaynağına inmeden, birtakım tespitlerde
bulunuyor. Yani ampirik bir gerçek olan insanlar arasındaki
farklılık, dolayısıyla sadece bu ampirik gerçek, burjuva
sosyolojisi için yeterli oluyor. Ne var ki bu türden saptamalar,
esas itibariyle, bize ya hiçbir şey vermiyor ya da çok genel
birtakım gerçekleri ifade etmekten öteye gitmiyor.
Burjuva
sosyolojisindeki bu anlayışı, küçük burjuva devrimciliğinde de
görmekteyiz. Çünkü küçük burjuva devrimciliğinin Türkiye
toplumu üzerine, açıklamaları ve tespitleri maddi temele
dayanmıyorlar, çıplak gözün algılamalarından ve birtakım
ampirik gerçeklerden öteye pek geçmiyorlar. Bu ampirik gözlemlere
ve gerçeklere en çarpıcı örnek olarak feodalizm meselesini
verebiliriz. Türkiye'de feodalizmin varlığı veya Türkiye'nin
yarı-feodal oluşu hangi metodik anlayış ışığında ve hangi
kıstaslara göre tespit ediliyor, bunu bilmiyoruz. Bildiğimiz bir
şey varsa o da, belli ağalık ve aşiret ilişkilerinin esas
alınmasıdır. Şüphesiz ki bu, artık yozlaşmış,
kapitalistleşmeye yüz tutmuş ve ülke genelinde belirleyici önemi
kalmamış olan kalıntı veya yarı-feodallerin ve aşiret
reislerinin -bunlar çoğunlukla bir ve aynı kişilerdir-işçilerden,
köylülerden elde ettikleri gelirlerden, siyasi arenadaki
konumlarından ve aynı zamanda geleneklerden kaynaklanan
prestijlerinden dolayı belli, görülmemesi imkansız olan farklı
durumları vardır. Bu farklılık, çıplak gözle görülen ampirik
bir gerçektir. Bu gerçeği herkes gibi küçük burjuva
devrimciliği de görüyor. Ne var ki o, bu gerçeği sadece görmekle
yetiniyor, tıpkı burjuva sosyologları gibi. Bunun için, burjuva
sosyolojisiyle küçük burjuva devrimciliğinin ortak yönünü
ampirik gerçeğin ötesine gidememelerinde görmekteyiz. Onlarda
eksik olan ve ortak olan, diyalektik ve tarihi materyalist anlayış
temelinde hareket etmemeleri ve gördükleri ve tespit ettikleri
ampirik gerçekleri, bu metodik anlayış temelinde
yorumlayamamalarıdır.
Doğru,
bugün de belli aşiret, feodal ilişkiler insanlar arasındaki
ilişkilerde belli farklılıklar getirmektedir. Ama bu, bu feodal ve
aşiret ilişkilerinin, feodal üretim/mülkiyet ilişkilerine
dayandığı anlamına gelmez. Bu türden üretim/mülkiyet
ilişkileri, yozlaşmış/kalıntı olarak hala var olmalarına
rağmen, esas olan, insanlar arasındaki farklılığa neden olan söz
konusu feodal-aşiret ilişkileri, artık ölen adet ve geleneklerin
insan bilincindeki kalıntılarıdır ve her şeye rağmen bu
kalıntıların toplumsal etkisi inkar edilemez. Ama bu, bu
ilişkilerin ardında/temelinde belirleyici olanın feodal üretim
ilişkileri olduğu var sayımını beraberinde getirmemelidir. Oysa
belli bir toplumsal yapının karakterini açıklamak için ele
alınması, irdelenmesi gereken, bir bütün olarak üretim biçimi,
mülkiyet/üretim ilişkileri sorunudur ve sosyal olanı, toplumsal
olay ve görünümlerin, ampirik gerçeklerin karmaşık ağından
çekip çıkartmak; tabii olanla toplumsal olan, sosyal olanla sosyal
olmayan farklılık ve kurumlaşmaları birbirinden ayırt etmek,
yukarıdaki metodik çerçeve içinde ele alınmalıydı.
Marksizme
göre bütün toplumsal ve sosyal farklılıklar sonuç itibariyle
üretim ilişkilerinden ve onun da karakterinden kaynaklanır. Bütün
toplumsal farklılıkları ekonomik, ideolojik, politik, sosyal vb.
ancak ve ancak maddi temellerini koyarak veya bu maddi temelleri
irdeleyerek açıklayabiliriz.
Belirttiğimiz
farklılıkların toplumda her zaman yalın haliyle gözükmediklerini,
karmaşık formlar aldıklarını, somut duruma göre konum
değiştirdiklerini belirtmekte fayda vardır. Örneğin, bir veya
aynı olan bir neden, belli bir durumda toplumda sosyal farklılığın
doğmasına yol açarken, başka belli bir durumda da sosyal olmayan
farklılığın doğmasına yol açabilir. Demek ki aynı neden,
farklı durumlarda farklı sosyal ve sosyal olmayan
kurumlaşmalara/yapılaşmalara yol açabilmektedir. Bunun sebebi ne
olabilir? Bunun nedenini üretim ilişkilerindeki gelişmelerde
aramak gerekir.
Marksizm,
toplumsal ilişkiler bütününden sosyal olanı, diğerlerinden
ayırt eder. Buradaki sosyallik, sosyal farklılıkları, sosyal
toplulukları; sosyal ilişkileri kapsamına alır.
Sosyal
ilişkiler, her üretim biçiminde farklı karakter taşırlar ve
gelişmelerinin belli bir aşamasında sosyal farklılıklar doğarlar
(sömürüye dayanan sistemlerde). Sosyal ilişkiler, toplumsal
ilişkilerin tamamı değil, onların bir parçasıdır. Toplumsal
ilişkiler bütününün bir parçası olarak sosyal ilişkiler/
üretim/ mülkiyet ilişkilerinin doğrudan bir ürünüdürler. Buna
göre, toplumsal ilişkiler bütününün bir parçasını oluşturan
sosyal ilişkiler, üretim/ mülkiyet ilişkilerinin doğrudan bir
ürünü olma özelliğini gösterirler. Bunun sonucu olarak veya
burada sosyal olan, insanın toplumsal faaliyette bulunması, üretim
ilişkilerinde toplumsal bir rol oynamasıdır. Bir örnek;
Türkiye'de sınıf mücadelesi toplumun bütün
alanlarına yayılmıştır, toplumu etkilemektedir. Sınıf
mücadelesinin toplumdaki bu yaygınlığı ve etkilemesi, insanların
üretim ilişkilerindeki konumlarından kaynaklanır. Farklı bir
ulusa, farklı politik örgütlenmelere ait olmak, sorunun özünde
hiçbir şey değiştirmez.
Sınıf
mücadelesinde temel olan bu Marksist anlayışı Türkiye gerçeğine
uygularsak, yakın geçmişimizde Türkiye toplumunda sosyal ve
sosyal olmayan farklılıkların/ilişkilerin tespitinin hafife
alındığını görürüz. Yakın geçmişte ülkemizde antagonist
sınıflar arasındaki mücadele, bir taraftan büyük
burjuvazi-feodal ağalar, diğer taraftan da halk (işçi
sınıfı-emekçi kitleler) arasındaki mücadele olarak
değerlendiriliyordu. Proletarya ile burjuvazi arasındaki
mücadelenin topluma yayılmasının ve toplumu etkilemesinin ve
bunun, insanların üretim ilişkilerindeki konumlarından
kaynaklandığının yakın geçmişte doğru tespit edildiğini
düşünelim. Bu durumda birbiriyle uzlaşmaz karşıtlık içinde
olan, feodal toprak ağaları ile bu yapılaşmaya tekabül eden
köylülük arasındaki sınıf mücadelesi Türkiye toplumunu nasıl
etkiliyor, bu mücadeleye temel teşkil eden üretim/mülkiyet
ilişkileri nerededir?
"Kapital,
tam da bundan dolayı muazzam bir başarıya sahip olmuştur. Çünkü
bu eser.... kapitalist toplum formasyonunu bütünüyle, canlı bir
şekilde, pratik hayatta nasıl ise, üretim ilişkilerinden doğan
sınıf antagonizminin gerçek ifade formlarıyla, kapitalist sınıfın
hakimiyetini koruyan burjuva politik üst yapıyla, özgürlük,
eşitlik vs. burjuva düşüncelerle, burjuva aile ilişkileriyle
gözler önüne sermiştir"(10).
Marksist
yöntem gerçek anlamıyla kullanılmazsa, doğal olarak, sosyal
eylemin toplumsal bir eylem olduğu, bu eylemin de insanların
toplumun ekonomik yapısındaki konumundan kaynaklandığı tam
anlamıyla kavranamaz ve sonuç itibariyle, birtakım, nedeni
kavranmayan deneysel gerçeklere dayanılarak, Türkiye kırında
esas hedefi teşkil eden bir toprak ağalığı ekonomisi aranır ve
bunu doğrulamak için de devrim anlayışları üretilir.
Bu
bağlamda bir konuya daha değinmekte fayda görüyoruz: Sosyal
farklılıklar da saf, katıksız formlar aramak yanlıştır. Hele
bunu Türkiye gibi, kapitalizmin ekonomide nispeten gelişmiş
olduğu, ama aynı gelişmenin sosyal alanda tam anlamıyla
görülmediği ülkelerde aramak,yani böylesi ülkelerde sosyal
farkların katıksız formlarını aramak başlı başına hata olur.
Sosyal
farklılık, diğer bir deyişle sosyal eşitsizlik, insanların
üretim ilişkilerindeki konumlarından doğar ve nihayetinde birer
insan topluluğu olan sınıf olarak yansır. Toplumda üretim
ilişkileri oldukça kısa bir süreçte değişebileceği gibi, uzun
bir süreç (evrim)
içinde de değişebilir. Ama birtakım alışkanlıklar,
gelenekler, örneğin feodalizme özgü bağlar vb. toplumsal
ilişkilerde varlıklarını daha bir süre devam ettirirler. Eğer
bir sınıf, bir tar aft an bu özelliklerini taşıyorsa ve diğer
taraftan da bu özelliklere tekabül etmeyen üretim ilişkileri
içindeyse -örneğin feodallerin kapitalist üretim ilişkileri
içinde olmaları- orada sosyal farklılığın katıksız formu yok
demektir. Bu karışık görüntüye rağmen, insanların hangi
üretim/mülkiyet ilişkileri temelinde sınıflara bölünmüş
olduklarını, esas ve tali olanın neler olduğunu tespit etmek
kaçınılmazdır. Çünkü; "toplumun ve devlet gücünün
sosyal yapısı değişmelerle karakterize olur (ve) bu değişmeler
açıkça konmaksızın, toplumsal faaliyetin (etkilemenin,
ç.n.) herhangi bir alanında ileriye doğru tek bir adım
dahi atılamaz. Tabi bundan kimsenin tanımadığı şey üzerine
falcılık değil, bilakis politik ve ekonomik gelişmenin temel
eğilimleri anlaşılır, ki bunlar, sonuçları ülkenin yakın
geleceğini belirleyen, her bir bilinçli politikacının
faaliyetinin yön, görev ve karakterini belirleyen
eğilimlerdir."(11)
Türkiye'de
devlet gücünün ve toplumun yapısının değişmesini ele alan ve
bu değişmeyi açık seçik ortaya koyan kapsamlı Marksist bir
çalışmadan söz edemeyiz. Buna bağlı olarak, ülkenin geleceğini
belirleyen, mücadelemize yön ve karakter veren, ekonomi ve politik
alandaki gelişmenin temel eğilimlerinin neler olduğunun kapsamlı
ve yeterli bir tespiti de yoktur.
II-
Kapitalizmde Sosyal Yapılaşma ve Bunun Unsurları
Bu
kısımda kapitalist toplumda insan topluluklarının oluşturduğu
yapılaşmaları, kurumlaşmaları, birlikleşmeleri ve bunların
karakterlerini kısaca ele alacağız.
Marksist
sosyoloji bilimi, toplum un karmaşık bir organizma oluşturduğu
gerçeğinden hareket eder. O, bu karmaşık organizma içinde en
önemli, belirleyici olan unsurları, faktörleri diğerlerinden
ayırır ve bunların sistemdeki yerini ve sisteme verdiği
özellikleri tespit eder.
Marksist
sosyoloji, toplumun sosyal yapısını araştırırken toplumda
mevcut olan farklı insan topluluklarını keyfi bir şekilde
sınıflandırmaz. Tam tersine, toplumda sosyal eşitsizlik karakteri
taşıyan gruplaşmaları maddi temellerinden koparmaksızın
anlamlaştırır. Onun, soruna bu şekilde yaklaşımı metodik bir
yaklaşımdır. Bu metodik yaklaşımda esas olan, bireyin
üretim/mülkiyet ilişkilerindeki konumunun tespiti ve
kavranmasıdır. Ancak böyle bir yaklaşım, bireylerin eylemine
toplumsal eylem karakteri verir. Diğer bir deyişle Lenin "..gerçek
toplumsal ilişkileri ve onların gerçek (a.ç.
Lenin) gelişmesini tahlil ederken yaşayan bireylerin
faaliyetinin ürününü araştırıyorum"
(12) der.
Demek
ki gerçek toplumsal ilişkiler ve onların gelişmesi, yaşayan
bireylerin faaliyetinin ürünüdür.
Marksist
sosyoloji, sosyal yapılaşmayı sistem olarak ele alır. Bu sistem
içinde her unsur veya bu sistemin her bir parçası yerli yerine
oturtulur. Önemli olan önemsiz olandan, belirleyici olan
belirleyici olmayandan ayrıştırılır. Tabii ki bu
ayrışmışlığının/bölünmüşlüğünün tek tek unsurları,
sınıf olgusu göz önünde tutulmadan Marksist anlayış ışığında
analiz edilemez. Ama soruna böyle yaklaşmak, sosyal farklılaşmayı
sınıf kategorisi temelinde ele almak, sosyal yapılaşmanın tek
tek unsurlarının karmaşık, nicel ve nitel formlarını ve bunun
toplumdaki yerlerini göz ardı etmek anlamına da gelmez.
Şimdi
bunların, toplumun sosyal bölünmüşlüğünün unsurlarının
neler olabileceğini ele alalım.
1-Kalıntı
Kavramlar
1.1-
Kabile
Gelişmiş
kapitalist toplumun sosyal yapısında, aşağıda da belirtileceği
gibi, kabile, kast ve zümrenin
(stand) ya hiç yeri yoktur ya da sosyal gerçeklik olarak gerçek
anlamını kaybetmişlerdir. Sosyal gerçeklik olarak kabile, ancak
ve ancak, kapitalist toplum açısından, bu toplumun doğuşu
dönemlerinde anlam kazanır. Kabile, sınıfların henüz oluşmadığı
dönemlerde insanların en önemli topluluk formlarından birisiydi.
Kabile, henüz sınıfların oluşmadığı dönemlerde insan
topluluğu formlarından olan gens’e
nazaran daha kapsamlıdır. Kabile, duruma göre yüzlerce ve
binlerce insandan ve birden fazla gens’ten
oluşur ve kabile ilkel topluma tekabül eden bir insan
topluluğudur.
Bugün
için kabile, en fazlasıyla Afrika'nın bazı ülkelerinde sosyal
bir gerçekliktir ve feodal ve kapitalist ilişkilerle bir arada,
karşılıklı etkilenmeyle var olmaktadır. Bu karşılıklı
etkilenme, en bariz bir şekilde sınıfsal farklılaşmanın, kabile
gelenek ve görenekleriyle karartılmasında görülmektedir. Bu
duruma yine Afrika'nın çoğu ülkesini örnek olarak
gösterebiliriz.
Kabilede
esas olan, kolektif mülkiyet anlayışıdır, toprak ve kültür
ortaklığıdır.
Günümüz
Türkiye'sinin toplumsal yapısında kabile, sosyal bir gerçeklik
değildir. Türkiye'de böyle bir sosyal yapı yoktur.
1.2-Kast
Kast,
kendi içinde evlilik yapan, dışa kapalı ve mesleğin devam
ettirilmesiyle, mesleki birlikle birbirlerine bağlanmış insanlar
grubudur. Kast topluluğu, feodal toplumda sosyal yapılaşmanın bir
unsurudur. Kast olgusu, başta Hindistan olmak üzere Uzakdoğu'nun
birçok ülkesinde yaygınlaşmıştır. Farklı kastlar arasında
çekilmiş ve mutlaka uygulanması gereken sınırlar/anlayışlar
vardır.
Türkiye
toplumunda, daha önceki dönemlerde dahi kast olgusu toplumsal
yapının bir unsuru olmamıştır.
1.3-Zümre
Zümre,
doğrudan feodal topluma tekabül eden bir kavramdır. Zümre, feodal
toplumda hukuki olarak da legalleşmiştir. Zümre kendi arasında da
üçe ayrılır. Birinci (ilk) zümreyi, başta kral olmak üzere
dünyevi feodaller oluştururlar. İkinci zümrede dini feodaller yer
alırlar. Üçüncü zümreyi ise bağımlı köylülerle şehir
ahalisi oluşturur.
Zümre,
hukuki belirlemelerle yaratılmamış, doğrudan objektif gerçekliğin
bir sonucu olarak teşekkül etmiştir ve bu oluşumdan sonra, yani
feodal toplum oluştuktan sonra, bu toplumun birtakım unsurları
hukuki belirlemelerle farklı zümrelere bölünmüşler, daha ziyade
soyluluk unvanına, siyasi hak ve mülkiyete sahip olmuşlardır.
Buna göre zümre, bir taraftan sınıfsal ayırım temelinde sosyal
realite olurken, diğer taraftan da /aynı zamanda toplumun sınıflara
ayrışımını her zaman tam anlamıyla yansıtmamıştır. Örneğin,
bağımlı köylülüğün ve şehir halkının aynı zümreyi
oluşturmaları, bu iki toplumsal güç arasındaki farklılığı
karartmaktadır. Ama zümre, feodal toplumda hiyerarşik yapıyı tam
anlamıyla yansıtır. Aşağıdaki alıntıları böyle
yorumlamalıyız.
"Tarihi
gelişme boyunca ve tam da işbölümü içinde toplumsal ilişkilerin
kaçınılmaz bağımsızlaşması vasıtasıyla her bir bireyin
yaşamında farklılık doğar." (13)
Yani
kapitalizmde bireyin bir kendisi için /şahsi olan hayatı, bir de
belli toplumsal ilişkilere katılan unsur olarak hayatı vardır.
Hayatın
her bölünmüşlüğü "Zümrede (daha ziyade kabilede)
henüz daha üstü kapalıdır. Örneğin, bir soylu... devamlı bir
soylu olarak kalır. Sınıf bireyine karşı şahsi bireyin
farklılığı... burjuvazinin bir ürünü olan sınıfların
doğmasıyla açığa çıkar." (27)
Feodal
Osmanlı toplumunda, toplumun zümrelere göre yapılaşması esastı.
Bugünün Türkiye'sinde böyle bir yapılaşma söz konusu değildir.
2-Toplumda
Sosyal Konum Tanımlamaları
Sosyal Durum, Rol, Prestij
Grup,
tabaka ve durum (statü), burjuva sosyolojisinin temel kavramlarıdır.
Bunlardan statü, kişinin, toplumun tabakalaşmasında aldığı
yeri gösteren bir kavramdır. Bu kavram, M.Weber tarafından burjuva
sosyolojisine kazandırılmıştır. Bu kavramın açık anlamı,
bireyin, aynı gruba ait olan bireyler karşısındaki kişisel
konumunun dile getirilmesidir. Pozisyon, rol ve mevki de bireyin
statüsünü (sosyal durumunu) dile getiren tanımlamalardır.
Prestij de, kişinin toplumdaki sosyal durumunun sonucu doğan bir
kazanımdır. Bütün bunları, toplumda bireylerin belli mevkilere
göre hiyerarşik yapılaşmasını gösterirler, burjuva
sosyolojisine göre. Bu hiyerarşik yapılaşmanın her bir parçası
başlı başına birer sistemdir: rol sistemi; prestij sistemi; statü
sistemi; mevki sistemi vs. Bunlardan mevki ve prestij, bireyin
toplumdaki rolünün/konumunun bir sonucu olarak somut, değişebilen
boyutlarla ölçülür. Buradaki somut, değişebilir boyut, sosyal
durum boyutudur.
Burjuva
sosyolojisinin bu türden anlayışları, toplumu bu tanımlamalarla
yapılaştırmaları ilk bakışta bir anormalliğin ifadesi değildir
ve bu, pek önemli de değilmiş gibi gözükebilir. Şüphesiz ki
toplumda insanlar belli yaşam tarzlarına, belli prestije, belli
role vs. ye sahiptirler. Burjuva sosyolojisinin bu anlayışını
biraz irdelersek soruna yaklaşımın sınıfsal karakter taşıdığını
görürüz. Burjuva sosyolojisine göre bu kavramlara temel teşkil
eden, insanın yaşam tarzıdır. Burjuva sosyolojisi, insanın yaşam
tarzını, onun işiyle, uğraşısıyla bağ içinde ele alır.
Bunun diğer anlamı şudur; uğraşının cinsi, bu uğraşı
vasıtasıyla elde edilen gelir ve bunun miktarı, bireyin toplumdaki
sosyal konumunu, rolünü, prestijini vs. belirler. Buna göre,
burjuva sosyolojisi açısından, örneğin bir avukat, doktor, bir
işçiye, bir köylüye nazaran karşılaştırılamayacak boyutlarda
gelire, role, prestije sahiptir. İkinci MC (Milliyetçi Cephe)
hükümeti döneminde okullarda eğitim amacıyla çıkartılan bir
kitapta; “bir doktor bir işçiden daha fazla şerefe sahiptir”
şeklindeki sözler, burjuva sosyolojisinin toplumsal yapılaşmayı
oldukça açık olarak ifade etmesinin bir yansımasıydı.
Yaşam
tarzının kriterleri her toplumda mutlaka ki aynı değildir. Ama
burjuva toplumlarda, daha doğrusu gelişmiş burjuva/kapitalist
toplumlarda hemen hemen aynıdır; mesleğin /uğraşın cinsi, gelir
vs. Türkiye gibi, burjuva toplumun henüz bütün çıplaklığıyla
görünmediği, eskiye özgü birtakım değerlerin/ olguların hâlâ
var olduğu ülkelerde yaşam tarzının kıstasları da
farklıdır/farklı olabilir. Örneğin, özellikle kırsal alanda
"kırıkçılar-çıkıkçılar"ın belli bir prestije
sahip olmaları. Örneğin, aşiret reislerinin, mülkiyet
ilişkilerinden kaynaklanan(gelir) yaşam tarzına göre değil de –
böyle olması gerektiği halde– aşiretlik
değerlerine/geleneklerine göre toplumsal konum, rol, mevki ve
prestije sahip olmaları.
Yaşam
tarzına, bireyin eğitim durumunu (yukarıda işçi ve doktor
karşılaştırmasında bu ifade ediliyordu) ve etnik aitliğini de
katmak gerekir. Bazı durumlarda, yani burjuva kapitalist toplumun
Türkiye gibi henüz bütün derinlikleriyle gelişmediği ülkelerde
bir kişi, eğitim görmemiş olsa da, etnik aitliğinden dolayı
pekala toplumda belli bir konuma, prestije, role sahip olabilir.
Burjuva
sosyolojisinin kullandığı yukarıdaki tanımlamaları Marksist
sosyoloji de kullanır. Bu kavramlar, bireyin soysal
karakterleştirilmesinde çok önemlidir. Ama buna dayanarak, her iki
sosyolojik anlayışın bu konuda aynı paralelde oldukları sonucuna
varılmamalıdır. Aradaki ince, ama önemli fark birbirine
karıştırılmamalıdır. Şöyle; Marksist sosyoloji, kişinin
şahsi durumunu karakterize etmek için bu kavramları kullanırken
bunların esasını/özünü, bireyin toplumdaki konumunu
yansıtmasıyla sınırlar. Aynı zamanda bu kavramlarla kişinin
işi/uğraş alanındaki konumu kastediliyorsa, bu durumda kişinin o
iş /uğraşı alanındaki pozisyonu da belirtilir. Somutlaştırırsak;
burjuva toplumda işçilik, meslek olarak düşük bir prestije
sahiptir. Ama bundan işçi, prestiji düşük bir bireydir sonucuna
varılamaz. böyle bir sonuca ancak burjuva sosyolojisi varabilir ve
buna yukarıda bir örnek vermiştik.
3-
Toplumda Grupsal Sosyal Durum Tanımlamaları
Gruplar-Birlikler
Toplumun
sosyal yapılaşmasının temel unsurlarından birisini gruplar,
kolektifler ve birlikler oluşturur. toplumu sınıflar/tabakalar
diye bölersek, tabaka, sınıfın bir bölümünü oluştururken
grup da tabakanın bir parçasını oluşturur. Buna göre, toplumun
sosyal yapılaşmasında grup, en alt kesimi (sınıf ve tabakalardan
sonra) oluşturur. Bu kesim kendi içinde de ayrışır.
Her
insan topluluğu sosyal grup olarak tanımlanamaz. Nasıl ki
sınıfları tanımlamada belli kriterler göz önünde tutuluyorsa,
sosyal grupları tanımlamada da belli kriterler göz önünde
tutulur. Ama sınıfları tanımlamamızı sağlayan kriterler aynı
değildirler.
Kapitalist
toplumun sosyal yapısında grup, önemli bir sosyal yapı unsurudur.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, sınıf ve tabakalardan sonra,
kapitalist toplumun sosyal yapılanmasında üçüncü sırada ele
alınan sosyal grupların, sosyal tabakaların birer parçası olarak
kapsamlı incelenmeleri gerektiğini Lenin belirtmiştir.
"Köylü
ekonomisi üzerine köy ailelerine göre elde edilmiş verilerin
değerlendirilmesi köylülerin ‘sanatı’, ekonomik tiplerine
göre ayrıştırılmadığı, ‘sanatçılık yapanlar’,
işletmeci ve ücretli işçi (a.ç.
Lenin) olarak ayrılmadığı müddetçe yetersiz olacaktır. Bu,
ekonomik tiplerin minimal sayısıdır. Bunlar (ekonomik
tipler, çn.) birbirinden ayrı olarak ele alınmazlarsa
(ayrıştırılmazlarsa, çn.)
ekonomi istatistiği yeterli olarak görülemez. Arz u edil en,
elbette ki tam bir gruplaşmadır. Örneğin; ücretli işçi
çalıştıran işletmeler-ücretli işçi çalıştırmayan
işletmeler,tüccarlar, toptancılar, hırdavatçılar vs.
tüketiciler için çalışan küçük üretici anlamında
zanaatçılar."(15)
Lenin,
aynı eserinde özellikle köylü işletmelerini tasnif ederken,
onları mülkiyet formları ve boyutları temelinde sosyal gruplara
ayırmıştır.
Grup
dışında, birlikler ve küçük gruplar, kapitalist toplumun sosyal
yapılaşmasında sosyal unsurlar değildirler. Bu türden birlikler,
insanların iş/ uğraşı, arkadaşlık, aile, sosyal, kültürel,
siyasi vs. bağlardan dolayı oluşturdukları yapılardır.
Birliklere, mesleki, dini, ailevi, komşusal, ulusal vs. temeldeki
oluşumları örnek olarak gösterebiliriz.
Birlik/topluluk
tanımlaması burjuva sosyolojisi tarafından toplum un sosyal
tabakalaştırılmasında geniş çapta kullanılır. Burjuva
sosyolojisi,çoğu sosyal farklılıkları gözardı ederek,
insanları herhangi bir kriterden dolayı ayrı birlik içine kor.
Örneğin, Türk burjuvazisinin çok kaba bir anlayışla Kürtleri,
yaşadıkları toprakları göz önünde tutarak "Dağ Türkler
i" olarak kabul ettirmeye çalışması veya zencilerin
derilerinin renginden dolayı aynı birlik/topluluk olarak
gösterilmeleri.
Genel
olarak grup, küçük grup veya birlik vs. toplumsal hayatta birer
gerçekliktir. Bunların hangi temelde doğdukları, geliştikleri
veya varlıklarını sürdürüyor oldukları mutlaka ki
araştırılmalıdır. Ama bunların, toplumun sosyal yapılaşmasının
birer unsuru olmadığı, olamayacağı vurgulanmalıdır. Çünkü
bu yapılar, toplumun sosyal olmayan gruplaşmaları ve bunların
karakterlerini karartırlar.
4-Sosyal
Tabakalar, Kategoriler
4.1-
Sınıfın bir parçası olarak sosyal tabakalar
Burjuva
sosyolojisi için sınıf, toplumun sosyal yapılaşmasının bir
unsuru değildir. Burjuva sosyolojisi, sınıf yerine tabakayı esas
alır (16). Burjuva sosyolojisinin, sosyal tabakayı toplum un sosyal
yapısının temel unsuru olarak görmesi sınıfsal anlam taşır.
böylelikle sınıf, toplum un sosyal yapısının temel unsuru
olmaktan çıkartılmış olur.
Marksist
sosyoloji, toplum un sosyal yapısında sınıftan sonra gelen sosyal
tabakalara, toplumun sosyal yapılaşmasındaki önemlerine göre
değer verir. Sosyal tabaka, sınıfın bir parçasıdır, sınıf
içinde sosyal bir gruptur.
Sosyal
tabakanın kavranmasında belirleyici kriter, onun toplum içinde
genel anlamda tabaka olarak ele alınmamasıdır; yani toplumda
sosyal tabaka, sınıfsal bağdan, karakterden kopartılmaksızın
ele alınmalıdır. Ancak böyle bir yaklaşım, sosyal tabakanın
tanımlanmasına bilimsellik verir. Sosyal tabaka, bir sınıfın
parçası anlamına gelebileceği gibi, gelmeyebilir de. Örneğin
aydınlar sınıf oluşturmazlar, memurlar sınıf değildir. Ama
bunların kendi aralarında-aşağı-orta-üst-kesimlerini belirtmek
için tabaka kavramı kullanılır. Burada sosyal tabaka, bir sınıfın
parçası olmaksızın, belli grupları tanımlamak için kullanılan
bir kavramdır. Sosyal tabaka, aynı zamanda sınıfın bir
parçasını, bunun ötesinde aynı sınıf içinde ayrı kategori
olan, ama sosyal tabaka olmayan, insan topluluklarını tanımlamak
içinde kullanılan bir kavramdır.
"Tekniğin
mükemmelleştirilmesi, emeğin verimliliğinin yükseltilmesi ve
toplumsal zenginliğin artması, burjuva toplumda sosyal eşitsizliğin
büyümesi, varlıklılarla varlıksızlar arasındaki mesafenin
büyümesine ve... işsizliğin artması... ve emekçi kitlelerin
devamlı daha geniş tabakalarının çok şeyden yoksun kalması
bağlamı içinde olur."(17) Buradaki "emekçi
kitleler", sınıfsal bir tanılama değil, belli sınıfsal
özellikler taşıyan insan grupları kategorisidir ve alıntıdaki
"daha geniş tabakalar"da bu kategorinin farklı kesimlerin
in ifade edilmesidir.
Lenin'in,
"emekçi kitleler" kategorisi içinde sosyal tabakaları da
açtığını görürüz. Bir örnek; "Bütün kapitalist
ülkelerde proletaryanın yanı sıra veya onun devrimci görevlerini
kavrayan kısmının yanı sıra... çok sayıda sınıf
bilinçsiz-proleter, yarı-proleter, yarı-küçük burjuva emekçi
halk tabakalar... vardır".
"Emekçilerin
ve sömürülenlerin bu tabakaları proletaryanın öncüsüne...".
"(ve) nihayet her kapitalist ülkede kaçınılmaz olarak
sermaye ve emek arasında yalpalayan çok geniş küçük burjuva
tabakalar vardır."(18)
Sosyal
tabakanın, sınıfın bir parçası olarak tanımlanmasında
birtakım temel metodolojik ilkeler vardır. Bu ilkelerin neler
olabileceğini yukarıda belirttik. Şimdi bunları toplu olarak
verelim;
a-
Sosyal tabaka sınıfın bir unsurudur/ parçasıdır
Sınıfın
bir parçası/unsuru olarak sosyal tabaka, sınıf içindeki sosyal
konumların belirlenmesini sağlar. Böyle bir belirlemede, yani
sınıf içinde tabakanın belirlenmesinde o sınıfın sınıfsal
özellikleri ve kriterleri esas alınır. Ne var ki sosyal tabakanın
kendi içindeki bölünmüşlüğünü, tabakanın alt-orta-üst
kesimlerini belirlemede -aynı özellikler ve kriterler kullanılmaz.
Burada tabakanın alt-orta ve üst diye ayrılmasına neden olan
farklılıkların derecesi/kapsamı, nitel ve nicel özellikleri-esas
alınır.
Soruna
böyle bir yaklaşımın en çarpıcı örneğini Lenin'in "Rusya'da
Kapitalizmin Gelişmesi" eserinde görmekteyiz. Bu eserinde
Lenin, köylü sınıfını temel tabakalarına bölmüştür. Bu
bölmede temel kriter olarak köylülerin üretim araçlarına olan
ilişkilerini almıştır. Yani üretim aracı hiç olmayan, biraz
olan vb. şeklinde. Böylelikle kendi üretimiyle yaşayanlardan
işgücünü satarak yaşayanlara kadar belli köylü tabakaları
ortaya çıkmıştır. (19)
Önemli
bir nokta da, sınıfın sosyal tabakalarını belirlemede mesleki
özelliklerin kriter olarak alınıp alınmayacağıdır. Sınıf içi
tabakaların belirlenmesinde mesleki özelliklerin kıstas olarak
alınması tam da bir burjuva değerlendirme olur. Çünkü bu
durumda sosyal tabakayı belirleyen sınıfsal özellikler göz ardı
edilmiş olur. Bunun için sınıfın herhangi bir tabakasını
belirlemede esas kriter, mesleki özellikler değil, sınıfsal
özelliklerdir.
Lenin,
aydınların tabakalarını araştırırken belli metodik ilkelerden
hareket etmiştir. O, aydınları mesleki özelliklerinden dolayı
tabakalarına ayırmamıştır. Lenin, tam tersine aydınları
toplumdaki şu veya bu sınıfa olan ilişkilerine göre
tabakalandırmıştır. Örneğin; "Bu, burjuva uzmanları
olmaksızın imkansızdır... Tabii ki bu uzmanların çoğunluğu
tamamen burjuva dünya görüşünün nüfuzu altındadır...
Burjuvazi tarafından eğitilen bu tabaka..."(20).
Lenin
aynı zamanda devrimci, sosyalist, liberal aydınlardan da bahseder
(21). Görüyoruz ki Lenin, aydınları tasnif ederken çıkış
noktası olarak, onların toplumsal sınıflardan hangisine yakın
oldukları veya olmadıklarını göz önünde tutmaktadır. Bu
yakınlık veya uzaklık, o aydın tabakasının toplumsal
yapılaşmada hangi güçlerin yanında yer aldığını da
göstermektedir.
b-
Sınıfın parçası olan tabakalar, birbirinden kopuk değildirler
Sınıfın
parçasını oluşturan tabakaların birbiriyle ilişkilerinin
olmaması ama aynı zamanda toplumsal bir sınıfı oluşturuyor
olmaları çelişkili bir durum ifade eder. Sosyal tabakalar, sınıfın
özelliklerini taşıdıkları için kaçınılmaz olarak belli
bağlar içindedirler. Aşağıdaki alıntıda bir sınıfın
alt-orta ve üst kısımlarının kıstaslarını ve birbirleriyle
olan bağlarının hangi temelde olduğunu çok açık bir şekilde
görmekteyiz.
"Alt
grup-halkın yarı-proleter ve proleter tabakaları, orta(grup)-fakir
küçük mülk sah ipleri, üst grup-varlıklı küçük mülk
sahipleri. Bu grupları farklı sınıfın unsurları olarak
belirleyen ekonomik temel özelliklerini...
Alt
grubu, mülksüz halk oluşturur. Bu grup, esas itibariyle veya yarı
yarıya işgücünün satımıyla yaşar. Fakir
küçük mülk sahipleri orta grubu oluştururlar. Çünkü orta
köylü, en fazla, en iyi yıllarda
ancak geçimini sağlayacak durumdadır. Burada en
önemli yaşam kaynağı, 'bağımsız'
(elbette ki sadece görünüşte bağımsız) küçük
ekonomidir (a.ç. Lenin) ve nihayet varlıklı küçük
mülk sahipleri, üst grubu oluştururlar. Bunlar şu veya bu şekilde
önemli sayıda devamlı veya gündelikçi olarak tarım işçileri
çalıştırırlar..."(22)
c-Sosyal
tabaka sınıfın en büyük unsurudur:
Yukarıdaki
alıntıda da görüldüğü gibi Lenin, köylülüğü üç büyük
tabakaya ayırmıştır. Aynı ayrım proletarya ve burjuvazi için
de geçerlidir; proletaryanın/burjuvazinin alt-orta ve üst
tabakaları şeklinde. Bu sınıfların başka ara tabakaları da
vardır, ama esas olan, alt-orta ve üst diye tabakalaştırmadır.
Lenin,
Rusya'da sınıfları ve onların tabakalarını, dolayısıyla
mülkiyet/üretim ilişkilerini kapsamlı bir şekilde araştırmış
ve siyasi mücadele için bunlardan sonuçlar çıkartmıştır.
"Bay
Bulgakow iki ciltlik 800 sayfa kalınlığında... 'alıntılar'la
dolup taşan bir 'araştırma' yazdı. Ama hiçbir zaman, kelimenin
tam anlamıyla hiçbir zaman... köylülerin,
içinde yaşadıkları ilişkiyi araştırmayı denemedi... Bir
defacık olsun... köylülerin ekonomi tipi, yaşam
şartları vs. üzerine sistematik bilgiler vermedi." (23)
Bu
noktayı burada ele almamızın nedeni, alıntının tamamı göz
önünde tutulursa, Lenin'in, köylü sınıfının çeşitli
tabakaları arasındaki farkların belirtilmesine verdiği önemi
göstermek içindir.
4.2-
Kategoriler ve başka sosyal tabakalar
Toplumsal
sınıfların birbirinden farklılığı ve toplumun sınıfları
ayrılmışlığı mülkiyet ilişkilerinden kaynaklanır veya
insanların üretim araçları karşısındaki konumları, onların
sınıfsal yapılarını ele verir. Ne var ki kapitalist toplumda
sınıfsal farklılıklar her zaman bütün sosyal farklılıkları
kapsamaz ve sınıflar da her zaman toplumun sosyal yapılaşmasının
bütün önemli unsurlarını içermezler. Yani toplumda, üretim
araçlarına olan farklı konumdan değil de, toplumsal işbölümü
içindeki farklı konumdan kaynaklanan sosyal farklılıklar vardır.
Bu farklılığı; bir taraftan sınıfsal farklılığı ve diğer
taraftan da işbölümü içinde doğan sosyal farklılığı
Lenin'den bir anlayışla berraklaştıralım.
"Sınıfların
esasa özgü farklılığı, onların toplumsal üretimdeki yeri ve
üretim araçları ile ilişkileridir".
"İş
(emek, ç.n.), belli bir politik-ekonomik kategori değildir. Bilakis
sadece emeğin toplumsal formu, emeğin toplumsal yapısı veya başka
türlü ifade ile; insanların aralarındaki işe katılmalarına
göre ilişki..."(24)
Buna
göre, alıntının ilk bölümünde sınıfsal farklılığın
mülkiyet/üretim ilişkilerine olan konumdan kaynaklandığını,
son bölümünde de birtakım sosyal farklılıkların toplumsal
işbölümündeki farklı konumlardan kaynaklandığını
görmekteyiz.
Bu,
birtakım farklılıkların neler olduğuna gelince: bunlar;
a-
Şehirle kır arasındaki sosyal farklılık,
b-
Kol emeğiyle kafa emeği arasındaki sosyal farklılık
a-Şehirle
kır arasındaki sosyal farklılık
Bu
temeldeki sosyal farklılık, son kertede sanayi işiyle tarımsal iş
arasındaki farklılıktır. Sınıflı toplumlarda, özellikle de ve
belirleyici olarak kapitalizmde toplumsal işbölümünün sanayi ve
tarım diye ayrışması, sonuç itibariyle şehir ve kır diye
sosyal kategorilerin oluşmasına neden olmuştur.
"Ulus
içinde iş bölümü önce sanayi ve ticaretin tarım işinden
ayrılmasına ve böylelikle şehirle kırın ayrılmasına ve her
ikisi arasında çıkan zıtlığın doğmasına götürür."(25)
Ne
var ki şehirle kır arasındaki bu ayrımın her toplumda sosyal
çıkar farklılığına neden olacağı söylenemez. Şehirle kır
arasındaki sosyal çıkar farklılığı, sınıflı toplumlarda
özel mülkiyet temelinde söz konusudur.
"Şehirle
kır arasında zıtlık, sadece özel mülkiyet çerçevesinde var
olabilir." (26)
Özel
mülkiyet/kapitalizm, aynı zamanda şehirle kır arasındaki sosyal
farklılığın yıkılmasının maddi şartlarını da doğurur.
"Tarım
aşamasında büyük sanayi... köylüyü etkisine alır ve onu işçi
yapar. Kırın sosyal alt-üst oluş gereksinmesi ve zıtlıkları
böylelikle şehirdekilerle denkleşir. Verimsiz... işletmenin
yerini, bilimin- bilinçli teknik kullanımı alır. Tarımdaki ve
manüfaktürdeki eskiden kalma aile bağının parçalanması...
kapitalist üretim biçimi vasıtasıyla sonuçlandırılır. Ama o
(kapitalist üretim biçimi,
ç.n. ) aynı zamanda, yeni, daha yüksek bir sentezin,
tarımla sanayi birliğinin maddi önkoşullarını yaratır"(27).
b-
Kol emeğiyle kafa emeği arasındaki sosyal farklılık
Kol
(fiziki) ile kafa (zihni) iş arasındaki farklılık da toplumsal
bir iş bölümüdür. Genel olarak sınıflı toplumlarda, özel
olarak da kapitalist toplumda fiziki ve zihni iş arasındaki
ayrışma, aynı zamanda şehirle kır arasındaki ayrışmadır.
"Maddi
ve zihni işin en büyük bölünüşü şehirle kırın
ayrılmasıdır."(28)
Sınıflı,
sömürüye dayanan toplumların en gelişmişi kapitalizmdir. Bu
ekonomik toplum formasyonunda sanayi, tarım, ticaret, maddi ve zihni
üretim alanlarında işbölümlerinin en gelişmiş halini
görmekteyiz. Ekonomik sürecin bütün bu alanlarında fiziki ve
zihni işin bileşimleri farklıdır. Ama fiziki ve zihni iş
arasındaki farklılık da belirleyici rolü oynayan, sömürü/mülkiyet
ilişkileridir. Kapitalizmde bu ayrım bilinçli olarak yapılır.
Örneğin, öyle işler olur ki, bu işleri yapmak için insanlar,
daha ziyade fiziki iş yapanlar, daha ziyade zihni iş yapanlar diye
ayrıştırılır.
5.
Sınıf
Genel
anlamda ifade edecek olursak, toplumun sosyal yapısının unsurları
insan gruplarından oluşur. Bunların karakterine ve toplumun sosyal
yapısındaki yerlerine yukarıda değindik. Gördük ki her bir
grup, farklı anlam ve karakter taşımaktadır. Sınıf da bir
gruptur. Ama sınıf, bu gruplar içinde en kültürel, en yaygın
olanı ve toplumdaki sosyal konumundan dolayı da en anlamlı
olanıdır.
Marksist
sosyoloji, sınıf farklılığını toplumda en temel farklılık
olarak görür. Bunun için toplumun yapısında (tabii sınıflı
toplumun) sınıf, en temel sosyal unsurdur.
Marksist
sosyoloji, sınıfları sadece ve katıksız ekonomik olgu olarak
görmez. Marksizm, sınıflara ve sınıf farklılıklarına kapsamlı
yaklaşır. Büyük insan grupları olarak sınıfları çok yönlü
inceler; onların sosyal, politik, ekonomik vs. alanlarda anlamını
açıklar.
Marksizm,
belli bir insan yığınını sınıf yapan bütün çok yönlü
özellikleri tespit eder. Ama bunları sadece saymakla, tespit
etmekle yetinmez. Marksizm, belli bir insan topluluğunu sınıf
yapan özellikleri tespit ederken bunlardan en önemlisini,
belirleyici olanını ön plana çıkartır, tanımlamasının
merkezine kor. Baş tarafta da belirtildiği gibi, belli bir insan
topluluğunu belli bir sınıf yapan en önemli özellik veya en
önemli sınıfsal farklılık, insanların üretim ilişkilerinde
aldıkları konumdan kaynaklanır.
Kapital'de
sınıfların belirleyici özelliğinin ne olabileceği sorusuna, bu
konuyu ele alan bölüm tamamlanmadığı için Marks tarafından
cevap verilmemiştir. Ama soru olarak sorulmuştur.
"Sınıf
neyi oluşturur? Bu, kendiliğinden, diğer sorunun cevabından
çıkartılır. Büyük toplumsal sınıfların (birer unsuru) olarak
ücretli işçiler, kapitalist mülk sahipleri ne yapıyorlar?"
(29)
Marks,
Engels ve Lenin'in birçok yazılarında bu sorunun cevabı bulunur.
Ama sınıf olgusunun bütün yönleriyle tanımlanmasını Lenin
yapmıştır. Lenin'e çıkış noktası oluşturan, Marks ve
Engels'in bu konudaki tezleridir.
Sorunun
tek yanını ele alan birkaç örnek:
"Yeni
gerçekler... şimdiye kadarki bütün tarihin
sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu göstermeye zorladı...
Toplumun bir birleriyle mücadele eden bu sınıfları her
seferinde... çağlarının ekonomik
(a.ç.Engels)
ilişkilerinin ürünleridirler" (30).
"Yaşam
tarzlarını, çıkarlarını diğer sınıflardan ayıran ekonomik
şartlarda yaşayan ve diğer sınıflara karşı düşman tavır da
alan milyonlarca aile bir sınıfı oluşturur."(31)
Burada
sınıfın kapsamlı bir tanımlanmasından ziyade, belli/belirleyici
özelliklerinin verildiğini görmekteyiz.
Lenin,
Marks ve Engels'in yukarıdaki ve diğer birçok, bu konuyu içeren
tezlerine dayanarak sınıfı, aşağıdaki şekilde kapsamlı olarak
tanımlamıştır:
"Toplumsal
üretimin tarihi- belirlenmiş bir sistemdeki yerlerine, üretim
araçlarıyla olan (büyük oranda kanunlarla saptanmış ve formüle
edilmiş) ilişkilerine, emeğin toplumsal örgütlenmesindeki
rollerine ve dolayısıyla toplumsal zenginlikteki paylarının
büyüklüğüne ve elde ediş tarzına göre birbirlerinden ayrılan
büyük insan grupları sınıf olarak tanımlanır. Sınıflar,
toplumsal ekonominin belli bir sistemindeki yerlerinin farklılığından
dolayı, birinin diğerinin emeğine elkoyabildiği insan
gruplarıdır"(32).
Bu
tanımlamayla Lenin'in, Marks'tan kaynaklanan çok önemli bir tezi
geliştirdiğini de görmekteyiz. Bu tez; sınıfların varlığının,
belli tarihi şartlara bağlı olduğu, bu tarihi şartların da
üretimin gelişme aşamalarından başka bir şey olmadığıdır.
Buna
göre; bir ülkede üretimin karakteri, gelişme seviyesi, buna bağlı
olarak üretici güçlerin gelişme seviyesi somut durumun somut
tahlili temelinde araştırılarak tespit edilmezse, o ülkede hangi
karakterde sınıfların olduğunun doğru tespiti tesadüfi olur.
Marks'ın
şu anlayışı çok önemlidir:
"Yaşamlarının
toplumsal üretiminde insanlar iradelerinden bağımsız olarak
belli, zorunlu ilişkilere, üretim ilişkilerine girerler, ki bu
ilişkiler, onların, maddi üretici güçlerin belli gelişme
aşamasına tekabül ederler. Bu üretim ilişkilerinin bütünü
toplumun ekonomik yapısını oluşturur" (33).
Diğer
bir deyişle; Antagonist sınıflı toplumlarda, özellikle de bu tür
toplumların en sonuncusu olan kapitalizmde üretici güçlerin
bileşiminde esas rol oynayan, teknik gelişme/teknik yapıdır. Bu,
meselenin bir yönü. Meselenin diğer yönü de, kapitalist toplumda
bütün sosyal yapının temeli ekonomik yapıdır. Bu iki yön,
üretici güçlerin yapısı ve üretim ilişkilerinin yapısı
birbiriyle kopmaz ilişki içindedirler. Bu, birbirini dışlayan
değil, birbirini tamamlayan, belli bir bütünlüğü oluşturan bir
ilişkidir. Bu ilişkiler bütünü, belli bir üretim biçimini,
dolayısıyla toplumun tekniki-ekonomik yapısını ele verir.
Yukarıdaki
alıntıyı devam ettirirsek, üçüncü bir yapının söz konusu
olduğunu görürüz. Bu, toplumun sosyal yapısıdır. Toplumun
sosyal yapısı, diğer yapılar üzerinde yükselir, diğer yapılar
tarafından belirlenir. Bu yapıların birbirlerini etkilemelerini,
tamamlamalarını ve belli bir bütün oluşturmalarını, sınıflı
toplumları ele alarak göstermeye çalışalım.
Feodalizmde:
Feodalizmde
üretici güçlerin bileşimini oluşturan teknik yapı geridir.
Sömürü ve dolayısıyla toplumsal ilişkiler, doğrudan veya
belirleyici olarak tarımda söz konusudur. Buna göre; feodalizmde
tarım, hakim üretim alanıdır. Bu alandaki üretim ilişkileri
bize hakim sınıf olarak toprak sahiplerini (feodalleri), ezilen,
sömürülen sınıf olarak da köylülüğü verir. Bu her iki yapı
(teknik ve ekonomik) üzerinde feodal toplumsal yapısı yükselir.
Kapitalizmde:
Kapitalizmde
ağırlığın endüstriye kaydığını görmekteyiz. Yani
kapitalizmde üretici güçleri karakterize eden sanayidir ve sanayi
de, gelişmesi ülkeden ülkeye ne denli farklı olursa olsun,
nihayetinde tekniğin gelişmesinin bir sonucudur. Bu temelde var
olan üretici güçler, ekonomik yapıda (üretim ilişkilerinde)
sınıfsal ifadesini proletarya ve burjuvazide bulur. kapitalist
toplumun sosyal yapısı da bu her iki yapının karakterine, gelişme
seviyesine göre -farklı ülkelerde nicel farklı özellikler
gösterse de- belirlenir.
diğer
bir deyişle; toplumsal sınıflar, onların karakteri ve toplumsal
yapıdaki konum ve rolleri, toplumsal üretimin üretici güçlerinin,
mülkiyet/üretim ilişkilerinin karakter ve gelişme seviyelerinden
farklı olarak ele alınamaz. Bunun için üretimde makinalı
üretimin, ücretli işçiliğin, pazar için üretimin esas olduğu
yerde kapitalist üretim biçiminin hakimiyeti söz konusudur.
Yeri
gelmişken burada temel sınıfsal farklılıkların yanı sıra, bu
temel sınıfsal farklılıktan kaynaklanan sınıfsal farklılıkların
doğuşlarına, gelişmelerine ve gösterdikleri özelliklere de
değinelim.
Temel
sınıfsal farklılıktan kaynaklanan, ama kendine has özellikler
arz eden bu farklılıklar, insanların bir sınıfa aitliğini tam
olarak belirleyemez. Bir örnek; kapitalizmde bir işçinin
belirleyici sınıfsal özelliği nedir sorusuna verilen genel
geçerli cevap şöyledir:
-Üretim
araçları işçinin elinden alınmıştır, onun mülkiyetinde
değildir.
-İşçi,
üretim sürecinin yönetiminden kopartılmıştır, bu alanda söz
sahibi değildir.
-İşçi,
kendisi tarafından üretilen ürünün, toplumsal zenginliğin ancak
çok cüzi bir kısmını alabilir. Bu, ona, sözümona emeğinin
karşılığı olarak verilir.
-İşçi,
bu özelliklerinden dolayı belli şartlarda yaşar, belli bir eğitim
ve kültür seviyesine sahip olur. Bu, belli eğitim ve kültür
seviyesi genellikle yetersizdir, düşüktür.
-Bütün
bu özelliklerinden dolayı kapitalizmde işçi, belli bir
psikolojiye sahiptir.
Dikkat
edersek, bu özelliklerden ilk ikisi belirleyici sınıfsal özellik
iken,
son üçü, ilk iki özellikten kaynaklanan sınıfsal özelliklerdir.
Bu son üç ve belirtmediğimiz daha bir dizi özellikler,
belirleyici sınıfsal özelliklerle uyum içinde olabilecekleri
gibi, uyum içinde olmayabilirler de. Bu özellikleri, işçinin
temel sınıfsal özelliğinden
kaynaklanan,
ama işçinin sınıfsal karakterini belirlemede temel olmayan
yukarıdaki ve benzeri özellikleri nasıl görebiliriz? Bu
özellikleri işçinin bütün yaşam şartlarında görebiliriz;
oturduğu ev, giyindiği elbise, genellikle satın alabildiği gıda
maddeleri, kültürel gelişmesi, eğitim seviyesi, bilinçlilik
durumu, toplumsal tavrı, toplumsal faaliyeti, yaşam alışkanlıkları
vb. bütün bu özellikleri belli noktalarda toparlayabiliriz:
a-
Toplumdaki sosyal ve politik rol.
b-
Kültür, eğitim seviyesi; ideoloji, dünya görüşü, bilinçlilik
durumu.
c-
Yaşam tarzı.
Bütün
bu noktalar, bu noktalara haiz olan insanı belli bir toplumsal
psikolojiye sokar. Ama bir insan, genellikle işçi semtinde
oturduğu, kültürü, eğitimi düşük olduğu için ilk bakışta,
deneysel olarak işçi ilan edilebilir mi? Elbette hayır. Ama
ülkemizde küçük burjuva devrimciliği, işçi sorununda olmasa
da, köylülük sorununda aynı mantıktan, ampirik gözlemlerden
hareket etmiştir. Bu anlayışı örneklemeden önce, belirleyici ve
belirleyici olmayan sınıf özelliklerinin birbirleri ile karşılıklı
ilişkilerinin nasıl olduğuna bakalım.
Birinci
durumda:
Belirleyici
olmayan sınıf özellikleri her zaman, belirleyici olan sınıf
özelliklerinin doğrudan bir sonucu değildir. Belirleyici olmayan
sınıf özelliklerinin gelişmesinde belirleyici olan özelliklerin
yanı sıra bir dizi objektif ve subjektif durumlar, belirleyici
olmayan sınıf özelliklerinin doğmalarında ve gelişmelerinde
önemli roller oynarlar. Bir örnek: Kapitalist üretim biçimi
doğduğunda işçi sınıfının dünya görüşü, ideolojisi, onun
bu temelde bilinçlenmesi henüz gündemde yoktu. Bunun sonucu olarak
toplumda, işçi sınıfının bir unsuru olan işçi, bilinçli işçi
değildi. Bugün de sınıf-bilinçsiz işçiden bahsederken söz
konusu bu sınıfın belirleyici özellikleriyle, belirleyici olmayan
özelliklerinin birbirlerini etkilemelerinin, birbirleriyle olan
ilişkilerinin sonuçlarından bahsetmiyor muyuz? Yukarıdaki b
noktasına tekabül eden bu durum, işçinin bu noktada belirleyici
sınıfsal özelliklerine rağmen bir dizi objektif ve subjektif
nedenlerden dolayı kendi dünya görüşünü, zamanla, süreç
içinde, sınıf mücadelesiyle kavrayabileceğini göstermektedir.
Bir
örnek daha: Sınıfın karakterini belirleyen temel özelliklerle,
temel olmayan özellikler, genel olarak birbirlerini tamamlarlar ve
bunun sonucu olarak, örneğin işçi sınıfının büyük bir
kesimi şu veya bu şekilde benzer tarzda yaşarlar, aynı
paralellikte bilinçlenme, kültür ve eğitim seviyesine, anlayışına
sahip olurlar. Ama sınıfın belli bir kesimi, sınıfın temel
özelliğine rağmen farklı olarak şekillenebilir. İşçi
sınıfının bu kesimi bilinçlenme açısından burjuvazinin,
gerici güçlerin etkisinde kalan kesimdir ve bu bilinçleriyle işçi
sınıfının bu kesimini, burjuvaziden ve gerici güçlerden ayırt
edemeyiz. Demek ki, sınıfı karakterize eden belirleyici sınıfsal
özellikler, objektif olmasına ve sınıfın her bir üyesi için
geçerli olmasına rağmen, sınıfsal karakteri belirlemede temel
olmayan özellikler, yine objektif ve subjektif şartlardan dolayı
sınıfın her bir üyesi için genel geçerlilik, belirleyicilik arz
etmezler. Diğer bir deyişle; iki işçiyi göz önünde tutalım.
Bunları işçi yapan, sınıfı belirleyen temel özellikler
aynıdır. Ama bunlar, günlük hayatta sürekli gördüğümüz gibi
farklı sınıfsal tavırlar alabilirler. Bunlardan birincisi pekâla
sınıf bilinçli bir proleter olur ve kendi sınıfının
mücadelesinde yer alırken, ikincisi burjuvazinin yanında yer
alabilir.
Buna
göre, sınıfsal karakteri belirlemeyen sınıfsal özellikler,
sınıfsal karakteri belirleyen sınıfsal özellikler karşısında
nispeten bağımsızdırlar sonucuna varırız. Bu nokta bizim
açımızdan oldukça önemlidir. Nasıl ki işçi sınıfını,
sınıf olarak belirleyen temel özellikler ve temel olmayan
özellikler varsa, aynen burjuvazi, feodaller ve köylülük içinde,
onları sınıf olarak belirleyen temel ve temel olmayan özellikler
vardır. Geçmişte küçük burjuva devrimciliğinin
anlamadığı/kavramadığı noktalardan birisi de budur. Bugün
Türkiye'de feodal, yarı-feodal veya toprak ağaları diye
tanımlanan unsurların, feodal sınıfın belirleyici temel
özelliklerini tamamen veya da ağırlıkta yansıttıklarını hiç
kimse söyleyemez. Bundan dolayıdır ki, yarı-feodallikten,
yozlaşan feodallerden bahsediliyor.
Aşağıda
ve ayrıca başka yazılarda ele alacağımız gibi bu unsurlar,
kapitalist üretim/mülkiyet ilişkileri içindedirler. Diğer bir
deyişle; bunlar birer tarım kapitalisti/burjuvazisi, burjuvalaşmış
mülk sahipleri olmalarına rağmen, birtakım gelenek ve
göreneklerle, aynı zamanda küçümseyemeyeceğimiz feodal
ilişkilerle köylüleri baskı altında tutuyorlar ve sömürüyorlar.
Burada açık olan şu: Bu unsurlar burjuvazinin/kapitalistin temel
sınıf özelliklerine sahip olmalarına rağmen, onların bu temel
sınıf özellikleri, temel olmayan sınıf özellikleriyle terslik
içindedir. Burada temel olmayan özellik şudur: Onlar burjuvaziye
özgü olmayan birtakım ilişkileri, çıkar sağladıkları için
devam ettiriyorlar, bu ilişkilerle bütünleşiyorlar. Hal böyle
olunca ampirik bir gözlemle bu unsurların feodal olduğunu
söylememek için hiçbir neden yoktur. Demek ki birtakım objektif
ve subjektif şartlar, sınıfsal karakteri belirlemeyen özellikler,
bir kısım tarım/kır burjuvazisini/kapitalistini, burjuvalaşmış
mülk sahiplerini feodal, yarı-feodal, toprak ağası olarak
değerlendirmeye yetmektedir! aynı anlayış köylülük, özellikle
de yıkılması amaçlanan "toprak ağalığı ekonomisi"nin
(TDKP) hakim olduğu yerlerdeki köylülük/köylüler için de
geçerlidir. Buralarda da köylülük kapitalist üretim/mülkiyet
ilişkileri temelinde çözülmüştür, katmanlarına ayrışmıştır.
Buralarda da kır proleterleri ve yoksul köylüler genel olarak
üretim araçlarından yoksundurlar. (Genel olarak diyoruz, çünkü
kır proletaryasıyla kır yoksulları arasında belli farklılıklar
vardır). Onların sınıfsal karakterini belirleyen temel ekonomik
özellik budur. Ama buna rağmen
bu köylülerin belli bir kesimi, kendilerini sınıf olarak
karakterize eden temel özelliklerin dışında, temel olmayan
özellikler taşıyorlarsa bu, onların serf veya yarı-serf
oldukları anlamına asla gelmez. Her iki durumda gerek "toprak
ağaları"nda ve gerekse de köylülerde, onların sınıfsal
karakterlerini belirlemede temel olmayan özellikler, küçük
burjuva devrimciliği tarafından bu güçlerin sınıfsal
karakterini belirlemede temel özellikler olarak ele alınmıştır.
İkinci
durumda:
Sömürüye
dayanan toplumlarda temel, birbirine antagonist olan sınıflar
vardır ve bunların temel sınıfsal özellikleri üretim
araçlarıyla ilişkilerinden kaynaklanır. Bunlar, yukarıda da
bahsettiğimiz genel doğrulardır. Bu genel durumun kaçınılmaz
bir sonucu olan diğer gen el bir dur um da, hakim sınıfın-somutta
da kapitalist sınıfın -ekonomik gerçekliği, ekonomik ilişkileri
kendi sınıfının çıkarları doğrultusunda olan hukuki
formlarla, kanunlarla tespit etmesi, hayata geçirmesidir. Yani
kapitalist üretim ilişkileri/biçimi, kendine özgü üst yapıyı
geliştirir. Bunun aksi olamaz. Bu olgunun diğer
anlamı da şudur: Burjuvazi, kendi sınıfsal çıkarları
doğrultusunda devleti şekillendiriyorsa, kanunlar çıkartıyorsa,
eğitim kurumları kuruyorsa vb. bunları kendi sınıfının
sınıfsal karakterini belirleyen özelliklerinin, yani üretim
araçlarına sahip oluşunun bir sonucu olarak yapıyor, yoksa
sınıfsal karakterini belirlemeyen sınıfsal özelliklerinden
hareket ederek değil. Hal böyle olunca "yarı-feodal",
"burjuva-feodal" Türkiye toplumunda, toplumun üst yapı
kurumlarında, kanunlarda, hukukta, eğitimde, devlette vs. birtakım
feodal özelliklerin olması gerekmez mi?!
Bu
özelliklerin neler olabileceğini bilmiyoruz!
Bu
noktaları toparlarsak;
a-
Temel olmayan sınıfsal farklar, doğuş ve gelişmeleri açısından
her zaman temel sınıfsal farklılıklarla aynı paralelde
olmayabilirler, yani belli farklılıklar gösterebilirler.
b-
Bu farklılıkların sonucu olarak yukarıda sıraladığımız
belirleyici olmayan özellikler(yaşam tarzındaki, kültürdeki,
bilinçlenmedeki, eğitimdeki vs.) bir sınıfın karakterini
belirlemede esas olamazlar.
Türkiye
toplumunun karakteri a şıkkı temelinde yorumlanabilir, b şıkkı
temelinde değil.
Lenin'in
sınıf tanımlamasını tanıyan, bunun ötesinde kavrayan birisi
için bu noktanın açık olması gerekir. Açık olması gerekir,
çünkü Lenin, sınıfı tanımlarken yukarıdaki b şıkkını,
yani belirleyici olma yan farkları/özellikleri tanımlama dışı
bırakarak, esasa özgü, temel zorunlu özelliklerden hareket
etmiştir.
Bir
sınıfın karakterini belirleyen temel farklılıklar/özellikler,
temel olmayan farklılıklar/özellikler bir bütünün iki yüzü
şeklinde de görülebilir. Bunlardan iç/esas yüzü oluşturan,
temel/karakteristik özellikler/farklılıklardır. Her iki yüz,
kapsamlı bütünlüğü ile (ekonomik, politik, ideolojik vs.)
toplumsal sınıfların tüm yönleriyle belirlenmesini sağlar.
Sadece
bu da değil. Marksizm, temel sınıf farklılıklarını da tahlil
eder. Lenin şöyle diyor:
"Sınıfların
belirleyici farklılık özelliği, toplumsal üretimdeki yerleri ve
dolayısıyla üretim araçlarıyla ilişkileridir. Toplumsal üretim
araçlarının bu veya şu kısmına elkonulması ve özel iktisatta,
satış için ürün iktisadında kullanılması, modern toplumun bir
sınıfıyla (burjuvazi) üretim araçlarına sahip olmayan ve iş
gücünü satan proletarya arasındaki esas farktır."(34)
"...Emeğin
toplumsal örgütlenmesindeki rollerine ve dolayısıyla
tasarruflarında olan toplumsal zenginlikteki paylarının
büyüklüğüne ve elde ediliş tarzına göre birbirinden ayrılan
büyük insan grupları, sınıf olarak tanımlanır. Sınıflar,
toplumsal ekonominin belli bir sistemindeki yerlerinin farklılığından
dolayı, birinin diğerinin emeğine elkoyabildiği insan
gruplarıdır."(35)
Bazı
bölümlerini bir daha aktardığımız bu iki alıntıda belirleyici
olan birtakım noktalar görmekteyiz. Bunlar;
a-
Sınıfın üretim aracı ile ilişkisi/mülkiyet sorunu; üretim
araçlarının burjuvazinin mülkiyetinde olması, proletaryanın bu
mülkiyete sahip olmaması.
b-
Üretim sürecinde insanlar arasındaki ilişkiler;
sınıfların(burjuvazi ve proletarya) toplumsal üretimdeki yerleri
veya toplumsal emeğe katılımları.
c-İnsanlar
arasında dağıtım sürecinde gündeme gelen ilişkiler.
Bütün
bu özellikleri yukarıdaki alıntıda görmekteyiz. Demek oluyor ki
Marksizm, sınıflar arasındaki belirleyici farklılık özelliğini
sadece belirtmiyor, bilakis bunu açıyor ve üç özellikten en
belirleyici olanının a şıkkı olduğunu belirtiyor.
"Sınıfları
yok etmek, bütün vatandaşları, bütün
toplumun üretim araçlarına (karşı) eşit
ilişkiye getirmek demektir, bütün vatandaşların toplumsal
toprakta, toplumsal fabrikada vs. toplumsal üretim araçlarıyla
eşit (aç.
Lenin) çalışma imkanlarına sahip kılınmaları
demektir."(36)
"Sınıfların
tamamen kaldırılması için sadece sömürücülerin, çiftlik
sahiplerinin ve kapitalistlerin devrilmesi, sadece onların
mülkiyetinin yok edilmesi yetmez. Bundan başka üretim araçları
üzerindeki her (aç. Lenin) özel mülkiyet yok
edilmelidir."(37)
Bu
anlayıştan hareketle kavranması gereken şudur: Toplumu, sınıfları
bölen veya bölmeyen, üretim araçlarıyla olan ilişkidir. Bu
ilişki sonucu, insanlar üretim araçlarına toplumsal mülkiyet
olarak bakıyorlarsa, yani üretim araçları toplum un
mülkiyetindeyse, orada toplumsal-antagonist sınıflar yoktur. Ama
üretim araçları belli bir sınıfın mülkiyetindeyse ve diğer
sınıf bu mülkiyetten yoksunsa, bu toplumda antagonist sınıflar
vardır. Bu sınıflı yapının ortadan kaldırılması için yok
edilmesi, kaldırılması gereken, üretim araçları üzerindeki
özel mülkiyettir. Buna göre; üretim araçlarıyla ilişki,
toplumun sınıflara bölünmesinin de temelidir ve toplumsal
sınıfları belirlemede en önemli kriterdir.
Bunun
neden başka türlü olamayacağını bir örneklemeyle
gösterebiliriz. Sınıflar arasındaki temel farklılık için,
üretim araçlarıyla olan ilişkiyi değil, bölüşümdeki ilişkiyi
esas alalım. Bu durumda sonuçla nedeni birbirine karıştırmış,
yerlerini değiştirmiş oluruz. Çünkü bölüşümdeki farklılık,
üretim araçlarıyla olan ilişkiden kaynaklanır. Burada üretim
araçlarıyla olan ilişki nedeni, bölüşümde bunun sonucunu ele
verir. Fakat bu, bölüşümdeki farklılığın sınıflar
arasındaki temel farklılık özelliği olmadığı anlamına
gelmez. Bu da temel bir özelliktir; ama üretim araçlarıyla olan
mülkiyet ilişkilerinden, bu en önemli özellikten kaynaklanan bir
özellik. Bununla ilgili olarak Lenin şöyle der:
"Farklı
toplumsal şartlara özgü esas özelliğini, onların gelirlerinin
kaynağında aramak, ilk sıraya dağıtım ilişkilerini getirmek
demektir ki, dağıtım ilişkileri, gerçekte üretim ilişkilerinin
sonucudur" (38).
Son
olarak bir de meslek (yapılan iş cinsi) ile sınıfsal karakter
arasındaki bağa bakalım.
Lenin
şöyle diyor:
"Meslek
farklarını sınıf farklarıyla birbirine karıştırmak; toplumsal
üretimin bütün sisteminde sınıfların farklı konumu ile yaşam
durumlarındaki farkları birbirine karıştırmak! Bu, moda olan
'eleştirinin' mutlak bilimsel ilkesizliğini ve onun, 'sınıf'
kavramının kökünü kazımak, sınıf mücadelesi düşüncesini
yok etmek için pratik eğilimi ne kadar açık olarak gözler önüne
seriyor!
Tarım
işçisi günde 50 kopek, gündelikçi çalıştıran becerikli
köylücük günde bir ruble, başkentteki fabrika işçisi
günde 2 ruble, taşradaki küçük bir atölye sahibi günde 1,5
ruble kazanıyor. Bu farklı 'tabakaların' temsilcilerinin hangi
sınıflara ait olduklarını ve bu 'tabakaların' aleni
aktivitelerinin hangi yönde gelişmek zorunda olduğunu birazcık
sınıf bilinçli her işçi hiçbir zahmete gereksinmeksizin kavrar.
Buna
karşın, üniversite biliminin veya modern 'eleştiricilerin' bir
temsilcisi için bu öyle yüksek bir hikmettir ki, onlar bunu
kavrayacak durumda değildirler" (39).
Lenin,
burada sapla-samanın birbirine karıştırılmasının sınıf
mücadelesi açısından hangi sonuçları doğuracağını çok açık
bir şekilde koymaktadır.
Şüphesiz
ki kapitalist toplumda –daha doğrusu sınıflı toplumlarda–
toplumun sosyal yapısıyla bu yapı içinde var olan mesleki yapılar
birbirlerinden kopuk değildirler. Ama onların birbirlerinden kopuk
olmamaları, birisi araştırılırken diğerinin de araştırılıyor
olması, her ikisinin aynı kaba konacağı anlamına asla gelmez.
Örneğin, bazı meslekler vardır ki, bunları hem işçiler hem de
küçük burjuvalar veya küçük üreticiler icra edebilirler.
Marangozluk, demircilik, terzicilik, tornacılık, ayakkabıcılık
vs. bunlara sadece birer örnektir. İşçi, bu mesleklerde üretim
araçlarından yoksun olarak çalışır. Ama küçük üretici,
üretim araçlarına sahip olduğu için, bu mesleklerde
zanaatçı/küçük burjuva (küçük meta üreticisi) olarak
çalışır. Sadece bu basit gerçek, meslek cinslerinin sınıfsal
farklılığı açıklarken çıkış noktası olarak alınamayacağını
göstermek için yeterlidir.
Bu
bölümde ele aldığımız ve başka benzeri konular üzerine
ülkemiz devrimci hareketinde kapsamlı veya bir dereceye kadar
dikkate değer çalışmaların olmaması çok büyük bir
eksikliktir. Bu çalışmalar, zihin jimnastiğinden öte, Lenin'in
üzerinde durduğu gibi, sınıf mücadelesi açısından
kaçınılmazdır. Umarız ki, ilerideki dönemlerde bu konular
üzerine de somut durumun somut tahlili temelinde yükselen
araştırmalar yapılır.
Proleter
Doğrultu, Sayı 13, Kasım-Aralık 1997.
Kaynaklar:
1)
Lenin; “Was sind die Volksfreunde”, C. 1, s.133.
2)
Lenin;"Der ökonomische Inhalt der Volkstümler Richtung",
C. 1, s. 419.
3)
Marx-Engels (Bundan sonra M-E); "Kapital", C. 23, s. 107/8.
4)
Lenin; "Der ökonomische Inhalt der Volkstümlerrichtung",
C. 1, s. 424.
5)
Lenin; age., s. 427.
6)
Lenin; age., s. 419.
7)
Lenin; "Was sind die 'Volksfreunde", C. 1, s. 142/143.
8)
Lenin; age., s. 128.
9)
Bkz. :Len in; "Die Aufgaben der revolutionären Jugend", C.
7, s. 33.
10)
Lenin; "Was sind die ' Volkfreunde", C. 1, s. 132.
11)
Lenin; "Die Parteizerstörer in der Rolle von 'Legendenzer
störer" , C. 17, s. 127.
12)
Lenin;"Der ökonomische Inhalt der Volkstümlerrichtung",
C. 1, s. 422.
13)
M-E; "Deutsche Ideologie", C. 3, s. 75/76.
14)
M-E; age. s. 76.
15)
Lenin; "Die Entwicklung des Kapitalismus in Russland", C.
3, s. 85.
16)
Bkz. : Rolf Dahrendorf; "Soziale Klassen und Klassenkonflikt",
Stuttgart, 1957, s. 81-82.
17)
Lenin;"Entwurf des Programms der KPR(B)", C. 29, s. 85.
18)
Lenin; "Die Wahlen und die Diktatur des Proletariats", C.
30, s. 264.
19)
Bkz. : Lenin; "Die Entwicklung des Kapitalismus in Russland",
C. 3, s. 516-517.
20)
Lenin; "VII I. Parteitag der KPR (B)", C.29, s. 165.
21)
Lenin; "Was sind die ' Volksfreunde", C. 1, s. 277-286.
22)
Lenin; "Die Entwicklung des Kapitalismus..." C. 3, s. 517.
23)Lenin;"Die
Agr arfr ag e und die 'Marxkritiker", C. 5, s. 188/189.
24)Lenin;"Vulgärsozialismus
und Volkstümlerei", C. 6, s. 256/57.
25)
M-E; "Deutsche Ideologie", C.3, s. 22.
26)
M-E; age., s. 50.
27)
M-E; "Kapital", C. 23, s. 528.
28)
M-E; " Deutsche Ideologie", C. 3, s. 50.
29)M-E;
"Kapital", C. 25, s. 893.
30)
M-E; "Anti-Dühring... ", C. 20, s. 25.
31)
M-E; "Der achtzehnte Brumaire des Louis Bonaparte", C. 8,
s. 198.
32)
Lenin; "Die große Initiative", C. 29, s. 410.
33)
M-E; "Zur Kritik der Politischen Ökonomie-Vorwort", C. 13,
s. 8.
34)Lenin;"Vulgärsozialismus
und Volkstümlerei", C. 6, s. 256/7.
35)
Lenin; "Die große Initiative", C. 29, s. 410.
36)
Lenin; "Ein liberaler Professor und die Gleichheit", C. 20,
s. 139.
37)
Lenin; "Die große Initiative", C. 29, s. 410.
38)
Lenin; "Vulgärsozialismus und Volkstümlerei", C. 6, s.
256.
39)
Lenin; "Die Agrarfrage und die 'Marxkritiker", C. 5, s.
189/190.